Page 46 - Hekim Sözü Ekim-Aralık 2024
P. 46

ÖYKÜ


            ben Ragıp’ın nasıl bir adam olduğunu henüz bilmiyorum.   anabilim dalı girişinde asıldığında aynı gruba düştüğümüzü
            Bile bile tuzağa düşer miyim? Yemek başladı, herkes mutlu.   görünce çok heyecanlandım. Pratiklerde ister istemez bir di-
            Sonra Ragıp kulağıma eğilip “Sibel’in en sevdiği şarkı ne?”   yalog başladı. Sonra esprilerime güldüğünü fark ettim. Hatta
            diye sordu. Düşündüm aklıma gelmedi, “Valla bilmiyorum”   pek de komik olmayanlara bile. Bir gün pratikten çıkarken
            dedim. Bu kez dönüp Sibel’e sordu, o da bir şarkı adı söy-  çimenlerin üzerinde bir kedi gördü. Kucağına aldı. “Sever
            ledi. Ragıp gidip şarkıcının eline, üzerine yazdığı peçeteyi   misin sen de kedileri?” diye sordu. “Çok severim” dedim
            tutuşturdu. Şarkıcı söylemekte olduğu parça bittikten sonra   (O güne kadar kafasını okşadığım kedileri toplasan bir elin
            “Şimdiki şarkıyı Sibel Hanım’a armağan ediyorum” diye   parmaklarını geçmezdi). Keyiften mırıldayan kediyi sevmem
            anons etti. Mekânda oradan buradan alkış sesleri duyul-  için bana doğru uzattı. Tepki verirse yanlışlık olmuş gibi
            du. Şarkı başlayınca Ragıp, Ayşe’yi dansa kaldırdı. Ben de   yapabilmek için elimin yarısı kedinin, yarısı onun elinin
            Sibel’i.  Laf olsun diye “Bu şarkıyı sevdiğini bilmiyordum”   üzerine gelecek şekilde koydum. Elini çekmedi, gülümsedi.
            dedim. Demez olaydım. “Bilmen için önce sorman, sor-
            man için de merak etmen lazım” diye azarladı. Neyse ki   Babasıyla ilk karşılaşma günüm yaklaşırken, Sibel bana
            ortam karanlık olduğu için kulaklarıma kadar kızardığımı   uzun bir “yapılacaklar ve yapılmayacaklar listesi” çıkarmış-
            kimse fark etmedi. Bu arada Ragıp’la Ayşe bizden farklı bir   tı. Asla kareli gömlek giymemem, pencerenin yanındaki
            kategoride dans ediyorlardı. Ya da bizimki dans değil başka   lacivert berjer koltuğa oturmamam, bacak bacak üstüne
            bir şeydi. Ragıp, Ayşe’yi döndürüp omuzlarına yatırıyor   atmamam, nereye varacağı belli olmayacağı için politika
            sonra ters yönde döndürüp ayağa kaldırıyordu. Arada bir   konusu açmamam (provokatif soru ihtimali yine de yüksek-
            bize bakıp göz kırpmayı da ihmal etmiyordu. Bu taraklarda   miş), caz plaklarına (babası bana uzatmadıkça) dokunma-
            bezi olmayan ben ise (Sibel’in de yoktur ama bunu o zaman   mam, ancak caz konusu kesinlikle açılacağı için en azından
            henüz bilmiyordum) kazık yutmuş gibi salınıp duruyordum.   birkaç cümle edecek kadar ansiklopedik bilgi sahibi olmam
            Zaten aklım da Sibel’den yediğim lafta kalmıştı. “Kesin   (John Coltrane hayranı olduğu için kısa biografisini okumuş-
            ertesi sabah ayrılırız, bari son gecenin tadını çıkartayım”   tum) bunlardan bazılarıydı. Sağlık konularına özel merakı
            modundaydım. Oturduktan sonra sırıtarak “Oğlum tıp   olduğu için okulda gördüğümüz değişik hastalar, olaylar ve
            fakültesinin en güzel kızını tavlamışsın daha hangi şarkıyı   hocaların vizitte anlattığı ilginç anektodlar da bir şekilde
            sevdiğini bilmiyorsun” diye laf soktu. O anda aklıma “Yanı-  araya sıkıştırılırsa iyi olurdu. Ama bunların mutlu bir şekilde
            lıyorsun, yalnızca tıp fakültesinin değil tüm üniversitenin”   ve iyileşme ile sonuçlanması gerekiyordu.
            demek geldi. Bunun üzerine Sibel masanın altından elimi
            tuttu, kalbimdeki mengene biraz gevşedi. Gecenin finalinde   Karşılaşmamız hiç de korkutucu olmadı. Benim gördüğüm
