Hekim Forumu/ Nisan 1998


  • Haziran 13, 2011
  • 6731

YÖNETİM KURULU�NDAN
Genel Kurul�a bekliyoruz
Yine bir 2 yılı sona erdirdik. Yine bir Genel Kurul öncesindeyiz. Bizlere güvenip görev vermenizin üzerinden 2 yıl geçti. Bu 2 yıl içinde neleri yapıp, neleri yapamadığımızı bu Genel Kurul�a katılanlar değerlendirecekler. Oda üyeleri görev isteminde bulunanlar arasından İTO�nun yeni kurullarını 3 Mayıs Pazar günü seçecek.
İki yıllık çalışma dönemi ile ilgili olarak hazırladığımız Çalışma Raporu ve Mali Raporu Genel Kurul�da görüşlerinize sunacağız. Bu dönem içinde yapılan çalışmalar sadece Yönetim kurulu değil, Odamızın seçillmiş veya gönüllü üyelerden oluşan kurul, kol ve komisyonlarındaki meslektaşlarımızın özverisiyle gerçekleştirilmiştir. Kendi çalışma birimlerinde de Oda çalışmalarına katkıda bulunan, iyi hekimlik değerlerini yaşatan üyelerimizi de burada anmak istiyoruz. Onlar olmadan yapılan bütün merkezi çalışmalar eksik kalırdı.
Çok önemli bir başka nokta ise, Odamızın merkezinde sizlerin taleplerine yanıt vermek için canla başla çalışan, Oda çalışmalarını amatör bir anlayışla sırtlayan profesyonel kadromuzun varlığıdır. Çalışma döneminin sonunda onlara da yürekten teşekkür ediyoruz.
13 bini aşkın üyesi olan bir meslek örgütünün seçimlerine katılımın hiçbir zaman 4000�in üzerine çıkmaması; son dönemde de 2000 üyenin katılımıyla yaşanması, hep birlikte sorgulayıp çözmemiz gereken; alanımıza ilişkin yüzlerce sorundan sadece birisi.
Bugün ülkemizin diğer insanlarıyla birlikte bizler de pek çok alanda pek çok sorun yaşıyoruz. Sağlık alanı da öyle. Sağlık hizmetini alan ve veren taraflarıyla bir bütün olarak yaşadığımız sorunları çözme ve karar verme süreçlerinde hep birlikte olmamız gerekiyor. İşte bu birlikte olma anlarından birisi de bu Genel Kurul ve onu izleyen Oda seçimleri.
Gelin bu seçim, 2000�li yıllara giderken bir başlangıç olsun. İçinde olduğumuz duruma ve onu yaratan koşullara bağımlı, edilgin birer izleyici olmayalım. Artık belirleyen ve dönüştüren güç, biz olalım. Gelin bu seçimi bir katılım ve paylaşım şenliğine dönüştürelim.
Genel Kurul�un ilk gününden başlayarak orada yerimizi alalım. Birlikte tartışalım, birlikte eleştirelim, birlikte düşünüp, birlikte önerelim. Sonunda birlikte karar verdiklerimizi de birlikte gerçekleştirelim. Seçimin yapılacağı alanın Sultanahmet Meydanı�nda olmasından yararlanıp, bir pazarı birlikte tasarlayalım, birlikte yaşayalım.
Sağlık alanında içinde bulunduğumuz tüm olumsuzlukları, bizi yok etmeye, ezmeye, sahip olduğumuz değerlerimizi yok etmeye yönelik her türlü dayatmayı sona ermesi gereken bir �kış�sayıp, bir mayıs günü bu kötü ve acımasız �kışı�umutlu bir �bahar�a çevirmek üzere Sultanahmet Meydanı�nda toplanalım.
Gelin o gün ülkemiz ve toplumumuz için özlediğimiz �bahar�ları kendi ellerimizle yaratma yolunda cesur bir adım atalım.
İSTANBUL TABİP ODASI - YÖNETİMKURULU
***
Son yıllardaki Tabip Odası seçimleri
1986
Çağdaş Hekimler Birliği 160 oy
Çağdaş Hekimler 100 oy
1988
Çağdaş Hekimler 450 oy
Demokrat Hekimler 250 oy
1990
Çağdaş hekimler 660 oy
Demokrat Hekimler 1200 oy
Hekim Hakları İçin Birlik 300 oy
Meslekte Birlik 400 oy
Seçimde toplam 2500 üye oy kulandı.
1992
Demokratik Katılım Grubu 620 oy
Hekim Hakları İçin Birlik Grubu 250 oy
Meslekte Birlik Grubu 350 oy
Seçimde toplam 1260 üye oy kullandı.
1994
Demokratik Katılım Grubu 3200 oy
Değişim Grubu 850 oy
Laik-Kemalist Liste 50 oy
Seçimde toplam 4200 üye oy kullandı.
1996
Demokratik Katılım Grubu 1050 oy
Hekimlikte Yeni Çizgi Grubu 580 oy
İdealist Hekimler Platformu 350 oy
Seçimde toplam 2033 üye oy kullandı.
***
SEÇİM�98
Güçlü bir Tabip Odası için sandık başına
İki yılda bir yapılan seçimli genel kurulların sonuncusu Mayıs ayında gerçekleşiyor. Tabip Odası'nın çalışmalarının ve harcamalarının değerlendirileceği Genel Kurul, 2-3 Mayıs günlerinde yapılıyor. Geçen sayımızda 9-10 Mayıs olarak duyurduğumuz Genel Kurul ve seçim tarihleri, 10 Mayıs�taki KPDS nedeniyle değiştirildi.
Yönetim, Onur, Denetleme Kurulları ve TTB Delegasyonu üyelikleri için seçim yapılacak Genel Kurul ile 1998-2000 yılları arasında görev yapacak üyeler belirlenmiş olacak.
Muhtemelen 3 liste
Bu Genel Kurul'da yönetim organları için muhtemelen 3 ayrı aday listesi ile seçime gidilecek.
1992'den bu yana seçimleri kazanarak görev yapan Demokratik Katılım Grubu, 29 Mart günü yaptığı önseçim ile adaylarını belirledi. Şu andaki Oda Başkanı Dr. Orhan Arıoğul�un da içinde yer aldığı bir başka grup ise �Güçbirliği� girişimini oluşturdu.
Geçtiğimiz yıllarda değişik isimlerle seçime katılan muhafazakar görüşteki hekimlerin de liste çıkarmasına kesin gözüyle bakılıyor.
Son bir ay içinde Oda�ya gruplar halinde kaydolan türbanlı hekimler ve belli bir siyasal eğilimdeki sürekli toplantılar ciddi bir hazırlığın ipuçlarını sergiliyor.
Hekim Forumu'nun geçen sayısında seçim ve Tabip Odası�ndan beklentiler konusunda sizlerden gelecek görüşlere yer vereceğimizi duyurmuştuk. Tabip Odası�nın çeşitli kurullarında görev almış bir çok meslektaşımızın düşüncelerini yayınlıyoruz.
Amaç, katılımda 4200 rekorunu geçmek
Bu seçimlerde Oda'nın kayıtlı 13 bin üyesinden ne kadarının oy kullanacağı merak konusu. Ancak, Tabip Odası'ndan beklenen güçlü ve etkili bir örgüt için Genel Kurul'a ve seçimlere yüksek bir katılımın gerekli olduğunu herkes kabul ediyor.
2 Mayıs 1998 günü Şişli Etfal Hastanesi Konferans Salonu'nda saat 10.00�da başlayacak. Genel Kurul'da Çalışma Raporu, Mali Rapor ve Denetleme Kurulu Raporu tartışılarak oya sunulacak. 3 Mayıs Pazar günü ise, Marmara Üniversitesi Rektörlüğü�nün yanındaki SultanahmetEndüstri Meslek Lisesi�nde kurulacak 40 sandıkta oy kullanılacak.
Üye numarasına göre düzenlenen sandıklarda oy kullanmak için, geçerli bir kimlik ve daha iyisi Oda kimliğinin bulunmasında yarar var. Oy kullananlar, oy pusulasına, tercih ettiği asil ve yedek adayların isimlerini tek tek yazacak.
Aidat borcu olanların da oy kullanabileceği seçimler, İlçe Seçim Kurulu'nun gözetimi altında yapılıyor. Sabah 9.00�da başlayan oy verme 17.00�de sona eriyor.
Tarihi mekanda, seçim ve kültürel etkinlikler birarada
Bu yılki seçimlerde kalabalık bir katılım için, otopark sorununu çözmek amacıyla Sultanahmet bölgesi seçildi. İlçe Seçim Kurulu ve Kaymakamlık�la yapılan görüşmeler sonucunda, geniş bir alana sahip olan Endüstri Meslek Lisesi oy verme yeri olarak belirlendi. Adliye çevresinde ve hipodromda geniş bir otopark alanı ayrıldı.
Bir başka hedef ise, seçimleri bir kültürel etkinlik olarak değerlendirebilmek. Bu amaçla, tarihi bir alan içinde bulunan İbrahim Paşa Sarayı, Büyük Bizans Sarayı�nın Zemin Mozaikleri ve Ali Kuşçu Rasathanesi hekimlerin ziyaretine açılacak. Normalde ziyarete kapalı olan Ali Kuşçu Rasathanesi oy vermeye gelen üyeler tarafından bu fırsatla gezilebilecek. İstanbul�da yaşayıp bu tarihi mekanı gezemeyenler için seçim günü bir fırsat olacak. Müzelerde hekimler için rehberli geziler programlandı. Ayrıca hipodrom ve çevresinde müzik dinletileri ve yiyecek sunumu için hazırlıklar yapıldı.
Bir kültür ve sanat etkinliği olarak planlanan 3 Mayıs günü, hava şartları da uygun olduğu takdirde hekim yazarların kitaplarını imzalayacakları standlar açılması kararlaştırıldı. Erdal Atabek, Tarık Minkari, Selçuk Erez, Erdinç Köksal, Hüsrev Hatemi ve Kaan Arslanoğlu gibi meslektaşlarımızla okurları biraraya getirecek bu etkinliğe üyelerin ilgi göstermesini bekliyoruz.
Oda Başkanı Arıoğul: �Mesleki dayanışmanın ilk adımı, seçime katılmak�
2 yıldır Tabip Odası Başkanlığı�nı yürüten Dr. Orhan Arıoğul, seçimlere en geniş katılımı sağlamak için çabalarını yoğunlaştırırken üyelere �13 bin üyesi bulunan bir meslek odasının seçimlerine 2 binden fazla katılım olmamasının ayıbını artık silmemiz gerekli� çağrısında bulundu.
�Hekimlerin meslek kuruluşlarına, daha doğru bir ifadeyle kendi sorunlarına bu derece ilgisiz kalamayacaklarını düşünüyorum. Hekimlikle ilgili sorunların kişisel çabalarla çözülmesi dönemi geride kaldı. Hangi sektörde ve hangi alanda çalışırlarsa çalışsınlar, hekimler, etik değerlerin ve meslek geleneklerinin hızla yitirildiği bir süreci yaşamaktalar.
Bu olumsuz sürecin tersine çevrilmesi, hekimlerin kendi elleriyle çözüm üretecekleri bir ortamı yaratmalarından geçiyor. İşte bu noktada meslek odamızın hekimleri buluşturmada önemli sorumluluğu var. Hekimler, hasta ve hekim haklarının dengeli bir şekilde gözetildiği, �İyi hekimlik�dediğimiz ilkelere bağlılıklarını güçlü bir mesleki dayanışma içinde ifade etmeliler. Bunun da birinci adımı, meslek odasının seçimine katılmaktır�.
�Seçimi hangi grup kazanırsa kazansın, böylesi bir temel destek olmaksızın yönetimlerin sorunlarımızı üstlenebilmesi zor� diyen Oda Başkanı, �Meslektaşlarımdan, İstanbul Tabip Odası�nın seçimlerinde oy verme külfetine, iki yılda bir kez de olsa katlanmalarını rica ediyorum� diyerek sözlerini tamamladı.
Seçim merkezine semtlerden otobüsle ulaşım
Bu Genel Kurul�da İstanbul�un farklı merkezlerinde oy kullanılması pratik olarak mümkün olamadı. Ancak özellikle büyük hastanelerin bulunduğu merkezlerden seçim alanına otobüslerle ulaşım sağlanacak.
Hekim Forumu olarak �Daha güçlü bir tabip odası için sandık başına�diyoruz.
*
*
Neden Demokratik Katılım Grubu?
Temel insan hak ve özgürlüklerine saygılı
Ülkenin ve TTBortamının demokratikleştirilmesi sürecinde aktif bir güç
İnsan onuru ve yaşamına yönelik her türlü baskı ve saldırının karşısında
Barışı, dostluğu, dayanışmayı ilke edinmiş
Kendisini ülke sorunlarının içinde gören, ancak bir siyasi partinin uzantısı konumuna düşmeyen
Hekim çıkarlarını değil hekim haklarını savunan
Mesleki değerlerimizin korunması ve geliştirilmesini tüm meslektaşlarıyla buluşturmayı hedefleyen
Sağlığın hak oluşundan hareketle, tüm topluma dönük bir sağlık hizmetinin ancak kamusal alanda yürütülebileceğini savunan
Genel bütçeden finanse edilmiş bir sağlık sistemi için mücadele eden
Mesleki pratiğin denetimi, geliştirilmesi ve sürekli eğitimi hedefleyen bir Tabip Odası için,
Gelin haddimizi bilmeyelim, çizmeyi aşalım, birlikte mücadele edelim.
�Haddimizi bilmeyelim, çizmeyi aşalım!�diye başlamıştık Demokrat Hekimler olarak yola çıktığımızda. Varolan toplumsal işbölümünün dayattığı yöneten/yönetilen biçimindeki kurumsal işleyiş mekanizmaları gündelik hayatımızın her alanında iliklerimize işletilir, bu toplumsal biçimin işbölümünü inceltip ayrıntılandırmasıyla hepimizi suskun, pasif izleyicilere dönüştürmesi gerçekleştirilirken 1980�li yılların sonunda haddimizi bilmemek için biraraya gelmiştik. Yöneticileri seçmek için biraraya gelmekten başka katılımı bilmeyenlerden değildik. Öyleyse, dedik, öyleyse söz ve karar hakkı hepimizin olmalı.
Tüm sürece birlikte katılmalı, birlikte üretmeli ve ürettiklerimizi paylaşmalıyız. Bu ilkeleri hekimler olarak savunabileceğimiz, gerçekleştirebileceğimiz ve emeğimizi yoğunlaştırdığımız sağlık alanında varolan aksaklıkları düzeltmek, sağlıklı toplumu yaratmak ve hekimler olarak varoluşumuzu ancak sağlıklı bir toplum içinde olanaklı kılmak mücadelesini yürütebileceğimiz yerde, bize, hepimize ait bir tabip odasında sağlık alanında yoğunlaştırdığımız emeğimizi daha da damıtmak için 10 yıldır birlikteyiz.
Tüm bu değerlerle ilgili olarak karar alma süreçlerinde en geniş hekim grubunun söz ve yetki sahibi olması için mücadele eden Demokratik Katılım Grubu, kendisini bu grubun içinde tanımlayan her hekimin, tabip odalarını hekimlerin haklarını savunma ve hekimlerin bu haklar doğrultusunda vereceği mücadeleyi örgütleme sorumluluğunu taşıyan demokratik meslek örgütü olarak gördüğünü bilmektedir.
Tabip odaları ve merkez organı TTB, ülkenin sağlık politikalarında ve halk sağlığını ilgilendiren her alanda etkin bir taraftır ve sağlık hizmetlerinin planlanması, üretilmesi ve dağıtılmasında belirleyici ve denetleyici olmak zorundadır.
Hedeflerimiz bugün de değişmedi. Demokratik işleyişle, aşağıdan yukarı örgütlenmesiyle ve özgürlükten yana tutumuyla Demokratik Katılım Grubu bugün de aynı değerleri savunmaktadır.
Hedeflerimizin tamamına ulaşabildik mi?Hayır, ama ulaşmak için mücadeleyi sürdürmeye kararlıyız. Bu mücadeleyi yürütürken önümüze çıkan engelleri tanıyoruz. İstanbul Tabip Odası�nın gündelik bürokratik işleri bile ürkütücü boyutlara ulaşıyor. Bu işleyişin içine hapsolmak, özgür bir üretim için gerekli alanları daraltmaktadır. Gerekli olan alanları genişletmenin yolu, asıl faaliyetimizi yürüttüğümüz çalışma ortamlarında kendimizi ifade edebilmenin, olanca zenginliğiyle varolabilmenin olanaklarını yaratmak, her tür hiyerarşiden, otoriteden sıyrılabilmiş yatay ilişki biçimlerini hayata geçirmektir.
Çalışma ortamlarımızda bireysel inisiyatiflerimizi boğan, söz ve karar süreçlerine katılmamızı engelleyen ve sürekli -herşeye rağmen para kazanmayı, başkalarının üzerine basarak statü edinmeyi, bencilleşmeyi, kültürsüzleşmeyi- yayan, hayatımızı, ilişkilerimizi yukarıdan aşağıya düzenekler içinde, otoriter tavırlarla belirlemeye çalışan egemenlik tarzlarının üzerimize yıkılmasına -dur- demek için biraradayız. Çalıştığımız yerlere, örgütümüze ve bu örgütün içinde etkin katılımcılar olarak sağlık alanına sahip çıkmak zorundayız.
Demokratik Katılım Grubu İstanbul Tabip Odası�nın ve merkez organı Türk Tabipleri Birliği�nin bugüne dek ürettiği ve yarattığı değerlerin savunucusu olarak bu değerleri geliştirmeyi hedeflemektedir.
Kamusal alanın savunulması sağlıklı yaşama hakkının, yaşam hakkımızın gerçekleştirilebilmesinin tek yoludur. Temel sağlık hizmetlerinin gerçekleştirilmesi bir yana bırakılıp, iyice kısılmış kaynakların tedavi hizmetleri ile sınırlandırılması, bu alanın denetimsiz bir biçimde büyümesine göz yumulması, çok sayıda tıp fakültelerinde niteliksiz eğitimle ve yüksek paralarla bu mesleği öğrenenlerin, sağlığın daha da metalaşması için harcayacakları çabanın gözardı edilmesi, özel sağlık kuruluşlarının denetimsizliği, özgürlük ve demokrasinin içinin boşaltılması, gencecik insanlara yapılan işkencelerin cezasız kalmasında biz hekimler olarak üstlendiğimiz rol, hepsi mücadele alanlarımızdır.
Suat Kamil Aksoy / Atilla Alp / Talia B. Aykan / Gürcan Bahadır / Berivan Bingöl / Beyza Çelenligil / Ahmet Coşkun / Gürsel Çetin / Şule Çetin / Ali Demircan / Hüseyin Demirdizen / Naciye Demirel / Nuran Doğramacıoğlu / Ferda Ereren / Şebnem Korur Fincancı / Hulki Forta / Emel Gökmen / Taner Gören / Selçuk Günday / Gencay Gürsoy / Hakan Gürvit / Özer Güvenç / Nurettin Karaca / Levent Karasulu / Hasan Kendirci / Zeki Kılıçarslan / Dursun Kırbaş / Elif Kırteke / Şafak Kızıltaş / Kemal Kutoğlu / Erdoğan Mazmanoğlu / Hasan Oğan / Selma Okkaoğlu / Erdoğan Özden / Altan Özkaya / Osman Öztürk / Süleyman Özyalçın / İsmet Sayman / Mustafa Sütlaş / Doğan Şahin / Bülent Şam / Hayati Şener / Mustafa Tamyürek / Rezzan Tuncay / Nazmi Tümerdem / Turabi Yerli / Şahika Yüksel
*
*
Değerli Meslektaşımız,
İstanbul�daki 13.000 hekimin meslek örgütü olan Tabip Odası�nı 21. yüzyıla taşıyacak yöneticilerin belirleneceği bir Genel Kurul eşiğindeyiz. �Yeni dünya düzeni� denilen ekonomik ve sosyal politikaların, iktidarların halkın ve hekimlerin sorunlarına kayıtsız tutumlarının sonucu sağlık ortamının ve hekimlik değerlerinin içine düştüğü krizi hepimiz saptıyoruz. Hekim enflasyonu, tıp eğitimindeki nitelik kaybı ve kamu sağlık hizmetlerinin ihmalinin ana etkenler olduğu bu sorunları sıralamak gereksiz.
