Ağustos - Eylül 1998


  • Haziran 13, 2011
  • 7835

Yönetim Kurulu�ndan: Seçime Katılanlara Açık Teşekkür
İstanbul Tabip Odası�nın 3 Mayıs 1998 tarihinde yaptığı seçime katılmış olmanız nedeniyle size teşekkür etmek istiyoruz.
Geçmiş dönemlerde hekimlerin meslek kuruluşlarıyla bütünleşmesini engelleyen pek çok etkinin bulunduğunu bilmekteyiz. Bu olumsuz tutumların etkilerinin bir süre daha devam edebileceğini kabul ederek Tabip Odamızın bu hastalığının tedavisinde size önemli görevler düştüğünü belirtmek istiyoruz.
Öncelikle, lütfen meslek odamızın çalışmalarını izleyiniz. İstedikleriniz, tepkileriniz, eleştirileriniz konusunda bizleri bilgilendiriniz. Düzeltilmesini istediğiniz konularda Tabip Odası çalışmalarına ne katkıda bulunabileceğinizi de bizlere bildiriniz.
Artık sizlerle iletişimi kolaylaştıracak pek çok kanal var. Fakslarımız, telefonlarımız, e-mail�imiz her zaman açık. Hekim Forumu dergimizde her zaman size mesajlarımız var. Bunlardan katılmadıklarınızı öğrenmeliyiz ki, her yaptığımızın doğru olduğuna inanma yanlışına düşmeyelim. Beraberce doğruyu bulalım.
Sizden talep ettiğimiz ikinci önemli husus, çevrenizdeki meslektaşlarımızın Tabip Odasına duyarlılığını arttırmak ve �Oda bizim için ne yaptı?�anlayışı yerine �Bizler odamız için, bundan böyle hekim birlikteliği için, ne yapabiliriz?� anlayışına katkıda bulunmaktır.
Önümüzdeki yıl Odamızın Etibba Odası olarak kuruluşunun 70. yılını kutlayacağız. Çalışma dönemimizin sonunda da ikibinli yıllara başlayacağız. Sadece kendi söylediklerinin doğruluğuna inanan bir oda yerine, çağdaş bir meslek örgütü yaratmak istiyorsak, çabalarınıza gereksinim var.
Seçimi kaybeden meslektaşlarımızın bir kısmı, Oda�ya gelmesi beklenmeyen, belki pek de arzu edilmeyenlerin seçime katılması yüzünden seçimi yitirdiklerini ifade ediyorlar. Oysa bizler için bu sonuçla yetinmek mümkün değildir. 2000 yılındaki seçimlere hekim katılımının %25 değil, %75 olmasını hedeflemeliyiz. Bunun için çok çalışmalıyız.
Gücünü üyelerinin etkin desteğinden alan, onlar tarafından denetlenen, ancak gerektiğinde de üyelerini denetleyebilen bir Tabip Odası için katkılarınızın yaşamsal önemi olduğunu bir kez daha hatırlatmamıza izin veriniz.
Saygılarımızı, sevgilerimizi sunuyor, esenlikler diliyoruz.
Yönetim Kurulu adına / Prof. Dr. Orhan Arıoğul /Başkan İLK SAYFA
*
Temmuz ayından satırbaşları...
Yönetim Kurulu, bu aydan başlayarak Oda çalışmalarını bir raporla Temsilciler Kurulu üyelerine ve isteyen hekimlere iletmeyi kararlaştırdı. Bu rapordan bazı başlıkları sunuyoruz:
Asgari ücret katsayıları duyuruldu...
Sivas katliamının yıldönümünde basın açıklaması...
Memur maaş zamlarına karşı basın toplantısı...
SSK Bölge Müdürü Doç. Dr. Faik Çelik�e kutlama...
Dr. Candan Övül hakkında basındaki haberler için düzeltme ve kortizon tedavisi konusunda kamuoyunu bilgilendirme toplantısı...
Etik Kurul yeni dönem toplantısına davet...
Sağlık hizmetlerinin standartlarını belirlemek üzere Özel Hekimlik Komisyonu�nun hazırladığı proje onaylandı...
Klinik şeflerine şeflik sınavları hakkında mektup...
Çatı onarımı başladı. Toplantı salonunun yenilenmesi...
Radyo Cumhuriyet�te �Hekim gözüyle� yayına devam ediyor...
İstanbul Tabip Odası Gençlik ve Spor Kulübü kuruldu. Kulüp, üye kayıtlarına başlıyor...
Yeni mali müşavir göreve başladı...
Büyükçekmece Sağlık Grup Başkanlığı�nda büro açılıyor...
Mimarlar Odası�nı ziyaret:Gündem, Haydarpaşa Numune Hastanesi arazisi...
Aidat kampanyası projesi onaylandı...
Kişisel sağlık sigortası ve SSKhizmetlerinin özelleştirilmesi hakkında basın açıklaması...
Hastanelerde geçici olarak görevlendirilen hemşire ve ebelerle ilgili girişimler yankı buldu...
Temsilciler Kurulu seçimleri...
*
VEFAT ve BAŞSAĞLIĞI
İstanbul Tıp Fakültesi Sualtı Hekimliği Asistanı, Odamızın 29779 numaralı üyesi, genç meslektaşımız Dr. CENGİZ ÇETİN;
27 Temmuz gece yarısı hayat kurtarmaya çalışırken elim bir kaza sonucu aramızdan ayrılmıştır. �Görev şehidimiz� olarak anısını yaşatacağız.
Ailesine, sevenlerine ve tüm hekimlere, ayrıca kazada ölen hastaların yakınlarına başsağlığı dileriz.
İSTANBUL TABİP ODASI
*
DOSYA
temel sağlık hizmetleri ve parana göre sağlık dönemi
Dr. Muhammet Can
Yıllardır bıkıp usanmadan binlerce kez söylediğimiz, yazdığımız, savunduğumuz olguları, sağlık politikalarını; söylemeye, yazmaya, savunmaya devam etmemiz öncelikle bir insanlık onurudur ve daha insanca bir yaşam mücadelesidir. Bu tıkanıklığı, bu vahşi saldırganlığı aşmaya dönük, yeni araçlar, yöntemler ve çizgiler geliştirmek bir sorumluluk ve böylesine güzel bir ülkede olmanın olmazsa olmaz koşuludur diyoruz.
Anayasa; yaşama, sağlık ve eğitim hakkının altını çizerek, �İnsanın doğuştan kazanılmış en temel haklarından biri de sağlıklı olma hakkıdır�derken, bize düşen görev söyleyenler söylediklerini yapmıyorsa, bir yaptırım yaratmak ve yaşama geçirmek için örgütlenme kanallarını açmaktır.
Sağlık Bakanlığı, kendisine genel bütçeden ayrılan %2.6 gibi komik bir payın, ancak %18�ini temel sağlık hizmetlerine ayırıyor (personel giderleri ve kiralar kadar). Bu duruma çare olarak da sağlık ocaklarındaki temel sağlık hizmetlerinin giderlerini, sağlık sosyal yardım vakfına kesilen makbuzlarla halkın sırtından çözmeyi geliştiriyor... Bize düşen görev, yıkım sınırına gelmiş halk sağlığı hizmetlerinin önünü açmak için toplumsal muhalefeti yaratmaktır. Çünkü bu sağlık politikaları, ABD, IMF ve Dünya Bankası patentlidir ve bizlere 1970�lerde �kredi karşılığı�dağıtılan bozulmuş süt tozlarını hatırlatmaktadır.
�Parana göre sağlık dönemi� uygulamaları, belirlenen sağlık politikaları doğrultusunda kar alanlarının sınırsız hale geldiğinin göstergeleridir. Önce İzmir�de, ardından İstanbul Ortaçeşme�de özel kliniklerde yaşanan olaylar çarpıcıdır. Yaralıya konan sütürlerin para çıkışmayınca sökülmesi, sağlıkta topluma dayatılan şiddetin bir örneğidir. İşlevsizleşen sağlık ocakları, Sağlık Bakanlığı�nın Haziran �98�deki son genelgesiyle iyice boşaltılmaktadır. Sağlık ocakları, ana çocuk sağlığı birimleri vb. yerlerde çalışanların hastanelerdeki personel eksikliği gerekçesiyle hastanelere rotasyoner gönderilmeleri başlatılmıştır.
Zaten sağlıkçı sıkıntısı yaşanan sağlık ocaklarında �sadece ocak içi çalışma�yapılacağının bir başka ifadesidir bu sanıyorum.
Söylediklerimiz, yazdıklarımız ve aynı zamanda söylediklerimizi yaptığımız gün, bir şeylerin değişebilmesinin önü açılacaktır. En dipteki sağlık örgütlenmesi sağlık ocakları ise, buralarda yüzümüzü topluma dönerek bir kale oluşturmanın yolunu hep birlikte bulacağımıza inanıyorum.
Bu dosya ve tüm yazılar bir tartışma başlatmak, bu yönde atılması gereken ilk adımı yaratmak için, meslek örgütümüz İstanbul Tabip Odası�ndan sadece bir girişimdir...
*
Bakanlığın taşeron kuruluşu:Vakıf
Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı, 12.08.1983 gün ve 22763 sayılı yasayla, dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve Başbakan Turgut Özal imzasıyla, Bakanlar Kurulu kararı ile kurulmuş; Vakıf senedi ile vergiden muaftır. Kuruluşu, amacı, ilkeleri ve çalışma şekliyle Sağlık Bakanlığı�nın TSHalanında yaptığı/yapacağı her şeyi kapsamaktadır.
Amaç bölümünde, �Türkiye�de yaşayan herkese eşit, dengeli ve mümkün olan en yüksek düzeyde koruyucu ve iyileştirici sağlık ve sosyal yardım hizmetlerini etkin bir şekilde sunabilmek asli görevdir�denmektedir. Ayrıca, her düzeyde sağlıkçı yetiştirmek için okullar açmak (kreş, huzur evleri, çocuk bakım evi vs.)eğiticiler bulmak, sağlık kurumlarının üretim ve hizmet kapasitelerinin kullanımı ve işletimine yardımcı olmak, gerektiğinde sözleşmeli personeller almak asli görevlerinden sayılmaktadır.
Personel yönetmeliği kitapçığının �mali yükümlülükler�bölümünde; vakfın gelirleri, �bağışlar (nakdi ve ayni), faiz gelirleri, iktisadi işletme gelirleri, sosyal işletme gelirleri ve iştirak gelirleri diye belirlenmiştir.
Soru:Bugün Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı, hemen tüm sağlık ocaklarına altı ayda bir değişen ve sürekli yükselen fiyat listeleri asmaktadır. Muayene bir milyon, enjeksiyon 250 bin, gebe muayenesi 500 bin vs. gibi... Temel sağlık hizmetlerinin, pahalı tıbbi teknolojiyi de buralara sokarak sosyalizasyon anlayışına ters olarak kliniğe çevrilmiştir. Bu çerçevede parası olmayanlara bu hizmet nasıl sunulacaktır?224 sayılı yasa hala geçerli midir?O zaman vakfın fiyat tarifeleri nasıl açıklanabilir?Eşitlikten vakfın anladığı nedir?Herkesin aynı oranda para ödemesini mi kastediyor?
Sağlık Bakanlığı TSHalanındaki görevlerini Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı�na devrettiyse, kamu hastanelerini de buralardaki dernek ve vakıflara bıraktıysa, neden bakanlık olarak bulunmasına gerek vardır?Bence kapanabilir. TSH�de de sağlık ocağına gelenler �müşteri�olarak tanımlandığına göre, Sağlık Bakanlığı�nın sağlığın geliştirilmesi, korunması, hastalıkların önlenmesi vb. için her geçen yıl azalan böylesine yalandan yere bütçeyle uğraşmasına gerek yoktur. Vakıf işi tam tutarsa bütçeyi sıfırlamak hedefi de mümkündür. Nasılsa en temel gereksinimler olan eğitim ve sağlık işini milletin sırtına yıktınız, o zaman halktan vergi almamak da gerekmez mi?
Soru:Halkın sırtından vakfa toplanan bu paralar nereye akıyor?Bu paraları kim denetliyor?İşçiler ve yakınları kuyruklarda sürünüp, aylar sonraya ameliyat için gün almaya çalışırlarken, SSK primleriyle bu ülkede nasıl batık banka kurtarıldığını bimeyen yoktur.
Sanırım bu vakıf hikayesi şu; devletin sağlık alanındaki özelleştirme işini sağlık ocaklarında biz pratisyen hekimlere yaptırmak. ?imdiden bütçesi trilyonlara vardığına göre, başarımızla övünebiliriz. Görünen o ki, millet olarak �toplayıcılık�işini iyi yapıyoruz anlaşılan...
*
Temel sağlık hizmetleri nedir, ne değildir?
Doç. Dr. Mithat Kıyak *
İnsan hakları evrensel beyannamesinde bir hak olarak tanınan sağlık hizmetlerinden yararlanmanın sosyal adalete uygun bir şekilde ifasını sağlamak amacıyla 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun Ocak 1961�de yürürlüğe girmiştir. Kişilerin ve toplumların sağlıklarını korumak, hastaları iyileştirmek, sakat kalanları rehabilite etmek ve toplumu daha sağlıklı kılmak için yapılan çalışmaların tümüne sağlık hizmetleri denir.
Temel sağlık hizmetlerinde amaç bireyle toplumun sağlık durumunu iyileştirmektir. Toplumun sağlıklı olabilmesi için yaşadığı ortamın sağlıklı olması gerekir. Temiz hava, ağaçları bol, yeşil ve estetik bir ortam, temiz ve yeterli su, temiz ve zararlı katkılardan uzak gıdalar, gürültüsüz bir ortam sağlamak toplumun sağlıklı olabilmesi için olmazsa olmaz koşullardır. Bu koşulları sağlamadan sadece hastalıklarla uğraşmak boşa kürek çekmektir. Bazı sanayi tesislerinin sıvı, katı ve gaz atıklarıyla çevreyi kirletmelerini önlemek yıllar boyu binlerce insanı hastalıklardan koruyacaktır (Çevre sağlığı).
Toplumun sağlıklı olabilmesi için bireylerin eğitimli olmaları ve sağlık eğitimi almış olmaları gerekir (Eğitim).
Toplumun sağlıklı olabilmesi için, anne ve babaların sağlıklı olması, kalıtımsal hastalıklarının olmaması, akraba evliliği olmaması, anne adaylarının doğum öncesi bakım hizmetlerinden yararlanması, kadınların uygun yaşlarda ve yeterli aralıklarla az sayıda çocuk yapmaları, doğumların sağlık personeli yardımıyla yapılması gerekir (Anne sağlığı, Aile planlaması).
Toplumun sağlıklı olabilmesi için çocukların büyüme ve gelişmelerinin sağlık personeli tarafından takip edilmesi, bulaşıcı hastalıklara karşı aşılarının yapılması gerekir (Çocuk sağlığı, Bağışıklama).
Toplumun sağlıklı olabilmesi için toplumun sağlık sorunlarının belirlenmesi ve çözümleri için planlamalar yapılması gerekir (Epidemiyoloji, Araştırma, İstatistik, Yönetim).
Toplumun sağlıklı olabilmesi için hastaların erken tanı ve tedavisinin yapılması, hastalık nedenlerinin ortaya çıkarılarak bu konularda önlemler alınması gerekir (Poliklinik, Laboratuvar, Filyasyon).
Sayılan tüm işler temel sağlık hizmetlerinin kapsamındadır. 1961 yılında çıkarılan 224 sayılı yasaya göre temel sağlık hizmetlerini verecek birim sağlık ocaklarıdır. Yukarıda sayılanlara ek olarak adli hekimlik, okul sağlığı, bulaşıcı hastalıklarla savaş, özel tedavi kurumlarının ruhsatlandırılması ve denetimi (560 sayılı KHK, 1995), çevre denetimi (Çevre Kanunu) gibi hizmetler de sağlık ocaklarının görevleridir. Anılan görevler Sağlık Grup Başkanlıklarınca organize edilir, eğitim ve denetimi yapılır. Bu hizmetleri ne özel çalışan hekimler ne de aile hekimliği sistemi veremez.
29 Temmuz 1960�ta Sağlık Bakanı Prof. Dr. Nusret Karasu sosyalizasyonla gelecek değişikliklere şöyle ışık tutuyor:�Tababetin sosyalizasyonu memleketimiz ve her vatandaşın tıp hizmetlerinden eşit faydalanması için tek çıkar yoldur.� Sosyalizasyon ilkelerinden birisi eşit hizmet ilkesidir. Diğer ilkeleri de sıralayalım: Entegre hizmet, sürekli hizmet, öncelikli hizmet, ekip hizmeti, katılımlı hizmet, kademeli hizmet, nüfusa göre hizmet vd.
Eşit hizmet:Din, dil, etnik köken, sosyo ekonomik düzey farkı olmaksızın herkese eşit hizmet verilir. Sağlık, doğuştan kazanılmış temel insan haklarından biridir.
Entegre hizmet:Koruyucu ve iyileştirici bütün hizmetler aynı birim tarafından verilecektir. Dar bölgede çok yönlü hizmet anlayışı vardır.
Sürekli hizmet:Herkese, her yerde ve her zaman hizmet sunulabilmelidir.
Öncelikli hizmet:İnsanların sağlığını korumak, bozulduğu zaman iyileştirmekten daha kolay, daha akılcı ve daha ekonomiktir. Genelde koruyucu hizmetlere, özelde risk altındaki gruplara öncelik verilecektir.
Ekip hizmeti:Sağlık sorunları sadece hekimin çözemeyeceği kadar çok nedenlidir. Mutlaka bir ekip tarafından ve ekip anlayışıyla yürütülmelidir.
Katılımlı hizmet:Halkın benimseyeceği ve destekleyeceği hizmetler başarılı olur. Halkla birlikte çalışmak diğer ilkelerle birlikte 1978 yılında 156 ülkenin imzaladığı Alma-Ata bildirisinde de yer almıştır.
Kademeli hizmet:Hasta önce bağlı olduğu sağlık ocağında muayene olacak, gerekirse hastaneye sevk edilecektir (sevk zinciri).
Nüfusa göre hizmet:Hizmet birimleri ve hizmetin kapsamı nüfus dikkate alınarak planlanacaktır. Her 2500 kişiye sağlık evi, her 10000 kişiye sağlık ocağı kurulacaktır.
1961 Anayasası ve sağlık yasası maddeleri, sosyal devlet ilkelerinin neler olması gerektiğini göstermektedir. 1961 Anayasası sağlığı bir hak olarak tanımlar ve sağlık hizmetlerini devletin görevi olarak kabul eder. 1982 Anayasası devlete sağlık hizmetlerini düzenleme ve denetleme görevi vermekle yetinmiştir. Bu dönemdeki yöneticiler, kar getirmediği için sağlık hizmetlerini kambur gibi görüp özelleştirme rüzgarları estirmişlerdir. Özellikle temel sağlık hizmetlerine verilen önem gün geçtikçe azalmış, hatta bir ara sağlık ocaklarının kapatılması anlamına gelen kararlar bile alınmıştır.
Dünya Sağlık Örgütü�nün zorlamasıyla yapılan bazı çalışmaların ancak sağlık ocakları sistemiyle yapılabildiği görüldükçe ve de biz sağlıkçıların sisteme sahip çıkmasıyla sağlık ocakları işlevlerini her geçen gün kanıtlamaya devam etmektedir. Sağlık ocaklarına maaş dışında hemen hemen hiç ödenek verilmezken yönetici konumundaki sağlık ocağı hekimlerinin özveriyle çalışarak, değişik dernek ve vakıf makbuzlarıyla para toplayıp topluma daha iyi sağlık hizmeti vermelerini nasıl yorumlamalı? Toplumdan katkı payı alıp daha iyi hizmet mi veriyorlar?Yoksa sadece kar zihniyetiyle çalışan temel sağlık hizmetleri modeline mi zorlanıyoruz? O halde aile planlaması hizmetlerini de paralı yapalım! Aşı hizmetlerinden de para alalım! Ulusal aşı günlerinde sokak sokak gezen sağlıkçılar aşıyı parayla yapsınlar! Kimbilir belki bunları bile savunan özelleştirmeciler vardır.
�2000 yılında herkese sağlık�ilkesine imzasını koyan Türkiye, temel sağlık hizmetlerine daha fazla önem vermedikçe sağlık ölçülerimizin iyileşmesi beklenemez. 2000 yılında herkese sağlık mı yoksa, 2000 yılında parası olana sağlık mı?
* Küçükçekmece Sağlık Grup Başkanı, İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi
*
İstanbul�da Temel Sağlık Hizmetleri
Pratisyen Hekim Komisyonu
10 Milyonu aşan nüfusuyla bir dünya kenti olan İstanbul�da halkın sağlık sorunlarının %90�nının çözülmesi gereken I. Basamak Sağlık Hizmetleri 187 Sağlık Ocağı, 32 Ana-Çocuk Sağlığı Merkezi, 19 SSK Dispanseri, 7 Milli Eğitim Dispanseri, 11 Verem Savaş Dispanseri, 32 ilçe ve 1 Büyükşehir Belediyesi Sağlık Kuruluşları, kimi kamu kuruluşlarına ait (PTT, DDY, TDİ, Bakanlıkların İl Müdürlüklerine bağlı)polikliniklerle toplam 300�e yakın kamu kuruluşu tarafından sunulmaktadır. Bunların da sağlık ocakları dışındakilerini tam bir I. Basamak Sağlık Kuruluşu olarak adlandırmak olanaksızdır.
Kentimizde kamu sağlık kuruluşlarının boşluğu 400�e yakın özel dispanser/poliklinik, 21 Kızılay Dispanseri ve 4000 civarındaki muayenehane ile doldurulmaktadır. Buralarda da yalnızca ayaktan teşhis ve tedavi hizmetleri dışında anlamlı bir I. Basamak Sağlık Hizmeti sunumu yapılamamaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü�nün önerileri ve çağdaş sağlık anlayışı gereği I. Basamak Sağlık Kuruluşu rolünün ülkemizde ve kentimizde aslolarak Sağlık Ocakları tarafından yerine getirilmesi gerekmektedir. Kentimizde bunların sayısı ise 187 kadardır. Yani İstanbul�da sağlık ocağı başına ortalama 60.000 nüfus düşmektedir. Bu olması gereken en üst sayının altı katı büyüklüktedir. Bazı ilçelerde (Beyoğlu, Fatih, Bakırköy, Adalar)tek sağlık ocağı olduğu düşünülürse dağılımların da dengesiz olduğu görülecektir.
Halen sağlık ocaklarında yaklaşık 700-1000 hekim, 1500 hemşire-ebe hemşire, 300 sağlık memuru, 350 çevre sağlığı teknisyeni ve tıbbi teknolog bulunmaktadır.
Yine bu sağlık ocaklarının birkaç tanesi dışındakiler, alt yapı olanakları, araç-gereç ve donanım açısından istenilen özelliklere sahip değildir. Bir kısmı ise politik nedenlerle pasaj içlerinde, cami altlarında, apartman katlarında açılmış �2 oda 2 masa�dan ibaret işlevsiz sağlık ocaklarıdır.
Kentimizde olması gereken sağlık ocağı sayısı 1000, sağlık ocağında bulunması gereken hekim sayısı 3-4 bin, hemşire/ebe hemşire 7-8 bin, sağlık memuru 1000, çevre sağlığı teknisyeni 1000�dir.Bunun yanısıra yeterli sayıda dişhekimi, diyetisyen, pedagog, antropolog vb. hizmetin gerektirdiği personel de bulunmalıdır. Gerçek durumun istenilenden ne kadar uzak olduğu ve kentimizde Temel Sağlık Hizmetlerine verilen önemin ne denli düşük olduğu ortadadır.
Halbuki çağdaş sağlık anlayışı açısından günümüzde I. Basamak Sağlık Hizmetlerinin şu 4 temel ilkeyi kapsaması zorunludur.
a- I. Basamak Sağlık Hizmetleri, Temel Sağlık Hizmetlerine dayalı olarak organize edilmelidir.
b- I. Basamakta sağlık hizmeti sunumunda mültidisipliner ve mültisektörel bir yaklaşım olmalıdır.
c- Hizmetlerin planlanması aşamasından itibaren yürütülmesi ve denetlenmesi süreçlerine toplum katılımı hedeflenmelidir.
d- Hizmetlerin toplumun gereksinimlerine uygun olarak dengeli dağılımı sağlanmalıdır.
Kentimizde I. Basamak Sağlık Hizmetleri bu açıdan ele alındığında bırakalım sağlık kuruluşları ile diğer kuruluşların işbirliğini, kamu sağlık kuruluşları arasında bile bir koordinasyondan söz etmek olanaksızdır. Sağlık hizmetlerinin sadece tıbbi hizmetler ve sağlık sektörü hizmetleriyle sınırlı olmadığı bilinmesine rağmen �aile hekimliği�gibi yaklaşımlarla neredeyse hekim hizmetine kadar daraltılmasında ısrar edilmektedir. Hala mobil (gezici sağlık otobüsleri)ünitelerle kalıcı olmayan ve işlevi tartışılan bir tarzda hizmet sunumu uygulamaları sürdürülmektedir.
Sonuçta kentimizde temel sağlık hizmeti anlayışına dayalı bir I. Basamak Sağlık Hizmeti organizasyonundan söz etmek olanaksızdır.
Bu alanlar şunlardır:
Temiz içme ve kullanma suyu temini /Uygun kanalizasyon sistemi oluşturulması/Vektör (zararlı böcek)kontrolü /Barınak hijyeni /Besin hijyeni /Doğanın ve çevrenin korunması/Atıkların yok edilmesi/Çevre ve hava kirliliği ile mücadele/İyonizan ışınlardan korunma/İlk yardım ve can kurtarma hizmetleri /Ayaktan teşhis ve tedavi hizmetleri/Hasta sevk ve sonuçlarını izleme /Adli Hekimlik hizmetleri/Sağlık yönetimi ile ilgili hizmetler /Bilimsel araştırma çalışmaları.
Kentimizde 4-5 yıldan beri insanlara yapılan tahlillerde %50�si bozuk olan istasyon suyu içirilmektedir. Kentin kimi varoşlarında su şebekesi bulunmadığından halk kontrolsüz kaynaklardan su kullanmaktadır.
Kentimizde kanalizasyon sisteminin modernize edilme işlemleri henüz tamamlanamadığı gibi bazı bölgelerde kanalizasyon sistemi bulunmamaktadır. Bunun olumsuz sonuçlarını sağanak yağmurlarda, yaz aylarında ortaya çıkan ve Sağlık Bakanlığı tarafından yalanlanarak gizlenmeye çalışılan bulaşıcı salgınlarda hep birlikte yaşıyoruz.
Vektör (sivrisinek) kontrolü amacıyla faaliyet göstermesi gereken Sıtma Savaş Müdürlüğü�nün tek işi neredeyse romatizmalı hastalara zaman zaman bulunmayan klorokin dağıtmakla sınırlı hale getirilmiştir. Belediye sınırları içinde yürütülen zararlı böcek kontrolü çalışmaları ise bilimsel bir anlayışla sürdürülmemektedir.
Konutların sağlık koşullarına uygun olup olmadığı konusunda bir sağlık personelinin görüşüne gerek duyulmamaktadır.
Halkın %80�inin yoksulluk sınırında yaşaması, tüketime sunulan gıda maddeleri üreten ve satan kuruluşların istenilen düzeyde denetlenememesi, bu konudaki yetkilerin sık sık değişmesi, besin hijyeni, yeterli ve dengeli beslenme konusunda risk oluşturmaktadır.
Kentimizde doğa her geçen gün daha çok tahrip edilmekte, çevre kirliliği önlemleri ancak büyük facialar yaşandıktan sonra (çöp patlaması, gemi yangını vb.)akla gelmekte ve genellikle göstermelik düzeyde kalmaktadır.
Kentte radyasyonla ilgili etkin yaptırım uygulanamamaktadır. Başta radyasyona maruz kalanlar olmak üzere toplum ciddi riskler altındadır.
Acil yardım ve can kurtarma hizmetleri iki başlıdır. Hem il sağlık müdürlüğü hem belediye bu hizmet için müdürlük ihdas etmiştir. Üstelik ikisinin toplam ambulans sayısı 80�i personel sayısı 500 geçmemektedir. Halbuki kentin asgari gereksinimi 250 ambulans ve 1000�den fazla personeldir. Bu eksiklik nedeniyle acil hastaların üçte biri daha hastaneye varamadan hayatını kaybetmektedir.
Pratisyen hekimler hastanelere sevk ettikleri hastaların sonuçları hakkında bilgilendirmedikleri için artık hiçbir kuruluş arasında sevk zinciri işletilmemekte, bundan zarar gören vatandaşlar olmaktadır.
Adli hekimlik uygulaması İstanbul�da ayrı bir gariplik olarak sürdürülmektedir. Yasal düzenlemeler Adli Tıp Kurumu�nun ve Adli Tıp Uzmanlarının bulunmadığı yerlerde bu görevi pratisyen hekimlere vermiştir. Kentimizde hem Adli Tıp Kurumu hem Adli Tıp Uzmanları olduğu halde bu hizmet birçok bölgede pratisyen hekimlere yaptırılmaktadır. Pratisyen hekimler bu sırada zaman zaman kolluk güçlerinin örtülü tehditlerine maruz kalmakta ve bu hizmetleri gerektiği biçimde ücretlendirilmemektedir.
Bu koşullar altında görev yapmaya çalışan sağlık ocakları personelinin sık sık geçici ve keyfi görevlendirmelerle asli görevlerinden uzaklaştırılmaları (1 yıl içinde 9 kez geçici görevle görevlendirilen hekimler vardır)hem hizmetin sürekliliğini etkilemekte hem personelin motivasyon kaybına neden olmaktadır.
