Hekim Forumu - Ekim - Aralık 1997


  • Haziran 13, 2011
  • 5088

Yönetim Kurulu�ndan
Yeni yılda daha güçlü bir meslek örgütü
Yoğun bir yılın son günleri, üstüste gelen etkinliklerle geçiyor. Kasım ayı başında �Sağlık Alanında Türk Kadını Simpozyumu�yapıldı. İstanbul Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Nuran Yıldırım�ın büyük çabasıyla gerçekleşen Sempozyum, bir kısmı hayatta olmayan kadın hekimlerin rolünü gözler önüne serdi.
Organ bağışı ve hepatitler, Odamızın da katkılarıyla dramatik bir öykü olmaktan kurtularak önemli bir sağlık konusunun çözümü için toplum seferberliğine dönüştü. Ardarda gelen organ bağışları, basının toplumu yönlendirmede olumlu bir rol oynayabileceğine örnek oluşturdu. Sağlık Bakanlığı�nın hepatit aşılarının ithal edilerek, çocuklar başta olmak üzere riskli gruplara yaygınlaştırılması konusunda verdiği sözleri ise dikkatle takip ediyoruz.
98 Bütçesinde aslan payı borç faizlerine giderken sağlığa ayrılan pay geçmiş yıllara göre daha da azalarak %2.6�ya indi. Sağlık Bakanlığı�nın temel sağlık hizmetleri yatırımları ile hekim ve hemşirelere yüksek maaş vaatlerinin ise bütçe karşılıkları olmadığı görüldü. İstanbul�da düzenlediğimiz foruma katılan Bakanlık Müsteşarı da bu konuda ikna edici bir şey söyleyemedi. Sorunun çözümü için, daha güçlü bir meslek örgütü ile halkın aktif desteğini alan bir yol bulmak zorundayız.
TTBGenel Yönetim Kurulu, 6 Aralık günü Diyarbakır�da toplandı. Gündem�de iki ana başlık vardı:�Güneydoğu ve Doğu Anadolu�da sağlık sorunu ve hekim açığı�, �1998 Bütçesi, hekim ücretleri�. Çalışma ortamında en başta can güvenliği olmaması, sağlık çalışanlarını bu bölgelerde hizmet vermekten alıkoyuyor. Sağlık Bakanlığı�nın sonuç alınamadığı bilinen zoraki yollar dışında çözüm üretememesi nedeniyle görev TTB�ye düşüyor. TTBönerilerini ise birçok konuda olduğu gibi iktidar sahipleri dikkate almıyor.
Yeni yılın ilk aylarında gerçekleştirilecek etkinliklerden biri de işyeri hekimliği kursu olacak. 31 Ocak-8 ?ubat arasında yapılacak kurs için şu ana kadar başvuruda bulunmuş 1212 üyemiz var. Noter tarafından onaylatılan bu üyelere başvuru sırasıyla gönderilen taahhütlü mektuplara gelen yanıtlara göre kursiyer listesi belirleniyor. Türk Tabipleri Birliği�nin İstanbul için ayırdığı kontenjan ise 200 kişi. 1998 yılı sonunda ikincisi yapılması planlanan işyeri hekimliği kursu konusunda iletişimin sağlıklı olması için başvuran üyelerin adres, telefon ve faks değişikliklerini zamanında bildirmelerini rica ediyoruz.
Başhekimler ve sağlık grup başkanlarıyla toplantılar devam ediyor. Sağlık Bakanlığı ve SSK yanında hastaneler de sahip çıkarsa, eğitim ve altyapının düzenlenmesinden başlayarak bu konuda birçok adım atmak mümkün.
Bütün meselelerin düğümlendiği noktada güç hesapları öne çıkıyor. Bütün güzel fikirler ancak arkasında yeterince güç varsa gerçekleşebiliyor.
En başta insangücü, beyin gücü, yürek gücü. Önümüzdeki yıl daha fazla ortak düşünce üretimine, daha fazla dayanışmaya ihtiyacımız var.
Birçok plan, maddi bir güçle gerçek olabiliyor. Üye aidatları konusunda yeni uyarılar yapmak istemiyoruz. Kalan ödentilerinizi iletmeniz durumunda hem gelecek yıl cezalı duruma düşmekten kurtulacak, hem de güçlü bir meslek örgütü için önemli bir katkıda bulunacaksınız. Bunun için 22. sayfamızda formdan yararlanabilirsiniz.
Geçtiğimiz yılın muhasebesini yaparken, Oda çalışmalarına fiilen, fikren, madden ve gönülden katkıda bulunan bütün üyelerimize teşekkür etmek istiyoruz. Sizlerin çabası olmazsa adım atmamız imkansız.
Yeni yılınızı yürekten kutluyor, 1998�in ülkemiz ve mesleğimiz için güzel günlerle geçmesini diliyoruz.
*
*
�98 bütçesi ve sağlık
1998 Bütçesi, borç ödeme bütçesi
Bütçe tasarısının herkesin üzerinde anlaştığı temel özelliği, bir borç ödeme bütçesi olması. 15 katrilyona yakın bütçenin 6 katrilyona yakın kısmı (% 40) iç ve dış borç faizi ödemelerine ayrılmıştır.

İthalat                 50 milyar dolar
İhracat                29 milyar dolar
Dış ticaret açığı   21 milyar dolar
Toplam bütçe     14.793.000 milyar
GSMH               49.078.785 milyar
Büyüme hızı       %3
Enflasyon oranı  %64
Ortalama döviz ($)  240.000 TL

* Personel giderlerine ayrılan pay son yıllardaki inişini sürdürmektedir (%24).
* Yatırımlar azalmaktadır (%7).
* Gelirlerin büyük kısmı vergi gelirleridir (%85).
* Vergi gelirlerinin büyük kısmı ücretlilerden toplanacaktır.
* Yatırımlar için özelleştirme gelirlerine bel bağlanmaktadır.
* Memurların ücret artışı ilk altı ay için %30 olarak sınırlanmaktadır.
Hükümetin açıkladığı temel hedefler arasında öne çıkan iki nokta var:
1. Kamu harcamalarının reel olarak artırılmaması,
2. Sosyal güvenlik kurumlarının açıklarının azaltılması,

Bütçe�nin sağlıktaki hedefleri
Her ne kadar Bütçenin genel gerekçelerinde �Devletin temel hizmetleri olan eğitim, sağlık ile savunma ve güvenlik hizmetlerine de gerekli kaynak tahsisinde bulunulmuştur� denilmişse de rakamlar bunu yalanlamaktadır.
Bütçeden sağlığa ayrılan payın tamamı Sağlık Bakanlığı bütçesinden oluşmuyor. Ancak Bakanlık bütçesi, hükümetin para kaynaklarını kullanırken hangi tercihleri yaptığı konusunda fikir veriyor.
Sağlık Bakanı�nın son dönemde propagandasını yaptığı ve hükümetin kuruluş programında ilan edilen temel noktalar şunlar:
*Temel sağlık hizmetlerine öncelik verecek, sağlık ocaklarını geliştireceğiz.
* Hastane acilleri ve yoğun bakım servislerini geliştireceğiz.
* Pratisyen hekimliği özendireceğiz.
* 45 bin personele gereksinim var.
* Kanser tarama ve rehabilitasyon merkezlerini yaygınlaştıracağız.
* Ödeme güçlüğü içindeki vatandaşların sağlık güvencesini sürdüreceğiz.

Vaatlerin kaynağı Bütçe�de var mı?
Hükümetin programını gerçekleştirmesi için kullanabileceği en büyük kaynak Sağlık Bakanlığı Bütçesi. Bu bütçenin dağılımına bakıldığında geçmiş yıllara göre önemli bir fark taşımadığı görülüyor:

Sağlık Bakanlığı Bütçesi (Milyar)
Personel giderleri:  303.095 milyar
Diğer cari giderler:   22.500 milyar
Toplam yatırım:       32.463 milyar
Toplam transferler:  32.833 milyar
Genel toplam:       390.891 milyar

* Sağlık Bakanlığı bütçesinin genel bütçe içindeki payı 98�de azalarak % 2.6�ya düşüyor.
* Bütçenin büyük kısmı personel giderlerine ayrılıyor.

                        1996  1997* 1998
Personel           94.2   88.3     303.1
Cari hizmetler   15.7     8.7       22.5
Yatırım              5.0      2.3       32.4
Transfer             2.0     0.6       32.8
TOPLAM     116.9   100.0    390.9
-------------------------------------------------
                       1996  1997* 1998
Temel sağlık h. 33.6  63.3     136.0
Tedavi hizmet. 38.6   80.2     160.0
Yeşil kart          6.8   20.3       30.5
Dış proje          2.0      3.2        4.3

* 1997 yılının ilk altı ayı hesaplanmıştır.

Bu rakamlar  neyi ifade ediyor?
1. Temel sağlık hizmetlerine yeni bir kaynak aktarılması söz konusu değil.
2. Yoğun bakım servislerinin geliştirilmesi, tıbbi donanım için yeni yatırımlar söz konusu değil.
3. Tıp fakültelerinin bütçe ödenekleri geçtiğimiz yıllardaki seyrini sürdürecek.
4. Kamu hekimlerinin ücret artışı enflasyon oranının altında seyredecek.
5. Sağlık Bakanlığı, 1998 yılı bütçesini 230 bin memur istihdamına göre hazırlıyor. Yani sağlık hizmeti için insangücü gereksinimi karşılanamayacak.

Hastaneler kendi yağıyla kavrulacak
Çoğu �Yeşil kart uygulaması� için harcanan transferler için 60 trilyon ayrılmış durumda. Türkiye�de 5 milyon yeşil kartlı olduğuna göre kişi başına düşen yıllık ödenek, 5 milyon TL (20 dolar).
Sağlık ocaklarında en sıradan gereksinimleri karşılamak için vakıf makbuzları ile bağış toplamaya devam edilecek.
Hastaneler döner sermaye gelirlerini artırmak için uğraşacak. Üstelik elde ettikleri gelirleri kullanmak için mevzuat engellerini aşmak için bin türlü yolu deneyecek. Vakıf yolu zorlanacak, doktorlar ve hemşireler mesleklerini bir kenara bırakıp gelirlerdeki kaçakları takip edecekler.

Kaynaklar nereye gidiyor?
                                 1997  1998
Savunma                   12.2   11.0
Tarım-orman               2.6    2.0
Eğitim                        11.0   11.0
Sağlık                          3.2    2.6
Kültür-turizm               0.5     0.4
Borç faizleri               29.8   39.9
Cumhurbaşkanlığı        0.08   0.17
TBMM                       0.3     0.4

�Devletin küçültülmesi�sloganı ile yürütülen politikaların sonuçları çok çarpıcı: Eğitim, sağlık, altyapı ve hatta savunma giderlerinin azaltılması, devletin idari birimleri ve faiz giderlerine ayrılan payın artması. Devletin fonksiyonel kısmı ihmal edilip köreltilirken idari kısmı korunmakta, aslan payını ise yerli ve yabancı tefeciler almaktadır.

Ücret artışlarına sınırlama
1998 Bütçesinde kamu çalışanları için  yılın ilk altı ayında belirlenen ücret artış oranı % 30�dur. İkinci altı aydaki ücret zam oranının ekonominin gidişine göre saptanacağı ifade edilmiştir.

Kamu sağlığı için kaynak nerede?

SAĞLIK HARCAMALARINDA KAYNAK DAĞILIMI (%)

Kaynak               1980  1993   1994
Genel bütçe          38.0  36.0   27.6
Kamu sigortası     14.5  33.5    34.0
Kişisel harcama    47.5  30.5    38.0
Toplam miktar*      2.0   8.0     10.6

* Milyar dolar

Türkiye�de sağlık için yapılan harcamalar Genel Bütçe ile sınırlı değildir.   SSK, Emekli Sandığı, Bağ-Kur gibi kamu sigortalarından ve doğrudan cepten yapılan harcamalar yıllar içinde aşağıdaki dağılımı göstermektedir.
Genel bütçeden sağlığa ayrılan kaynaklarda sürekli bir azalma görülürken kamu sigortalarından harcanan miktar giderek artmaktadır. Kişisel harcamalar ise düzensiz bir seyir göstermektedir.

Bu kaynaklar nereye harcanıyor?
SAĞLIK HARCAMALARININ BÖLÜŞÜMÜ (%)

                            1980  1993  1994
Kamu kurumu*     35.0   28.0   33.8
 Yatırım-cari          20.0  10.0    11.8
 Personel               15.0  18.0    22.0
Özel kurum**        40.0  32.0    20.7
İlaç                        20.0  25.0    29.0
Teknoloji                 5.0  15.0    16.5
Toplam miktar***   2.0    8.0    10.6
________________________________________________
* Sağlık Bakanlığı, SSK, Tıp Fakülteleri
** Personel ve cari harcamalar
***Milyar dolar

Yukarıdaki tablodan anlaşılacağı gibi;
1. Kamu sağlık kurumlarının gelirleri oldukça sabit bir oranda seyretmektedir.
2. İlaç ve tıbbi teknoloji giderleri,  süratle artmaktadır.
3. Tanı ve yüksek teknolojili tedavi merkezleri hariç tutulduğunda, özel sağlık kurumlarının payı azalmaktadır.
4. İlaç ve tıbbi teknolojinin dışa bağımlılığı gözönüne alındığında, sağlığa harcanan kaynakların önemli bir kısmının dışarı aktarıldığını söylemek mümkündür.

Harcamalara yön vermede hekimin rolü
Sağlığa ayrılan toplam kaynaklar artarken, pastanın büyük kısmını ilaç ve tıbbi teknoloji kullanımına ayrılmasının kararını aslında hekimler vermektedir.
Büyük ölçüde özel sağlık kurumlarına tetkik ve tedavi amacıyla yapılan sevkler, ilaç ve teknoloji kullanımındaki endikasyon sınırlarının genişletilmesi şeklinde ortaya çıkan bu kararlar, kaynak dağılımında  belirleyici olmaktadır.
Buna karşılık kamu kurumlarında çalışan hekimlerin ücretlerinin toplam sağlık harcamaları içindeki payı azalmaktadır.