Bilimsel gereklerine ve hekimlik ilkelerine göre hekimlik yapmak, ancak ciddi bir mücadele ile mümkün duruma geldi. Tam bir başıboşluk içinde olan tıp ortamı, gereksiz ilaç-teknoloji kullanımına ve ülkemizin zaten sınırlı olan kaynaklarının boşa veya dışa gitmesine zemin oluşturmakta. Halkın sağlık hizmetlerinden yeterince yararlanamaması, ortaya çıkan etik sorunlar ve tıbbi zararlar hekimlerle halkın arasını açıyor, hekim saygınlığını zedeliyor.
Bu koşullarda kamu veya özel kesimde hekimlik yapan meslektaşlarımızın giderek daha yoğun olarak güçlü bir meslek örgütüne gereksinim duyduğunu biliyoruz.
Son yıllarda olduğu gibi geçtiğimiz iki yılda da toplum yaşamında ve sağlık ortamında ağırlığı olan bir Tabip Odası için son derece güzel çalışmalar yapıldı. Ancak hekimliğin olumsuz gidişini tersine çevirmek için değerlendirilebilecek potansiyelin büyük kısmı harekete geçirilemedi. Oysa çok daha geniş bir hekim katılımının seferber edilmesinin mümkün olduğuna inanıyoruz.
Bugüne kadar böyle bir meslek örgütünü yaratmak için özveriyle çalışmış meslektaşlarımızın yarattığı Tabip Odası�nı yeni bir yüzyıla girerken bir üst noktaya sıçratmak hedefiyle biraraya geldik. Çeşitli birimlerde, kamu veya özel sağlık sektöründe çalışan bizler, Odamızı bu anlayışlarla ve aşağıdaki temel görüşler çerçevesinde en iyi yönetecek ekipleri oluşturmak için girişimde bulunmayı kararlaştırdık.
Uyum içinde çalışan, farklı hekim kesimlerinin sorunlarına duyarlı, Oda�nın şimdiye kadarki birikimini ve TTBdeğerlerini daha geniş bir hekim desteğiyle zenginleştirecek bir yönetimin oluşturulmasını amaçlıyoruz. Hekim Forumu elinize geçtiğinde adaylarımız belirlenmiş ve hekim kamuoyuna açıklanmış olacaktır.
Bu yönetim, İstanbul�da var olan hekim potansiyelini farklı bir üslupla biraraya getirecektir. Farklı kurumlarda, Odamızın mevcut kol ve komisyonlarında veya mesleki dernek ve kuruluşlarda, ekip halinde veya tek başına hekimlik değerleri için mücadele veren meslektaşlarımızı birleştirecektir. Uzmanlık derneklerinin katkısıyla hekimlik kurallarının oluşturulmasına ve uygulamanın denetlenmesine özel bir önem verecektir.
Hekimlik değerlerine, hekim haklarına ve halkın sağlıklı yaşam hakkına sahip çıkmak ve mesleki geleceğimizi belirlemek hedefiyle, hekimler arasındaki yaygın beklentiye yanıt verecek bir meslek örgütü için güçbirliği öneriyoruz.
Son zamanlarda düzenledikleri üye kampanyası, her zaman olduğu gibi son anda da olsa laiklik karşıtı bir kesimin de liste oluşturarak seçimlere katılacağını düşündürmektedir. Seçime katılım az olduğu takdirde, siyasal bir temelde oluşan bu grup, �asker oylar�la seçimi kazanmayı deneyecektir.
2 Mayıs günü yapılacak Genel Kurul�a katılmanızı, 3 Mayıs günü Sultanahmet Endüstri Meslek Lisesi�nde gerçekleşecek seçimlerde oy kullanmanızı, hekim dostlarınızı oy kullanmaya teşvik etmenizi istiyoruz. Mutlaka oy kullanınız. Oyunuzla İstanbul Tabip Odası�na sahip çıkınız.
Yürekten katıldığımız bir TTBdeyişini tekrarlıyoruz: �MESLEKİ GELECEĞİMİZ KENDİ ELLERİMİZDEDİR.�
Desteğinizi, görüş ve önerilerinizi bekliyoruz.
TEMEL GÖRÜŞLERİMİZ
1- İnsan haklarına, hukuka saygılı, laik, bağımsız bir ülkede barış ve demokrasi içinde yaşamak istiyoruz.
2- Eğitim, sosyal güvenlik ve sağlık devletin temel görevleridir.
3- Kamu sağlık hizmetleri maliye, yönetim ve hizmet sunumu açısından yapılacak reformlarla korunup geliştirilmelidir.
4- Temel sağlık hizmetlerine öncelik verilmeli, pratisyen hekimlik disiplini işlevsel kılınmalıdır.
5- Eğitimden denetime kadar hekimlikle ilgili bütün konularda TTB etkili bir konumda olmalıdır.
6- Ülkemizin ihtiyacına uygun sayı ve nitelikte hekim yetiştirilmelidir.
7- Uzmanlık eğitimi ve sürekli tıp eğitimi konusunda özerk ulusal otoriteler belirleyici olmalıdır.
8- İnsan sağlığının önemine, yaptığımız işe, aldığımız eğitime uygun bir gelir düzeyi ve sosyal haklar sağlanmalıdır.
9- Muayenehane hekimleri, kazançlarına göre vergilendirilmeli, sağlık ve ilaçta KDVuygulaması kaldırılmalıdır.
10- Atama ve görevlendirmelerde, keyfilikten uzak, akılcı, kişi haklarına ve hekimliğe saygılı bir reform istiyoruz.
11- Yetkililer ve basın, hekim ve hasta haklarına saygı göstermelidir.
12- TTB, mesleğini gereği gibi yapmayan, hekimlik ahlakına ters düşen hekimleri denetleyecek bir otorite oluşturmalıdır.
İyi Hekimlik ve Sağlıklı Toplum için GÜÇBİRLİĞİ:
Dr. Ömer Arıkan / Dr. Orhan Arıoğul / Dr. Ali Nahit Babaoğlu / Dr. Özcan Baripoğlu / Dr. Faik Çelik / Dr. Hikmet Çevik / Dr. Haluk Eraksoy / Dr. Murat Fırat / Dr. İrfan Gökçay / Dr. Yıldırım Gülhan / Dr. Mithat Kıyak / Dr. Erdinç Köksal / Dr. Atilla Ongan / Dr. Namık Kemal Tartan / Dr. Nazif Yeşilleten / Dr. Kürşat Yıldız / Dr. Rıfat Yücel
*
*
SEÇİM ÖNCESİ DEĞERLENDİRMELER
**
Oda�nın sivil toplum örgütü oluşunun öyküsü
Doç. Dr. Dursun Kırbaş
İTO�yla ilişkim stajyer tıp öğrencisi olduğum 1974 yılında başlar. O zamanlar OdaBaşkanı Op. Dr. Selami Birgen�di. Selami BeyDPil başkanlığı yapmış, bir dönem klasik anlamda siyasetle uğraşan bir kişi idi. Öğrencilerin İTO�yla ilgilenmesine belirli uzaklıktan bakardı.
O günlerde, bütün üniversitelerde olduğu gibi tıp fakültelerinde de silahlı saldırılar yoğunlaşmıştı. Bugün hepimizin bildiği silahlı militanlar, polis nezaretinde fakültelere geliyorlar ve silahlarla saldırıyorlardı. Bizler de Tabip Odası�nın bu �faşist saldırılar�karşısında tavır almasını istiyorduk.
İTOBaşkanı o dönemde bu saldırıları �öğrenci çatışması�olarak değerlendiriyordu. Oda yönetiminde duyarlı arkadaşlar vardı. Dr. Kemal Parlak, Dr. Metin Tamer bize yakınlık gösteriyordu. Daha sonraları bizler İTO�nun çeşitli
faaliyetlerine aktif olarak katılır olduk. �Sesimiz� isimli yayın organı periyodik olarak yayınlanmaya başladı. Cerrahpaşa�da öldürülen 2 stajyer tıp öğrencisi ile ilgili olarak, İTOBaşkanı Dr. Selami Birgen, faşist saldırıları kınayan bildiriyi kaleme almıştı.
Daha sonraki dönemlerde yönetim değişiklikleri oldu. Prof. Dr. Özdemir İlter�in başkanlığındaki yönetim, Dr. Şakir Derkut�ların yoğun çalışmaları ile ilk defa I. Ulusal İşçi Sağlığı Kongresi�ni düzenledi. Başarılı bir Kongre oldu. Yıl 1978. Arkasından 12 Eylül geldi. Her yerde olduğu gibi bu baskılardan Odada nasibini aldı. 12 Eylül sonrası günlerde İTO�da canlılığı Prof. Dr. Üstün Korugan ve Dr. Nejat Yazıcıoğlu sağladı. Bu yıllarda İTOişe yönelik çalışmalara hız verdi. Meslek içi çalışmalar yavaş yavaş İTO�nun gündemine yerleşti. 1980�li yıllarda ise, Demokrat Hekim Grubu olarak benim de içinde bulunduğum grup, Temsilciler Meclisi projesini ortaya koydu. Bu proje başlangıçta çok büyük bir taraftar buldu. Benim de içinde bulunduğum Prof. Dr. Selçuk Apak�ın başkanlığındaki Yönetim Kurulu olarak büyük bir oy patlamasıyla yönetime seçildik. İlk Temsilciler Kurulu çalışmalarını biz başlattık. Ama çok başarılı olduğumuz söylenemez. Daha sonraki yıllarda bu çalışmalar devam etti. Amaç, bir sivil toplum örgütü olarak İTO�yu aşağıdan yukarıya yeniden örgütleyerek demokratik bir kurum olarak, reflekslerini geliştirmekti.
Bugün de bunun çok iyi başarılabildiğini düşünmüyorum. Bugün İTO, mesleki çalışmalara ağırlık veriyor. Bence olumlu bir gelişme. Ama hekimlerin işyerlerindeki sorunları aşma konusunda örgütlülüğü yeterli değil. Mücadeleyi hastanelere yayamadık. Bugün gördüğüm en büyük eksiklik, kamuya yaklaşması gerekir diye düşünüyorum.
Doç. Dr. Dursun Kırbaş, İstanbul Tabip Odası�nın 1990-92 dönemi Yönetim Kurulu üyeliği görevinde bulundu. Klinik Gelişim Yayın Kurulu�nda çalıştı. Halen, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi�nde Nöroloji Klinik Şefi olarak çalışmaktadır.
*
*
Oda�nın sivil toplum örgütü oluşunun öyküsü
Dr. Erdoğan Özmen
Aslında hepimiz görüyoruz işte:Burada, sağlık alanında cereyan eden mücadele; mevcut bütün süreçlerin, yani birinci basamak sağlık hizmetlerinin, tedavi edici hekimliğin, sağlık ocakları ve hastaneler düzeninin, iyi hekimliğin imkan ve standartlarının , hekimlik ahlakının, sağlığa ayrılan bütçe payının, hekimlerin ücret-istihdam koşullarının, uzmanlık eğitiminin, yoksulların -onların çaresizliğinden daha acıtıcı ve kör edici ne var ki bu dünyada- sağlık hakkı ve önceliklerinin, vb. hangi içeriklerle ve üslupla tarif edileceği ve belirleneceğine kimler müdahil olacak, o süreçlerin asli aktörleri kimler olacak mücadelesi: Sağlık çalışanları, hekimler ve onların öz örgütleri mi, yoksa devlet ve onun organları mı?
Diğer yanda, bütün eklemleri gevşemiş, bütün harçları dökülmeye yüz tutmuş, dahası ağır bir çürüme halinin ve havasının egemen olduğu bu ülkenin yeniden inşası hangi zeminlerde gerçekleşmeli kavgasıdır süren. Özgürlükçü ve demokratik zeminlerde mi, yoksa otoriter, totaliter zeminlerde mi? O yeniden inşanın boy vereceği kuruculuk iddiası, vasfı ve iradesi kime ait olacaktır:Meşruiyeti kendinden menkul kurumlara mı, yoksa bizzat toplumun kendisine mi? Hangi toplumsal taleplerin, ihtiyaçların, tercihlerin ve duyarlılıkların meşru sayılacağına kim karar verecektir?Hangi zihniyet dünyasına ait sayıyoruz kendimizi? Özgürlükçü mü, otoriter mi... vb.
Tabip odaları, ya devletin bu toplumu yukarıdan aşağıya kaynaşmış, sınıfsız, imtiyazsız bir topluluk olarak düzenlenmesi projesinin içinde olacak, bütün enerjisini o resmi enerjiye eklemleyecek, ya da sahiden hekim örgütleri olarak her türden otoriter ve totaliter kurumlar, anlayışlar, hevesler karşısında hekimlerin taleplerini, ihtiyaçlarını, tercihlerini temsil edecek, o sivil enerjiyi örgütleyecek, kendisini özgürlükçü ve demokratik bir zihniyet dünyasına ait sayacak.
Tam da bu yüzden 1980�lerin sonunda Demokrat hekimlerin başlattığı ve bugün Demokratik Katılım Grubu�yla süren geleneğe, o geleneğin yaslandığı zihniyet ve pratiklere bugün her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Dr. Erdoğan Özmen, İstanbul Tabip Odası�nın 1990-92 dönemi Yönetim Kurulu üyeliği görevinde bulundu. Hekim Forumu Yayın Kurulu�nda çalıştı. Halen, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi�nde Psikiyatri Uzmanı olarak çalışmaktadır.
*
*
Mesleğin denetimi...
Dr. Şükrü Güner
Haziran 1977 tarihinde toplanan 26. Büyük Kongre�de Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyeliğine seçildim. Kısa bir süre sonra Genel Sekreterlik görevine getirildim. Bu görevi 12 Eylül hareketinin TTB�yi kapatıp Merkezi Ankara�ya almasına kadar sürdürdüm. Bu çalışmalarımdan dolayı 12 Eylül�de diğer Merkez Konseyi üyeleri ile birlikte meşhur 141. madde ile yargılandım.
1986-1990 yılları arasında İstanbul Tabip Odası Genel Sekreterliği, 1992-1994 yılları arasında Yönetim Kurulu üyeliği yaptım. 20 yılı aşan bir süre içinde tabip hareketi içinde yaşadım. Bu zaman zarfında, tabip hareketinin içinde bulunduğu sorunların 20 yıl öncesinde ne ise, bugün de o olduğunu üzülerek görüyorum.
20 yıl öncesinin gündemi de aynı
Haziran 1977 Büyük Kongre. Ele alınan konular:Can güvenliği - Yaşama Hakkı, Toplu Sözleşmeli Grev Hakkı Sendikalaşma, Toplumdan ve Emekten Yana Hizmet Politikaları, Ulusal Sağlık Politikası, Genel Sağlık Sigortası, Hekim Ücretleri, Tayin - Terfi - Nakil Sorunları, Tam Süre Çalışma, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi, İlk Basamak Sağlık Hizmetleri, İlaç, Genel Bütçeden Sağlığa Ayrılan Pay, İşyeri Hekimliği, Tıp Eğitimi, Mezuniyet Sonrası Eğitim, Tabip Odası Çalışmalarına Katılım Sorunu...
Bugün bunlardan hangisi bir sorun olarak durmuyor önümüzde?Hem de bazıları daha da büyüyerek...
O zaman da tabip odası yöneticileri sorunları amatörce, özveri ile çözmeye çalışırlardı, şimdi de. O zaman da hekimler Oda�larına karşı ilgisizlerdi, şimdi de. O zaman da tabip odaları ekonomik sorun içindeydiler, şimdi de...
Çekişmeler anlamsız
20 yıl içinde tabip odalarına ne çolışkan ve başarılı yöneticiler, başkanlar, üyeler gelmiş geçmiş. Ama onları tutmasını, devam etmesini sağlayamamışız. Uzaklaşmışlar. Bazıları 10 yılı geçmiş tabip odasına uğramayalı... Çalışırken geçmişte ne kadar katılımcılıktan, şeffaflıktan bahsedersek bahsedelim başaramamışız. Şimdi de... Ortada paylaşılacak çıkar var gibi grupçuklara bölünmüşüz. Kişilerin ne dediğine bakmamışız. Şu grubun, bu grubun adamı diye değerlendirmişiz. Ya şimdi?..
20 yıl içinde tabip odası çalışmalarına emeği geçen, iz bırakan, ne yöneticiler vardı. Bugün yoklar. Merkez Konseyi üyesi Dr. Ömer Kutlu, Dr. Fikret Pamir şimdi yok, Dt. Sevinç Özgüner öldürülmüş. İstanbul Tabip Odası Başkanları Dr. Selami Birgen, Dr. Tarık Özerengin, Genel Sekreteri Dr. Nejat Yazıcıoğlu aramızdan ayrılmış... Daha niceleri...
20 yıl önceki heyecanımı, çalışma arzumu, katılım duygumu hiç yitirmedim. Ama şüphesiz zaman içinde birşeyleri yeniden düşünmek, yeniden oluşturmak, çalışma biçimimizi yeniden gözden geçirmek zorunluluğu duydum. Gelin konularımızı, şartlanmışlıklarımızdan kurtararak yeniden masaya yatıralım. İlk Basamak Sağlık Hizmetlerini, Sağlık Hizmetlerinin Finansmanını, Sağlık Alanımızdaki Merkeziyetçiliği, Tabip Odası Çalışma Biçimini...
Kendi alanında demokrasi mücadelesi vermeden...
Tabip odaları bu toplumun kamusal nitelikli, alanına özel tek kuruluşudur. Varlığını demokrasi ve insan haklarının mevcut olduğu ortamlarda devam ettirebilir. Bu nedenle demokrasi ve insan hakları mücadelesinde kendi alanında üzerlerine düşen görevleri yerine getirmelidir. Hastanelerin demokratikleşmesi, Bakanlık-Hekim ilişkilerinin, Şef-Uzman-Asistan-Pratisyen Hekim ilişkilerinin, Hekim-Hasta ilişkilerinin demokratikleşmesi için tabip odaları değil de kim çalışacaktır? Kendi alanında demokrasi mücadelesi vermeyen bir tabip odasının genel demokrasi istemleri inandırıcı olur mu?
İnsan Hakları deyince, bir tabip odası yöneticisi olarak benim aklıma öncelikle hekim hakları ve hasta hakları gelmektedir. Kendi üyelerinin ve hizmet verdiği kişilerin haklarını koruyamayan bir tabip odası, insan hakları savunuculuğunda inandırıcı olabilir mi?
Tabip odaları artık kısır çekişmelerden kendini kurtarıp, sağlık alanında gerçekçi politikalar üretmek zorundadır. Bizler hizmetin, sorunların içinden geliyoruz. Doğru çözüm yolları bulacağımızın en önemli kanıtı da budur. Çalışmamız, hem ülke sağlığı hem de meslektaşlarımızın geleceği içindir.
Ülkemizde son on yılda uygulanan tıp eğitimi politikaları nedeni ile mesleki uygulamaların denetimi gündemdedir. Altyapı yetersizliği içinde yeni tıp fakülteleri açılmasının, eski tıp fakültelerinin kontenjanlarının kapasitelerinin üzerinde arttırılmasının, tıp eğitiminde kaliteyi etkilediği şüphesizdir. Kamu sağlık hizmetlerine yeterli yatırımın yapılmaması, kamu kadrolarının kısıtlanması, ücret yetersizlikleri, özel sağlık hizmetlerinin her geçen gün beklenenden daha çok büyümesi gibi sorunlar gerek kamu, gerekse özel sağlık hizmetlerinde mesleki uygulamaların denetimini her geçen gün zorunlu kılmaktadır. Burada meslek kuruluşumuza önemli görevler düşmektedir. Bugünden başlayarak önümüzdeki yıllarda tabip odalarının en önemli başta gelen görevinin mesleki uygulamaların yakından takibi olması gerektiğine inanıyorum.
Parlamento�da hekim ağırlığını artırmalıyız
Son söz olarak, sağlık politikalarının oluşturulmasında ağırlığımızı koymamız zorunlu. O zaman güdülen bir meslek grubu olmaktan çıkarız. TBMMile, hekim milletvekilleriyle sıkı ilişkiler kurmamız şart. TBMM�ne seçildikten sonra tabip odalarını, sağlık sorunlarını unutan değil, içinde yaşayan daha fazla temsilci göndermek için uğraş vermeliyiz.
*
*
Dünden yarına...
Dr. Gazi Zorer
İstanbul Tabip Odası�nda son 20 yılın tanığı ve aktörlerinden biri olarak diyebilirim ki değişen hiçbir şey yok, gelip giden kişilerden başka. Hala oda hekimlere uzak, hekimler odasına küskün ve hala karşılıklı suçlamalar:Hekimler odalarına sahip çıkmıyor, oda yönetimleri hekim sorunlarından uzak. Bu kısır döngünün nasıl kırılacağı ise hala yanıtsız. Belki yanıtı var, ama şimdilik çözümsüz.
