GÜLER ZERE’YE VEDALAŞMA VE HUZUR HAKKI VERİLMELİDİR!


  • Ağustos 25, 2010
  • 2610

Bugün İstanbul Tabip Odası’nda mahkum ve kanser hastası Güler Zere’nin son sağlık durumuna ilişkin bir basın toplantısı düzenlendi.
Türk Tabipleri Birliği Kanser Danışma Kurulu tarafından gerçekleştirilen toplantıya TTB Başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy, TTB Merkez Konsey Üyesi ve TTB Kanser Danışma Kurulu Başkanı Adli Tıp Uzmanı Dr. Ali Çerkezoğlu ve İ.Ü. Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü Tıbbi Onkoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve TTB Kanser Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Pınar Mualla Sadıklar Saip katıldı.
Toplantıda, Güler Zere’nin sağlığının tıbben geri dönülmez bir noktada olduğunu ve infazının iyileşinceye kadar tehirinin sağlanmasını ya da Cumhurbaşkanına tanınan ve toplum vicdanını temsil eden salıverme yetkisinin kullanılarak toplumun vicdanında açılan yaranın Güler Zere’ye “Vedalaşma ve Huzur Hakkı” verilerek kapatılmasının uygun olacağını ve bunu objektif bilimsel yorum, insani değerler ve toplum vicdanı adına talep ettiklerini ifade ettiler.

Rapor İçin Tıklayınız.


GÜLER ZERE’YE VEDALAŞMA VE HUZUR HAKKI VERİLMELİDİR!(26.10.2009)

 

BASIN AÇIKLAMASI


Türk Tabipleri Birliği – Kanser Danışma Kurulu


26 Ekim 2009, İstanbul


SAYIN CUMHURBAŞKANI, BAŞBAKAN VE ADALET BAKANI’NA ACİL ÇAĞRI


Tıbben geriye dönülmez bir sürecin içinde bulunduğu artık tartışma götürmez bir hal alan Güler ZERE hakkında, infazının iyileşinceye kadar tehirini sağlayarak ya da Cumhurbaşkanına tanınan ve toplum vicdanını temsil eden salıverme yetkisini kullanarak, Güler Zere’ye “Vedalaşma ve Huzur Hakkı” verebilir, toplumun vicdanında açılan yarayı kapatabilirsiniz.


Ceza infaz kurumları, tutuklanan veya hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilen kimselerin barındırıldığı, iç ve dış güvenlik bakımından özel tedbirlerin alındığı kamu binalarıdır. İnfaz hukukunun kaynaklarını oluşturan infaza ilişkin mevzuatımızın yanında ayrıca ülkemizin kabul ettiği “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirisi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, Siyasî ve Medenî Haklar Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Bakanlar Komitesi Kararları” gibi uluslararası kararlar da, özellikle hürriyeti bağlayıcı cezaların infazına ilişkin hükümler ve ilkeler yer almaktadır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesince 12 Şubat 1987 tarihinde (No: R (87) 3) numarası ile kabul edilmiş bulunan “Avrupa Hapis Cezası Kuralları” ve yine Birleşmiş Milletlerce kabul edilmiş olan “Mahpusların Islahı İçin Asgarî Standart Kuralları ve İşkenceyi Önleme Sözleşmesi” infaz hukukun en önemli evrensel kaynaklarıdır.

“İşledikleri ileri sürülen ya da gerçekten işlemiş oldukları suç ne kadar korkunç olursa olsun tutuklanan ya da hapsedilen kimseler insan olmaya devam ederler. Kendileriyle ilgilenen mahkeme ya da adlî makam bu kimselerin ellerinden insanlıklarının değil, yalnızca özgürlüklerinin alınmasına karar vermiştir.” Alıntıladığımız bu ilke, hapsedilen insanların özgürlüklerini kaybetmenin sonucu olarak kaybettikleri haklar dışında bütün insan haklarına sahip olmaya devam ettiğini güvence altına alan temel insan haklarından birisidir.

Cezaevleri ve Sağlık konusu son dönemde cezaevlerinde kalan tutuklu ve hükümlü sayısındaki artışla birlikte değerlendirildiğinde önemli bir toplumsal sorun haline dönüşme potansiyeli taşımaktadır. Türk Tabipleri Birliği’ne iletilen şikâyet ve talep dilekçelerinin sayısındaki artış bu gözlemimizi doğrular niteliktedir.