            zeybek havası çalındı (Bunu da ayarlamıştı kesin). Bizimki   en titiz, ritüellerine sıkı sıkıya bağlı insandı. Sağlık takıntıları
            hemen ortaya fırladı. Onunla birlikte kalkan birkaç erkek   ve kaygıları üst düzeydeydi. Ancak entelektüel olarak zengin
            rekabet edemeyeceklerini anlayıp tekrar oturdular. Ragıp’ın   ve bunu çevresine alçak gönüllüce, karşıdakinin gözüne sok-
            oynaması bitince salonda bir alkış tufanı koptu. İsteksizce   madan yayabilen biriydi. İlerlemeye, gelişmeye ve çalışmaya
            ben de alkışa katılmak zorunda kaldım.            tutkun bir aydınlanmacıydı. Bir dost olarak sonuna kadar
                                                              güvenilebilecek ve insanı hiçbir koşulda yüzüstü bırakma-
            “Üniversitenin en güzel kızı” filan olmayabilir ama Sibel gü-  yacak bir adamdı. Yaz-kış sabah 6’da kalkar, Bostancı’dan
            zeldi. Okulun daha ilk günlerinde ilgimi çekmişti. Bu ilgi git-  Caddebostan’a kadar yürüyüp eve dönerdi. Evde karısının o
            tikçe artarak ikinci sınıfın ortalarında platonik aşka dönüştü.   yürüyüşteyken hazır etmiş olduğu yoğurt, portakal suyu ve
            O sırada Sibel’in benim varlığımın farkında olduğudan bile   bir dilim kızarmış ekmekten oluşan kahvaltısını yapıp ofisi-
            emin değildim. Amfide hep aynı sıraya oturur ve gümüş ren-  ne giderdi. Her zaman sakin ve analitik düşünürdü. Sesini
            gi tel gözlükleriyle dikkatle dersi dinlerdi. Gözlüklerinin ar-  yükseltmez ve belki hukukçu olmasının da etkisiyle her ola-
            kasından gözleri daha çarpıcı görünür, bana cam bir kutuda   yın arka planında ona yol açan başka etmenler olabileceğini
            korunan nadir mücevherleri çağrıştırırdı. Sabah geldiğimde   düşünürdü. Bir şey anlatıldığında yaptığı analizlere hayran
            ilk baktığım yer amfinin girişindeki askılıktı. Bordo paltosu   olur, neden benim aklıma gelmediği için hayıflanırdım.
            asılıysa içimi bir sevinç kaplardı. Paltonun yakasında gümüş
            rengi kuyruğu yukarı doğru kıvrık oturan bir kedi rozeti   Kayınpederimi ilk karşılaştığımız andan beri çok sevdim.
            takılıydı. Etrafta kimse yokken birkaç kez paltosuna dokun-  Ama hiçbir zaman olmamız gerektiği veya benim istediğim
            muş, bu bile heyecandan kalbimin yerinden fırlayacakmış   kadar yakın olamadık. Belki de kişiliklerimiz benzediği için
            gibi atmasına yetmişti. Ev arkadaşım Samet (Şimdi Bursa’da   birbirimize doğru o ilk büyük adımı ikimiz de atamadık.
            kardiyolog) bunu duyunca “Fetişist misin nesin? Git konuş.   Her bir araya gelişimizde Sibel’in verdiği listenin madde-
            Olursa olur, olmazsa olmaz. Ne korkak adamsın” demişti.   leri zihnimde sıralandı. O da doktor kimliğimi bir kenara
            Hergün kızla konuşmak için kararlı bir şekilde okula gidiyor,   koyamadı. Her an korktuğu bir hastalığa tanı koyacakmışım
            bir türlü cesaret edemeden geri dönüyorum . “Dikkatini   gibi mesafeli durdu. İlk karşılaşmamızdan yedi buçuk yıl
            çekeyim” diye sınavlarda ondan daha yüksek not almaya   sonra, ağzına hayatta bir tek sigara bile sürmemiş adam çok
            çalışıyordum. Bu her zaman olmuyor, olursa da hiç kolay   agressif seyreden akciğer kanserinden 3 ayda öldü. Öldü-
            olmuyordu. Üçüncü sınıfın başında patoloji pratik listeleri   ğünde yurtdışına giden arkadaşlarına rica minnet getirttiği,

             44  hekim sözü  EKİM-ARALIK  2024
   41   42   43   44   45   46   47   48   49   50   51