SAĞLIK HARCAMALARI İÇİNDE KAMU HEKİMLERİNİN ÜCRET ORANI (Milyon $)

                                       1980              1993               1994
Toplam harcama             2000               8000               10600
Tüm hekimler                   77 (% 3.8)      584 (% 7.3)    522 (% 5.0)
Uzmanlar                         48 (% 2.4)      233 (% 2.9)    202 (% 1.8)
Yöneticiler*                      6.5(% 0.3)       12 (% 0.15)    10 (% 0.1)

* Dekan, Başhekim, Anabilim Dalı Başkanı, Klinik şefi
*
*
*
Haberler
EĞİTİM PLANLAMA VE KOORDİNASYON KURULU TOPLANTISI YAPILDI
19 Ekim 1997 Pazar günü İstanbul ve İzmir�deki eğitim hastanelerinin Eğitim Planlama ve Koordinasyon Kurulu üyelerinin katıldığı bir toplantı yapıldı. ?işli Etfal Hastanesi�ndeki toplantıya 6�sı İzmir�den olmak üzere 26 EPK Kurulu üyesi klinik şefi katıldı.
İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Orhan Arıoğul�un açış konuşmasının ardından Doç. Dr. Kürşat Yıldız�ın yaptığı sunuşla başlayan toplantı iki oturum halinde gerçekleşti. Haydarpaşa Numune Hastanesi EPK Kurulu üyesi Doç. Dr. Yıldırım Çınar�ın eğitim hastanelerine yüksek öğretim statüsü kazandırılması ile ilgili kapsamlı önerisi tartışıldı. Eğitim hastanelerinin ve uzmanlık eğitimiyle ilgili birçok konunun ele alındığı toplantıda alınan kararlar aşağıdadır.
1- Tababet Uzmanlık Tüzüğü ile oluşturulmakta olan �Tıpta Uzmanlık Kurulu�, �Eğitim Kurumlarını Değerlendirme Komisyonu�ile �Uzmanlık Dalları Eğitim ve Müfredat Komisyonları�nda yer alacak Sağlık Bakanlığı ve SSKtemsilcileri, EPK Kurulu üyeleri arasından seçilmelidir.
2- Eğitim hastanelerinde başhekim olabilmek için �klinik veya laboratuvar şefi olmak� koşulu aranmalıdır.
3- Eğitim Planlama ve Koordinasyon Kurulu�nun eğitim niteliğinin geliştirilmesindeki rolünü artırmak için bileşimi, çalışma düzeni ve yetkileri ile ilgili bazı düzenlemeler yapılmalıdır. EPK Kurulu bir danışma organı olmaktan öte hastanenin işleyişi ile ilgili yetkilere sahip olmalıdır.
4- Hukuksal durum ve hastanelerin yürüttükleri eğitim faaliyeti dikkate alındığında eğitim hastaneleri yüksek öğretim statüsüne sahip olmalıdır. Eğitim hastaneleri bilimsel, idari ve mali yönden özerk bir statüye kavuşturulmalıdır.
5- Eğitim hastanelerinde işgal ettikleri kadro yanında, tıp fakülteleri ve yüksek öğretim kuruluşlarına atanarak 2547 sayılı YÖKYasası�nın 38. maddesiyle yapılan geçici görevlendirmelerle profesörlüğe yükseltilme yolu arayan bazı hekimlerin durumu hekim vicdanını yaralamakta ve adalet duygularını zedelemektedir. �Hülle�olarak nitelendirilen bu yöntem, EPK Kurulu üyeleri tarafından kınanmıştır.
a)Bu durumdaki hekimlerin iki ayrı kadroyu işgal etmelerinin engellenmesi ve bir tercih yapmaları konusunda Sağlık Bakanlığı, SSKve YÖKnezdinde girişimde bulunulması kararlaştırılmıştır.
b)Bundan böyle 38. maddenin bu amaçla kullanılmaması,
c)Bu durumdaki hekimlerin sözleşmelerinin bir yıl bitiminde yenilenmemesi önerileri üzerinde birleşilmiştir.
6- �Doçent veya �profesör�şeklindeki akademik ünvanların eğitim ve araştırma faaliyeti dışında, doğrudan veya dolaylı reklam amacıyla kullanılmaması yönünde İstanbul EPK Kurulu üyelerinin almış oldukları karar teyid edilmiş, Türk Tabipleri Birliği ve tabip odalarına bu yönde çalışma yapılması hatırlatılmıştır.
7- Tıp Fakülteleri dışında çalışan eğiticilerin profesörlüğe yükseltilmeleri konusunun ilgili hekim grubuyla ayrı bir toplantıda ele alınması kararlaştırılmıştır.
8- Özel sağlık kuruluşlarına uzmanlık eğitimi yetkisi verilmesinin hukuka aykırı olduğu, tabip odaları ve TTB�nin bu konuda hemen idari mahkemeye başvurması benimsenmiştir.
9- Toplantılara Ankara�daki EPK Kurulu üyelerinin katılımının sağlanması
10- İllerdeki EPK Kurulu üyelerinin üç ayda bir düzenli toplanması, üç ilimizdeki EPK Kurulu üyelerinin katılacağı ortak geniş toplantının yılda iki kez düzenlenmesi,
11- Her ilden 3�er EPK Kurulu üyesinden oluşan bir Yürütme Kurulu aracılığıyla üyeler arasında sürekli eşgüdüm sağlanması benimsenmiştir.
12- Toplantılarda alınan kararların tabip odaları ve TTBtarafından izlenmesi, alınan kararların Sağlık Bakanlığı, SSK Genel Müdürlüğü, YÖKve eğitim hastanelerinin başhekimliklerine duyurulması,
13- Tabip odalarının EPK Kurullarının rolü konusunda başhekimleri bilgilendirmesi önerilmiştir.
14- Bu kararların uygulanmasını sağlayacak yönetmelik ve mevzuat değişikliklerinin yapılması için çaba gösterilmesi kararlaştırılmıştır.
15- İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Oditoryumu�nda 13-14 Aralık 1997 günlerinde yapılacak �4. Tıpta Uzmanlık Kurultayı�na en geniş aktif katılımın sağlanması kararlaştırılmıştır.
*
*
KISA HABERLER
Numune�de bitmeyen saldırılar
Haydarpaşa Numune Hastanesi�nde hekimlere yönelik fiili saldırılara bir yenisi eklendi. Bektaş Yıldız isimli hasta yakınının saldırısına uğrayan Genel Cerrahi Asistanı Dr. Cengiz Kaya�nın sol gözü çevresinde derin kesiler meydana gelirken, zigoma ve sağ kol kırıkları oluştu. Hayati tehlike raporuna rağmen sevkedildiği mahkemede serbest bırakılan saldırgan, hastane çalışanlarının katıldığı basın açıklaması ile protesto edildi.
Tabip Odası�nın açıklamasında acil servisteki sorunların hekimlere saldırarak çözülemeyeceği vurgulandı. Sağlık çalışanlarının can güvenliklerinin sağlanması istendi.
*
*
İşyeri Hekimliği Bürosu�ndan
İstanbul Tabip Odası İşyeri Hekimliği Bürosu tüm İstanbul�da 50 ve üzerinde işçi çalıştıran ancak işyeri hekimi istihdam etmeyen 850 işyeri olduğunu tespit etti.
1997 yılı içinde bu işyerlerinden 614 tanesine yazı yazılarak işyeri hekimi çalıştırmak zorunda oldukları hatırlatıldı. 15 Ekim 1997 tarihine kadar uyarılan işyerlerinden 108 tanesi işyeri hekimi çalıştırmaya başladı.
İşyeri hekimi almamakta direnen işyerleri için yasal işlemler devam etmektedir.
*
*
Hava limanının özelleştirilmesi iptal edildi
Türkiye Denizcilik İşletmeleri�ne bağlı Hopa Limanı�nın işletme hakkı verilmesi yöntemiyle özelleştirilmesi, Erzurum İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi. Liman-İş Sendikası�nın açtığı dava sonucunda, mahkeme Özelleştirme Yasası�nın değer tespit işlemleri ve ihale usullerini düzenleyen maddelerin Anayasa Mahkemesi tarafından daha önce iptal edilmesi nedeniyle Özelleştirme İdaresi Başkanlığı�nın ihalesini iptal etti.
Limanların özelleştirilmesinin iptali kaçakçılık ve uyuşturucu ile mücadele açısından büyük önem taşıyor. Ellerinde mahkemenin verdiği iptal kararıyla KİGEM toplantısına gelen Liman-İş Sendikası yöneticileri limanların özelleştirilmesine karşı mücadelede kararlı olduklarını ifade ettiler.
*
*
Yeni başhekimler
Hükümet değişikliğinin ardından İstanbul�daki bazı hastanelerde yönetim değişikliği oldu. Yargı kararlarına uyularak SSK Okmeydanı Hastanesi�ne Prof. Dr. Dursun Akdemir, SSK Süreyyapaşa Hastanesi Başhekimliği�ne Dr. Yaşar Yalçınkaya yeniden getirilirken SSK Göztepe Hastanesi�ne Dr. Fuat İpekçi Başhekim olarak görevlendirildi.
Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi�nde ise Prof. Dr. Mustafa Gülmen Başhekim oldu. Siyami Ersek Göğüs Kalp Damar Cerrahi Merkezi Başhekim�nin ayrılmasının ardından bu göreve Doç. Dr. Azmi Özler atandı.
Yeni yöneticilere kamu sağlık hizmetlerinin sorunlarıyla mücadelede başarılar diliyoruz.
*
*
Göztepe SSK�da Başhekim Yard. seçimi
SSKGöztepe Eğitim Hastanesi�nde Kadın Doğum ünitesi ile ilgili Başhekim Yardımcısı seçimle belirlendi. Tüm hekimlerin oy kullandığı seçim sonucu Dr. Kenan Engin, Oda Başkanı Prof. Dr. Orhan Arıoğul�un da katıldığı bir törenle göreve başladı.
Asistanlar da sorunları ile ilgili olarak Dr. Lokman Eldem�i asistan temsilcisi seçtiler.
*
*
Uyuşturucu ve tarihi
Pek çok meslektaşımız kitap yazıyor. Sağlığın sosyal, siyasal boyutundan, kişisel deneyimlere, mizaha kadar uzanan bir yelpazede hekimlerin de kalem erbabı olduğunu kanıtlayan eserler yayınlanıyor. Dr. Ali Nahit Babaoğlu�nun geçtiğimiz nisan ayında çıkan �Uyuşturucu ve Tarihi�isimli kitabı da, bir hekimin mesleki alanı içindeki bir konuya ne kadar derinliğine yaklaşabileceğinin bir önreği.
Yazar, mitolojik öykülerden, insanlık tarihine, afyon savaşlarından yeni dünya düzenine kadar geniş bir açı içinde ele aldığı uyuşturucular ile ilgili, farmakolojik ve psikiyatrik bilgilere de yer vermiş.
Dr. Babaoğlu, Almanya�da uzmanlık eğitimi gördüğü sırada biriktirmeye başladıklarını bizlerle paylaşırken kitabın önsözünde önemli bir dilekte bulunuyor:�Bu kitap bitmemiştir. Çünkü afyonun ve uyuşturucu maddelerin öyküsü bitmemiştir. Her gün yeni bir sayfa açılıyor. Her gün yeni bir öykü ekleniyor. Dilerim ki, Türkiye�nin sevgili halkı, bu öykülere sürüklenmekten bir gün kurtulur. Dilerim ki, o günler çok uzak değildir.�
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Nöroloji Kliniği ?efi olan, çeşitli dönemlerde Ankara ve İstanbul Tabip Odalarında Yönetim Kurulu üyesi olarak görev almış olan Dr. Babaoğlu bu kez bir başka önemli hekim sorumluluğunu gerçekleştirmiş. Kitabını ise meslek yaşamı boyunca yardım edebildiği, edemediği bütün uyuşturucu kurbanlarına, �Afyon Savaşları�nın milyonlarca adsız ölüsüne� sunmuş.
Ülkemizde yaygınlaştırılan uyuşturucu ile mücadele, hekimlerin mesleki yaşamda sık karşılaşmaları muhtemel sorunların başında geliyor. Akıcı bir kalemle yazılmış, zengin bir kaynakça ve fotoğraflar eklenmiş olan kitabı meslektaşlarımıza öneriyor, Sayın Babaoğlu�na �Eline sağlık�diyoruz.
Uyuşturucu ve Tarihi, Kaynak Yayınları, 264 sayfa.
*
*
Sağlık Grup Başkanları ile toplantılar...
Periyodik toplantıların ikincisi Zümrütevler Sağlık Ocağı�nda yapıldı. Toplantıda geçici görevlendirmeler gündemin en çok konuşulan konusu oldu. Sağlık Grup Başkanları, her iki yakadakilerin ayda bir, biraraya gelmesini, iki ayda bir ortak toplantı yapılmasını kararlaştırdılar.
*
*
Milli gelirin % 21.6�sı sosyal harcamalara
Dünya Bankası�nın yayınladığı istatistikler, dünyada elde edilen gelirin aslan payını gelişmiş ülkelein almaya devam ettiğini gösterdi. Üstelik 1980 ile 1995 rakamları karşılaştırıldığında �ortadirek�in daha da yoksullaştığı, yüksek gelirlilerin aldığı payın %71�den %81�e çıktığı görüldü. Türkiye�niniçinde yer aldığı orta gelirli ülkelerin alt grubunda bebek ölüm hızı ortalaması binde 41. Türkiye�de ise bu sayı 48. Enflasyon ortalamasında ise dünya üçüncüsüyüz.
Gelirinin %44�ü kadar dış borcu olan Türkiye, sosyal harcamalara %21.6, savunma için %15.8 pay ayırıyor. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi kalemlerin yeraldığı sosyal harcamalara gelişmiş ülkelerde ayrılan pay %60-70 arasında seyrediyor.
Küreselleşme masalının Dünya Bankası tarafından itiraf edilen sonucu, yoksulun daha yoksul, zenginin daha zengin olması. TOBB�un dergisi Ekonomik Forum�un yayınladığı rakamlarda onlarca kanıt bulunabilir.
Rakamların verdiği tek iyimser sonuç, Türkiye�de beklenen yaşam süresinin dünya ortalamasının bir yıl üzerinde olması. Buna da şükür diyenler olabilir!
*
*
Belediye Hızır Acilleri dert küpü
Büyükşehir Belediyesi�ne ait acil yardım hizmetlerinde çalışanlar yapılan çeşitli toplantılarda sorunlarını dile getirdiler. Müdürlüğün düzenlediği toplantıda öne çıkan konular, hizmetin verilmesi ile ilgili sıkıntılar ve özlük hakları oldu.
Daha sonra yapılan değerlendirme toplantısına Belediye-İş, SES ve Tabip Odası temsilcileri de katıldı.
Sağlık hizmetlerinin politik çıkar uğruna kötüye kullanılması, çalışanların tepkisini artırıyor. Özellikle Fatih ve Boğaziçi istasyonları tamamen gösterişten ibaret olduğu için kapatılmasını isteyen Hızır Acil çalışanları, acil yardım istasyonlarının yeterli donanım ve insangücüne kavuşmasını, görevlendirmelerdeki keyfi uygulama ve baskılara son verilmesini bekliyorlar.
*
*
Onur Kurulu kararları
1997 yılında İstanbul Tabip Odası Onur Kurulu tarafından soruşturulan ve ceza alan soruşturma dosyaları:
Soruşturma konusu ve hekimin aldığı ceza parantez içinde gösterilmiştir.
Dr. Ali Yalçın (Mal practice, 6 ay meslekten men),
Dr. Rıfat Seven (Hastaya karşı ve tıbbi kayıtta özensizlik, Uyarı),
Dr. Engin Bazmanoğlu, Tıbbi kayıtta özensizlik, Uyarı).
*
*
Acil hizmetler için reform paketi
Şubat ayında �toplu nöbetler� sırasında Tabip Odası tarafından kamuoyuna açıklanan acil hizmetler için iyileştirme önerileri tekrar gündeme getiriliyor.
İstanbul Tıp Fakültesi İlk Yardım ve Acil Cerrahi Anabilim Dalı öğretim üyeleri ile hastane yöneticilerinin katılımıyla hazırlanan reform paketinde; insangücü eğitimi, altyapı eksiklerinin giderilmesi, acil yardım için ortak telefon numarası kullanılması, acil servislerin eşgüdümünün sağlanması, çalışanların özlük hakları ve can güvenliği için öneriler yer alıyor.
*
*
3. köprü suya düştü... Şimdilik!
Köprücülerin yoğun propagandalarına rağmen, Boğaz�ın üstünden geçirilecek üçüncü köprü projesi hükümet tarafından benimsenmedi.