Oda probleminin öznel yanını yönetimler, nesnel yanını ise geniş hekim kitlesi olarak kabul edersek, nesnel taraf üzerine öznel değerlendirmeler yapmaktansa, öznel yanı tartışmak sanıyorum ki daha yararlı. Yukarıda bahsi geçen kısır döngüyü kırmakta ilk girişimin yönetimlerden gelmesi gerektiğini düşünen bir kişi olarak son 20 yılın ağırlıklı bakış açısını değerlendirmek istiyorum. Bu bakış açısının en büyük problemi, kendi ideal soyut doğrularını kayıtsız şartsız dayatması, sorgulamaktan kaçınması, realite ile olan uyumsuzluğunu tavizsiz bir şekilde sürdürmesi, bunun sonucunda hekim kitlesinin uzağına düşmesidir. Bu uzlaşmaz tavrın sonucu, kendi dar çevresinde dahi sürekli daralma eğiliminde olan, seçim dönemlerinde kendine ait projelerden çok �bir şeylere karşı olmak�programları ile, seçimlere katılan %10�un %40 oyunu alan gruplar olarak yönetimlerini bölük pörçük götürmektedirler.
Özel yasa ile kurulmuş olmalarına ve yarı-resmi kurum özelliklerine rağmen, tabip odaları, esas karakterleri olan seçimle işbaşına gelen yönetimler tarafından idare edildikleri için sivil toplum kuruluşları arasında sayılır. Bu özelliği ile hekimlerin yönetime demokratik katılımlarının önemli bir aracı oldukları söylenebilir.
Ancak yukarıdaki saptamalarımız ışığında katılımın az olması, seçilen yönetimlerin de hekimleri temsilden uzak, hükümetlerle ilişkilerde uzlaşmaz olmaları, sonuçta hiç bir etkinliği olmayan tabip odalarını doğuruyor. Böylece ülkemizde pek çok alanda zaten sınırlı olan yönetime katılma kanallarından birisi hekimler için tıkanmış oluyor. Oysa bu tip kuruluşları siyasi iktidarlara karşı muhalefet odakları olarak sınırlayan görüşün aksine, uzlaşmaya açık, yönetime katılmanın aracı olarak gören bir anlayış bugünkü etkisizliği ortadan kaldırabilir. Yeni ufuklar açabilir.
Önümüzdeki dönemlerde yapılması gerekenler, öncelikle son yıllara hakim olan bu dar bakış açısının değiştirilmesi, tabip odalarının ve TTB�nin demokratik yaşama katılım olanaklarını sağlayacak yeni bir anlayışla hekim sorunlarının çözülmesi amacıyla çalışmalar yapacak, somut projeler üretecek bir yapıya kavuşturulmasıdır. Tabip odaları kesinlikle bugünkü amatör yapısından kurtarılmalı, hekimlere güler yüzlü hizmet verecek, parasal problemlerini çözmüş, profesyonel yapılar haline getirilmeli, yönetimlerinde gerçek anlamda hekimlik mesleğini uygulayan meslektaşların görev yapacağı geniş temsil yeteneğine sahip, çağdaş, katılımcı, demokratik yapılar haline getirilmelidir.
Dr. Gazi Zorer, İstanbul Tabip Odası�nın çeşitli organlarında çalıştı, 1986-90 arasında Yönetim Kurulu üyeliği görevinde bulundu. Oda�nın Bülten çalışmalarını başlatan hekimler arasında yer aldı. Halen, SSK İstanbul Hastanesi�nde Ortopedist.
*
*
Oda�mız:bir meslek örgütü
Dr. Selçuk Apak
Ders verdiğim yıllarda son sınıf öğrencilerine tabip odası hakkında yönelttiğim bir soruya aldığım ya da alamadığım cevaplar, odamızın değil toplumumuz biz hekimler tarafından dahi yeteri kadar tanınmadığını açık bir şekilde belirtmişti.
Tabip Odası toplumda önemli bir rol oynaması gereken, kendine öz saygın bir yeri olan demokratik - sivil bir kuruluş, bir meslek örgütü olmasına karşın neden yeterli tanınmamaktadır?Kuşkusuz bunun tek bir cevabı olamaz. Ekonomik gücünün yetersizliği yanısıra, biz hekimlerin kendi meslek Odamıza gerekli ilgiyi göstermememiz, Odamızın yasal yaptırım gücünün yetersizliği, değil yurt düzeyinde, kentimizde dahi her hekime ulaşabilecek bir organizasyonun olmayışı, halkla ilişkiler ve lobi faaliyetlerinin zayıflığı gibi birçok faktörler sayılabilir.
Demokratik kitle örgütlerinin önemi, özellikle Tabip Odası gibi bir kuruluşun demokrasi fakiri ülkelerde ne denli önemli olduğu, hemen her gün çeşitli örneklerle belirmektedir.
Barışta, savaşta, ülke çapında felaketlerde hekimlerin meslek ve özlük haklarının savunulmasında ve bunlara benzer değişik olaylarda hemen hiçbir meslek odasının oynayamıyacağı kadar önemli sorumluluk ve görev yüklenebilen bir kuruluş olan Odamız, kanımca yeterli haklara ve yasal düzenlemeye kavuşturulmamıştır.
Basit bir örnek vermek gerekirse; uzman olan bir hekimin diplomasını Bakanlık vermektedir. Oysa bu diploma, onu alacak hekim kadar emeği ve çalışması geçmiş onun gibi sayısız uykusuz geceler yaşamış, hastaları ile acıyı, güzelliği paylaşmış biri tarafından verilse o anın güzelliği çok daha farklı olur.
Ülkemizde yirmiden fazla meslek odası ve bir o kadar da demokratik dernek ya da kitle örgütleri bulunmaktadır. Tüm bu kuruluşların ana hedefi, kendi meslek ve özlük hakları yanısıra demokrasi ve insan haklarının korunmasıdır. Tabip Odası�nın da aynı idealleri paylaştığını düşünülünce, tüm bu kuruluşların el birliği içinde çalışırsa nasıl bir güce sahip olabilecekleri açıktır.
Bu istek ya da düşüncenin Odanın kendi faaliyet alanı dışında olduğu ileri sürülebilir. Unutmamak gerekir ki hekim olarak, kişinin sadece sağlığı ile ilgilenmek yeterli değildir. Toplumun sağlığı da hekimin görevidir. Toplum sağlığı ise demokrasi ve insan hakları olmadan yeterince gerçekleşemez.
Hekim olarak odamıza sahip olalım ki Odamız da bizlere sahip çıksın.
Prof. Dr. Selçuk Apak, İstanbul Tabip Odası�nın 1990-92 çalışma döneminde Yönetim Kurulu Başkanlığı�nı yaptı. İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı öğretim üyesidir.
*
*
Tabip odaları ve siyaset
Prof. Dr. Talia B. Aykan
TTB�ye bağlı odaların devamlı gündemde olan kaygılarından biri Oda faaliyetlerine aktif ve emekli hekim camiasının yeteri kadar ilgi göstermemesidir. Bunun çeşitli sebepleri arasında odaların faaliyeti bakımından en önemlisi tabip odalarının meslek sorunlarına yeteri kadar eğilmemesi, buna karşın uç fikirleri temsil eden kuruluşlarla yakın bir ilişki içinde siyasete karıştıkları şeklinde, oldukça yerleşmiş olan kanıdır. Medyaya kadar intikal eden bazı olaylara bakılırsa, bu genel görüşün doğru olduğunu kabul etmek mümkündür; ancak herhangi bir olayı onu doğuran sebep ve koşullardan ayırarak değerlendirmek yanlış ve insafa aykırı olduğu kadar, onu düzeltmek için yapılması gereken girişimleri daha başlamadan engellemek suretiyle olumsuzlukların sonsuza kadar devam etmesine yol açacağı ortadadır. Bu nedenle olumsuz olayların altında yatan sebepleri açıklamak, bilenlerin görevi olmalıdır. Bu noktadan hareket edildiği takdirde evvela şu temel gerçekleri belirtmek gerekir:TTB ülkemizin sağlık sorunlarının çözümünde ülke çapında karar alma yetkisine sahip üç kuruluştan biridir. Diğerleri Sağlık Bakanlığı ve tıp fakülteleridir.
Sağlık Bakanlığı bir devlet kuruluşudur. Niteliği, ağırlıklı olarak, bürokratiktir. Sağlık işlerinin gerçekleştirilmesinde bütün yetkiler, 1982 anayasası ile kendisine verilmiştir. Esas görevi sağlık hizmetlerini ülkenin ihtiyaçlarına uygun olarak örgütlemek ve yapılan işlerin idari ve sağlık hizmetlerinin kalite kontrolü bakımından denetlemektir (Madde 56). Görev ve yetkilerin tek el olarak kendisinde toplanması, doğal olarak o oranda bir sorumluluğu da beraberinde getirmekte ve onu, sağlık sektöründeki bütün aksaklıkların en önde gelen sorumlu mercii durumuna getirmektedir.
TTB kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşudur. Amaçları ve görevleri 6023 sayılı kanunla belirtilmiştir. Bu görevler üç noktada toplanabilir:1- Mesleğin bilimsel ve ahlaki düzeyini en üst dereceye çıkarmak ve orada tutmak, 2- Mesleğin kamu ve kişi yararına uygulanmasını ve bu yolda geliştirilmesini sağlamak, 3- Üyelerinin maddi ve manevi menfaatlerini korumak. TTB bu görevlerini 6023 sayılı kanunun 3. maddesi (d) ve (e) fıkralarının öngördüğü gibi, resmi makamlarla işbirliği yaparak ve onlardan yardım sağlayarak yerine getirir. Diğer bir deyimle, bu desteği bulamaz ve bu nedenle görevini layıkiyle yapamaz ise, sorumluluk resmi makam olan Sağlık Bakanlığı ile kamu kuruluşu olan TTB arasında ikiye bölünür.
Tıp fakülteleri bugünkü durumda bir taraftan ülke ihtiyaçlarına cevap verebilecek bilgi ve beceriyi kazanmış hekimleri, diğer taraftan, evrensel bir meslek olan tıbbın bilgi birikimine evrensel düzeyde katkıda bulunacak araştırıcıları ve bütün bunları eğitecek olan tıp eğitimcilerini yetiştirmekle yükümlü ve sorumlu bilimsel ağırlıklı bir kuruluştur.
İyice anlaşılmaktadır ki, anayasada yetkiler her ne kadar tek elde toplanmış görünüyorlarsa da bu, anayasanın aslında bir üst düzey hukuki düzenleme belge olmasından kaynaklanmaktadır. İşleyiş bakımından ise, görevleri bakımından tam bağımsız olan bu üç kurum arasında üstünlüğe dayanan bir hiyerarşi mevcudiyeti şöyle dursun, bu üç kuruluş millet karşısında biribirine muhtaçtan da öte, mahkumdur. Bu durum gereği gibi algılandığı takdirde ilk girişim anlayışlı ve olumlu bir diyalogun kurulması olacaktır. Ne var ki Sağlık Bakanlığı�nda verimli bir diyalogu vahim şekilde aksatan davranışlar vardır. Bunların örneklerini TTB�nin bütün yayınlarında bulmak kabildir. Örneğin 1. derecede sağlık hizmetleri konusunda arada mevcut derin görüş ayrılıkları, Bakanlığın pratisyenlere bakış açısı, sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi vs. gibi. Diğer taraftan yetersizliği yıllarca tıp fakülteleri ve TTB arasında ortak toplantılara konu olan temel tıp eğitiminin, sırf diyalogsuzluk nedeni ile havanda dövülen su olmaktan ileriye geçemeyişi.
İkinci girişim bu üç kurum arasında sorumluluk ilişkisini işlerliğe kavuşturmaktır. Ne yazık ki burada çok daha büyük engeller vardır. Bunlardan ilki Sağlık Bakanlığı�nın verimli ve olumlu bir denetim için gereken bilimsel düzeye gelememiş olmasıdır. Aslında ülke ihtiyaçlarının bilimsel olarak tesbiti epidemiyoloji, ekoloji, koruyucu hekimlik ve sağlık eğitimi yöntemlerini toplum sağlığı uzmanlığı düzeyinde kullanabilecek personelin işidir. Sağlık hizmetlerinin kalite kontrolüne gelince, gerçeği yansıtan verileri toplamak ancak, ülke çapında en az %20 oranında otopsi yapılmasıyla mümkündür. Bunlar yapılmadığı takdirde denetim, doğal olarak idari nitelikte bir baskı sürecine dönüşecektir. 1982 anayasasında bu baskının dayanakları mevcuttur:6023 sayılı kanunun 3. maddesinde belirtilmiş fiillerin işlenmesi halinde Sağlık Bakanlığı TTB odalarının organlarını görevden alabilmektedir (Ek madde 2). Bakanlık, devlet hastanelerinde çalışan hekimlere �Görülen lüzum üzerine�uygun gördüğü idari tasarrufları uygulayabilmektedir. Diğer taraftan TTB kanuni görevlerinin her alanında siyasi bir otorite ile karşılaşmakta ve davranışlarının siyasi olarak yorumlanması tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır. Buna kanuni destek yollarının da kesilmesi eklenince söz konusu yasakların delinmesi şeklinde gerçekleşen çıkışlar, insaflı ve gerçekçi bir düşünce ile, doğal bir tepkinin aşırı bir üslupla ifadesi olmaktan başka nasıl yorumlanabilir?
TTB ve odalar bu ilgisizlik ve yanlış anlaşılma ortamını düzeltmenin çarelerini aramak zorundadırlar. Bunun için evvela sağlık sektöründeki aksaklıkların kaynağını, her türlü iletişim araçlarından yararlanarak kamunun anlayacağı şekilde tekrar tekrar açıklamalar yapmalıdır. Bunun yanında hekimlerin mesleki etiğe aykırı her türlü davranışları üzerine çok daha aktif ve enerjik şekilde gidilmelidir. İdealist gençlerin enerjisi ve üretkenliği ile yeterli hayat ve meslek deneyimi kazanacak kadar yaşamış hekimlerin değerli katkılarını büyük bir güç oluşturacak şekilde bütünleştirmek için gereken bütün çabalar sarfedilmelidir. Bunlardan başka, çok daha etkin başka çareler düşünen arkadaşlarımız bu husustaki değerli fikirlerini esirgememelidirler.
*
*
...Çuvaldızı kendimize!
Dr. Erdinç Köksal, 40 yıllık hekim ve Kadın-Doğum Uzmanı. Sivas, Adana ve Zonguldak Tabip Odalarında Yönetim Kurulu veya komite üyesi olarak görev yapmış bir meslektaşımız olan Dr. Köksal, halen Pendik�te serbest olarak çalışıyor.
Hekim Forumu:Sizce bir tabip odası ne gibi etkinliklerde bulunmalı?
Dr. Erdinç Köksal: Tabip odaları, o bölge hekimlerinin parlamentosu demektir. Ve bu nedenle, temsil ettiği meslektaşlarının haklarını korumalı, kollamalı ve onları daha iyi koşullara kavuşturabilmek için uğraş vermelidir. Bunun için gerek hükümet nezdinde teşebbüslerde bulunmalı gerekse konuları basın ve kamuoyu önünde tartışmaya açarak olayları aydınlatmalı, halkın desteğini kazanmaya çalışmalıdır.
Örneğin, tayin ve terfilerdeki adaletsizlik, TUS sınavlarındaki haksızlık, çalışma koşullarındaki yetersizlik ve politik baskılar gibi hekimleri zorlayan, rencide eden konularda hekimlerin avukatlığını yapmalı ve onların daha güzel ve daha gönülden hizmet vermelerine olanak sağlamalıdır.
Hekim Forumu: Peki bu görüşünüzün ışığı altında İstanbul Tabip Odası�nı nasıl değerlendirirsiniz?
Dr. Erdinç Köksal: 14 senedir İstanbul�da hekimlik yapan bir üyeniz sıfatıyla samimiyetle söyleyeyim ki, kendimde tabip odaları hakkında eleştiri yapma hakkı göremiyorum. Zira Tabip Odası üyesi olarak, önce kendi görevimizi yapmalı, en azından Genel Kurul toplantılarına gitmeli, tenkitlerimizi, fikirlerimizi, isteklerimizi söylemeli ve çalışacağına inandığımız kişileri seçmeliyiz. Yıl boyunca, onların çalışmalarını izlemeli, hatta kurulan çeşitli komitelerde görev almalıyız. Bu da yetmez! Tabip Odası�nın çalışabilmesi için ihtiyacı olan paranın kaynağını teşkil eden aidatımızı ödemeliyiz.
Evet, bunları yapmalıyız. Yapmalıyız ama ben kendi hesabıma üzülerek ve utanarak söylüyorum ki, 14 yıl içerisinde sadece üç defa gittim kongreye. O kadar. Çevremdeki arkadaşlara bakıyorum, hepsi yıllardır burada hekimlik yaptıkları halde, Tabip Odası�nın yerini ve yolunu bilmedikleri gibi aidatlarını ödeyip ödemediklerinden bile haberleri yok!
Hal böyle olunca, orada görev yapmaya çalışan arkadaşlarımızı ne hakla tenkit edeceğiz?Zira onlar da bizim gibi ya hastanede ya muayenehanede akşama kadar bin bir sıkıntıyla çalıştıktan sonra, evlerine gidip istirahat edeceklerine, Tabip Odası�na gidip başka sıkıntılarla, bizim sıkıntılarımızla uğraşıyorlar. Oda�nın ışıklarının, gecenin geç saatlerine kadar yandığını çevredekiler artık yadırgamıyorlar.
Zaman zaman aramızda konuşuruz:Tabip Odası hakkında ne düşünüyorsun?Öteki, hemen cevabı yapıştırır:Hadi canım boşver, bana ne faydası var? ...gibi çalışıyoruz, aldığımız boğazımıza yetmiyor, hani Tabip Odası, ne yapıyor?
Oysa, iki senedir yakın ilişkilerim sebebiyle biliyorum ki, İstanbul TabipOdası, Türkiye genelinde örnek bir çalışma sergilemektedir. Faaliyetleri konusunda aklıma ilk gelen konu, hekimler, hastaneler ve hastalıklar hakkında yalan yanlış bilgilerle halkı menfi yönde etkileyen basın sorununu halletmek için, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Sağlık Muhabirleri Derneği ile yakın ilişki kurularak, bu konuda seminerler düzenlenmiş ve doğru habercilik için önemli bir adım atılmıştır. Bu bence çok önemli bir adımdır.
Meslek ordumuza her yıl binlerce genç arkadaşın katıldığı günümüzde TUS sınavlarının yetersizliği ve adaletsizliğine karşı gerek bakanlık gerekse diğer kuruluşlarla devamlı iletişim kurulmuş, önerilerde bulunulmuştur.
Pratisyen arkadaşların hiç değilse �İşyeri hekimliği�sertifikası alarak daha yararlı bir şekilde çalışabilmeleri için çeşitli zamanlarda kurslar açmış, onları çeşitli işyerlerine yerleştirmiş ve ücret bakımından istismar edilmemeleri için işverenleri yakın takibe almıştır.
Hekimlerin özlük haklarının korunması, onlara yapılan saldırıların kınanması, ücretlerin iyileştirilmesi ve politik tayinlerin önlenmesi için çeşitli zamanlarda �toplu nöbet�uygulaması yapılarak, olaylara hükümetin ve kamuoyunun dikkati çekilmiştir.
Üye aidatlarının daha rahat ödenebilmesi için �posta çeki�ve �bankamatik�uygulamalarına geçilerek kolaylık sağlanmıştır.
Tabip Odası Etik Kurul üyeleri aylar süren çalışmalar sonunda yeni bir �Tıbbi Deontoloji Tüzüğü�taslağı hazırlayarak Türk Tabipleri Birliği Merkezine göndermişlerdir.
Zaman zaman görülen ve hekimlik mesleğinin saygınlığına gölge düşüren olayların derhal üzerine gitmiş, birçok olayı Onur Kurulu�na yansıtarak kamuoyu karşısında meslek onurunu kurtarmıştır.
Organ bağışı konusunda yerinde ve zamanında atılımlarda bulunularak gerek basın gerekse televizyon aracılığı ile kamuoyuna mesajlar verilmiş ve Türkiye genelinde organ bağışının artmasına imkan hazırlanmıştır.
Her geçen gün artan masraflarına rağmen üyelerine HEKİM FORUMUve KLİNİK GELİŞİM dergilerini aynı kalitede ve ücretsiz sunma hizmetine devam etmesi, bence büyük başarıdır.