Cezaevlerinde sağlık sorunları yaşayan tutuklu ve hükümlüler devletin sağlık güvencesi altındadırlar. Devlet onların her türlü sağlık ihtiyaçlarını karşılamakla sorumludur. Cezaevlerinde yatan tutuklu ve hükümlülerin sağlık sorunları zaman zaman kamuoyuna da yansıyor. Yakın zamanda ölümüne beş gün kala tahliye edilen kanser hastası Kuddusi Okkır hakkında yine kurulumuz tarafından bir rapor düzenlenmiş ve konu kamuoyunun gündemine taşınmıştı.

Cezaevlerinin şu anki kapasitesi 70.000’dir. Cezaevlerinde yatan tutuklu (62.000) ve hükümlü sayısı ise şu anda Cumhuriyet tarihinin en yüksek düzeyi olan 114.000 sayısına ulaşmıştır. Bu da cezaevlerindeki infaz sorununu gündeme getirmiştir. İnsan Hakları Kuruluşlarından elde edilen bilgilere göre şu anda 30’u kronik sağlık sorunları, 12’si kanser hastası olan 41 mahkûm cezaevinde yatmaktadır.

Türk Tabipleri Birliği kronikleşmiş olan cezaevlerindeki kanser hastalarının sağlık sorunlarına ışık tutmak ve çözüm önerisi geliştirmek amacıyla saygın bilim insanlarından oluşan ve aralarında Medikal Onkolog, Radyasyon Onkoloğu, Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi Uzmanı, Adli Tıp Uzmanı ve Ceza Hukukçularının bulunduğu bir Kanser Danışma Kurulu kurmuştur. Kurulumuz raportörü tarafından ay sonunda tamamlanacak olan raporumuzda bir de “Mahkûm veya Tutuklu Kanser Hastalarına Standart Yaklaşım Önerileri Rehberi” yer alacaktır. Bu rehber, mahkûm ve tutukluların kanser tanı ve tedavilerinde gecikme olmaması ve iyileşmesi mümkün olmayan durumlarda infaz yasasının kendilerine tanıdığı haklardan gecikmeden yararlanmalarını sağlayabilmek amacıyla hazırlanmaktadır.

Yukarıda değindiğimiz Güler Zere (Çene), Erol Zavar-Taylan Çintay (Mesane), Avni Uçar (Böbrek), Nizamettin Akar, Latif Badur-Naci Akyol-İsmet Demir (Akciğer-Larinks), A. Samet Çelik (Kan), Gülezar Akın (Beyin), Halil Güneş- Divali Kaya (Kemik), Aynur Epli (Bağırsak) adlı 12 kanser hastasının en trajik durumda olanı Kahramanmaraş Elbistan E Tipi Cezaevi’nde yatmakta iken kanser tanısı konan Güler Zere’dir. Şu an da Çukurova Üniversitesi Balçalı Hastanesi Mahkûm Koğuşu’nda ölümle burun buruna yaşam savaşı veren Zere ile ilgili olarak 26 Ağustos 2009 tarihinde kurulumuz bir basın açıklaması ile ön raporunu açıklamıştı.*

Ayrıca TTB Merkez Konseyi II. Başkanı Dr. Feride Aksu Tanık ve Kurul Başkanımız Dr. Ali Çerkezoğlu 10.09.2009 tarihinde “Cezaevleri ve Sağlık” gündemi ile Adalet Bakanı Sadullah Ergin’i ziyaret etmiş ve konu yine gündeme getirilmişti.

BM’in Mahpusların Islahı İçin Asgarî Standart Kuralları’nın 57. Maddesine göre, “Hapsedilmek suretiyle özgürlüğün kısıtlanması doğası gereği sıkıntı verici olduğundan, daha da kötüleştirilmemesi gerekir. Bu nedenle, mahpusların yaşam hakkı ve sağlık standartlarını güvenceye almak, etkili tıbbî bakım ve tedavi koşullarını sağlamak devletin sorumluluğu altındadır. İyileştirme ihtimali olmayan, ağır derecede hasta mahpuslar salıverilmek suretiyle dışarıdaki bir kurumda ya da ailelerinin yanında bakımları sağlanmalıdır”.
Ayrıca 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 2’nci maddesinde “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kuralların, hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefî inanç, millî ve sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanacağı “ belirtilmiştir.


