Hekim Forumu - Nisan - Mayıs 1997


  • Haziran 13, 2011
  • 6539

Yönetim Kurulu�ndan
Çalışma Raporu: Bir yılda neler yaptık?
Oda Genel Kurulumuza sunduğumuz Çalışma Raporu�nu bu Hekim Forumu içinde bulacaksınız. Bu sayfada Yönetim Kurulu�nun bu dönem ele aldığı temel konuları sunmak istiyoruz.
MAYIS 1996:
* Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı�na bir bildiri sunuldu. Habitat�ta Sağlık Kozası tüm yoğunluğu ile çalıştı.
* 1 Mayıs mitingine az kişi ile katılındı. Miting sonrası hastanelerin acilleri ziyaret edildi.
* İstanbul Valiliğinin uyuşturucu ile mücadele toplantısında taraflardan biri olundu.
* Diyarbakır Tabip Odası Başkanı Dr. Seyfettin Kızılkan�ın gözaltına alınması nedeniyle basın açıklaması yapıldı. Diyarbakır�a gidildi.
HAZİRAN 1996:
* Temsilcilik seçimleri yapıldı.
* Asgari ücret tarifesi belirlendi.
* Adli Tıp Kurumu�nda yaşanan kadrolaşma ile ilgili basın çalışması yapıldı, Adalet Bakanı ile görüşüldü.
TEMMUZ 1996:
* Cezaevlerinde süren açlık grevlerine katılanların sağlık durumları ile ilgili rapor hazırlandı. Değişik uzmanlık alanlarından bağımsız bir hekim izleme grubu oluşturuldu. Ölüm orucuna dönüşen açlık grevlerinin bitmesi durumunda uygulanması gereken tedavi için metin hazırlanarak hastanelere gönderildi. Hekim Forumu�nda açlık grevlerinde hekim tutumu, klinik tablo ve tedaviyi içeren bir ek yayınlandı.
* Açlık grevleri ve idam cezaları ile ilgili basın açıklaması yapıldı.
AĞUSTOS 1996:
* Cezaevlerindeki ölüm oruçlarının sona ermesinin ardından, hastaların tedavisi sürecinde gönüllü ekipler oluşturuldu. Yurtdışından ilaç gelişi ve hastanelere aktarımı izlendi. Hastaların etik ilkeler gözetilerek tedavilerinin sürdürülmesi için çalışıldı.
* Hanımızın doğalgaza dönüşümü yapıldı.
EYLÜL 1996:
* 1 Eylül Dünya Barış Günü fotoğraf sergisi açıldı.
* Bizim Gazete�de her perşembe sağlık sayfası yayınlanmaya başladı.
* Hasta hakları toplantısı yapıldı.
EKİM 1996:
* 29 Ekim - �Cumhuriyet�in Sağlık Hizmetlerine Getirdikleri�konulu panel yapıldı.
ARALIK 1996:
* Sağlık Politikaları Komisyonu kuruldu.
* Acil sağlık hizmetleri raporu hazırlandı.
* Mezuniyet Sonrası Adli Tıp Eğitimi pilot uygulaması 11-15 Aralık tarihlerinde yapıldı.
OCAK 1997:
* İnvitro fertilizasyon merkezleri ile ilgili düzenlemeler görüşüldü. Denetim biçimi oluşturuldu.
* TTB�nin düşünme eylemi önerisi tartışıldı. Birimlerde düşünme eylemi gerçekleştirildi.
* 14 Mart Sağlık Haftası Etkinliklerine kadar sürecek Toplu Nöbet etkinlikleri planlandı. Her nöbette bir sorunun tartışılmasına karar verildi.
* Haydarpaşa Numune Hastanesi�nde �Kamu Sağlık Kurumları Neden Çöküyor? Ne Yapılabilir?�
* SSK Okmeydanı Hastanesi�nde �SSK Sağlık Hizmetlerinde Sorunlar ve Çözüm Önerileri�
* Taksim Devlet Hastanesi�nde �Acil Sağlık Hizmetleri�
* Halkalı Sağlık Ocağı�nda �Temel Sağlık Hizmetlerinde Sorunlar, çözüm Önerileri�
* Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi�nde �Çalışanların Yönetime Katılımı ve Özelleştirme�
* Şişli Etfal Hastanesi�nde �Çalışma Koşulları ve Hekimlerin Görevlendirilme Politikaları�
* İstanbul Tıp Fakültesi�nde �Tıp Eğitimi ve Fakültelerde Durum� 28 Ocak-11 Mart tarihleri boyunca tartışıldı.
* Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Sağlık Muhabirleri Derneği ile Ağustos 1996�da başlayan aylık toplantılar sürecinde planlanan �Sağlık Muhabirliği Meslek İçi Eğitim Kursu� başladı.
* İnsan Hakları Komisyonu�nun Bayrampaşa Cezaevi�ne yaptığı ziyaretler ve sürdürülen muayenelerle oluşturulan Bayrampaşa Cezaevi Çalışma Raporu basın açıklaması ile sunuldu.
* Başhekimler ile toplantılar başlatıldı.
ŞUBAT 1997:
* İşyeri Hekimliği Kursu yapıldı.
* Olağandışı Durumlarda Hekimlik Kursu yapıldı.
* Öğrencilere yapılan saldırı nedeniyle İstanbul Üniversitesi Rektörü ziyaret edildi.
MART 1997:
* Bayrampaşa Cezaevi Hekimi�ne yönelik ve güvenlik görevlileri tarafından gerçekleştirilen saldırı basın açıklaması ile kınandı ve müdahil olarak dava açıldı.
* Kadıköy lokali �Reçete�nin açılışı yapıldı.
* Sağlık Haftası Etkinlikleri yapıldı:
* Ülkemizde Sağlık Politikası ve Özelleştirmeler
* Türkiye�de Hekim Hataları
* Cezaevlerinde Sağlık Koşulları ve Çözüm Önerileri
* Sağlıkta kalite panelleri
* Aile Hekimliği Yasa Tasarısı Ne Getiriyor? konulu forum
* Sanatçı Hekimler Resim Sergisi ve
* 14 Mart�ta Taksim�e yürüyüş ile 97 Hekim Bildirgesi�nin Taksim Meydanında hep birlikte okunması düzenlenen etkinliklerdi.
* Köktendinciliğe Karşı Aydınlanma Konferansı Ankara�da yapıldı. Düzenleyici olarak Yönetim Kurulu adına Mustafa Sütlaş katıldı.
* Rotasyon ve tayinlerle ilgili başhekimlere yazı yazıldı.
* I. basamak sağlık hizmetlerinde çalışan hekimler için Tüberküloz Kursu yapıldı.
NİSAN 1997:
* TTB ile Sağlık Bakanlığı arasındaki görüşmeye İstanbul Tabip Odası temsilcisi de katıldı. Şef, şef yardımcılığı ve başasistanlık sınavları ile atamalar konusunda talepler önemli ölçüde kabul edildi. Sağlık Bakanlığı bir genelge ile bu kararı duyururken, alınan kararlar tüm birimlere İstanbul Tabip Odası aracılığıyla iletildi. Yabancı dil sınavının duyurusu gazetede yer aldı. İlan örneği ve açıklamalar birimlere yaygınlaştırıldı.
* EPKK üyeleriyle ortak toplantılar başladı.
Genel Kurul�da sunduğumuz rapor ile ilgili olarak üyelerimizin görüş ve eleştirilerini bekliyoruz.
*
HABERLER
Refahyol hükümetinin SSK icraatı: SSK sürgünleri sürüyor
Refahyol hükümetinin Çalışma Bakanı Necati Çelik�in büyük iddialarla başlattığı SSKoperasyonu sürüyor. SSK�yı düzelteceğini iddia eden Çelik, sağlık çalışanlarının yerini değiştirmekten öte adım atabilmiş değil.
İzmir�de Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Faik Urbarlı�nın yanısıra çok sayıda hekim ve sağlık çalışanı sürgüne uğradı. İzmir Tabip Odası, Sağlık Emekçileri Sendikası ve İşçi Sendikalarının İzmir Şube temsilcileri sürgünlere karşı ortak bir basın açıklaması yaptılar.
İstanbul�da da çok sayıda SSK�lı hekim, sürgüne uğradı. Eyüp, Bakırköy Doğumevi, Süreyyapaşa, Okmeydanı, Şişli hastanelerinin başhekimlerinden sonra Bölge Sağlık İşleri Müdür Yardımcısı da görevinden alındı.
İstanbul Tabip Odası, SSK�daki sürgünler nedeniyle çeşitli girişimlerde bulunurken Türk-İş, DİSK ve Hak-İş temsilcilerini de ortak mücadele için bir toplantıya çağırdı.

Adli Tıp operasyonu geri tepiyor
Geçtiğimiz yıl Adli Tıp Kurumu�ndaki operasyonla görevlerinden uzaklaştırılan hekimler açtıkları davaları birer birer kazanıyor. Fizik İncelemeleri İhtisas Dairesi Başkanı Dr. Ömer Kurtaş İdare Mahkemesi�nin kararıyla iade edildiği görevine başladı. Dr. Sebati Özdemir ise davayı kazandı, ancak henüz görevine başlatılmadı.

Danıştay�dan yürütmeyi durdurma kararı:
�İşyeri hekimliği yetkisini TTB verir�
SSK Genel Müdürlüğü�nün Ocak ayında yayınladığı �işyeri hekimliği yetkisinin TTB dışında da verilebileceği� şeklindeki genelgesi hakkında Danıştay 10. Dairesi yürütmeyi durdurma kararı verdi.
TTB�nin başvurusu üzerine verilen kararda, gerek 6023 sayılı TTBYasası, gerekse SSKSağlık Teşkilat Yönetmeliği ve İşyeri Hekimlerinin Çalışma ?artları Hakkında Yönetmelik uyarınca; işyeri hekimlerinin mahalli tabip odası tarafından yetkilendirilebileceği belirtildi.

Contramal ve Desitin yeşil reçete listesinde
Sağlık Bakanlığı, Abdi İbrahim firması tarafından üretilen Contramal isimli ilacın ampul, kapsül, suppozituar, damla formları ile Medsan firması tarafından ithal ruhsatı alan Desitin isimli rektal tüp şeklinde satılan ilacın yeşil reçete listesine aldı.
Bu ilaçların stok ve tüketimlerinin psikotrop defterine işlenmesi gerekiyor.

Vademecum �97
Vademecum, öncelikle hekimler ve eczacılar ile diğer sağlık çalışanlarının bir ilaç veya etken madde hakkındaki en doğru, en güncel ve en doyurucu bilgiye en kısa sürede ulaşabilmeleri amacıyla yayınlanmış.
Oda üyelerinin bazı eczacı arkadaşlarımızın desteğiyle ilaç firmaları ile tek tek bağlantılar kurarak, güncel periyodik sağlık yayınlarını takip ederek ?ubat 1997 sonu itibariyle baskıya hazırlanmış.
Sekiz ay gibi uzun bir çalışmanın sonucunda oluşturulan VADEMECUM�97 okuyucuya öncelikle pratikte yardımcı olmayı hedefliyor. Bu amaçla diğer rehberlerden farklı olarak aşı ve serumlar bölümü, parenteral sıvılar bölümü, SSKilaç kullanma talimatı ve Maliye Bakanlığı reçete düzenlenmesine ilişkin esaslar bölümleri, amacı aşmayacak şekilde düzenlenmiş.
Balıkesir Tabip odası Yönetim Kurulu bu Vademecum�u hekimlerin bir araya geldiklerinde birçok işi başarabileceklerinin en küçük bir örneği olarak, değerli hocamız rahmetli Prof. Dr. Nusret Fişek�in anısına armağan ediyor.

Avrupa Tabip Birlikleri Forumu toplandı
Aavrupa Tabip Birlikleri Forumu Kopenhag�da toplandı. Bu yıl yedincisi yapılan ve TTB�nin de kurucu üyelerinden olduğu forumda ilk olarak Dünya Sağlık Örgütü�nün hazırladığı Ljubljana ?artı tartışıldı.
Forumda tartışılan diğer konular arasında �İlaçların Kullanımı, Yanlış Kullanımı ve Suistimali�, İsrail Tabip Birliği�nin sunduğu Hasta Hakları Yasası, �Defansif Tıp�, �Sigara� ve �Mayınlar� gibi konular da bulunuyordu.
Danimarka Tabip Odası�nın önerdiği, işkence konusunda bir network oluşturulması projesine TTB�nin de aralarında bulunduğu beş tabip birliği katılmaya karar verdi. Forum�un gelecek yılki birleşimi Kudüs�te yapılacak.

İstanbullu EPKK üyeleri:
EĞİTİM HASTANELERİNDE REFORM
Dr. Kürşat Yıldız
İstanbul�daki eğitim hastanelerindeki şef ve şef yardımcılığı kadroları üç buçuk yıldır açılmayan sınavlar nedeniyle üçte bir oranında boşalmış durumda. İstanbul Tabip Odası�nın yaptığı araştırmaya göre 75 klinik halen şefi olmadan hizmet veriyor. ?ef yardımcısı açığı ise daha da büyük. Bu kadroların bilimsel ve adaletli bir yöntemle doldurulması konusunda Türk Tabipleri Birliği�nin girişimleri, Tababet Uzmanlık Yönetmeliği�nde bir değişiklik yapılarak üç aşamalı bir sınav sistemi getirilmesiyle sonuçlanmıştı. Bu süreçte eğitim hastanelerinin başhekimleri ve Eğitim Planlama Koordinasyon Kurulu üyeleri ile bilgi alışverişinde bulunuldu. Üç yılını dolduran başasistanların durumlarını görüşmek üzere EPKK üyeleriyle yapılan ilk toplantıda üç konuda fikir birliğine varılmıştı:
1- Başasistanlara en az iki sınav hakkı verilmeden atamaları yapılmamalıdır.
2- Şef ve şef yardımcılığı sınavları makul bir süre içinde yapılabilirse merkezi bilim sınavı aşaması ile gerçekleştirilebilir.
3- Eğitim hastaneleri için bütün klinik şefleri, tabip odaları ve Sağlık Bakanlığı arasında işbirliği yapılarak günübirlik değişmelerden uzak, kalıcı bir düzenleme gereklidir.
1 Nisan günü Türk Tabipleri Birliği ve Sağlık Bakanlığı arasında yapılan bir görüşmenin ardından, başasistanlıkla ilgili atama girişimleri şef ve şef yardımcılığı sınavları yapılıp sonuçları açıklanana kadar durduruldu.
Aynı görüşmede ÖSYM�nin Mesleki Bilgi Sınavı�nı üç ay içinde hazırlayabileceği gündeme getirilmiş, Sağlık Bakanlığı bu durumda üç aşamalı bir sınav yapılmasını kabul etmişti. Bakanlığın, bu sınav için gerekli ödeneği de temin ettiği bilgisi alındı. Merkezi Yabancı Dil Sınavı�nın 1 Haziran günü yapılacağı ilan edildi. Odamız son derece sınırlı yapılan bu duyuruyu süratle tüm hastanelere ve basın aracılığıyla hekimlere duyurdu.
Bu arada Sağlık Bakanı Dr. Yıldırım Aktuna görevinden istifa etti. Daha önce ÖSYMile Merkezi Mesleki Bilgi Sınavı için planlanan protokol henüz imzalanmadı.
29 Nisan günü İstanbul�daki EPKKüyeleri ile yapılan ikinci toplantıda şef ve şef yardımcılığı sınavları ana gündem maddesini oluşturdu.
a- Sınavlar konusunda EPKK üyeleri arasında bir anket uygulanarak sonuçların TTBaracılığıyla Sağlık Bakanlığı�na iletilmesi,
b- Sınav sürecinde Sağlık Bakanlığı ile ÖSYMarasındaki ilişkilerde TTB�nin hekimleri temsilen müdahil olması,
c- Sınav sorularının hazırlanmasına klinik şeflerinin de katılması,
d- Eğitim hastanelerinde boş kadroların saptanması,
e- Eğitim hastaneleri ile ilgili uzun vadeli, kalıcı bir düzenleme için EPKKüyeleri ile seri toplantılar yapılması kararlaştırıldı.
Üçüncü toplantı, 13 Mayıs günü yapıldı.
Eğitim hastanelerinin rolünü, idari-mali ve bilimsel açıdan özerk bir işleyişi sağlayacak ana çerçevenin belirlenmesi amacıyla yapılan tartışma gündemin esasını oluşturdu. Doç. Dr. Yıldırım Çınar, bu konu ile ilgili hazırladığı yazılı öneriyi sundu. Dr. Çınar, yüksek öğrenim kurumu statüsünde, bir Akademi çatısı altında, gerekirse Vakıf hukukunu benimseyen yeni bir düzenlemenin bütün eğitim hastanelerinin benimseyip destek vermesiyle kabul edilebileceğini öne sürdü.