Kadıköy yakasında oturan bir hekim olarak, Tabip Odası�nın ilk defa Kadıköy Hasanpaşa�da �Reçete�ismiyle bir irtibat bürosu ve lokal açmasını takdirle ve teşekkürle karşıladığımızı belirtmek isterim. Bu sayede arada bir gidip meslektaşlarımızla sohbet edebileceğimiz, yemek yiyebileceğimiz ya da eğlenebileceğimiz nezih bir yer edinmiş olduk. Aynı zamanda Oda ile ilgili işlerimizi bu yakada yapabileceğiz.
Dilerim, görevi devralacak yeni Yönetim Kurulu bu olumlu çalışmalara aynen devam edecek özveri sahibi kişilerden oluşur.
*
*
Nasıl bir hekim örgütü?
Dr. Muhammet Can
�Hizmeti sunanlarla alanların sorunları ayrı değil, etle-tırnak gibi bir bütündür.� Dr. Nusret Fişek
Nasıl bir hekim örgütü olmalıdır sorusu, sağlık alanında yaşanan kanserleşmiş sorunlarla (kamu sağlık kurumlarının çökertilme politikalarının son hızıyla sürmesi, sağlık bütçesinin 3.2�den 2.6�ya çekilmesi, sağlıkçı işsizliğinin boy göstermesi vb.)daha bir anlam kazanmaktadır. Kısaca özetlersek:
1- Temel sağlık hizmetleri
İstanbul Tabip Odası (İTO)bu alanda yaşanan derin sorunlara müdahale eden bir hekim örgütü olmalıdır. Eğitim alanında �katkı payı�adı altında yaşanan, paran kadar eğitim hakkı, temel sağlık hizmetlerinde de �parası olana sağlık hakkı�şeklinde yaygınlaşmaktadır. Bağış adı altında alınan küçük miktarlarla başlayan uygulama, bugün toplumun tüm kesimlerine dayatılmaktadır. Hamile kadınlar, rutin muayeneleri için gittikleri sağlık ocaklarında, bağış makbuzu ödeyemedikleri için geri gönderilmekte (örneğin Ortaçeşme Sağlık Ocağı) sevkli hastalar da para ödemeyi reddettikleri için, hastaneye sevk edilmektedir. Temel sağlık hizmetleri adıyla çalışan bu kurumlar özel kliniklere dönüştürülmüştür. Hekimler, sağlık grup başkanlıklarının talimatlarıyla bunu yaptıklarını, bir tür veznedarlık aracına dönüştüklerini belirtiyorlar.
Hekim örgütü bu duruma müdahale etmelidir, denetlemelidir. 224 sayılı yasanın gerekleri açıklanmalıdır. Temel sağlık hizmetlerinde yaşanan Beykoz Çocuk Göğüs Hastalıkları Hastanesi trajedisi sağlık alanındaki krizin boyutu açısından çok değerlidir. Verem ülkemizde yeniden hortlamışken, (0-14 yaş grubunda %14 görülmesi, her yıl 35 bin kişinin ölmesi, sanatoryumlarda iki ay sonraya gün verilmesi vb.) işi hastane kapatmaya vardıran �tüccar�zihniyeti, halk sağlığı denen kavramı çoktan ortadan kaldırmış durumdadır.
2- SSK ve devlet hastaneleri
Toplumun ödedikleriyle sunulması gereken sağlık hizmeti, yeniden cebinizden ödeyeceksiniz anlayışıyla, �her hastane kendi bacağından asılır� sloganı ile, paralı hale getirilmektedir. SSKhastanelerinde resmi olarak özel odalar açılırken; fiiliyatta, her ameliyat ve diğer işlemler için işçiler ve yakınları yeniden soyulmaktadır. Ranttan yararlananların ne kadar kötü koşullarda olursa olsun sesi çıkmamaktadır. Dernek, vakıf vb. yapılar hiç bir denetime tabi olmadan kamu kurumlarını ellerine geçirmişler ve �özerkleştirme�adı altında kamunun işgücünü ve finansmanını bol keseden kullanmaktadır. Saygınlığı olan bir hekim örgütü �hekimler veznedar ve tüccar değildir� şiarıyla bu duruma müdahale etmelidir.
Örneğin 450 yataklı SSKPaşabahçe Hastanesi�nde 59 hekim, 87 hemşire, 10 eczacı, 1 psikolog, 2 anestezi, 5 röntgen, 6 laboratuvar, 8 tekniker, toplam 21 teknisyen, 65 işçi-memur-hizmetli çalışan ve 95 idari personel bulunmaktadır. 1997 poliklinik sayısı 277 bin, yatak işgal oranı %65�tir. Hekim başına düşen hasta sayısı 2300�ü bulmaktadır. Bu durum Kenya�dan daha kötüdür.
3- Özel sağlık kurumları
Bu kurumlar, işveren mantığı ve �kâr, kâr, kâr� anlayışıyla işletilmektedir. Özel sağlık kurumlarının eline düşen hastanın organlarının garantisi bile yoktur. Bu kurumlar hiç bir denetime tabi değillerdir. İstanbulda, 105 özel hastane, 995 özel klinik, 713 özel sağlık kabini, 795 laboratuvar, 5980 hekim, 3276 diş hekimi bulunmaktadır. İstanbul İl Sağlık Müdürü �Özel kurumlardan şikayet arttı, buraları denetlememiz lazım�derken, denetim acizliğini ifade etmektedir.
Özel sağlık kurumlarının belli bir standarda bağlı olmadan çalışma anlayışlarına hekim örgütü müdahale etmeli ve denetim mekanizmalarının önünü açmalıdır.
4- Üniversite hastaneleri
Üniversite hastaneleri paralı hizmet konusunda özel sağlık kurumlarının tarifelerini takip eder hale dönüşmüştür. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi�nin acil kapısındaki �muayene ücreti 4 milyondur� yazısı 2000�e iki kala kamu kurumlarının utanılacak ibret belgesidir. Eğitim araştırma kurumları, asli görevlerini terk ederek, para basan darphaneye dönüştürülmüşlerdir. Hekim örgütü, bilimsel-özerk-demokratik eğitim ve araştırma konusunda müdahale eden bir kurum olmalıdır.
5- Savaş ve sağlık
Ülkemiz 14 yıldır Genelkurmay�ın da aleni deyişiyle bir �savaş�içindedir. �Ben Kürt realitesini kabul ediyorum�diyen Cumhurbaşkanı�ndan, en sade vatandaşa kadar herkesçe bu bilinmektedir. Bugün ülkemizde yaşanan bu savaş nedeniyle, Kürtlerin yaşadığı illerden batıya doğru yoğun bir göç yaşanmaktadır. Başta Diyarbakır olmak üzere Doğu ve G.Doğu illerinin nüfusu, katlanarak artmaktadır. Altyapının ve sağlık kurumlarının yetersizliği bu bölgelerde akıl almaz salgın hastalıklar yaratmaktadır. Kötü yaşam koşulları (çadırda mülteci gibi yaşayan insanlar, temiz içme suyu olmayan yerleşim yerleri vb.) nedeniyle, bulaşıcı hastalıklardan ölümler artmaktadır. Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğü verileri bile ürkütücü boyutlardadır. (Her yıl kızamık, kolera, tifo vb. yüzlerce çocuk ölmektedir.) Üç bin yerleşim yeri insansızlaştırılmış, boşaltılmıştır. Yine de göç ve sağlık sorunları ülkemizin gündemine girememektedir. Sorunların çözüm merkezi olan parlamentonun ve hükümetin,askerlerin etkisi altında icazetli hareket ettiği düşüncesi hakimdir. İrtica tartışması ise, ülkenin gerçek sorunlarını ortadan kaldırmakta, muhalefet hareketlerini susturmaya dönüştürülmektedir.
Sonuç
Kamuda yaşanılan çökertilme politikalarına rağmen, her yüz kişiden 97.3�ü kamu sağlık kurumlarına başvurmaktadır. Toplam yatak kapasitesi % 14�lere ulaşan özel sağlık kurumlarının, poliklinik, ameliyat, yatan hasta sayısı %4�yi geçmemektedir. Gelir düzeyi düşük toplumumuzun bu sağlık anarşisi içinde, kamuyu tercih etmesi tesadüf değildir. Toplumun ciddi sağlık sorunları varken, İTO tüm bu sorunlara, hizmeti sunanlar, hizmeti alanlar ve emek örgütleriyle işbirliği içinde müdahale ve mücadele eden bir hekim örgütü olmak zorundadır. Yaklaşık 10 yıldır İTO�da bir gelenek yaratan Demokratik Katılım Grubu�nun yaşanan yoğun sorunlar karşısında sağlık politikaları üretmesi ve toplum sağlığını geliştirici projeler ortaya koyması şarttır.
*
*
SAĞLIK HAFTASI
Sağlık Haftası etkinlikleri
Bu yıl da çok sayıda etkinlikle değerlendirdik 14 Mart�ı. Klinik Gelişim Dergisi�nin 10. yılı dolayısıyla düzenlenen panelle başlayıp Taksim Atatürk Anıtı�ndaki tören ve basın açıklamasıyla devam eden hafta, İstanbul Tabip Odası ve Türk Tabipleri Birliği�nin geçmiş dönemlerde görev yapmış yöneticilerinin katıldığı �Tabip Odası Tarihi� konulu söyleşiyle son buldu.
Hastanelerde, sağlık grup başkanlıklarında toplantılar düzenlendi. Şişli Etfalli hekimler her zamanki gibi sanat etkinliklerine ağırlık verdiler. Dr. Hayri Davas�ın öncülüğünde �Sanatçı hekimler sergisi�geniş bir katılımla gerçekleşti. Bu yıl ilk kez Dr. Hulusi Orhangazili�nin çabalarıyla bir de briç turnuvası düzenlendi. 14 mart ve hekimlik, basında da çok sayıda habere konu oldu.
�Bilim ve Tıp Dili Olarak Türkçe�paneli ve Tıbbi Etik Simpozyumu�nun düzenlenmesinde büyük emekleri olan iki meslektaşımız, aynı zamanda bu etkinlikleri Hekim Forumu için haberleştirdiler. Ayrıca Silivri Sağlık Grup Başkanlığı ile ortaklaşa düzenlenen �Pratisyen hekimlikte nasıl bir gelecek?� toplantısının bir özetini de okuyabilirsiniz. 14 Mart ödüllerini de devam eden sayfalarımızda bulacaksınız. Burada diğer etkinliklere kısaca yer vermek istiyoruz.
13 Mart Cuma:SSKGöztepe Eğitim Hastanesi�nde �Tıp Paneli�yapıldı. Konuşmacılar Dr. Orhan Arıoğul, Dr. Türkan Saylan, Dr. Atilla Ongan, Dr. Yıldırım Gülhan�dı. Başhekim Fuat İpekçi�nin evsahipliği yaptığı panel sıcak bir atmosferde gerçekleşti. Dr. Beyza Çelenligil TRT Radyo-1�de, Dr. Kürşat Yıldız Açık Radyo�da yayınlanan programlara katıldılar.
14 Mart Cumartesi:11.00�de Taksim Atatürk Anıtı önünde 40 çelenk, 100�e yakın hekim vardı. Oda Başkanı Dr. Arıoğul 14 Mart bildirisini açıkladı. Çok sayıda basın mensubunun izlediği törenin ardından Cerrahpaşa Oditoryumu�na gidildi.
Oditoryum�daki törende İstanbul Üniversitesi Rektörü Dr. Kemal Alemdaroğlu, Vali Yardımcısı, İl Sağlık Müdürü konuştular. Meslekte 25, 40 ve 50. yılını dolduran hekimlere sertifika ve plaketleri verildi. Prof. Altan Onat�a Tıp Hizmet Ödülü verildi.
Sanatçı hekimler sergisi, Basın Müzesi�nde açıldı. Sanatçılar eserlerini ve anlayışlarını anlattılar.
Şişli Etfal Hastanesi�nin düzenlediği �Arşın Malalan�operetinde Cemal Reşit Rey neredeyse dolmuştu. Dr. Eyüp Gümüş�ün sunuşunun ardından, Oda Başkanı Arıoğul ve Hastane Başhekimi Dr. Bektaş Yıldırım da birer konuşma yaptılar.
Oda Başkanımızın son durağı Hekim Yardımlaşma Vakfı�nın Tarabya Oteli�nde düzenlediği yemek oldu. Yemeğe katılanlar Dr. Tarık Minkari�nin ülkemizin hekimlik tarihini özetleyen konuşmasını düşünceli bir dikkatle izledikten sonra, ardından yaptığı esprilere katılarak güldüler.
15 Mart Pazar:Büyükada çıkarmasına geniş bir hekim topluluğu katıldı. Adalar Belediye Meclisi Salonu�nda başlayan tartışma, Ada gezisiyle devam etti. Serindere Yürüyüşü�nün kontenjanları kısa zamanda dolmuştu. Briç turnuvası geniş bir katılımla Reçete�de yapıldı.
16 Mart Pazartesi:İstanbul Tıp Fakültesi�nde gündüz yapılan �Tıbbi Etik Simpozyumu�nun ardından; akşam, Tabip Odası toplantı salonunda �Sağlık Alanı Dışı Özelleştirmeler� konulu panel gerçekleştirildi. Oda Genel Sekreteri Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı�nın moderatörlüğünü yaptığı panelde, İstanbul Veteriner Hekimler Odası Başkanı Prof. Dr. Tahsin Yeşildere gıda, TMMOBYönetim Kurulu üyesi Ayfer Eğilmez kimya, Elektrik Mühendisi Hüseyin Yeşil elektrik, Gemi-Makina Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu üyesi Hakan Aydoğdu ise gemi-inşaat sektöründeki özelleştirme girişimlerini anlattı.
17 Mart Salı:Bu kez Küçükçekmece�de biraraya gelindi. Sağlık Grup Başkanlığı�nın Tabip Odası ile birlikte düzenlediği toplantı, Küçükçekmece Belediyesi Meclis Salonu�nda yapıldı. Açılışında Oda Başkanı Orhan Arıoğul, Küçükçekmece Belediye Başkanı Nurettin Şen, İl Sağlık Müdürü Dr. Mehmet Salman ve Küçükçekmece Kaymakamı Yüksel Ayhan�ın konuşma yaptığı toplantıda; �Küçükçekmece�de sağlık hizmetleri�, �Organ bağışı� ve �Tüberküloz�konuları ele alındı.
Aynı anda Hilton Oteli�nde �I. Ulusal Özel Sağlık Kuruluşları Sorunları Sempozyumu� yapılıyordu. Özel Sağlık Kuruluşları Birliği Derneği�nin başta İstanbul Tabip Odası olmak üzere birçok sağlık kuruluşu ile birlikte düzenlediği toplantıyı geniş bir katılımcı kitlesi izledi. Açış konuşmasını yapan Dernek Başkanı Dr, Doğan Birgül, çalışmalarla ilgili bilgi verirken İstanbul�daki özel hastanelerin sayısının 106�yı bulduğunu belirtti. Hastane sayısındaki hızlı artışın beraberinde getirdiği sorunlara değinen Dr. Birgül, Türk Tabipleri Birliği�nin özel sağlık sektörüne daha fazla ilgi göstermesi gerektiğini belirtti.
19 Mart Perşembe:�Sağlık Yönetiminde Profesyonelleşme�panelini Sağlık Yöneticileri Derneği düzenlemişti. Derneğin 2. Başkanı Dr. Abidin Özçelik�in yönettiği panele; M.Ü. Sağlık Eğitim Fak. Dekanı Prof. Dr.Osman Hayran, Kocaeli Üniv. öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Metin Ateş, Özel Sağlık Kuruluşları Birliği Derneği Başkanı Dr. Doğan Birgül ve Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Burhan Şenatalar katıldı.
20 Mart Cuma:İstanbul Tabip Odası Tarihi söyleşisine 40 kişi katıldı. Dr. Arıoğul ve TTBBaşkanı Dr. Füsun Sayek�in açış konuşmasının ardından katılımcılar kendilerini tanıttılar. İlk sözü alan Dr. Erdal Atabek, TTB�nin ve İstanbul Tabip Odası�nın kuruluşunu ve geçirdiği evreleri anlattı. Genç hekimler olarak göreve gelmelerine rağmen geniş bir destekle 14 yıl TTB�de görev yaptıklarını vurgulayan Atabek, ülke sorunlarından hiç kopmadıklarının altını çizdi. Dr. Kayıhan Aydoğmuş, Dr. Halim Dinç, Dr. Şükrü Güner, Dr. Üstün Korugan�ın yaptığı diğer sunuş konuşmalarının ardından hemen herkesin söz aldığı toplantı bir yemekle devam etti. Videoya kaydedilen bu toplantının geniş özetinin gelecek sayılarda yayınlanmasını, video kasetinin çoğalatılmasını bekliyoruz.
14 Mart etkinliklerinin ana sloganı kokart olarak her yerde taşındı. Biz de �Nice 14 Martlara�diyerek noktalıyoruz.
*
*
Kırk yılın ardından
Dr. Atilla Ongan
Hekimliğin dünü, bugünü ve yarınını; meslekte kırkıncı yılı geride bırakan bir hekim gözü ile özetlemek istiyorum.
Önce bugünkü hekimliğe bir göz atmak isterim. Bir tarafta hasta kuyrukları, ameliyat sıraları, yetersiz mekanlar, teknolojisi eksik kamu hastaneleri, bozulmuş hasta hekim ilişkileri. Bunları değiştirmeye çalışan bir avuç insan. Başka bir tarafta ise; batı ölçülerinde teknoloji kullanan teşhis ağırlıklı, çağdaş görünümlü tıp merkezleri... Bugün ülkemizin temel sağlık kuruluşları olan tıp fakülteleri, devlet hastaneleri ve SSKimkansızlar içerisinde hizmet vermekte, eğitim ve araştırma yapmakta; buna karşılık özel sağlık sektörü daha geniş imkanlarla çalışmakta, değişik şekillerde desteklenmektedir. Bütün bu altyapı ve hizmet çelişkilerinin dışında olumlu olumsuz yönleri ile sayıları kırkı geçen eski yeni tıp fakülteleri her yıl binlerce yeni hekim yetiştirmektedir. Bugün hekimlerin büyük bir kısmı, olumsuz şartlarda iyi bir hizmet verememenin sıkıntısını çekmekte; pekçoğu kendi yaşam stantardını ayakta tutmaya çabalamakta, ikinci üçüncü ek işlere dört elle sarılmaktadır. Daha da acısı sağlıktaki tüm olumsuzluklardan sorumlu tutulmakta, verdiği güzel hizmetler de boşa gitmekte, toplum içinde saygınlığını giderek yitirmektedir.
Dün, nostalji bir yana, çizdiğim bu karamsar tablonun dışında bir hekimlik vardı. İmkanlar yine kısıtlı, kurumlar gene yetersizdi, yer yer hekimliğe yakışmayan olaylar da cereyan ediyordu; ama kötüler dışlanıyor, olaylar tüm hekimliğe bulaştırılmıyordu. Ayrıca parasal kaynakları daha verimli kullanmak isteyen, koruyucu sağlığa önem veren, daha kaliteli hekim yetiştirmeyi amaç edinen, hekimlere daha iyi ücret ödemek, halka daha iyi hizmet vermek isteyen bir sistem vardı; ya da eğilim o yöndeydi... En azından benim yaşadığım günlerde �KDV�li ücret�diye bir kavram yoktu. Hekim �honoreri�bir zarf içinde hekime takdim edilirdi.
O günlerden niçin bu noktaya geldik?Olaya sosyo-ekonomik açıdan bakarsak, bazı noktaları kolayca yakalayabiliriz... İkinci Dünya Savaşı sonrasında batıda ve ülkemizde sosyal devlet kavramı gelişti. Sosyal devlet, parasız eğitim veren, yaşlılıkta güvence sağlayan, kamu eli ile sağlık hizmeti sunan devlettir. Sağlık; herkese parasız ve eşit olarak ulaştırılmalıdır. Sağlık; insanlar için temel bir haktır... Kanada, İngiltere, İsveç�tekigibi birçok batı ülkesinde sağlık sistemleri bu yönde geliştirildi ve yapılandırıldı. Ülkemizde ise çok daha eskilerde, Cumhuriyet ile başlayan bu sosyal devlet ve sağlık anlayışı, altmışlı yıllarda daha da geliştirildi ve anayasamıza girdi. Fakat tam anlamıyla yerli yerine oturtulamadı.