Bu nedenle Pratisyen Hekimler olarak; sağlık hizmetini insanların bozulan sağlıklarının düzeltilmesi (hastalıklarının tedavisi)ve ekip hizmetini hekim hizmetine indirgeyen geleneksel sağlık anlayışına dayalı bir I. Basamak Sağlık Organizasyonunu, bu hizmetlerin parçalanarak bir kısmının özel kuruluşlarca paralı olarak, bir kısmının kamu kuruluşlarınca döner sermaye ve vakıflara makbuz kesilmesi uygulaması ile sunulmasını benimsememekteyiz.
Halkın sağlık sorunlarının %90�ının ancak çağdaş sağlık anlayışı gereği; sağlığı fiziksel, ruhsal, sosyal olarak tam bir iyilik olarak algılayan sağlığın korunması ve geliştirilmesini hedefleyen bir anlayışla ve bir ekip hizmeti olarak sunulmasına dayalı ve kamu tarafından finanse edilen bir I. Basamak Sağlık Organizasyonu ile çözülebileceğine inanıyoruz...
*
Sağlık ocağı kurulları neden yok?
Kuruluşunda TSH�nin mantığı neydi?
224 sayılı yasa neyi getiriyor?
Çalışanlar ve hizmeti alanlar açısından bugünkü durum nedir?
Pratisyen hekimler, Kadıköy Merkez Sağlık Ocağı�nda söyleşti:
Dr. Rıdvan Yılmaz, Dr. Naciye Demirel, Dr. Hüseyin Demirdizen, Dr. Mustafa Sülkü, Dr. Muhammet Can.
M. Sülkü:Genel olarak bakarsak, genel bütçenin içinde sağlık bakanlığı bütçesi, sağlık bakanlığı bütçesi içinde TSH alanına yatırım payını çıkarttığımızda karamsar bir tablo ile karşılaşıyoruz. Halkın sağlık koşullarını iyileştirmek, hastalıklardan korumak yaşam standardını geliştirmek, korumak, kollamak için ayrılan kaynaklar sürekli azaltılmaktadır.
Sağlık Bakanlığı bütçesi genel bütçenin içinde %2.6�dır. Bu %2.6 içinde %20�si TSH�a ayrılıyor. Bu %20�nin, %18�i personel harcamalarına gidiyor. Yani 390 trilyonun %2�si (7.8 trilyon) TSH�a ayrılıyor. Beş bin sağlık ocağı varsa ne kadar yatırım yapılabileceği ortaya çıkıyor. Bakanlık �Ben size yatırım yapmıyorum, başınızın çaresine bakın�diyor. Zaten, bırak yatırım yapmayı, suyunu, elektriğini, telefonunu dahi ödeyemem diyor. �Ancak bir kaç sağlık ocağının çatısını onarırım, veya kiralama yaparım�diyor. Sağlık Bakanlığı cephesinde durum böyle.
Büyükşehir Belediyesi de doğrudan vermesi gereken hizmetleri katkı payı ile önce İnsan Vakfı�na aktarıyor. Bu zorunlu birşey, kendi kaynaklarıyla paylaşması lazım. Ama katkı payı ile halktan topluyor. Yanılsama şu:Sanki temel sağlık hizmetleri sunuluyormuş gibi toplumun en fakir bölgelerine mobil sağlık otobüsleriyle gidiliyor. Gezici otobüslerle sağlık hizmeti sunmak gibi verimsiz, göstermelik işler yürütülüyor. Yaşamın hiç bir alanında değişiklik öngörmüyor.
Hüseyin: TSH�ın kuruluş amacı neydi? 224 sayılı yasanın dört amacı vardır:
* Sağlık hizmetini sağlık ocağı tarafından belli bir coğrafi alana ve nüfusa yerinde sunmayı amaç edinerek kurulmuştur.
* 224 sayılı yasa, TSH�ni sektörler arası bir hizmet olarak görmüştür. Sadece tıbbi hizmet değildir. Çevre, tarım, eğitim vb. gibi hizmetleri de içermektedir. Sağlık hizmeti öncelikli bir bakış açısıdır bu.
* 224 sayılı yasa, bu nüfusa hizmeti sunacak belli bir sağlık ekibi önermemiştir. Bu hizmetin bir ekip hizmeti olduğunun altını çizmiştir.
* 224 sayılı yasa, TSH�ı ücretsiz sunmayı amaç edinmiştir.
224 sayılı yasada 5-10 bin nüfusa bir sağlık ocağı planlanmış ve en az bir pratisyen hekim, ebe-hemşire sağlık memuru, şoförden oluşan bir ekip tasarlanmıştır. Bugün ise, TSH örgütlenmesi hemen hemen yok gibidir. 1992 yılında, sosyalleştirme kapsamına alındığında 100�ü aşkın sağlık ocağı vardı. Halbuki, İstanbul için en üst rakamdan 10 milyon nüfus için en az bin sağlık ocağı gerekir. TSHbu hizmeti halkın ayağına götürmek üzerine kurulmuştur. Eğitimiyle, çevresiyle olması gereken rakam bindir. ?u andaki sayı 182�dir. TSH�ın maddi alt yapısı açısından bir yeterlilikten söz etmek oldukça güçtür.
Bugün sağlık ocakları bürokratik ve zaruri işleri yapıyorlar. Bürokratik olan, devletle, yöneticilerle vb. ilişkilerdir. Zorunlu işlerse, gelen reçetelerin yazılması ve aşıların yapılmasıdır. Burada zaten yetersiz olan alt yapısı, az önce söylenen TSHbütçesiyle birleştirildiğinde elinde olmayan olanaklarla sadece vatandaştan aldığı para kadarıyla işler yürütülmektedir.
Pratisyen hekimler açısından bakıldığında, buradan gitmenin, kurtulmanın telaşı içindeler. Kendisi için en az enerjiyle yürüteceği bir faaliyeti yürütüp, çalışanlarla sürtüşmemek, idarecilerin gözüne batmamak, için çaba içindeler. Çok alt düzeyde bir durum var, bunun değişmesini istemiyorlar. Az sayıda pratisyen hekim ise, bu koşullarda pratisyen hekimlik yaparak çalışmanın sıkıntısını yaşıyorlar.
Naciye: Her yerde sadece reçete yazdırmak yaygınlaşıyor. Sağlık ocakları masa başı, büro faaliyeti yürüten kurumlara dönüşerek, TSH�nin niteliği değişime uğramıştır.
Rıdvan: Halkın bu tür yerlerden hizmet alma gereksinimi, her geçen gün artarken, sağlık ocağı hizmetleri hastalık-muayene-reçete eksenine sıkışmış durumdadır. Sağlık ocakları İstanbul nüfusunun ancak %20�sine yetecek sayıdadır. Bin tane sağlık ocağı olması gerekirken, bu sayı 182�dir. Sağlık harcamalarının sürekli kısılması buraların işlevini ve niteliğini değiştirmektedir.
M. Can: TSH�nin mantığı şu değil miydi?Hastalıkların oluşmaması, ortaya çıkmaması, çevrenin kontrol altına alınması ve halkın eğitimi için, bu hizmeti en ücra yerlere yani halkın ayağına götürmek. İnsan sağlığının bozulmaması, sağlığın geliştirilmesi, korunması için bir temeli var bu hizmetlerin.
Rıdvan:Katılıyorum. Biz pratisyen hekimlerin de hizmeti alanların durumlarına uygun olarak niteliklerimiz değişti. Hasta tıbbi açıdan yaklaşımı sadece o anda, yani hastalandığında istiyor. �İlacımı doktora danışayım�diyor.
Naciye:Gelen insanlarda başka bir sağlık talebi beklentisi de yok. Tedavi edici hekimlik ön plana çıkınca pratisyenlik küçümseniyor.
Rıdvan:Halkın tıbbi açıdan da bu yaklaşımı, bizden uzaklaşmalarına neden oluyor. Bir tür yabancılaşmayı yaşıyoruz. Ücretlerimiz belli, resmen geçim sıkıntısı içindeyiz. Pekçok emekli hekim geliyor burada reçete yazdırıyorlar. Diyorlar ki, �gelecek sefer geldiğimde sizi burada görmek istemiyorum, mutlaka sınavı kazanmış olun!�Kendinizi bir pratisyen olarak açıklayabilirseniz, ancak o zaman �başarılar dilerim�diyorlar. Çalışma ortamlarımız ve sağlık insangücü de ortadadır. Ancak bu konuda mücadeleye devam etmemiz gerek.
M. Can:Bu mücadelenin kırılma noktası bana göre, TSH�deki para ilişkisidir. Neden diyeceksiniz?Hasta geliyor, para veriyor ve hizmeti alıyor. Tersi parayı veremiyor, hizmeti alması zorlaşıyor ya da ayırıma uğramanın sıkıntısını yaşıyor. Çalışanlarla çatışmaya giriyor. Sonuçta yaşanılan süreç çalışanları ve hizmeti alanları karşı karşıya getirerek tahribata neden oluyor. Peki bu durumun hiç olumlu etkisi yok mu?Sağlık ocaklarının tüpü değiştiriliyor, diğer su elektrik, telefon paraları ödeniyor. Sonuç olarak para ilişkisi, hekimle çalışanlar arasında sıkıntılar yaratırken, bu hizmeti alanlara da yansıyor.
�sağlık ocağı masraflarını bize göndermeyin�
Rıdvan:Sağlık Müdürlüğü�nden yazı geliyor. �Sağlık ocağı masraflarını bize göndermeyin�diye. Sonra Sağlık Bakanlığı açıklama yapıyor, �sağlık ocaklarında para almayın�diye. Nereden bakarsanız bakın, sağlığa ayrılan bütçenin artırılması zorunluluktur. 1994 rakamlarına göre, TSH�de kişi başına sağlık harcaması 13 dolar olarak açıklanmıştır. Bu oranlar bu şekilde sürdüğü sürece, bu tartışma ve çatışmalar bitmeyecektir.
Hüseyin:Devlet �ben sana para vermiyorum, bilimum harcamaların için başının çaresine bak�diyor. Yani, bu sorunların çözümsüz kalması bir noktada onun sağlık politikası oluyor.
Naciye:Çözümsüz kalması çözüm değil ki... Vatandaş bu durumu gayet iyi kabulleniyor. Sorunlar, sağlık ocaklarından hastanelere kadar uzanan çizgiye dayanıyor. Örneğin, diş sorunu nedeniyle Kayışdağı�ndan buraya hasta geliyor. �Orada neden yapılmıyor�dediğimde ise, �oradaki hekimin malzemesi yokmuş�diyor. Bu durumu bize iletti ve �çözün�diye de tembihledi.Ancak �bizim de vatandaş olarak bunu talep etmemiz lazım, nasıl talep edelim�dedi.
Hüseyin:Toplum ne yapacağını bilmiyor diyebilir miyiz?
Naciye:Halkın kendi mahallesinde örgütlenmesi lazım. Başka yolu yok bu işin.
Hüseyin:Zaten yasal olarak sağlık ocağı kurulları diye bir şey var. İmamından, öğretmeninden, esnafından, sağlık çalışanlarına kadar tümünü kapsayan bu kurul işlemiyor/işletilmiyor. Sağlık ocağı kurullarının yapması gereken şeyler, sağlık çalışanlarının bulundukları coğrafi bölgede karşılaştıkları sorunlara çözüm bulmaya çalışmaktır. Para mı toplayacak, suyu mu getirecek, hükümete mi gidecek vs. Sorunlara çözüm bulmanın yolların aramaktır.
Naciye:Kadıköy�de nerede bu kurul?
Hüseyin:Kadıköy�de zaten sağlık ocağı yok ki, bu kurul nerede olsun?
Naciye: İstanbul için söylüyorum. Bin tane sağlık ocağı olması gereken bir kenttir burası, 182 değil. Bu sorunu daha da katmerleştirmiyor mu?
Hüseyin:Sağlık ocağı olmamasına rağmen, buraya gelen hastalardan para kesmeyi biliyoruz yalnızca.
Naciye:O pratisyen hekimler için kolay olan yönü. Halk için de kolay olan kısmı, bize bağırıp çağırmasıdır. Her iki kesim de böyle bitiriyor işini.
Hüseyin:Her ne şekilde olursa olsun, herhangi bir sorun bir şekilde çözülüyorsa, sonuçları düşünemeden, o anda bu bir çözüm yolu olarak görülüyor ve kullanılıyor. Sonradan anlaşılıyor ki, çalışanlar halkla karşı karşıya gelmiş ve birbirlerine yabancılaşmışlar. Gayet masum olarak başlatılan bu uygulama, bugün tüm TSH�de yaygın bir şekle bürünmüştür. Yıllardır TTB olarak �hayır kardeşim, bu işi yapmayın, para toplamayın�diye sesleniyoruz hekimlere. Sonra da gelip işyerlerinde bu işi bizler yapıyoruz. Sistem en başından tıkanmış. Devlet de bazı sorunları çözdüğünü, olanaklar yarattığını bildiği için, bir takım ilerlemeler sağladığı için, bunu destekliyor.
Toplumun, sorunun çözümünde taraf olması gerekmektedir. Paradoksal olarak birçok hekim sağlık ocağı kurullarını, yani toplumun müdahalesini istememiştir. Onlara göre; sağlık kurullarında öğretmenin, muhtarın, imamın ne işi var? �Biz çok özel işler yaptığımız için bu sağlık kurullarına ne ihtiyaç var�dediler. Oysa bu toplum katılımının yani çözümün yolunu açacak birşeydir. Hastaya, insana her konuda önderlik yapabilmek, topluma danışmanlık yapmak gibi görevleri vardır pratisyen hekimlerin. Biz burada hazır çözüm yöntemleri bulmuşuz. Paranı yatır, sorunlarını çözeyim diye, o kadar. Para ilişkisi ticari bir ilişkidir. Az ya da çok olması önemli değildir. Şu anda TSH�nin ticarileşmemiş bir bölümü yoktur. İstanbul�da binlerce çocuk hekimi, aile planlamacısı var. Bunlar TSH�nin görevlerini ticari olarak yerine getiriyorlar. TSH özelleşmiş alanlar için yürütüldüğünden, geriye kala kala, angarya işler kalıyor. Reçete yazmak gibi...
M. Can: TSH�ne en fazla gereksinimi olan kesim, yoksullardır. Oturduğu yerde alt yapı hizmetleri yoktur, beslenme bozuklukları vardır. Yani hasta olmaya daha fazla adaydırlar. Bulaşıcı hastalıklardan, bebek ölüm hızları ve anne ölüm oranlarına kadar, en fazla bu kesime pay düşmektedir.
Hüseyin: TSH�den bugün iyi-kötü başka hiç bir yerde bu hizmeti alma şansı olamayanlar hala hizmetten yararlanıyor. Periferdeki sağlık ocaklarında bu hizmeti sunanlarla ilişki kurmak gerekiyor. Sağlık ocaklarının sayılarının artırılması için mücadele gerekiyor. Her şeye karşın insanlar buradan hizmet alıyor çünkü... Sağlık ocaklarının sadece kötü örnekleri üzerinden görmek ve yargılamak doğru değildir.
Öncelikle, sağlık ocakları daha iyi nasıl çalıştırılabilir, diye sormamız gerekiyor. Sağlık ocağının yapısı ve kurulları nasıl demokratikleştirilebilir?Sosyalleştirmenin yasalaşmayan maddesi de, insanların az-çok sağlık ocaklarına bir gönüllü katkısının olacağını varsayıyordu. İnsanlar bize geliyor, sorununu çözemiyor, onu siyasal iktidarın üzerine göndermeyi örgütlememiz gerekiyor...
*
Sağlık ocakları hizmetlerinde kaynak sorunu ve katılım
Dr. Mustafa Sütlaş
224 Sayılı �Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesine Dair Kanun�un ilk uygulamaya başlanmasının üzerinden 37, tüm Türkiye�yi kapsamasına karar verilmesinin üzerinden de yaklaşık 15 yıl geçti.
Bu süre içinde yasa gerçek anlamıyla yalnız ilk beş yıl içinde uygulanabildi. Sonraki yıllarda yasanın dayandığı �sosyal devlet�ilkesi bir yana atılmış, gerek 1961 gerekse 1982 Anayasalarında yalnız yazıda kalan bir hüküm olmuştur.
artık, hizmet ücretli
Bugün hangi sağlık ocağına giderseniz gidin artık hizmetin daha çok tedavi edici hekimlik çerçevesinde yerine getirildiğini, bir ölçüde gerçekleştirilen bireye yönelik koruyucu hekimlik çalışmalarında devletin vaadinin tersine ücretli bir hizmet olarak sunulduğunu görebilirsiniz.
Bugün bu hizmetlerin ücretleri Sağlık Bakanlığı bünyesinde kurulmuş olan �Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı�makbuzlarıyla toplanmaktadır. O kadar ki bu makbuzlarla alınacak sözde �bağış�lar çoktan bir �rayiç�e ya da �narh�a bağlanmıştır.
Birçok ocak, su, elektrik, telefon ve ısınma giderlerini bu makbuzlarla kestiği paralardan karşılamaktadır. Yine birçok ocak, gündelik hizmetleri için gereksindiği pamuk, gazbezi, pansuman malzemesi, acil kullanım için gerekli ilaçlar gibi tıbbi gereksinimleriyle, kırtasiye giderlerini de yine bu kaynaktan sağlamaktadır. Son dönemde aile planlaması için kullanılan bazı araç ve gerecin de ocaklar tarafından kesilen vakıf gelirlerinden ödendiği bilinmektedir.
Dolayısıyla devlet bir sağlık ocağı açmış (o da her yerde değil)ve sadece çalışanının maaşını ödemekte, hizmetle ilgili diğer konulara karışmamaktadır. Bu noktada ocak çalışanlarının ya da sorumlu hekimlerinin önünde iki seçenek vardır:Ya gerekli araç gereç olmadığı için günü masa başında oturarak dolduracaklar ve bu arada hizmet için başvuran vatandaşın hizmet talebine karşılık vermedikleri için bir yandan kendi kendilerini yerken bir yandan da halkın eleştiri ve hakaretlerine, amirlerinin fırça ve cezalandırmalarına maruz kalacaklar, ya da hizmet verecek ama karşılığında o hastalardan bu hizmetin bedelini, �hiç üstüne vazife olmadığı halde�alacak ve �iyi hekim/iyi ocak�olacaklardır. Başka bir deyişle çözüm ya �kırk katır ya da kırk satır�dır.
başka bir yolu yok mu?
Kuşkusuz ki var. Sosyal devlet ilkesini yerine getirmek, devletin vatandaştan aldığı verginin karşılığı olarak yerinde getirmek zorunda olduğu hizmetlerden birisi olan sağlık hizmetlerini karşılıksız sunmaktır.
Aslında bu çözüm 224 sayılı yasanın içinde bulunmaktadır. Bu yasada ve ona bağlı olarak çıkarılmış yönetmelik ve yönergelerde her sağlık ocağında hizmetin planlama ve değerlendirmesine ilişkin olarak �sağlık kurulları�nın kurulacağı öngörülmüştür. Bu kurullarda ocak tabibinin başkanlığında, varsa bu yerleşim yerinin belediye başkanı ve/veya muhtarı, varsa ilkokul/ortaokul/lise müdürü, ocağın bulunduğu yerin merkez ve köy camilerinin imamları, bu yerlerde yaşayan halkın sevgi ve saygısını kazanmış köy ihtiyar heyetlerince seçilen halktan birer kişi bulunabilmektedir.
Varolan yukarıdan aşağı sağlık örgütünün dışında toplumun katılımını sağlayan bu kurullar; içerdikleri unsurlar yönünden sanki, yasanın çıktığı dönemde bugünkü kadar yaygın olmayan yerel sivil örgütlenmeleri tarif etmektedir.
Sosyalizasyon uygulaması sırasında bir dönem bazı ocaklarda, bugünkü uygulamadaki merkez vakıf yerine �sağlık ocakları koruma ve güçlendirme dernekleri�vardır. Bunlar ocaklarda verilen hizmetin karşılığı olarak değil, verebilecek durumda olanlardan ocak gereksinimleri için bağış topluyorlardı. Zaman içerisinde bazı suistimaller bahane edilerek, toplanan paraların bazı yerlerde büyük meblağlara ulaşması, ocakların gereksinimleri dışında bazı alanlarda sarf edilmesi, bazı yerlerde ise hemen hiç kaynak bulamaması dolayısıyla işlevini yerine getirememesi gibi nedenler bunların kapatılmasına yol açmıştı.
Daha somut bir anlatımla, sağlık ocaklarına hizmeti alan toplumun gerek tek tek bireyler olarak, gerekse o bireylerin değişik amaçlarla bir araya geldikleri her türden örgütlenme olarak aktif katılımı hedeflenmelidir. Bu katılım ve işbirliği ile ocağın her türlü gereksinimi karşılanacak, daha da önemlisi ocağı ve hizmetleri toplumun sahiplenmesine olanak tanınmış olacaktır. Böylelikle ocağın verdiği hizmetin karşılığı olarak vatandaşın �bağış�adı altında ücret alma dolayısıyla birinci basamağın bir anlamda �özelleştirilmesi�uygulaması ortadan kalkabilecektir.
Daha önceki dernek denemelerinde ve şu anda merkezi vakıf uygulamasında ortaya çıkacak �şaibe�ve �söylenti�ler şeklindeki sorunlar ise ancak demokratik işlerlik ve denetimin sağlanması, açıklık ve şeffaflık ile önlenebilir.
Yine hasta ve hekim örgütleri, sendikalar ve diğer güçlü yerel örgütlenmeler, yerel yönetimlerin de katılımıyla, doğrudan sorumluluk üstlenebilir ve işlerliğin denetimini yapabilirler.
Tüm bu öneriler şu andaki mevzuat içinde bile gerçekleştirilebilir. Yeter ki düşünce benimsensin ve kolay olan değil, güç ama doğru olanın yapılmasına niyet edilsin.
Toplumda her alanda, toplumu oluşturan bireylere bir değer vermek, onların söz ve karar süreçlerine doğrudan katılımlarını sağlamak, bir çok ortak sorunu aşmaya yarayacak önemli bir çıkış ve vazgeçilmez bir olanaktır...
*
Görüşler...
Devlete yardım şart
Dr. Cemil Karakuş (Ortaçeşme Sağlık Ocağı):
Temel sağlık hizmetleri, sağlık ocaklarında ve hastanelerde yapılan muayene, enjeksiyon, aşı-pansuman-küçük cerrahi müdahaleler, adli rapor verilmesi parametrelerinden oluşan hizmetlerdir.
Pratisyen hekimlerin ve diğer sağlık çalışanlarının durumu; enflasyona göre maddi imkanlar açısından iyileştirilmelidir. Devletin sağlık ocağı ve hastane yapımı-işletimi konusunda çalışmaları kuşkusuz en iyiyi yapmaya yönelik olarak düzenlemeye çalıştığını, ama bir takım eksikliklerin olduğunu düşünüyorum. Pratisyen hekim ve çalışan sağlıkçıların daha iyi hizmet sunabilmesi için, sağlık ocağı ve hastanelerin malzeme ve personel yönünden tam teşekküllü çalışması gerekir.
Sağlık ocaklarına sahip çıkmalıyız
Dr. Gürcan Bahadır (Soğanlık Sağlık Ocağı):
Bugün büyük kentlerde, TSH�de koruyucu hizmetler (çevre, iş ve işçi sağlığı, sağlık eğitimi vs.)neredeyse ortadan kaldırıldığı ve tedavi edici hizmetlerin ön plana çıkarıldığı ve halka bunun doğru ve yeterli bir sağlık hizmeti gibi empoze edildiği bir süreç yaşanmaktadır. 50 bin nüfuslu bir bölgeye, bir-iki ebe hizmet vermeye çalışıyor. Bu koşullarda, ne bebek, ne gebe işlemleri, ne de ev halkı tespitleri yapılıyor. Bir ekip hizmeti olan TSH, sağlık insan gücünün dengesiz dağılımı ve nicel olarak yetersizlik, aynı zamanda bölgeler arasındaki eşitsiz sağlık hizmetini doğuruyor. Gecekondu ağırlıklı bölgelerde çalışan sağlık çalışanlarının işini zorlaştırıyor. Sağlık hizmetinin ekip hizmeti olma özelliğini yok ediyor.
Sağlık ocakları sadece poliklinik hizmeti vermeye çalışan sağlık kurumlarına dönüşmüştür. Altyapısı yetersiz bu kurumlarda vakıf adına para toplanması, hizmeti alanlar arasında eşitsizlik ve hizmet farklılaşması yaratıyor. Çalışanlar hastalarınaa yabancılaşıyor. Sağlık ocaklarında, kafamızdaki bir çok projeyi, tüm çarpıklığa rağmen hayata geçirebilmenin gayreti ile buruk, ancak umutlu bir şekilde hizmet veriyoruz.
Hizmet amacından saptı
Emine Kırılmaz (22 yıllık ebe):
Temel sağlık hizmetleri vatandaşa hizmet için kurulmuştur. Daha önceleri sağlık ocaklarında muayene falan yoktu. Sadece evlenme muayenesi olurdu. ?imdi ise, sağlık ocakları sadece, zorunlu aşı hizmeti, muayene ve tedavi yapıyor. Sağlık ocağında işlerin paralı hale gelmesinden dolayı halk mağdur olmaktadır.
Sağlık ocaklarında personel eksikliğimiz var. Devlet hizmetli perosnel göndermiyor. İşleri bizler yapıyoruz. Ya da dışarıdan para karşılığında bu işi yapacak kişiler buluyoruz. Tıpkı, tüm elektrik, su, ısınma, telefon vb. ihtiyaçlarda olduğu gibi.
İşimizi severek yapıyoruz
Yasin Boz (30 yıllık sağlık memuru):
DSÖ�nün sağlık alanındaki hizmetlerinin tümü TSH kapsamındadır. İnsanın ruhen, bedenen kendini iyi hissetmesi sağlıklı olmasıdır.
Bugünkü sağlık politikaları, �parası olmayanın canı çıksın�mantığı ile yürütülmektedir. Sağlık hizmetini sunanlar da sömürülmektedir. Biz hala 224 sayılı sosyalizasyon kanununa bağlıyız. Ancak bu kanun işletilmiyor. İşimizi severek yapıyoruz, hizmetlerimiz yetersizdir.
İnsana yatırım şart
Neriman Fidan (15 yıllık hemşire):
İnsan sağlığını ilgilendiren her şey temel sağlık hizmetlerine girer. Çevre sağlığı, aşılamalar, aile planlaması gibi...
Bugün gelinen noktada durumdan memnun değiliz. Ben sağlık ocağının aşı sorumlusuyum. Sadece buraya gelenlere aşı yapıyoruz. Gelmeyenlerden haberimiz yok. 40 bin nüfuslu bölgeye az sayıda ebe-hemşire ile hizmet vermeye çalışıyoruz. 3-4 yaşında hiç aşısız çocuklara rastlıyoruz.
Halk bütün bu eksikliklerden bizi sorumlu tutuyor. Gerekli malzemeler gelincekendimizi iyi hissediyoruz, yoksa gitgide halka yabancılaşıyoruz.
Temel sağlık hizmetleri çökmüştür
Dr. Esat Çilcan (Pratisyen hekim):
TSH, çevre, halk sağlığı, bulaşıcı hastalıklarla mücadele hizmetlerini kapsamaktadır. Bugün bunların hiçbiri yapılmamaktadır. Poliklinik vs. yapıyoruz, ama gerçek işimizi yapmıyoruz.
Ekip hizmeti gerekli
Gülüşan Karakayalı (10 yıllık hizmetli personel):
TSH dendiğinde, aklıma personelinden, hemşiresinden, hekimine kadar bir ekip çalışması geliyor.
Bizler gelinen noktada sağlık personeli bile sayılmıyoruz. Ancak işleri birlikte yapıyoruz. Ücretlerimiz çok düşük.
Sıkıntılarımız çok fazla
Dr. Yalçın Antmen (Tuzla Orhanlı Sağlık Ocağı):
Sağlık ocakları, TSH�nin çevre sağlığı, çocuk gelişimi vb. hizmetleri açısından yapı taşlarıdır. Maddi açıdan durumları çok kötü. Burada bir hekim, üç hemşire ile 76 bin nüfusa bakıyoruz. ETF tutulamıyor, halkla ilişkilerimiz yok. Fabrika atıkları var, çevreyi kontrol edemiyoruz. Tuzla organize sanayi bölgesi yakınındayız, tekstil ve boya fabrikaları var. Çevre sağlık teknisyenimiz bile yok. İçme suyumuz yok, sular tankerlerle geliyor, kanalizasyon yok. Ne kadar çocuk nüfusumuz var, gebe sayısı ne kadar, bilmiyoruz. Para ilişkisi çok ilginç. Sonra getiririm diyenler hakikaten makbuz borcunu getiriyor. Koşullarımızın kötü olmasından olsa gerek. Muayeneden vakfın bir milyonluk fiyatına rağmen 500 bin alıyoruz.
Hizmet parasız olsun
Nebahat Abak (Ev kadını):
Sağlık ocaklarında bize sahip çıkılmasını istiyoruz. Para alınmasın, hastanelerden de para alınmasın. İlaçlarımız ücretsiz verilsin. Eşim öldü, çocuklarımın aşılarını burada yaptırdım. Sarılık aşıları da burada yapılsın.
Güleryüz önemli
Semih Ataergin (Emekli):
Sağlık ocaklarında güleryüzlü karşılanmak istiyorum. Biz sağlıklı çevre istiyoruz. İçtiğimiz su temiz olsun, sağlık ocaklarındaki hizmetler parasız olsun. Her türlü aşımız burada yapılsın istiyoruz.
Yasalara uyulmalı
Tahsin Aksu (Ortaçeşme Muhtarı):
Sağlık ocakları buradan hizmet alanlar için önemlidir. Herkes bu sağlık hizmetinden yararlanmalıdır. Vakıf makbuzlarının katkı olsun diye kesildiğini sanmıyorum. Sağlık ve para açısından daha mağdur durumda olanlara uygulanması yanlıştır. Ayrıca bunu düzenleyen bir yasa yok mudur?Çünkü biz muhtarlar olarak, ilacını alamayanlarla, tedavi olamayanlarla sürekli uğraşmak zorunda kalıyoruz. Bu başlı başına bir sorundur. Sağlık sorunları olan ve sorunlarını çözemeyen insanlara (bu sorunların hepsi parasaldır)yardımcı olmaya çalışıyoruz, yeşil kart çıkarıyoruz. Ancak devlet gerekli tedbirleri almalıdır, insan sağlığı önce gelmelidir...