Tabelalarda akademik ünvan kullanılmasın
Bu tartışma sırasında tıp fakültesi dışındaki doçentlerin profesörlüğe yükseltilmeleri de gündeme geldi. Doç. Dr. Tevfik Özpaçacı, bu konuda hazırladığı öneriyi sundu. Tartışma sırasında söz alan üyeler tıp fakültelerinde çalışan öğretim üyelerinin bu ünvanlarını özel hekimlik sırasında kullandıklarını, eğitim hastanelerinde çalışan doçentlerin de yüksek öğrenim statüsünde bir eğitim verdiklerini, �Akademik ünvanlar sadece eğitim verildiği sürece kullanılacaksa�kimsenin muayenehane tabelasına bu ünvanları yazmaması gerektiğini dile getirdiler. Bu konuda şimdiye kadar YÖKve TBMMzemininde yürütülen çalışmalar hakkında bilgi verildi.
Toplantıya katılan üyeler, özel hekimlik yapılırken tüzükte yazılı ünvanlar dışında hiçbir titrin kullanılmamasından yana oldukları, bunun Tabip Odası�nın görevi olduğu, bu yönde bir karar alınması durumunda hemen uygulamaya hazır oldukları şeklindeki bir kararı oybirliği ile aldılar.
Toplantının ikinci oturumunda, İstanbul Tabip Odası Uzmanlık Eğitimi Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Haluk Eraksoy, Çalışma Grubu�nun faaliyetleri hakkında bilgi verdi. Özellikle uzmanlık eğitimi verilen kurumların fonksiyonel kapasite, insangücü ve eğitim altyapılarını belirlemek amacıyla başlatılan çalışmaya EPKKüyelerinin destek vermesini istedi.
Daha sonra şeflik sınavları konusunda şu kararlar alındı:
1- Merkezi Mesleki Bilgi sınavı kadroya bağlı bir sınav olmamalıdır.
2- Bu sınav bir eğiticide olması gereken asgari bilgi düzeyini ölçmeyi amaçlamalıdır.
*
Eczacı Odası Yönetim Kurulu ile söyleşi:
�NESTLE�YE BOYKOT!�
Nestle, özellikle, çocuk mamaları konusundaki tutumu nedeniyle uluslararası bir boykot kampanyasıyla karşılaşmıştı. Eczacı Odası da bu konuda bir kampanyaya ülkemizde öncülük ediyor. Kampanya ile ilgili olarak İstanbul Eczacı Odası Yönetim Kurulu ile bir röportaj yaptık.
Boykota katılıp katılmayacağınıza röportajı okuduktan sonra karar verebilirsiniz. Anne sütü kullanımını baltalayan bu tür piyasa etkinliklerine karşı ne dersiniz?
HEKİM FORUMU:Nestle�ye karşı böyle bir kampanyaya neden gerek gördünüz?
ECZACI ODASI YK:Son dönemlerde ilaç reklamını serbest bırakmaya ve buna paralel olarak eczane dışı ilaç satışına olanak tanımaya yönelik çabaların yoğunlaştığını biliyorsunuz. Bu yönde, bir yanda yasal mevzuat düzenlemelerine gidilirken, diğer yanda bazı firmalar çeşitli yollarla fiili bir durum yaratma çabası içine girdiler.
Bu fiili çabaların son örneğini Nestle Türk Gıda Sanayi A.Ş. gösterdi. Nestle, ithalatını ve dağıtımını yaptığı hazır bebek ek besinlerini marketlerde ve benzeri yerlerde satmaya başladı. Meslektaşlarımızı oldukça rahatsız eden bu olumsuz gelişme üzerine, Nestle yetkilileriyle yaptığımız görüşmelerde bir sonuç alınamadı.
Şu anda ülke çapında 16.500 Eczane fiilen faaliyet yürütmekteyken, bu ürünlerin marketlerde satışa sunulmasının, ürünü ilgili tüketiciye ulaştırmayı kolaylaştırma niyetinden kaynaklandığına inanmıyoruz. Olay, ilaç-hasta ilişkisinde eczacı ve hekimi devre dışı bırakma genel çabasının bir parçasıdır.
Odamız şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da, halk sağlığını ciddi biçimde tehlikeye düşürecek bu çabaların karşısında olacaktır.
Bu çerçevede, Nestle yetkilileri tutumlarını değiştirinceye kadar, ürünlerini eczanelerde satmama kararı aldık.

�Nestle mamaları anne sütünden daha iyi imiş�
HEKİM FORUMU:Odanızın yayın organı Havan Haber�in son sayısından öğrendiğimize göre, Nestle ürünlerine karşı uluslararası bir boykot kampanyası bir yıldan beri yürütülüyor. Bu konuda biraz bilgi verebilir misiniz?
ECZACI ODASI YK:Aralarında UNESCO�nun da bulunduğu çeşitli gönüllü kuruluşların ve hükümet dışı örgütlerin başlattığı bir uluslararası boykot kampanyası var. Nestle, üçüncü dünya ülkelerinde pazarlamak amacıyla 0 yaş grubu bebekler için ürettiği ürünleri aldatıcı bir reklam kampanyasıyla piyasaya sürdü. Reklamlarında, kendi ürünlerinin anne sütünden daha iyi olduğu, özellikle yetersiz beslenen annelerin bebeklerinde tercih edilmesi gerektiği söyleniyor.
UNESCO�nun verilerine göre dünyadaki bebek ölümlerinin %33�ü bebeklerin yeterli anne sütü emememelerinden kaynaklanıyor. Sözkonusu besinlerin su ile hazırlandığı ve özellikle üçüncü dünyadaki temiz su yetersizliği dikkate alındığında, anne sütü yerine yapay besin verilmesiyle bu oranın iki katına çıkacağı hesaplanıyor.
Bu nedenle, Nestle�nin bu çabasını dünya çocuklarına karşı bir cinayet girişimi olarak gören kuruluşlar, önce Nestle�yi bundan vazgeçirmeye çalıştılar. Sonuç alamayınca, bir yıl önce başlayan ve hala süren Nestle ürünlerini boykot girişimini başlattılar.
HEKİM FORUMU: Bildiğiniz gibi Nestle�nin, bebek besinleri dışında, marketlerde satılan başka ürünleri de var. Kampanyanızın daha etkili sonuç alması için, diğer çeşitli sivil toplum kuruluşlarıyla da işbirliği yaparak, Nestle ürünlerine karşı genel bir boykot düşünüyor musunuz?
ECZACI ODASI YK:Zaten şu anda, İstanbuldışındaki birçok Eczacı Odası bu boykotu destekliyor. Bunun dışında, kampanyamızın kapsamını genişletmek üzere sorunu İMOKve Sağlık Meslek Odaları Toplantılarına da taşıdık.
Bütün bu çabamıza rağmen, Nestle yetkilileri tutumlarını değiştirmezlerse, Türkiye çapında sivil toplum ve gönüllü kuruluşlarıyla işbirliğine giderek bütün Nestle ürünlerini yurt çapında boykot başlatmayı düşünebiliriz.
Kısaca şimdilik anılan ürünleri eczanelerimizde satmama ile başlayan süreç, Nestle yetkililerinin tavrına bağlı olarak, bütün Nestle ürünlerinin yurt çapında boykotuna dönüşebilir.
*
BİRİNCİ BASAMAK ARAŞTIRMA ÖZENDİRME ÖDÜLÜ
Türk Tabipleri Birliği, Pratisyen Hekimler Kolu tarafından her yıl 3 Kasım Nusret Fişek Anma Günü Etkinlikleri kapsamında düzenlenen �1. Basamak Araştırma Özendirme Ödülü�nün bundan böyle iki yılda bir düzenlenen �Pratisyen Hekimlik Kongreleri� kapsamında değerlendirilmesini kararlaştırdı.
Bundan dolayı bu yıl ödülün üçüncüsü 1997 Ekim ya da Kasım ayında yapılacak IV. Pratisyen Hekimlik Kongresi�nde verilecek.
Adayların, araştırmalarını en geç 15 Ağustos 1997 tarihinde Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi adresine göndermeleri gerekiyor.
Ödülün amacı ve koşulları konusunda yönetmelik maddeleri şunlar:* Pratisyen hekimleri bilimsel araştırma yapmaya özendirmek, * Birinci basamak sağlık hizmetlerini geliştirmek, bu alanda yeni açılımlar bulmak, * Pratisyen hekimliğin akademik geleceğine katkıda bulunmak.
Ödül jürisi şu kişilerden oluşuyor: TTB Merkez Konseyi / Halk Sağlığı Kolu / Pratisyen Hekimler Kolu temsilcileri.
Gönderilen ve değerlendirilen araştırmalar TTBtarafından yayınlanacak. Araştırmaların son 2 yıl içinde yapılmış olması gerekli.
Katılım için pratisyen hekim olmak ve Tabip Odasına üye olmak koşulu aranıyor. Yarışmaya birden fazla araştırma ile katılmak mümkün.
Araştırmalar tek kişi ya da ekip halinde yapılmış olabilir. Ekip halinde yapılan araştırmalarda ekip içinde pratisyen hekim olmayanlar ve hekim dışı sağlık personeli de bulunabilir, ancak araştırmanın birinci derecede sorumlusu pratisyen hekim olmalıdır ve ekip içindeki tüm hekimler tabip odası üyesi olmalıdır.
1. Basamakta Araştırma Özendirme Ödül Yönergesi ve 1. Basamakta Araştırma Yöntem Bilgisi konusunda İstanbul Tabip Odası�ndan geniş bilgi alabilirsiniz.
*
DOSYA
ZAMAN... KİMSEYİ BEKLEMEZ
Dr. Erhun Merdanoğulları
Konuya başlamadan önce gelin şöyle bir hesap yapalım; 24 saat (Bir gün)= 1440 dakika, 70 yaşı ortalama son olarak kabul edersek 36.792.000 dakikalık bir ömür. 35 yaş yolun yarısı için olaya bakarsak geriye 18.396.000 dakika kalmış. Bu yazıyı okuyup bitirdiğinizde toplam yaşam sürenizden 10 dakika daha tükenmiş olacak...
Böyle bir giriş yapmamın amacı obsesyon yaratmak değil, zamanın iyi kullanılması gerektiğini çarpıcı bir şekilde vurgulamak elbette.
Biliyorsunuz 2000 yılına gün saymaya başladık. Çocukluğunuzda belki sizler de bu yılı görüp göremeyeceğinizi, neler olabileceğini aranızda konuşmuşsunuzdur. ?imdi ise çok yakınınızda...
Yaşamımızda bir �flash-back�yapalım ve bugüne kadar neler yaptığımızı düşünelim. ?imdi de bundan sonra neler yapabilirimi hayal edelim. Çok zor oluyor... yeni hedefler iyice kısırlaşmış. Bir de şöyle düşünelim, bu dünya belki tek yaşam şansımız (bence zaten öyle) ve 18.396.000 dakikamız var...
Mesleğimizi yapmaya çabaladığımız bir gerçek. Bu çabalama ile hak ettiğimiz maddi manevi tatmini bulamadığımız da. Bundan daha acısı zorunlu iş saatlerimizin (8 saat)dışında neler yaptığımız... 2. iş, 3. iş,4. iş, n=? Cevapları ve kızgınlığınızı duyar gibiyim; Peki bu işlere ayırdığımız zamanın ekonomik getirisi yanında bizlerden çaldığı bir sosyal yaşam yok mu?Ne getiriyor... Neler götürüyor... Terazinin kefelerine bir bakalım.
Ama insanın doğanın bir parçası olup olmadığı konusunda tereddütler yaşıyorum; Doğada onca ses varken, bunları anlama çabası içinde olup da nota öğrenmeliyim diye düşünen ya da bir müzik aleti çalmayı amaçlayan kaç arkadaşımız var?
Gelelim renklere:güneş ışınlarını yer kürede gezdirerek yılın her günü, her mevsimi değişik renklerle oynarken bizler �kırmızıyla kahve renginin karışımından ortaya ne renk çıkar ya da siyah diye bir renk var mıdır�ın cevaplarını biliyor muyuz?Temel eğitim yılları dışında kendine boya ya da tuval satın almış olan kaç kişi tanıyorsunuz?
Kemiklerinize tendonlar aracılığıyla tutunmuş olan kaslarınız acaba anatomik postür sağlamanın dışında bir işe yarıyor mu?Bu kaslar sadece işe gidip gelmek için mi?Yoksa spor denen güzel aktiviteyi sadece TV�de futbol seyretmek olarak mı algılıyorsunuz?Bir de sağlam kafa sağlam vücutta bulunur derler...
Baharın güzel günlerini yaşarken soruyorum kaç adet ağaç ismi sayabilirsiniz?İğne yapraklıların hepsine birden çam ağacı mı deniliyor?Lokantaya gidip balık siparişi veren arkadaşlar... (şimdi çeşit kalmadı ama)yediği balıkların ismini, özelliklerini bileniniz var mı?Biliyorsunuz demek... İstavrit hangi mevsim yavrular, yavrusuna ne ad verilir? Lakerda, çiroz esas itibarıyla hangi balıklardan yapılır? Uskumru diye satılan balıklar hâlâ karasularımızda yaşıyor mu sanıyorsunuz?
Her kuşun eti yenir mi? Yoksa �kargadan başka kuş ?işhane�den başka yokuş� yok mudur? Ülkelerin siyasi coğrafyaları hızla değişirken bir anda Türkiye�nin kaç ili olduğunu, dağılan Sovyetler Birliği�nin yeni tablosundaki ülkeleri kaçımız hemen cevaplandırabilir?Tarih mi ona ne gerek var?Ülke zaten geriliyor, yaşarken öğreniyoruz. �Okumaya ne gerek var� diye mi düşünmeliyiz?
Sekonder ya da tersiyer işlerinizden arta kalan zaman içerisinde eşiniz, sevgiliniz ya da çocuğunuza ne kadar süre ayırabiliyorsunuz?Merakım şu:Sinema Günleri�ni izlemeyen, İstanbul Festivali�ne gidemeyen, kitap deyince aklına tıp kitapları dışında başka birşey gelmeyen bizler 2., 3. işyapmaktan, buradan elde ettiğimiz geliri daha iyi bir arabaya çevirmekten, yeni bir kooperatife girmekten, zamanı kullanmak yerine tüketmekten mutlu muyuz?Gelin at gözlüklerimizi çıkaralım ve yaşama geniş açılı bir objektiften bakabilmeyi hep beraber deneyelim. Paranın getirdikleriyle bizlerden götürdüklerini düşünürken ilk paragrafımı hep aklınıza getirin. ?una kesinlikle inanın ki yaşamak bir sanattır ve zaman hiç kimseyi beklemez...
*
Çalışmanın bin türlü yolu var...
�HEKİMLERİN ÇALIŞMA TARZLARI�
�İkinci iş�dosyasında, önce birinci işi tanımlamak gerekiyor. Ama bu o kadar kolay değil. Çünkü sayıları 70.000�i geçen hekimler çok değişik çalışma yöntemleri geliştirmiş durumdalar. Aşağıda bu konuda hekimlerin çalışma tarzları hakkında yapılmış bir sınıflamayı okuyacaksınız. Meslektaşlarımızın büyük kısmının iyiniyetle ve herşeye rağmen �önce zarar vermeden� sağlık hizmeti sunmaya çalıştıklarından kuşkumuz yok. Kimse üstüne alınmasın. Ya da, yarası olan gocunsun. Ama dilimiz sürçtüyse affola.
FULL-TAYM:Türkçesi �Tam-gün�dür. Ama bir dönem uygulandığında sağlık çalışanlarına verilen tazminat nedeniyle özellikle (ismi lazım değil)bazı generaller ve üst düzey devlet yetkililerinin allerjisine yol açtığı için şimdi başka isimle anılmaktadır. Bu yöntemi kullananlar son zamanlarda azınlığa düşmüş görünmektedir. İkinci bir işte çalışamayacak kadar beceriksizler, anadan-babadan-kocadan zengin aristokratlar ve �ideolojik�bir inadı taşıyanların bu grubu oluşturdukları söylenir. Sadece işgünleri değil, tatillerde de işyerine geldikleri görülür. Bu kadarı da tuhaf karşılanmaktadır.
PART-TAYM:Zamanın bir kısmının bir işte, geri kalanının başka bir işte geçirilmesi durumudur. Kamudaki uzman hekimlerin büyük kısmının halini yansıtır. Normal mesainin bitiminden bir süre önce süratle işten çıkılıp, diğer işyerine koşulur. Bu; muayenehane, hastane, işyeri vb. olabilir. Hekim, iki iş arasında zamanını ve zihnini parça parça kullanmaktadır. Hangi parçanın büyük olduğu hekime kalmıştır. Bazı durumlarda zamanının çoğunu geçirdiği işteyken bile zihninin büyük kısmı öbür iştedir.
PIRT-TAYM:Hekim, her gün işine gelmekte, ancak görünüp kaybolmaktadır. İmza cetvelinde ısrarlı idareciler karşısında geliştirilmiş bir çalışma yöntemidir. Genellikle sabah saatlerinde geldiği işyerindeki sürede idari işler, hatırlı hastaların takibi halledilir. Hızlı bir tur atıp işe her gün geldiği konusunda tanıklar toplamak bu yöntemin inceliklerindendir. Sağlıkta özelleştirmenin hızlı savunucularındandırlar.
SÜR-TAYM:Hekimin; muayenehane formalitesi, vergiler, personel istihdamı, kira, stopaj vb. işlerle canını sıkmadan ek gelir elde edebilmesi için icat edilmiş bir yoldur. Mesai bittiğinde gömleğini bile değiştirmeden bu kez kendine çalışmaya başlar. Bazı hekimlerin bu değişim anında gömleklerini değilse de karakterlerini inanılmaz bir şekilde değiştirdikleri söylenir. �Parası neyse verelim, yeter ki adam muamelesi görelim�diyen sosyal güvenceli hastalar tarafından tercih edilmektedir.
SOME-TAYM:Hekimin kamudaki işinde bir görünüp bir kaybolduğu çalışma tarzıdır. �Karabatak yöntemi�olarak da bilinir. Bankamatiklerin kullanıma girmesiyle işe uğradıkları günler iyice azalmıştır. Emekli oldukları veya bitmeyen bir izin kullandıkları söylentisini yayarlar. Bir kısmı ticaretle iştigal etmekte, bir kısmı borsaya takılmaktadır. Renkli bir yaşam sürmenin zamanının geldiğine inanırlar. �Bu memlekete yeterince hizmet etmişlerdir�. Onlara göre bu millet iyilikten anlamaz.