Seksenli yıllara gelindiğinde bütün dünyada ve ülkemizde gene sosyo-ekonomik nedenlerle devletin küçültülmesi gündeme geldi. Refah devleti ikinci planda kaldı. Sağlığı korumak devletin görevleri arasından çıkarıldı ve sosyal devlet gözardı edildi. Ayrıca bir de kavram değişikliği oldu. Eğitim ve sağlık artık insanlar için temel hak olmaktan çıkıp bir gereksinim (ihtiyaç)olarak algılanmaya başlandı. Bu iki kavrama dikkatinizi çekmek istiyorum. Biri temel hak, öbürü ihtiyaç.
Eğer sağlığı ihtiyaç olarak kabul edersek; insanlar diğer ihtiyaçları gibi sağlığı da ceplerinden kendileri karşılar. Devlet insanların ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlü değildir. Ancak pahalılaşan sağlık gereksinimlerini halkın ödeyebilmesi için özel-genel sağlık sigortaları, yardım fonları kurulması gerekir. Bunun için sağlık yeniden organize edilmelidir... Sağlık bir ihtiyaç ise sağlık mal gibi algılanır, yani alınır satılır. Ücreti piyasa şartlarına göre belirlenir. Ayrıca insanlar yaşamı ve sağlığı için her fedakarlığı yapacağına göre giderek sağlığa ayrılan para da artar. Sağlık alanı daha da büyük bir pazar olur. İleri teknoloji araç gereçleri, lüzumundan fazla donanım, geri ülkelere satılır. En önemlisi sağlık bu şekilde maddeleşirse (ekonomi dili ile metalaşırsa)hekimin emeği de metalaşır:alınır, satılır. Hatta üzerinden kar edilir.
İlk bakışta bu durum hekimler için cazip gözükse bile, gelecekte hekimlik piyasa malı olur. Sosyal güvenceden yoksun, ucuz hekim çalıştırmak doğal kabul edilir. Ayrıca hekimler arası piyasa rekabeti, hekimliğin toplum nazarında saygınlığını daha da yitirmesine neden olur. İçinde bulunduğumuz günlerde, ülkemiz sağlık sistemi de, Dünya Bankası�nın istemi doğrultusunda, hızla yeniden yapılandırılmaya uğraşılmaktadır. Bunun gereği olarakta kamu sağlık kuruluşları ihmal edilmekte, bir anlamda çökertilmekte, mülkiyet ya da hizmet olarak özelleştirilmeye çalışılmaktadır.
Son söz olarak; Hipokrat yemini etmiş fedakar, ulvi, üstün insan, eski hekimlerden; halkına kamu eli ile hizmet götürmesi istenen toplumun saygıdeğer kişisi dünkü hekime; oradan da emeği ve işi artık mal gibi görülen yarınki hekime gidiş...
İşte benim kırk yıllık hekimlik hayatımın dünü, bugünü ve yarını.
*
*
Ödüller...
Her yıl 14 Mart Sağlık Haftası etkinlikleri içinde verilen ödüller bu yıl da törenlerle sahiplerine sunuldu.
Tıp Hizmet Ödülü Prof. Dr. Altan Onat�a 14 Mart günü yapılan törende verilirken, diğer ödüller Ferda Ereren - Üç Deniz Topluluğu�nun müzik dinletisinin de yer aldığı bir törende dağıtıldı.
Geçen sayımızda 1986�dan bu yana verilen ödüllerin sahiplerine yer vermiştik. Bu kez, 1998�in ödül sahiplerini ve jürilerin ödül gerekçelerinin geniş bir özetini yayınlıyoruz. Prof. Dr. Altan Onat�ın ödül töreninde yaptığı konuşmayı da dikkatinize sunuyoruz.
DT. SEVİNÇ ÖZGÜNER BARIŞ - DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI ÖDÜLÜ ve GEREKÇESİ
� Ödül sahibi: Mahmut KONUK
Kimdir Mahmut KONUK?
Kamu emekçilerinin bu onurlu mücadelesinde ortaya çıkarak ön saflarda duran bir sağlık emekçisidir. O, 1989'dan bu yana kamu emekçilerinin grevli toplu sözleşmeli sendikal haklarının yasal güvence altına alınması ve kamu hizmetlerinde çalışanların örgütlenmesi için her koşul ve ortamda mücadele etmiş, önderlik yapmış bir sağlık emekçisi, bir kamu çalışanıdır!...
Tüm Sağlık-Sen' in kuruluşuna omuz vermiş, Ankara'da il sekreterliği ve başkanlığı görevlerini üstlenmiş, duyarlı ve dirençli bir sağlıkçı, bir emekçidir. Verdiği mücadele nedeniyle, üstleri tarafından sürekli cezalandırılan bir kişidir. Defalarca, "uyarma", "kınama", "maaş kesme" cezaları almıştır. İki kez ve üç yıl süreyle "kademe ilerlemesi" durdurulmuştur. Üç kez "sicil'i bozulmuş"tur. 11 kez sürgün edilmiş, defalarca gözaltına alınmış, işkenceden geçirilmiştir. Bir kez "memuriyetten men" istemiyle Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk edilmiştir. 1993 yılında 1 yıl hapis ve 100 milyon TL ağır para cezasına çarptırılmıştır.
Ne yapmıştır Mahmut KONUK?
Hizmet verdiği vatandaşa kötü mü davranmıştır, işkence mi yapmıştır? Hayır! Devletin malına zarar mı vermiştir ya da zimmetine mi geçirmiştir? Hayır! Vatandaştan rüşvet mi almıştır? Hayır! Bir çetenin üyesi mi olmuştur? Hayır!
Peki o ne yapmış da tüm bunlarla karşı karşıya kalmıştır?
Suçu, sendika yöneticisi olarak Demokrasi Kurultayı'nda demokrasi isteğini belirttiği, barıştan, haktan hukuktan söz ettiği bir konuşma yapmaktır.
Vatandaşa kötü muamele ve işkence edenler, rüşvet yiyenler, devletin malını gasp ve talan edenler, çete kuranlar, bilim insanlarını, sanatçıları, aydınları, demokratları kurşunlayanlar serbestçe sokakta dolaşırken ve bazıları "onlarla gurur duyarken"; defalarca ölümle tehdit edilen Mahmut KONUK, şimdi bir yıllık hapis cezasını tamamlamak üzere Ankara Merkez Cezaevi'nde yatmaktadır. Kamu emekçileri yağmurda, karda, soğukta, meydanlarda inançla, güvenle, gururla, onurla direniyorlar. Mücadelelerini ülkenin her yanına ve her insanına, sağır kulaklara, görmeyen gözlere, donmuş yüreklere duyurmaya çalışıyorlar.
Bu karamsar, tehlikeli ve geleceği belirsiz ortamda, 1998 Yılı Dt. Sevinç Özgüner Barış Demokrasi ve İnsan Hakları Ödülü jürisi olarak, kamu emekçilerinin mücadelesine önderlik eden ve çok büyük katkılarda bulunan sağlık emekçisi Mahmut KONUK'a bu yılın ödülünü vermeye karar verdik.
Çağdaş, demokratik, insan haklarına saygılı, emeğin karşılığının alındığı, insanca yaşanabilecek bir ortamın yaratılması için savaşım veren tüm emekçilere örnek olan Mahmut Konuk'u bu nedenle kutluyoruz.
PROF. DR. NUSRET FİŞEK HALK SAĞLIĞI HİZMET/TEŞVİK ÖDÜLÜ ve GEREKÇESİ
� Hizmet Ödülü sahibi: Sefaköy (İnönü Mahallesi)Sağlık Ocağı
� Teşvik Ödülü sahibi: Hürriyet Mahallesi Sağlık Ocağı
Jüri; hem Nusret Fişek ideallerinin bu toplumda sürdüğünü ve süreceğini göstermek, hem de her şeye karşın "son cephe" de düşmeden olumlu işlerin yapılabileceğini gösterdikleri için, ileri sürdüğü koşullara en yakın sağlık ocaklarına bu ödülü vermeye karar verdi.
Bu amaçla, İstanbul'da görev yapan;
1. Bağlı bulunduğu İstanbul Tıp Fakültesi Koruyucu Hekimlik ve Halk Sağlığı Anabilim Dalı'nın bilimsel destek ve denetimi altındaki, Avcılar-Halkalı Eğitim ve Araştırma Sağlık Grup Başkanlığı'nın düşünsel ve bilgisel katkılarıyla, kısıtlı olanaklarla ancak büyük bir görev bilinciyle, aranan koşulları yerine getirmeye çalıştığı ve bir bölümünü de gerçekleştirdiği için; Sefaköy (İnönü Mahallesi) Sağlık Ocağı'na 1998 Yılı Nusret Fişek Halk Sağlığı HİZMET ÖDÜLÜ'nü,
2. Bağcılar Sağlık Grup Başkanlığı bölgesinde yer alan, ancak grup başkanlığının desteğine bile sahip olamayan, açılmasından bu yana geçen iki buçuk yıl içinde, özellikle yöre insanlarını hizmetin gereklerine ve kendilerine inandırarak sağladıkları destekle bu hizmeti önemli oranda yerine getirmek üzere verdikleri emek ve döktükleri alınteri nedeniyle Hürriyet Mahallesi Sağlık Ocağı'na da 1998 Yılı Nusret Fişek Halk Sağlığı TEŞVİK ÖDÜLÜ verildi.
Jüri değerlendirme sırasında; İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'nde kurulan, başka diş hekimliği fakültelerinde olmayan, Toplumda Ağız Diş Sağlığı Bilim Dalı'nın toplumun genel sağlığına da yönelik önemli çalışmalardan birini gerçekleştirmekte olduğunu saptadı. Bu bilim dalında oluşturulan bir çalışma grubu; temel sağlık hizmetleri arasında yer alan ağız ve diş sağlığı ile ilgili koruyucu çalışmaları, Bilecik ilinde bir pilot pojeyle ve sağlık ocaklarına entegre ederek sürdürmekte. Ödül jürisi, bu çabayı da övgüye değer buldu.
DR. NEJAT YAZICIOĞLU İŞÇİ SAĞLIĞI ÖDÜLÜ ve GEREKÇESİ
� Onur Ödülü sahibi: Prof. Dr. Turhan AKBULUT
� Hizmet Ödülü sahibi: Meslek Hastalıkları Hastaneleri Adına İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesi
� Çalışma Ödülü sahibi: Dr. Fahrettin DOĞUSAN
Tüm yaşamını emekçilere adamış bir büyük ustanın, Odamız eski Genel Sekreteri Dr. Nejat Yazıcıoğlu'nun anısına her yıl; işçi sağlığı dalında yıllarını vermiş, emekçilere sağlık ulaştırma mücadelesinde fedakarane çalışmalar yapmış bir hekimimize (Prof. Dr. Turhan Akbulut'a) onur ödülü yine bu alanda öncü çalışmalarıyla konunun güncelleşmesi ve hekimlerin eğitimlerine öncülük etmiş bir işçi sağlığı kuruluşu'na (Meslek Hastalıkları Hastaneleri Adına İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesi'ne) hizmet ödülü ve son olarak çok kısıtlı koşullar altında çalışılan bu alanda en iyi bilimsel çalışma yapan bir hekimimize (Dr. Fahrettin Doğusan'a) da çalışma ödülü verilmesi kararlaştırıldı. YAZICIOĞLU ailesi çalışma ödülüne maddi olarak katkıda bulunuyor.
BASIN SAĞLIK ÖDÜLÜ SAHİPLERİ
İstanbul Tabip Odası'nın "toplum sağlığının sorunlarının çözümü, sağlık çalışanlarının sorunlarının gündeme getirilmesi ve iyileştirilmesi konularında gerçeklere dayalı çalışmalar yapan basın mensupları ve basın-yayın organlarını teşvik etmek" amacıyla oluşturduğu Basın Sağlık Ödülleri Jürisi, ödül için başvuran ve aday gösterilen basın mensupları ve kuruluşları yanında, İstanbul Tabip Odası'na gelen yazılı basın küpürleri arasından belirlenen 300 haber, köşe yazısı, makale, dizi yazı ve araştırma yazısını, jüri üyeleri tarafından önerilen 10 TV programı ile yedi radyo yayınını değerlendirdi.
� Yazılı basın-haber dalında; Toplumun geniş kesimini ilgilendiren SSK Hastaneleri ile ilgili sorunları çarpıcı ve ilginç bir başlıkla ele alıp doğru bilgilere dayalı olarak özlü bir şekilde sunuşu nedeniyle Radikal Gazetesi'nden Gülay DEMİRTAŞ, "Hastaneden TIR geçiyor" başlıklı haberiyle,
� Yazılı basın-araştırma dalında; Toplum sağlığı kadar hekimlik için de çok önemli ve güncel bir konuyu bütün yönleriyle, uzmanlar ve tüm taraflardan aldığı bilgilerle işleyişi nedeniyle Gazete Pazar'da yayınlanan "Tıp camiasında etik konuşuluyor" başlıklı dosyasıyla Ayşegül KARTAL,
� Dergi-haber dalında; Önemli bir toplum sağlığı sorunu olan gıda
kontrolleri konusunda kamu yöneticilerinin eksikliklerini konu alan, Nokta Dergisi'nde yayınlanan "Sağlık Bakanlığı, bozuk gıdaya geçit veriyor" başlıklı yazısıyla Neşe SARIDOĞAN,
� Dergi-araştırma dalında; Hekimler de dahil olmak üzere yeterince bilinmeyen önemli bir konuyu, hukuki, tarihi, bilimsel ve etik yanlarıyla işleyerek Cumhuriyet Dergi'de yayınlayan "Bekaret testi suçtur" başlıklı araştırmasıyla Ece TEMELKURAN ile ülkemizin kanayan bir yarasına parmak basarak "gıda ambargosu" olarak nitelenen uygulamanın Tunceli'de yol açtığı sorunları insancıl bir yaklaşımla değerlendiren, Cumhuriyet Dergi'de "Açlık varsa, herkes susmalı" gibi anlamlı bir başlıkla kaleme alan Hülya ERGÜN,
� Televizyon-haber dalında; Geçtiğimiz yıl bir basın mensubunun ölümüyle sonuçlanan bir olayı doğru ve gerçekçi bir değerlendirmeyle işleyerek "organ bağışı" konusunda halkı eğitmeyi ve soruna çözüm aramayı hedefleyen, bu sırada tarafların görüşlerini alarak konuyu özlü ve çarpıcı şekilde ekrana getiren haberiyle aTV Haber Dairesi,
� Televizyon-program dalında; Hepsi de toplumun geniş kesimlerini ilgilendiren çok çeşitli bir konu yelpazesini, tıp topluluğu ve farklı isimlerin görüşlerini alarak yaptığı sürekli programlarla halkın sağlık eğitimine katkılarından dolayı İzmir TRT yapımı olan "Işıldak" programı,
� Televizyon-mizah dalında; Hekimlerin ve hastaların günlük yaşamda karşılaştığı sorunları hicvederek ele alan sürekli çabaları, hem hekimler ve sağlıkçıların hem de hastaların hatalı davranışlarını eleştirerek düşündürten skeçleri nedeniyle Kanal D Televizyonunda yayınlanan "Olacak O Kadar" programı ödüle uygun görülmüştür.
*
*
Jüriler...
TIP HİZMET ÖDÜLÜ JÜRİSİ:
Prof. Dr. Olcay NEYZİ, Prof. Dr. Nükhet TÜZÜNER, Doç. Dr. Berrak YEĞEN, Prof. Dr. Orhan ULUTİN, Prof. Dr. Hasan YAZICI, Prof. Dr. Tevfik AKOĞLU, Prof. Dr. M. Zeki KARAGÜLLE, Prof. Dr. Orhan ARIOĞUL.
PROF. DR. NUSRET FİŞEK HALK SAĞLIĞI HİZMET/TEŞVİK ÖDÜLÜ JÜRİSİ:
Dr. Fahri ASLANTÜRK, Atilay AYÇİN, Dr. Ömer Faruk AYDIN, Dr. Nuran DOĞRAMACIOĞLU, Dr. Hilmi ERGİNÖZ, Dr. Özer GÜVENÇ, Dr. Mithat KIYAK, Dr. Erdoğan MAZMANOĞLU, Dr. Abidin ÖZÇELİK, Dr. Mustafa SÜTLAŞ, Dr. Yıldız TÜMERDEM, Dt. Ali UÇANSU, Vet. Hek. Tahsin YEŞİLDERE.
DR. NEJAT YAZICIOĞLU İŞÇİ SAĞLIĞI ÖDÜLÜ JÜRİSİ:
Dr. Nazif YEŞİLLETEN, Dr. Nazif BİLGİN, Prof. Dr. Ayşe KAYPMAZ, Dr. Haldun SİRER, Dr. Cumhur DEMİR, Dr. Selver SARICA, Atilla ÖZSEVER.
DT. SEVİNÇ ÖZGÜNER BARIŞ - DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI ÖDÜLÜ JÜRİSİ:
Dr. Nurettin KARACA, Dr. Ali Tezel EROL, Dr. Hasan KENDİRCİ, Prof. Dr. M.Semih GEMALMAZ, Berat GÜNÇIKAN, Av. Şenal SARUHAN, Dr. Ali ÇERKEZOĞLU, Dr. Önder ÖZKALIPÇI, Av. Ercan KANAR.
BASIN SAĞLIK ÖDÜLÜ JÜRİSİ:
Atilla ÖZSEVER, Sibel GÜNEŞ, Turgay OLCAYTO, Dr. Erdinç KÖKSAL, Dr. Kürşat YILDIZ, Dr. Rıfat YÜCEL, Dr. Özcan BARİPOĞLU, Dr. Ümit ŞAHİN.
*
*
Türkçe, bilim ve tıp dili
Prof. Dr. Taner Gören*
İstanbul Tabip Odası�nın 14 Mart Sağlık Haftası etkinlikleri içerisinde, 13 Mart 1998 tarihinde, İstanbul Tıp Fakültesi�nin 1933 Reform Amfisi�nde, �Bilim ve tıp dili olarak Türkçe�konulu bir panel yapıldı. Saat 13.30�da başlayan ve bir buçuk saat sürmesi öngörülen panel, az sayıda fakat konu ile yakından ilgilenen katılımcıların da katkıları ile, saat 16�ya kadar sürmüştür. Panel, Oda�nın bilimsel yayın organı olan Klinik Gelişim Dergisi�nin onuncu yılını doldurması nedeniyle düzenlenmiştir.
Yayın Kurulundan, derginin onuncu yılını doldurması nedeniyle bir etkinlik yapması istenildiğinde, bir panel düzenlenmesinin uygun olacağına karar verilmiş, ancak panel konusunun ne olacağı hakkında oldukça uzun tartışmalar yapılmıştı. O sıralarda dergimize gelen bir yazı, bu sorunu çözdü.
Yazının başlığı, panelin de başlığı olan, �Bilim ve tıp dili olarak Türkçe�idi. Gerçekten de bugün, bilim ve tıp dili olarak Türkçe�nin kullanılmasında büyük sorunlar yaşanmaktaydı; dergiye gelen yazıların bilimsel içeriğinin yeterli olup olmadığının belirlenmesi çalışmaları sırasında, dikkatimizi çeken ve çok rahatsız edici bir sorun vardı. O da Türkçe�nin kullanımı idi. Yazılarda, çok bilinen Türkçe karşılıkları olduğu halde birçok yabancı tıp terimi kullanılmakta, bu yabancı terimler nedeniyle, önemli Türkçe dilbilgisi yanlışları, özellikle isim ve sıfat tamlaması yanlışları yapılmaktaydı. Panele katılan konuşmacılardan biri olan, genç kalp damar cerrahı Dr. Nilgün Ulusoy Bozbuğa tarafından kaleme alınan ve bize esin kaynağı olan sözkonusu yazıda, bu sorunlar işlenmekte, Türkçe�de giderek artan bir şekilde oluşan �kirlenme�nin altı çizilmekte ve çözümler önerilmekteydi.
Panele katılan konuşmacılardan hiçbiri konunun uzmanı olan kişiler değildi, ancak bu konuya yakın ilgi duymuş ve bazı çalışmalar yapmışlardı. Zaten bugün, konunun uzmanı durumunda bulunan kişilerin bulunduğunu söyleyemeyiz. Bu nedenle biz, panele dinleyici olarak katılanları da birer panelist olarak algılamayı kararlaştırdık. Amacımız, konunun her boyutu ile tartışılması ve ileriye dönük bazı görüş ve önerilerin belirlenmesiydi.