*
HABERLER
Sayın delege,
Türk Tabipleri Birliği Büyük Kongre Delegesi seçilmeniz nedeniyle sizi kutluyoruz. Sağlıklı yaşama hakkının, mutlu bir azınlık hakkına dönüştürüldüğü bir dönemde yaşamsal bir görev ve sorumluluk üstlendiniz.
Daha önce Tabip Odanıza siz delegelere verilmek üzere, Nasıl Bir Türk Tabipleri Birliği Oluşturmalıyız?sorusuna düşündüklerimizi fakslamıştık. Çünkü o zaman elimizde delege listeleri yoktu. Şimdi bu mektubumuzu tek tek adreslerinize yazma fırsatını bulduk. Sizlere Büyük Kongre hazırlık gelişmelerini ve etkin bir Türk Tabipleri Birliği oluşturma yolunda düşüncelerimizi aktarmak istiyoruz.
Gönderdiğimiz ilk mektupta, �... Yaşadığımız bu ortamda hekimlik değerlerine, hekim haklarına ve halkın sağlıklı yaşam hakkına sahip çıkacak güçlü bir Türk Tabipleri Birliği�ne ihtiyacımız var. Oluşturacağımız Merkez Konseyi�nde yukarıdaki değerler çerçevesi içinde, temsil niteliği olan, çalışmayı hedef alan ve hiç bir birikimi dışarıda bırakmayan özellikleri ön plana çıkartmanın gerekliliğini düşünüyoruz� demiştik ve birliği vurgulamıştık. Ancak halen Merkez Konseyi yönetiminde bulunan ekip, bizim tavrımızı dikkate almayıp, kendisi bağımsız bir liste oluşturmayı tercih etti. TTBMerkez Konseyi�nin tüm Odaların Merkez Konseyi olması düşüncesi ile, böyle bir dayatmayı kabul etmemiz mümkün değildir. Bu nedenle oluşturacağımız Merkez Konseyi için, bir kez daha sizlere düşündüklerimizi iletmeye karar verdik.
Bugün sağlıklı yaşama hakkı, bu hakkı korumak ve geliştirmek amacıyla ürettiğimiz sağlık hizmetleri ve bu hizmeti üreten hekimlerle, sağlık personelinin geleceği, tehdit altındadır. Türk Tabipleri Birliği�nin doğru ve gerçekçi bir politika temelinde yürüteceği örgütlü mücadele, bu tehditin püskürtülmesinde büyük katkı yapacaktır. Toplumun ve hekimlerin sorunlarının çözümüne yardımcı olacak etkinlikleri tanımlamaya ve uygulamaya fırsat bulamayan bir örgütsel ortam oluşturulması olasılığını, kaygı verici buluyoruz.
Görevimiz ve sorumluluğumuz bu nedenle hayati öneme sahiptir. Toplumun ve hekimlerin beklentilerini ve gereksinimlerini uzlaştıran, gerçekçi sağlık politikaları üretilmesi ve uygulanması için hekimleri harekete geçiren, hekimlerin dağınık bir çıkar grubu olarak değil, sorumluluk sahibi bir baskı grubu olarak toplumsal yaşamın ve sağlık alanının yeniden yapılanmasına katılabilmesini sağlayan bir meslek örgütü, güçlü ve saygın bir Türk Tabipleri Birliği oluşturmak bizlerin ellerindedir.
Böyle bir Türk Tabipleri Birliği;
* Cumhuriyetin temel ilke ve değerlerini, laikliği savunmalı, devletin demokratikleşmesini hedeflemeli ve Cumhuriyet Devrimlerinin kazanımlarını yaşatmalı ve geliştirmelidir.
* Küreselleşme ve özelleştirme programlarının ulusal devletleri, kamu ekonomilerini yıkarak, milliyet ve mezhep çatışmalarını körükleyerek, parçalamayı hedeflediğini gözardı etmeden, politikalarını belirlemelidir.
* Kamu sağlık hizmetini savunmalı, merkezi planlama ve denetimin etkinleştirilmesini, hedeflemelidir.
* TTB, bireyleri, grupları değil, hekimliği ve hekimlik değerlerini temsil etmelidir.
* TTB, tabip odaları ile ilişkilerini kişi, grup, siyasi yakınlık üzerinden değil, yönetimsel sürdürmelidir. Tabip odalarının iç işlerine karışmamalı, grupsal tavır koymamalı, Oda�lar arasında eşgüdüm sağlamalıdır.
* TTBYönetimi, ana çalışma alanlarında bilgi ve deneyim sahibi, temsil yeteneği olan ve çalışmalarına önderlik edebilecek üyelerden oluşmalıdır.
* Özel sağlık hizmetlerinin niteliğinin artırılması, denetlenmesi ve standardizasyonunda somut adımlar atmalı ve bu alanda etkin rol oynamalıdır.
* Uluslararası ilaç ve tıbbi malzeme şirketlerinin faaliyetlerini izlemeli, bu alandaki ulusal çıkarlarımızı titizlikle savunmalıdır.
* Birinci basamak sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması, hekim istihdamının güvenceye alınması, tüm topluma sağlık açısından sosyal güvence sağlayacak kapsamlı bir halk sağlığı programının gerçekleşmesi için çalışmalıdır.
* Tıp eğitimi, sürekli eğitim ve uzmanlık eğitiminde ülke gerçeklerine uygun planlama ve standardizasyon için mücadele etmelidir.
* Sağlık hizmetlerine ayrılan kaynakların artırılması, var olan kaynakların etkin kullanılması için çaba sarfetmelidir.
* Hekim emeği niteliğinin artırılması, hekimlerin çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi için çalışmalıdır.
* Hekimlik uygulamasındaki olumsuzluklarla mücadele edilmelidir.
* İnsan hakları ihlalleri alanında hekim tutumunu ilkeli biçimde savunmalı, bu tutumu hekim kitlesiyle paylaşmayı hedeflemelidir.
* Diğer oda, sendika ve demokratik kitle örgütleriyle örgütsel kimliğe saygı ve içilişkilere karışmama temelinde ilişkiler kurmalı, ortak hareket zemini yaratmalıdır.
Toplumun ve hekimlerin bu hedeflerini gerçekleştirecek bir Türk Tabipleri Birliği�nin oluşturulması için, yeterli birikim, deneyim ve nitelikli kadrolar vardır. Bu kadro, halk sağlığı ve hekim örgütlenmesi alanında Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında Dr. Refik Saydam ve arkadaşları, 1960 sonrasında da Dr. Nusret Fişek ve arkadaşları tarafından umut, inanç ve sevgiyle yaşama geçirilen anlayışın izleyicisidir.
Böylesi bir programın yaşama geçirilmesinin ön koşulu güçlü bir örgütsel katılım ve destektir.
Daha güçlü bir Türk Tabipleri Birliği�ni yaratmak için kararlılığımız ve desteğimiz, belirleyici olacaktır.
18.6.1998
İstanbul Tabip Odası Büyük Kongre Delegeleri
*
TTB 46. Büyük Kongresi
Dr. Mustafa Sütlaş
Türk Tabipleri Birliği�nin 46. Olağan Büyük Kongresi 27-28 Haziran tarihlerinde Ankara�da yapıldı. TÜBİTAK�ın Kavaklıdere�deki Feza Gürsey Toplantı Salonu�nda saat 10.00�da başlayan Büyük Kongre�ye TTB çatısı altında örgütlenmiş bulunan 52 tabip odasından 264�ü delege olmak üzere, bazı odaların yönetici ve üyelerinden oluşan 400�e yakın hekim katıldı.
Kongrenin divan başkanlığına Bursa Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Hamdi Aytekin seçildi. Kongre divanının oluşmasından sonra gündeme geçildi. Gündem gereği TTBMerkez Konseyi Dr. Füsun Sayek kürsüye gelerek bir açış konuşması yaptı. Dr. Sayek konuşmasına, bu kongrenin örgüt tarihinde önemli bir yer tutacağını söyleyerek başladı. TTB�ye bağlı odaların nisan ve mayıs aylarında yapılan kongrelerinde 20 bini aşkın hekimin katıldığını belirten Sayek; �bu katılım Büyük Kongreyi daha da anlamlı kılıyor� dedi.
Ülkemizin içinde bulunduğu koşulların ve ortamın sağlığı olumsuz olarak etkilediğini ortaya koyan TTBMerkez Konseyi Başkanı; �karabasanların bizi boğmasına izin vermemeliyiz� dedikten sonra devamla; �Sağlığın ilk ön koşulu demokratik bir ortam ve demokrasidir. Bugün özgürce düşünme, insan haklarını savunma suç sayılmaktadır. Ancak demokrasi ve gerçek anlamıyla laiklik olmadan sağlık için bir şey yapılamaz.
İkinci ön koşul barıştır. Ülkemizin bir yerinde yaşanan savaş ortamı yalnız bu bölgeyi değil, tüm ülkeyi ve bu arada sağlığı da olumsuz etkilemektedir. Üçüncüsü ise ekonomik durumdur. Ülkemizde de yerleştirilmeye çalışılan Yeni Dünya Düzeni denilen sistem yoksulluğa, umutsuzluğa ve sağlıksızlığa yol açıyor.� diyerek konuşmasını sürdürdü.
Örgüt içinde belirli bir kesimin TTB�yi dinsel gericiliğe karşı çıkmadığını söyleyerek eleştirdiğini de belirten Dr. Sayek; �TTB dinsel gericilik de dahil her türlü gericiliğe karşı bir örgüttür. Bu konuda yaptıklarımız ve söylediklerimiz ortadadır.� dedi. Dr. Füsun Sayek konuşmasında Sağlık Bakanlığı tarafından imzaya açılan Kişisel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı�na da değindi ve şöyle dedi:�Daha önce ortaya konulan ve yanlış olduğu için karşı çıktığımız eski adıyla Genel Sağlık Sigortası, yeni adıyla Kişisel Sağlık Sigortası sağlık alanında mevcut sorunları çözmek bir yana ortamın olumsuzluklarını dolayısıyla mağdurlarını daha da artıracaktır. Bu ortamda herkes gibi biz hekimlerin de sorunları var, bizler de mağduruz.� Örgütün pek çok başarılı iş yaptığını ortaya koyan Dr. Sayek, yalnız özlük haklar konusunda başarılı olamadıklarını vurguladı. Bunun nedeni olarak da bu konudaki gerçek sorumlusunun TTB değil, Sağlık Bakanlığı olduğunu belirtti.
Eczacılar Birliği Başkanı Domaç
Açış konuşmasından sonra Büyük Kongreye katılan konuklara söz verildi. İlk olarak söz verilen Türk Eczacıları Birliği Başkanı Mehmet Domaç sözlerine �hekimler bu toplumun gerçeklerini ve sıkıntılarını en iyi bilen insanlardır� diyerek başladı. Konuşmasında ağırlıkla Kişisel Sağlık Sigortası Yasa Taslağı üzerinde duran Domaç; �Bu taslak sağlığı tam anlamıyla özelleştirmekle kalmıyor, yarattığı aracı kurumlarla zaten kıt olan kaynakları bazı kesimlere aktarıyor. Bu taslak yasalaşırsa sonuçta varılacak yer, hizmetin tam olarak durmasıdır�dedi. Daha sonra kayıt dışı ekonomi ve Susurluk konusuna da değinen Domaç; �Susurluk çetesini çözemiyoruz ama Manisalı, Gaziantepli çocukların çetesini çözüp onları cezalandırabiliyoruz.
Mehmet Domaç�tan sonra söz alan Kuzey Kıbrıs Tabipler Birliği Başkanı Dr. Mustafa Hami, özetle Kuzey Kıbrıs�a aktarılan kaynağın çarçur edildiğini, yapılan tıp fakültesinin, binaları yapan müteahhitten başkasının işine yaramayacağını, Kıbrıs�ta sağlık hizmetlerinin günden güne kötüye gittiğini, sağlığa ilişkin parametrelerin de giderek bozulduğunu söyledi. Dr. Hami sözlerini; �biz Kıbrıs�ın iki toplumlu, iki kesimli, bağımsız bir barış adası olmasını istiyoruz. Bu aynı zamanda bölge barışına da hizmet edecektir� diyerek bitirdi.
Dr. Bilaloğlu ve Dr. Baytemur�un okuduğu çalışma, mali ve denetleme kurulu raporlarını tartışıldı ve oylanarak kabul edildi.
iki yeni tabip odası
Büyük Kongreye sunulan karar önerileri görüşülerek kabul edildi. Karabük ve Mardin-?ırnak illerinde birer Oda kurulması kararıyla TTBçatısı altında toplanan oda sayısı 54�e çıkmış oldu. İşyeri hekimliği ve uygulamalarına ilişkin olarak sunulan karar önerileri için de üç ay içinde olağanüstü bir tüzük kongresi toplanmasına karar verildi. Seçimde aday gösteren grupların kendilerini tanıtmalarıyla Büyük Kongre�nin görüşme bölümü sona ermiş oldu.
seçimin galibi �etkin demokratik TTB�
28 Haziran Pazar günü yapılan seçimde; 1990�dan bu yana MKyönetiminde bulunan �Etkin Demokratik TTBGrubu�yanında, Ankara Tabip Odası�nda yapılan seçimi yitiren grupla, İstanbul Tabip Odası�nda son seçimi alan grubun birlikte oluşturduğu �Güçlü bir TTBgirişimi�ve sağ eğilimli hekimlerden oluşan �Meslekte Birlik Grubu�delegelerin oylarını istedi.
Akşam alınan sonuçlara göre toplam 298 delegenin bulunduğu TTB�de 264 delegenin seçime katıldığı anlaşıldı (katılım oranı %88).
Etkin Demokratik TTB126 (%42), Meslekte Birlik 78 (%26)ve Güçlü Bir TTBGirişimi ise 60 (%20)delegenin desteğini sağladı. Böylece TTB�yi 2000 yılına götürme görevini delegeler yine aynı gruba vermiş oldular...
TTB�nin yeni kurulları:
Merkez Konseyi:Dr. Sedat Abbasoğlu, Dr. Alpay Azap, Dr. Metin Bakkalcı, Dr.Eriş Bilaloğlu, Dr. Yeşim Gökçe Kutsal, Dr. Füsun Sayek, Dr. Yavuz Üçkuyu.
Yüksek Onur Kurulu:Dr. Zuhal Amato, Dr. Özen Aşut, Dr. Nihat Bulut,
Dr. Güner Gedik, Dr. ?ükrü Hatun, Dr. Cem Kaptanoğlu, Dr. Zeki Karagülle, Dr. Mahmut Ortakaya, Dr. Faik Urbarlı.
Denetleme Kurulu:Dr. Hakan Giritlioğlu, Dr. Levent Koşar, Dr. Binali Mavitaş.
*
Temsilciler Kurulu toplantıları...
Yeni seçilen temsilcilerin de yer aldığı Temmuz toplantısına 48 üye katıldı. Tanışmanın ardından bir çok gündem maddesi üzerinde görüşmeler yapıldı.
Kişisel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı�nın sağlık güvencesi sağlamak iddiasının gerçekleşemeyeceği belirtildi. Tasarı konusunda üyeleri ve halkı bilgilendiren bir metin hazırlanması kararlaştırıldı. SSKhizmetlerinin özelleştirilmesi konusu da gündeme alındı. Bu konuda SSKKomisyonu�nun hazırlayacağı bir metnin yaygınlaştırılması benimsendi.
Temmuz ayındaki maaş artışları ile ilgili olarak bir basın açıklaması yapılması kararlaştırıldı. Yönetim Kurulu�nca Oda Genel Yönetmeni Dr. Mustafa Sülkü�nün görevden alınması kararı, gündeme alınan diğer bir konu oldu. Toplantıda çok sayıda üyenin söz aldığı bu gündem maddesi, aynı zamanda en uzun konuşulan konu oldu. Tartışmaların sonunda yapılan oylamada üyelerin çoğunluğu Yönetim Kurulu kararının geri alınması yönünde oy kullandılar.
Toplantıda alınan karar uyarınca, %20�lik ücret artışlarına karşı bir basın açıklaması yapıldı. Kişisel sağlık sigortası yasa tasarısı konusunda Temsilciler Kurulu�nun görüşleri basına iletildi.
4 Ağustos günü yapılan toplantıda ise, hükümetin sağlıkla ilgili son bir yıllık uygulamaları gündeme alınarak değerlendirildi. Özellikle temel sağlık hizmetlerine ilişkin vaad ve sözlerin havada kaldığına dikkat çekildi. Özlük hakları ile ilgili olarak bir eylem planının Eylül ayı toplantısında gündeme alınması kararlaştırıldı.
Ele alınan diğer bir konu ise, hekimlere yönelik saldırılar oldu. Bütün birimlere haber verilerek, saldırılarla ilgili bir rapor hazırlanması ve kamuoyuna sunulması benimsendi.
Temsilciler Kurulu, her ayın ilk salı günü saat 18.30�da Oda�da toplanıyor...
*
Oda merkezinde mekan düzenlemesi...
Üyelerin daha rahat hizmet alabilmesi, personelin çalışma ortamının iyileştirilmesi amacıyla Oda merkezi yeniden düzenleniyor.
Üyelik işleri ve başvuru sekreterleri daha geniş ve ışıklı bir mekanda hizmet vermeye başladı. Yeni faks cihazının daha hızlı bir iletişim sağlaması ümit ediliyor. Yönetim Kurulu ve komisyonların çalışma odaları da düzeltiliyor.
Toplantı salonunda Eylül�e kadar bitirilecek onarımla yağış ve ısıya karşı izolasyonun sağlanması planlanıyor. Böylece hekimlerin rahatça kullanabilecekleri, sürekli kültürel etkinliklerin yapılabileceği bir salona kavuşmuş olacağız...
*
Pendik Belediyesi, hekimleriyle yakından ilgileniyor!..
Geçtiğimiz aylarda iki hekimin Belediye Başkan Yardımcıları tarafından hakaret ve tehdide maruz kaldıkları iddiasıyla gündeme gelen Pendik Belediyesi�nde yeni gelişmeler oldu. Mahallelerden birine geri gönderilen Dr. Seval Özergin�e, bu kez de görevden erken ayrıldığı gerekçesiyle maaştan kesme cezası verildi...

