Cinsiyet körü, eşitlikçi olmayan sağlık ve bilim politikalarına son!


  • Mart 08, 2020
  • 2148

1857 yılının 8 Mart’ında NewYork’lu 40 bin dokuma işçisi kadın eşit işe eşit ücret, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve 8 saatlik işgünü talepleriyle greve çıkmış, tekstil fabrikasını işgal etmişlerdir.  Direnişleri sırasında çıkan şüpheli yangında 129 kadın yanarak hayatını kaybetmiştir. Bu mücadelede hayatlarını kaybeden kadınların anısına, 8 Mart ilkin 1910 yılında Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg önderliğinde 2. Enternasyonele bağlı kadınlar ve ardından 1977 yılında da Birleşmiş Milletler tarafından Dünya Kadınlar Günü olarak ilan edilmiştir. Haklarımız, eşitlik ve özgürlüğümüz için mücadelemizin simgesi olan bu günde Türk Tabipleri Birliği Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu olarak meslektaşlarımızın ve tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyor, yaşamın her alanında sürdürdüğümüz mücadelede başarılar diliyoruz. 

 

Cinsiyet Körü, Eşitlikçi Olmayan Sağlık ve Bilim Politikalarına Son!

 

Yüzyıllardan beri kadınların yaşadığı sorunların kaynağının, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve bu eşitsizliği üreten cinsiyetçi politikalar olduğunu biliyoruz. Erkeği kadından üstün ve kadını erkeğe bağımlı kılan ataerkil anlayış ve bu anlayışı temel alan ekonomik ilişkiler sonucu kadınlar yoksullaşmakta ve mülkiyetsizleşmektedir.  Süregelen bu duruma eklemlenen ve son yıllarda küresel ölçekte etkileri izlenen kapitalizmin krizi ise, toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizlikleri derinleştirmektedir.  Neoliberal politikalara bağlı gelişen ekonomik ve finansal krizler, istihdamın azalması, işsizlik oranlarının artması, yoksullaşma, ekonomik büyümenin yavaşlaması ve sosyal yardımların azalması ile sonuçlanmakta; bu süreçten kadınlar daha fazla etkilenmekte ve yaşam koşulları daha fazla kötüleştirmektedir. Kriz sırasında işten ilk çıkarılanlar genellikle kadınlar olmakta, ekonomik güçsüzleşme, kadınların erkeklere olan bağımlılığını artırarak cinsiyet eşitsizliklerini pekiştirmektedir. Kadın emekçilerin ayrımcılık, eşitsizlik, düşük ücret ve güvencesizlik kıskacında çalışma yaşamında var olduğu küresel olarak gözlenmektedir. Bugün ülkemizde yaşanan ekonomik kriz de doğrudan kadınların çalışma yaşamında sosyal haklarına ve sağlığına yönelik bir tehdit olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadınlar, kriz dönemlerinde hem daha fazla sağlık hizmetine ihtiyaç duydukları hem de fakirleştikleri için sağlık alanındaki krizden de orantısız olarak etkilenmektedir. Sağlık hizmetleri için kaynakların azaltılması, hane halkı gelirine egemen olan erkek aile üyeleri tarafından kız çocukları ve kadınların sağlık ihtiyaçlarının ikincil plana atılmasını beraberinde getirmektedir.

Toplumsal cinsiyet normları aile, okul, iş yeri, medya gibi sosyal ortamlarda etkileşim süreci içinde öğrenilir ve içselleştirilir. Öğrenilmiş olan bu normlar başta yaşama ve sağlık hakkı olmak üzere kadının sosyal,  siyasal, kültürel alandaki insan haklarının önünde bir engeldir. Ancak yine biliyoruz ki, toplumsal cinsiyete dayanan roller değişmez, sabit ve sorgulanamaz değildir. Bütün bu nedenlerle, dünyada ve ülkemizde kadınların ve erkeklerin toplumsal yaşamın her alanına eşit katılımları anlamına gelen toplumsal cinsiyet eşitliği temel mücadele hedefimizdir. 

Türkiye’nin 1985 tarihinde imzaladığı Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW), ayrımcılığı “kadınların medeni durumlarına bakılmaksızın ve kadın-erkek eşitliğine dayalı olarak politik, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni veya diğer alanlardaki insan hakları ve temel özgürlüklerinin tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan yararlanılmasını engelleyen, ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan ve cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir ayrım, mahrumiyet veya kısıtlama” olarak tanımlamaktadır. Günümüzde de yaşamın her alanında varlığını sürdüren kadına yönelik ayrımcılığın ortadan kaldırılması için, CEDAW sözleşmesinin gerektirdiği tüm eşitlikçi politikalar hayata geçirilmelidir. 