Konuşmacılardan, İstanbul Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı�nın emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Göngör Ertem; Türk Kardiyoloji Derneği�nce çıkarılan Kardiyoloji Terimleri Kılavuzu isimli kitapçığın hazırlanmasını sağlamıştır. İstanbul Tıp Fakültesi Histoloji Anabilim Dalı�nın öğretim üyesi Prof. Dr. Yener Aytekin; konusu ile ilgili bir kitap yazımı sırasında Türkçe�nin kullanımı ile ilgili önemli sorunlarla karşılaşmış ve konuya ilgi duyarak bu konuda bazı çalışmalar yapmıştı. Beyin cerrahı olan Dr. Mustafa Bozbuğa, konusu ile ilgili bir kitap çevirisi sırasında karşılaştığı sorunlar nedeniyle, zaten duyarlı olduğu Türkçe�nin kullanımı konusuna ilgisinin daha da artmış olduğunu belirtti.
Panelde konu ile ilgili bir çok soruna değinildi. Esas olarak iki görüş ağırlık kazandı:
Birincisi, öncelikle, halen var olan Türkçe�de bulunan ve çoğunluk tarafından bilinen Türkçe bilimsel terimlerin kullanılması hususunda titizlik gösterilmesi; gereksiz yere yabancı terim kullanılarak Türkçe�nin kirlenmesine yol açılmamasının yanısıra, dilbilgisi kurallarına uygun olarak yeni bilimsel Türkçe terim üretilmesi çalışmalarına da karşı çıkılmaması ve henüz Türkçe karşılığı bulunmadığı için yabancı dillerden ödünç alınan sözcüklerin, belli bir kural çerçevesinde, hiç değilse herkes tarafından aynı şekilde okunup yazılması şeklinde idi.
İkinci tez, Türkçe�nin zengin bir dil olması ve sondan ek alabilme özelliği nedeniyle yeni sözcük üretiminin kolay olduğu, bu nedenle, tüm bilimsel terimlere Türkçe karşılık bulunabileceği, bu konudaki çalışmalara ağırlık verilmesi gerektiği şeklindeydi. Bu ikinci görüşün savunucularından, Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Süreyya Ülker de toplantıya katılarak çok değerli katkılarda bulundu. Dr. Ülker�in, doksan bin yabancı tıp ve bilim terimine, dilbilgisi kurallarına uygun olarak üretilmiş Türkçe karşılıklar önerilen büyük bir sözlük çalışması ve yeni terimlerin kullanıma sunulması amacına yönelik olarak, çalıştığı dal olan patoloji konusunda, yeni terimleri kullanarak yazdığı kitapları var.
Bu iki farklı görüşün birleştiği nokta ise, yeni bilimsel sözcük üretiminin, ancak bilimi üretmekle ağırlık kazanacağı, yalnızca dış yayınların izlenmesi ile sınırlı kalan bilimsel çalışmaların, Türkçe�de kirlenmeyi hızlandıracağı ve gereksinim duyulmadığı için yeni terim üretme çalışmalarının da kısır kalacağı şeklinde idi.
Dergimizin editörü Prof. Dr. Orhan Ulutin, bütün bunlara ek olarak, İngilizce tıp eğitiminin yararlı olamayacağı gibi, Türkçe�nin kirlenmesi konusunda da olumsuz sonuçlar doğuracağı görüşünün altını çizdi. Panele katılanların tümü, bilim ve tıp dili olarak Türkçe�nin sorunları konusunda, ilgili herkese büyük sorumluluk düştüğü, bu konuda, örneğin Türk Tabipleri Birliği gibi, yetkili bir kurumun şemsiyesi altında çalışmaların başlatılması gerektiği görüşünde birleştiler.
Panel başlamadan önce, dergimizin kuruluşunda ve sonraki çalışmaların devamında inanılmaz gayretleri bulunan, Yayın Yönetmenimiz sayın Bediz Suner�e, editörümüz Prof. Dr. Orhan Ulutin tarafından bir şükran plaketi verildi. Sayın Suner�e burada bir kez daha teşekkür ediyoruz.
* Klinik Gelişim Dergisi Yayın Kurulu Üyesi
*
*
Etik Simpozyumu
Dr. Yıldırım Gülhan
İstanbul Tabip Odası Etik Kurulu 4 yıldır görev yapmakta, her ay düzenli olarak toplanmaktadır. Ayrıca her yıl �14 Mart Sağlık Haftası� içinde �Tıbbi Etik Simpozyumu� düzenlemektedir. Bu yıl, İstanbul Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi ABD, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi ABD, Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Deontoloji ABD ve İstanbul Tabip Odası�nın ortaklaşa düzenledikleri �Tıbbi Etik Simpozyumu�16 Mart 1998�de İstanbul Tıp Fakültesi 1933 Reform anfisinde yapıldı. Simpozyumun üç ayrı oturumunda 50 ile 80 arasında katılımcı vardı.
Birinci oturum, �Doğumunun 100. yılında Ord. Prof. Süheyl Ünver�i anma toplantısı�idi. Konuşmacı Prof. Dr. Arslan Terzioğlu; Süheyl Ünver�in, Deontoloji derslerinin tıp eğitimine girmesini sağladığını vurgulayarak İstanbul Tıp Fakültesi ile Cerrahpaşa Tıp Fakültesi�nin Deontoloji ve Tıp Tarihi kürsülerini kurduğunu belirtip, bu kürsülerin başkanlığını yaptığını söyledi. Terzioğlu konuşmasında, �Artık klinik etik dersleri tıp eğitiminde yerini almalıdır� dedi.
İkinci oturum, �Meslek hataları ve tıbbi etik� paneliydi. Prof. Dr. Kutay Akpir; mortalite ve morbiditeyi sıfıra indirmek için anestezi standartlarını oluşturduklarını, kalite kontrolü nasıl yapılır diye düşünmeye başladıklarını belirtti. Akpir, iyi hekimlik için standartın şart olduğunu, dolayısıyla iyi anestezi için de standartın şart olduğunu belirtip, �Anestezi derneğinin oluşturduğu standartları bir kitapçıkta topladık� dedi. Altyapı oluşturulamıyorsa yönetim hatalarından bahsedilebileceğini, altyapı oluştuktan sonra anestezi hatalarının gündeme getirilebileceğini söyledi.
Prof. Dr. Emin Artuk; �acil hastanın tedavisi nerede olursa olsun yapılmalıdır� diyerek, tıbbi yardımdan kaçınılamayacağını bildirdi. Artuk, kusurlu eylemden doğan suçlarda; kast, taksir sorumluluğu, tedbirsizlik, meslek ve sanatta acemilik gibi unsurların olup olmadığının arandığını ve değerlendirmenin buna göre yapıldığını söyledi.
Eğitim ve Sağlık Muhabirleri Derneği Başkanı Sibel Güneş; basının, meslek hataları konusunda hekimlerin konuşmak istemediğini düşündüğünü söyledi. Güneş; �meslek hatası ile ilgili haber yapan gazeteci, gazetecilik meslek ahlakına uymalıdır ve objektif davranmalıdır� dedi. Bunun yolunun da eğitimli olmaktan geçtiğini, bu nedenle Gazeteciler Cemiyeti ve İstanbul Tabip Odası�nın ortaklaşa gazetecilere yönelik bir eğitim programı uyguladıklarını söyledi. Güneş; �hasta hakları yasası olmalı, hekim de gazeteci de bu haklara sahip çıkmalıdır�dedi.
Prof. Dr. Coşkun Özdemir; toplum kirlenme içindedir; bunun hekimliğe yansımaması mümkün değildir dedi.
Son oturum �Tıpta kaynak kullanılması ve etik�paneliydi. Prof. Dr. Ercan Tuncel; teşhiste teknolojinin gereksiz kullanılmasının nedenlerini, kar amacı ve bilgisizlik, eğitimsizlik başlıkları altında topladı. İleri teknolojik yöntemlerin; yüksek maliyet, zararlı etkiler, hastanın gözardı edilmesi ve yerinde kullanılmamanın yanıltıcılığı gibi sorunları olduğunu belirten Tuncel, gereksiz kullanımın önlenmesi için önerilerini şu şekilde sıraladı:Tıp eğitimini iyileştirmek, mezuniyet sonrası devamlı eğitim, günlük muayene sayısını sınırlamak, ortaklık ve komisyonu önlemek, �self-referral�i önlemek.
Prof. Dr. Şule Oktay, sınırlı kaynak kullanımında adalet ilkesinin temel alınması gerektiğini belirtti. Buna bağlı olarak akılcı ilaç kullanımının prensiplerini anlatarak, akılcı olmayan ilaç kullanımından örnekler verdi.
Dr. Ömer Karahan; son yıllarda özel sağlık sigortası yaptıranların sayısının hızla arttığını ve bugün 500.000 gibi bir rakama ulaştığını belirtti. Bunun çok daha yüksek rakamlara ulaşacağını, buna paralel sigorta yapan şirket sayısının da artacağını söyledi. Ancak uygulamada hekim-sigorta şirketi arasında birçok sıkıntıların yaşandığını, etik olarak benimsenemeyecek uygulamaların görüldüğünü vurgulayarak, bu nedenle mahkemeye aksetmiş davalar olduğunu söyledi. Tabip Odalarının, uyuşmazlıklarda ve problemlerin çözülmesinde kendilerine yardımcı olmadığını belirterek, dileklerinin Tabip Odaları ile ortak çözüm yolları bulmak olduğunu söyledi.
Doç. Dr. İrfan Gökçay; etik değerleri savunmak ve geliştirmek için kamu kaynaklarının eşit, etkin ve verimli kullanımının şart olduğunu söyledi. Bunun için tıbbi teknolojinin uygun kullanılması ve aynı sonuçlara en az kaynak kullanarak ulaşan yöntemlerin kullanılması gerektiğini belirtti. Gökçay sonuç olarak, �kamu kaynaklarının etkin kullanımının, kamu sağlık hizmetleri yönetim tarzında yapılacak değişiklikler, kaynak kullanımını etik olarak benimsenebilecek hale getirir� dedi.
Günümüzde sıkça karşımıza çıkan meslek hataları ve kaynak kullanımı konusundaki paneller, konuşmacıların tebliğlerinden sonra katılımcıların katkıları, eleştirileri ve soruların cevaplandırılmasıyla sonlandı. Bundan sonra bu konular tartışılmaya yine devam edecek. Doğru nedir, aranacak, çözümler üretilecek.
Sizin de söylemek istediklerinizi İstanbul TabipOdası Etik Kurulu�na iletmenizi diliyorum.
*
*
Zorluklar yıldırmasın
Prof. Dr. Altan Onat
İstanbul Tabip Odası�nın 1997 yılında hekimler için koymuş olduğu Hizmet Ödülü�nün şahsıma tevdi edilmiş olmasından onurlandım, büyük mutluluk duyuyorum. Bir hekimin ömür boyu araştırma, çalışma ve hizmetlerinin sonucunda bu şekilde taltif edildiğini görmek, manevi değerlerin en büyüğünü oluşturur.
Üniversite hocalığının bahşettiği ulviliğin dışında, kıymet verdiğim bir bilim araştırma ödülü, kıtasal bir meslek kuruluşunda yöneticilik sonucu bir madalya kazanmak ve pek çok sayıda uluslararası kongrede oturum başkanlığında görev almak gibi çeşitli iltifatlara mazhar oldum. Ama hizmet alanının bütünlüğünü kapsayan bu ödülün benim için değeri apayrı, çok ağırlıklı.
Aday olarak beni uygun bulduğu için Türkiye Bilimler Akademisi�ne şükranlarımı peşinen ifade etmek isterim. Bu ödülü önceki yıllarda kazanan tıp adamlarımızın bilimsel çapı gurur vericidir; ödülü seçkin bilim adamlarımızın oluşturduğu bir jüriden ve çok değerli dostum Jüri Başkanı Orhan Ulutin Hoca�dan almam beni hassaten duygulandırdı.
Ödüller toplumda çalışma ve başarıyı özendirmek için kıymetli birer araçtır. Batı ülkelerine kıyasla ödüllendirme sürecine mesleki toplumumuz uzun süre yeterince itibar etmemişti. Derken, son 10-15 yılda, medya, sanat ve turizm mensupları arasında bir ödül furyası yaşandığı izlenimindeyim. Ödüllerin, zamanla gerçek anlamına bürünmesi için, İstanbul Tabip Odası�nın ödülü örnek alınabilir.
Ülkemiz açıklanması güç tezatlar içinde... Jeopolitik yeni gelişmeler bir yandan bizim bir bölgesel güç olma yolunda bulunduğumuzu gündeme getiriyor, öte yandan içteki belirsizliklerle derin bir buhranın eşiğinde olmamız sözkonusu. Bir olgun yazarımızın dün nitelediği gibi, kurumları yıpranmış, siyaseti tıkanmış, devlet mekanizması karar alamaz duruma düşmüştür.
Bu görüş bizi aşırı endişeye sürükleyecek boyutta olmamalıdır. Çünkü ülkemiz çok sağlam kurumlara da, herşeyden önce fevkalade dinamik bir kuşağa sahiptir. Kendi ortamımızla ilgili olarak bilimdeki gelişmemizi buna örnek vermek isterim. Bilimin objektif ölçüt veya ölçütlerini kullanırsak, tıpta ya da bilimin genelinde, gelişmekte olan milletlerin büyük çoğunluğunun gıpta edecekleri bir tempoyu, 10 küsur yıldır yakalamış bulunuyoruz. Onların 10 yılda kaydettiği ilerlemeden daha büyük bir hamleyi, biz iki yılda geride bırakıyoruz. Science Citation Index�in taradığı dergilerde yer almayı başaran yayınların sayısı gözönünde tutulunca, son 10 yıldaki gelişme hızı bakımından dünyada, Güney Kore�den sonra, başta geliyoruz. Bu tempo 1997�de de devam etti ve Tayvan�ı kılpayı da olsa geçtik. Çin, İspanya, Meksika, Brezilya gibi hızla kalkınan ülkeleri gelişme hızında geride bıraktık. Mensubu bulunduğumuz tıp alanında andığım gelişme daha da çarpıcıdır. Geçen yıl Science Citation�la ilgili dergilerde yalnız tıp alanında 1600�ü aşkın yazı yayınlayabildik, bunun 1020�si tam metinli makale idi. Bu, çeşitli tıp kurumlarımızdan üst düzey uluslararası dergilerde her hafta 20 tam-metinli makale türünde tıbbi yayını kabul ettirecek seviyeye erişebildiğimizi ifade etmektedir.
Bu gözlem, sağlam, güçlü, bilimsel kurumlarımızın varlığını desteklemekle ve kısa vadeli çekişmelerden sıyrılan, gençlerimize uygun bir bilim ortamı hazırlayan iyi yönetim yaklaşımlarıyla mevcut potansiyelimizi çok daha güçlü şekilde kanalize edebileceğimizi işaret etmektedir.
Ciddi, dengeli davranış içinde, hekim meselelerine, halkın sağlık sorunlarına çözüm arayan İstanbul Tabip Odası, işte, üniversel değer taşıyan ödüllendirme işlemini de on yılı aşkın süredir benimsemiş oluyor. Bunu ehil ellere bırakarak toplumda örnek davranış, doğru değerler aşılanmağa çalışıyor. Takdir etmemek mümkün değil.
Bu hizmet ödülünün bana verdiği ilave bir tatmin hissi, sağlığımın çok önce, 22 yıl önce ciddi bir darbe yemesine, birkaç yıl sonrasına bile güvenle bakamamama rağmen, kendimi yılmadan çalışma, yaratma ve hizmete adamaya yöneltmem sonucu sağlığa da, hizmete de halel getirmeden bunu başarabilmiş olmamdır. Bunun için Tanrıya şükrediyorum. Bu keyfiyetten genç meslektaşlarıma iletmek istediğim mesaj, meslek yaşantınız boyunca her nevi güçlük veya belirsizlik ortamlarının sizce mazeret sayılmaması, sizi yıldırmamasıdır. Çevre imkanlarımızın en az olduğu dönemlerde de semere almak için, çalışma azminiz ve yaratıcılığınız asla tavsamasın, gevşemesin.
Son olarak, meslek hayatımın bütününde bana anlayış, destek ve sevgi göstermiş olan eşim Ulya�nın da bu Hizmet Ödülü�nde payının olduğunu ifade etmek isterim. Kadirşinaslığınız için yeniden şükranlarımı sunarım.
*
*
Mardin Kızıltepe�nin köyünden Kemerburgaz�a... Göç ve sağlık
İnsan Hakları Komisyonu
İnsanlığın tarihiyle birlikte var olan göç olgusu, nedenleri ve sonuçları değişik de olsa yoğun acıları içinde barındırmıştır. Ülkemizde de 1990�lı yılların başından itibaren Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde 3000 civarında yerleşim merkezinde yaşayan 5 milyon civarında Kürt nüfus, özellikle siyasal nedenlere bağlı olarak zorunlu nedenlerden dolayı yaşadıkları yerleri terkederek büyük şehirlerin varoşlarına, gözden ırak bölgelerine yerleşmişlerdir.
İstanbul Tabip Odası İnsan Hakları Komisyonu olarak ülkemizde zorunlu göçün yarattığı tahribata dikkat çekebilmek, durumu yerinde görmek ve tesbit etmek, genel sağlık muayenesi yapıp ilaç yardımı sunmak amacıyla 25.1.1998 tarihinde Kemerburgaz bölgesi Göktürk Beldesi civarında ormanlık bir arazide yaşayan 8 çadırdan oluşan yaklaşık 63 kişinin yaşadığı bölge, 12 kişilik sağlık ekibi tarafından ziyaret edildi.
Ailelerin kaldığı çadır veya barakalar, doğa koşullarına oldukça dayanaksızdı. Soğuk bir kış günü yapılan bu ziyarette, böyle bir ortamda yaşamanın getirdiği sorunlar daha net gözlenebiliyordu. İçme ve kullanma suyu, ormandaki bir kaynak suyundan temin ediliyordu(Buralardan alınan su örneklerinin incelenmesi sonrasında kullanıma uygun olmadığı tesbit edildi). Ziyaret sırasında 58 kişi muayene edilip, ilaçları verildi. Çocukların eksik aşıları yapılıp, bölgenin ayrıntılı sağlık profili çıkarıldı.
Bu bölgeye yerleşen göçerlerin zorunlu göç ve zorlu yaşam öyküsü değişik zamanlarda başlamakla birlikte ilk göç öyküsü 9 yıl öncesine dayanmaktadır. Köylülerin ifadesine göre �üç gün içinde ya korucu olursunuz ya da köyü boşaltırsınız�uyarısı alındıktan sonra belirsizliklerle dolu bu insanlık ayıbı öykü; Mardin�in Kızıltepe köyünden başlayıp Ankara, Aydın, İzmir, Edirne ve İstanbul�a kadar uzamıştır.
Köylerden, mezralardan başlayan göç öyküleri, metropollerin varoşlarında çığlığa dönüşmektedir. Biz hekimlerin bu çığlığa kulaklarını tıkamaları olanaksızdır. Göç edenlerin köylerine dönebilmelerinin koşullarının yaratılmasına katkı sunmak ve yükselen sessiz çığlıklara sesimizi katmak için düzenlenen 14 Mart Tıp Haftası etkinlikleri içerisinde 19 Mart Perşembe günü saat 17.00�de Sevinç Özgüner Toplantı Salonu�nda düzenlediğimiz �Göç ve sağlık�konulu panelde göç olgusu bütün boyutlarıyla tartışıldı.
Dr. Şebnem Korur Fincancı�nın yönetimindeki panele Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK)adına katılan Semih Bülbül, dünyadaki göç olgusunu ayrıntılı olarak tanımlarken, BMMYK tüzüğünün Türkiye�deki iç göç mağdurlarına yardıma izin vermediğini ifade etti.
Diyarbakır Tabip Odası Başkanı Dr. Necdet İpekyüz, ODTÜ�de Oğuz Işık�ın çıkardığı �Bilgisayarlı Türkiye Tomografisi�ndeki Güneydoğu görüntüsünü ifade ederken illerin insani gelişim endeksinde Diyarbakır�ın Zimbabwe�ye, Mardin�in Kongo�ya, Hakkari�nin de Fildişi�ne benzediği tespiti çarpıcıydı. Güneydoğu�nun ayrıntılı bir sağlık profilini çizen Dr. Necdet İpekyüz yıllardır olağanüstü koşullarda yaşamını sürdüren bölge halkına verilen sağlık hizmetinin çok olağan olduğunu, İstanbul�un Çınarcık�ına verilmeye çalışılan sağlık hizmetinin aynısının Diyarbakır�ın Çınar�ına verilmeye çalışılmasındaki çelişkiyi vurgularken Güneydoğu�da yaşanan her olayın dalgalar halinde metropollere yansıdığını, göç olgusunun tüberküloz vb. hastalıkların artışında etkili olduğunu ifade etti.