İnşaat Mühendisleri ve Mimarlar Odası ile çevre duyarlılığı olan grupların ortak tepkisi şu an sonuç vermiş görünüyor. Ama otomotiv sanayinin kapıdan giremediği yere bacadan girmesi sürpriz sayılmamalı.
Değişik uzmanlık alanlarından mühendisler 3. köprü ile ilgili görüşlerini daha önce net olarak söylemişti. �Kapsamlı bilimsel çalışmalarla doğrulanmayan, dar görüşlü politik kararlarla gündeme getirilen 3. karayolu köprüsü� yerine �geçişin demiryolu ile deniz altından sağlanmasının yaşamsal önemini�vurguladılar.
Hükümette Işın Çelebi�nin gündeme getirdiği söylenen 3. köprünün başlıca sakıncaları şöyle sıralanıyor:
1- Tarihi ve doğal güzelliklerin üzerinden geçiyor.
2- Geniş bir kamulaştırma ve yıkım gerektiriyor.
3- Yüksek maliyetli bir proje.
4- Buna karşılık, ulaşım sorununu çözmek için akılcı değil. Özel otomobillerin geçişini kolaylaştırsa bile bunun sonucunda her iki yakada bağlandığı caddelerde trafik yükünü artıracak.
Amaç, araçların değil, insanların ulaşımı:İstanbul�da 1.300.000 motorlu taşıt var. Bir araştırmaya göre bu araçlarla günde 9.3 milyon yolculuk yapılıyor. Yolculukların %20�si özel otomobille gerçekleşiyor. Köprü trafiğinde özel otomobillerin oranı yüksek, ama taşıdığı kişi sayısı az.
Uzmanlar, deniz ulaşımı, toplu ulaşım, demiryolu ulaşımı tercih edilerek İstanbul�un ulaşım sorununun çözülebileceği konusunda hemfikir. Bu çözüm köprü lobilerinin hoşuna gitmese de.
*
*
Başhekimlerle yeni dönem toplantıları:İlk gündem, acil hizmetler
İstanbul�daki kamu hastanelerinin başhekimlerini biraraya getiren toplantılara yaz döneminde verilen aranın ardından devam edildi. 11 Kasım günü İstinye Devlet HastanesiBaşhekimi Dr. Cengiz Tamer�in  evsahipliğini yaptığı toplantıda biraraya gelen 18 hastanenin başhekimleri kamu sağlık hizmetlerinin karşı karşıya bulunduğu sorunları ele aldılar. Kaynak kullanımı, personel açığı konusunda ciddi sorunlarla karşı karşıya olduklarını belirten başhekimler Oda Başkanı Prof. Dr. Orhan Arıoğul�un önerisi üzerine ilk olarak acil sağlık hizmetleri konusunda ortak bir rapor hazırlamayı kararlaştırdılar.
Gündeme gelen bir diğer konu ise TBMM�ye devredileceği öğrenilen Beykoz Çocuk Göğüs Hastalıkları Hastanesi oldu. Bu konuda da Tabip Odası�na Sağlık Bakanlığı ve TBMMnezdinde girişimlerine destek kararı veren Başhekimler, hastane bahçesinde bulunan kasrın hekimevi veya tıbbi toplantılar için kullanılmak üzere restore edilmesi düşüncesini benimsediler.
SSK Süreyyapaşa, SSK Göztepe, SSK Okmeydanı, SSK Meslek Hastalıkları, SSK Erenköy Ruh Sağlığı Dispanseri, SSK İstinye Dispanseri, Haseki, Süleymaniye Doğumevi, Sarıyer, İstinye, Koşuyolu Kalp ve Damar Cerrahi Merkezi, SSK Bakırköy Doğumevi Çocuk Hastalıkları Hastanesi, Siyami Ersek Göğüs Kalp Damar Cerrahi Merkezi, Beykoz Çocuk Göğüs Hastalıkları Hastanesi, Baltalimanı Kemik Hastanesi, Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları, Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi.
*
*
Siyami Ersek�te sosyal etkinlikler
Doç. Dr. Azmi Ölçer�in Başhekimlik görevine başlamasının ardından hastaneye ismini veren Prof. Dr. Siyami Ersek�i anmak amacıyla bir toplantı düzenlendi. Hastanenin tarihçesini ele alan bir fim gösterisinin de yapıldığı toplantıya geniş bir katılım oldu. Başhekim Dr. Özler Oda Başkanı�nın hastaneyi ziyaretinde hekimleri ve hastane çalışanlarını biraraya getirecek sosyal ve kültürel etkinlikleri sürdüreceklerini açıkladı. İkinci program Prof. Dr. Tarık Minkari�nin katılacağı bir sohbet olacak.
*
*
Organ bağışı kampanyası
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Nurcan Çakıroğlu Organla Hayat Bağışı Vakfı Girişimi, Organ Nakli Kuruluşları Koordinasyon Derneği, İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi Transplantasyon Ünitesi ve İstanbul Tabip Odası�nın girişimi ile organ nakli ve organ bağışı konusunda toplumu bilgilendirme ve bilinçlendirmeyi, bu konuda kamuoyu oluşturarak kişilerin yaygın olarak organ bağışı yapmalarını özendirmeyi amaçlayan organ bağışı kampayası, ilgili kuruluşlarca 9 Aralık 97 tarihinde başlatıldı.
Kampanya sırasında İstanbul Tabip Odası, çalışmalara kendi olanakları ve koşulları oranında özellikle tıbbi etik ve deontoloji kurallarını öne çıkaracak şekilde aktif olarak katılacak, başta kendi üyeleri olmak üzere doğrudan ya da üyeleri aracılığıyla ilişkide bulunduğu toplum kesimlerine yönelik aydınlatıcı bilgiler verecek ve kişilerin organ bağışına aktif bir şekilde katılmalarını özendirecek çalışmalar yapacak.
Kampanya, işbirliğinde bulunmaya karar veren kuruluşların ve girişimin aksine bir kararı olmadıkça toplumda bu konuda olağan bir alışkanlık ve tavır yerleşene kadar süresiz olarak yürütülecek.
Bağışlar, kampanya süresince İstanbul Tıp Fakültesi Transplantasyon Ünitesi�nde yapılacak ve bağışta bulunan kişilerin onayları alındığı taktirde adları ve meslekleri, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti�nin yayın organı BizimGazete�de ve diğer basın ve yayın organlarında yayınlanacak.
*
*
Tabip Odası�ndan sürücüler için rapor vereceklere uyarı:�Lütfen dikkat�
Değiştirilen Trafik Yasası çerçevesinde, sürücü olacaklara tek hekim imzalı sağlık raporu verilmesi uygulamadan kaldırılmış ve bir heyet muayenesi zorunlu kılınmıştır. İlgili yasa bu raporların özel sağlık kuruluşlarında oluşabilecek heyetlerce yapılmasını da olanaklı kılmaktadır.
Son dönemde artan trafik kazaları kamuoyunun ve ilgililerin dikkatlerini bu noktaya yoğunlaştırmıştır. Medyada yeralan kimi yayınlar ve odamıza gerek hekimler, gerekse vatandaşlar tarafından yapılan başvurularda heyet raporu verme işlemiyle ilgili bazı usulsüzlükler yapıldığı iddia edilmektedir. Üyelerimizin bu iddialarda sözedilen usulsüzlüklerde ve davranışlarda bulunmadığını kabul etmekle birlikte, mesleki yeminin gereği olarak bir hekimin attığı imzanın onun olduğu kadar hekimlik mesleğinin de onurunu taşıdığı düşüncesiyle bu yolda azami dikkatin gösterilmesi gerektiğini bir kere daha hatırlatıyoruz.
Ayrıca Odamız Yönetim Kurulu, almış olduğu bir kararla; yeni bir çalışmaya başlamıştır. Bu çalışmada, ölümle sonuçlanan trafik kazalarında sorumluluğu anlaşılan sürücülerin sürücü belgesi alma süreçlerinde geçirdikleri sağlık muayenesi heyetinde yeralan meslektaşlarımızın isimleri ayrı bir veri bankasında toplanacak ve izlenecektir.
Bu verilerden yola çıkarak, yukarıda vurgulanan iddiaların gerçek olabileceği yolunda kanaat oluşursa bunlar da mesleki sorumluluk çerçevesinde değerlendirilerek mesleki soruşturma ve araştırma yoluna gidilecektir.
*
*
Dünya Gıda Günü
Veteriner Hekimler Odası ve Ziraatçiler Derneği�nin düzenlediği Dünya Gıda Günü toplantısında açlık ve beslenme sorunları konuşuldu. Toplantıda İstanbul Tabip Odası adına Doç. Dr. Gülbin Gökçay da çocuklarda beslenme sorunlarını ele alan bir konuşma yaptı.
*
*
Alt kata taşınıyoruz
Tabip Odası Hanı�nın 2. katını kullanan kiracılar buradan ayrıldı. Oda çalışmalarını kolaylaştırmak amacıyla bu kata taşınılması kararlaştırıldı. Zemine daha yakın olması yanında, özellikle yeni oda gereksinimi ve bilgisayar donanımı açısından düzenleme kolaylığı, bu kararın gerekçeleri.
Artık Oda�ya geldiğinizde istirahat edip birşeyler okuyacağınız bir kabul odası olacak. 3. kat ise daha etkin kullanım açısından yeniden düzenlenecek. Mesleki dernek ve grupların önerilerini bekliyoruz.
*
*
Tıp eğitiminde yeni görüşler ve modern eğitim metodlarının bir tıp fakültesi programına uyarlanması
12-14 Kasım 1997 tarihlerinde Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi�nde tıp eğitiminde yeni yöntemler ve dünyadaki örnekleri tartışıldı. Konuşmacı olarak Hollanda, Groningen Üniversitesi Tıp Fakültesi�nden Doç. Dr. Yunus Emre Kocabaşoğlu�nun katıldığı toplantılar, seminer, yuvarlak masa toplantası ve tartışmalar şeklinde, toplam 2.5 gün sürdü. Programdaki temel konu başlıkları şöyleydi:
Tıp eğitiminde modern eğitim kavramları; Probleme dayalı tıp eğitimi:Teori ve uygulama; Probleme dayalı tıp eğitimi yöntemlerinin Groningen ve Maastricht�teki uygulamaları.
Bir tıp fakültesinde müfredatın gözden geçirilmesi ve yenilenmesi için gerekli yaklaşımlar:Hedeflerin belirlenmesi; Görevlerin tanımı ve bölüşümü, Ölçme ve değerlendirme yöntemleri.
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi�nde müfredatın gözden geçirilmesi için neler yapılmalı:Mevcut müfredatın değerlendirilmesi; Gereksinimlerin belirlenmesi ve değerlendirilmesi, sorunların tartışılması; Görevlerin tanımı ve bölüştürülmesi; Fizibilite analizi; Hedeflerin belirlenmesi; Yeni bir ölçme ve değerlendirme sisteminin geliştirilmesi; Yeni bir eğitim programının geliştirilmesi; Pilot çalışma; Kaynak araştırılması.
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi�nde uygulanmakta olan Probleme Dayalı Rasyonel Farmakoterapi eğitimi programının geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması için yapılması planlanan aktiviteler.
Toplantı çeşitli dallardan yaklaşık 30 kişilik öğretim elemanı katılımı ile gerçekleştirildi. Toplantıda temel alınan çeşitli kaynaklar, dile getirilen görüşler ve varılan sonuçlardan oluşacak bir raporun yakın zamanda hazırlanıp Dekanlık�a sunulması kararlaştırıldı.
*
*
İstanbul Dergisi abonesini arıyor
Tarih Vakfı�nın yayımladığı üç aylık İstanbul Dergisi, 1998 başında çıkacak 24. sayısıyla altıncı yılını tamamlıyor.
Her sayıda dolu dolu İstanbul... Çocuğundan paşasına, müzesinden çarşısına, dününden yarınına, köprüsünden çınarına her yönüyle İstanbul.
Kentin popüler kültürünü, vapurlarını, yeşilini-mavisini, aslını-sahtesini irdeleyen, okunmakla kalmayıp kütüphanelerinizin, muayenehanelerinizin baş köşesine yerleşecek bir dergi.
1997 sonuna kadar abone formunuzu ve geçmiş sayılara ilişkin taleplerinizi iletin, 1998 fiyat artışından etkilenmeyin.
İstanbul�a sahip çıkmanın şimdi zamanıdır.
Adres:Tarih Vakfı, Yıldız Sarayı, Arabacılar Dairesi, Beşiktaş-İstanbul. Tel:(0 212)227 37 33 ve 34. Faks:(0 212)227 37 32.
*
*
Reçete�den haberler
İstanbul Tabip Odası Lokali açıldığından bu yana büyük ilgi görüyor. Tarihi mekanı sıcak atmosferi ile �Reçete�, keyifli zaman geçirmek isteyenlerin şimdiden uğrak yeri oldu bile. Sunduğu değişik lezzetlerle �Reçete�özellikle midesine düşkün olanlar için vazgeçilmez hale gelmeye başladı. ?ahin Usta�nın nefis paçanga böreği ve kordon sarmasının tadına bakmadan yemek yedim demeyin.
Kısaca bugünkü reçeteniz:
Rp 1)Paçanga böreği DIB, 2x1; 2)Kordon sarma DIB, 1x1; 3)Çukulatalı sufle DIB, 1x1.
Canlı müzik eşliğinde içkilerinizi yudumlayarak gecenin keyfini çıkarmak isteyenlerdenseniz siz de �Reçete�ciler arasına katılmalısınız. Zengin içki çeşitleri, spesiyal koktelleri ile müşterilerine kusursuz hizmet vermeyi amaçlayan �Reçete�Bar�a siz de bir uğrayın, gecenin tadına varın.
*
*
*
Gündem
Susurluk kazasının 1. yılı: �Çetelerden hesap sorulmalı�
3 Kasım günü Susurluk yakınında meydana gelen bir kamyon kazası ile ortaya dökülen gerçekler, yıllardır birikmiş bir absenin beklenmedik bir zamanda drene olması gibiydi. Devletin önemli organlarına da yayılmış bir çürüme inanılması zor ama açık belgelerle, ifadelerle, gerçek isimlerle günışığına çıktı.
Kazanın ardından halk herşeyin açıklanmasını ve devleti çürüten, binlerce kişinin ölümü, uyuşturucu ticareti de dahil olmak üzere birçok kirli işin içinde olduğu anlaşılan yasadışı suç örgütlerinin yargı önüne çıkmasını bekledi.
Bunun için şubat ayından itibaren her gece ışıklar söndürüldü, onlarca miting, basın açıklamaları, paneller, toplantılar yapıldı. Bir bakan istifa etti, emniyetin üst kademelerindeki bazı kişiler görevinden alındı. Bir kısmı da yargı önüne çıkarıldı.
Ancak hepsi de, devletin yararı açısından açıklanmayan sırların arkasına saklanmayı, üstelik birer kahraman edasıyla sürdürdüler. Bazı siyasi parti ve gruplar tarafından �Türkiye�nin gururu� ilan edilen bu kişilerin herşeye rağmen üste çıkmaya yeltenmeleri ise halkın adalet duygusunu tahrip etti.
Çetebaşılıkla suçlananların bir kısmı ise milletvekili dokunulmazlığı ardına saklandı. Millet meclisinin büyük kısmı da buna göz yumdu. Zaten Refahyol iktidarı gizlenecek şeyleri olanların açıklarından kuvvet alarak kurulmuştu.
Bir yıl sonra halkın adalet isteği karşılanmış değil. �Herşey yapanların yanına kar kalmaya devam mı edecek?�sorusunun yanıtı ortada. Yine de absenin drenajının enfeksiyonun tedavisi açısından bir başlangıç olduğunu söylemek mümkün. Anaerob bakteriler gibi dokumuzu çürütenler, bir yıl öncesine göre kendileri için daha elverişsiz koşullarda yaşıyorlar. Devlet mekanizması başta olmak üzere enfeksiyondan tamamen arınmak ise o kadar kolay olmayacak gibi görünüyor.