*
BAY A�NIN ÖYKÜSÜ:
Bay A, tıp fakültesine girerken, ileride doktorluk yaparken geçim sıkıntısı çekeceğini hiç aklına getirmemişti. Fakülte yıllarında yoğun ders programları, ezberlenmesi gereken bilgiler, derken klinik eğitim dönemi içinde maddi sorunlar geri planlarda kaldı.
Mezun olup mecburi hizmete gittiğinde eline geçen paranın kendisini ancak geçindirdiğini farketti. Fazla bir kira ödemiyordu. Hatta bir ara sağlık ocağının lojmanında da kaldı. Arada bir İstanbul�a gittiği hafta sonu tatillerinde boğazdaki lokantada kabarıkça bir hesabı da gururla ödeyebildi. Ama, ailesinin bütün önerilerine karşılık bir kenara para ayırmasının mümkün olmadığını gördü. Yine de taksitle bir buzdolabı ve otomatik çamaşır makinesi almayı becermişti.
Bu sırada kritik bir kararla evlendi. Birçok hekim gibi eşi de aynı meslek grubundandı. Evliliğin nasıl gittiğini bir kenara bırakalım, iki maaşı yanyana getirmiş olmalarına rağmen, refah düzeylerinde kayda değer bir gelişme olmadı. Yalnız evdeki beyaz eşya miktarı hatırı sayılır bir şekilde artmıştı. Artık otomatik bulaşık makineleri vardı, �Compact disk� çalabildikleri bir müzik setine sahiptiler. Hem de iyi bir marka.
Genç evliler için, mülk değil, iyi yaşamak önemliydi. Kaliteli müzik dinlemek, sinemaları izlemek, tatillerde Akdeniz sahillerini doyasıya gezmek yeterdi. Her gün dışarıda yemek yemiyorlardı, ama mutfakta kısıntı yapmadılar. Buzdolapları hiç boş kalmadı. Yerli cinin tadını beğenmeyip ithal olanına alıştılar. Konukları önünde hiç boynu bükük kalmadılar.
Dikkatlerini çeken nokta, çevrelerinde hızla arabalanan birçok tanıdıklarının olmasıydı. İlçedeki ticaret erbabının yanısıra, dışarıda ders veren öğretmenler, topraktan ve gayrımenkulden gelirleri olanlar, hemen hemen hepsi de �O� kilometre araba çekiyorlardı altlarına.
İlçedeki uzman hekimler de aynı araba sevdasına kapılmışlardı. Son bir yıldır şehrin bir ucundan sesini duyabildiğiniz delik ekzozu ile gelen dahiliyeci, yerli bir markanın son modelini aldığında, onlara da küçük bir tur attırdı.
Bir araba almak hiç de kötü olmazdı. Bu devirde lüks değildi. O zaman hafta sonları, büyükşehirdeki eşinin yanına gitmek için ilçe dışına çıktığında muayenehanesini idare edip özel hastanede yatan hastalarını takip etmesini isteyen çocuk hastalıkları uzmanının teklifine �Olur�dedi. Yalnız artık haftasonu etkinliklerine limon sıkılmıştı. İlçe merkezinde kalmak ve cumartesiyi muayenehanede geçirmek gerekiyordu. Pazar günü keyifleri, sık sık çalan telefonun ucundaki nöbetçi hemşirenin sesi ile kesiliyordu.
Ama bu sayede �arabalandılar�. İhtisas sınavını kazanıp İstanbul�a gelirken altlarında borcunu henüz ödeyemedikleri bir araba vardı. Varsın olsun, nasıl olsa nöbet tutmaya alışmıştı. Bu arada eşi, belki de onun nöbetlerde geçen gecelerini değerlendirmek için çocuk sahibi olmaya karar verdi. Onun ihtisasta gözü yoktu!
Asistanlıkta, bir yandan yoğun çömez nöbetleri yanında, ayda birkaç gece de olsa �dışarıda�nöbet tuttu. Aslına bakarsanız arabanın dövizle aldıkları borcu bitmek üzere idi. Ama kiradan arta kalan parayla ancak geçindikleri için, doğacak çocuğun bakımı gözlerini korkutuyordu. Allahtan çocuk doğduğunda nöbetleri hafiflemiş, ihtisasa alışmıştı. Ama yaşam koşulları güçleşiyor, enflasyon bütün vaatlere rağmen azalacağına artıyordu.
Artık, sabah erkenden işe gidiyor, hastanede nöbeti yoksa özel bir poliklinikte gece nöbete kalıyor, bazen de dışarıda vaka yapan uzmanlara yardıma gidiyordu. Sonuçta eline geçen toplam ek gelir, maaşının neredeyse iki katıydı. Haftanın ancak birkaç gecesini evde dinlenip televizyon seyrederek (daha çok karşısında uyuklayarak)geçiriyordu.
Ama harcamalar da katlanmıştı. Önce daha iyi bir semtte, daha büyük bir eve taşındılar. Çocuk için ayrı bir oda gerekiyordu, bu arada alınan eşyalar eve sığmaz olmuştu. Bulaşık makinesini artık salona koymak istemiyorlardı. Uzun zamandır geniş mutfaklı, geniş banyolu, güneş gören bir ev istiyorlardı. Büyüyen ev, giderleri de büyüttü. Bebeğin bakımına annesi de yardımcı oldu, ama bir de bakıcı tutmak zorunda kaldılar.
Bütün çabasıyla kazandıklarının önemli bir kısmının kiraya gitmesi canlarını sıkıyordu. Aileden gelen destekle bir kooperatife girdiler. Ancak bu kez kiraya kooperatif ödentileri de eklenince, harcayacak paraları kalmıyordu. İhtisası bitince rahatlayacaklarını düşündü. Asistan nöbetleri bitecekti. Muayenehane için yer bile ayarlamıştı. İki arkadaş şirket kurmaya karar verdiler.
Buradan sonrası bildiğiniz bir öykü. Üstelik yerimiz de kalmadı. Çocuğun okul çağı geldiğinde Bay A�nın muayenehane yanında İstanbul�un neredeyse öbür ucunda bir fabrikada işyeri hekimliğine başladığını, kooperatif evi merkeze uzak olduğu için onu satıp borçlanarak yeni bir eve girdiklerini, çevreye uyarak arabasının modelini yenilediklerini sanırız tahmin etmişsinizdir.
Şimdi Bay A, pratisyen eşi ve iki çocuğu ile İstanbul�da yaşıyor. O bunun farkında mı bilmiyoruz. Çünkü, hastane-muayenehane-fabrika çemberinde başı çok dönüyor.
Ama lütfen ona sormayın:�İkinci iş şart mı?�diye. Çok kızıyor!
*
İŞÇİLERDE İKİNCİ İŞ
Türkiye�de ikinci işte çalışanlar sadece hekimler değil tabii. Petrol-İş Sendikası�nın 1989-90 yıllarında 10 bine yakın üyesi arasında yaptığı araştırmaya göre, işçilerin %8.4�ü ek iş yapıyor. Ek işte ortalama haftada 20.2 saat çalışılıyor. İşçiler, bu çalışma karşılığında ortalama ücretlerinin 1.3 katı gelir elde ediyor.
Ek işte çalışan işçilerin kamu ve özel sektöre dağılımlarında önemli bir fark yok. Yapılan araştırmada ek işte çalışan işçilerin daha az gazete okudukları da ortaya çıkmış. Doğal bir sonuç olsa gerek.

Neler yapıyorsunuz?
Bu sayfada okuyacağınız test, günlük yaşamınızı değerlendirmeniz amacıyla hazırlandı. Kendinize en uygun gelen yanıtları işaretledikten sonra sonuç kısmındaki yorumları okuyunuz. Yorumlar fazlaca öznel gelebilir, öneriler size tam uymayabilir. Olsun. Zaten amacımız, bir an için 24 saat içinde neler yaptığımızı düşünmek.
1- Sinemayla aranız nasıl?
a- Yıllar var, sinemaya ayak basmadım.
b- Ancak çocuk filmlerine, mecburen refakatçi olarak gidiyorum.
c- Seçiciyim. Gitmeden önce harcanacak zamana değecek bir film olduğuna kanaat getirmeliyim.
d- Hiçbir filmi kaçırmam.
e- Sadece sinema günlerine gidiyorum. Bence en kaliteli filmler onlar.
2- Gazete okur musunuz?
a- Televizyon bana yetiyor.
b- Başlıklarına göz atarım. Zaten okuyacak fazla bir şey var mı?
c- Hafta sonları topluca okuyabiliyorum. Gün içinde vaktim olmuyor.
d- Birden fazla gazete okurum. Bence her renkte gazeteyi izlemek gerek.
e- Düzenli alıp okuduğum bir gazete var.
3- TV ile aranız nasıl?
a- Benim televizyonum yok.
b- Dizileri kaçırmam, reklamlar bile ilgimi çeker.
c- İyi bir zapping�ciyim. Günde 2 saat ayırırım.
d- Evde olduğum süre TVaçıktır. Ara sıra bakarım. Ben televizyonsuz yapamam.
e- Gazeteden günlük programları işaretleyerek izlerim.
4- Hobileriniz var mı?
a- Mesleğim bana yetiyor. Bu da benim hobim. Kaldı ki zaman mı var?
b- Çok istiyorum, ama vaktim yetmiyor. Gelecekte değişik bir şeyler yapmayı planlıyorum.
c- İyi bir müzik dinleyicisiyim. Spor karşılaşmalarını izlerim.
d- Ben aslında müzisyenim. Arada hekimlik yapıyorum.
e- Düzenli spor yapıyorum. Ayrıca kursa gidiyorum.
5- Sosyal ve kültürel çalışmalar yapıyor musunuz?
a- Buna zamanım yok. Örgütsel çalışmalar bana göre değil. Tabip Odası�na bir türlü kaydolamadım. Apartman yöneticiliği bile zor geliyor.
b- Tabip Odası�na üyeyim. Seçimlerde de oyumu kullanıyorum.
c- Sivil toplum örgütlenmesi çok önemli. Beş ayrı dernekte görevim var.
d- Bir derneğin çalışmalarına aktif olarak katılıyorum.
e- Yılda bir genel kuruluna gittiğim bir derneğe üyeyim. Bir de Oda�ya.
6- Düzenli spor yapıyor musunuz?
a- Spordan hoşlanmam. Seyretmeye bile heves duymuyorum.
b- İyi bir izleyiciyim. Gazeteler ve TVaracılığıyla izlerim.
c- Düzenli yaptığım bir spor var. Olmazsa eksiklik duyarım.
d- Spor benim hayatım. Maçları kaçırmam. Biraz fanatik olduğum bile söylenebilir.
e- Vaktim olsa bir şeyler yapmak isterim. Belki ileride.
7- Aşağıdakilerden hangisini en sık kullanıyorsunuz?
a- Cep telefonu.
b- İskambil kağıdı.
c- Balık oltası.
d- Bisiklet.
e- Ev bilgisayarı.
8- Yakınlarınıza zaman ayırabiliyor musunuz?
a- Tatilde ve hafta sonlarında. O da işim çıkmazsa.
b- Ancak çocuğumla, hafta sonları ilgilenebiliyorum.
c- Benim dünyam evim. Mutlu bir aileyiz. Birbirimize yetiyoruz.
d- Yakın çevremi ihmal etmem. Haftada birkaç kez ziyaretler ve akşam toplantıları olur.
e- Hergün en az iki saatim, ailem veya sevdiklerimle geçer. Bu sırada bütün işler unutulur.
9- Arabanız var mı?
a- Almayı düşünüyorum. Şimdiye kadar sıra gelmedi.
b- Bizim evde iki araba var. Güvenli ve gelişmiş özellikleri olan bir araba insan yaşamında önemli.
c- Sevdiğim bir araba almayı sonunda başardım. Şimdi borçlarını ödüyorum.
d- Arabamız var, ama eşim kullanıyor.
e- Yıllardır kullandığımız bir arabam var, onu kullanıyorum.
10- Kültürel etkinlikleriniz var mı? Kitap okuyabiliyor musunuz?
a- Öğrencilik yıllarından bu yana daha çok tıp kitapları okuyabildim.
b- Uzun tatillerde hafif kitaplar okuyorum.
c- Çok okunan kitapları alırım. Ama hepsini okumaya fırsat bulamıyorum.
d- Bir kitap kurdu olduğum söylenebilir. Vaktim onların arasında geçer.
e- İlgi alanımdaki kitapları kaçırmam. Ayda bir-iki kitap okurum.