Sosyolog Gülay Kayaca, Kemerburgaz çadır köyü ile ilgili gündelik yaşam ve fiziki konum, kullanma ve içme suyu, yaşanan barakalar ve zorunlu göç mağdurlarının demografik özelliklerini, yapılan araştırmaya bağlı olarak ortaya koydu.
İstanbul Tabip Odası İnsan Hakları Komisyonu adına konuşan Dr. Servet Çolak, Göktürk beldesindeki çadır köyde yaşayanların sağlık profili ile ilgili ayrıntılı değerlendirmeleri anlatırken, aşısız çocukların oranının %34 düzeyinde belirlendiğini, ayrıca göç almış Esenyurt Merkez Mahallesi�nde 2929 kişide yapılan bir sağlık çalışmasının da 0-1 yaş bebek ölüm hızının % 0.96 olduğunu, bu oranın Türkiye ortalamasının 2 katı olduğunu ifade etti.
Tunceli Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Selman Yeşilgöz, Tunceli özelinde yaşanan gıda ambargosu ve bölgedeki sağlık işleyişinin durumunu ifade ederken, esasında bütün Güneydoğu�yu anlatıyordu.
Psikiyatrist Dr. Mazlum Çöpür, evleri barkları yıkılan, işkence gören insanlarda göç sonrası posttravmatik stres bozukluğunun ortaya çıktığını, bunun sonucu olarak tedirginlik, korkulu rüya, içe kapanma, güvensizlik, zaman zaman kişilik değişikliği olduğunu, iş bulamayan, ev bulamayan göç mağdurunun uyum probleminin, buna bağlı olarak da intihar eğiliminin arttığını ifade etti.
Panele davet edilen milletvekili Haşim Haşimi, zorunlu nedenlerden dolayı panele katılamadı. Göç-Der Başkanı, panelist Mahmut Özgür de derneklerini basan polis tarafından gözaltına alındığı için gelemedi.
Konuşmacılar, göç mağdurlarına yönelik çözümleri sıralarken göçü doğuran temel nedenleri ortadan kaldırmadan bu sorunun çözülemeyeceğini, zorunlu nedenlerden dolayı göç etmiş insanlara yönelik özel sosyal güvenlik uygulamasının başlatılmasının önemini vurguladılar.
*
*
KİTAP
Gül olan toprak
Dr. Halis Dokgöz
Toplumsal Dönüşüm Yayınları Doç. Dr. Orhan Yavuz anısına bir dizi kitap yayımlamaya başladı. Bu diziden B. Sadık Albayrak�ın çeşitli dergilerde yayımlanmış edebiyat eleştirilerinden oluşan �Gül olan toprak�adlı kitabı oldukça farklı ve cesur yaklaşımıyla dikkat çekmektedir.
Christopher Caudwell�in bir sözünden esinlenerek �Gül olan toprak�adı verilen kitap, doğanın diyalektik gelişim sürecindeki değişiminden yola çıkan eleştirel bir bakış açısı getirmektedir. Kitap 4 bölümden oluşmaktadır.
�Nazım Hikmet�in Asimilasyonu� adlı birinci bölümde son yıllarda yaşanan liberalleşme modasının (!) Nazım Hikmet yapıtlarına yansıması ve sansürlenen şiirlerine okurun tepkisizliği kaynaklarıyla ortaya konmaktadır.
İkinci bölümde �Şiirde yenilik�olarak sunulan popülerleşme ve anlaşılmaz olmayı nitelik sayma irdelenmektedir.
Üçüncü bölüm, roman ve öykü eleştirilerinden oluşmaktadır. Bu bölümde burjuva edebiyatının oluşumu ve kitlelere ulaşmasındaki insan anlayışı, insana bakış ve toplumsal yabancılaşma süreci değerlendirilerek niteliklerine eleştirel bir bakış sunulmaktadır.
Dördüncü bölümde ise tekellerin edebiyat ve eleştiri anlayışı çözümlenirken burjuva eleştirmenlerinin estetik niteliklerden yoksun pazarlama anlayışındaki bakışları �Eleştirisiz eleştiri�tanımıyla açıklanmaktadır.
Kitabın bütününde globalleşen dünyanın (ne demekse)yurdumuzdaki yandaşlarının yani egemen edebiyat akımının içinde bulunduğu açmazlar, anlaşılır ve estetik kaygılar ile ortaya konmaktadır.
Dileriz bu kitap B. Sadık Albayrak�ın yeni çalışmalarının muştusu olur.
*
Günlük
Dr. Halis Dokgöz
36 yıldır günlük karikatür çizen Raşit Yakalı, 1996-1997 yıllarında �Bizim Gazete�de yayınladığı karikatürlerini bir araya getirdi. Uzun yıllar Çarşaf dergisinde yönettiği �Karikatür Okulu�nda (aralarında bu satırların yazarının da bulunduğu)pek çok çizerin yetişmesine olanak sağladı.
Çıkardığı dergiler:Bilge Sanat Dergisi (1964), Çağdaş Mizah Dergisi(1975), Yeni Çuval Mizah Dergisi (1978), Papağan Mizah Dergisi(1978).
Çıkardığı albümler ise; Çizgiyle (1973), İşçi Çizgisi(1975), Çizgiyle İcraatın İçinden (1984), Gözlüklü Martı(1987-Reşit Aşçıoğlu ile), Titreyen Çizgiler (1997). Ayrıca 1994-95 yılları arasında BRT Televizyonu�nda haber aralarına karikatürler çizdi.
Raşit Yakalı, tipik bir maratoncu(!). Yıllarca bir köşe yazarı bilincinde deneyim, birikim ve ustalıkla gözlemlediği olayları yalın ve anlaşılır çizgilerle karikatürleştirdi. Bir karikatür günlüğü tutu, sessiz sedasız... Karikatürlerin Raşit Abisi�nin son dönem çalışmalarının kitaplaşmasına çok sevindim. Nail Güreli�nin belirttiği �Raşit Yakalı�nın tek kusuru, sanatının ve yeteneklerinin değerlerine ihanet edecek kadar mütevazi oluşudur.� sözüne katılmamak olanaksız. Aynı üretkenlik ve mütevazilikle nice 36 yıllara Raşit Ağabey...
*
Hekimlik yaşamımdan anılar
Meslekte deneyimlerini yazan hekimlerden biri de Dr. Haşim Taşbağ. Meslek yaşamında karşılaştığı ilginç konuları akıcı bir dille kaleme alan Dr. Başbağ kitabını genç hekimlere armağan etmiş: �Daha başında olduğun yol şerefli, zevkli olduğu kadar da yorucu ve sorumluluğu çok olan bir yoldur. Bu yolda çeşitli olaylar, çeşitli güçler seni mesleki ve idari yönden bunaltabilir, maddi zorluklar seni bu ağır ve sorunlu tahsili yapmış olduğuna pişman edebilir. Ama senin mesleki varlığınla iyileşen hastalarının vereceği zevk, sana bu sıkıntıları unutturacaktır. Güle güle, başarılar hep senin olsun. İnsanlar ve bu vatan için yapacağın hayırlı hizmetlerde Hipokrat yemini yolunu hep aydınlatsın.�
1913 yılında Sinop�da doğan Dr. Taşbağ İst. Tıp Fakültesi�ni 1937�de bitirmiş. Cerrahpaşa�da Dahiliye ihtisası yaptıktan sonra Şeker Fabrikaları Hastanelerinde çalışmış. Emekli olduktan sonra Beşiktaş�taki muayenehanesini de kapatıp anılarını yazmış.
İsteme adresi: Hüsrev Gerede cad. Gül Apt. 36/5 Beşiktaş. Tel (216) 336 39 35.
*
*
HABERLER
Ulusal Kan Merkezleri ve Transfüzyon Tıbbı Kursu II...
Kan Merkezleri ve Transfüzyon Derneği, Sağlık Bakanlığı ve Uludağ Üniversitesi işbirliği ile düzenlediği ikinci kursunu 15-20 Mart tarihleri arasında Bursa Kervansaray Otel�de gerçekleştirdi.
Kursa değişik illerden 333 kişi katıldı. Katılımcılardan 293 kişi kursiyer, diğerleri refakatçiydi. Organizasyona 35 firma sponsorluk etti. Firmalardan 24�ü ayrıca stand kurarak kursiyerlere ürünlerini tanıttı.
Sağlık Bakanlığı�nın sertifika verdiği, TTB�nin kredilendirdiği kursumuzun son günü, kan bankacılığına sağlıklı bir yön verebilmek amacıyla düzenlenmiş olan �Birlikte Tartışalım� toplantısına ayrılmıştı. Panelin yöneticiliğini Dernek Başkanı Prof. Dr. Mahmut Bayık yaptı. Konuşmacılar:1983 Kan ve Kan Ürünleri Yasası�nın hazırlanmasında büyük katkıları olan değerli hocamız Prof. Dr. Türkiz Gürsel, bizlerle sıkılmadan kurs süresince birlikte olan ve katkılarından her zaman yararlandığımız Tedavi Hizmetleri Genel Müdürü Kadir Sönmez, derneğimizin kuruluşundan bu güne yanımızda yer alan TTBBaşkanı Dr. Füsun Sayek ve Derneğimiz adına katılan ikinci başkan Dr. Ramazan Uluhan�dı.
Panelistler kısaca kendilerini tanıttıktan ve görüşlerini aktardıktan sonra söz kursiyerlere verildi. Kurs süresince her konuşmacının ardından dağınık olarak dile getirilen sorunlar ve katkılar artık toparlanmaya başladı ve özellikle Anadolu�daki kan merkezlerinden gelen katılımcılarının görüşleriyle toplantı daha fazla anlam kazandı.
Dernek Yönetim Kurulu, kurs bitimi akşamı toplanarak tüm sorunlara çözüm üretilmesi amacıyla bir rapor hazırlanarak merkez otorite olan Sağlık Bakanlığı�na iletilmesine karar verdi.
Derneğimiz adına, Türkiye için çok önemli olduğuna inandığımız kursumuza katılan ve katkıları olan herkese teşekkür ederiz.
(Dr. Erhun Merdanoğulları, Kan Merkezleri ve Transfüzyon Derneği Genel Sekreteri).
*
Sağlık Grup Başkanları Toplantısı...
İstanbul Tabip Odası�nın, sağlık grup başkanları ile sürdürdüğü toplantıların üçüncüsü, 3 Mart günü Kadıköy Sağlık Grup Başkanlığı�nın evsahipliğinde yapıldı. Toplantıya Küçükçekmece, Beşiktaş, Kağıthane, Beykoz, Üsküdar, Kadıköy, Adalar, Ümraniye ve Kartal Sağlık Grup Başkanları katıldı.
Toplantı, Kadıköy Sağlık Grup Başkanı Dr. Necla Bakırcı�nın Kadıköy Sağlık Grup Başkanlığı�nca yapılan çalışmaları aktarması ve 1997 yılı çalışma raporunu sunması ile başladı. Ardından toplantının ana gündemi olan �çalışma ortamlarımız�konusu görüşüldü. İstanbul�da sağlık ocaklarının sayıca çok yetersiz olduğu, varolan sağlık ocaklarının da altyapı, teknik donanım ve araç-gereç açısından yeterli olmadığı, bu durumun hizmetin aksamasına yol açtığı vurgulandı. Bu konuda TTB 4. Pratisyen Hekimlik Kongresi�nde sunulan Birinci Basamak Raporu�nda dile getirilen, sağlık ocaklarının durumu saptamasına dikkat çekildi. Ayrıca kurumsal yazışmalarda eksikliklerle ilgili taleplerin yinelenmesi gerektiği vurgulandı.
Ardından Odamız Pratisyen Hekim Komisyonu üyelerince önümüzdeki dönemde sağlık ocağı hekimlerine yönelik olarak gerçekleştirilecek olan Temel Sağlık Hizmetlerinde Ruhsal Bozukluklar Eğitim Programı hakkında bilgi verildi. TTB�nin uygulamaya koyacağı programın, birinci basamakta en sık karşılaşılan sorunlar olan anksiyete, depresyon, açıklanamayan bedensel yakınmalar, uyku bozukluğu ve alkol kullanımı konularını içerdiği bildirildi. Sağlık grup başkanlıklarının eğitim programını duyurması ve isteyenlerin bu etkinliklere katılabilmesi için her türlü olanağın sağlanmasına karar verildi.
Bir sonraki toplantı, Adalar Sağlık Grup Başkanlığı�nın evsahipliğinde Mayıs ayı içinde yapılacak.
*
Yardım çağrısı...
Akdeniz Üniversitesi İç Hastalıkları Kliniği�nde görevli Dr. Erkan Çoban; yaklaşık 1.5 aydan beri tedavi görüyor.
Tıbbi girişimlerin başarıya ulaşabilmesi için yurtdışında kemik iliği nakli yapılması gerekli görülmüş.
Antalya Tabip Odası Yönetim Kurulu, meslektaşımızın tedavi giderlerine yardımcı olmak amacıyla eşi Lütfiye Çetin Çoban adına açılan aşağıdaki hesaba katkıda bulunmamızı bekliyor.
Pamukbank Antalya Merkez Şubesi, Hesap No:23101443749
*
Genital Ultrasonografi Sempozyumu...
Tıbbi Ultrasonografi Derneği�nin GATA Radyoloji Bölümü ile birlikte düzenlediği �Kadın-Erkek Genital Ultrasonografi Sempozyumu�12 - 13 Haziran günlerinde Harbiye�deki Askeri Müze ve Kültür Sitesi�nde yapılacak.
10 Mayıs�a kadar indirimli ücrete tabi olan kayıt için yazışma adresi �GATARadyoloji, 81327 Kadıköy�. Telefon: 346 26 00�dan 2808. Faks:330 43 89.
*
Türk Nöropsikiyatri Derneği, yöneticilerini seçti...
Yönetim; Dr. Özcan Köknel, Dr. Baki Arpacı, Dr. Raşit Tükel, Dr. Ayça Gürdal, Dr. Peykan G. Gökalp, Dr. Vehbi Keser ve Dr. Özay Özdemir�den oluştu. 15 Mayıs günü Vakıf Gureba Toplantı Salonu�nda �Nöroloji olgu sunumu� yapılıyor.
*
Suç kimde?
Dr. Ali Demircan*
Yazımızın başlığını oluşturan sorunun cevabını bulmak ve 14 Mart Sağlık Haftasını kutlamak amacıyla 15 Mart 1998 tarihinde İstanbul Tabip Odası, Adalar Belediyesi Sağlık İşleri Müdürlüğü�nün katkısıyla Büyükada�da bir gezi düzenledi.
İstanbul Tabip Odası üyeleri, Adalar Belediyesi hekimleri ve Adalar Sağlık Grup Başkanı�nın aileleriyle birlikte katıldığı geziye, İskelede yaptığımız �kendin getir, birlikte yiyelim�kahvaltısı ile çok sıcak bir şekilde (havanın soğuk olmasına rağmen)başladık. Yaklaşık iki saat süren kahvaltıdan sonra yürüyerek Adalar Belediye Meclis Salonu�na geldik. Burada �Suç kimde?� sorusuna yanıt bulmaya çalıştık.
� İnsanlar, en doğal hak olan sağlıklı yaşama hakkından, her geçen gün biraz daha kayıplar veriyorsa, suç kimde?
� Toplumun temel sağlık hizmetlerine olan güveni her geçen gün biraz daha azalıyorsa, suç kimde?
� Hekimler her geçen gün mesleki bilgi ve becerilerinden biraz daha uzaklaşıyorsa, suç kimde?
� Hekimlerin sosyo-ekonomik alandaki kayıpları, her geçen gün biraz daha artıyorsa, suç kimde?
� Hekimler daha iyi ve kaliteli yaşam için, ikinci ve hatta üçüncü iş peşinde koşmak zorunda kalıyor ve bunun sonucunda mesleki etik değerlerden uzaklaşıyora, suç kimde?
� Hekimlerin, Türk Tabipleri Birliği�ne ve Odalarına olan ilgisi ve güveni her geçen gün biraz daha azalıyorsa, suç kimde?
� Hekimler örgütlülüklerini her gün biraz daha yitiriyorsa, suç kimde?
� Bakanlığın sağlık emekçilerini yok sayan ve onları her sorunun sorumlusu olarak gören anlayışı her gün biraz daha artarak ortaya çıkıyorsa ve buna cevap verilemiyorsa, suç kimde?
� Geçici görevler hekimlerin başında Demokles�in kılıcı gibi sallanıyorsa, suç kimde?
Ve benzeri sorular sorularak suçlu arayışına gidilmiş gibi görünse de, sonuçta sorunlarımızı ortaya koyarak sohbetimizi tamamladık.
Daha sonra Adalar Belediyesi Sağlık İşleri Müdürlüğü�nün organize ettiği fayton ve soğuk ordör sucuk ve şarap içeren yemeklerimizi tamamladık.
Kurulma aşamasında olan Pratisyen Hekimlik Derneği�nin ikram ettiği çerezleri de yedikten sonra kimi arkadaşlar Büyükada�da bulunan kiliseye doğru yaklaşık 20 dakika süren bir yokuş yürüyüşüne çıktılar. Kiliseyi gezdiler, olağanüstü ve mistik görüntü ile mimoza kokuları içinde büyülendiler. Baharın müjdecisi olan mimozalarımızı toplayarak, hiç istemesek de dönüş yolculuğumuza başladık.
Ada�yı, Adalı dostları ve mis kokan mimozaları bırakarak uzaklaşırken, vapurun arkasından bir kez daha Ada�ya bakarak sorduk:Güzeli, güzelliği görüp, hissedip yaşayamıyorsak, suç kimde?
* İstanbul Tabip Odası - Pratisyen Hekim Komisyonu
*
Nasıl bir gelecek?
16 Mart 1998 günü Silivri, Büyükçekmece ve Çatalca Sağlık Grup Başkanlıkları ile Odamız Pratisyen Hekim Komisyonu tarafından Sağlık Haftası etkinlikleri kapsamında düzenlenen �Pratisyen hekimlikte nasıl bir gelecek?� konulu toplantıya, bölgede çalışan 80�den fazla hekim katıldı.
Saat 18.30 - 20.00 arası yapılan söyleşide, yaşadıkları sorunlar ve gelecek beklentilerine ilişkin konularda konuşan pratisyen hekimler, sorunların çözümü için birlikte davranmak gerekliliğinin altını bir kez daha çizdiler. Özlük hakları, geçici görevlendirmeler, Tabip Odası ve TTB�nin Sağlık Bakanlığı�nın politikalarına karşı aktif tutum içinde olması konuları üzerinde duruldu. Pratisyen hekimlik alanının tıp mesleğinde yaşanılan tahribattan en az etkilendiği ifade edildi. Yanlış tıbbi teknolojinin bu alanda kullanımı ile ilgili olası riskler üzerinde duruldu.
Diğer ülkelerdeki meslektaşlarımızın mesleki konumları, uygulamaları ve statüleri ile ülkemizdeki pratisyen hekimlerin durumu birlikte değerlendirildi. Bu yönde kazanımlar elde edilmesi için yapılması gerekenler vurgulandı.
Bölgede Tabip Odası şubesi açılması için çaba sarfedilmesi istendi. Toplantıya katılan Oda Yönetim Kurulu üyeleri de bu konudaki düşüncelerini ifade ettiler.
Toplantının bitiminde düzenlenen 14 Mart yemeğinde sohbetler sürdürülerek, benzer toplantıların 14 Mart sonrasında da düzenlenmesi dileği ifade edildi.
Toplantının düzenlenmesinde emeği geçen Sağlık Grup Başkanlıkları�na ve Dr. Hüseyin Çorbacıoğlu�na tüm katılımcılar adına teşekkür ediyoruz.
*
Briç turnuvası
Tıp Bayramı dolayısıyla �Reçete�de 15 Mart Pazar günü düzenlenen briç turnuvasına ilgi son derece fazlaydı. 18 çiftin katıldığı turnuvada ilginç ve zor eller vardı. Fuat İpekçi-Erdal Ercan ikilisi genel birinci, Veysel Yıldız-Özgür Bakan çifti yön birincisi ve Alev Çınar-Salim Çınar ikilisi mikst birincisi olup plaketlerini aldılar.
Turnuva sonunda Oda�nın verdiği kokteylde, katılımcılar, briç turnuvasının sürekli olması talebinde bulundular.