Susurluk kazasının birinci yıldönümünde de aynı eylemler sürdü. Susurluk�ta biraraya gelen 25 bin kişi, �Çeteler halka hesap verecek�sloganı altında miting yaptı. Türk Tabipleri Birliği ve İstanbul Tabip Odası�nın da temsil edildiği mitingi Susurluklular ilgiyle izlediler. Yurdun dört bir yanında, Taksim�den Adana�ya eylemler yapıldı. Siyasi partiler, meslek örgütleri ve sendikalar tatmin edici bir sonuç alınana kadar konuyu gündemde tutmaya kararlı.
Sonucu emeğiyle geçinen, alınteriyle yaşayan insanların dayanışması ve kararlılığı belirleyecek. Alınan yolu az görenler olabilir. Ama yakın tarihimizin bu en ısrarlı ve sürekli çabası aynı azim ve kararlılıkla sürdürülürse, uyuşturucu ve savaş ticaretinden beslenen bu güç odaklarının işi zor.
Susurluk kazasının ikinci yılını, çetebaşlarından hesap sorulmuş olarak anmamız hiç de hayal değil. Susurlukluların artık çetelerle değil, ilçenin ayranı ve konukseverliğiyle anılması dileği de belki bundan sonra gerçekleşebilecek.
*
*
ULUSLARARASI KAMU GİRİŞİMCİLİĞİ SEMPOZYUMU�NUN ARDINDAN
Dr. Beyza Çelenligil
6-7-8 Ekim 1997 tarihlerinde TMMOB (Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği) �Dünyada ve Türkiyede Kamu Girişimciliğinin Geçmişi, Bugünü ve Geleceği� isimli uluslararası sempozyum düzenledi. Sempozyuma DİSK, KESK, TÜRK-İŞ, TTB, KİGEM (Kamu İşletmeciliği Geliştirme Merkezi), İktisat Fakültesi Mezunlar Cemiyeti de destek vermişlerdi.
Sempozyum sekiz oturumdan oluşuyordu. Temel kavramların ele alındığı birinci oturumda, devlet mülkiyeti ve kapitalist özel mülkiyet üzerine sunulan bildirilerde Sungur SAVRAN ve Metin ÇULHAOĞLU, toplumsal ihtiyaçlar için devlet mülkiyetinin savunulması gerektiğini belirttiler.
İkinci oturumda dünya örnekleri ele alındı. Arslan Başer KAFAOĞLU �dünya kapitalizmi sermayesine yeniden üretimi sağlayacak oranda artı değer yaratamadığında; eksiğini devlet borçlanmasından sağladığı aşırı yüksek rantlarla sağlamaktadır; kapitalizm bu süreci sürdürebilmek için ya yalanlar uydurmakta ya da olayları kamuoyundan gizlemektedir� diyerek buna küçük bir örnek olarak doğanın son yirmibeş yılda daha çok kirletildiği halde tam da bu dönemde yığınlara sözde çevrecilik ruhu aşılama yutturmacası yapıldığını gösterdi. Ergin YILDIZOĞLU bildirisinde mülkiyet sorununun yanısıra demokratik yönetim sorunu üzerinde durdu. Sovyet deneyinin başarısızlığındaki en önemli etkenin işçilerin üretim üzerindeki kontrollerinin fabrika yönetimine ve böylece oluşan bürokratik yapılanmaya geçmesi olduğunu savundu.
Ahmed M. JİYAD�dan Arap ülkelerinde de ülkemizdekine benzer şekilde kamu mallarının sermaye çevrelerine peşkeş çekilmesi olgusunun yaşanmakta olduğunu öğrendik.
Sonraki oturumda Prof. Dr. İzzettin ÖNDER anahatlarıyla devletçilikten sözetti. PETROL-İŞ Genel Başkanı Bayram YILDIRIM kamu işletmelerinin özelleştirilmesinin yetmişli yıllarda tartışılmaya başlandığını; sendikal örgütlülüğün kamu işletmelerinde yoğunlaşmış olmasının özelleştirme karşısında en önemli engeli oluşturduğunu belirtti. M. Ş. ÖCAL, N. ÖZKAN BELET Türkiye�ye yüksek teknoloji girişinde, büyük sermaye gerektirdiğinden dolayı kamu işletmelerinin çok önemli ve belirleyici rol oynadığını örneklerle ortaya koydular.
Yrd. Doç. Y. Ediz ŞAHİN kooperatiflerin demokratik yapıları, siyasi iktidar tarafından denetlenememe kaygısı ve pazar ekonomisi içinde sermayenin etkinliğini sınırlayıcı örgütler olmaları nedeniyle hükümetler tarafından engellendiğini; Türkiye�de ise bu engellerin çok daha ağır olduğunu belirtti.
Türk Tabipleri Birliği tarafından düzenlenen �Sağlık ve Sosyal Güvenlik oturumu� sempozyumun görsel olarak en zengin, ilgi çekici ve katılımı en fazla olan oturumuydu. İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı�nın başkanlığını yaptığı oturum, Prof. Tülay ARIN�ın Sosyal hakların emekgücünün meta niteliği üzerindeki etkileri konulu bildirisiyle başladı. SES ve İTO sağlık politikaları komisyonunun ortak bildirisini Dr. Turabi YERLİ sundu. Sağlık kavramının bugün gerek toplumsal gerekse ekolojik iyilik hali olarak ele alınması gerektiği ve insanın insanla ve doğa ile yabancılaşmasının ortadan kaldırılmadığı bir durumun sağlıksız olduğu ifade edildi. Dr. Ata SOYER Dr. İlker BELEK�in katkılarıyla oluşan bildirisinde ülkemizde özel ve kamu sağlık sektörünü istatistik verilerle karşılaştırdı. Prof. Dr. Gazanfer AKSAKOĞLU, Dr. Ö. Ç. ELÇİ ile birlikte hazırladığı bildiride sağlıkta özelleştirmenin çeşitli ülkelerdeki sonuçlarını örneklerle açıklayarak olumsuzluklara dikkat çekti. Doç. Dr. İrfan GÖKÇAY Dünya Bankası ile IMF�nin hükümetler eliyle dayattığı politikaların kamu sağlık sektörünü çökerttiğini, ulusal ekonominin sağlık için ayrılan payının özel sektör alanına kaydırıldığını rakamlarla açıkladı.
Bu oturumda hekimlerin katılımı yüksekti. Oldukça zevkli ve verimli tartışmalar yaşandı.
Sonraki oturumun konusu eğitimdi. Bu oturum Doç Dr. Fatma GÖK�ün �Özgür, yaratıcı, eleştirel vatandaşlar yetiştiren bir eğitim süreci ancak piyasanın acımasız koşulları dışında kalınarak başarılabilir.� sözüyle özetlenebilirdi.
Altıncı ve yedinci oturumlarda enerji, petro-kimya, telekomünikasyon, tarım, orman, maden, toplu taşımacılık, gemi yapımı alanlarındaki özelleştirme politikalarının olumsuz sonuçları irdelenerek bu sektörlerin kamu tarafından işletilmelerinin doğru yöntemleri ortaya kondu.
Sempozyumda son olarak �Nasıl bir gelecek istiyoruz?�tartışması yapıldı. Doç. Dr. Birgül AYMAN GÜLER fırsatını bulduğunda uluslararası sermaye ile bütünleşmeyecek bir ulusal sermaye olamayacağını, dolayısıyla ülkemizde bir ulusal burjuvazi aramanın boşuna olduğunu belirtti.
Tüm sempozyum bildirileri bir kitap halinde TMMOB tarafından hazırlanarak tarihe önemli bir döküman olarak bırakıldı.
Bu sempozyum sırasında bir basın açıklaması yapan �İstanbul Özelleştirme Karşıtı Platform� da kuruluşunu duyuruyor ve daha önce genellikle herkesin kendi alanında yürüttüğü mücadelenin, bundan sonra daha bütünlüklü sürdürüleceğinin müjdesini veriyordu.
*
*
TTB IV. Pratisyen Hekimlik Kongresi SONUÇ BİLDİRGESİ
TTB IV. Pratisyen Hekimlik Kongresi ülkemizde her alanda olduğu gibi sağlık alanında da eşitsizliklerin devam ettiği bir ortamda yapılmaktadır. Toplumun sağlık hizmetlerine en çok gereksinim duyan kesimleri hizmetten en az yararlanmaktadır.
Güneydoğu ve Doğu Anadoludaki olağanüstü koşullar nedeniyle bu bölgelerde yaşayanlar eşitsizliklerden iki misli etkilenmektedir. Bu bölgede yaşanan göçler nedeniyle bölgeye özgü bulaşıcı hastalıklar batı illerinde de görülmektedir. Olağanüstülüğü yaratan nedenler ortadan kaldırılıp vakit geçirilmeksizin bölgede koşullara uygun bir sağlık programı hayata geçirilmelidir.
Dünyada 2000 yılında herkese eşit, ulaşılabilir, nitelikli sağlık hizmeti sunulması hedeflenirken ülkemizde temel sağlık hizmetlerine hükümetlerin ayırdığı pay giderek azalmaktadır. Bu hedeflere ulaşmada önemli bir rol oynaması gereken I. Basamak sağlık üniteleri ve buralarda çalışan hekimler ve diğer sağlık personeli ihmal edilmekte, suyu akmayan, hizmet aracı olmayan sağlık ocakları bulunmaktadır.
Tüm sağlık ocakları geliştirme kapsamına alınarak 1998 yılı bütçesinde bu amaçla pay ayrılmalı, gerekli yatırımlar yapılmalıdır.
Temel sağlık hizmetleri alanında da fiili bir özelleştirme uygulaması sürdürülmekte, hatta bu alanın iyileştirilmesi adına alınan uluslararası krediler ağırlıkta özelleştirme uygulamalarını destekleyen projelerde kullanılmaktadır. Özel sağlık kuruluşları teşvik edilmektedir. Bu uygulamalar derhal durdurulmalıdır. Sosyal güvenlik kuruluşlarının (SSK)özelleştirilmesi koşulu ile verileceği söylenen IMF ve Dünya Bankası kredileri reddedilmelidir.
I. Basamak kamu sağlık kuruluşları tıpkı devlet hastanelerinde olduğu gibi işlevsiz hale getirilmekte, halkın buralarda görev yapan sağlık çalışanlarına güvenini sarsacak uygulamalar ve açıklamalara devam edilmektedir.
Sağlık Bakanlığı�nın Hepatit-Başısını zorunlu aşılar kapsamına alması sevindirici bir karar olup yalnızca 0-1 yaş arası bebekler ve risk gruplarına değil tüm toplumu kapsayacak şekilde genişletilerek uygulanmalıdır.
Kongre sırasında pratisyen hekimlerin desteklendikleri ve motive edildikleri zaman ne denli başarılı çalışmalar yaptığı görülmüştür. Bu desteğin kişisel insiyatiflerden bağımsız tüm bölgelerdeki sağlık ocaklarını kapsaması için girişimler başlatılmalıdır.
Pratisyen hekimler, I. Basamak sağlık kuruluşlarının geliştirilmesi ile ilgili Sağlık Bakanı tarafından yapılan açıklamaların takipçisi olacaklardır.
Pratisyen hekimlerin en önemli sorunlarından biri olan adli hekimlik uygulamalarında karşılaştıkları baskıların bir an önce ortadan kaldırılmasıdır. Bunun için başta Adalet ve İçişleri Bakanlıkları olmak üzere sorumluluk sahibi kuruluşların önlemler alınması zorunlu olmaktadır.
Günümüzde sağlık hizmetlerinin kalitesinin arttırılması ve öncelikli sağlık sorunlarının saptanmasında, bu hizmetten yararlanan toplum kesimlerinin karar ve denetim aşamalarında hizmete doğrudan katılımı sağlanmalıdır.
Sağlık Bakanlığı yetkilileri önümüzdeki yıllarda pratisyen hekimler için işsizlik öngörmektedirler. Yeterli istihdam olanağı yaratılmadan, hızla arttırılan tıp fakültesi öğrenci kontenjanları gözden geçirilmeli, tıp fakültesi öğrencilerini ikinci basamağa özendiren temel tıp eğitimi politikalarından vazgeçilmelidir. Pratisyen hekimlerin temel istihdam alanı olan sağlık ocaklarının sayıları arttırılmalıdır.
Pratisyen hekimliğin ayrı bir mesleki disiplin haline getirilmesi konusunda TTB�nin yürüttüğü çalışmalar ilgili tüm kuruluşlarca desteklenmelidir. Bunlardan biri pratisyen hekimlerin mesleki ve sürekli eğitimini gerçekleştirecek olan Genel Pratisyenlik Enstitüsü kuruluş çalışmalarıdır. 1998 yılı içerisinde kuruluş hazırlıkları tamamlanacak olan enstitü çalışmalarına başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere, Tıp Fakülteleri ve diğer kurumların katkısı gerekmektedir.
Pratisyen hekimler bu kongrede mücadele etmedikleri takdirde hiç bir hak kazanımlarının olamayacağını bir kez daha dile getirerek, önümüzdeki süreçte daha çok birlikte hareket ve daha çok dayanışma içinde olacaklarını ve kendilerine bireysel kurtuluş gibi gösterilen geçici tercihleri reddedeceklerini, tüm yetkililere ve kamuoyuna duyururlar. Kendi üzerlerinden siyasi, bürokratik nüfuz kullanımına izin vermeyeceklerini ve olumsuz çalışma ortamlarında çalışmayacaklarını bildirirler.
Uygun çalışma ortamlarında, her türlü baskıdan uzak, topluma yararlı olmak ve iyi hekimlik yapmak istiyoruz!
*
*
Sevgili Nejat Ağabey,
Dr. Ata Soyer
Aramızdan ayrılışın üç yılı geçti. Seni özledik. Senden uzak geçirdiğimiz bu üç yılda çok şey oldu. En son görüştüğümüzde, �şimdi iki umutsuzluk yaşanıyor. Biri, biz nasıl olsa hiçbir şeyi değiştiremeyiz; bu bir umutsuzluktur. Öbürü, yüksek ideallerimiz var, ama burası gerçekleştirme alanı değildir.�dendikten sonra �Doğrusu şudur, elimizdeki aracın menzili, gücü neyse, onu iyi hesap edip, onunla neler yapılacağını saptamalıyız.
... Gideceği limanı bilmeyen kaptan hiçbir rüzgardan hayır bulamaz. Önce hangi limana gideceğinize karar verin, sonra ara hedeflerinizi saptarsınız�diye devam etmiştin.
Evet, o zaman gördüğün �muğlaklık�, derinleşerek sürüyor. Sizin de oluşturulmasına önemli katkılarınızın olduğu ve yaklaşık 20 yılı aşkındır sahip çıktığımız değerlerde bir aşınmayı yaşıyoruz. Yaklaşık 4 yıl önce, kibarca ifade ettiğin, bu aşınmayı aşma önerilerinin bir kez daha anlamını anlıyoruz.
Demiştin ki, �şimdi, hangi limana gideceğiz?Ben size birkaç liman söyleyeyim. Vaktiyle denemiştik, fena değildi, güzellimanlardı. Bir iki liman daha var; demokratik limanlar, akademik, ekonomik ve özlük hakları limanları. Bu politikanın bileşeni.�
Bu liman, diğerlerine kıyasla daha fazla uğradığımız, ama yine de yeterince hakkını veremediğimiz bir liman. Hele özlük hakları kısmını, uzun süredir boşladık!
�İkincisi anti-faşist, anti tekel, anti emperyalist limanlar. Bunlar TTB�nin limanlarıdır, çok güzel limanlardır, hep sizi iyi karşılayacaklar� diye, sürdürmüştün. Ama, bugün şöyle ilginç saptamalar yapılabiliyor:�Sağlık işkolunda birden fazla memur sendikası var, niye SES�e özel yakınlık gösterelim. Bu tavrın, devletin desteklediği faşist örgütlenmelere arka çıkmak anlamına geldiğini farketmeyecek bir aymazlık var ortada.
�Anti-tekel�mi?O ne?Sağlık işkolundaki tekellerle ortak etkinlikler düzenlenebiliyor. Bu tekellerin açtığı -arkasındaki faşizm sermayenin görmezden gelindiği- sözde üniversitelere �demokrat�hekimlerimiz danışman ya da �hoca�olabiliyor!
Hele �anti-emperyalizm�in esamesi kalmadı. Üstelik, Türkiye�de sağlığa akan her 100 TL�nın en az 20 TL�sının ülke dışındaki şirketlere aktığı bir ortamda...