DEĞERLENDİRME:
A yanıtlarınız fazla ise; Durum vahim. Yine de irreversibl olmadığını düşünmekteyiz. Kısa dönem kurslarla yaşama döndürülmeniz mümkün olabilir.
B yanıtlarınız daha fazla ise; Bir sosyolog size bizden daha fazla yardımcı olabilir. �Yaşım geç, bu saatten sonra değişemem�demeyiniz.
C yanıtlarınız ağırlıkta ise; Durumunuz iyi olmasa da yalnız değilsiniz. Geniş grup terapileri düzenleyebilirsiniz.
D yanıtlarınız daha çok ise; Günlük yaşamınızın ilginç bir ritmi var. Herhalde işe de gidiyorsunuzdur, değil mi?
E yanıtlarınız çok ise; Bizce zamanı iyi kullanıyorsunuz. Kendinizden hoşnut olduğunuz ortada. Bize de bunun sırrını anlatmalısınız.
*
ÖZEL SEKTÖRDE İKİNCİ İŞ: SİSTEMLE DANIŞIKLI DÖVÜŞ MÜ?
Dr. Ümit Şahin
Başlığı görür görmez kızan ve/veya alınan meslektaşlarım için bir iki hatırlatma yapmak isterim:Bu satırların yazarı sebebi olabileceği alınganlıkları tahmin edebilmektedir. Dolayısıyla düz bir cümle olarak kurabileceği, böylesi de içine sinecek başlık cümlesini soru kipiyle kurarak kaçak oynama yolunu seçmiştir. Üstelik yazar da özel sektörde çalışmaktadır. Dahası ikinci iş yapmaktadır. Demek ki bulunduğu konumu da oymaya yönelik bu nihilist tavır için hoşgörü beklemektedir.
Sağlık hizmetinin bir kamu hizmeti olması gerektiği düşüncesi, yanısıra sağlık hizmetlerine eşit ulaşma hakkı varsayımı kapitalist olmayan bir tasarımdır. Demek ki toplumsalcı dertleri olmayan, kendilerini -hadi açıkça söyleyelim- düşünsel ya da ideolojik olarak �sol�da görmeyenlerin yukarıdaki başlığı üzerlerine alınmamaları gerektiği açıktır. �Sistem�in ise kamusalcı bir tasarıma sahip olmadığı açıktır. Bütünüyle özelleşmiş ve rekabetçi bir sağlık sistemi ideallerinin politika üretenlerce hayata geçirilmekte oluşu, zaten bugünkü sağlık sistemini (tüm dağınıklığı, tutarsızlığı, hatta temelindeki 224 harcı bir yana) dünyadaki bütün örneklerinden de sağa yerleştirmektedir.
Sonuçta sağlığı kamu hizmeti olarak görenlerin bugünkü sistemi değiştirmek için (işin tuhaf yanı bazı yanlarını da korumak için) mücadele vermeleri doğaldır. Peki bu kişiler kendilerini çeşitli nedenlerle özel sektörün tam ortasında bulduklarında ne olacaktır?Ya da soruyu şöyle soralım:Acaba bizler, yalnızca maddi sorunlarımız nedeniyle bile olsa özel sektör içinde gittikçe artan sayılarda yer alırken ideolojik olarak çok nötr bir yerde mi durmuş oluyoruz?Ya da parasını yediğimiz bu sektör aslında bizim sayemizde ayakta durmuyor mu?Yani bu cümlenin özneleri(hastalarla birlikte)bal gibi bizler değil miyiz?
Soruları biraz da başka yerden soralım:Tam gün dediğimiz şeyden neden hoşlanmıyor ve bir türlü doğru dürüst tartışamıyoruz?(Benim tam günden anladığım bir hekimin ya kamu sektöründe -devlet hastanesi, üniversite hastanesi, sağlık ocağı- ya da özel sektörde -muayenehane, özel hastane, özel poliklinik, işyeri- çalışma hakkı olmasıdır. Yani sektörler arası tam ayrılık.) Yanıt açık:Çünkü devlet çok az para veriyor. Doğru. Bu parayla temel ihtiyaçlarımızı bile karşılayamıyoruz. O da doğru. O halde özel sektörde ikinci bir iş bizim insan gibi yaşamamızı sağlıyorsa buna kim itiraz edebilir?Hiç kimse.
Soruları yanıtlarken hangi gömlegimizi giydiğimizi farkettiniz mi? Kamu hekimi gömleğimizi elbette. Oysa özel sektör gömleği giyildiğinde ve gayet kapitalist bir bakışla bakıldığında bu durumun açıkça haksız rekabet olduğu görülüyor. Özel sektörde çalışan iki hekimden aynı zamanda kamuda çalışanı -piyasanın rekabetçi şartları bakımından- haksız yere avantaj sağlamış oluyor. Çünkü -her zaman değilse de- çoğu zaman �hospital-oriented� hasta bakıyor. (Böyle bir deyim İngilizce�de var mıacaba?)Böylece sadece özel hekimlik yapıyorsanız �piyasa şansınız�görece düşük demektir. Belki de özel sektör hekimlerinin bir kısmı kamuda �ikinci iş�yapıyordur?(Bir parantez daha:Tam gün anlayışına asıl karşı olan kim sizce?Yoksa devlet mi?)
Tekrar başlıktaki soruya dönelim ve düşündüğümüz kadarıyla yanıtımızı söyleyelim:Sağlığın kamu hizmeti olduğunu düşündüğünüz ve bunun için mücadele ettiğiniz halde, bir şekilde özelde de çalışıyor, üstelik bu durumu normal görüyorsanız bunun adı bal gibi danışıklı dövüştür. Çünkü sistem (daha doğrusu sistemin sahibi olan devlet)bu sayede kalitesiz kamu hizmetini zorla halka dayatabilmektedir, kurduğu bu düzenek sayesinde kamu hekimini gülünç ücretlerle çalıştırabilmektedir, devlet bu sayede sağlık çalışanlarını bu kadar rahat toplu sözleşmesiz, grev haksız bırakabilmektedir, bizler bunun için aklımıza gelip de sendikaya üye falan olmuyoruz, grev hakkı istemekle uğraşmıyoruz, bunun için bir günlük eylemlerde bile bir avuç kalıyoruz, bunun için tabip odaları hala çoğu hekim için asgari ücret belirleyen bir kurum ya da en olumlu anlamıyla bir fikir kulübü olmanın ötesinde anlam taşımıyor.
Birşeyleri değiştirmeyi gerçekten istiyorsak, önce bulunduğumuz konumları, ayağımızı bastığımız zemini ve kendimizi acımasızca eleştirmeyi öğrenmeliyiz. Sonra mı?Onu kurgulamak bana düşmez.
*
GÜNDEM
Sağlık reform paketi dedikleri
Dr. Günay Can*
Dr. Kadir Dadan**
Kasım 91 seçimlerinden sonra DYP-SHP koalisyonunun kurulması ve Dr. Yıldırım Aktuna�nın Sağlık Bakanı olmasıyla ülke gündeminde boy göstermeye başlayan sağlık reformu çalışmaları, son aylara kadar arasıra alevlenmeler gösterse de toplumda ciddi bir yansıma bulamamıştı. Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller�in hastane baskınlarıyla oldukça medyatik bir şekilde gündeme gelen sağlık sorunları, peşisıra ortaya çıkan skandallar ile toplumda bir rahatsızlık uyandırır düzeye geldi. Hastane baskınlarının ardından ifade edilen reform senaryoları ile de zaten ciddi hizmet alma problemi yaşayan topluma, �alternatif çıkış yolu� da gösterilmiş oldu.
Aslında 1982 Anayasası�ndan temel alan sağlıkta reform programlarının gerektirdiği yasal değişiklikler zaman içerisinde yavaş yavaş gerçekleştirilmekteydi. Gerek bu değişiklikler, gerekse izlenen hükümet politikaları hekim kamuoyunda genellikle �sağlıkta özelleştirme�yargısı ile değerlendirilmiş, bunlara karşıt olarak 224 sayılı Sosyalleştirme yasası temel alınarak geliştirilen alternatifler yaşanılan sorunlara çözüm olarak gösterilmiştir. Zaman zaman şiddetlenen tartışmalar anayasaya kadar dayanmış, sonuçta temel haklardan olan sağlık hakkının Türkiye�de anayasal dayankatan yoksun kaldığı gerçeği su yüzüne çıkmıştır.
Biz bu yazımızda, politik kaygılardan uzak bir noktada reform paketinin üç temel yasa tasarısının finansman ve örgütlenme başlıklarında genel bir değerlendirmesini yapmayı ve şu anda bir taraf olma durumunda olanların reform paketi sonrasında olası konumlarını ortaya koymayı amaçladık.

Finansman
Sağlık reform paketinde (SRP)gayri safi milli hasıla (GMSH)�dan sağlığa ayrılan payın ilk etapta %3�ten %5 düzeyine çıkarılması öngörülmektedir. Uzun vadede kurulacak olan Genel Sağlık Sigortası (GSS)uygulamasıyla; sağlık harcamalarının tek elde toplanması kaynak kayıplarının en aza indirilmesi ve kaynak toplamada sosyal adaletin sağlanması hedeflenmektedir. Bu konumuyla halen birleşik olan sosyal güvenlik sistemiyle sağlık sigortası birbirinden ayrılmaktadır.
Ancak finansman konusunda temel sorun kaynak artışını sağlayacak paranın kimin cebinden çıkacağı sorusudur. Görünen odur ki yeni sistemin finansmanı büyük oranda ücretli çalışanların �zorunlu� ödedikleri prim artışlarıyla sağlanacaktır. Şu anda, mevcut vergi sistemi, kontrol mekanizmaları ve caydırıcılık uygulamaları gözönüne alındığında, sosyal güvenlik kapsamında bulunmayan ve sağlık harcamalarını kendi imkanlarıyla karşılamaya çalışan kesimden sağlıklı prim toplanması mümkün gözükmemektedir. Şekil 1�de bireyler açısından finansman özellikleri gösterilmiştir.
Bireyler her yıl asgari ücrete göre hesaplanacak aktuaryal primlerin hane halkının toplam gelir düzeyine göre değişen yüzdesini sisteme aktaracaklardır. Buna karşılık teminat paketinde belirtilen sağlık hizmetlerinden faydalanabilecek, ek sağlık harcamalarını ve katılım paylarını kendi cebinden ya da ek sigorta yaptırarak karşılayacaktır.

Örgütlenme
1- Mevcut sağlık kuruluşlarının değişimi
Kamu Sağlığı Merkezi (KSM):Şu anki konumlarıyla sağlık ocaklarının işlevini yürütecek olan KSM�ler mezuniyet sonhrasında eğitim almış (halk sağlığı, işletme, sağlık yönetimi)bir hekimin direktörlüğünde ekip anlayışı ile topluma yönelik koruyucu sağlık hizmetlerini yürütecektir.
Aile Hekimliği Birimi(AHB):Bir ya da birkaç aile hekiminin kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ve 1. basamak tanı ve tedavi hizmetlerini yürüttüğü yerler olan AHB�leri, il sağlık müdürlüğü ile sözleşme yaparak kendilerine gösterilecek bölgelerde her hekim başına en fazla 3000 kişiye hizmet verebileceklerdir.
Kamu Sağlık İşletmesi(KSİ):Mevcut kamu kuruluşlarına ait yataklı sağlık kuruluşları, özerk yapı içerisinde bütçe oluşturma ve personel rejimi uygulaması yapabilen KSİ�lere dönüştürülecektir, konumları bu dönüşüme uygun bulunmayan kamu sağlık kurumları şimdiki durumlarını koruyacaklardır.
Özel Sağlık İşletmeleri(ÖSİ):Özel yada tüzel kişiler KSİ�ye dönüştürülen sağlık kuruluşlarının irtifak haklarını alarak bu kuruluşları işletebileceklerdir (Şekil 2).
2- Hekimlerin konumu
1- Serbest Pratisyen Hekim:Muayenesinde il sağlık müdürlüğü ile sözleşme yapmadan çalışan hekim olarak,
2- Aile hekimi:Kendi muayenesinde ya da aile hekimliği biriminde yalnızca il sağlık müdürlüğü ile sözleşme yaparak çalışan hekim olarak,
3- KSMhekimi:657 sayılı kanun esaslarına göre yalnızca KSM�de çalışan hekim olarak,
4- Uzman Hekim:a- Kendi muayenesinde il sağlık müdürlüğü ile sözleşme yapmadan serbest, b- Kendi muayenesinde il sağlık müdürlüğü ile sözleşmeli, c- ÖSİ veya KSİ�de1457 sayılı kanuna tabi olarak çalışabileceklerdir. (Şekil 3)

Değerlendirme
Genel olarak değerlendirildiğinde SRP, son beş sene içerisinde reel olarak (ABDdolar bazında)üç misli artan, kamu sektörünün giderek daha fazla ağırlık kazandığı sağlık harcamalarının, tek elde toplanmasını ve rekabet anlayışı ile çalışan kuruluşlara bu tek el kanalıyla dağıtılmasını planlamıştır. Teorik olarak baz aldığı �pay as. you go�sisteminin gerçek anlamda adaletli ve işler olabilmesi için gerekli olan tüm toplumu kapsama şartı yerine getirilmekle birlikte, sistemin işlerliği için gerekli olan gelir dağılımının dengeli olması, hane halkı gelirlerinin tespitinin sağlıklı olması şartı, genel ve sağlık istatistiklerinin doğru ve güncel tutulması gerekliliği gibi unsurlar gerçekleştirilemediğinden uygulamaya geçildiğinde sistemin finansal açıdan ciddi bir sıkıntıya düşeceğini görmek için kahin olmak gerekmiyor.
Finansal açıdan şu anki temel sorun da artan finansman hacmine rağmen, yatırımlarını kısarak hizmet sunumundan hızla çekilmekte olan kamu sağlık sektörünün hizmet satın olarak bu konumunu daha ne kadar süre devam ettirebileceği sorusudur.
Kanımızca bu reform paketinin uygulamaya konulabilmesi için uzun bir süre (en az on yıl), uluslararası borçlanmadan çok daha fazla miktarda, genel bütçeden daha fazla kaynak aktarılması (şu ankinin en az iki katı)gerekmektedir.
Örgütlenme açısından ise kısaca şunu söyleyebiliriz: Çok başlı (Sağlık Bakanlığı, SSK, Milli eğitim vs.)ve dikey tarzda örgütlenmenin terkedilmesi olumlu bir gelişme olmakla birlikte henüz beş senelik dahi geçmişi olmayan özel sektörün rekabetinden kalite beklemek fazlasıyla iyimserliktir.
* Halk Sağlığı Uz., Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı A.D.
* Pratisyen Hek., SSK Samatya Has.
*
Köktendinciliğe Karşı Uluslararası Aydınlanma Konferansı yapıldı
Dr. Mustafa Sütlaş
Yazar Aziz Nesin�in, ölümünden kısa bir süre önce, 30 Haziran 1995 tarihinde, bir basın toplantısı düzenleyerek yapmayı amaçladığını kamuoyuna açıklamış olduğu konferansı bir grup aydın ve demokratik kitle örgütü temsilcisi olarak, onun kurucusu ve başkanlığını yaptığı Onbinler A.Ş.�nin hukuksal sorumluluğu altında 20-22 Mart 1997 tarihlerinde Ankara�da Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu�nun Sosyal Tesisleri�nde gerçekleştirdik.
Konferans, Mayıs 96�da yapılan ilk toplantıdan sonra 18 toplantı ile hazırlandı. Düzenleme Komitesi bir gün önce konferansın gerekçelerini şöyle açıkladı:

�Neden Köktendinciliğe Karşı Uluslararası Aydınlanma Konferansı?�
�Cumhuriyetin ilanından 70 yıldan fazla zaman geçmesine karşın, bugün Türkiye yeniden ve yoğun bir biçimde başta laiklik olmak üzere Cumhuriyetle sağlanan önemli kazanımları sorgulamaya çalışıyor. Sorgulamanın da ötesinde, kökten dinci odakların açık saldırılarının hedefi olmuş durumda.
Cumhuriyetle sağlanan ve daha sonraki toplumsal savaşımlarla gelişip güçlenen tüm, çağdaş, demokratik, laik kazanımlar silip süpürülmek, ülke ortaçağ karanlığına çekilmek isteniyor. Bugün bu istemleri şeriat özlemleriyle açıkça dile getirenler yıllardır İmam Hatip Okulları, Kuran Kursları, Özel ve Resmi öğrenci yurtlarında kurdukları mescitleri, vakıfları, dernekleri, ekonomik ve sosyal kuruluşları aracılığı ile yaşamın her alanında örgütlenmişler, hatta bu örgütlenmeyi siyasal alana da taşıyarak devlet içinde kadrolaşmayı, siyasal olarak kurumsallaşmayı başarmışlardır.
Köktendinci akımlar olarak kendini duyuran bu gelişmeler, sadece ülkemizde ve islam dünyasında değil, gezegenimizin her yerinde ve diğer dinler içinde de yoğun bir şekilde yaşanmaktadır. Değişik din ve tarikatlar adına sürdürülen köktendinci örgütlenmeler demokratik, ekonomik ve laik düzeni hedef almanın yanı sıra, etkinliklerini zaman zaman şiddet eylemlerine dönüştürmekte ve hatta seçtikleri kişilere ölüm saldırıları düzenlemektedirler.
Emperyalist odaklar tarafından beslendiği ve yönlendirildiği artık şüphe götürmeyen kökten dinci akımların bugün yarattığı tehlike ve tehditlerin ulaştığı boyutları çok önceden gören Aziz Nesin, yıllar önce bu konuda bir girişimde bulunmuş, uluslararası düzeyde köktendinciliğe karşı bilimsel bir kongre toplamayı tasarlamıştı.
Şurası açıktır ki bu konferans köktendinciliğe karşı bir tepki toplantısı değildir. Tersine insanlığın bugün gündemine yerleşen bu yakıcı sorunu bilimsel olarak sorgulamak ve insanlığa bu konuda ışık tutmayı amaçlamaktadır.�

Açılış günü Aziz Nesin�in oğlu Prof. Ali Nesin bir konuşma yaptı:
Konuşmasına; � �Ne şeriat ne darbe�sloganının atıldığı bu günlerde, bu konferans özellikle anlamlıdır� diyerek başlayan Nesin şöyle devam etti:
�Evet, biz şeriat da istemiyoruz, darbe de. Peki ne istiyoruz?Demokrasi istiyoruz. Yani, sivil toplum örgütleri aracılığıyla yurttaşların etkin oldukları bir toplum istiyoruz. Bu konferansı, sivil toplum örgütleri ve birkaç aydın örgütlemiştir. Basının deyimiyle �ücretsiz yurtseverler�düzenlemiştir. Biz bu konferansı düzenleyerek, demokrasinin Türkiye�ye yerleşmesine, kök salmasına bir katkımız olduğuna inanıyoruz. Beş parası ve beş dakikasızdık. Koşulları zorladık. Çalıştık çabaladık ve bu konferansı düzenledik. Kusurlarımız hoşgörüle.
Konferansımızın adı �laiklik için konferans� değildir. �Köktendinciliğe karşı aydınlanma konferansı�dır. Yani bu konferans bir savunma değil, bir hücumdur!Gün savunma günü değildir. Gün hücum günüdür.
Bu konferans salt islami köktendinciliğe karşı değil, hristiyan olsun, musevi olsun, budist olsun, her türlü köktendinciliğe karşı bir konferanstır. Aynı zamanda boş inanca, kör inanca, cinciye, falcıya karşı bir konferansdır. Ve söylemeye gerek var mı, kesinlikle dine karşı bir konferans değildir.
Biz hücum ediyoruz da onlar susuyorlar mı?Hayır!Onlar çok uzun zamandan beri hücum ediyorlar... Onlar karanlıktır, biz aydınlığız. Bu arada ılımlı dincileri de unutmuyoruz ve onlara karşı da halkımızı uyarıyoruz. İstedikleri kadar tehdit etsinler. Korkmuyoruz!Onlar din tacirleri ve cennet pazarlayıcıları, onlar bizden korksunlar. Aydınlık karanlığı er ya da geç yok edecektir.�
Ali Nesin�in bu konuşmasından sonra Aziz Nesin�in birini 1959�da diğerini ise 1993�de yazdığı iki yazısı Fatma Hasene Somer tarafından okundu. İlk konuşmasında 1959 yılında yaşananların aynısının bugün de hala yaşanmakta olduğunu vurgulandı. İkinci metin ise biz aydınlara yönelik bir uyarı metniydi:
�Yazar olarak büyük bir toplumsal tehlikenin çığ gibi büyüyerek üzerimize gelmekte olduğunu ve bu tehlikenin yaklaştıkça büyüdüğünü ve hızlandığını görüyorsunuz. O tehlike canlı ve çok kurnaz. Toplum tehlikenin büyüklüğünü duymasın diye önceleri yavaş yavaş, parmak parmak, karış karış gelirken sonraları adım adım, daha sonra koşaradım geliyor. Çok sinsi olan bu tehlike, bütün hazırlığını tamamlayınca toplumun üzerine çullanacak. Toplum neredeyse çullanan tehlikenin altında ezilip boğulacak.
Bu durumda yazar ne yapar?Yazarak, konuşarak gördüğü tehlikeyi, görmeyenlere bildirir. Başka görenlerle birlik kurar, kurulmuş birliklere katılır.
Tehlike bir kez çullanıp toplumu tümüyle esir alınca artık toplum o tehlikeyi özümser, benimser, toplumun özkendisi tehlike olur ve artık kurtuluş yoktur.
Sayıları az da olsa kimi yazarlar bu tehlikeyi görüp gösteriyor. Ben de kendime düşeni yapıyorum. Söyledim, konuştum, yazdım... ?imdi de çığlık çığlığa haykırıyorum:
Tehlike üzerimize çullandı çullanacak. Aymak zamanı ha geçti, ha geçiyor... Bu tehlike dinsel gericiliktir, bağnazlıktır, yobazlıktır, ortaçağı bile yaşamadan ortaçağ karanlığına gömülmektir. Üstelik �Atatürkçüyüz, Atatürkçüyüz!� diye, diye, inleye inleye akılcılıktan kaçıp gericilik batağında eriyip yok olmaktar. Seni bu batağa sokanlar, seçtiğin kendi milletvekilindir, bakanlarındır, kendi hükümetindir. Bu demektir ki, sen yıllardır kendini karanlık bataklığa sürüklüyor ve kişiliğini, uygarlığını boğarak öldürüyorsun.
Ziyaret bahanesiyle türbeler açıldı, sesini çıkarmadın!
Tekkeler zaviyeler açıldı, sesini çıkarmadın!
Tarikatlar, eskiden olduğundan daha da çoğaldı ve özgürleşti, sesini çıkarmadın!
Borçlu olanın hacca gitmesi dince yanlışken, 60 milyar dolar dış borçlu, yoksul Türkiye�nin parasını kızgın Arap çöllerine savurmak için, eskiden yasak olan hac yolunu açtılar, ses çıkarmadın!
Eğitim birliğini bozmak için imam-hatip liselerini sürekli açarak, bu liselere salt imam ve din görevlileri değil, hekim, mühendis, yargıç vb. gibi toplum yönetiminin her katından insanlar yetiştirerek anayasadaki laikliği hiçe saydılar, sesini çıkarmadın!
Kuran kursları açtılar, burdan çıkışlıları da lise eşdeğeri saymak istediler, sesini çıkarmadın!..�
Aziz Nesin�in bu yazısı Namık Kemal�in bir beyiti ile bitiyordu:
�Ey yareli şir-i jiyan / uyan, uyan bu habb-i gafletten�

Oturumlar ve konuşmalar
Konferansın ilk oturumunun başlığı �Köktendinciliğe genel bakış�tı ve Onbinler AŞ�nin Başkanı olan Prof. Cevat Geray tarafından yönetildi.
İkinci oturumu Çağdaş Hukukçular Derneği Başkanı ve İnsan Hakları Savunucusu Av. Şenal Saruhan yönetti. Oturumun ana konusu �Şeriat ve Kadın�dı.
Konferansın ikinci gününün sabah bölümündeki �?eriat ve sistem�başlıklı ilk oturumunu, Ankara Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Tahir Hatipoğlu yönetti.
�Dinde aşırıcılık�başlıklı ikinci oturumu Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nail Güreli yönetti.
Konferansın ikinci günü sabahı, 1992�de Sivas�ta meydana gelen şeriatçı ayaklanma ve 37 aydının katledilmesi olayının süregelen duruşmalarından birisi Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi�nde yapılıyordu. Bu rastlantı düzenleme komitesi tarafından değerlendirildi ve düzenleme komitesiyle konferans konuşmacılarından oluşan, içlerinde Ali Nesin ve Bedri Baykam�ın da bulunduğu 8 kişilik bir grubun duruşmaya katılması sağlandı. Duruşma sonunda çıkan olaylar ve saldırıları yaşayarak gören, yabancı konferans katılımcıları, Cumhurbaşkanına bir mektup yazarak, Sivas olayı ve duruşmada yaşananları dile getirerek eleştirdiler ve göreve çağırdılar.
İkinci günün öğleden sonra yapılan ilk oturumunun yöneticisi yazar Aslan Başer Kafaoğlu ve oturumun başlığı da �Dünyada ?eriat�idi.
Günün son oturumunun konusu, �Tek tanrılı dinlerin kökenleri islamda sanat ve tıp�, başkanı da Türk Tabipler Birliği Başkanı Dr. Füsun Sayek�ti. Bir başka konferans için yurt dışında bulunan Sümerolog ve sanat tarihçi Muazzez İlmiye Çığ�ın �Sümer dini ve efsanelerinden tek tanrılı dinler ve din kitaplarına gelen etkiler�başlıklı konuşması, düzenleme komitesi üyesi Dr. Mustafa Sütlaş tarafından okundu. Oturumun ikinci konuşmacısı; önceki gün yapılan oturuma rahatsızlığı nedeniyle katılamayan İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünden emekli olan Prof. Hüseyin Batuhan�dı. Konuşmacı konferans salonuna gelmesine karşın rahatsızlığı sürdüğü için, �Totaliter bir ideoloji olarak köktendincilik�başlıklı bildirisi düzenleme komitesi üyesi yayıncı Faik Akçay tarafından okundu. Oturumun son konuşması, İsveç Sanat ve Edebiyat Profesyonelleri Derneği ve İsveç PEN�i Başkanı Peter Curman tarafından yapıldı. Curman, �Diyalog gereksinimi� başlıklı ilginç konuşmasının sonunda okuduğu İstanbul şiiri ve duyarlığı ve ülkemize yakınlığı nedeniyle izleyiciler tarafından uzun uzun alkışlandı.
Prof. Alpaslan Işıklı�nın yaptığı �Laiklik� başlıklı üçüncü gün ilk oturumun ilk konuşmacısı yazar Erdoğan Aydın�dı.
�Aydınlanma ve Şeriat�başlıklı ikinci oturumu 98�liler Birliği Vakfı başkanı Haşmet Atahan yönetti.
Onbinler AŞ Genel Müdürü Sönmez Targan�ın başkanlığını yaptığı kapanış oturumunda önce konferansın Sonuç Bildirgesi okundu.