*
Şeflik sınavlarında son perde...
Dört yıl aradan sonra eğitim hastanelerinin eğitici kadroları için açılan sınavın son aşaması 28 Eylül�de yapılıyor. Bu arada 17 Mayıs�ta yapılan �Merkezi Mesleki Bilgi Sınavı�ile ilgili itirazların bir kısmının kabul edildiği öğrenildi.
Eylül�deki sınav için 550 boş kadro ilan edildi. Ancak ikinci aşamayı geçen adaylardan kıdemi bu sınava girmeye uygun olanların toplam sayısı 375. Bu durumda hepsi başarılı olsa bile birçok kadro yine de boş kalacak. Sağlık Bakanlığı, bu nedenle eylül sınavının hemen ardından yeni bir sınav dizisi yapmayı planlıyor.
Beş kişilik jüri önünde yapılacak üçüncü aşama sınavda, her adaya en az bir saat süre ayrılması, her jürinin bir günde en çok beş adayı sınava alması gerekiyor. Geçen yıl yapılan Yönetmelik değişikliğine göre jüriler kurayla belirlenecek...
*
Büyükçekmece ilçesi İstanbul Tabip Odası temsilcileri seçildi...
17.7.1998 günü Büyükçekmece SSKDispanserinde yapılan toplantıya 26 hekim katılmıştır. Yerel basının da izlediği toplantıya Yönetim Kurulu üyesi Dr. Mithat Kıyak da katılmış, Oda�nın çalışmalarını ve kısa dönem hedeflerini hekimlere anlatmış ve özellikle yeni kurulan Temel Sağlık Hizmetleri Komisyonu�nun önemini vurgulamıştır.
Toplantıya katılan Merkez Seçim Komisyonu�ndan Dr. Önder Alpdoğan�ın, temsilcilerden beklenenleri ve temsilcilerin olanaklarını açıklamasının ardından seçimlere geçildi. Seçimlerde Dr. Doğan ?ahin (Büyükçekmece Sağlık Disp), Dr. Caner Ateşin (Gürpınar Sağlık Ocağı), Dr. Ferda Yaşar Maraşlıoğlu (Sağlık Grup Başkan Yardımcısı)ve özel hekimlik temsilcisi olarak da Dr. Önder Eryiğit (Özel Büyükçekmece Hastanesi)seçilmiştir.
Toplantının düzenlenmesindeki yardımlarından dolayı Dr. Erdinç Ünal�a, Sağlık Grup Bakanlığı çalışanlarından Hemşire Ayla Kalun ve Tıbbi Teknolog Cemile Öztürk�e teşekkür ederiz...
*
Dr. Oğuz Canay�dan ilaç sözlüğü...
Odamız üyesi Dr. Oğuz Canay, hazırladığı �İlaç sözlüğü, ilaç indeksi�nin 9. baskısını yayınladı.
Tıbbi farmakoloji ile ilgili bilgiler ve sınıflandırma esas alınarak hazırlanan ilaç indeksi, bu konuda farklı bir yaklaşım getiriyor. İlaç firmaları, ilaçla ilgili kuruluşlar ve ecza depoları ile kırmızı ve yeşil reçeteye tabi ilaçlara da yer verilmiş.
İsteme adresi:Dr. Oğuz Canay; Halaskargazi Cad. 337/5, 80260 Şişli-İstanbul.
Tel:(0 212)240 64 98 - 559 85 18
*
Uzmanlık derneklerine çağrı...
İstanbul Tabip Odası�nın halen boş bulunan birinci katının, uzmanlık derneklerinin kullanımına tahsis edilmesi düşünülüyor.
Toplantı yeri, evrakların saklanması, haberleşme ve gelecekte internet bağlantısı vb. amaçlarla kullanılabilecek böyle bir yer için, dernek yönetimlerinin teşvik edilmesi doğrultusunda İstanbul Tabip Odası Uzmanlık Eğitimi Çalışma Grubu�nun katkısı istendi.
Uzmanlık dernekleri uygun bir aidat karşılığında, düzenli sekreter hizmeti alabilecekleri bu mekan için, UEÇGüyesi Dr. Önder Alpdoğan�a İstanbul Tabip Odası aracılığıyla ulaşabilirler.
*
Temsilciler seçiliyor
İstanbul Tabip Odası�nın ana politikalarını belirleyen Temsilciler Kurulu�nda birimlerini temsil edecek üyeler seçimlerle belirleniyor. Haziran ayında başlayan seçimlere yaz tatilinin ardından Eylül ayında da devam edilecek.
Birinci basamak sağlık hizmet bölgelerinin ardından özel hastaneler de temsilcilerini seçtiler. Seçilen üyelerin yanısıra Yönetim Kurulu, Onur Kurulu, Denetleme Kurulu ve TTB Büyük Kongre Delegeleri ve komisyonların temsilcileri de Temsilciler Kurulu�nda üye olarak yer alıyor. Şu ana kadar bize ulaşan seçim sonuçları şöyle:
Kadıköy Bölgesi 1. Basamak: Seçim tarihi:18.06.1998; oy kullanan hekim sayısı: 38; görevli hekim sayısı:76; alınan oy dağılımı:Dr. Rıdvan Yılmaz (31), Dr. Osman Kırımlı (25), Dr. Şule Çetin (20), Dr. Ali Demircan (15), Dr. Sinan Günay (14), Dr. Abdülkadir Sırma (9).
SSK Okmeydanı Hastanesi:Seçim tarihi:29.06.1998; oy kullanan hekim sayısı:260; görevli hekim sayısı:432; alınan oy dağılımı:Dr. Nevzat Aksoy (178), Dr. Arif Acar (169), Dr. Osman Öztürk (166), Dr. Tamer Aydın (140), Dr. Gökmen İyigün(131), Dr. Önder Alpdoğan (116). Yedek:Dr. Orhan Yılmaz (106), Dr. Savaş Karyağar (102), Dr. Laika Karabulut (90), Dr. Binnur Dönmez (89), Dr. Ayçin Özdemir(75), Dr. Çetin Salman (73).
SSK Bayrampaşa Dispanseri:Seçim tarihi:30.06.1998; oy kullanan hekim sayısı:7; görevli hekim sayısı:7; alınan oy dağılımı:Dr. Tülin Orhan (7). Yedek:Dr. Aşkın Koç.
SSK İstanbul Hastanesi:Seçim tarihi:30.06.1998; oy kullanan hekim sayısı:199; görevli hekim sayısı:295; alınan oy dağılımı:Dr. Cengiz Konuksal (126), Dr. Oya Şener (117), Dr. İskender Dik(116), Dr. Güven Çetin (106). Yedek:Dr. Y. Selim Sarı (89), Dr. Sibel Gölbaşı (84), Dr. Nafiz Karagözoğlu (75), Dr. Yılmaz Şahutoğlu (68).
Zeytinburnu I. Basamak:Seçim tarihi:29.06.1998; oy kullanan hekim sayısı:11; görevli hekim sayısı:36; alınan oy dağılımı:Dr. Selma Okkaoğlu (11), Dr. Hale Deniz (11).
SSK Topçular Dispanseri:Seçim tarihi:30.06.1998; oy kullanan hekim sayısı:11; görevli hekim sayısı:11; alınan oy dağılımı:Dr. Cihat Ak (7). Yedek:Dr. Erdal Yılmaz (3).
Üsküdar 1. Basamak:Seçim tarihi:10.06.1998; oy kullanan hekim sayısı:17; görevli hekim sayısı:17; alınan oy dağılımı:Dr. Sinan Budak (17), Dr. Kamil Sema Ergun (17).
Şişli Etfal Hastanesi:Seçim tarihi:23.07.1998; oy kullanan hekim sayısı:102; görevli hekim sayısı:740; alınan oy dağılımı:Dr. Can Çalışkan (78), Dr. Nurten Turan (65), Dr. Sadık Yıldırım (59), Dr. Sema Kayıhan (59), Dr. Eyüp Gümüş (58), Dr. Ayhan Altınok (52), Dr. Sibel Özsoy (47), Dr. Nedim Polat (44). Yedek:Dr. Özcan Aydoğdu (42), Dr. Salman Kurtulan (42), Dr. Canan Tanık (40), Dr. Abut Kebudi(40), Dr. Nurcihan Yıldırım (30).
Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi:Seçim tarihi:26.07.1998; oy kullanan hekim sayısı:214; görevli hekim sayısı:485; alınan oy dağılımı:Dr. Oya Uncu İmamoğlu (155), Dr. Altan Acinan (152), Dr. Serdar Fenercioğlu (146), Dr. İnci Küçükercan (132), Dr. Özden Gül (122). Yedek:Dr. Tayfun Gürsu (114), Dr. Önder Cangüven (55), Dr. Gürkan Örskıran (54), Dr. Hasan Güz (46), Dr. Hakan Baykal (42).
SSK Kartal:Seçim tarihi:19.06.1998; oy kullanan hekim sayısı:54; görevli hekim sayısı:55; alınan oy dağılımı:Dr. Turgay Çetin (44), Dr. Tahir Ceylan (29), Dr. ?afak Kızıltaş (27). Yedek:Dr. Turgay Öztürkmen (21), Dr. Yüksel Kasapoğlu (20), Dr. Gülbüz Sezgin (19).
SSK İstinye Dispanseri:Seçim tarihi:3.07.1998; Dr. Fahri Çetindemir.
SSK Levent Dispanseri:Seçim tarihi:01.07.1998; oy kullanan hekim sayısı:15; Dr. Ayfer Yıldırım (15).
SSK Beşiktaş Dispanseri:Seçim tarihi:02.07.1998; oy kullanan hekim sayısı:7; Dr. Aydın Kendirci (7).
Tuzla 1. Basamak:Seçim tarihi:26.06.1998; oy kullanan hekim sayısı:10; Dr. Gülperi Güner (10).
Kartal Sağlık Grup Başkanlığı:Seçim tarihi:02.07.1998; oy kullanan hekim sayısı:16; görevli hekim sayısı:44; alınan oy dağılımı:Dr. Gürcan Bahadır (16)Dr. Suat Kamil Aksoy (16).
Maltepe Sağlık Grup Başkanlığı:Seçim tarihi:06.07.1998; oy kullanan hekim sayısı:16; görevli hekim sayısı:51; alınan oy dağılımı:Dr. Deniz Ünsal (16), Dr. Belma Dinçer (16).
Pendik 1. Basamak:Seçim tarihi:06.07.1998; oy kullanan hekim sayısı:17; görevli hekim sayısı:78; alınan oy dağılımı:Dr. İsmet Sayman (17), Dr. Celalettin Cengiz (16), Dr. İlhan Özdemirci (8).
SSK Eyüp Hastanesi:Seçim tarihi:07.07.1998; oy kullanan hekim sayısı:40; görevli hekim sayısı:68; alınan oy dağılımı:Dr. Dinç Alpyıldız (21), Dr. Murat Akbaş (18), Dr. Hayati Özdemir (14).
İst. Büyükşehir Belediyesi:Seçim tarihi: 03.07.1998; oy kullanan hekim sayısı:25; görevli hekim sayısı:58; alınan oy dağılımı:Dr. Selçuk Günday (25), Dr. Hasan Oğan (22), Dr. Fazlı Öveç (21).
SSK Kadıköy Dispanseri:Seçim tarihi:03.07.1998; oy kullanan hekim sayısı:19; görevli hekim sayısı:27; alınan oy dağılımı:Dr. Hakan Yılmam (19).
SSK Bakırköy Doğumevi:Seçim tarihi:02.07.1998; oy kullanan hekim sayısı:99; görevli hekim sayısı:99; alınan oy dağılımı:Dr. Resmiye Beşikçi (79), Dr. A. Adil Nevresoğlu (65), Dr. Özgür Akbayır (54). Yedek:Dr. Ayşe Yavuz (40), Dr. İbrahim Çelebi(36), Dr. İbrahim Ögel (19).
Yalova Devlet Hastanesi:Seçim tarihi:01.07.1998; oy kullanan hekim sayısı:41; görevli hekim sayısı:123; alınan oy dağılımı:Dr. Tayfun Kavasoğlu (37), Dr. Besime Mollaoğlu (32), Dr. İlter Ergürbüz (28). Yedek:Dr. Gökhan İnce (17), Dr. Nuri Kahraman (9).
Küçükçekmece Sağlık Grup Başkanlığı:Seçim tarihi:06.07.1998; oy kullanan hekim sayısı:14; Dr. Nuran Doğramacıoğlu, Dr. Adnan Budak.
Beykoz 1. Basamak:Seçim tarihi:30.06.1998; oy kullanan hekim sayısı:21; görevli hekim sayısı:27; alınan oy dağılımı:Dr. Belda Kerimgiller, Dr. Turabi Yerli.
SSK Süreyyapaşa Göğüs, Kalp ve Damar Hastanesi:Seçim tarihi:03.07.1998; oy kullanan hekim sayısı:63; görevli hekim sayısı:112; alınan oy dağılımı:Dr. Tülin Esen Sevim, Dr. Tülay Yarkın, Dr. Hülya Arda Koç.
Siyami Ersek Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Merkezi:Seçim tarihi:03.07.1998; oy kullanan hekim sayısı:100; alınan oy dağılımı:Dr. Murat Demirtaş (90), Dr. Tamer Okay (47), Dr. Özkan Kantarcı (36), Dr. Yeşim Biçer (30). Yedek:Dr. Adnan Olsun (27), Dr. Haldun Akgöz (25), Dr. Mehmet Vefik Yazıcıoğlu (21), Dr. Mehmet Şişman (13).
Büyükçekmece SSK Dispanseri:Seçim tarihi:17.07.1998; oy kullanan hekim sayısı:26; Dr. Doğan Şahin, Dr. Caner Ateşin, Dr. Ferda Yaşar Maraşlıoğlu, Dr. Önder Eryiğit.
*
Düzeltme ve özür:Asgari ücret katsayıları 265 ve 300 bin...
Geçen sayıda asgari ücret katsayıları Tabip Odası tarafından önerilen şekilleriyle yer almıştı. Hekim Forumu baskıya girmek üzere olduğundan TTBMerkez Konseyi�nin onayı beklenemedi.
Daha sonra bu rakamlar laboratuvar branşlar için 265, diğerleri için 300 bin olarak kesinleşti. Bu durumda muayene ücreti, birim 20x300 bin + %15 KDV hesabıyla, 6.900.000 TL oldu.
Katsayılar yıl sonuna kadar geçerli olacak. Asgari ücret birimlerini içeren tarife, Oda�dan temin edilebilir.
Elimizde olmayan bu yanlışlıktan dolayı özür dileriz...
*
Haydarpaşa Numune işgaline karşı işbirliği...
Geçen sayıda yayınlanan Haydarpaşa Numune Hastanesi arazisinin çeşitli şekillerde işgal edilmesi Mimarlar Odası ve İstanbul Barosu�nun gündeminde.
Tabip Odası�nın önerisiyle konuyla ilgili incelemelere başlayan Mimarlar Odası İstanbul Şubesi, kamu yararını korumak için işbirliğinden yana olduklarını açıkladılar. Baro�nun Çevre Komisyonu�nca hazırlanacak raporun ardından üç örgütün ortak bir faaliyet planlaması bekleniyor...
*
TTB yayınları...
Türk Tabipleri Birliği �Tarihe Giriş�(500.000 TL), Hekimler ve Tabip Odası Yöneticileri İçin Mevzuat(1.250.000 TL), 3. Ulusal İşçi Sağlığı Kongre Kitabı (1.000.000TL), Sağlıkla İlgili Uluslararası Belgeler (500.000TL), Yeni Dünya Düzeni ve Özelleştirmeler (500.000 TL), TTBEtik Kurul Görüşleri (500.000TL).
*
1958 Mezunları toplantısı...
İstanbul Tıp 58 Mezunları, Eylül ayında Fethiye�de biraraya geliyor. 40 yıllık hekimler, Dr. Adnan Artukoğlu�nun yaptığı düzenleme ile 17-20 Eylül arasında Fethiye Hillside Beach Club�de aynı zamanda tatil yapabilecekler.
Açık büfe yemeklerle tam pansiyon konaklama koşulları; iki kişilik odada kişi başına 450 DM, iki kişi 900 DM. İki kişilik odada tek kişi ücreti ise 675 ile 900 DM arasında değişiyor.
İletişim için, Dr. Adnan Artukoğlu (0 216)339 23 70
*
Radyo Cumhuriyet�te �Hekim gözüyle� sürüyor...
Pazar günleri saat 11.00-12.00 arası İstanbul Tabip Odası�ndan Dr. Özcan Baripoğlu ve Dr. Rıfat Yücel�in hazırlayıp sunduğu �Hekim gözüyle�programı ilgiyle izleniyor.
Her hafta değişik konular, telefon bağlantıları ile gerçekleştirilen program, önerilerinizi bekliyor.
�Hekim gözüyle� programına (212)513 80 06 numaralı telefonu arayarak katılabilirsiniz.
Radyo Cumhuriyet, 107.4 frekansından yayın yapıyor...
*
İşyeri hekimliği
Haziran ayı içinde işyeri hekimliği yetkileri onaylanan hekim ve işyerlerinin listesini sunuyoruz...