Anayasamızda kısaca “kanun önünde eşitlik” olarak da anılan bu ilke dikkate alınarak, infaz sırasında aynı statüde yer alan hiçbir hükümlüye ırk, renk, din, mezhep, milliyet, siyasal veya başka fikir ve düşünceler, millî ve sosyal köken, bir azınlığa mensup olma, doğum, ekonomik ve diğer top¬lumsal konumlar ve benzeri nedenlerle ayırımcılık tanınmaması, farklı bir uygulama yapılmaması amaçlanmıştır.
Türk Tabipleri Birliği Kanser Danışma Kurulu olarak kanser hastası mahkum Güler Zere hakkında hazırlamış olduğumuz ön raporu 26 Ağustos 2009 tarihinde özet olarak verdiğimiz ekte de görülebileceği gibi bir basın açıklaması(www.ttb.org.tr) ile duyurmuştuk.


Aradan 2 ay geçmesine karşın mahkum Güler Zere’nin mevcut koşullarında bir gelişme olmadığı, Çukurova Tıp Fakültesi Balçalı Hastanesi Başhekimliğince hazırlanan  16.10.2009 tarihli son tıbbi durum ve epikriz raporunun kurulumuzca incelenmesi sonucunda;  hastalığın uygulanan tüm tedavilere karşın herhangi bir gerileme göstermediği, bir kez daha tekrarladığı ve geri dönülmez bir aşamaya girdiği anlaşılmaktadır. Hastalığın seyri bize beklenen yaşam süresinin çok kısa olduğunu göstermektedir.

     Konu artık bürokratik süreçleri bekleyemeyecek kadar acil bir hal almıştır. Bu sürecin daha da uzaması mahkûmun huzurlu ölüm hakkı, ailesi ve diğer yakınları ile vedalaşma hakkını engelleyecektir. Bu nedenle Kuddusi Okkır’da yaşanan insanlık dışı sürecin tekrarlanmaması için Tıbben geriye dönülmez bir sürecin içinde bulunduğu artık tartışma götürmez bir hal alan Güler ZERE hakkında infazının iyileşinceye kadar tehirinin sağlanmasını ya da Cumhurbaşkanına tanınan ve toplum vicdanını temsil eden salıverme yetkisinin kullanılarak toplumun vicdanında açılan yaranın Güler Zere’ye “Vedalaşma ve Huzur Hakkı” verilerek kapatılmasının uygun olacağını, objektif bilimsel yorumumuz, insani değerler ve toplum vicdanı adına talep ediyoruz.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

Türk Tabipleri Birliği- Kanser Danışma Kurulu

Uzm. Dr.  Ali ÇERKEZOĞLU
- Başkan,TTB Merkez Konsey Üyesi,Adli Tıp Uzmanı

Prof. Dr. Pınar Mualla SADIKLAR SAİP-Üye,İ.Ü. Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü Tıbbi Onkoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

Prof. Dr. Musa Altun-Üye,İ.Ü. Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü, Radyasyon Onkoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Doç. Dr. Abdullah Coşkun YORULMAZ- Raportör, İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,Adli Tıp Adli Tıp AD Öğretim Üyesi
Uzm. Dr. Ali ÖZYURT- Sekreter, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Uzmanı

Doç. Dr. Çetin VURAL- Üye, KBB ve Baş Boyun Cerrahisi Uzmanı, Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi

Prof. Dr. Tunçalp DEMİR-Üye, İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları AD Öğretim Üyesi

Prof. Dr. Fatih Selami MAHMUTOĞLU- Üye, İ.Ü. Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usulü Hukuku AD

*Ek: 26 Ağustos 2009 Tarihli Basın Açıklamasının Özeti

TTB-Kanser Danışma Kurulu olarak yaptığımız incelemeler sonucunda; Tekrarlayan “indiferansiye maksilla kanseri” nedeniyle şu anda Çukurova Üniversitesi Hastanesinde Radyoterapi (Işın tedavisi) gören Güler Zere’nin aşağıdaki nedenlerden ötürü infazının ertelenmesinin, tedavisinin ve yaşamının bu evresinin tutuksuz olarak geçirilmesinin uygun olacağı kanaatine varılmıştır.