Köktendinciliğe Karşı Uluslararası Aydınlanma Konferansı SONUÇ BİLDİRİSİ
1- Köktendinciliği besleyen ortamı ve yaşanmakta olan ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel çarpıklıkları gidermek için tüm yurttaşları, siyasal partileri ve sivil toplum örgütlerini üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmeye çağırıyoruz.
2- Türkiye�nin seçilmiş en yüksek organı olan TBMM�yi, konuya ilişkin görevlerini yaparak çözümler üretmeye çağırıyoruz.
3- TC�nin anayasal kurumlarını ve yayın organlarını bu konuda duyarlılık göstermeye çağırıyoruz.
4- Basın yayın kuruluşlarıyla kitle iletişim araçlarını, Susurluk olayına gösterdikleri özen ve duyarlılığı köktendincilik konusunda da göstermeye çağırıyoruz.
5- Siyasal iktidarı, demokratik ve laik cumhuriyetin yaşaması ve gelişmesi için duyarlı, örgütlü haklarının ayırdında ve sorumluluklarını yerine getiren yurttaşların yetiştirilmesi amacıyla, eğitim dizgesini öğretim birliği ilkesine göre yeni baştan yapılandırmaya çağırıyoruz.
6- Sivil toplum örgütlerini ve kitle iletişim araçlarını, halkın siyasal eğitimi için girişkenliği ele almaya ve bu konuda daha etkin yayınlar yapmaya çağırıyoruz.
7- Ulusal ve uluslararası demokratik kuruluşları, insanlığın ortak sorunu olan köktendinciliğe karşı aralarında iş ve güç birliği yapmaya çağırıyoruz.
8- Siyasal Partiler Yasası�nda bulunan ve partiler için kapatılma gerekçesi sayılan siyasi partilerin Diyanet�in devlet kurumu olmaktan çıkarılmasını ileri sürememe yasağının kaldırılmasını ve Diyanet İşleri Başkanlığı�nın varlık nedeni dahil bütün boyutlarıyla tartışılmasını istiyoruz.
*
Trajikomik bir duruşmanın dayanılmaz tanıklığı
Kürşat Yıldız
Yer, ülkenin güneydoğusu, Güneydoğu�nun Paris�i!Günlerden pazartesi, aylardan haziran. Hava sıcak, ama dayanılabilir ölçüde.
KarşıdakiDoğumevi, bu alışılmamış duruşma kalabalığına tanık. Bahçede gölge veren ağaçlar. Ağaçların altında birazı tanış, birazı dost, birbirine güleç gözlerle bakan, kalabalık olmaktan umutlu, ama epeyce kaygılı insanlar.
Basık koridorlardan geçip duruşmanın yapılacağı salona gelindiğinde ancak 25 kişi alacak bir hacmin nasıl da yüzden çok insanı sığdıracağı görülecek. Belediye otobüslerindeki sisteme alışık insanlar salona sığdılar, ama üç saat süren duruşmanın sonunda eklem ağrılarından yakındılar.
...
Kafkaesk bir havada başladı duruşma.
Sanık, saçları epeyce dökülmüş, meraklı küçük gözleri, açık renk takım elbisesi olan bir doktor. Başhekim, ilin sevilen memurlarından.
Tabii ki heyecanlı. Yalnız işin ucunda uzun mahpusluk yılları olduğundan değil. Eşi, çocukları, meslektaşları da var salonda. İki genç kız, bir yeni yetme delikanlı, modern giyimli bir ana. Her şeye rağmen gülümsemekte. Belli ki umutlu sonuçtan.
Duruşma hakimi, mahkemenin adil, yargılamanın aleni, dolayısıyla resim çekmenin serbest olduğunu açıklar. Kimlik tespitlerinin ardından savcının iddianamesi uzun olduğundan, herkes içindeki bildiğinden, kimsenin bunları okumaya tahammülü olmadığından okunmuş kabul edilir:�Yaz kızım�.
...
Sıra, tanıklara geldiğinde duruşmanın yönetimi değişir. Arka arkaya güvenlik mensupları alınır içeri. Sadece sözleri değil, giysileriyle de diğerlerinden farkları fark edilmektedir. Özensiz gömlekler, kayıtsız yürüyüşler, gelişigüzel yanıtlar, fazla konuşmaktan sakınan ifadeler. Duruşmanın önemli tanığı, alt kattaki komşu ise çekindiğinden sesini duyuramaz. Hakimden fırçayı yer.
Savunma avukatları sonuna kadar saygılıdır. Sanık ise izleyici kalabalığının önünde uzun savunmalar yapma olanağını kullanır. En insani olanı ise genç kızı ve delikanlı oğlunun tanıklıklarıdır. Genç kız hiç ilgisi yok iken, evdeki aramada mayolu fotoğraflarının bulunduğu albüme neden el konulduğunu sorar.
İddia makamının soracak bir şeyi yoktur. Gerçek apaçık ortadadır!
En büyük kanıt, balkonda bulunan bombadır!Gerçi bombayı arama yapanlar görememiş, arama başladıktan bir süre sonra alt kattan getirdikleri komşuya buldurmuşlardır. Ama bomba bombadır. Üstelik bomba uzmanını, emniyet merkezinden çağırdıklarını söylerler, ama komşu bomba bulunur bulunmaz imha uzmanının da birden orada belirdiğini hatırlamaktadır! Uzmanın herhangi bir güvenlik önlemi almadan bomba torbasını taşıdığı ve birkaç saniyede �Tamam, hallettim�dediği konusunda tanıklar ağız birliği içindedir. Güvenlik güçlerinin ifadeleri ise izleyicileri güldüren çelişkilerle doludur. Düzmece bir senaryonun acemice oynandığı ortadadır.
Avukatlardan biri bu malzemeyle bir tiyatro oyunu yazmayı düşünür.
...
Sözlerin zapta geçirildiği anlar nefesler tutulur. Yargıç cümleleri dikte ettirirken herkes içinden kendi yorumunu yapar. Bir araba laf salatasından uygun cümleler çıkarmak zordur. Yine de adaletin terazisinin kefelerinin oynadığı anlar bu sıralardır. Yargıç cümleleri kurarken herkes bu kefelerin gidiş gelişini izler. Güvenlik güçlerinin ifadelerinin kendilerini zorda bırakmayacak tarzda yazıldığını birçok kişi aklından geçirir. Adaletin yorumu, tutanakların zapta geçirilirken anlaşılabilmektedir.
Sonra karar için ara verilir. O kadar zaman nasıl sabredebildiğine şaşar insan, saate bakınca. Koridorda uğultular başlar, yorumlar yapılır. �Bırakacaklar�diyenler gibi diğerlerinin de dayanakları yoktur aslında.
�Hem ceza verip hem de salarlar�diyenlerin tahmini doğru çıkar. �Olur mu böyle mantıksız şey?�diye düşünenler hayrete düşer. Karar ağır, sonuç sevindiricidir.
...
Senaryo mahkemece onaylanmıştır. Top başkentteki üst mahkemeye atılmıştır. �Buranın dengeleri öyle gerektirmiştir�diye düşünülür. Bu çelişkili kararda bile ince bir yorum vardır.
Tahliye saati beklenir. Arada yörenin yemekleri yenir. Yaşam sürmektedir, bunlar alışılmış olaylardır. Uçak yolcularını toplar. Yandaki adamı yolboyu uçak tutar.
Doktorun aklı duruşmada kalır. Sorular ve vicdanı rahatsız eder. Adaletin kefesinin ülkesinin her yerinde aynı tartmasını ister.
*
DİYARBAKIR TABİP ODASI BAŞKANI�NA SÜRGÜN
1990 yılından bu yana Diyarbakır Tabipler Odası yöneticiliği, son 3 yıldır Oda Başkanlığı yapan Dr. Seyfettin Kızılkan, İçel SSKHastanesi�ne atandı. Diyarbakır SSK Hastanesi Başhekimliği yaptığı sırada başarılı çalışmalarıyla da yöre halkı tarafından sevilen bir hekim olan Dr. Kızılkan�ın Olağanüstü Hal Bölgesi dışına isteği dışında atanması sürgün olarak değerlendirildi.
Diyarbakır Tabip Odası �Hayali ihracat yapmayan, çetelerle çalışmayan, hastalarına saygısızlık etmeyen, rüşvet yemeyen, teşviklerle geçinmeyen Dr. Kızılkan�ın bölgeden uzaklaştırılmasını tepkiyle karşılıyoruz�açıklaması yaparak kararın acilen düzeltilmesini talep etti.
Bilindiği gibi Dr. Seyfettin Kızılkan 1996 Mayıs ayında evinin balkonunda bomba bulunduğu gerekçesiyle tutuklanmış, avukatları ve davayı izleyenler tarafından komplo olarak değerlendirilen bu gelişmeler sonucunda Diyarbakır DGM�de ilk duruşmasında tahliye edilmesine rağmen 3 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Dava halen Yargıtay�da temyiz aşamasında.
*
FORUM
MEDYA MEDYA... SÖYLE BANA SAĞLIĞIM NEREDE?
Dr. Nevit Dilmaghanian
İletişimin yaygınlaşması ve çeşitli araçlarla günlük yaşamımıza daha fazla girmesiyle sağlık ve tıp haberleri de topluma daha fazla ulaşır oldu. Artık çok kişinin kolesterol ve damar sertliği arasındaki ilişkiyi, iyi huylu ve kötü huylu kolesterolü ya da safra kesesi taşlarının ilaçlarla eritilmesinin ayrıntılarını bilmesi, hekimine meraklı sorular sorması kimseyi şaşırtmıyor. Toplumun sağlık konusunda bilgilendirilmesi elbette ki olumlu bir şeydir, ancak madalyonun diğer yüzünde bu tür haber ve bilgilerin başlı başına birer rating kaynağı olmaları ya da haline getirilmeleri gerçeği var. Dahası bu haber ve bilgilerin doğrudan oluşturulması, sunulması noktasında önemli müdahaleler olabilmekte. Özellikle görsel iletişim araçlarının birbirlerine ve zamana karşı yarışmaları, bilginin alıcıya /izleyiciye ulaşma serüvenini fazlasıyla etkilemekte. Bu serüveni etkileyen diğer bir faktör de, hekimler, sağlık kuruluşları, tıbbi cihaz/ilaç üreten firmalar arasındaki rekabet ve yarışma.
Örneğin; �...altı hafta önce işe başlamış olan tıbbi muhabir, bu dalı büyük olasılıkla tıp haberleri her zaman yüksek rating yaptığı için seçmiştir. Arzusu da kendi ratingini artırmaktır. Tv kanalına ulaşan bir haberde tıpta büyük ilerlemelerden sözedilmektedir.
TV kanalına ulaşan bir haberde tıpta büyük ilerlemeden sözedilmektedir, -hemoroid cerrahisinde soğuk laser tekniği-. Tüm TVkanalları aynı faksı ve basın paketini almıştır. Halkla ilişkiler şirketi TVkanalının işini kolaylaştırmak için cihazın yeni kaydedilmiş bir video filmini gönderir. Filmde bir kaç hasta ile röportaj yer almaktadır. Tedavi öncesi acı çeken bir adam, ve tedavi sonrası ferahlamış bir ifade. Yeni başlayan muhabir hazır bir haber bulmuştur, bugünkü kotası dolmuştur, yarışta geri kalmayacaktır.�
Hayal ürünü olmasına karşın bu öykü gerçeğe oldukça yakın. TVkanalları hemen tüm kaynaklarını vitrin faaliyetlerinde kullanmakta; olgularla ilgili ayrıntıları irdeleyebilecek uzman muhabir yetiştirilmesi ve istihdam edilmesi çok gerilerden gelmektedir. Günün yarışı içinde haberler, olaylar pek sorgulanamadan izleyiciye iletilmektedir. Tıpkı hazır mamaların zor hazırlanan yiyeceklere tercih edildiği gibi. İlaç firmaları ve tıbbi malzeme üreticileri bu zaafı çok kolay farkedip kamuoyuna istedikleri gibi ulaşmanın keyfini çıkarmaktalar. İzleyicinin gereksinimi, olguların farklı boyutları biraz unutulmuş gibidir. İzleyici sadece kendisi için doğru olanı izledikleri arasından öğrenmeye çalışır.

Haber mi, reklam mı?
Bugün, TV muhabirleri olup biten herşeyi yansıtabilmek için inanılmaz teknolojik araçlara sahiptirler. Ancak bugünkü TV izleyicisi genellikle çarpıtılmış bir yanılsama ile karşı karşıya. Laparoskopi, litotriptör, lazerle tedavi gibi başdöndürücü ve cazip tıbbi teknoloji haberleri eğer, sağlık politikası, sağlık hizmetine erişim ve sağlık hizmetinin niteliği ile ilgili haberlerden çok daha fazla ve ön plandaysa, durup düşünmemiz gereklidir. Bugünkü sağlık haberleri bilgilendirici olmaktan çok şaşırtıcı, cezbedici ancak bir o kadar da kafa karıştırıcıdır. Lazer anjioplastisinin cezbedici üstünlüğü anlatılır ama bir çok olguda üstünlüğünün gösterilememiş olduğuna ve endikasyonlarının belirlenmemiş olduğuna ait görüşler pek yayımlanmaz. Ya da reçeteye tabi bir ilaç yaşlanmaya karşı mucizevi bir kreme dönüşebilir bir gazete haberinde. İlacın çığırtkanlığı yapıldıktan sonra haber, �ince çizgiler ve kırışıklığı yok eder�diye devam eder ve �bu haberimizden sonra sivilceli insanlar geleceğe daha umutla bakacaklar� şeklinde bağlanır. Ya da ülkenin dört bir yanındaki hekimlerin büyük bir taleple karşılaşacağı belirtilir. Bu satırlar gazeteciler tarafından mı yoksa ilaç reklamcıları tarafından mı hazırlanır, pek belli olmaz.
Tek fark, reklam etiketi ve açıklamasının bulunmamasıdır. Gerçek nerede sizce?
İzleyiciler kanalların aslında kendi reklamlarında belirttikleri gibi doğru ve tarafsız haber beklemekteler. Oysa, bazı muhabirler reklam şirketi ya da halkla ilişkiler şirketi tarafından hazırlanmış olan örneğin video filmlerini, tek �uzmanlı�yapımları halka ulaştırır. Bu bir tür kuklalıktır. Bu kuklalar, hazır gelen video kasetini onu getiren kişiyi sorgulamadan, başkasının görüşlerine başvurmadan yayınlar. Kuklalarda bir gazetecide bulunması gereken eleştirel bakış açısının pek bulunmadığını kabul etmemiz gerekir. Burada halkla ilişkiler şirketi kritik bir konumda bulunmaktadır.
New York Times�da yayınlanan bir yazıda bir halkla ilişkiler şirketi California�da yaşayan bir cerrah için verdikleri hizmeti şu şekilde anlatmaktadır:�...biz onun için haftada 40 saat telefon görüşmesi yapıyoruz. Onun için basın plaketleri, video kasetleri, işbaşında çekilmiş fotoğrafları postaya veriyoruz. Biz ona özel bir görünüm kazandırıyoruz. O harika bir insan...�Bir başka yazıda da sağlık haberlerinde fikirlerin %90�dan fazlasının halkla ilişkiler görevlileri tarafından verildiği belirtilmektedir.
American Medical News�da hekimler için düzenli tavsiye makaleleri yayınlanmakta. �...İsminizi gazete veya TV�de nasıl duyurursunuz?� Buyrun!

Hekim sorumluluğu
Önce iğneyi kendimize batıralım. Sağlıkla ilgili haber ve bilginin kaynağında biz varız. Yakamıza mikrofonu takmadan, konuşmaya başlamadan önce karşımızda olup görmediğimiz izleyicileri düşünerek konuşmalıyız. Örneğin bir aile hekimi, hastalarının izledikleri haberlerden ne kadar etkilendiklerini anlatıyor; bir kaç aile çocuklarına diz MR�ı çekilmesi için başvurmuş. Bunun nedeni bir spor programında bunun gerekliliğine değinilmiş olması. Bazı hastalar bir spor karşılaşmasında reklam edilen artrit ilacının yazılmasını istemiş. Uzağa gitmeyin geçen yıl çıkan �..koroner anjiyografide devrim; bilgisayarlı tomografiyle kansız anjiyo çekiyoruz!..� haberinden (reklamından?)sonra İstanbul�da kaç hastanın bu mucizevi tetkik için sıraya girdiğini tahmin edebiliyor musunuz?
Kendilerini tanıtmak için televizyonu kullanan hekimler, bunu yararlı bilgileri paylaşmak için yapsalar bile verdikleri mesajın içerik, açıklık ve kalitesinden kendilerini sorumlu hissetmelidirler.