Yine söz senin:�... Türkiye toplumunun hayatına yeni girmeye başlayan anti laik limandır, laisizm limanıdır. Çünkü, burayı Arap ve İran kaynaklı, din kökenli, bizim toplumumuzu, hastalarımızı ve bizi açıkça tehdit eden, Ortaçağ İslamı gericiliğinin ürünleri, can pahasına, fizik varlık pahasına tehdit etmektedir.� Bu limana ya başka hiçbir konuda tek bir laf etmeyip sadece bu konuda aslan kesilenler ya da devlet laisizmine tepki gösterip hiç sesini çıkarmayanlar yüzünden utangaçça uğranıyor!
�Anti şöven limanı... eskiden beri gündemdedir, iyi bir limandır. Güvenilir bir limandır, halkların ve insanların birbirlerine olan sevgisini, kopmaz bağlarını ve gerçekte kopmamış bağlarını bir kez daha teyit eder.�
Buna da söylenecek laf yok!Bu konuda, maalesef resmi görüş doğrultusunda gelişme var. Kardeşlik konusunda adım atılması yerine, düşmanlık cephesinde tahkimat yoğun. Ve de çoğunun elinde/cebinde çamur, bu konuda söz söyleyen kim varsa sürüyorlar!
Diğer limanları da şöyle sıralamıştınız:�İşçiden, emekçiden, yani toplumun yüzde 95�inden yana olan bu limanlar da çok sakin limanlardır. Çünkü biz de bu limanın hem ahalisiyiz, hem halkıyız, hem misafirleriyiz...�
�... Sonuncu bir limanla eskiden olmakla birlikte yeniden önem kazanan bir sorun var:Bürokrasi karşısındaki yılgınlık, korku, ama hepsini aşan direnme ve nefret duygusu vardır... Anti bürokrasi limanına mutlaka uğrayınız.�
Ve tamamlamıştın sözlerini, Nejat Ağabey:�Bir ütopya, bu ütopyaya uygun ve gerekiyorsa her türlü çabanın, yakın mücadelenin ve yakın ilişkisinin sonucunda bu ütopyaya ilişkin her parçanın gerekiyorsa taksitle tek tek, birer birer, söke söke alınmasını hedefleyen bir strateji yakışıyor bu örgüte. Kimileri diyorlar ki �Ağır durun molla gibi, kıyafetiniz, kılığınız düzgün olsun, sesiniz kallavi olsun, saygı görürsünüz.�Biz de diyoruz ki, �Hayır, güçlü olun, saygı görmeniz için yeterlidir.�
Nejat Ağabey, neyse ki bu limanlara uğramanın yararına inanan ve son söylediğin yaklaşıma sahip çok insan var. Ve onlar, bu ülkede herşeye rağmen geleceğin güvenceleri.
Özlemle, sevgiyle...
*
*
PROF. DR. YILDIZ TÜMERDEM: 8 yıllık kesintisiz eğitim, sağlık alanında yeni sorumluluklar getirecek
8yıllık temel eğitimle birlikte gündemimize gelebilecek sağlık sorunlarıyla ilgili olarak Prof. Dr. Yıldız Tümerdem ile görüştük. Dr. Tümerdem İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyesi.
HEKİM FORUMU:Bildiğiniz gibi 8 yıllık eğitim uygulamasına geçildi ve böylece eğitim çağındaki çocuk sayısında önemli bir artış oldu. Bir çocuk hekimi ve halk sağlığı uzmanısınız; 8 yıllık temel eğitimin ilgili nüfus katmanına yönelik olarak sağlık alanında neleri gündeme getireceğini düşünüyorsunuz?
DR. TÜMERDEM:8 yıllık eğitim topluma şimdiye kadar karşı karşıya olduğundan daha farklı sorunlar ve sorumluluklar getirecektir. Öncelikle yaş itibarıyla iki grup öğrenci birarada (aynı mekanda)eğitim görecektir. İlk grup 6 yaş başlama yaşı - 9 yaş bitim yaşı arasındaki gruptur. İkinci grup adolesan devresinin başladığı 10-15 yaş grubudur. Her iki grubun öncelikli sağlık sorunları ve eğilinmesi gereken özellikleri farklı ve çeşitlidir.
İlk grup okula başladığında mutlaka genel fizik muayeneden geçirilmelidir. Öncelikle boy-tartı ile büyüme durumları saptanmalı ve izlenmelidir. Bu dönemdeki çocukların beslenmesi için şehrin ve okulun özelliklerine göre özel önlemler alınması gerekebilir; örneğin diyetisyenlerden yardım alınabilir. Ülkemizde 6-11 yaş grubunda %36 oranında guatr saptanmıştır. Biz, bir çalışmamızda Karadeniz bölgesinde %46 dolayında bir sıklık bulmuştuk. Bu yaş grubunun kalp, akciğer grafileri çekilmelidir. Testislerin inip inmediğine, sünnetli olup olmadığına bakılmalı, dış genital organlarda anomali varlığı aranmalıdır. Çocuğun başarısını etkileyebilecek olan görme kusurları araştırılmalıdır. Bir çalışmamızda bu yaş grubunda her iki cinsde de %10 dolayında diyoptri kusuru, %3 oranında kırmızı-yeşil renk körlüğü (Ishihara ile)saptamıştık. İşitme muayenesi de yapılmalıdır. Yine bu yaş grubunda sıkça görülen davranış bozuklukları (enuresis, encoprosis, saç koparma, göz kırpma, tırnak yeme vb.)araştırılmalıdır.
İkinci yaş grubunun da mutlaka genel fizik muayenesi yapılmalı, büyüme-gelişme değerlendirilmelidir. Sekonder karakterler dahil cinsel gelişme izlenmeli, cinsel sapmalar araştırılmalıdır. Bu yaş grubu için rehberlik hizmetinin özel bir önemi vardır; bu kapsamda sigara, alkol ve madde bağımlılığı ile ilgili eğitim verilmeli, ve öğrenciler izlenmelidir. Görme ve işitme kusurları ile guatr araştırılmalıdır.
Her iki yaş grubu için de bağışıklama programı gözden geçirilmeli, varsa eksiklikler giderilmelidir. Ayrıca tüm öğrencilere sağlık eğitimi ve davranış eğitimi verilmesi, sağlıklı ve bilinçli toplum haline gelebilmemiz için son derece önemlidir.
HEKİM FORUMU:Eğitim sonuçta kamuya/topluma yönelik bir yatırım. Sağlık da topluma ait bir konu; hele toplumun geleceği sayılan çocuk-genç nüfus düşünülürse. Bu durumda toplum yararı açısından çocuk sağlığına kamusal projelerle yaklaşmak gerekli görünüyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
DR. TÜMERDEM:Bu kapsamda bir sağlık eğitiminin ve sağlık hizmetinin verilmesi ve bunun sürekli olabilmesi için öncelikle okul hekimliğinin zorunlu olduğunu düşünüyorum. Okul hekimliği bir çeşit uzmanlık şeklinde olmalı, ya da pratisyen hekimler belli bir eğitim sonunda sertifikalandırılabilmelidirler. Ayrıca, aktif çalışma yeteneğini yitirmiş hekimler okul hekimi olmamalıdır.
Ancak okul hekimliği uygulamasını asla tek başına düşünmüyorum. Birinci basamak sağlık hizmetleri içine entegre edilmiş bir tarzda olmalıdır. Aşılama, erken tanı, tedavi ve rehabilitasyon hizmetleri de bu kapsamda ücretsiz olmalıdır.
HEKİM FORUMU:Temel eğitim çağındaki çocuklara/gençlere hangi kapsamlarda hizmet gerekli?Bu yönde yeterince donanıma ve eğitilmiş personele sahip miyiz, nereden başlamalıyız?
DR. TÜMERDEM:Sorunlar çok. Bazı yerlerimizde okul bile yok; ?ırnak�ta 10 gün önceki gözlemimiz!Öğretmen seçimi çok önemli. Bütün bunlar sırayla aşılacaktır, eminim.
Sağlık boyutuna gelince; yukarıda sözünü etmiş olduğum eğitim ve sağlık hizmetleri aslında birinci basamak sağlık hizmeti kapsamına girmekte. Dolayısıyla eğitim çağındaki nüfusun sağlık sorununu birinci basamağa entegre edecek bir çözüm yolu bulunmalıdır. Aksi halde bugüne kadarki �Hababam Sınıfı Sağlık Sistemi�sürer gider.
HEKİM FORUMU:Teşekkür ederiz.
*
*
Hekim ve ilaç tanıtım ilkeleri
Türkiye�de ilacın tanıtımı yalnızca hekim ve eczacıya yapılabilmektedir. Bu tanıtım için Sağlık Bakanlığı�nın ?ubat 1995 tarihinde yayınladığı bir tanıtım yönetmeliği vardır. Bu yönetmelikte ilaç endüstrisinin uyması gereken kurallar ayrıntılı biçimde belirlenmiştir.
Ayrıca ilaç endüstrisi de bir �Tıbbi İlaç Tanıtım İlkeleri�yayınlamıştır. Tanıtım olayında bir taraf olan hekimlerin uygulamalarını etik ilkeler doğrultusunda kolaylaştırmak, otokontrol yapabilmek ve ilişkiyi saydamlaştırmak amacıyla aşağıdaki hekim/ilaç tanıtım ilkeleri hazırlanmıştır. TTBtarafından hazırlanan bu ilkeleri görüşlerinize sunuyoruz:
İlkeler
1- Hekimler, farmasötik ürünleri reçetelemelerini etkileyecek biçimde, yüksek materyal değeri olan armağanı kabul etmemelidirler.
2- Tanıtım materyali eğer gerçekten eğitimsel bir amaç ve içerikte ise hekimler tarafından kabul edilebilir.
3- Maliyeti düşük bazı tanıtım malzemeleri hekimin eğitimine katkıda bulunacaksa, hasta yararına ise ve hekimin görevi ile ilgili ise kabul edebilir.
4- Bir bilimsel toplantıda gösterilen konukseverlik ve örnek dağıtımı gibi faaliyetler toplantının temel hedefi olan bilgilenme amacını gölgeler nitelikte olmamalıdır.
Hekimler toplantı düzenlerken bu konuya özen göstermeli ve toplantılarda çekiliş, piyango gibi etik olmayan olaylara onay vermemeli, katılmamalıdırlar.
5- Tanıtımın; bilgilendirici, kanıtlanabilir, güvenilir ve anlaşılabilir olma özelliği yoksa hekim tıbbi temsilci ya da firma ile ilgili başvuruyu Tabip Odası�na yapmalı ve bu kanalla İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası�na başvurmalıdır.
6- Toplantı için eğer yapılacaksa destek Enstitü tarafından doğrudan katılımcıya değil, toplantı düzenleyicilerine verilmelidir. Konuşmacılara yapılacak Endüstri desteği ise ancak etik kurallar doğrultusunda (örneğin konuşmada ilaç ismi olmaması gibi koşullarda)olabilir.
7- Tüm etkinliklerin (kongre, toplantı vs.)mali kaynakları açıklanmalı, şeffaf olmalı ve toplantılardaki uygulamaların endüstri / katılımcı / konuşmacı ilişkilerinin etik yönlerinden toplantı düzenleyicileri sorumlu olmalıdır.
8- Firmaların satış / pazarlama elemanlarının �toplantı düzenlemelerinde�görev almaması kuralına özen gösterilmelidir. Varsa Endüstri�nin desteği toplantı içeriğinden bağımsız olmalı ve firma ile iletişim firmanın tıbbi ya da bilimsel bölümleri kanalıyla ve mümkünse hekim personeli aracılığıyla olmalıdır.
9- Toplantılar için konuşmacı seçiminin toplantı düzenleyicileri tarafından yapılması şarttır.
10- Toplantıların eğitim materyalleri endüstri tarafından değil, toplantı düzenleyicileri tarafından hazırlanmalıdır.
11- Eğitimin yapıldığı alanda tanıtım materyali bulunmamalıdır.
12- Toplantılar sırasındaki sunularda jenerik isim kullanılmalıdır.
Yaptırım
Yukarıda sayılan ilkeler zorunlu bir yaptırımdan çok özdenetim yöntemi ile yaşama geçer. Ancak bu kuralların çiğnendiğinin belirlenmesi durumunda;
1- Tabip Odalarına başvurulabilir
2- Tabip Odalarının araştırması sonrası;
a)İlkelere uymayanlar TTByayınlarında açıklanabilir
b)Onur Kurulu�na sevk edilebilir
c)Sağlık Bakanlığı�na bildirim yapılır.
*
*
Düşleri paylaşmak için Siz de birşeyler yapın
Dr. Mustafa Sütlaş
Aziz Nesin Vakfı�nın yeniden onarımı ve içinin donatılması çabaları sürüyor. Onun kurup bu günlere getirdiği vakfın pekçok gereksinimi var. Her türden yardıma açıklar.
Bu yıl vakıfta kalan 45�e yakın çocuğun pekçok gereksinimi var. Bugün vakfın yönetimini üstlenenler kendileriyle ilişkiye geçildiği koşulda, mutlaka herkesin yapabileceği birşeyler olabileceğini düşünüyorlar. Meslektaşlarımız, birkez olsun bir hafta sonunu ona ve oraya ayırabilirler. Bunu yapamayanlar doğrudan vakıfla ya da vakıf için kurulmuş bulunan dernekle ilişkiye geçebilirler.
Vakfın yöneticileri, Aziz Nesin�in de düşlerinden birisi olan bir çabaya soyundular. Bir ilköğretim okulu yapacaklar, Vakfın yakınlarında bir yere. Vakfın yöneticisi Ali Nesin şöyle diyor:
�Nesin Vakfı çocuklarının eğitim gördüğü Çatalca ve yöresinin okullarında da Türkiye�nin her okulunda yaşanan sorunlar yaşanıyor, hem de yoğun bir biçimde. Birçok bakımdan çok iyi yetişen, birlikte yaşamayı bilen, saygılı, onurlu, üretici, elcil, sevecen, bağımsız, özgür Nesin Vakfı çocuklarının akademik başarıları istediğimiz düzeyde olmuyor. Babamın da yaşarken öngördüğü gibi, tek çaremiz Çatalca�da 8 yıllık bir �Aziz Nesin İlköğretim Okulu�kurmaktır.
Bu okul Aziz Nesin�in adına yakışır bir okul olacaktır, öğrencilerin hafta sonları bile okula gelmek isteyecekleri bir okul...
Ayrıca iyi öğretmenleri Çatalca�ya çekebilmek ve öğretmenlerin iş saatleri dışında da okulda bulunmalarını sağlamak amacıyla öğretmenlere birer lojman yapmayı öngörüyoruz. Aziz Nesin İlköğretim Okulu, yuvasıyla birlikte 200 öğrencilik bir okul olacak.
Okulumuz parasız olacak, ancak Nesin Vakfı çocukları ve olanaklar elverdiğince civardaki yoksul çocuklar da okulumuzda eğitim görebilecekler. Tahminlerimize göre en az 40-50 milyar lira gerektiren okul inşaatı için Nesin Vakfı�nın maddi olanakları yeterli değildir. Bu amaçla bir kampanya açmış bulunuyoruz.
En az 5 milyar bağışlayanların adını bir sınıfa, kitaplığa ya da spor salonuna vereceğiz. Küçük büyük demeden bağışlarınızı bekliyoruz.�
O okul için katkı bekliyorlar. Gerçek bir okul olacak o okul. Aziz Nesin�in yakındığı aptallar değil akıllı çocuklar, modern bilgilerle, insana, emeğe, doğaya saygıyı ve sevgiyi öğrenecekleri bir okul olacak o.
Gelin bizler de onun düşlerini paylaşalım. Yapabilirsek o okulda bizim de bir sınıfımız olsun. Onu yapamazsak, o okula gücümüz yettiğince, toplayabildiğimiz kadarıyla örneğin bir bilgisayar ya da başka bir eğitim gereci alalım. Bunların hiçbirini yapamıyorsak, gidelim inşaatında çalışalım. Harç karalım, taş taşıyalım, duvar örelim.
Yaşadığımız onca soruna, zorluğa, bizi mutsuz eden olaylara karşın mutluluklar sanıldığı kadar uzakta değil. Hemen yanıbaşımızda duruyor. Elimizi uzatıp onu yakalamak bize kalmış. Gelin bir kere deneyelim.
*
*
II. Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Kongresi ve sonrası
Prof. Dr. Ömer Türel*
2000�e çok az kaldı. Hekimlikte bilim adına bir çok dalda çağı yakaladığımızı hatta geçtiğimize inanıyoruz. Ekibim ve ben, tüm çalışanlarla birlikte arkaya dönüp baktığımızda 1980�den bu yana travma ve acil cerrahi hizmetleri dalında üretilen bilimsel verileri gün ışığına çıkarmak, daha iyisini verebilmek için uğraşıp durduğumuzu gördük. �Bir miktar başarı kırıntıları üretmişiz�diye düşünüyoruz. Kongre ve benzeri küçük toplantılar da bu çabalarımızı, doktorlar ve kamunun yararına arzedebilmek için gerekli.