1. Hastanın şikâyetlerinin başladığı Kasım 2008 tarihinden tanının konulduğu Şubat 2009 tarihine kadar tanının gecikmesine cezaevi koşulları neden olmuş olabileceği,
2. Şubat ayında yapılan “maksillektomi” ameliyatı sonrası Nisan 2009 tarihinde hastalığın çok kısa sürede tekrarlamasının; cezaevi koşullarının neden olduğu takip yetersizliğinin yanı sıra psikolojik travmanın etkilerine de bağlanabileceği,
3. Hastalığın Nisan 2009’da tekrarlamasına rağmen radikal cerrahisinin ancak Haziran ayında yapılabilmesinin hastanın hükümlü olma koşulları nedeniyle oluştuğu izlenimini verdiği. Bu tablonun da hastanın halen sağlık kuruluşu ile temasta tutulmasına, yani tutuklu halde sağlık kuruluşu ilişkisi kurulmuş olmasına rağmen gerçekleşmiş olduğunun görüldüğü,
4. Cerrahi sonrası radyoterapi yapılan hastanın üst çenesinin çıkartılmış olması ve radyoterapinin tükürük bezlerini kurutması nedeniyle beslenmesinin sağlanmasının şu anda ve gelecekte cezaevi koşullarında çok ciddi yaşamsal sorunlara yol açabileceği, son kontrollerinde yeterli beslenememenin bir sonucu olarak hastanın ileri derecede zayıflamış olmasının bu konuda önemli bir işaret olarak kabul edildiği,
5. Hastanın mevcut koşullarda tedaviye rağmen durumunun her geçen gün daha kötüye gittiğinin anlaşıldığı, hükümlülüğünün devam etmesinin mevcut tablo itibariyle psikolojik yönden hastayı olumsuz yönde etkileyebileceği ve bu durumun şu anda yapılan tedaviden beklenen yararı azaltacağı,
6. Hastanın şu anda palyatif ve destek tedaviye ihtiyacı olduğu, çok iyi koşullarda beslenmesi gerektiği, bunun mevcut hastanelerin mahkum koğuşunda ve hapishane koşullarında sağlanabilmesinin güç olduğu ve bu durumun yaşamını ciddi şekilde etkileyebilecek mahiyette olduğu,
7. Tekrarlayan “kötü diferansiye maksilla kanserinin”  en iyi koşulların sağlandığı durumlarda dahi iyileşme şansının çok düşük olduğu verileri dikkate alınarak yukarda ifade ettiğimiz sonuca varılmıştır.

Ayrıca Güler Zere olgusu Ceza Hukuku ve İnsan Hakları yönünden de incelenmiştir. Bu kapsamdaki görüşümüz ise aşağıdaki şekildedir:

  Türk Ceza Hukuku mevzuatında ‘Hapis Cezasının Ertelenmesi’ kurumundan belirli şartlar dahilinde, hastalık dolayısıyla veya hükümlünün istemiyle yararlanılabilmektedir.5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 16.maddesi ‘Hapis Cezasının İnfazının Hastalık Nedeni ile Ertelenmesi’ başlığını taşımaktadır.