Haberci sorumluluğu
Öte yandan günümüzde toplumun bilgilendirilmesinde bilginin kaynağından çok bilgiyi hazırlayan, aktaran, medyanın daha fazla etkisinin olduğu da bir gerçek. Bir akşam içinde kendinizi cani bir doktor ya da mucize yaratan adam olarak seyredebilirsiniz televizyonda. Ya da çok önemi olmayan sıradan bir bilimsel gelişme, binlerce umutsuz hastayı bir anda sevince boğabilir.
Elbette ki buradaki görüş ve eleştirilerin hepsi tüm halkla ilişkiler şirketleri, tüm hekimler ya da tüm haber yapımcıları için genellenemez. Hatta belki de bu sorunların sadece bir kısmının çözümünün olası olabileceği düşünülebilir.
Tıp haberini hazırlamak zaman alır. Televizyonun ise zamanı yoktur. Bir haber için 90-120 saniye ayrılır (bir tıp olayını 90 saniyede anlatmayı deneyin). Daha kötüsü, genç gazeteciler öğrenmek, tahminde bulunmak ve analiz etmek, sorgulamak, diğer kaynaklardan onay almak ve ilk elden kaynak geliştirmek olanağı pek verilmemektedir. Genç gazetecilere bu uzmanlık alanında çalışmak için zaman ve para ayrılmamaktadır. Sonuçta korku, giderek daha fazla sayıda insanı korku, endişe ve hipokondria ile yaşar hale getirmeye devam ediyoruz.
Bize haber ulaştıranların bir takım sorumlulukları olmalı. Halk sağlığıyla, sağlık olgusuyla ilgilenen kişi ve kurumların sanatlarında ne kadar ciddi olduklarını da göstermeleri gerekmektedir.
Tıbbi muhabirlerin sertifikalandırılmalarını önerebiliriz. Bu konudaki ilk adım bir süredir İstanbul Tabip Odası ile Sağlık Muhabirleri Derneği arasında atılmış bulunmakta. Giderek üniversiteler, uzmanlık dernekleri ve medya kuruluşlarının ortak, uzun erimli eğitim ve denetleme çabalarına girişmelerini umud etmekteyiz.
* JAMA 1992;267:1969-1971�dan yararlanılmıştır.
*
Günlük etik-üniversite etiği BİLİMSEL ARAŞTIRMA: SAPLANTI MI?
Dr. Cavit Meclisi
Üniversiteler ilk ortaya çıktığı dönemlerde sadece felsefe ve ilahiyat bölümlerinden oluşmuşlardı. Hocaların amacı günlük pratikle ilgili konu ve problemleri tartışarak, yaşama ve insana daha yakın ve bağlı, daha mantıklı ve daha etkin bireyler yaratmaktı. Üniversite günlük yaşamla iç içe, onun bir bölümü ve aynı yasalarla işleyen bir kurum özelliğindeydi.
Zamanla, özellikle sanayi devriminden sonra, Galileci bilim yaklaşımı üniversitelere hakim olmaya başlamıştır. Bu etki sayesinde üniversite yaşamla direkt ilgisini kaybetmiş ve felsefe ve düşünce yuvası olmaktan çıkmıştır. Önce insan bilimleri ve daha sonra üretim, sanayi ve teknoloji ile ilgili bölümler üniversitelere girmiştir. Eğer tüm bu bilimlerin amacı insanı daha mutlu ve yaşamla daha yakından ilgili bir canlıya dönüştürmek olsaydı, üniversiteler kuruluş dönemindeki amacından sapmış olmazlardı. Oysa üniversite, her bireyin özgün potansiyellerini keşfederek onları geliştirmek yerine, üretim çarkına hizmet edecek birey ve neferler yetiştirmektedir. Üniversiteler artık düşünce üretim merkezleri olmaktan çıkmıştır. Gençler kendilerini ve yaşam felsefelerini geliştirmek için değil, üretimde pay almak, daha kolay rekabet edebilmek ve pastadan daha fazla pay alabilmek için üniversite mezunu olmayı dilemektedirler. Buna gelişmekte olan ülkelerdeki işsizlik oranları ve üniversitedeki kalitesiz eğitim özellikleri ilave edilirse, bu ülkelerde lise ve üniversite eğitimi almış olmanın, bir çok dalda kişinin dünya görüşü ve sosyal ve mesleki başarısı açısından bir avantaj getirmediği görülmektedir.

�Bilimin kendisine hizmet�
Modern bilim ve eğitim Galileci bilim yaklaşımını benimsediği için yaşamın pratikleri ile ilgisini kaybetmiştir. Bilimsel araştırmaların çoğunda araştırmacılar olayların ardındaki sebepler ve bunların insan hayatı ile ilişkisinden ziyade, olayların nasıl olduğu ile ilgilenmektedirler. Her gün, yapılan binlerce araştırmanın sonuçları bildirilmektedir. Ancak bu rakam ve oranların günlük hayata nasıl yansıması gerektiği bilinmemektedir. İnsanlar hayranlıkla araştırmalar ve sonuçlarını izleyip, bunların pratik değer ve anlamını bilmeden uygulamaya çalışmaktadır. Yüksek teknoloji ve bilgi çağını yaşayan ülkelerle araştırma sonuçları günlük hayatın bir parçasıdır. Bunu en abartılı şekli ile ABDvatandaşları uygulamaktadır. İnsan ilişkilerinden beslenme ve spora kadar herşeyi araştırmaların etkin olduğunu ispatladığı şekilde yapmaya çalışmaktadırlar. İnsan yüzyıllar sonra amaçlarını ve ideallerini unutarak, uyguladığı yöntemlerin nesnesi ve konusu olmuştur. Bilimsel araştırma sonuçları insanın daha mutlu bir yaşam sürmesine yardımcı olmamaktadır. Epidemiyolojik araştırmalar sadece saptama yaparak rakam ve oranlar sunmaktadır. Ancak okuyucu kendini bu rakam ve oranlar spektumunun bir noktasına koymak zorunda hissederek kendini ve yaşamını sınıflamaktadır. Karşılaştırmalı ve kontrollü araştırmalar bir uygulamanın placeboya karşı üstünlüğünü ortaya çıkarmaktadır. Sürekli gelişen bilim ve teknoloji çılgınlığı dünyasında placeboya karşı etkin yöntemlerin kalıcılığı olmamaktadır. İnsanların bir kısmı belirgin ölçüde farklı etkin yeni bir yöntem bulmadıkça eski, zamana karşı etkinliği ispatlanmış uygulamaları sürdürmektedir. Diğerleri uygulamalarının gerçekte etkinlik derecesi öğrenemeden sürekli yeni alanı tercih etmektedirler.
Üniversiteler yaşama hizmet etmeyi bir yana bırakıp, modern bilimin kendisine hizmet etmektedir. Artık insan mutluluğu ile ilgilenmedikleri için toplum yasalarından bağımsız kendi yasalarına sahiptirler. Öğrenciler öğrenmek istediklerini değil, öğrenmeleri gereken bilgileri, denemeden ve yaşamadan ezberlemektedirler. Üniversiteler, denetime kapalı öğretim üyelerinin istediği düzeni oluşturdukları kurumlar haline gelmiştir. Öğretim üyeleri üniversite içinde erişilmez ve tanrısal konumlarını korumaya çalışmaktadırlar. Halkla, halkın yaşam tarzı ve kültürü ile ilgilenmeden, bilimsel yollarla halka yararlı olmaya çalışmaktadırlar. Gelişmekte olan ülkelerde sınıflar arasındaki uçurum, başdöndürücü uluslararası ekonomik ve teknolojik gelişmelerin de etkisi ile varlığını sürdürmektedir. Devletin vermesi gereken temel hizmetlerin ve ülke düzeyinde hemojen bir refah dağılımı yokluğunda, bilim ve teknoloji pratikte çok az bir yararlılık ve uygulanabilirliğe sahiptir.

�Hekimlerin konumu�
Gelişmekte olan ülkelerin nüfusu sağlıklı kalmaya değil, hastalıktan kaçmaya çalışmaktadır. Hekimler bu şartlarda çalışırken eğitimsiz ve az düşünen toplumdan kendilerini farklı ve üstün görüp halkın bakış açısı ile olaylara bakmayı reddedebiliyorlar. Kendilerini halkın hizmetinde değil, onlardan ayrı bir sınıf olarak görüyorlar. Böylece tanı ve prognozla ilgili bilgi detayları hastadan saklanmaktadır. Hastaların çoğunluğu ölümcül bir hastalığa yakalandıkları ya da ömür boyu yatağa bağımlı kalacaklarını öğrenmeden iyileşecekleri yanılması ile yaşamaya devam ederler. Modern tıp yaşama saygı ilkesi yerine, ölüm korkusu ve hastalıklardan kaçma yaklaşımını benimsediği için hekim hastanın mutluluğu ve yaşam kalitesini ön planda tutmadan, ne pahasına ve hangi koşullarda olursa olsun hastayı yaşatmaya çalışmaktadır.
Hekimin birincil görevi doğru teşhis ve tedavi ve yaşam kalitesini yükseltmek olmalıdır. Bunu bilgi ile, tecrübe ile ve hastanın isteklerine ve yaşama saygı duyarak yapabilir. Bunlar kişinin hekimlik mesleğini icra ettiğini kabul edebilmemiz için en temel özelliklerdir. Ve bunlar tüm hekimler için aynı derecede geçerlidir; pratisyen, uzman, öğretim üyesi, yada serbest çalışan hekim. Hastalar, özellikle kronik hastalığı olanlar, öncelikle sağlık aradıkları için hangi hekimin onlara daha çok yardımcı olabileceğini çocuksu ve temel içgüdülerle bazen hissedebilirler.
Hasta bakımına ve yararına yönelik yeterli etkinliğe sahip olmayan hekim, öğrenci ve asistan eğitimi ve bilimsel araştırma konusunda kendisini yetkin görmemelidir. Oysa araştırma yapmak ve öğretim üyeliği ünvanı büyük bir prestij ve saplantı haline gelmiştir. Öğretim üyelerinin bir kısmı yetersiz tam ve tedavi yeteneklerini üniversitelerin kısmi dokunulmazlığı arkasına gizlemişlerdir.
*
BİZE GELENLER
1997 YILINDA 14 MART TIP BAYRAMINI 13 MART�TA KUTLARKEN
Dr. Nejat Horasanlı*
SSK Kartal Hastanesinin duvarlarına başhekimin imzasıyla ilanlar asılmıştı. Hastanenin konferans salonunda 13 Mart�ta 14 Mart Tıp Bayramı ile ilgili toplantı yapılacağı duyuruluyordu. Toplantıya çok az insan katıldı. Toplantıda 14 Mart Tıp Bayramının doğuşu, Osmanlı devletindeki tıbbın ve bayramların kutlanış şekli hastane dışından bir meslektaşımız tarafından anlatıldı. Toplantıya fazla katılım olmasa da dinleyici meslektaşlarımız düşüncelerini açıkladılar.
Hastanemizde ilk defa 14 Mart Tıp Bayramı ile ilgili toplantı bu kadar katılımsız ve soğuk bir ortamda gerçekleşiyordu. İnsanlar suskun ve hüzünlüydüler. Ben de sağlık hizmetleri hakkındaki düşüncelerimi anlatmak istedim. Sağlık emekçilerinin verdiği hizmetten ve içinde bulundukları yetersiz koşullardan sözetmek için mikrofonu aldım. Düşüncelerimi anlatmaya başlarken hastanemizin başhekimi yanıma gelerek, birşeyler söylemek için mikrofonu istedi. Düşüncesini bilmediğim için mikrofonu verdim. Deontolojiye aykırı bir şekilde toplantının bittiğini söyleyip, toplantıyı kapattı. Dinleyiciler, ben de dahil olmak üzere şaşırıp kaldık. Nasıl bir başhekimle çalıştığımızı düşündüm. Toplantıya katılımın neden az olduğunu, insanların ilgisizliğinin nedenlerini düşünüp gülümsedim.
O gün söyleyemediklerimi İstanbul Tabip Odası�nın Hekim Forumu dergisinde yazmaya karar verdim. Bu yazıyla demokrat ve özgür düşüncelerimi anlatmaya çalıştım. Barış, kardeşlik ve dostluk içinde yaşamak, insanları düşüncelerinden dolayı ayırmamak ve engellememek idarecilerin görevlerinden olmalı diye düşünüyorum.
Aşağıda maddeler halinde sıraladığım düşünceler 14 Mart Tıp Bayramında söylemek isteyip de söyleyemediğim özlemlerimdir.
1- Hekimlerin içinde bulunduğu çalışma koşullarının ve ücretlerin yetersizliği,
2- Hekimlerin şamar oğlanı gibi, gelişigüzel, isteği �dışında�rotasyonlara gönderilmesi,
3- Yetersiz tıp fakülteleri açılmasına bağlı yetersiz hekim yetiştirilmesi,
4- Sağlık konusunda son yıllarda yeterli yatırım yapılmaması, işsiz hekimlerin çoğalması,
5- Hekimlere yetersiz hastanelerde, yetersiz polikliniklerde günde 100-150 hastaya bakma zorunluluğu,
6- Hekimlerin Anadolu�da küçük hastanelerde yerel idarecilerin emrinde çalışmaya zorlanması,
7- Medyada sağlık haberlerinin bizim de katılmadığımız aksayan yönlerinin hekimlerin günahı gibi yankı bulması,
biz hekimlerin görevini tam olarak yapmasına, hastaların da yeterli tedavi ve ilgi görmesine engel olmaktadır.
Bağımsız, demokrat, çağdaş ve laik bir ülkede barış içinde hoşgörüyle yaşamak sağlıklı bir toplum için sağlıklı hekimlik yapmak istiyoruz.
Elimden mikrofon alınmamış olsaydı, yukarıdaki güzel özlemlere başhekimimizin de katılacağı kanısındayım. Ama konuşturulmadım, susturuldum...
Aklın yolu birdir. Durumun değerlendirilmesinin sağlık emekçilerinin ve halkımın duyarlılığına sunuyorum.
* SSK Kartal Hastanesi
*
50. Yıl
Kardeşlerim;
Elli yıl mı geçmiş aradan?
Şükür:
Bu yıl da kavuşturdu yaradan
Yarım asır, dile kolay.
Kolay geçmedi senelerimiz;
Her yılda bir başka olay.
Karlar yağdı başımıza,
Acı kattık aşımıza,
Dertlilere deva verdik
Hastalara şifa verdik,
Kendimizi hiçe saydık
?ükür:Bu güne vardık.
Unutmadık dostlukları
Sevgileri, saygıları.
Görülmemiş böyle bir şey
Ne geçmişte, ne âtide
Yılda üç gün buluşuruz
Hasretlere kavuşuruz
Gençleşiriz sevgilerle
Konuşuruz övgülerle
Yüreğimiz gençtir üç gün
Geride kalır bunca hüzün.
-- Seni iyi gördüm kardeşim
Sağlığın nasıl, nasıl gidiyor işin?
Üç gün mutlu geziler,
Fıkralar, fanteziler...
Çabucak geçip gider
Gönüller ümit eder:
Seneye buluşalım
Bir yıl hoşça kalalım
Gözlerde belirir:Hüzünler
Dillerde en candan temenniler
Güle güle arkadaşım. Nereye?
Tanrım görüştürsün seneye.
Dr. Fahire Âlimgil