tarih / işyerinin adı / hekimin adı / işçi sayısı

23.06.98 / Alarko Alsim Alor Taahhüt / Eyüp Yardımcı / 196
11.06.98 / Altın Tavuk Tarım İşletmeleri / Tuğrul Alp Sabuncu / 68
18.06.98 Altınmarka Gıda Sanayi Süleyman Ormancı 63
01.06.98 BİMBirleşik Mağazalar A.Ş. Bülent Genç 120
26.06.98 Cevher Bisiklet ve Sanayi Hüseyin Vatansever 75
18.06.98 Dandy Sakız ve Şekerleme Sanayi Mehmet Öztürk 496
15.06.98 Desbaş İstanbul Deri ve Endüstri İlhami Paşa Dinç 57
18.06.98 Destan Tekstil Sanayi ve Ticaret Hacer Baltaoğlu 77
22.06.98 Doğanlar Kapı Kolları Sanayi Hüseyin Çavuş 126
04.06.98 Egebank A.Ş. Sermet Türkekul 362
18.06.98 EMTErimtan Müşavirlik Taahhüt Hasan Sağlam 95
10.06.98 Eras Taşımacılık Ticaret A.Ş. Arzu Tulunay 344
23.06.98 Erkuş Kaldırma ve Çektirme Esat Güngör 55
18.06.98 Fa-Nateks Tekstil Sanayi Kenan Yelkenkaya 75
16.06.98 Hatemoğlu Tekstil Giyim Sanayi Fatih Çelebi 72
11.06.98 Hedef Gıda Pazarlama Sanayi F. Belgin Petek Balcı 92
09.06.98 Hülya Elektrik Şaziye Senem Başgül 42
25.06.98 İnterbank A.Ş. Genel Müdürlük Mustafa Kayadibili 358
25.06.98 İnterbank Merkez Şube Yusuf Ziya Benek 81
18.06.98 İstanbul Halk Ekmek A.Ş. Sedat Sivaslıoğlu 114
09.06.98 Jetpa Holding A.Ş. (Jetpa Sınai) Ferda Maraşlıoğlu 74
04.06.98 Kama Pres Sanayi ve Ticaret A.Ş. Nami Fişekçioğlu 163
19.06.98 Karaca Tekstil ve Pazarlama A.Ş. Celal ?ahin 54
11.06.98 Kıyı Emniyeti ve Gemi Kurtarma Tülay Özberk 240
23.06.98 Linea Giyim Sanayi ve Ticaret Ali Osman Çolak 70
29.06.98 Lyra Yönetim Hizmetleri Orhan Oğuzer 243
18.06.98 Mapa İnşaat ve Ticaret A.Ş. H. Atilla Okçal 200
11.06.98 Mart Matbaacılık Sanatları Cem Erdoğan 39
18.06.98 Mertur Otomotiv Taşımacılık Hakan Yılmam 60
12.06.98 Mustafa Nevzat İlaç A.Ş. Ahmet Ecmel Gündem 81
11.06.98 Nokta Giyim Tekstil Sanayi Aziz Kılıç 52
11.06.98 Okmasan Ofset Oluklu Mukavva Mehmet Ali Önal 69
29.06.98 Opal Tekstil Sanayi ve Ticaret Nazan Kuzgunkaya 136
18.06.98 Opaş Otomotiv Platinleri Sanayi Mehmet Tekneci 139
18.06.98 Oto Murat Otomotiv/Unipar Dış Melek Özer 121
18.06.98 Örsa Holding Şeref Kaya 68
25.06.98 Örtaş İnşaat Turizm ve Ticaret Mehmet Başakoğlu 85
11.06.98 Özçelikler Tekstil Ticaret R. Murat Himoğlu 82
25.06.98 Öztaş Çorap Sanayi ve Ticaret Süleyman Ormancı 155
15.06.98 PKD Pencere ve Kapı Donanımları Hakan Bahadır 88
25.06.98 Remas Redüktör ve Makine Sanayi Abdülaziz Saraçoğlu 74
04.06.98 Simko Ticaret Sanayi A.Ş. Sermet Türkekul 260
11.06.98 Sistem İnşaat Turizm Sanayi Nevzat Aksoy 175
11.06.98 Şal Konfeksiyon Sanayi Mehmet Kocabaş 55
25.06.98 T.A.V. Tepe Akfen ve Yatırım İbrahim Dural 236
25.06.98 T.A.V. Tepe Akfen ve Yatırım Zeynep Ekinci 236
22.06.98 Teksim Giyim Sanayi Ticaret Ömer Okuyan 94
19.06.98 Tıbset Steril Tıbbi Aletler Gülen Göksel 216
12.06.98 Trakya Özel Sağlık Tesisleri Akben Özel 79
04.06.98 Ünilever Holding A.Ş. Vedat Mirzahi 350
*
Anma
yürüdüler karanlığın üstüne
Dr. Mustafa Sütlaş

halkım
sevgilim
yanar
güneşte etin kehribar
bir üzüm
cıngılı
gibi.

Yandı. Yandılar. Güneşte değil. Bir otelde, 2Temmuz 1993�de. Yapış yapış bir öğleden sonra sıcağının bozkır toprağında soğumasına izin vermeyen bir akşam üstünde; ala geceyi biraz daha karanlığa çeviren mürtecilerin yaktığı ateşte yandılar. Tam 37 can. 37 akıl. 37 yürek. 37 insan.
Ne için?...
Onlardan birisi de Dr. Behçet Aysan�dı.

çıkrık iner
çıkar
çıkrık
varılmaz
dibi görülmedik
kör kuyuyum.

Bir körkuyuydu Madımak Oteli. 2 Temmuz 1993�de. Anadolu�nun orta yerinde bir cemaatten bir ulusun yaratılma sürecinde ilk adımın atıldığı bu yerde, Madımak Oteli �dibi görülmedik bir körkuyuydu�.
Onlar o körkuyuda yandılar. Toplum olarak o körkuyunun karanlığında kaybolmaktan bizi kurtardılar. Vücuttan meşalelerle.

yıllar yılı
bilirim
döne döne
yıllar yılı
aynı
kitabı okur

adı acılarbilgisi
adı acılarbilgisi
acılarbilgisi

Toplum olarak hep aynı kitabı okuduk. Hepaynı kitabı okuttular bize. Döne döne aynı kitabı okuduk. �Acılarbilgisi� kitabı. Kalın bir kitaptır o. Ancak bir sayfasıydı Sivas�ta 2 Temmuz 1993�de yazılan. Daha önceleri Çorum�da, Kahramanmaraş�ta,sonrasında Gazi Mahallesi�nde yazılmıştı. Bir karıştırsan neler görür neler bulursun o kitapta. Neler bulursun! Söyleyeceğin sözü bilirim:�Ateşi ve ihaneti gördük�dersin.

karanlık
günlerin
aydınlık
yüzlü dostu
seni, yapraklara
yazacağım

Ankara�da 1949yılında doğdu, Behçet Aysan. Önce Kuleli Askeri Lisesi�ni bitirdi. Sonra Tıp Fakültesi�ne girdi. 12 Mart�tı. O acılarbilgisi kitabının bölümlerinden birisi daha yazılıyordu ülkede. Acılara duyarsız kalamadı. Ülkesinin soyulmasına, insanının ezilmesine. O nedenle acılarbilgisi kitabının o bölümünde onun da adını yazdılar. 1972�de Ceza Yasası�nın meşhur 141. maddesinden tutuklandı ve yargılandı. Yani o da payına düşeni aldı. 12 Mart zindanlarından, yargılamalarından.

onbeş yıl sonra
o yalnız nar ağacının dibinde
oturup düşündüm bunları
saçlarımıza aklar düşüren
zor günleri

Özgürlüğüne kavuştuktan sonra Türk Haberler Ajansı ve Yankı Dergisinde gece sekreterliği yaptı. İlk şiirlerini Türk Dili, Yusufçuk, Tan, Yazın ve Yarın dergilerinde yayınlandı. Bir kaç kez ara verdiği tıp fakültesini bıraktığı yerden tamamladı. 1984 yılında bir elinda Tıp Doktoru Diploması varken diğer elinde Yaşar Nabi Nayır ?iir Ödülü vardı. Yukarıda bölüm bölüm yer verdiğimiz �Sesler ve Küller�şiirine adını veren kitaptı bu ödülü kazanan.

kırgınım, saçılmış
bir nar gibiyim
sessiz akan bir ırmağım
geceden

git dersen giderim
kal dersen kalırım

Ülkemizin diğer tüm ozanları gibi kederliydi. Ancak bir umudu taşıdı sonuna kadar yüreğinde. O umut onu dertlilerin derdine ortak olmaya itti. Hekimlikle yetinmedi, psikiyatrist oldu. Bir yandan uzmanlık eğitimini sürdürürken bir yandan da şiirlere verdi kendini. �Deniz Feneri�adlı kitabı ona Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü�nü, �Eylül�adlı kitabı ise kendisi gibi hekim olan Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü�nü kazandırdı. Onunla birlikte Madımak Oteli�nde yanan Asım Bezirci�nin derlediği �Türk ve Yunan Şairlerinin Diliyle Barış ve Dostluk ?iirleri Antolojisi�nde şiirleri yeraldı.

kenar mahalleleri
bebek ölüm hızını,
çocuk işçileri
biliyorum

Dr. Behçet Aysan diğer 36 insanla birlikte yanmadan önce Ankara Yenişehir SSKDispanseri�nde Psikiyatri Uzmanı olarak çalışmaktaydı. İnsanı seven, insana inanan ve güvenen yanıyla insanın yokedilişi demek olan savaşa karşı da duyarsız kalamamış, Nükleer Savaş Karşıtları Hekimler Derneği (NÜSHED)�nin içinde yer almış ve o sıralarda Yönetim Kurulu üyeliği görevini üstlenmişti.

Birgün bir başka nar ağacının
dibinde yine
bir başka çocuklar
Türkiye�yi konuşacaklar.
(Şiirler, Behçet Aysan�ın)
*
Tıp eğitimi: kısırdöngüyü kırmak