1995 yılında yaptığımız Cumhuriyet döneminin 1. Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Kongresi umduğumuzdan daha fazla ilgili görünce, konuya sıcak bakan diğer meslekdaşlar ile 2. Kongreyi gerçekleştirmek için, harekete geçtik.
Bu çerçevede, Acil Cerrahi Derneği adındaki derneğimizin organize ettiği 2. Kongrenin yapılacağı tarihi iki yıl önceden Avrupa�daki özdeş meslek kuruluşlarının başını çeken EATES�e bildirdik. EATES�in 1997 yılında Atina�da Avrupa düzeyinde uluslararası bir Acil Kongresi yapacağını bildiğimizi, kongremizin tarihinin 30 Eylül-4 Ekim olduğunu bildirdik. Hatta bu amaçla bir öğretim üyesi arkadaşımızı görevlendirdik. Kendisi Oslo�daki toplantıya katıldı ve kongre tarihimizi sözlü olarak da bildirdi.
1997 yılı yaklaştığında EATES Atina Kongresinin çağrısı elimize geçti. Gözlerimize inanamadık. Yunanlı Meslekdaşlar (!) Atina�daki kongre tarihini bildiriyorlardı:30 Eylül - 4 Ekim. Bu durum Türkiye�deki katılanları engellemeyecek, ancak tüm uluslararası davetlileri İstanbul ve Atina arasında karar vermek mecburiyetinde bırakacaktı. Üstüne üstlük merkezden gelen acıklı bir mektuptan da anladığımıza göre EATES Başkanı (İtalyan)bizim Atina toplantısını sabote ettiğimizi düşünüyordu.
Bir seri danışma toplantısından sonra kendi toplantı tarihimizin değiştirilmesinin mümkün olmayacağı nazik bir dille anlatıldı. Davetli olan yabancı konuşmacıların Türkiye�yi tercih etmeleri de ayrı bir kıvanç kaynağı oldu. Konuyu kongreyi açmak için davet ettiğimiz Cumhurbaşkanı Sayın Demirel�e anlattığımızda, sadece gülümsemekle yetindi, ancak açılışa destek vereceğini vadetti, sözünde de durdu. Teşekkürler.
Bilimsel kaygılar, idari kaygılar ve sonrası
Travma ve Acil Cerrahi Kongresi gibi özgün konulara yönelik kongrelerin bilimsel kaygıların başında, katılımda bulunacak tebliğlerin sayısı ve niteliği gelir. 1997 toplantısı Türkiye�de bu dalda savaş veren hekimlerin her iki bakımdan da yeterlilik belgesi aldıkları bir kendini kanıtlama kongresi olmuştur.
Katılan hekim ve sağlık görevlisi (hemşireler)dahil 948 kişi idi.
Böylece 1997 yılının ulusal düzeyde en çok katılımlı kongresi gerçekleşmiş oldu.
Tebliğ sayısı: 250
Yabancı tebliğ:26
Hizmet hastanesi tebliğleri:12
Tıp fakülteleri tebliğleri:149
Eğitim hastaneleri tebliğleri:55 olarak saptandı.
Kongreye 10 yabancı konuşmacı verdikleri konferans ve tebliğlerle katılırken, 10 panel düzenlendi, 8 konferans gerçekleşti.
Sonuçlar
a)İdari
Türkiye�de 1996 yılında travmadan ölenlerin sayısı 10.000 dolayındadır. Kesin istatistiksel verilerin konuşulabilmesi için aşağıda bildirilen travma cinslerinin ayrıcalıklı olarak istatistiklere katılması şarttır.
1- Trafik kazaları
2- Anarşi ve benzeri eylemlerle ilgili ölümler ve yaralanmalar
a)Polis kuvvetleri
b)Askeri kuvvetler
c)Sivil kayıplar, yaralanmalar ve ölümler (adli vakalar)
3- İş kazalarına bağlı travma kökenli ölümler (sanayi)
4- Gündelik ev içi kazalar
5- Sebebi ne olursa olsun minör veya majör yanıklar
İstatistiksel verilerin tek bir çatı altında toplanması, Travma ve Acil Cerrahi Merkezlerinin homojen olmaması ve düzenli bir örgütlenme göstermemesi nedeniyle henüz imkansızdır. Bugün yalnız trafik ölümleri bile korkutucu boyuttadır. Kazalar nedeniyle sakat kalan insanların iş güçlerinin kaybolması, üretimin düşmesi ile ortaya çıkan mali açıklar tahmin edilen düzeylerin çok üstündedir.
Travma ve Acil Cerrahi konusu genel cerrahi uzmanlığına bir yan dal olarak ilave edilmeli, ihtisas veren kuruluşlarda bu dalla uğraşan hekim ve öğretim üyeleri açıkça belirlenmeli ve devamlı ekiplerin oluşması sağlanarak bu ekiplerde yer alan genel cerrahi uzmanlık öğrencilerinin hizmetlerini genel cerrahi ihtisasının bir parçası olarak yapmaları sağlanmalıdır.
* Travma ve Acil Cerrahi Merkezleri oluşturularak bunların belli bir ihtiyaç doğrultusunda organize olmaları ve yaygınlaşmaları temin edilerek (özellikle trafik yoğunlukları ve anarşik eylemlerin sık olduğu yöreler)bu merkezlerde uzman hekimlerin, multidisipliner bir anlayış içinde çalışması sağlanmalıdır.
* Ambulans ile yaralıya ulaşma sistemleri içinde yer alan insan gücü ve ambulanslara ait minimal alt yapı gereksinimlerinin standartları belirlenmelidir.
* Kurtarma ve taşıma sistemlerinin hangi idareye ait olacağı konusuna açıklık getirilmeli. Yerel idare ve devlet sektörüne ait sistemlerin koordine çalışabilmesi için yeniden yapısal düzenleme çalışmaları başlatılmalı ve özel ambulansların hasta kurtarma, kazalara müdahale sistemi içindeki yeri ve işlevi net olarak belirlenmeli.
* Felaket programı ve planlaması yaparak konuyu bir afet merkezinden idare edecek kişilerin göreve konarak çalışmaları sağlanmalıdır.
b)Bilimsel Sonuçlar
* Sistemik İnflamatuar Tepki Sendromu; SİRStravma sonrası mortalitenin belirlenmesi yönünden ciddiye alınması gerekli bir kavramdır.
* NOradikallerinin travmadaki önemi göz ardı edilmemelidir.
* Travma skorlama sistemleri, en azından bilgi iletişimi açısından göz ardı edilmemelidir. Ancak mortalite ihtimalini bildirme açısından ayrıca değerlendirilmelidir.
* Travmada anti oksidanların terapötik yeri tartışılmalıdır.
* Karın travmalarında ameliyat sonrası aşırı intra-abdominal basınçla karşılaşılırsa batının açık bırakılması daha uygun olur.
*Postoperatif değerlendirmede intraabdominal basıncın belli bir limit üstüne çıkması kesin laparotomi endikasyonudur. Bu basınç mesanedeki bir sonda aracılığıyla takip edilebilir.
* Hasta kurtarma eylemini sona erdirmek için geçerli kriterler belirlenmek üzeredir (Kongre kitapçığı Mattox, USA).
* Karaciğer travmalarında gereksiz laparotomileri önlemek için Abdominal BTkullanılmalıdır (Kongre kitapçığı Trunkey USA).
* Yazımı, misafir bilim adamlarının kongre hakkında söylediklerini aktararak sonlandırıyorum.
�Türk ekibinin şampiyonlar liginde olduğuna inanıyorum. Bu kararlılığınızı devam ettirirseniz tüm Avrupa�daki organizasyonları peşinize takarsınız. (Imrie-İskoçya)
�Avrupa�da bu organizasyonun zayıf olduğu birçok ülke var. Sizin avantajınız diğer ülkelerin kötü taraflarını ekarte edip, iyi taraflarını uygulamaya koyma şansınızın olması.�(Trunkey-USA).
�Bu toplantıyı süratle Akdeniz ülkeleri düzeyinde tekrar yapmalısınız. Sizi gözüm kapalı destekliyorum.� (Mattox-USA)
* Buradan sonra Yunanistan�a gidiyorum. İşi ciddiye aldığınızı gözlerimle gördüm. Onlara başka bir şey anlatmanız gerekmez. Sizi kutlarım. (Mattox-USA)
* Bu toplantıyı Almanya�daki lokal toplantılarından biri olacak sandım. Meğer yanılmışım. Beni çok şaşırttınız�(Rasim Tekin-Almanya).
* Türkiye�deki basın ulusun hangi acil sistemi uygulamasıyla rahat edeceğini yazmazsa Türkiye asla böyle bir sisteme kavuşmayacaktır.�(Siegel-USA)
Tüm hekim arkadaşları Travma ve Acil Cerrahi Derneği�ne katılmaya çağırıyorum. Bu meslek kuruluşunun Türkiye�de Travma ve Acil Cerrahi Dalının bir ihtisas yan dalı olarak kurulmasına büyük katkısı olacağına inanıyorum. 3. Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Kongresi�nde buluşmak üzere hepinize esenlikler diliyorum.
* İstanbul Tıp Fakültesi, İlk ve Acil Yardım Anabilim Dalı Başkanı
*
*
İşyeri hekimi ve yasalar
SÖZLEŞMENİN FESHİ HALİNDE HEKİMİN HAKLARI
Av. Nahide Parlak
İşyeri hekimlerimizden �işyeri hekimliği� ile ilgili Hukuk Servisimize yazılı ya da sözlü olarak ulaşan şikayetlerden biri de sözleşmenin feshi halinde hekimin haklarıdır.
Bu konuya geçmeden önce iş akdinin feshinde akit nasıl yazılı olarak kuruluyorsa sona erdirirken de yazılı olarak akdi sonlandırmak gereklidir. İşverenin ya da temsilcisinin sözlü olarak �Akdinizi feshettik�beyanına itibar edildiğinde süresinde olsun ya da olmasın bazı hekimler birtakım haklarını kaybedebilirler.
İlk akla gelecek olan şey; hekim işyerine bu söze itibar edip gitmediğinde İş Kanunu 17/f md.deki devamsızlığı tesbit ettirip feshi haklı fesih statüsüne sokarak hekimin hakları ödenmeyebilir.
Onun için bu sözle karşılaşan hekim öncelikle bu bildirimin yazılı olmasını isteyecek ve yazılı bildirimi tebellüğ ederken �Tüm yasal haklarımı saklı tutuyorum�ibaresini eklemekle haklarını güvenceye alacaktır.
Sözleşmeleriniz incelendiğinde görülecektir ki işverenin sözleşmenin sona erme tarihinden 3 ay önce Oda�ya ve hekime feshi ihbar etme zorunluluğu vardır. Bu akdi şart yerine getirilmediğinde akit bir dönem daha yenilenecek ve hekimiişverençalıştırmasadahiücretiniödemekzorundakalacaktır. Bunun istisnası, akdin uzadığı süre içerisinde hekim başka yeni bir iş bulmuşsa buradan gelen kazancı talebinden düşülecektir.
İş akitlerinin feshinde işverenlerin gösterdikleri gerekçelerden biri de işçi sayısının 50�nin altına düşmesidir. Bunun haklı sebep olabilmesi için yine akit bitim tarihinden itibaren 3 ay önce ihbar edilmesi gerekir.
Bir hekimimiz 1.1.1996 başlangıç tarihli bir sözleşme yapmıştır. İşyeri 15.5.1996 tarihinde iş akdini işçi sayısının 50�nin altına düşmesi gerekçesi ile tek taraflı olarak feshetmiştir. Hekim Odamıza müracaat etmiştir. Tarafımızdan dava dilekçesi yazılmış ve İstanbul 1. İş Mahkemesi�nde 8.11.1996 tarihinde açılan davayı hekim bizzat takip etmiştir. 31.3.1997�de dava sona ermiş ve hekimimiz davayı kazanmıştır. 5 ay süren davada hekim sözleşme sonuna kadar ücretini faiziyle olmaya hak kazanmıştır. Mahkeme sözleşmeye göre yılın ilk 6 ay ücretini sözleşme üzerinden, 1996 temmuzdan itibaren ücreti ise Merkez Konsey�in belirlediği yeni zamlı ücret üzerinden hüküm altına almıştır.
Burada hekimi sonuca ulaştıran en önemli olay �Tabip Odası�nın tip sözleşmesini� imzalaması ve Tabip Odası İşyeri Hekimliği Hukuk Servisi�nden hukuki yardım talep etmesidir. Hekimin ayrıca hakkını aramak gibi haklı olan medeni cesareti göstermesi de önemli unsurdur.
Yine başka bir olayda haftada 2 gün çalışan bir hekimimizin akdi 4 yıl sonra, iş akdi sona ermeden 4 ay önce feshedilmiştir. Hekim mahkemeye başvurmuş ve 4 aylık kalan ücreti ile kıdem tazminatı talebi mahkemece hüküm altına alınmıştır. Karar icra marifetiyle infaz olunarak para tahsil edilmiştir. Hukuk Servisi�nin dava dilekçesi ve icra safhasındaki katkıları ile hekimimiz hakkını almıştır.
Usulünce (Oda tarafından yapılan tip sözleşme)yapılan ve hukuki yardım alan hekimlerimizin hiçbir zaman haklarının kaybolmayacağını bilmeleri gerekir.
Son olarak değişik yaklaşımlarla hekimlerin iş akitlerini feshedip sanki haklı son verme imiş gibi gösteren bazı işyerleri için bir örnek vereceğim.
5 yıllık hekimi olan bir işyeri, hekimin iş akdini feshedip, sebep olarak da holding bünyesinde tek hekimle çalışacaklarını gerekçe göstermiştir. Oda�ya telefonla müracaat eden hekim adına bir ihtarname düzenlenmiş ve hekimin hakları istenmiştir. Önce direnen işveren dava safhası gelmeden akit sonuna dek ücretini, kıdem tazminatını ve sair haklarını ödemek zorunda kalmıştır.
Emeğinizin karşılığı haklarımızı almak yolunda her zaman size katkıda bulunacağımızı bilmenizi isteriz.
*
*
Forum
ZİHİN KİRLENMESİNİN ELİMİNASYONU
Barry S. Levy*
Çeviri:Dr. Hande Gerçel Harmancı**
Bir Çek meslektaşım altı yıl önce Doğu Avrupa�da yapılan bir çevre sağlığı sempozyumunda bana şöyle demişti:�En kötü kirlilik zihin kirliliğidir.� O günden bu yana zihin kirliliğinin halk sağlığı açısından çok daha önemli olduğunu anlamaya başladım.
Saptanması ve ölçülmesi çok daha güç olsa da zihin kirliliğinin etkileri daha bilindik kirleticilerden çok daha kötü olabilir.
Halk sağlıkçıları olarak bizim ele almamız gereken 10 örnek şu şekilde verilebilir:
1- Tamamlanmışlık:Halk sağlığını işleyen bir süreç olmaktan ziyade ulaşılmış bir hedef olarak görmek. Kendimizi ya da diğerlerini bugünün ve yarının halk sağlığı sorunlarına karşı körleştirmek. Önlenebilir hastalıklar ve kazalar, erken ölümler, sosyal eşitsizlikler, yoksulluk, insan hakları ihlalleri, savaş gibi hoş görülemeyecek şeyleri hoş görebilmek.
2- Parçalanmışlık:Parçalanmış şekilde düşünüp yaşamak. Kendi uzmanlık alanımızın, kendi örgütümüzün, destek aldığımız kişi/kuruluşların perspektifiyle düşünüp hareket etmek. Kişileri ya da toplumları bütün olarak görememek. Halk sağlığına bütüncül olarak yaklaşamamak.
3- �Deve-kuşuculuk�:Kafaları kuma gömerek bu şekilde bazı sorunların kendiliğinden yok olacağını düşünmek. Örneğin CDCUlusal Kaza Kontrolü ve Önlenmesi Merkezinin bütçesini azaltmaya çalışan bazı milletvekilleri, bu şekilde ateşli silahlarla oluşan kazalar hakkında yeterli veri toplanmasını engellemeye çalışmaktadır. Ayrıca kümülatif travma bozuklukları hakkında veri toplanması da engellenmeye çalışılmaktadır. Bu şekilde davranarak bu sorunun kendiliğinden yok olacağını sanmaktadırlar.