50. YIL İÇİN
1947 İstanbul Tıp Fakültesi mezunlarından bir hanım doktor olarak 50. yılımızı kutlayacağımız şu günlerde sizi haberdar etmeyi gerekli gördüm. 50. mezuniyet yılımızı İstanbul Büyükada Anadolu Klübü�nde 5-8 Haziran arası hep birlikte kutluyoruz. Esasen 25. yıldan itibaren bu geleneğimizi sürdürmekteyiz.
Bu nedenle yazmış olduğum şiiri mecmuamızda neşrederseniz çok mutlu olacağım. Tanrıdan sizlerin de böyle günleri mutlulukla idrak etmenizi dilerim.
Dr. Fahire Âlimgil
*
KÜLTÜR - SANAT
Ve gemi gidiyor
Dr. Şükrü Bilge
"Yüzlerimiz hayatın yüzleridir."
Fellini'yi seversiniz ya da sevmezsiniz, ortası yoktur!
"Sinemanın, dışındaki gerçeği çekmeye hazır bir kamera olduğu sanılır, oysa, objektifin karşısında ortaya dökülen şey insanın kendisinden başkası değildir."
Ortası yoktur, çünkü Fellini filmlerinde sadece düşlerini anlatır. Özelin içindeki geneli bulmak içinse, onunla birlikte, içiçe geçmiş rüyalardan oluşan fantastik bir yolculuğa çıkmak zorundasınızdır. Sıradışı kişilerle dolu, uzun bir yolculuktur bu ve sonunda nereye varacağınızı asla tahmin edemezsiniz!
"Nasıl insan bilinçaltındaki en gizli, en keşfedilmemiş şeyleri rüyaları aracılığıyla dışa vurursa, toplum da aynı şeyleri sanatçılar aracılığıyla yapar. Ressam, şair veya film yönetmeni, hepsi de yeteneklerini kağıda, tuvale ya da perdeye dökerek kollektif bilinçaltını geliştirir ve düzenlerler. Sanatsal yaratıcılık, insanlığın düşsel işlevinden başka birşey değildir."
Federico Fellini 1920 yılında Rimini'de doğdu.
Çocukluğu, bu savaş sonrası yorgun İtalyan kentinin dar sokakları, kaldırım taşları ve renkli insanları arasında geçti. Bu gürültülü patırtılı kişilikleri ve ironik olayları düşgücünün zenginliği ile besleyip, daha sonra tatlı bir lirizm ve taşlama ile beyaz perdeye yansıttı.
"Gözlem yeteneğimi geliştirmeyi, akıp giden zamanın sessizliğini dinlemeyi, pencerelerden sızan kokuları tanımayı Rimini'de öğrendim. Belli bir mizah ve karikatür tadı oradayken oluştu bende."
Okul bittiğinde seçeceği meslek henüz belirlenmemiştir kafasında. Roma'ya giderek karikatür çizerliği, skeç yazarlığı ve gazetecilik yapar. 1945 yılında, Yeni Gerçekçilik Akımının önde gelen isimlerinden Rossellini ile tanışması hayatındaki dönüm noktası olur, bu türün en iyi örneklerinden "Roma, Açık ?ehir" filminin senaryo çalışmalarına başlarlar.
Fellini'nin yüreğine sinema sevgisi düşmüştür artık.
"Rossellini ile içten, dolaysız, anlık ilişki içinde film yapmanın mümkün olabileceğini keşfettim sanıyorum. Kamerayı bir duygu, bir bakış, bir görüş açısına dönüştürebilmeyi ondan öğrendim. Ve, eğer sinema bu ise, eğer onu bu biçimde, sonuna kadar özgür ve çocukça yapmak mümkün ise, bu dünyaya ait olmam daha iyi olacakmış gibi geldi."
Pek çok denemeden sonra 1954'te çektiği "Sonsuz Sokaklar"(La Strada) ile -dönemin İtalyan Sol Basınının eleştirisine uğrasa da- New York Eleştirmenler Ödülünü ve ilk Oscarını alır. Ve giderek Yeni Gerçeklik etkilerinden kurtararak, imgelerle zenginleştirdiği fantastik bir tarzı kendine özgü bir üslupla anlatma yolunu seçer. Masina(1957) ile ikinci Oscarını kazanır.
"Ve film denen şey ışıkla yazılır."
1960 yılında, hem o gün hem de bugün için yapılmış en iyi filmlerden biri olan, Tatlı Hayat (La Dolce Vita)'ın çekimleri başlar. Film yıldızı fetişizmini ve yozlaşmış aristokrasi dünyasını anlatan film, çöküş içindeki bir toplumu alışılmamış alaycı bir sinema diliyle çözümlemeye yönelirken, bir dönem İtalya'sının da panoraması olma özelliğini taşır.
"Bu filmi de, diğer bütün filmlerim gibi, kendimi özgürleştirmek ve edepsiz anlatım duygumu tatmin etmek için yaptım. Karanlık aristokrasinin ve faşizmin bu kaçık görünümü, sürekli olarak kendi övgüsünü yapan, kendini dev aynasında seyreden bir toplumun fazlasıyla endişe verici aynalarıydı."
'Tatlı Hayat'ın kazandığı büyük başarıdan sonra, Fellini, adını kendi yaptığı filmlerin sayısından alan yeni bir projeyi gündeme getirir: "8.5" simgecilikle gerçekçilik arasında kusursuz bir denge kurarak Oscar heykelciğini üçüncü kez getirir, beraberinde de pek çok film teklifini. Ancak o, çok sevdiği ve kendinden bir parça gibi gördüğü New York'a rağmen, Amerika'da film çekmesi için gelen önerilerin hiçbirine sıcak bakmaz.
"Tek sorumluluk duygum kameramla olaylara tanık etmektir. Önemli olan, gerçeği çarpıtmamak ve doğru bakış açısını yakalayabilmektedir ve doğru ifade biçimini bulmanın tek yolu insanın kendi dilidir. Köklerim, alışkanlıklarım ülkemdedir. Eğer Amerika'da film çekmiş olsaydım, o film hiçbir şekilde benim olmayan, benim bilmediğim bir gerçeğin filmi olurdu. Üstelik Amerikan yapımı büyük gösterilerde işin sansasyonel yönü esas öyküye karşı gelişiyor ve giderek bir mühendisler sineması doğuyor. Oysaki aslında sinema, tüm bu teknisyenler ordusunun tek bir fikrin, tek bir duygunun emrinde olmasıdır."
"İnsanları güldürmek bana hep ayrıcalıklı gözüktü, tıpkı azizlik gibi!"
Ara verdiği çalışmalarına 1970 yılında Palyaçolar (I, Clowns) ile döner. "Palyaçolar" Fellini'nin özyaşam öyküsüdür ve filmde çocukluğunda en çok etkilendiği ve sinemayla özdeşleştirdiği kurumu, Sirk Dünyasını ve bu dünyanın insanlarını anlatır.
Otobiyografik anlatım, gençlik yıllarının taşra yaşamını imgelerle dolu bir gösteriye dönüştürdüğü "Amarcord"(1974) ile sürer. Sinema tarihine geçecek kadar iyi belirlenmiş karakterlerle donatılmış olan "Amarcord" (büyük göğüslü kadını anımsamayan yoktur herhalde) seyirci tarafından büyük coşku ile karşılanır ve Fellini dördüncü Oscarını alır.
Ve filmler. Ginger ve Fred, Kadınlar Kenti, Ve Gemi Gidiyor gibi, düş ile gerçeğin, fantastik bir atmosfer içinde, simgeler ve imgeler yoluyla birbirine karıştığı, kimseye benzemeyen kimsenin de kendilerine benzemesine olanak tanımayan filmler! İtalyan Sinemasının 30 yıllık dönemine imza atan, aynı dönemin Dünya Sinemasını da etkilemiş olan filmler! Tüm mizah anlayışının derinlerinde aslında insanın yalnızlığını anlatan, seyircinin çınlayan kahkahalarının arasına buruk bir hüzün tadı bırakmayı seçen filmler!
Federico Fellini 1993 yılında Roma'da öldü.
"Yaşlandım ama fazla değiştiğim kanısında değilim. Filmlerimle aramda çok özel bir ilişki vardır ve ilk gösterim günü geldiğinde film artık özerkliğini kazanmış bir çocuk gibidir. Onu tanımakta güçlük çekerim. Bitiririm aramızdaki ilişkiyi ve bir daha seyretmem filmimi.
Sonra evime gider, boş ve sessiz odalarda dolaşırım. Kapıları açar, lambaları yakar, kulaklarımı içimin derinliklerine dikerek, neyin değiştiğini, neyin paslandığını, kısacası içimde neler olup bittiğini anlamaya çalışırım. Bu, yeni bir filmin çekirdeğinin oluştuğu andır."
*
MÜZİK-KİTAP ve DİĞERLERİ
Hazırlayan: Ümit Şahin
25. İstanbul Müzik Festivali başlıyor. Her zaman festivalseverlerin hizmetinde olan �Müzik-kitap ve diğerleri�, 5 okurunu La Scala Flarmoni Orkestrası�nın Festival kapsamında vereceği konsere gönderiyor. Bunun için bir telefonunuz yeterli olabilir:27 Haziran Cuma akşamına kadar Yayın Sekreterimiz Bediz Suner�i arayarak adını yazdıracak okurlarımız arasından yapılacak çekilişle; 5 okurumuz, 5 Temmuz Cumartesi akşamı La Scala Flarmoni�nin Lütfi Kırdar Kongre Merkezi�nde vereceği konsere ikişer kişilik bilet kazanacak. Siz yine de yalnızca bu konserle yetinmeyin!
25. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali�nden bazı konserler:
Festival 15 Haziran 21.30�da AKMBüyük Salon�da İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası�nın ve 19.00�da Aya İrini�de King�s Singers�in vereceği konserlerle başlıyor.
16 Haziran Pazartesi günü 21.30�da AKMKonser Salonu�nda ?enol Filiz-Birol Yayla�nın �Yansımalar�dan Bab-ıEsrara�konseri izlenebilir. Aynı gün 19.00�da Aya İrini�de Kremlin Oda Orkestrası�nın konseri var.
17-18 Haziran Salı-Çarşamba 19.00�da Aya İrini�de çok önemli bir konser var:Camerata Academia Salzburg.
24 Haziran Salı 21.30�da AKMKonser Salonu�nda Süleyman Erguner konseri yer alıyor.
25-26 Haziran Çarşamba-Perşembe 19.00�da Aya İrini�de Gabrielli Concert Players izlenebilir.
28-29 Haziran Cumartesi-Pazar günleri 21.30�da AKMBüyük Salon�da bir dans etkinliği var. Yer Aya İrini. Saat:19.00
Festivalin ağır toplarından gitarcı Ravi Shankar 4 Temmuz Cuma 21.30�da AKMBüyük Salon�da.
İstanbul Müzik Festivali�nin bu yılki en önemli konserleri 5-6 Temmuz Cumartesi-Pazar günleri 19.00�da Lütfi Kırdar Kongre Merkezi�nde veriliyor:La Scala Flarmoni Orkestrası.

1. Uluslararası Boğaziçi Festivali�nden:
Cemal Reşit Rey Konser Salonu�nda yeni bir festival başlıyor. 9-20 Haziran günleri arasında yapılacak olan 1. Uluslararası Boğaziçi Festivali�nden seçtiğimiz bazı etkinlikler şunlar:
15 Haziran�da Açıkhava�da Bulutsuzluk Özlemi�nin konseri var.
16 Haziran�da ise bir dünya müziği konseri var:Senegalli grup Glaxy ve Jasper Van�t Hof�s Pili Pili.
17 Haziran�da yine Açıkhava�da Hint müziği ile kaynaşmış bir caz konseri var:Trilok Gurtu Seresh Talwalkar. Grupta Okay Temizde yer alıyor.
18 Haziran�da Marilion grubunun eski solisti Fish�in konseri var. Fish ikinci kez İstanbul�a geliyor.
Caz-Rock grubu Collosseum ise 19 Haziran�da izlenebilir.
Kapanış konserini 20 Haziran�da cazcı Ray Brown verecek.

BİR KİTABEVİ: KELEPİR
Müzik-kitap ve diğerleri�nin �İkinci iş�dosyasına bir katkısı var. Eğer sağlam bir ikinci, hatta üçüncü işiniz yoksa istediğiniz kitaba parayı bastırıp almakta zorlanıyorsunuz demektir. Hele kitapçıya girip eli kolu kitapla dolu olarak çıkmanın zevkini tatmak hiç kolay olmuyordur. İş miktarı bakımından zenginseniz de zaten sizde kitap okuyacak vakit ve enerji kalmıyordur. Öyleyse bu satırlar işi (ve parası)biraz daha az ve zamanı biraz daha fazla olanlara.
Eğer hala duymadıysanız:Ucuzcu bir kitapçı dükkanı açıldı:Kelepir. Dada dağıtımın kurduğu ve şu anda İstanbul�da altı şubesi olan Kelepir�de istediğiniz her kitabı bulamıyorsunuz. Ama yayınevlerinin depolarında kalmış, çok da eski olmayan birkaç senelik kitaplar çok ucuz fiyatlara satılıyor. Örneğin piyasada 700-800 bin liradan satılabilecek bir kitap Kelepir�de 100-125 bin lira civarında. Ama zaten genellikle piyasadaki kitaplar Kelepir�de yok, Kelepir�dekiler de piyasada. (Bunun istisnaları var tabi. Bunun için önce Kelepir�e bakılabilir.) Kelepir�deki kitaplar sık sık değişiyor. Bunun için arasıra uğrayıp gelip giden kitapları takip etmekte fayda var. Belki aradığınız kitapları bulamayacak, hiç hesapta olmayan bir sürü kitap tarafından aklınız çelinecek ama ilk gidişte eliniz kolunuz kitapla dolu çıkmanın keyfini yaşayacağınıza emin olun.
İstanbul�da altı Kelepir var demiştik. Bunlardan biri Beyoğlu İstiklal Caddesi�nde Küçükparmakkapı Sokak 12 numarada. (İstiklal�deki McDonald�s�ın yanındaki sokakta, hemen sağda). Diğeri Kadıköy�de Mühürdar Sokak 63 numarada (Çarşı içinde İSKİ�yi yani Gençlik Kitapevi�ni geçince biraz ilerde solda). Ayrıca Bakırköy�de Zeytinlik Mahallesi Ömer Naci Sokak 27/5�de, Beşiktaş�ta Hasfırın Cad. 67 numara, Sinanpaşa İş Merkezi girişinde, Bostancı�da Bağdat Cad. Nemur Apt. ve Şaşkınbakkal 392 numarada yeni Kelepirler açıldı.
*
TIPİK
VELOSİPET
Dr. Erhun Merdanoğulları
Baharla birlikte hafta sonu program yapma sıkıntıları başlar. Uzun süren sabah kahvaltıları insanı terletir, sinemaya gidişler gece programlarına kaydırılır. Artık evden erken ayrılıp güneşle birlikte doğaya açılmanın zamanı gelmiştir.
Doğada gerçekleştirilecek program çoktur. İsteyen sadece mangallı bir pikniği tercih edebilir, kimi de sabah ormanda yürüyüşü.
Son yıllarda ülkemizde doğa turları yapan turizm firmalarının sayısı çoğaldı. Bu turlarla günübirlik ya da cumartesi gecesi çok güzel programlara katılabilirsiniz. Kano ile dere inişinden at gezilerine kadar her türlü aktiviteyi düzenleyen bu firmalar tavsiye edilebilir.
Ama benim bu sayfada sizlere önermek istediğim, bisikletle geçirilecek bir hafta sonu. Bunun için iki yol var; ya bireysel ya da turizm şirketi.
Eğer ilk kez bisikletle doğaya gidecekseniz turizm firmalarını tavsiye ederim. Bu turlarda bisiklet de kiralanabilmektedir (Bunlardan Velespit�in sahibi ile görüşmemizde biz İstanbul Tabip Odası üyelerine yüzde 10 indirim yapılacağı sözünü aldık). Grup halinde yapılan bisiklet turlarının keyfinin bireysel gezilerden çok daha fazla olduğunu tahmin edersiniz.
Tıpik�in bu sayısında sizlere bisikletle ilgili bir kitaptan kısa bir alıntı yapmak istiyorum.
Adı:Bisiklet Kitabı.
Yazarı:Gökhan Akçura
Yayın Şirketi: Bisiklet yayınları.
�İstanbul�da bisikletin yayılması 1890-1895 arasındadır. O tarihlerde sokaklarda bir bisikletli görmek, İstanbullular, bilhassa çoluk çocuk için hayretle temâşâ edilen bir şey olurdu. Bisiklete, günlük şehir kıyafeti ile binilmez, başa ya bir cokey kepi yahut bir bere geçirilir, spor ceket (avcı ceketi), golf pantolon giyilir, ayağa da uzun konçlu spor çorap ile iskarpin giyilirdi; bu kıyafet de bir şıklık sayılırdı. O ilk bisikletlerin sahipleri de hemen umumiyetle Galata ve Beyoğlu�nda yerleşmiş Avrupalı tüccarların delikanlı oğulları, yine delikanlı veya genç adam, 20-35 arasında tatlı su frenkleri, ermeni, rum zenginleri idi. Yazın ekseriya Makriköyü (Bakırköy), Ayastefanos (Yeşilköy), Tarabya, Büyükdere, Şişli, Taksim�de görülürlerdi.
Çoğu küstah, şımarık, mağrur, sık sık duvara, direğe, ağaca, insana çarparlar idi.�


Bu HABERİ Paylaş!