Okullar ve üniversiteler toplumsal cinsiyet rollerinin pekiştirildiği, mesleğe özgü toplumsal cinsiyet rollerinin öğrenildiği kurumlardır. Meslek edinme ve mesleki kimlik kazanma süreçlerinde kilit önem taşıyan üniversiteler kadına yönelik ayrımcılıkla mücadele etmeli; bu bağlamda öncelikle her üniversitede toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak üzere kadın merkezleri kurulmalı ve YÖK tarafından Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi yeniden yürürlüğe konmalıdır. 

İşyerleri cinsiyet ayrımcılığının yapıldığı ve toplumsal cinsiyet normlarının meslekler arası ilişkilerle üretildiği yerlerdir. Çalışma ortamlarında ayrımcılık ve eşitsizliğe karşı çıkıyor, iş yerlerinde sıklıkla yaşadığımız şiddete, tacize ve mobinge teslim olmuyoruz.  Meslektaşlarımızı,  ayrımcılıktan arınmış ve toplumsal cinsiyet eşitliğine uygun sağlık kurumları yaratmak için birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz. 

Sağlıklı olmak sağlık hizmetinin niteliğinden daha çok sosyal belirleyenler tarafından belirlenmektedir.  Toplumdaki kaynakların dağılımını, kaynaklara ulaşımı ve kullanılmasını belirleyen toplumsal cinsiyet de sağlığın sosyal belirleyicilerden biridir. Toplumsal sağlık düzeyini geliştirmek için toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için çaba harcamak yalnız Çalışma, Aile ve sosyal güvenlik Bakanlığının değil, Sağlık Bakanlığı da dahil olmak üzere tüm devletin temel sorumluluğudur. Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlama görevinin yerine getirilmesini bekliyoruz. 

Eşitsizliklerin sonucu sağlık sorunu olarak ortaya çıkar. Bu nedenle sağlığın iyileştirilmesi eşitsizliklerin giderilmesi ile doğrudan ilgilidir. Sağlıkta eşitsizlik sağlık hizmetinin kimlere yönelik olduğu ve kimlerin yararlandığı sağlık hizmeti kullanıcılarının ayrıntılı istatistiksel verilerin ortaya çıkartılmasıyla görünür hale gelir. Bu nedenle yıllık verilerin düzenli paylaşılması eksiklerin ve uygulamaların yeterlilik ve sorunlarının değerlendirilmesini sağlar. Sağlık bakanlığının hemen tüm verileri cinsiyet körüdür. Sağlıkta eşitliğin temel göstergelerinden biri olan “sağlık hizmetlerine erişime” dair veriler Sağlık İstatistik Yıllığında Sağlık Hizmetlerinin Kullanımı bölümünde yer almaktadır. Sağlık bakanlığı tarafından verilen 20002,2018 verileri ve eklenen2019 verileri sağlık hizmeti kullananların cinsiyet ve yaşlarına göre ayrıştırılmamıştır:

2018 yılı için verilen782 milyon seviyelerine ulaşan başvuru sayısının kaç tanesi kadınların yaptığı başvurudur? 

%34’ü birinci basamak sağlık hizmeti veren kurumlara, %66’sı ikinci ve üçüncü basamak sağlık kurumlarına yapılan başvuruların yüzde kaçı kadınlar tarafından yapılmıştır?

 Hastaneye yatan 13 milyon 651bin 377 kişinin kaçı kadındır. Bu kişilerin %44’ü özel hastaneye yatmıştır, kaçı kadındır? 

2018 yılında  5 milyon 201 bin 738 ameliyat yapılmıştır; kaç kadın ameliyat olmuştur? Cinsiyet körü bu veriler sağlık hizmeti kullanımında cinsiyet eşitliğinin neresinde olduğumuzu, ayrımcılık varsa hangi düzeylerde yaşandığını ortaya çıkarmaktan uzaktır.