4- Kişisel güvensizlik:Güvensizlik hissetmek ya da yetersiz olmaktan korkmak. Marianne Williamson�un görevi devralırken yaptığı konuşmadan alıntı yaparak konuşan Nelson Mandela şöyle demiştir:�En derin korkumuz yetersiz olmak değildir. En derin korkumuz ölçülemez derecede güçlü olmaktır. Bizi en çok korkutan şey bizim kendi ışığımızdır, karanlığımız değil. Kendi kendimize şöyle sorarız:Ben kimim ki bu kadar göz alıcı, harika, yetenekli ve muhteşem olayım! Gerçek şu ki; neden olmayasınız?�
5- Birbirine karşı sorumluluk duymamak:Toplumsal sorumluluktaki çöküşü hoş görebilmek. Sadece kendimizi düşünmek. Diğerlerine karşı bir adanmışlık, merhamet ya da sevgi duymadan düşünmek ve hareket etmek.
6- Teknolojiyi eleştirmeden kabul etmek:World Wide Web�deki herşeyin doğru olduğunu kabul etmek. Televizyonda 500 kanalın 50�den iyi olduğunu savunmak. Sadece teknolojinin bütün insanlık sorunlarının çözümü olduğunu varsaymak.
7- Militarizm:Sağlık ve diğer insani hizmetlerin yetersiz desteklendiğini bile bile milyarlarca dolar askeri harcama yapılmasına göz yummak. Çelişkilerin şiddet yoluyla çözülmesini hoş görmek. Bilinçsizce askeriyenin düşünce sürecine hatta diline uyum sağlamak. Örneğin halk sağlığında biz hastalıklarla, sosyal eşitsizliklerle ve hatta şiddetle savaşmak için hedef toplumlar seçeriz.
8- Irkçılık:Her türden ırkçılık ya da ayrımcılığı hoş görmek. Amerika Birleşik Devletleri�nde ya da herhangi başka bir yerde artık ırkçılığın olmadığına inanmak. Irkçılığın ve ayrımcılığın sağlık durumu ve sağlık hizmetlerinden yararlanma üzerinde olan etkilerini gözardı etmek.
9- İzolasyonculuk:Kendi ulusal sınırlarımız dışındaki sorunlara yetersiz ilgi göstermek ya da bunları tamamen gözardı etmek. �Tek dünya, hazır olsan da olmasan da!�gerçeğini görmezlikten gelmek. Birleşik Devletler�den az gelişmiş ülkelere tehlikeli ürünlerin, tehlikeli atıkların ve tehlikeli sanayinin ihraç edilmesine izin vermek. Sağlıklı ve barış içinde bir dünyaya kavuşmak ve bunu sürdürebilmek için uluslararası ya da global düzeyde yapılan girişimlerin dinamitlenmesini hoş görmek.
10- Profesyonel kendini beğenmişlik:Halk sağlığı çalışanları olarak biz toplum için en iyisinin ne olduğunu bildiğimizi düşünürüz. Ancak halk sağlığı, bir toplum olarak bizim, hep birlikte, kişilerin sağlıklı olarak yaşayabilecekleri koşulları oluşturmak için yaptıklarımızdır. Halk sağlığının uygulanması için bir toplum gereklidir.
Zihin kirlenmesiyle nasıl başa çıkabiliriz?
Sürveyans:Varlığına karşı tetikte olun.
Epidemiyolojik inceleme:Kaynaklarını bulup �yer, kişi ve zaman�özelliklerine göre tanımlayın.
Eğitim ve iletişim:Çek arkadaşımın yaptığı gibi diğerlerini bilgilendirin.
Korunma:Halk sağlığı değerlerini destekleyip pekiştirin. Gelecekle ilgili net bir vizyon edinin ve halkı halk sağlığının içine alın.
* MD, MPH; Amerikan Halk Sağlığı Birimi Başkanı; �The Nation�s Health�, Eylül 1997
** Marmara Ü. Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı
*
*
HİPOKRAT YEMİNLİ HEKİMLER YALAN SÖYLEYEBİLİR Mİ?
Prof. Dr. Gürhan Kendiroğlu*
(21 Eylül 1997 tarihli Radikal�den)
Halk arasında çoğunlukla katarakt diye bilinen hastalık, normalde gözün renkli tabakası denilen irisin arkasında, ortalama 9 mm çapında, ışığı geçirebilmesi için tamamen şeffaf-saydam, aynen mercimeğe benzeyen dışta kabuk, içte nukleus (öz)bulunan bir organ olan lensin kesifliğine tıp dilinde verilen isimdir. Normalde tamamen saydam olan bu cisim bazen sistemik hastalık sonucu veya travma neticesi, çoğunlukla da bilinmeyen bir nedenle (yaşlılarda sık olarak) kesifleşerek hastada az veya çok görme kaybına neden olmaktadır. Bu kesifleşmenin tek tedavisi de cerrahi müdahale ile kesifleşmiş lensin nukleusunun (özünün)temizlenip yerine göziçi merceğinin yerleştirilmesidir. Türkiye�de her devlet hastanesi, her SSK hastanesi, her üniversite hastanesi veya özel hastanelerde bugün sayıları bini geçen başarılı göz hekimi meslektaşlarımızca bu ameliyat senelerden beri başarı ile yapılmakta ve hastanın arzusu ve genel durumuna göre lokal veya genel anestezi ile yapılan bu ameliyatın sonunda hasta çoğunlukla görme işlevine kavuşmakta, hatta ertesi gün işine dönebilmektedir.
Ameliyat riskini minimuma indirmek ve ameliyat sonrası ortaya çıkabilecek astigmatizmayı yok etmek için de son 10 yıldan beri katarakt ameliyatlarında gerek kesi şeklinde gerekse gerekse nukleusu ortadan kaldırıp yerine göz içi merceğinin yerleştirilmesi için olan teknikler ve aletler hızla gelişmektedir. Son yıllarda Türkiye�nin her tarafındaki hastanelerde göz hekimlerinin büyük çoğunluğu katarakta dönüşmüş lensin (mercimek cismin)ortasındaki nukleusu (özü) korneaya yapılan küçük bir kesiden çıkartmak için Fako-Emülsifikasyon metodu kullanılmaktadır. Bu metotla veya hekimin elinin alışık olduğu bir metotla çıkartılan bu nukleusun yerine de hastanın kırma kusuruna eşit bir göz içi merceği yerleştirilerek hastanın görmesi sağlanmakta yapılan küçük kesiye de ya tek bir sütür konmakta veya hiçbir sütür konmamaktadır.
Hastalara saygı
Tüm bu ameliyatlardan tahminen 1-2 sene sonra, sıklıkla, mercimeğin arka kabuğu hafifçe kesifleşmekte ve ameliyattan sonra normal veya normale yakın gören hastada bulanık görme başlamakta, işte bu zaman Yag-Laser denilen laserle, tek bir damla ile göz anesteziye edilerek ayaktan hastanın ikincil katarakt denilen kesifliğinde delik açılmakta ve hasta bu andan itibaren de yine eskisi gibi net olarak görmeye başlamaktadır. Durum böyle iken Türkiye�de (bilhassa İstanbul�da) bazı göz hekimlerinin ettikleri hipokrat yeminine sadık kalmayarak hastalarını �senin katarakt ameliyatını laserle yapacağım�, �dikişsiz yapacağım� (sanki sünnet yapıyormuş gibi)diye yalan söyleyerek kandırmaktadırlar.
Son yıllarda abartılı bir tedavi şekli de Miyop-hipermetrop, astigmatizma gibi kırma kusuru olan hastalara uygulanmakta olan laser tedavisidir. Hastadaki refraksiyon kusurunu ortadan kaldırmak için sanki hiçbir alternatif tedavi şekli yokmuş gibi �eximer laser� veya lasik gibi tedavi şeklini uygulayan bazı göz hekimleri hastanın yaşına, gözündeki patolojiye, hastadaki kırma kusurunun yüksekliğine aldırmadan korkusuzca bu tedavi şekillerini tatbik etmekte ve hatta bazı göz hekimlerince 25 diyoptriyi geçen miyoplara bile sözüm ona başarı ile uygulamaktadırlar. Bu tedaviyi uygulayan hiçbir hekim de -15 Diyoptriyi geçen miyop hastaların arka kısmı olan retina makülasındaki patolojilerden bahsetmemektedirler. Benim saygı değer hastalarım bu tedaviyi uygulayan hekimlere �doktor bey bakın siz de gözlük takıyorsunuz. Niçin kendinize bu tedaviyi uygulatmıyorsunuz?�diye sorduklarında acaba hastalara ne cevap vereceklerini çok merak ediyorum.
Laser bilindiği gibi tıbbın çeşitli dallarında kesici, delici, pıhtılaştırıcı, yakıcı etkilerinden faydalanılarak başarı ile senelerden beri kullanılmaktadır.
Gözde ise bilhassa diabete bağlı retina damar hastalıklarında, yeni damar oluşumlarını önlemekte, yeni damarlanma glokomu olgularında, senelerden beri Türkiye�nin birçok hastanesinde başarıyla kullanılmaktadır.
Büyük bir alet pazarının oluştuğu bu katarakt ameliyatı ve laserle miyop vs. tedavisi piyasasında (bugün katarakt ameliyatlarında nukleusu parçalamak ve emmekte kullanılan fako-emülsifikasyon cihazı 40.000 dolar, miyop vs. gibi kırma kusurlarının tedavisinde kullanılan eximer laser, lasik gibi aletler 300.000 doların üstündedir)nedeni anlaşılamaz bir tutumla gazete yazarları da bilerek veya bilmeyerek karışmakta, tıbbi hiçbir bilgileri olmadığı halde, bu tip ameliyatları yapan hekimleri senelerden beri aynı işi yapan diğer meslektaşlarından kasıtlı olarak ayıracak şekilde göğe çıkarmakta, yine bu ameliyatların yapıldığı bazı özel hastaneleri yine maksatlı olarak Amerika�daki benzerleri ile kıyaslamakta, hatta onlardan üstün olduklarını, sahip oldukları gazete sütunlarına geçirerek sözüm ona bu işten habersiz halkımıza mesaj vermektedirler. Bu danışıklı dönüşüklü menfaat çarkı da böylece dönmektedir.
Türk Tabipleri Birliği ve Türkiye Oftalmoloji Derneği sayın yöneticileri:Türk Oftalmoloji ailesi, son 50 yıldan beri gerek Amerika gerekse Avrupa�daki meslektaşlarını aratmayacak şekilde çağına uygun şekilde ilerlemektedir.
Amerika ve Avrupa�da yapılan oftalmoloji kongrelerinde bu durum gayet güzel ispatlanmıştır. Hal böyle iken, ettikleri Hipokrat yeminine sadık kalmayarak, uyulması gereken etik kurallarına uymayarak, hastaların gözünün içine baka baka yalan söyleyen diğer meslektaşlarının �honor�ünü ayaklar altına alarak günlük bazı gazetelerde hatta magazin basınında, bazı basın mensuplarını da (bilerek veya bilmeyerek)kullanarak, sırf kendi reklamlarını yaptıracak şekilde yazılar yazdırmalarını şiddetle kınıyorum. Ve Türkiye�deki tüm saygı değer hastalarımıza bazı gündelik gazetelerimizde çıkan bu tür, sırf kendi reklamları için yazılan yazılara itibar etmemelerini, sadece ve sadece kendi aile içi göz hekimlerine güvenmelerini, tereddütte kaldıkları zaman da eğitimle görevli bir devlet, SSK, üniversite veya benzeri hastanenin göz kliniklerine müracaat etmelerini öneriyorum.
* Cerrahpapa Tıp Fakültesi, Göz Hast. Anabilim Dalı öğretim üyesi
*
*
Bilim ve tıp dili olarak Türkçe
Dr. Nilgün Ulusoy Bozbuğa*
Dr. Mustafa Bozbuğa**
Bilimsel gelişimin ve bilgiyi paylaşım aracı olarak iletişimin bu denli hızlı olduğu çağımızda, bu sürece koşut olarak kullanılan bilim dili, genel anlamda dilleri biçimlendiren etkenler ile yapılanmasını sürdürmektedir. Bir dil kendi çatısı ve sözcük donanımı; deyim, kavram ve sözcük üretme yeteneği ile bilim dili olabilir. Yaşayan bir bilim dili olması kendi alanını yaratması, etkileşim ve iletişim aracı olabilmesine; bilim dili olarak gelişmesi ve yetkinleşmesi ise bilim adamlarının kendi dilleri ile düşünme ve anlaşmasına bağlıdır.
Uluslararası bilim dili klasik dönem alışkanlığı ile batı dillerine akraba ölü diller olan Latince ve Antik Yunancaya dayalı olarak gelişmiştir. Yirminci yüzyılın son yarısında uluslararası bilim dili, bilim ve teknik alanında öncü ulusların dillerinden köken alarak yaygınlaşmaktadır. Bilimsel alanlarda yaşanan atılım ile sürekli olarak gündelik uygulamaya yeni teknik gelişmeler katılmaktadır. Bu gelişime koşut olarak, yeni uygulamalar için yeni karşılıklara, yeni anlatım kalıplarına gereksinim doğmaktadır. Yeni teknikleri karşılayan sözcük ve terimlerin, üzülerek belirtilmesi gerekirse, üretildikleri dilden olduğu gibi aktarma yoluyla alınması gibi bir alışkanlık, Türkçede boyutları giderek artan kirliliğe yol açmaktadır. Bilim dilinde yaşanan kirlilik, doğal olarak uzmanlık alanımız için de söz konusudur. Kullanılan yabancı dil kökenli kısaltmalar, teknik terimler ve kavramlarla, Türkçeye uyumsuz bir dil örgüsü sergilemektedir. Yapı ve işleyiş ortaklığı olmayan yabancı sözcükler Türkçe eklerle, yanlış çekimlerle kullanılarak yanlış ve çirkin bileşimler yerleşmektedir. Sessel ve yapısal kimliği Türkçeye tümüyle aykırı olan İngilizceden gelişigüzel derlenen bu eğreti dil aslında kaynak aldığı dile, İngilizce dil mantığına da aykırı düşmektedir.
Türkçe, sondan eklemeli yapısıyla doğurgan, işlek ve olanakları geniş; soyutlamaya uygun yapısıyla bilim dili olma yeteneği taşıyan bir dildir. Her dilde yabancı ya da yabancı kökenli sözcük bulunabilir. Ancak bu dilin kimliğine aykırı düşmemeli, dilin işleyişini, gelişimini tıkamamalıdır. Yabancı kökenli sözcükler, kullanılan dili zenginleştirmek yerine, Türkçe karşılığının unutularak atılması yoluyla yerleştiklerinden, terimlerin Türkçe karşılıklarının bulunmadığı sanısı dilde sığlaşmaya yol açmaktadır. Yabancı sözcükler, kurallarla Türkçenin işleyişi tıkanmakta, imgeleme ve düşünme alanını daraltmaktadır. Sonuçta bu yabancı bir dil örüntüsü içinde öğrenmek değil, ezberlemek zorunda kalınmaktadır.
Türkçenin bilim dili, tıp dili olarak kurumsallaşma sürecinin önündeki en önemli engeller, teknik terim ve kavramlarda, kısaltmalarda yetersiz Türkçeleştirme, yabancı kökenli seslerin sessel ve yapısal kimlikleriyle olduğu gibi günlük dile girişi kadar, Türkçeye olan güvensizlik ve inançsızlıktır. Türkçenin bilim dili olamayacağı yönündeki yanlış kanının yıkılması gerektiğini gösteren en önemli kanıtlardan biri de Türk Dil Kurumu tarafından 122 bilim ve uğraş dalı alan sözlüğünün üretilmiş olmasıdır. Temel kavramlarda, kısaltmalarda İngilizce kullanmak bilimsel yetkinlik sanılmaktadır. Yabancı dil eğitiminin vazgeçilmez olduğu görüşünün her geçen gün yaygınlaştığı ülkemizde, uzmanlık dallarında yabancı dilde yeterlilik istenirken, Türkçe yeterlilik aranmamaktadır.