1997-98 döneminde tıp fakültesini bitiren genç meslektaşlarımıza �Aramıza hoşgeldiniz�derken, İTF birincisi Dr. Serdar Tunçer�in mezuniyet konuşmasını sunuyoruz:
�Sayın Dekanım, Değerli Hocalarım ve Meslektaşlarım, Değerli Konuklar,
�Tansiyon ölçmeyi bilmeden mezun oluyoruz, pansuman yapmayı bilmiyoruz. Enjeksiyon yapmayı öğrenemedik�demeyeceğim, çünkü buradaki bir çok arkadaşım ve ben tansiyon ölçmeyi, pansuman yapmayı, enjeksiyon yapmayı ve çok daha fazlasını biliyoruz. Günde binlerce hastanın geldiği, sayısız enjeksiyon ve pansumanın, yüzlerce ameliyatın yapıldığı bir üniversite hastanesinden bunları bilmeden mezun olmak için özel bir gayret gerektiğine inanıyorum.
Evet, öğrenmek isteyenler için aslında bu hastane bulunmaz nimetlerle doluydu, çok şey de öğrendim, öğrendik. Özellikle de geceleri, haftasonları eğlenmek yerine gönüllü olarak hastanede kalanlar. Öğrenmenin, hastalara hizmetin ne günü ne saati vardı, böyle düşünmüştüm hep. Keşke laboratuarda daha çok kalmak istediğimde, mikroskoba bakarken önümden lamı çekmeselerdi, ışıkları kapatmasalardı. �Arkadaşların bak ne çabuk anlıyorlar, sen hala burdasın� diyen personelle mücadele etmek zorunda kalmasaydım. Kütüphanede makale okumak istediğimde, dersim bitip kütüphaneye gittiğim zaman �kapatıyoruz� demeselerdi. Bir devlet dairesinin mesai saatleri ile ilim yuvası olan üniversitenin çalışma saatleri aynı olmamalıydı.
Verileni yeterli bulmamak, daha fazlasını öğrenmek hep ayrı bir gayret, ayrı bir mücadele gerektiriyordu. Hepimiz uzun, zor, sınavları, nöbetleri ile fiziksel ve ruhsal yönden yıpratıcı bir eğitim alıyorduk. Bir yandan da kendime hep şu soruyu soruyordum, bu soru doktor olmayanların da sorduğu bir soruydu: �Türk hekimleri dünya standartlarında bilgi ve yeteneğe sahip miydi?�Cevabı, yurtdışına gitme şansını yakaladığımda kendim buldum. �Evet, sahiptik�. �Büyük ülkeler� denen ülkelerde, ne bilgilerim, ne de yeteneklerim yönünden aşağı kalmadım.
bizim üstünlüklerimiz
Bütün aksaklıklarına rağmen fakültemiz, bilgi ve klinik yaklaşım açısından bizleri çok iyi donatmıştı. Bunu oralarda farkettiğimde mutlu olmuştum. Hatta bizler onlardan daha üstündük. Onların vakti eğitim toplantıları, pratik eğitimle geçiyordu. Bizler sadece bunları yapmakla kalmayıp, onların beceremedikleri hastane içi malzeme taşıma, kaybolan filmleri bulma, evrak defterlerini doldurma, hasta kayıt kuyruğunda bekleme, telefonla öğrenilebilecek laboratuar sonuçlarını bizzat giderek alma gibi görevleri de yapıyorduk.
sorun, imkansızlıklar mı?
Ancak beni asıl üzen, bu görevleri yapmaktan çok, karşı karşıya kaldığım davranışlardı. Bir doktor olarak saygın bir ortamda çalışmak istedim, fakat hastasından personeline, öğrencisinden doktoruna, hepimiz Türkiye�yi kasıp kavuran saygısızlık fırtınası içinde kalmıştık. �Bey, hanım, lütfen, siz� kelimelerinin yerine �hop, birader, baksana� tarzı yaklaşımlar, �elimden geleni yapmalıyım� anlayışı yerine �işim bitse de gitsem, bunu da başkası yapsın� anlayışı olmasa daha iyi olmaz mıydı? Mazeretimiz de güzeldi:�İmkanlarımız kısıtlı� diyorduk. Oysa birbirimizi saymak, işimizi sevmesek bile ona saygı göstermek için, meslektaşlar olarak birbirimizi saymamız için ne kadar ödenek, ne kadar imkan gerekiyordu ki? Bugün bu kısırdöngüyü kırmak, tıp gibi eşsiz bir güzelliğe sahip ilmi, hakettiği saygınlığa ulaştırmak için hastalara, biz hekimlere, tıpla ilgili ilgisiz herkese görevler düşüyor. �Ben ne yapabilirim ki?� demek yerine �Herkes kendi kapısının önünü temizlese, sokaklar tertemiz olurdu� diyerek çalışmamız gerekiyor.
gelecek için umutlarım
Zorluklar yüzünden yılmak yerine, geleceğe umutla bakmak istiyorum. Ülkemin iyi bir sağlık politikasına, hekimlerin ve tüm sağlık çalışanlarının hakettiği saygınlığa, insanlarımızın daha iyi koşullarda sağlık hizmetine kavuştuklarını görmek en büyük dileğim.
Bilgilerini bizlere aktarmak için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan, örnek aldığım, bana ışık olan değerli hocalarıma sonsuz saygı ve teşekkürlerimi sunuyorum. Bütün eğitimim boyunca bana destek olan aileme, birlikte unutulmaz anılar yaşadığım sevgili arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Benimle birlikte mezun olan tüm arkadaşlarıma, mutlu bir gelecek ve çalışmalarında başarılar diliyorum.
bu yıl mezun olmanın gururu
Son olarak Türkiye Cumhuriyeti�nin 75. kuruluş yıldönümünü kutlayacağımız bu yılda mezun olmaktan gurur duyduğumu belirtmek istiyorum. Sizler de Ulu Önder Atatürk�ün yaptığı gibi kendinizi güvenle Türk hekimlerine emanet edebilirsiniz. Bizler bu güvene layık olduğumuza inanıyoruz ve tüm gücümüzle layık olmaya çalışacağız. Hepinizi saygıyla selamlıyorum...� ?
Dr. Serdar Tunçer: �1974 yılında İstanbul�da doğdum. İlköğretimi İlhami Ahmet Örnekal İlkokulu�nda, orta öğretimi 1985-1992 yılları arasında Robert Kolej�de tamamladım. 1992 yılında Robert Kolej�den mezun olarak İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi�nde tıp eğitimine başladım. Fakültedeki ilk yılımdan beri üyesi olduğum Bilimsel Araştırma Kolu�nun (ÖBAK) 1994-1996 yılları arasında başkanlığını yaptım. 1995 yılında aynı kola ait bilimsel dergiyi kurdum ve halen bu derginin editörlüğünü yapmaktayım. Öğrenci Bilimsel Araştırma Kolu�nun diabet ve cerrahi gruplarının DETAE�de (Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü)yaptığı deneysel hayvan çalışmalarına katıldım. Türkiye�de yapılan uluslararası tıp kongrelerinde simultane tercüman olarak görev yaptım. 1995 yılında Almanya Rostock Üniversitesi Hastanesi�nde dahiliye, 1998 yılında ABD Michigan Üniversitesi Tıp Fakültesi�nde genel cerrahi stajı yaptım. Boş zamanlarımda kara kalemle resim çalışmaları yapmak, tarih kitapları okumaktan hoşlanıyorum...�
*
Hukuk: zoraki rotasyon
Hekim dağılımındaki dengesizliği önleyemeyen iktidarlar, boş kadroları doldurmak için hep aynı yola başvuruyor: Zorunlu rotasyon. İstanbul, Ankara ve İzmir�de görev yapan uzmanların, adeta büyük şehirde oturmanın diyeti olarak önlerine konan geçici görevlendirme yazıları, sıklıkla bir karabasana dönüşüyor.
Tatile mi çıkacaksınız, çocuğunuz sınava mı hazırlanıyor, yoksa bilimsel bir çalışmanın uğraşı içinde misiniz? Muayenehaneniz ne olacak, randevulu hastalarınız var mı?
Bunlar, Bakanlık bürokrasisini ilgilendirmez. Madem memursunuz, emredileni yapacaksınız!
Aslında sizden istenen, bir boşluğu doldurmanızdır. Görünüşü kurtarmak için, o bölgede varlığınız yeterlidir. Geçici süre içinde hizmet verip veremeyeceğiniz, yeterli donanımın olup olmaması, hatta size ihtiyaç olup olmadığı önemli değildir. Diyetinizi öder, gelecek rotasyona kadar sıranızı savmış olursunuz!
Bu uygulama, komik bir yasa hükmüne dayanılarak sürdürülmektedir:Harcırah Kanunu. Aslında geçici görevlendirmelerle ilgili yönetmelikler ve 657 Sayılı Yasa, bu görevde çalışacak kişilerin onaylarının alınmasını şart koşmaktadır. Devlet bürokrasisi, istediği yasayı uygular, istediğini uygulamaz.
Geçici görev emrini alan hekim, haksızlığa uğradığı duygusu yaşar. Yasalar kendisine hak vermektedir. Kaldı ki, idarenin, yetkisini keyfi olarak kullanamayacağı, genel hukuk kaidesidir. Ancak, hak arama yollarına başvurmanın riskli olduğu akla gelir. Geçici görevi kabul etmeyene, bu kez daha kötü durumlarla karşılaşacağı hatırlatılır.
Durumu idare etmek, geçici sıkıntıya katlanmak akılcı bir çözüm haline gelir.
Ama bazen bu �gelenek� bozulur. Bazı hekimler, hak aramakta ısrar ederler. Tebellüğ ettikleri görevlendirme yazılarını �muvafakatim yoktur�şeklinde itiraz kaydı ile imzalarlar. Sonra da, bölge idare mahkemesine başvururlar. Amaç, yürütmeyi durdurmak ve işlemi mahkemece iptal ettirmektir.
Aşağıda, böyle bir dava dilekçesinden bir bölüm, örnek olarak sunulmuştur:
�Yapılan işlem 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa ve buna bağlı olarak çıkarılan 15.01.1974 tarihli Devlet Memurları Geçici Süreli Görevlendirme Yönetmeliğine aykırıdır.
* 657 Sayılı Yasa�nın ek 9. maddesi geçici süreli görevlendirme şartlarını düzenlemekte olup, geçici görevlendirmenin ancak memurun muvafakatı ile olabileceğini belirtmektedir. Oysa dava konusu işleme ilişkin muvafakatım bulunmamaktadır.
* 657 Sayılı Kanuna dayanılarak çıkarılan 15.01.1974 tarihli Devlet Memurları Geçici Süreli Görevlendirme Yönetmeliğinin 4. maddesinin b bendinde de açıkça, geçici görevlendirme yapılabilmesi için memurun bu görevde çalışmayı kabul etmesi şartı aranmaktadır.
İşlemin haksızlığı, yasaya aykırılığı, işlemde kamu yararının bulunmayışı, mağduriyetime neden olması dolayısıyla İdari Yargılama Usulü Kanununun 27. maddesindeki şartlar gerçekleştiğinden karşı tarafın cevabı beklenmeksizin ivedi olarak yürütmeyi durdurma kararı verilmesini önemle talep ediyorum.
Hukuki nedenler:657 S. Y., ilgili yönetmelik, İ.Y.U.K., diğer yasal mevzuat.
Deliller:Ekli belgeler, şahsi sicil dosyası vd. yasal deliller.
Sonuç ve istem:Yukarıda anlatılan nedenlerle, ..... Devlet Hastanesi�nde ............... uzmanı olarak 45 gün süre ile geçici görevlendirme işleminin öncelikle ve ivedilikle, karşı taraf cevabı beklenmeksizin yürütmenin durdurulması ile iptaline, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini arz ve talep ederim. Saygılarımla, Davacı Dr. .... ......�
*
hukuk: Hekimlik ve reklam: yapmayalım beyler !..
Dr. Şükrü Güner
Tıbbi Deontoloji Tüzüğü�nün 8 ve 9. maddeleri ile hekimlerin reklam yapmaları, gazete ilanları vermeleri yasaklanmıştır.
Tıbbi Deontoloji Düzüğü�ne uymayanlar ise Türk Tabipleri Birliği Yasası�nın 30. maddesine göre Onur Kurullarınca değerlendirilirler.
Son zamanlarda günlük basında hekimlerin akıl almaz ilanlarını görmekteyiz. Bunların karşısında tabip odalarının yaptırımı ise yetersiz kalmakta.
Aşağıda sizleri hayrete düşüreceğini tahmin ettiğim gazete ilanlarından örnekleri görünce önümüzdeki dönem bu konuda tabip odalarına çok iş düşüyor sanırım.

bir göz doktorunun göz boyayan gazete ilanı
Fakoemülsifikasyon�la dikişsiz katarakt ameliyatı (!). Kim anlar Fakoemülsifikasyonun ne olduğunu?Sayın doktor bununla da yetinmiyor, �Eksimer laser�le tedavisini de anons ediyor.

bu da başka bir göz hekimi...
Hospital Robert Debre France mezunu... Kredi kartında taksit yapıyor. Parti malı renksiz yumuşak lensler...

bir başka reklam daha:ying-yang akupunktur center!..
Bakınız Ege Tıp Fakültesi Mezunu ve Geleneksel Çin Tıp Akademisi eğitimlisi bu doktor neler yapıyor. İşte bazıları:Check-up hem de sorgusuz, sualsiz. Kulaktan... Zayıflatıyor, felç tedavisi, fıtık, romatizma, kireçlenme, kas erimesi, depresyon, söç dökülmesi, rahim ve makat düşüklüğü, parkinson, tansiyon, ülser, kabızlık, ishal, iktidarsızlık, allerji, astım, hemoroid, migren, altını ıslatma, uykusuzluk, baş dönmesi, sistit... Ne ararsan bulursun...

iktidarsızlığa çözüm: �PIT tedavisi�!..
Hadi daha fazla sabrınızı taşırmayayım. Reklamları burada keseyim... (Not:Her ne kadar meslektaşlarımız deontolojik kurallara uymuyorlarsa da,
biz yine kurallar gereği isimlerinin üzerini çizdik)... ?

Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi
Madde 8: Tabiplik ve diş tabipliği mesleklerine ve tedavi müesseselerine, ticari bir veçhe verilemez.
Tabip ve diş tabibi, yapacağı yayınlarda tababet mesleğinin şerefini üstün tutmaya mecbur olup, her ne suretle olursa olsun, yazılarında kendi reklamını yapamaz.
Tabip ve diş tabibi, gazetelerde ve diğer neşir vasıtalarında, reklam mahiyetinde teşekkür ilanları yazdıramaz.
Madde 9: Tabip ve diş tabibi, gazete ve sair neşir vasıtaları ile yapacağı ilanlarda ve reçete kağıtlarında, ancak ad ve soyadı ile adresini, Tababet İhtisas Nizamnamesi göre kabul edilmiş olan ihtisas şubesini, akademik ünvanını ve muayene gün ve saatlarını yazabilir.
Muayenehane kapılarına veya binaların dışına asılacak tabelaların ebadı ve adedi, mahalli tabip odaları tarafından tesbit edilebilir. Tabipler ve diş tabipleri, tabip odalarının bu husustaki kurallarına riayet etmekle mükelleftirler.