Ülkemizde hala her üç kadından biri (%36), eşi ya da birlikte olduğu erkek tarafından fiziksel şiddete uğramakta, kadınların %44’ü yaşamlarının herhangi bir döneminde psikolojik şiddete maruz kalmaktadır. Yaşamlarının herhangi bir döneminde ekonomik şiddete maruz kalan kadınların oranı %30, 15 yaşından önce yetişkin biri tarafından cinsel istismara maruz kalan kadınların oranı ise yaklaşık %12’dir. Ülkemizde hemen her gün bir kadın hayatını kaybetmektedir. Bu tablo ülkemizde kadına yönelik şiddetin acil önlemlerin alınması gereken ciddi bir halk sağlığı sorunu olduğunu göstermektedir. Bu nedenle sağlık kuruluşları, hekimler ve sağlık çalışanları şiddetin belgelenmesi ve şiddete uğrayanların sağaltılmasında gerekli duyarlılığı göstermelidirler. Kadına yönelik şiddetle mücadele etmek kadınların yaşam hakkını korumanın, sağlıklı yaşamalarını güvence altına almanın ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamanın en önemli yoludur. Bu nedenle, altına imza atılan İstanbul Sözleşmesi ‘ni  hatırlatıyor, toplumu ve devleti kadına yönelik şiddetle ve tüm şiddet biçimleriyle etkin mücadeleye çağırıyoruz. 

Sağlık Bakanlığı’nın kadınlara yönelik temel sorumluluk alanlarından biri cinsel sağlık ve üreme sağlığıdır. Kahire’de 1995 yılında üreme sağlığı ve üreme hakları kavramı ilk kez dünya gündemine getirilmiş, kadın-erkek herkesin yaşamı boyunca normal büyüme ve gelişme sürecinden kaynaklanan üreme ve cinsel sağlık ile ilgili ihtiyaçları olduğuna, tüm bireylerin yaşamının doğumdan ölüme kadar bir bütün olarak ele alınması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Ancak bugün dahi Sağlık Bakanlığı’nın aile planlaması hizmetlerine yeterli kaynak aktarmadığını ve bazı malzemelerin ulaşılmaz durumda olduğunu görmekteyiz. Yine Sağlık Bakanlığı’nın birinci basamak sağlık hizmetleri başta olmak üzere cinsel sağlık ve üreme sağlığına yönelik danışmanlık ve hizmet sağlayacak kurumların kapsamını yıllar içinde daralttığını biliyoruz. Kadınların ücretsiz, erişilebilir aile planlaması ve üreme sağlığı hizmetlerine ulaşması sağlanmalıdır. Kadınların kaç çocuk sahibi olacakları konusu kadınlara bırakılmalı ve siyasi hedef olmaktan çıkarılmalıdır.

2020 yılı Kasım ayında Nairobi’de yapılan ICPD+25 Dünya Zirvesinde, dünya ülkeleri için 2030’a kadar ulaşılması gereken “Dönüştürücü Üç Sıfır”  hedefi;

-Önlenebilir nedenlere bağlı anne ölümlerinin sıfıra indirilmesi,

- Aile planlamasında karşılanamayan gereksinimin sıfıra indirilmesi ve 

-Toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin (çocuk yaşta evlilikler ve zarar veren geleneksel uygulamalar dahil) sıfıra indirilmesi olarak belirlenmiştir.  

Bakanlık, bu hedefleri gerçekleştirecek politikaları bir an önce geliştirmeli ve yürürlüğe koymalıdır.

Kadınların karşılaştığı bu sorunlar yanı sıra bölgemizden eksik olmayan savaş ve göç gerçeği, kadınların yaşamını her yönden kuşatmakta, hem göçmen hem kadın olarak çifte yük taşımalarına yol açmakta, zorla yerinden edilmeyi içeren bu güç koşullarda onları daha savunmasız konuma getirmektedir.  Kapitalizmin kriziyle eklemlenen savaş ve göç olgusu toplumsal cinsiyet rolleri, eğitim, bilgiye erişim, sağlık düzeyi, aile sorumlulukları ve şiddet/ayrımcılık deneyimleri gibi kadınların yaşamının pek çok boyutunu olumsuz etkilemektedir.  

Kadınları değersizleştiren, ayrımcılığa ve şiddete maruz bırakan, yaşam, sağlık, eğitim, çalışma, toplumsal yaşama katılım başta olmak üzere temel insan haklarını hiçe sayan bu iklimde,  

Biz kadın hekimler; 

Kadın dayanışmasının her alanda yaşattığını ve mücadeleyi güçlendirdiğini biliyor, 

Eşitlik, özgürlük, barış ve adalet taleplerimizi her yıl olduğu gibi bu yıl da yineliyoruz. 

Cinsiyet Körü, Eşitlikçi Olmayan Sağlık ve Bilim Politikalarına Son!

Yaşasın 8 Mart Yaşasın Mücadelemiz !

TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu

 


Bu HABERİ Paylaş!