Bilim dili olarak Türkçenin geliştirilmesi, Türk dilinin yabancı dil baskısından korunmasının yanısıra Türk biliminin de yetkinleşmesini sağlayacak atılımın bir parçasıdır. Kuşkusuz amaç Türkçeyi her dilden üstün tutmak değil, dilde zenginleşme ile kirlenme sınırının vurgulanmasıdır. Dilde kirlenme sorununun kısa zamanda çözümlenemeyeceği açıktır; hiç olmazsa kirlenmenin boyutları kavranarak dilbilinci ile davranılmalıdır. Türkçenin çağdaş sanat, bilim ve teknolojinin, kısacası çağdaş uygarlığın bütün gereklerini karşılayacak bir dil olduğu noktasından yola çıkarak, sizlerle bu köşeden Türkçe bilim dili ve Türkçe tıp dili kullanarak söyleşmek, ulusal bilim kimliğimiz ile yol almak olacaktır.
* Koşuyolu Kalp ve Araştırma Hast, Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü
** Kartal Eğitim ve Araştırma Hast, Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniği.
*
*
Bir grup �meczup�!..
Uz. Dr. Ercan Türeci*
İnsanın kendisini devinimsiz ve aynı zamanda soluksuz bırakacağını bildiği bir ilacı damarına vererek; kendi ölümünü, bizatihi izleyebilecek biçimde canına kıymasını anlayabilmek, pek kolay olmasa gerek.
Aşağıdaki yazı, intiharı nedeniyle yazılı ve görsel basında sıkça yer alan çalışma arkadaşım Dr. Rana Akyüz Arısoy için, onun kişiliğinde-anısında intihar eden bütün anestezistler için ve onların da gerisinde; hekimler arasında intihar oranı en yüksek grup nitelemesini taşımalarına karşın inadına yaşayıp, çalışan bütün anestezistler için yazılmıştır.
Türkiye�de anesteziyolojinin öncüsü ve kurucusu olan, hocamız Prof. Dr. Sadi Sun, �Cerraha ve yaptıklarına karşın hastayı yaşatma sanatıdır�diye tanımlamıştı anesteziyi. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi�nin telefon rehberinde herbiri ayrı bir uzmanlık dalını oluşturan 40 anabilim dalının adı geçiyor. Bunların kimilerinin �ultra�uzmanlık denen bağlı bilim dalı örgütlenmelerini -örneğin iç hastalıkları anabilim dalında onüç bilim dalı var- de düşünürseniz... ve bu kapsamlı örgütlenmenin insanlaın sağlıklı yaşayabilmeleri, sağlık sorunlarının giderilmesi temelinde geliştiğini düşünürseniz... tıp jargonunda �hasta, olgu, vaka� diye adlandırılan bir insanın, ne kadar çok ve farklı sorunlarla ameliyathaneye gelebileceğinin ayırdına varabilirsiniz. Halkımızın �narkozcu�diye bildiği anesteziyoloji ve reanimasyon uzmanı hekim; bir insanın bütün organizmasını etkileyen ilaçları kullanarak hastayı anestetize eder ve ameliyat olabilecek konuma getirir... ve yine bu insanın bütün organizmasını sarsan cerrahi travmadan en az etkilenmesini sağlar... Öyleyse -rahmetli hocamızın hoşgörüsü ile- tanımı şöyle geliştirebiliriz:Hastanın kendisine, cerraha ve yaptıklarına karşın hastayı yaşatma sanatıdır, bu �meczup�ların yaptığı iş!
Fiziksel, kimyasal, biyolojik, psikolojik... İnsanı zorlayabilecek boyutlar olarak usunuza ne geliyorsa hepsinde üstsınır zorluğu yaşar bu insanlar. Gün yüzü görmezler. Sabah gün ağarmadan girerler, ameliyathane denen, çokluk zemin - zemin altı katlarda olan, havalandırmalı ama doğal ortamla bağlantısız; duvarlar, duvarlar ve duvarlardan oluşan odacıklar toplamına. Belirsiz zamanlarda çıkarlar, kimi kez de akşamın alaca karanlığında. Ameliyatı yapanlar, ameliyat olanlar... değişir, gelir-giderler. Oysa anestezist hep kalır. Çalışır sürekli.
Çalışır; yaşamsal organlar, dokular ve hücreler üzerinde toksik etkili gazları sürekli soluyarak... Çalışır; kesilmeyen ama parçalanan ilaç ampülleri yüzünden yara içindeki parmaklarıyla:Hastaların salyaları, kanları, idrarları ve de dışkılarından bulaşabilecek; insanlığın korkulu düşü, bir dolu hastalığa bulaşma riskini sürekli yaşayarak... Çalışır; medikal nedenlerle o aşamada ameliyat olmasını reddedip cerrahlara bildirdiği hastanın, hocalar arası paramedikalite nedeniyle önüne sürülmesini yutkunarak karşılama zorunluluğuyla... Çalışır; yalnız ve sahipsiz olma psikolojisini sürekli içinde taşıyarak... Çalışır; uzmanlıklar dolusu sorunları olan insanların, anestezi ve cerrahi travmasından en az etkilenerek çıkabilme şansının kendi ellerinde olmasının sorumluluğunu taşıyarak... Çalışır; kendisinin �son adam� olduğunun bilincinde, kendisinden kaynaklanmayanları gidermesi gerektiğini ancak kendisinden kaynaklananların giderilemeyeceğini ve ölüm demek olduğunu bilmenin gerilimiyle... Çalışır; ameliyathaneler ve yoğun bakımlarda:Hastalarda olabilecekleri önceden görüp engelleyebilme, olanlara da en kısa zamanda ve en doğru işlemle yanıt verebilme sorumluluğunu üzerinde taşıyarak... ?işelerde serum, torbalarda kan, ampul ve enjektörlerde ilaç alabilmek ister... Damarlardan ışık hızıyla geçip yerine ulaşabilmek ve işlevini yapıp insanların yaşamlarını koruyabilmek için endişelenir, düşünür ve acı çeker. Ama yine çalışmayı sürdürür, aksatmadan. ?iirde �soframızdaki yeri, öküzümüzden sonra gelen kadınlarımız�denişi gibi teşekkür ilanlarında adının onbaşıdan sonra geleceğini ya da çokluk hiç gelmeyeceğini bilerek çalışır. Hastaların anımsamayacağını, hasta yakınlarının kendisinin farkında olmayacaklarını, iyi olurlarsa Allahtan ve benden, kötü olursa anestezistten diye düşünen cerrahların ise farkında olmak istemeyeceklerini bile bile çalışır. Tıpkı pavyoncular ya da yeraltı işçileri gibi:Doğal ortamdan soyutlanmış, ışık görmeden, kafa ve bedence ölesiye yorularak çalışır anestezistler. Eskiler �taş osa çatlar�derler ya, onlar çatlamaz ve çalışırlar.
Doğallıkla usa takılır: Öldüresiye bir yorgunluk ve gerilim. Karşılığında ne ekonomik bir kazanç, ne de bir moral destek... Peki nedir bu insanların derdi: Aptallar mı? Acı çekmek mi hoşlarına gidiyor?Yok değilse �meczup�mu bunlar?.. Yoksa üçüncü bin yıla girerken hala idealist kalabilmiş, insana ve yaşamına kendilerinden ve yaşamlarından daha çok değer veren, soyu tükenmişler grubunu mu oluşturuyorlar?.. Kimbilir?.. Belki hiçbiri, belki hepsi...
Ameliyathanelerin, yoğun bakımların, ağrı tedavi kliniklerinin, transplantasyon çalışmalarının gerçek karıncalarıdır, anesteziyoloji ve reanimasyon uzmanları. Uçsuz bucaksız buğday tarlaları gibidirler. �Rüzgarlar�la salınırlar ama ama yatıp yıkılmazlar. İçlerinde �yürünse� bile ezilmezler. Hep verirler, kendilerinden ve yaşamlarından. Ve adına yaşam denen en değerli olgunun, inançlı, dirençli, yorulmaz koruyucusudurlar. Peki ya �vazcayanlar�, intihar edenler derseniz:Onlar buğday tarlalarının gelincilkelidirler. �Rüzgarlar� ve �kimileri�nin hoyratlıklarına dayanamamış olsalar da, gelinciktirler. Alabildiğine güzel... alabildiğine ateş ve alabildiğine ölüm kırmızısı...
* İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Anesteziyoloji Anabilim Dalı
*
*
Parasız eğitim, parasız sağlık
Dr. Muhammet Can
1- OKUL:�Çocuğumu, en yakın eğitim kurumuna götürdüğümde, otuz milyon lira katkı payı istediler. Veremem, yok�dedim. Okul yöneticileri beni ikna etmek için, okulun içler acısı durumunu görmem için etrafı gezdirdiler. �Durumumuz bu. Çocuğunun bu okulda sağlıklı bir eğitim almasını istiyorsan bul buluştur ver. Hem artık her şeyi devletten beklememek lazım. Bak sizler için eğitim-öğretim sekiz yıla çıkarıldı, daha ne istiyorsunuz�diye uzun uzun konuştular. İyi konuşuyorlar da benim bu parayı verecek durumum yok ki. İki ayağım bir pabuçta, başım yerde yalvaracak duruma geldim, benden daha zor durumda olanlara karşı. Benim oğlan, �Baba herkes veriyor, biz de verelim. Yoksa ben arkadaşlarımın yüzüne nasıl bakarım�diye tutturmaz mı. ?aşırdım ne yapacağımı. �Bu okulların üzerinde neden hala devlet okulları yazıyor acaba�diye soramadım müdüre. Soramadım, yutkundum yılların alışkanlığı ile...
Soru:Bugünkü temel sorun okulların kesintisiz sekiz yıllık olması mıdır sadece?Yoksa eğitimde eşitliğin (parasız eğitim)sağlanması mı?
Yanıt:Beş yıllık eğitim sekiz yıla çıkarıldı. Lakin, fatura vergisini emeğiyle, sigorta primiyle, vergisiyle öyle ya da böyle ödeyen topluma çıkarılıyor. Buradaki tartışma laik-anti laik tartışması değildir. Tartışma, nasıl bir eğitimin verileceği ve nasıl bir kamu eşitliğinin sağlanacağıdır. Yoksa, öğretmenleri araç olarak kullanıp, topluma karşı karşıya getiren aleni özelleştirme uygulaması, soygun-talan eğitimine mi dönecektir? Tartışmanın kırılma noktası burasıdır. Kaldı ki binlerce özel okul var ve parası olan zaten oralara veriyor. Olmayanların durumu ne olacak sorusu, başka politik argümanlarla sümen altı ediliyor. Yokluk ve yoksulluk argüman dinlemez ya, tutunabildiği kadar deneniyor, denenecektir işte...
2- HASTANE:�Ne zaman SSK�ya gitsem, yüreğim ağzımdadır. Torna makinasının başında çalışırken, bazen daldırırsınız, kolunuzun, elinizin kopması an meselesidir. Yine de içinizde bir huzurla işinizi yaparsınız. Ücretinizin düşüklüğü, geçinememe durumu bu durumunuzu o kadar bozmaz. Fakat ne zaman SSK�ya gitsem, içeriden sağ çıkabilir miyim�diye gözlerim açılı kalır ilaç kokan koridorlarda... Koşuşturanlar, bitmeyen kuyruklar, gürültülü tartışmalar, uzaktan yazılan ve israf edilen ilaçlar, azarlamaların bini bi para... Bu keşmekeşin içinden canlı çıkma şansınızı ölçersiniz. Bazı şeylerin bir tanıdığınız, ya da alenileşen şekilde para verdiğiniz zaman mümkün olduğunu görürsünüz.
SSK,devletin sağlık politikalarına paralel olarak, bazı gözü dönmüşlerin elinde bir rant merkezine dönüşmüştür. Hep şikayet edenler hiç bir şey yapamazlar. Hiç anlamıyorum. Yüzlerce hastanın içinde, bu keşmekeşliğin içinde, bir doktor nasıl oluyor da, Antalya�da yaptıracağı villanın pancurlarının rengini düşünebiliyor. Ya da trabzan lastikli, eski Sümerbank elbiseli  bir kızı bademcik ameliyatı yapmak için; babasına �50 milyon verirseniz bu hafta yaparız�diyebiliyor. �Benim maaşımın üçte biri sigorta primi olarak kesilirken, bana bu hizmetin böyle dönmesi insanlığa sığar mı?Çalışırken kes, hastaneye gidince kes, okula gidince kes. Kes oğlu kes... Başka neyimiz kaldı kesecek.�
Soru:Bu sorunlar nasıl çözülecek?Bizler nasıl daha iyi bir sağlık hizmeti alacağız?Bugün ne söylesek memleketin durumu gösteriliyor. Ne varmış şu memleketin halinde? Ben kendimi bildim bileli memleketin hali böyle. (Dedem de hep böyle derdi eskiden.)
Yanıt:On beş yıldır tüm iktidar dönemlerinde, en temel sağlık hizmetini bile başından atmaya çalışan devlet, anlaşılan o ki; sadece emniyete işi yıkmış durumdadır. Bari adalet ve güvenliği de topluma bıraksa da kendini lağvetse diyorum. Belki de bu durum çok geç değildir. Kimbilir?
Sonuç:Yeni Dünya Düzeni�nin kuralsızlık, yasa tanımazlık ve esnek üretim tarzı; çalışanları parçalanmış, işçi kümecikleri haline dönüştürmüştür. Sanayi devrimiyle oluşan sınıf veya sınıf ve kitle sendikacılığı kavramı, emperyalizmin yeni biçimiyle tartışılmaya, yeniden tanımlanmaya ve yeni örgütlenme şemsiyesine gereksinim duymaktadır. Evlere ve mahalle aralarına kadar giren, sermayenin bu yeni esnek üretim biçimi, başta eğitim ve sağlık olmak üzere hizmet sektörünün en can alıcı noktasından, hizmeti sunan ve alan yatay örgütlenmeleriyle kırılabilir, kırılmalıdır.
*
*
Tıpik
Sosyal etkinlikler komisyonumuz da var!
Dr. Beyza Çelenligil
Efendim, İstanbul Tabip Odası�nda yıllardır sosyal etkinlikler yapılagelir. Ama her seferinde yeniden görevlendirme yapılarak halledilen bu işler ile ilgili bir kurul oluşturulmamıştır.
Derken, iki yönetim kurulu üyemizin dans ederken aklına �Biz bu işin kursunu düzenlesek nasıl olur?� diye bir soru takılır. Bu öneriyi toplantıya getirdiklerinde heyacanla karşılanır, ilgili bir komisyonumuz olsaydı bu işi yapabilirdik diye düşünülür. Bu fikri ciddiye alan yönetim kurulu sosyal etkinlikler komisyonu için bir çağrı yapar. Bu çağrıya çeşitli sağlık birimlerinden ses verilir. Yapılan ilk toplantı oldukça çoşkulu geçer, bir dizi öneri karar altına alınır.
Akabinde, 12 Temmuz 1997 cumartesi günü İTO lokali Reçete�de çoğu hekim olmak üzere onbeş kişi tango öğrenme heyecanı ile toplanır. Kursiyerlerin arasında EMO�nun tüm üyelerine yaptığı duyuru ile kursa katılan elektrik mühendisi ile Hasta ve Yakınları Hakları Derneği (HAYAD) kurucu üyesi emekli öğretmenin de bulunması renk katmıştır. Çetin Cengiz öğreticiliğinde gerçekleşen kursa toplam yirmibeş kişinin katılımı ile dört hafta sürdürüldükten sonra izinler ve kongreler nedeniyle ara verilir.
16 Eylül 1997 Salı günü özellikle Bakırköy Ruh Sinir Hastalıkları Hastanesi�nin çabaları ve katılımı ile yaklaşık yüz hekim Genco Erkal�ın Simyacı yorumunu birlikte izlerler. Okmeydanı SSK Hastanesi�nden Op. Dr. Noyan Eralp�in eğitmenliğinde yelkenli tekne kaptanlığı kursu komisyonun yeni dönem etkinliğini oluşturur.
Henüz emekleme aşamasındaki komisyon yıl boyunca tiyatro, konser bilet organizasyonlarından briç kursuna, ilkbaharda �herkese eşit sağlık� sloganlı konsere kadar bir dizi etkinliği planlamış olup çalışmalarını keyifle sürdürmektedir. Komisyon üyeleri tüm hekim arkadaşlarını özgün önerileri ve emekleriyle çalışmalara katılmaya davet etmektedirler.


Bu HABERİ Paylaş!