1219 Sayılı Tababetve ŞuabatıSan�atlarının Tarzı İcrasına DairKanun
Madde 24: Mesleklerini uygulayan hekimler hastalarını kabul ettikleri yer ile muayene saatlerini ve uzmanlıklarını bildiren ilanlar verebilirler. Diğer biçimde ilan, reklam ve benzerlerini yapmaları yasaktır.
*
Forum
Tıbbi etik uzmanlık eğitimi
Uzmanlık eğitiminde yeni düzenlemeler gündeme geldiğinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nil Sarı da kendi branşı ile ilgili görüşlerini kaleme aldı. Bilginize sunuyor, diğer uzmanlık dalları ile ilgili görüş ve önerilerinizi bekliyoruz.
Tıp Tarihi ve Deontoloji Anabilim Dalının çalışma alanları ve bu konuda yetişen uzmanların nerelerde istihdam edileceği yeterince anlaşılamamış olduğundan konunun ne derece gerekli olduğu göz ardı edilmektedir.
Görev bilim demek olan deontoloji özellikle insan ilişkilerinde hergün yeni meselelerin ortaya çıktığı tıp uygulamalarında, çeşitli vak�alar karşısında doğru ve yanlış davranışların tayin edilebilmesine yönelik uygulamalı bir çalışma alanıdır.
Hekim-hasta-sağlık personeli arasındaki ilişkilerin karmaşıklık kazandığı ve hasta taleplerinin çeşitli sosyal ve hukuki problemler yarattığı günümüzde etik uzmanlık eğitimi daha da önem kazanmıştır. Öncelikle aşağıda belirtilen konularla ilgili olarak Deontoloji Anabilim Dalında yetişmiş etik uzmanlarına ihtiyaç vardır:
1- Hastanelerde hekim-hasta-sağlık personeli ilişkileri konusunda denetim ve tavsiyelerde bulunacak danışman ve denetici olarak,
2- Hekim ve sağlık personelinin mezuniyet sonrası etik eğitiminde, eğitici olarak,
3- Sağlık politikasının günün şartlarına göre adil, ekonomik ve ahlaki olarak en iyi şekilde yönlendirilebilmesi için danışman olarak,
4- Avrupa Topluluğuna girme aşamasında olan ülkemizde her hastanede bir �hastane etik kurulu�gerekmektedir. Ayrıca ilaç araştırmaları hakkındaki yönetmeliğe göre (29 Ocak 1933, 21480 sayı) Yerel Etik Kurullarda da, bir deontoloji (tıbbi etik)uzmanının bulunması istenmektedir. Bu kurullarda görev alacak, uzman olarak,
5- Hastayı hakları konusunda bilgilendirmeye yardımcı, etik sorunların çözümünde hastaya yol gösterici ve eğitici olarak,
6- Hasta yararına daha doğru kararlar alınabilmesi için teşhis ve tedavide karar verme yöntemlerinin geliştirilmesinde ve böylece verimliliğin arttırılması ve maddi zararın giderilmesinde de tıp etiği uzmanlarından yararlanılabilir.
Tıp tarihi uzmanları da aşağıdaki konularda etkin olarak çalışabilirler:
1- Tıp eğitiminin tarihi geçmişi, boyutları ve mukayesesi konularında çalışan tıp tarihçileri, Türkiye�deki tıp eğitimini geliştirmede ve yönlendirmede danışmanlık yapabilirler.
2- Tıp dili konusunda uygulamaya yönelik çalışabilirler. Kelimelerin kökenine inebildikleri için tıp dilinin Türkçeleşmesi yolunda fiilen görev yapabilirler.
3- Tıbbı öğretme yöntemlerinin geliştirilmesine yardımcı olabilirler.
4- Tıp tarihinin en önemli bölümlerinden birini teşkil eden �materia medica�konusunda eğitilen kişiler ilaç geliştirme projelerinin içinde yer alabilirler.
Bu düşüncelerin ışığında Tababet Uzmanlık Tüzüğü tasarısı ile ilgili olarak Anabilim Dalımızın Akademik Kurul Kararı aşağıdadır:
1- Tıp fakültelerinde etik uzmanlığı eğitimi süresince 3 ay psikiyatri rotasyonu ve etik sorunların sıklıkla yaşandığı cerrahi, onkoloji, reanimasyon vb. dallardan da seçmeli olarak 3 ay olmak üzere toplam 6 ay klinik rotasyon yapılmalıdır.
2- Tıp tarihi uzmanlığında çalışmaların uygulamaya dönük olarak yapılabilmesi için farmakoloji, farmakognazi ve farmasotik botanik dallarında ikişer ay olmak üzere toplam 6 ay süreli rotasyon yapılmalıdır. Tıp tarihi uzmanları tarihte kullanılan ilaçları değerlendirilme yoluyla ilaç geliştirme projelerinde yer alabilirler.
3- Klasik dillerden birinde seçmeli 6 ay rotasyon gereklidir (Latince, Arapça, Osmanlıca vb). Batı ülkelerinde tıp dilinin temelini teşkil eden Latince tıp sözcükleri tıp tarihi uzmanlarınca anlatılmaktadır. Ayrıca, eski metinlerin okunması ve çözülmesi için eski dillerden birini öğrenmek gerekir.
4- TUS sınavında tıp tarihi ve deontolojiyi seçecekler için puan türü klinik ağırlıklı değil temel bilimler ağırlıklı olmalıdır.
5- Tıp tarihi ve deontoloji uzmanlık süresi 3 yıla çıkarılmalıdır.
*
Forum
Örgütlenme sorunu
Dr. Muhammet Can
Sermayenin stratejisi, kapitalist sistemdeki değişim sürecinin, yaygın deyimiyle �YDD�nin ve küreselleşmenin bir unsurudur. Yeni sermaye stratejisi, kar oranlarının düşme eğilimiyle ortaya çıkan kapitalizmin krizini, kapitalist sınıflar lehine aşmaya öngörmektedir. Özellikle, sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik gibi kamu hizmeti olarak tanımlanan ve dolayısıyla piyasa ilişkilerinin kısmen dışında olan alanlara da girerek, sermayeye yeni yatırım, yeni kar alanları açıyor. Ayrıca mali piyasaların serbestleşmesiyle, büyük bir mali sermaye kitlesi, dünya çapında dolaşmaya ve ülkelerin faiz-döviz politikalarını belirlerken, dünya ekonomisini bir kaç yüz uluslararası tekel kontrol edebiliyor.
Bu bağlamda;
Ülkemizde sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik alanında yaşanan sorunların ekseni, sermayenin yeni kar alanlarına dönüşen bu yapılarında; hizmet sektörünün para ile �müşteri�ilişkisiyle karşılamada kümelenmektedir (Yaralının koluna atılan sütürlerin, parasızlık nedeniyle sökülmesi, bu dayatmanın vahşi bir örneğini sergilemektedir.)
Sayıları 400 bine ulaşan sağlık emekçilerinin sadece %25�i SES�de örgütlüdür. Kamu kurumlarına giren vakıf ve taşeron çalışanları, özel hastaneler henüz örgütsüzdür. Sadece İstanbulda özel sağlık kurumlarında 10 bin kişi çalıştığı tahmin edilmektedir. Temel sağlık hizmetlerinde çalışan 150 bine yakın sağlık çalışanı ile bu sayının içinde yer alan 40 bine yakın pratisyen hekim de örgütsüzdür. Pratisyen hekimlerin %90�a TSH�de çalışmaktadır.
Herkese ulaşılabilir, nitelikli, eşit ve parasız bir sağlık hizmeti 224 sayılı yasayla korunmuş olmasına rağmen, Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı�nın, TSH�de trilyonlara varan kaynak transferini halkın sırtından gerçekleştirdiği kendi yayınlarından anlaşılmaktadır. Halktan ikinci bir vergiyle toplatılan ve sağlık ocaklarını klinikvari bir duruma sokan bu uygulamanın bir TSH olmadığı ortadadır. Dayatılan pazar ilişkisi, diğer tüm alanlarda olduğu gibi işlemeye başlamış, esneklik uygulamaları, ne yasa ne hukuk tanır hal bırakmıştır. Sosyal hukuk devleti kavramından kala kala �Devlet�ifadesi kalmış, onun da neyi çağrıştırdığı 3 kasımdan beri iyice netleşmiştir. Gerçekte düzenin her zaman emek karşıtı bir hammaddesi olan, görüntüde ise, irtica çığırtkanlığı ile, bir yandan süren savaşın idame ilacı sağlanırken, diğer yandan talan ve gaspa dönüşen özelleştirme uygulamaları �muhalefetsiz-engelsiz�gerçekleştirilirken, gericilik ve faşizm de en temel gıdasında gittikçe mayalanmaktadır.
Haftada bir kaç gün sağlık ocağına giderek, kalan zamanlarında da insanca bir yaşam sürmek için, nöbetten nöbete koşan koşturan �bireysel�kurtuluşcu pratisyenler kimdir?Sağlık örgütlenmesinin en dibinde, toplumdan koparılarak ocağa kilitlenen hekim kimdir? Ne işe yarar orada? Bir yandan su, elektrik, telefon paralarını ödemek zorunda kalarak, sağlıkta ve TSH�de ticaret meşru hale getirilirken, diğer yandan ilaç ve tıbbi teknoloji sektörlerinin TSH�ne yönelik yeni test yöntemleri geliştirdiği �Parana göre sağlık�projesinin çalışmaları az gelişmiş ülkeler için tartışılmaktadır.
TUS ablukasına alınmış bir pratisyenler beyni başka hangi ülkede vardır?TUS�u kazanınca (veya uzman olunca)bitmiyor ki sağlık sorunları ve hekimlik eğitimi? Pratisyenler için, sağlık ocaklarında sağlık ve sosyal yardım vakfı imdada yetişmiş, sorunların çözümü yön değiştirmiştir; bir milyon muayene ücretini veremeyenlere de �bu benim sorunum değil, bak elektriğim, telefonum kesiliyor vermek zorundasın�diye dayatma kolaycılığı git gide yaygınlaşmaktadır.
Yapabilecek başka türlü bir yöntem her zaman olacağı için bu süreçte bir faktör de olsa mücadele yılları içerisinde sendikalı hekim sayısı hep sınırlı kalmıştır. Sendika nedir?Sendika, bir ekip hizmeti olan temel sağlık hizmetlerine en iyi yaraşan bir örgütlenme, dayanışma, birlik ve mücadele yeridir. Ülkemizde yaşanan sağlık sorunlarına sahip çıkmaktır, halktan yana tavır koymaktır. Sendika, en temel haklarımızdan olan sağlık ve eğitim dışında bilimum yerlere harcanan ülke kaynaklarının nereye gittiğinin hesabını sorma yeridir... Sendika, hekim de olsa artık işçileştiğini kabul etmektir, yedi gün yedi gece çalışıp insanlıktan çıkmayı önleme aracı, onurlu yaşamayı savunma anlayışıdır. Sendika, ülke bsütçesinin yarısını yutan savaşa karşı çıkmak, insan haklarını ve barışı savunmaktır. Sendika, 0-1 yaş arası her bin bebekten yüzünün ölmesinin bir karşı duruşu, yarınlarımız olan çocuklara karşı sahip çıkma mevzisidir. Ve sendika, yokedilen doğa ve çevreye, ülkemizi yaşanamaz hale getiren vahşi kapitalizme karşı bir duruş, �kırk katır mı kırk satır mı�dayatmasına karşı, bir üçüncü emek cephesi yeridir.
İşçileşerek geçinmek sorunda kalan, insanlaşabilmek için ayda 250-300 saat çalışan, sürekli ne iş yaparsınız sözüyle işlevsizleşen, araçsız-personelsiz-malzemesiz bir sağlık ocağı ortamında terkedilmişliği yaşayan, personelinden, hemşiresinden hekimine kadar tüm sağlık emekçilerinin sendikaya olan ihtiyacı -hizmeti alanlara yabancılaşacak yerde onları da örgütleyerek- işte şimdidir...
*
Forum
Terimsel işlerlik ve Türkçe bilim dili
Dr. Nilgün Ulusoy Bozbuğa*
Dr. Mustafa Bozbuğa**
Bilim dallarında öğrenim, anlatım ve anlaşmanın sağlanabilmesi terimsel işlerliğe bağlıdır. Terim bir tanımın özeti, bir kavramın özgün tanımı, özelliğinin tam karşılığıdır. Özel anlamlarla bütünleşen terimler olmaksızın bir bilim dalının öğrenimi ve o bilim dalı üzerinde çalışanların iletişimi sağlanamaz.
Bilim tarihini şekillendiren Antik dönem kurgusunun, bilim alanlarında etkisini halen sürdürüyor olması da yadsınamaz bir gerçekliktir. Bugünün bilgi kuramının çekirdeği Antik dönem alışkanlıkları üzerinde yeşerdiğinden, Grekçe ve Latince bilimsel terimlerde yaşamını sürdürmektedir. Bununla birlikte, bilim dili durağan değildir, konuşma dili ile birlikte devinim içindedir. Çağımızda bilim ve teknik alanında öncü ulusların dil örüntüleri, toplumsal yaşamın birçok alanında olduğu gibi bilim dilinde ve terimlerde de etken konumdadır.
Terimlerin dokunulmazlıklarının olduğu, üretildikleri dil dışında, anlamlarının tam karşılanamayacağı düşüncesi yersizdir. Örneğin, Skolastik öğretinin yerini alan Rönesans hümanizminin simgesini oluşturan bilginin insanlık hizmetine açılması ülküsü doğrultusunda, edindiği bilgileri kendi gözlemleri ile birleştirerek, çizimlerle desteklenmiş notlar tutan Leonardo da Vinci, not defterlerinde çizimlerin yanına yerleştirdiği açıklamalarında Latince yerine kullandığı canlı ve zengin sözcük dağarcığı ile İtalyan bilim dilinin gelişimine önemli ölçüde katkı sağlamıştır.
Uluslararası terimlerden vazgeçmek olanaklı değildir. Ancak, terimsel işlerlik adına yabancı dil alıntıları yapmak daha bilimsel, daha özgün, daha seçkin olmak anlamına da gelmemelidir. Sosyolojik açıdan, terimsel dil olarak seçilen Amerikan İngilizcesinin egemenliği olgusu, günlük dili, gündelik söylemi İngilizce kullanımına koşullandırmamalıdır. Terimler için sözkonusu olan esneklik gündelik dilde de sürdürülmekte, terimlerle yetinilmeyip yanı sıra yabancı dil dizinleri kullanılmaktadır. Sosyal etmenlerin şekillendirdiği yabancı dil alıntılı yazma ve konuşma alışkanlığının boyutları giderek artmaktadır. Terimsel işlerliğe sığınarak, terim olmayan, sıradan sözcükler Türkçe karşılıkları olmasına karşın günlük konuşma dilinde, uyumsuz sessel yapıları ile yer almaktadır. "Risk" terimi için var olan hoşgörüden "high risk" tamlaması günlük dile sızıvermekte, "aortik" sıfatına ilişkin kabulleniş, "aortic knob" kullanımına yolaçmaktadır. Mesleğimizi yaparken "high risk grup", "aortic knob belirginleşmiş" hasta tanımlamaları olağan karşılanır olmuştur. Nöbet listelerinde "süpervayzır", "day-night şift" başlıkları artık göze batmamaktadır. Türkçe kısaltmalar İngilizce ses karşılıklarıyla söylenmektedir. "Malignansileri" "elegant retraksiyonla" ameliyat edilen hastaların "sörvayv etmeleri" tartışılmaktadır. Teknik bir terim olarak kullanılagelen "klip" sözcüğünden Türkçe eklerle yeni sözcükler üretilebileceği yerde, "klipabl..." gibi kullanımlar ile, yabancı bir dilin gramer kuralları işletilmektedir. Böylece, Türkçenin zenginleşmesine katkıda bulunabilecek bilimsel ve teknik gelişmeler, dil bilincinden yoksun ve anadilimize özensiz bir tutumla, olumsuz bir unsur haline gelmektedir.
Bilim, açıktır ki, erişilemez, insanlar üzerinde entelektüel bir süs, bir farklılaşma, bir hükmetme aracı değil, insanlık hizmetinde yer alan bireylerin ortak zekasının ürünü bir aşamadır. Uluslararası terimlerin unutulmaması, kaybolmaması gerekir. Fakat bilim dilinin de, bilimin kendisi gibi değişime açık, değişimi barındıran yapısı gözardı edilmemelidir. Terimler türetme ile ortaya çıktığından, benzen yaklaşımla terimlere Türkçe karşılıklar bulunabilir. Terimlere karşılık aranırken uygunluk, kararlılık ve kesinlik sağlanmalıdır. Bulunan karşılıklar esnek olmamalı, kavramsal denetim ve dilbilim denetimlerinden geçirilmelidir. Terimlere tanımlama sözcükler değil, tam karşılıkları verilmelidir. Anlam kargaşasının önüne geçilmesi, dil birliğinin korunması ve bilimin yaygınlaşması adına terimlerde sınırlı Türkçeleştirme, bilim dilinin yetkinleşmesi çabalarına önemli destek sağlayacaktır...
* Koşuyolu Kalp ve Araştırma Hastanesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü
** Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniği
*
Forum
Önce çocuklara, sonra tüm topluma
Dr. Önder Alpdoğan*
14 yaşınakadar kesintisiz sağlık güvencesi
Yıllardır süren sosyal güvenlik reformu tartışmalarının, aslında bir aldatmacadan ibaret olduğu, çalışanlara ve halkın geniş kesimlerine birşey vaad etmediği bugün herkes tarafından paylaşılmaktadır. Bu tartışmalar devam ederken, sağlık sisteminin çarpıklığı devam etmektedir. Sosyal güvenceye kavuşmamış milyonlar yeşil kart ve benzeri aldatmacalarla hastane önlerinde sürünmektedirler.
çözüm var?
Yarının sahipleri olan çocuklarımızdan başlayıp, diğer toplumsal kesimlerle güçbirliği yaparak tüm toplum için en doğal insan hakkı olan sağlıklı yaşama hakkını hayata geçirebiliriz. Bu aşamada 8 yıllık eğitim tasarısına paralel olarak doğumdan 8 yıllık eğitimin bitimine kadar tüm çocuklarımızın hiçbir fark gözetmeksizin sosyal güvenceleri devlet tarafından karşılanmalıdır. Başka bir deyişle �14 yıllık kesintisiz, ücretsiz, herkese sağlık hizmeti ve sosyal güvence�. Bu ülkemizin şu anki durumu ile kesinlikle karşılanabilir bir güvencedir. Ortaya konurken çok büyük kanun değişikliklerine ihtiyaç yoktur. Zaten devletin Anayasal görevi olan toplumun sağlığına sahip çıkması ve varolan 224 sayılı yasa bu güvenceyi sağlamaya yeterlidir. Bu konu ile ilgili eklenmesi gereken noktalar:
1- Tüm tedavi ilaç ve malzeme masraflarının da devletçe karşılanacağı belirtilmelidir.
2- Kapsama girmek için nüfus cüzdanı ve 8 yıllık eğitime devam ettiğini gösteren belgenin yeterli olması sağlanmalıdır.
Ekonomik portre
1990 sayımına göre 0-14 yaş grubu nüfus, tüm nüfusumuzun % 34.9�unu oluşturmaktadır (Tablo 1). Bu oran, yıllar içinde azalma eğilimi göstermektedir. (Kaynak DİE-1994,aktaran Türkiye Sağlık İstatistikleri, TTB 1997)
Toplam sosyal güvenlik şemsiyesine sahip nüfus toplumun %70�i civarındadır. Bağ-Kur içinde olanların tedavi hizmetleri açısından yeterli bir güvence içinde olmadıklarıda dikkati çekilmesi gereken başka bir bulgudur (Tablo 2, Kaynak, 1993 SSKİstatistikleri).
Kaba bir hesapla, sosyal güvence dışında kalan 0-14 yaş grubu nüfus; %35�in %28�i, yani %9.8�dir. Kişi başına sağlık harcaması 1994 verilerine göre 154 dolar/yıl olarak hesaplanmıştır.
1997 nüfus sayımın gayrı resmi verilerine göre sayılan nüfus 63 milyondur.
Şu anda kapsam dışı olan nüfus 6.200.000 kişi ve harcanacak pay 6.200.000 x 154 dolar = 1 milyar dolar civarındadır.
Devlet 8 yıllık eğitim için 6 milyar dolar harcama yapmayı hedeflemektedir. Sadece devletin nemalar nedeniyle çalışanlarına borcu bu miktarın birkaç mislidir. Sonuç olarak, bu para devletin bütçeden pay ayıramayacağı bir miktar değildir. Böyle bir uygulamaya gidildiğinde
1- Sosyal güvencesiz çocuk kalmayacağı için hastanelerde �rehin kaldı� tartışmaları ortadan kalkacaktır.
2- Sevk zinciri sistemi yeniden canlandırılacaktır. Bu sistem ancak sevk zincirinin sağlık ocakları-hastane-3. basamak şeklinde ilerlemesi sağlanırsa çalışabilir.
3- Kapsama giren nüfusun önemli bir kısmı; 6-14 yaş arası olup ilköğretimde okudukları için sağlık ocakları tarafından takibi ve koruyucu sağlık hizmeti verilmesi kolaylıkla sağlanacaktır.
4- Belki en önemlisi çocuklarını sosyal güvence kapsamında bulundurmayan nadir ülkeler sınıflamasından kurtulabileceğiz. Böylece 2000 yılına kadar en azından tüm çocukları sosyal güvenlik şemsiyesine almış olarak girebiliriz.
5- Bu istemin gerçekleşmesinde başta Türk Tabipleri Birliğive sağlık alanında bulunan tüm kitle örgütleri ile birlikte siyasal partiler ve diğer toplumsal örgütlenmelerin desteğinin alınması gereklidir. Sloganımız �önce çocuklara, sonra tüm topluma�, �Bir adım ilerleyelim�...
* SSK Okmeydanı Hastanesi
*
Pratisyen hekimlik
Pratisyen hekimler haykırdı:�Geçinmek istiyoruz, geçinemiyoruz!�
Türk Tabipleri Birliği Pratisyen Hekimler Kolu (TTB/PHK)kurulduğu 1989 yılından beri pratisyen hekimliğin ülkemizde bir tıp disiplini olması uğraşı yanısıra, pratisyen hekimlerin özlük - ekonomik ve mesleki sorunları ile de sürekli ilgilenmektedir.
TTB/PHKgeçtiğimiz günlerde de bunun güzel bir örneğini daha gerçekleştirdi. Temmuz 1998 yaklaşıyordu ve hükümet memur maaşlarına yapacağı zammı % 20�lerde tutacağını Mayıs 1998�de dillendirmeye ve memurları bu kadere razı olmaya alıştırmaya başlamıştı bile. Hükümetin bu tutumu TTB/PHK�nun 15-16 Mayıs 1998�de İzmir�deki toplantısının gündem maddesiydi.
İki çocuklu 4 kişilik bir ailenin asgari geçimi için 170 milyon gereken bir ülkede pratisyen hekimler kamuda 110-120 milyon TL�ya çalıştırılıyor, başının çaresine bak, ikinci-üçüncü iş bul, geceleri nöbet tut deniliyordu.
Toplantıya katılan tüm il temsilcisi pratisyen hekimler aynı şeyi söylüyorlardı:�Bu maaşla mesleğimizin gereğini istenilen düzeyde yerine getiremiyoruz, topluma gereken hizmeti sunamıyoruz. TTBbuna tepki göstermelidir.�
Toplantıda bu tepkinin Başbakan�a sunulmak üzere kısa sürede gerçekleştirilecek bir imza kampanyası ile pratisyen hekimler tarafından başlatılması önerisi kabul gördü. 10-22 Haziran 1998 tarihleri arasında başlatılan imza kampanyası yaklaşık 20 ilde ulaşılabilen tüm ilçelerden toplanan 3000 imzanın önce TTB46. Büyük Kongresi öncesinde Başbakanlığa sunulması düşünülmüştü ama Kongre�nin gündemi nedeniyle bundan vazgeçildi. Toplanan imzaların Başbakan�dan 11 Temmuz�a kadar olan süre içinde randevu talep edilerek kendisine iletilmesi uygun görüldü. Başbakan bu tarihe kadar randevu talebimizi yanıtlamadı.
11-12 Temmuz 1998�de TTB/PHKAnkara�da toplanıyordu, dolayısı ile imza toplayan tüm il temsilcileri Ankara�da olacaktı. Kol toplantısına katılan il temsilcilerine gelişmeler aktarıldı. Temsilciler imza atan hekimlerin bunun sonucunu merakla beklediklerini, bu nedenle imzaların Başbakanlığa ulaştırılmasında ısrar ediyorlardı.
Aynı gün basına gelişmeleri ve imza kampanyasının amacını aktaran bir açıklama yapıldıktan sonra basın ile birlikte il temsilcileri beyaz önlükleri ile imzalarını Başbakanlığa götürdüler. Emniyet görevlilerinin kimi zorlamalarına rağmen o gün görevli olan Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı�na imzalar teslim edildi.
Pratisyen hekimler bu kampanyanın yetkililerce değerlendirilmesi gereken anlamlı bir uyarı olduğunu, önümüzdeki günlerde ekonomik koşullarının düzeltilmemesi durumunda tüm kamu emekçileri ile dayanışma içerisinde hak arama mücadelelerini sürdüreceklerinin kararlılığını ifade ediyorlardı. Ve tüm hekimlere ve sağlık çalışanlarına �biz başlattık, hep beraber sürdürelim� çağrısında bulunuyorlardı...
*
Hekimler Yayın Birliği tarafından düzenlenecek olan II. Pratisyen Hekim Eğitim (!)Kongresi üzerine...
Hekimler Yayın Birliği adlı bir şirket tarafından ikincisi Ekim 1998�de yapılması planlanan �Pratisyen Hekimlik Eğitim Kongresi� (!)neden yapılıyor, neyi amaçlıyor?
Her ne kadar ismi Hekimler Yayın Birliği olsa da bu kuruluş herhangi bir hekim birliği değil tümüyle ticari bir kuruluş, bir şirkettir ve tüm şirketler gibi yaptığı işlerden kar amacı gütmektedir.
Bir meslek grubunun eğitim kongresi ya o meslek grubunun mesleki örgütü, ya tıp fakülteleri ya da bilimsel dernekler tarafından düzenlenebilir. Bu yönüyle böyle bir ticari kuruluşun pratisyen hekimler adına eğitim kongresi düzenleme meşruiyeti olmadığı gibi, bu durum etik açıdan da bir aldatmacadır.
Geçtiğimiz yıl birincisi yapılan bu kongreye katılan pratisyen hekimler yaşadıkları organizasyon bozuklukları ve horlanmalarını TTB�ne iletmişlerdir. Bu organizasyona daha çok pratisyen hekim katılması ve daha fazla kazanç temini amacıyla, ilaç endüstrisi kanalıyla uçak biletleri temin edilen hekimlerden adı geçen firmaların ilaçlarından belirli bir miktarı kadar reçete yazmaları bile talep edildiği, iletilen şikayetler ve eleştiriler arasında yer almıştır.
Pratisyen hekimlerin yukarıda belirtilen hususları göz önünde bulundurarak kısa vadede bir kazançmış gibi gösterilen, ama uzun vadede mesleki yıpranmaya ve toplum nezdinde saygınlığımızın azalmasına yol açabilecek bu tür yanıltmalara itibar etmemeleri, bu organizasyonda Bilimsel Danışma Kurulu�nda yer alan akademisyenlerin akademik kariyerlerini bu tür ticari faaliyetler yoluyla sarsmamaları, ilaç endüstrisinin de gerçekten hekimlerin sürekli eğitim etkinliklerine ayırmaları gereken fonlarını, amaçları açıkça ticaret olan etkinlikleri düzenleyenlere istismar ettirmemeleri, �Hekimler Yayın Birliği�adlı şirketin de yayınlarına olan güveni sarsmamak için bir meslek grubu adına eğitim etkinliği düzenlemekten vazgeçmesi gerektiğini düşünüyor, bu görüşlerimizi hekimlerle ve tıp ortamı ile paylaşmanın zorunlu olduğunu biliyoruz.
Türk Tabipleri Birliği 1990 yılından bu yana iki yılda bir Pratisyen Hekimlik Kongreleri düzenlemekte, bu kongrelerde pratisyen hekimlik mesleğinin mesleki ve bilimsel sorunları etraflıca ele alınmaktadır. Pratisyen hekimlik alanı ile ilgili samimi kaygıları olanların bu tür kongrelere, bilimsel, organizasyonel, kurumsal olarak katkıda bulunmalarının daha yararlı olacağı kesindir...
(Türk Tabipleri Birliği - Pratisyen Hekimler Kolu, Haziran 1998)
*
Kültür - sanat
Eski dünya - yeni dünya
Dr. Şahin Erol Ergüç
Onbeş-yirmi yıl kadar önce ortaokul, lise çağlarındaydım. Evin tabanından tavanına kadar uzanan raflardan oluşan iki sıra halinde mütevazı bir kütüphanemiz vardı. Kendi evimize geçince yer darlığından, rafların yarısını iptal edip, üstündekileri de yüklüğün altında bir bölmeye istiflemiştik. Raflardaki kitaplar bittikçe bölmedeki kitaplara dadandım. Sık sık bölmenin kapağını açar, gözüme çarpan kitapları alır okurdum. 1950�li, 1960�lı yıllarda yayınlanmış Bütün Dünya�lara da orada rastladım. Kimi zaman kahvaltıda kimi zaman balkonda kimi zaman da yolculukta birkaç yıl boyunca okudum durdum. Birçoğunu tekrar tekrar okuduğum oldu.
Yıllar sonra bu yıl Haziran�da yeniden yayınlanmaya başlamış Bütün Dünya. Daha çok geçmişteki bir dostla kucaklaşabilmek için hemen alıp okuduysam da, böyle bir dergiyi kitapçıda gördükten sonra da almamazlık edemezdim zaten. Bir çırpıda bitirdikten sonra eski sayılarıyla kıyaslamaktan kendimi alamadım.
Dergiyi eskiden artık olmayan Nebioğlu Yayınevi çıkarıyorken, artık İnkılap Kitapevi çıkarıyor. Eskisiyle yenisinin boyutları aynı kalmış. ?ubat 1952�de yayınlanan derginin 49. sayısı 100 kuruşken, Bütün Dünya-2000, 500 bin lira. Eskisinin sayfaları saman kağıdındanken, yenisi birinci hamur kağıda basılmış. Eski dergide yalnız çizimler varken yenisinde renkli fotoğraflar da mevcut. Yeni derginin sayfa sayısı eskiye göre yarıyarıya artmış. Her ne kadar medyatik bir çağda yaşıyorsak da eski derginin içindeki reklamlar yenisinden hiç de az değil. Temelde derginin biçimsel kalitesi gözle görülür şekilde artmış. Fakat defalarca okunmasına ve aradan 46 yıl geçmesine karşın yalnızca iki zımba teliyle tesbit edilen eski dergi sapasağlam duruyorken, daha iki günlük olmasına ve dikkatlice kullanılmasına rağmen, yeni derginin cildi şimdiden dağılmaya başladı. Korkarım kızımın büyürken bu dergiyi okuyabilmesi için benim okumamam gerekecek.
Eski Bütün Dünya�da ilk dikkat çeken ve belki de onun Bütün Dünya olmasını sağlayan özellik, bütün yazılarının çeviri yazılar olması. Yeni dergide ise yerli yazarların yazıları da önemli yer tutuyor. Fakat bu yazılar benim ilgimi çekmedi. Hatta başladıktan sonra bitirmekte zorlandım. Bunu da tutuculuğuma yormayıp, içeriye dönük bilgilendirilmeden usanmışlığıma bağladım. Geçmişe dönük özlemlerim nedeniyle olmadığına karar verdiğim kanaatime dayanarak satranç, briç ve turizm köşelerini Bütün Dünya�nın içinde görmek istemiyorum. Yine eski bir okur olarak, yeni derginin sonundaki fotoğrafları da Bütün Dünya ile kaynaştıramadım. Eski dergide olan 101 Güzel Söz, İşte Biz Böyleyiz gibi bölümler yenisinde de yer alırken, Demirperde Fıkraları artık yok. Kitap özeti bölümünün yerinde de Titanik�le ilgili bir yazı var. 40 yıl öncesinin karikatür zevkini yansıtan Mankafa Poldi yeni dergide de hiç değişmeden yer almış.
Yeni dergideki yaşam öyküleri de sıkıcı olacak kadar fazla. Mark Twain�in bir denemesi ve Çin İşkencesi yazısı da eski sayılardan aynen aktarılmış gibi geldi bana. Kültürometre, soru yağmuru ve çiftini siz bulun gibi eski sayılarda olmayan bölümler yeni Bütün Dünya�nın kazancı. Eski Bütün Dünya�da bol bol varolan Türkçe yazım yanlışlarının yeni dergide yer almaması ve Bütün Dünya-2000�de bir Türk Dili danışmanının görev alması büyük bir ciddiyet örneği. Dikkatimi çeken bir şey de, yeni dergideki yazıların eskisindekine göre daha ciddi, daha objektif, daha az eğlendirici ve daha az akılda kalıcı olmalarıdır. İçeriği için kısaca şunu söylemek mümkün:Nostalji arayanlar eski sayıları karıştırırlarsa daha mutlu olurlar.
Yine de Bütün Dünya-2000 doktorların rahatlıkla alıp okuyabilecekleri, gözattıklarında boşa zaman geçirmemiş olacakları, damarlarında naif bir tat, dimağlarında hoş bir seda duyumsayabilecekleri, köşeleri olmayan, iddiasız ve iyi niyetle yola çıkmış bir dergi. Ama şimdiki bana değil de ilkgençliğimdeki bana sorarsanız, o yine babasının yüklüğündeki Bütün Dünya�ları tercih edecektir. Kızımın tercihini ise onbeş yıl sonra göreceğimi umuyorum...
*
Tıpik
Şantiye hastalıkları
Dr. Ozan Yılmaz Kendirci
Şantiye hastalıkları, her şantiyede potansiyel olarak var olmakla birlikte, özellikle, iklimi kurak, kutsal sayılan kubbemsi yapıların bitişiğinde silindirik ya da dörtgen dik, uzun yükseltilerin ve hurma ağaçlarının çokça bulunduğu, davuşkaların ise pek bulunamadığı yerlerde daha sık ortaya çıkar. Koşulların yarattığı hoşnutsuzluk, hastalık giysisiyle revir adı verilen denen podyumda da boy gösterir sık sık. Hoşnutsuzluk, bazen de, hastalığın abartılmasına ya da abartılı algılanmasına yol açar.
Kurak alan şantiyelerindeki psiko-sosyolojik gözlemlere dayanan bu çalışmada, tıp fakültesinde öğretilmeyen, tecrübe ile keşfedilen bu hastalıkların bazılarını neşrederek, ŞANTİYE TIBBI�na hizmet etmek, müstakbel şantiye hekimlerini, idarecilerini ve çalışanlarını bilgilendirmek dışında bir amaç güdülmemiştir. Bilgilenme olmadığında, hastalığın farkına varılamadığından, hasta dahil, herkes zarar görebilmektedir. Şimdi bu hastalıklara kısaca göz atabiliriz:

1- cehalet hastalığı
Konjenitaldir. Her insan bu hastalıkla birlikte doğar. Biraz tahsille, biraz çevrenin-medyanın ilettikleriyle azalsa da iyileşmez. Zaten hastalığın bir özelliği, bunlarla yetinip, aktif öğrenme çabasına girmemektir. Yoğun, bilinçli bir okuma, araştırma ile gerçekleri aramaya, kavramaya çalışma gibi, beyni - bilinci geliştirecek HİÇBİR ŞEY YAPMAMAK, CEHALET HASTALIĞINA SAHİP OLMAK İÇİN YETERLİDİR. İnanarak düşünmek, doğruyu bilmemek, bilmediğini de bilmemek, branşında bilgili kişiden daha fazla bilmesi mümkünmüş gibi iddialaşmak, bilenden öğrenmeye çalışmak yerine saygısızlığa sapmak, durumları öznel algısıyla çarpıtarak şikayet konusu yapıp, kendini kurnazca haklı çıkacağını sanmak, okumaya ilgisiz, seyretmeye ilgili olmak, kendini ve başkalarını anlayabilecek bilgiden ve yetiden yoksun olmak vs. hastalığın tipik belirtilerindendir. (Bilime, gerçeklere değil, kendini ve inancını haklı çıkarabilecek yalanlara, söylentilere düşkünlükle de teşhis edilebilen, her alanda yaygın olan bu hastalık az çok bilinse de, diğer şantiye hastalıklarına eşlik ve kaynaklık ettiği için, burada bir kez daha anımsatılmaya gerek görülmüştür.) Kişi, bilmediğini bile bilmediğini kavramadığı ve ciddi-bilinçli bir öğrenme çabasına girmediği sürece, tedavisi mümkün değildir. Genel sorun (kaynağı) toplumsal olduğundan, genel tedavi de insani bilincin geçerli olduğu uzun bir süreçte-toplumsal (değişim / eğitim) ile bağlantılı gerçekleşebilir.

2- röntgen hastalığı
Yaygın bir hastalıktır. Röntgenin filminin tüm iç organları ve iç hastalıkları gösterebildiğine inanmak olarak tanımlanabilir. Çoğu belirti vermeden latent olarak seyreder. Bunlar portör, yani taşıyıcıdır. Hastalığın aktif hale geçtiği, �bi filim çektirek te ne hastalığım olduğu anlaşılsın�, �filmimi görmem lazım�, �benim derdim filimsiz bilinemez� sözleriyle anlaşılır. Röntgenin teşhisi için gerekli olmadığı, yüz film çekilse de teşhisin ve tedavinin değişmeyeceği, hastaneye gönderilse bile röntgen çekilmesine muayeneden sonra doktorun karar verebileceği, hastanenin canı çekenin film çektirebileceği bir fotoğraf stüdyosu olmadığı vs. ne kadar anlatılırsa anlatılsın, röntgen histerisine giren hastanın kulaklarından beynine anlam ulaşmaz. İçerlenir ve hislenir. �Ne aksi adam şu bizim revir doktoru, filmimi çektirmeyip sağlığımla oynuyor, riske atıyor�, �hasta olmasam ister miyim, n�olur sanki bi filmimi çektirse� türünden düşüncelerle antipati geliştirerek, �bana bakmıyorlar, benimle ilgilenmiyorlar, bi film bile çektirmediler� diye yakınmaya başlar.
Bu kısır döngüde asıl hastalık iyileşecekse de iyileşemeyebilir ya da iyileştiği kabullenilemez. Zaten film saplantısı baştan beri varsa, verilen ilaçlar ya düzenli kullanılmaz, ya da faydası olmayacağına inanılarak, ilaç biter bitmez, bak hala iyileşmedim, artık röntgene göndermen gerek demek için kullanılır. Bilgi-bilim çok şeyle başeder de, inanç ve cahillik ile başedemez, ısrar-baskı sonucu pes eder! Hastaneye gönderilir hasta sonunda. Film çekilmezse, oradakilerin de anlayışsız, ilgisiz olduğu düşüncesi ve garibanizmin boynu bükük jestiyle geri döner. Hastane doktoru durumu çakıp, uğraşmaktansa bir film çektirip kurtulma yoluna giderse, hasta, bayramda büyük harçlık kapmış çocuklar gibi sevinir. (Çekilen film sayısı arttıkça, sevinç ve tatmin duygusu katlanır.) Revirde verilen ilaçların benzeri veya aynısı verildiği halde, daha ilaçları yutmaya başlamadan kendini daha iyi hissetmeye, o ilaçlar Afyon kaymağına bulanmış gibi tatlı gelmeye başlar! Filmi eline geçer geçmez (ah canım benim, ne güzel de çıkmışım veya iyi çekmemişler, çok koyu (ya da açık), bi daha çekseler, düşünceleriyle), hastane koridorunda film öyle bir incelenir ki, uzaktan gören kırk yıllık radyoloji mütehassısı zanneder! Pozisyon, genelde şöyledir: Kaşlar çatık, sağ kaş kalkık, sol göz kısık, alt dudak kıvrık, sol el çenede, yukarı doğru kaldırılmış gergin sağ kolun ucunda bir el, elde bir film, filmde meraklı ama anlamayan bakış izleri... Ayrıntılara zum yapmak gerektikçe, sağ kol bükülerek film yüze yaklaştırılmakta. Ara sıra, hımm sesi eşliğinde başı öne-arkaya, ya da dıck, dıck, dıck efektiyle başı sağa-sola sallamak da ihmal edilmez genelde. Filmde mühim bir şey çıkmamışsa, tatmin olmayabilir hasta. Film iyi çekilmemiş veya iyi incelenmemiş olmasın? Kimi, revire döndüğünde, mühim bir şey keşfetmiş gibi, filmini gösterip sorar; şuralardaki koyu siyah oval lekeler nedir doktor bey, tehlikeli bir şey olmasın? Doktor, içinden ya sabır çekerek, soğukkanlılıkla yanıtlar; gaz onlar, bağırsak gazı & yellenince kaybolur.

3- karı-ciğer hastalığı
Hastaneye sevkedilmek isteyenlerin içinde, karı peşinde ciğer görmüş kedi gibi dolanan abaza tipler de çıkar. Karaciğerim ağrıyor diyecekken, dili sürçüp karıciğerim ağrıyor derlerse, anında teşhis edilirler. Belinin istikbali için diline hakim olup, iyi bel veya karın ağrısı rolü yapanlar, hastaneye sevkedilmeye muvaffak olarak, hastanede karı görme, iş bağlamaya kalkışma emellerine ulaşırlar. Bu hastalar, genelde bu aşamada, -revircilerden gelen istihbaratlarla- teşhis edilir. Hastanın numarasını doktor yutmasa bile, koğuşunda inleyip sızlanarak, vicdan azabı gibi karnını-belini tutup yengeç gibi yan yan yürüyerek, hatta şeflerin göreceği yerlere ölü balık gibi, yarı açık gözlerini matlaştırıp bayılmama çeyrek var imajıyla yatarak infial ve kamuoyu baskısı ile sevkine muvaffak olabilir. Kiminin hastane yolunda, kiminin vardığında iyileşmeye başlaması, önemli bir teşhis kriteridir. Hastanede hastalığını unutup, canlanmış gözlerle radar gibi karıları taramaya yönelmişse, teşhis kesinleşir. Tedavi, abazalığın bitmesine bağlıdır. Bunun için de, revire değil, başka bir yere viziteye çıkanlar olmaktadır.

4- istirahat hastalığı
(Bunun hafif derecesine KAYTARMA HASTALIĞI da denmektedir.) Bu tip hastalar, akşamdan aldıkları sevk kağıdı istirahat garantisiymiş gibi, işe çıkmayarak, geç saatte, pişkin bir yüz ifadesiyle revire gelmeleriyle teşhis edilebilir. Ya bedensel bir hastalık yoktur ya da var olan abartılıyordur. Bu gerekçeyle istirahat verilmediğinde, fena halde bozulurlar. Hemen planın ikinci aşamasına geçilir: doktor şirketçi, çalışamayacağım halde istirahat vermiyor, bize iyi bakmıyor, ilgilenmiyor propagandası başlatılır. İnandırıcı olması için, abartmanın dozunu kaçırıp yatağa düşenler, çalışırken fenalaşanlar da çıkabilmektedir. Bunları açık sözlü olmaları ve yol haline getirmemeleri halinde, bir defalık idare etmek geçici bir tedavi olabilir. Ancak, alışmış, alışmamıştan beterdir özdeyişini de unutmamalı.

5- çıkış sancısı
Herhangi bir nedenden dolayı artık çalışmak istemeyen, ancak bunu açıkça ortaya da koyamayanın aklına yeni uyduracağı ya da eski bir hastalığı gelir ve revire, çalışamayacak kadar hastayım rolünü ezberleyerek gelir. Bu yol tutarsa ya da doktor bi kıyak yaparsa, hastalık nedeniyle çıkışa gitmenin daha avantajlı olacağını hesabeder. Çalışmak istiyorum şefim, ama hasta olduğumdan... Koğuştaki hesap revire uymazsa, doktorun da dürüstlük hastalığı depreşirse, muayene ve tahlillerde somut bir şey bulunmadığından umulan rapor verilmezse... doktora yapabileceği bir iyilikten kaçındı diye tepki duyulur ve hem tedavi edemiyor, hem rapor vermiyor Türkiye�ye gidip tedavi olmam için yalanları, şantiye dedikodu piyasasına sürülür.
RAPOR HASTALIĞI alt başlığıyla da ele alınabilecek bu hastalığın diğer belirtileri; herşeyden memnuniyetsizlik, dedikoduculuk, öfkelenme-saldırma eğilimleri, egosantrik düşünme, işe çıkmama veya aktif-verimli çalışmama, çıkış geciktikçe asabileşme, geceleri uyumayıp yarın kime sataşalım, kimi dövelim türünden felsefi tartışmalar-beyin jimnastiği yapma, havadan nem kapma ve bazı vakalarda paranoyaklaşmadır. Tedavisi tıbbi değil, idaridir.

6- ne olacak bu benim halim hastalığı
Bu hastalık sade halde belireceği gibi, çıkış sancısı, röntgen, özelleştirme veya karı-ciğer hastalığı gibi, başka hastalıkları pekiştirmek üzere aksesuar olarak da bulunabilir. Bu kişiler, karakteristik olarak, ne olacak bu memleketin hali diye yakınmalarla geçen ömürlerinde, memleketin halini iyileştirmek için bilinçli bir çabaya girmedikleri gibi, kendi sorunlarında ve hastalıklarında da, ne olacak bu benim halim diye sızlanmalarla geçen zamanlarda, kendi halini iyileştirmek için bilinçli bir çabaya giremezler. Bilenleri can kulağıyla dinleyip öğrenmeye, önerileri uygulamaya çalışmak gibi aktif tutumlara girmektense, acındırma uyaracak biçimde, pasif bir tutumla sızlanma kolaycılığını tercih ederler. Örneğin, kimi şantiyeye gelmeden çok önce başlamış ve hiçbir tedavi girişiminde bulunulmamış, kaşıntıdan iştahsızlığa, allerjiden bronşite kadar çeşit çeşit eski hastalık veya yeni ortaya çıkan ağır olmayan bir hastalık için bunlar, çadır kurmuş kaşlarla ve kurbanlık koyun bakışlarıyla sık sık revire gelir, tedavi süresinin tamamlanmasını bile beklemeden, hastalığını abartarak yakınırlar. Abartma, sızlanma arttıkça, hastanın formeninden şefine kadar, etkilenen birçok kişi davaya müdahil olarak, soloyu koroya çevirir: Ne olacak bu adamın hali? Her birine, tek tek, endişelenecek bir hal olmadığı, kontrol altında tedavinin henüz sürdüğü vs. açıklanır. Zaten, böyle kişilere 30-40 yılda (yaşı kaçsa) olan olmuştur. Ortaya bir rahatsızlık çıkmışsa, onlarca yılın mirasıdır ya, saatler içinde iyileşme, günler içinde onca yılın yıpranmışlığının giderilmesi beklenir adeta. Tedavi, hasta için de, doktor için de, sabırlı olabilmekten geçer. Hastaneye havale de gerekebilir... (Devam edecek)
*
Fenestra
Hastaların ne istediklerini biliyor muyuz? Yaşam kalitesi
İyi hekimlik hepimizin isteği. Ancak günlük çalışma ortamımızda bunun önünde bir sürü zorluk var. Belki de en büyük zorluk hastaya gelen insani iletişimi kurmakta. Aşağıda Journal of American College of Cardiology baş editörünün bu konuyla ilgili bir yazısını kısaltarak sunuyoruz.
Parmley W, Quality of Life:Do we know what patients want? J Am Coll Cardiol 1995; 26:553-554
Herhangi bir hastalığın tedavisi konusunda genellikle hekimin ve hastanın tedavi amaçları konusunda genellikle hemfikir olduğu hissindeyizdir. Oysa gerçekte çoğu zaman farklı algılamalar ve tercihler olabilir.
İki örnek vermek gerekirse; orta-ağır derecede hipertansiyonu olan ve kan basıncı ikili ilaç tedavisiyle kontrol altında tutulabilen asemptomatik bir hastayı ele alalım. Hekim kan basıncını istenen değerlerde tutabildiğine sevinir. Hasta iyi bir tıbbi izlem altında olduğuna sevinir, ancak halsizlik, sersemlik ve impotans gibi yakınmaları onu rahatsız etmektedir. Günlük basit aktiviteler sırasında bile; eğilip kalktıkça başının döndüğünü, sersemlik olduğunu farketmektedir. Hekim bu durumu saptayıp, algılamadıkça hastanın yaşam kalitesinden memnun kalması olası olmayacaktır.
İkinci örnek çok semptomatik terminal bir kalp yetmezliği hastası olsun. Böyle bir hastada bilindiği gibi anjiyotensin konverting enzim inhibitörleri yaşam süresini uzatabilmektedir; diğer alternatif uygun durumda kalp nakli olabilmektedir. Bir başka tedavi seçeneği olan oral fosfodiesteraz inhibitörleri ise biz hastanemizde bir protokol dahilinde kullanıyoruz. Oral fosfodiesteraz inhibitörleri yine bilindiği kalp yetmezliği tablosunu iyileştirebilmekte ancak mortaliteyi artırmaktadır. Böyle bir durumda hasta kalp yetmezliği semptomlarını yani ızdırabını azaltacak ancak yaşamını kısaltabilecek bir ilacı onaylamakla yüzyüze kalmaktadır. Hemen hemen her hasta bu ilacı bilerek almaya onay vermektedir. Çünkü yaşam kalitesi sıfıra yakın olduğunda onu uzatmak hastaya anlamlı gelmemektedir. Bu durumda �...önce zarar verme�ilkesi yaşam kalitesinin ölçülmesi ile ilgili. Son yıllarda yaşam kalitesini değerlendirmek, dolayısıyla tedavi yöntemlerimizin hastanın günlük yaşamı hakkındaki etkisini tartmak daha önem kazanmıştır. Bunun için çeşitli anketler, değerlendirme testleri yayınlanmıştır. Bu değerlendirmeler günlük yaşam kalitesini daha iyi algılamamıza yardımcı olmaktadır.
Diğer yandan özellikle zaman faktörü nedeniyle bu yöntemleri günlük pratikte uygulamak her zaman söz konusu olmamaktadır. Son yıllarda birer birey olarak hastaların günlük yaşam kaliteleri ve benim hekim olarak bu konudaki etkilerim hakkında daha duyarlı olmaya çalışıyorum.
Aşağıdaki küçük ilkelerin bana yardımcı olduğunu düşünüyorum ve sizinle paylaşmak istiyorum.
1- Hastayı bir birey olarak daha iyi tanıyın ve bazal yaşam standardını anlamaya çalışın. Örneğin, iş aktivitesi, evde ne yaptığı, yeme alışkanlıkları, boş zaman, uyku ve dinlenme alışkanlıkları hakkında bilgi edinin. Şu soru çok yardımcı olabilir, en çok ne yapmaktan hoşlanırsınız?
2- Hastalığının ona ne gibi kısıtlamalar getirdiğini anlamaya çalışın. Örneğin �...çok isteyip de hastalığınız nedeniyle yapamadığınız şeyler nelerdir?�Bazen hastalar için bizim hiç de önemli bumadığımız basit şeylerin anlamları olabilir.
3- Hastalığıyla ilgili olmasa bile hastanın o anki yakınmasına her zaman ilgili davranın. Ciddi taşikardi atakları ile izlediğiniz hastanın başağrısına, ya da ayağındaki ağrıya umursamaz davranmayın.
4- Her zaman ilaçların yan etkilerine karşı uyanık olun. Hastalar genellikle yan etkileri dile getirmezler; yan etkileri hedef alan doğrudan açık sorular sorun.
5- Hastanın yaşam kalitesini artırmaya çaba gösterin. Hastayı örneğin seyahate çıkma, aktif olma, spor yapma gibi konularda motive edip cesaretlendirin.
6- Bütün bunların ötesinde semptomatik ve sabırlı bir dinleyici olun. Hastanın semptomlarını ilgiyle dinlemek, hastayı anladığınız izlenimini vermek bile tek başına önemlidir. Kronik sırt ağrısını tam olarak ortadan kaldıramayabilirsiniz ama, hastayı sadece empatiyle dinlemekle bile son çıkan bir nonsteroid antiinflamatuvar ilaçtan daha fazla yardımcı olabilirsiniz.
Özetle, bir hastayı memnun kılabilmek için yaşam kalitesinin önemini hissetmeli ve davranışlarımıza yansıtmalıyız. Yıllar öncesinin hekimleri ellerinde mucize ilaçlar olmadan bunu yapıyorlardı. Bugün biz elimizdeki mucizevi ilaçlarla daha iyisini yapabilecek durumdayız...


Bu HABERİ Paylaş!