Son günlerde medyada gündeme gelen ‘Hapis Cezasının Ertelenmesi’ meselesi ‘Güler Zere’ olayıyla hayati bir önem taşır hale gelmiştir. Kanser hastası olan Güler Zere’ye, tedavi edildiği Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı tarafından, ‘Yaşamının ağır risk altında olduğu, hastanenin mahkûm koğuşunun bile yaşam riski oluşturduğu’  yönünde görüş bildirilmiştir. Buna karşın, İstanbul Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesi, infazın devam edilmesinin uygun görüldüğünü belirten bir rapor düzenlemiştir.
Yukarıda değindiğimiz düzenleme, hükümlülerin yaşam haklarını güvence altına almak amacını taşımaktadır. Tedavi için uygun olmayacak bir hapishane koğuşu yerine, her zaman müdahale edilebilme olanağının bulunduğu hastane ortamında tedavinin gerçekleştirilmesinin daha uygun olacağı aşikârdır. Kaldı ki böyle bir tedavi sonucunda,  istenilenin elde edilememesi ve hastalığın mahkûm için hayati tehlike oluşturması durumunda, mahkûmun iyileşmesine kadar infazının ertelenebileceği, CGİK’nun 16. maddesinde açıkça belirtilmiştir. İncelediğimiz olaydaki hastanın durumu bakımından iyileşme ihtimalinin oldukça düşük olduğu gerek Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı tarafından, gerekse Adana Tabip Odası bakımından çeşitli raporlarla vurgulanmış, kurulumuzda bulunan klinisyenler tarafından da bu durum teyit edilmiş durumdadır. Bu halde, mahkûmun durumunun bu düzenlemenin uygulanması bakımından gereken şartları taşıdığı kanaatindeyiz.

‘Sosyal Devlet İlkesi’ gereğince devlet, çeşitli sebeplerle ceza soruşturması ile karşı karşıya kalmış olan ve haklarında tutuklama önlemleri alınan ya da mahkumiyet kararı neticesinde cezaları infaz olunan kişiler bakımından sağlık hizmetini, diğer vatandaşlara uygulandığı şekilde gerçekleştirmelidir. Bu ‘Eşitlik İlkesi’nin doğal bir sonucudur. Ayrıca, ceza infaz kurumlarında bulunan tutuklu ve hükümlülerin ‘Yaşam, vücut bütünlüklerini koruma, sağlık ve mülkiyet hakları devletin güvencesi altındadır.’ ilkesi de uluslararası ceza infaz hukukunun en temel prensiplerindendir.

Ulusal mevzuatımızda yer alan ve yukarıda değinmiş olduğumuz düzenlemelerin bu ilkelerle paralel olduğunu açık bir biçimde görmekteyiz. Ancak ele aldığımız olay bağlamında, erteleme kurumunun layıkıyla işleyebilmesi için bakış açısının önemli olduğunu vurgulamak gereğini hissediyoruz. Söz konusu mahkûmun kanser hastası olması ve iyileşme ihtimalinin düşük olması sebebiyle dikkate almamız gereken CGİK md.16’nın son cümlesinde belirtilen, ‘. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.’düzenlemesi olmalıdır. Çünkü artık burada dikkat edilmesi gereken durum, meselenin bir kamu kurumunda çözümlenmesi değil, tedavi ihtimali düşük olan bu kişinin ‘Huzur Hakkı – Yakınları ile Vedalaşma Hakkı’nın sağlanmasıdır. Amaç, tedavinin yanı sıra, o kişinin huzurlu bir şekilde psikolojik olarak rahatlayabilmesi olmalıdır.

Uluslararası alanda ağır hasta olan mahkûmların durumları ile ilgili birçok AİHM kararına rastlanmaktadır. Bunların en başında, konumuzla da oldukça örtüşmesi sebebiyle, Mouisel/Fransa kararı gelmektedir. Bu davada, 15 yıl hapse mahkûm olan Mouisel, 1999 yılında cezaevinde kansere yakalanmıştır. Bu sebeple cezasının ertelenmesini talep etmiş ancak bu kabul edilmemiştir. 2001 yılına gelindiğinde mahkeme, doktor raporlarını dikkate alarak  mahkûmun cezasını 2005 yılına dek ertelemiştir. Burada başvurucu kansere yakalandığı 1999 yılından tahliye edildiği 2001 yılına kadar geçen döneme ilişkin olarak, bu süre içinde kanser tedavisi görürken cezaevinde kalmasının işkence ve kötü muameleye girdiğini ileri sürmüş ve AİHM bu savunmayı haklı bularak Fransa’yı tazminata mahkûm etmiştir. AİHM bu davada cezaevinde kanser tedavisinin güçlükleri, başvurucunun ruhsal durumu, hastanın durumunun giderek kötüleştiği yolundaki doktor raporları, bütün bunlara karşın hiçbir önlem alınmaması, hastaneye götürülürken kelepçe takılması gibi kıstasları değerlendirmeye almıştır.


Bu HABERİ Paylaş!