Direktörlüğünü Emin Menekşe�nin yaptığı turnuva sonucunda sıralama şöyle oluştu: Kuzey - Güney: 1- Fuat İpekçi - Erdal Olcay Ercan, 2- Hulusi Orhangazili - Ahmet Kurt, 3- Ümit Erdem - Aydın Naz, 4- Salim Çınar - Alev Çınar, 5- Edip Conkur - Habib Bayram, 6- Semra Toptani - Şafak Toptani, 7- Barış Yanbol - Tayfun Çakar,
8- Ayla Oktay - Cenan Oktay. Doğu - Batı:1- Veysel Yıldız - Özgür Bakan, 2- Etkin Özkan - Aksan Habaş, 3- Nurettin Heybeli - Mert Uzunhasan, 4- Taki Doğan - Ayhan Akbıyık, 5- Şahmetin Kına - Serkan Yeşilkaya, 6- Hüseyin Kuytak - Metin Şahin, 8- Ali Tekin - Güner Yergün, 9- Harun Akyüz - Ekrem Ön.
*
Kamu çalışanları sahte Sendika Yasası�na tepki gösterdi...
Kamu çalışanlarının sendikal haklarını düzenlemek amacıyla hazırlanan yasa tasarısı, büyük tepkiyle karşılandı. Sağlık kurumları dahil kamu işyerlerinde iş bırakmalar, oturma eylemleri ve yürüyüşlerle bu tasarının yeni haklar getirmek yerine mevcutları bile ellerinden aldığını duyurmaya çalışan kamu çalışanlarına karşı, Ankara�da güvenlik güçleri şiddet, göz yaşartıcı bomba ve kimyasal maddeler kullandı.
Koalisyon hükümetinin üzerinde anlaştığı yasa tasarısına Meclis�te muhalefet eden CHP ise �sarı sendika� olarak bilinen Türk Kamu-Sen militanlarının hışmına uğradı. Emniyet güçlerinin hoşgörülü desteği altında CHP Genel merkezi�ni basan Türk Kamu-Sen yöneticileri, tasarının yasalaşmasını şiddetle savunduklarını gösterdiler. Saldırı bu tasarının neye yol açabileceği açısından öğretici oldu. Kamu işyerlerinde devlet destekli �güdümlü� bir sendika olmaya aday Türk Kamu-Sen�in yoluna çıkanlara karşı her yola başvurmaktan kaçınmayacağı anlaşılıyor.
Tasarı Ne Getiriyor?
Kamu Emekçileri Sendikaları konfederasyonu (KESK) tasarıya karşı çıkış noktalarını şöyle özetliyor:
* Toplu sözleşme ve grev hakkı yok sayılıyor; oysa Tüm Bel-Sen tarafından çok sayıda toplu sözleşme imzalanmıştır ve uygulanmaktadır. Sendikaların tümü grev hakkını bir çok kez iş bırakarak kullandı.
* Toplu görüşme sonucu bağıtlanacağı söylenen �Mutabakat Metni�nin hiç bir bağlayıcılığı yok. Çünkü takdir hakkı ve son söz hükümete bırakılıyor.
* Sendikanın gerekli organlarda temsili, işyeri temsilcisi seçme hakkı çeşitli barajlarla kısıtlanmaktadır.
* Yasa, üyelere demokratik açılımlar sunmamakta, ekonomik ve sosyal sorunları çözmemekte, tersine sadece yöneticilere olanak sağlamaktadır.
* Askeri iş yerlerinde çalışan sivil çalışanları ve infaz koruma emekçilerinin örgütlenme hakkı gaspediliyor. Başka bir ifadeyle, Asim-sen kapatılıyor, Tüm Yargı-Sen küçültülüyor. Bu yasa ile 420.000�i aşkın kamu emekçisi sendika üyesi olamacayaktır.
* Vali ve savcılara mahkeme kararını beklemeksizin sendikaları kapatma yetkisi veriliyor. Böylece hükümet haksız ve siyasal bir engellemenin önünü açıyor.
Böyle bir yasa, imzalanan uluslararası sözleşmelere, bugün sahip olduğumuz haklara ve dokuz yıllık fiili-meşru mücadelemize ve ödediğimiz bedellere aykırı bir yasadır.
*
Toplum ve Hekim 12. cildini tamamladı...
TTB�nin yayın organı son sayısında da sağlıkla ilgili önemli çalışmaları okurlarına sunuyor.
�Türkiye�de Hepatit Bİnfeksiyonunun Kontrolü�başlıklı çalışma, bu konudaki farklı aşı programlarını maliyet ve yarar açısından karşılaştırıyor. Akgün, Öncel, Şenatalar ve Badur imzalı bu makale tartışmalara ışık tutacak. Okumanızı öneriyoruz.
Derginin 81. sayısında yayınlanan Dünya Sağlık Örgütü�nün �Herkes İçin Sağlık�ta Yenileşmiş Strateji:21. Yüzyıl İçin Taslak Politika�başlıklı raporunu çeviren Murat Civaner, bu kez rapor hakkındaki kendi değerlendirmelerini kaleme almış. Sadece Halk Sağlığı uzmanlarının değil, 21. yüzyılın ne getireceğini düşünen bütün hekimlerin her iki metni de okumaları önerilir.
Dr. İlker Belek önemli bir tartışmayı ele almış:�Ulusal Performans Farkı ve Türkiye�nin Durumu�. Ülkelerin olanakları ile sağlık göstergeleri arasındaki ilişkiyi değerlendiren bu çalışmalar sağlık yönetimleri için başarı göstergesi.
Dergideki önemli belgelerden biri de Portekiz Pratisyen Hekimler Enstitüsü�nün �Hizmetiçi Eğitim Programı�. İstanbul TabipOdası Pratisyen Hekim Komisyonu�nun çevirisini yaptığı metni sadece pratisyen hekimler değil, tıp eğitimi ile ilgilenen herkesin ilgiyle okuyacağına inanıyoruz.
Toplum ve Hekim 2 ayda bir yayınlanıyor. 1998 yılı abone ücreti 3.500.000 TL. Adres ve hesap numaraları ise şöyle:�Toplum ve Hekim Dergisi, Mithatpaşa Cad. No:62/18, 06420 Yenişehir-Ankara�. Banka:T.C. Ziraat Bankası, Ankara Mithatpaşa Şubesi, 151595. Posta çeki:TTBMerkez Konseyi, 189456.
*
İstanbul Tabip Odası Satranç Birinciliği...
Turnuva 19.5.1998-7.6.1998 tarihleri arasında Şah-Mat Satranç Merkezi�nde düzenlenecektir.
Yarışmada Uluslararası Satranç Federasyonu (FIDE)ve Türkiye Satranç Federasyonu (TSF)kural ve yönetmelikleri geçerlidir.
Düşünme süresi ilk 20 hamle için 1 saat, daha sonra bayrak düşene kadar 1�er saat (giyotin)olmak üzere toplam 4 saattir.
Yarışmadaki sonuçlar, Ulusal Kuvvet Derecelendirmesi (UKD)hesaplarına alınacaktır.
Yarışmaya İstanbul ili dahilinde ikamet eden, resmi ve özelkurumlarda çalışan bütün hekimler, tıp fakültesi ve diş hekimliği fakültesi öğrencileri katılabilir.
Tur gün ve saatleri şöyledir:
1. Tur:19 Mayıs 1998, saat:15.00-19.00; 2. Tur:23 Mayıs 1998, saat:15.00-19.00; 3. Tur:24 Mayıs 1998, saat:15.00-19.00; 4. Tur:30 Mayıs 1998, saat:15.00-19.00; 5. Tur:31 Mayıs 1998, saat:15.00-19.00; 6. Tur:6 Haziran 1998, saat:15.00-19.00; 7. Tur: 7 Haziran 1998, saat:15.00-19.00.
Turnuvanın Başhekimi Fikri Cengiz (Bölge Hakemi)olacaktır.
Turnuvanın sonunda ilk üç dereceyi kazananlara ödül verilecektir. Yarışmaya sponsor olarak katkıda bulunmak isteyen kuruluşlar, turnuva başlamadan önce duyurulacaktır.
Turnuvaya giriş ücreti 750.000 TL�dir.
Son kayıt tarihi 18 Mayıs 1998 Pazartesi, sat 15.00�tir. Kimliği düzenleme kurulu tarafından bilinmeyenlerin kayıt sırasında kimliğini tanıtması uygundur.
Kayıt adresi:Ayfer Erdal, Şah-Mat Satranç Merkezi, Vişne Sok. 40 Altıyol-Kadıköy-İstanbul. Tel:(216)330 31 57, Faks:(216)330 31 58.
Turnuva Kurulu:Fatih Atakişi, Ateş Ülker, Tunç Alankuş.
Koordinatör: Dr. Kürşat Yıldız, İstanbul Tabip Odası, tel:(212)514 02 92, faks:(212)526 65 65.
*
İstanbul Tıp Fakültesi 14. Kurultayı...
27 - 31 Mayıs günlerinde İstanbul Tıp Fakültesi salonlarında gerçekleşecek Kurultay�da bir çok tıp disiplinine ait konular ve tıptaki gelişmeler ele alınacak. Katılım ücreti 1 milyon, kurslar için ise 2.5 milyon TL. İletişim için Prof. Dr. Feyza Darendeliler, tel:534 00 50�den 1605.
*
*
FENESTRA
Dr. Ali Serdar Fak
Duodenal Ülserin Kısa Süreli Tedavisi
Duodenal ve gastrik ülserlerin en az %75�ine Helicobacter Pylori�nin (HP)neden olduğu bilinmekte. On yıl önceki histamin-2 blokeri (H2) tedavisi sonrası yıllık %25 rekürrens oranına karşılık, bugün HPeradikasyonu ile ülser rekürransındaki bu oran %2�lere inmiş durumda. Tabloda, sıkça kullanılan bazı eradikasyon tedavileri özetlenmiştir. Çoğu tedavi rejimi komplike olduğundan ve en az 10 gün sürdüğünden hasta uyumu ayrı bir sorun oluşturmaktadır.
Labenz ve ark. bir haftalık, üçlü, düşük doz HPeradikasyonu tedavisinin duodenal ülserde iyileşme sağlayıp sağlamayacağını ve semptomları giderip gidermeyeceğini araştırmışlar. Duodenal ülseri ve pozitif HP(rapid üreaz)testi olan 59 hasta çalışmaya alınmış. Tüm hastalara bir haftalık omeprazol (20 mg, günde 2 kez), klaritromisin (250 mg, günde 2 kez) ve metranidazol (400 mg, günde 2 kez)tedavisi uygulanmış. Hastalar daha sonra randomize edilerek 3 haftalık omeprazol (20 mg, günde 2 kez) ya da plasebo tedavisi uygulanmış.
Tüm grupta HPkürü (iyileşmesi)%96 bulunmuş ve tedavi grupları arasında fark gözlenmemiş. İki hafta sonra yapılan endoskopide duodenal ülser iyileşmesi plasebo alan grupta %76, omeprazole devam eden grupta ise %91 bulunmuş (p=0.14)Dört hafta içinde tüm ülserlerin iyileştiği saptanmış. Ülser semptomlarının her iki grupta da benzer düzelme gösterdiği ve yan etki oranıda farklılık olmadığı bulunmuş.
Bir haftalık omeprazol ve düşük doz klaritromisin ve metranidazol tedavisinin HPilişkili duodenal ülser tedavisinde oldukça etkili olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca, antiasit tedaviye 1. haftadan sonra devam edilmesi gerekli görünmemektedir.
Labenz J. et al. Aliment Pharmacol Ther. 1997, 11:89-93.
�Akut Miyokard Enfarktüsü Sonrası Anjiotensin Konverting Enzim İnhibitörleri� Erken Davranın!
Akut miyokard enfarktüsü sonrası yüksek risk taşıyan hastalarda anjiotensin konverting enzim inhibitör (ACE-İ)tedavisinin mortaliteyi %20 azalttığı gösterilmiştir. Önceki çalışmaların çoğunda özellikle hipotansiyona yol açma endişesi nedeniyle ACE-İ tedavileri ilk günlerden sonra başlanmıştı. Ancak bu tedaviye daha erken başlanmasının �sol ventrikül remodeling�ini (enfarktlı alanın yayılması ve sol ventrikülün dilate olması)önleme açısından daha yararlı olabileceği düşünülmekteydi.
Yeni bir çalışmayla, erken başlanan ACE-İtedavisinin etkinliği ve güvenliği araştırılmış.
Akut myokard enfarktüsü geçiren 352 hastaya (yaş ortalaması 61)çift kör olarak erken veya geç dönemde ramipril tedavisi planlanmış. Erken tedavi akut myokard enfarktüsünün 1 ve 14. günleri arasında, geç tedavi ise 14 ile 90. günler arasında başlanmış.
Hastalar 3 ayrı tedavi koluna randomize edilmişler:1)Erken plasebo ve ardından geç dönemde başlanan tam doz (10 mg) ramipril, 2)Erken başlanan ve devam edilen düşük doz ramipril ve 3)Erken dönemde düşük doz, ardından tam doz devam edilen ramipril tedavisi.
Randomizasyonun 3. saatinde ve daha sonra 14. ve 90. günlerde hastalara ekokardiyografi yapılmış, işlem sonrasında her 3 grupta da klinik olaylarda fark gözlenmemiş ve her 3 grubun da sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonunda (SVEF)zaman içinde artış saptanmış. Ancak SVEF�daki artışın erken dönemde tam doz ramipril alan hastalarda en fazla olduğu ve yine sadece bu grupta sol ventrikül diyastolik alanında genişleme olmadığı farkedilmiş. Hipotansiyon (sistolik kan basıncı ? 90 mmHg)ise tam dozla ve düşük dozla tedavi edilenlerde, plasebo alanlara göre daha fazla bulunmuş (sırasıyla %34, %22 ve %15).
Bu çalışmanın sonucunda akut miyokard enfarktüsünün ilk gününde başlanan tam doz ACE-İtedavisinin, sol ventrikül fonksiyonunda düşük doz ya da geciktirilmiş tedaviye oranla daha fazla iyileşme sağladığı gösterilmiş. Bu bulgular ve daha önceki ACE-İtedavisi çalışmalarının sonuçları, akut miyokard enfarktüsü geçiren yüksek riskli hastalarda ACE-İtedavisinin daha erken verilmesinin yararına işaret etmekte.
Pleffer MA, et al, Early versus delayed angiotensin-converting enzyme inhibition therapy in acute myocardial infarction:The Healing and Early Afterload Reducing Trial, Circulation 1997, 95:2643-51.
*
*
ANILAR
Hükümet doktorluğu anıları
Dr. Muzaffer Sertabipoğlu
Cumhuriyetimizin 25. yılı kutlama töreninde yalınayak öğrenciler Malatya, Hekimhan 1948
Sağlık Bakanlığı�na yükümlü olduğum 4 yıllık zorunlu hizmet için çektiğim kura sonucu Hekimhan Hükümet Hekimliğine atanmıştım. 1948 Mayısında göreve başladım. Hekimhan, Malatya-Sıvas demiryolu üzerinde, küçük, şirin bir ilçeydi.
Etrafı çıplak dağlarla çevrili olan bu fakir ilçede işsizlik baş sorundu. Tarım alanı çok sınırlı olan ilçede halk geçimini, çoğunluğu dut ağaçlarından oluşan bahçelerden sağlıyordu. Kuru dut ve pekmez önde gelen ihraç ürünleriydi.
Zengin demir madeni yatakları henüz işletmeye açılmamıştı. M.T.A. jeologları maden rezerv araştırmaları yapıyorlardı. Kasaba halkı ümidini bu zengin demir cevherinin işletmeye açılmasına bağlamıştı.
O yıl bütün yurtta, Cumhuriyetimizin 25. yılını coşkuyla kutlama hazırlıkları başlamıştı. İlçemiz de o güne hazırlanmıştı. O gün sabah ilçe Milli Eğitim Müdürü Galip Bey ile beraber tören mahallinde yerimizi aldık. İlgili yöneticiler günün önemini anlatan konuşmalar yaptıktan sonra geçit resmi başladı. İlçede ilkokuldan başka okul yoktu. Sıra öğrencilerin geçidine gelince, hiç beklemediğim bir görüntüyle sarsıldım. Alkışlar arasında küçük öğrencilerimiz geçiyordu... Heyhat!.. Çoğu çıplak ayaklı olarak!.. Boğazımda birşeylerin düğümlendiğini hissettim. Gözpınarlarım kurumuştu... Yanımda duran Milli Eğitim Müdürü Galip Bey�i kolundan sarsarak �Bu çıplak ayaklı yavruları törene sokmamız gerekli miydi?�dedim. Müdür�ün cevabı şaşırtıcı oldu:�Onları çıkartırsak tören topluluğunu nasıl sağlayabilirdik ki?�
Mersinliydim, Mersin�de, Çukurova�nın birçok ilçelerinde Cumhuriyet Bayramı törenlerine katılmıştım. Oralarda, tek tük soluk, eski önlüklü yavrular, üzüntümüz olurdu. Burada gördüğüm çıplak ayaklı yavrular bende, üzüntünün çok ötesinde bir hicran, bir vicdan çöküntüsü yaratmıştı. Bu yoksul kasabada, hekimliğin ötesinde yapacağım birçok görevi de yüklenmeliydim. Kolları sıvamalıydım. Sıvadım...
Can güvenliğimi yitirinceye kadar.
Can güvenliğinden yoksun bir hükümet doktoru: Elveda Hekimhan...
1948 yılı Nisan ayında askerlik görevimden terhis edildim. Mayısta Hekimhan Hükümet Tabipliğinde işe başladım. Bekârdım, ev aramaya koyuldum. Kasabada kiremit çatılı ev sayılıydı. Evlerin çoğu toprak damlı evlerdi. Dostluk kurduğum ilçe Mal Müdürü�nden yardım rica ettim. Yakında başka ilçelere tayini çıkacak birkaç memurun bulunduğunu ve bunlardan boşalacak kiremit çatılı bir eve yerleşebileceğimi söyledi. Müdür�ün aracılığıyla tanıştığım eşraftan Dursun Garibağaoğlu mert bir insandı; imdadıma yetişti. Kasabanın biraz dışında boş bulunan evinin anahtarını verdi. Uygun bir ev buluncaya kadar bu evini kullanacaktım.
Garibağaoğlunun evi bir tepeciğin üstünde kurulmuş, ikibuçuk katlı bir şato yavrusuydu; bir odasına yerleştim.
İlçe Hükümet Doktorluğu iki yıldan beri boşmuş ve Sıtma Savaş Tabibi Dr. K.Ş. tarafından vekaleten idare ediliyormuş. Görevi Dr. K.Ş.�den teslim aldım. Kasabada iki doktor olmuştuk. Sağlık memurunun ifadesine göre, benim tayinimden Dr. K.Ş. pek memnun olmamış. Sebebini sordum, izah etti:Dr. K.Ş. Hükümet Tabipliğine vekalet ettiği için 1/3 vekalet maaşı aldığından başka, Sıtma Savaş Tabipleri için zorunlu olan ayda yirmi gün köyleri atla gezme mecburiyetinden de kurtuluyormuş. Şimdi ise benim gelmemle, sevmediği atlı köy gezilerine tekrar başlamıştı.
Dispanserde poliklinik yaptığım bir gün, 13-14 yaşlarında bir kız, annesiyle beraber muayeneye geldi, annesinin ifadesine göre bir haftadan beri kızını sıtma tutuyor, akşamları ateşleniyor, sabahları terle ateşi düşüyormuş. Sıtma hapı almak için bizim dispansere gelmişler. Bu durumda Sıtma Savaş Tabipliğine gitmeleri gerektiğini söyledim. Ancak Sıtma Savaş Tabibi köy gezisinde olduğu için, oradan bize göndermişler. Hasta kızı annesiyle birlikte muayene odasına aldım. Klasik, sistemik bir muayeneden geçirdim. Bademciklerde, solunum yollarında ve batında, ateşi izah edecek bir bulgu yoktu. Hastanın istemiş olduğu sıtma ilacı olarak dispanserimizde bulunan Atebrin�den, bir tedavi dozu miktarında verdim, gittiler. İlçede eczane yoktu, yoksul hastaları yararlandırıyorduk.
Bir gece, evimin sokak kapısında kopan bir gümbürtü ve sarhoş narasını andıran gürültü ile uyandım. Kapım tekmeleniyor, yumruklanıyor, namustan, şereften bahsediliyor, �erkeksem kapıdan dışarı çıkmam� isteniyordu. Evim kasaba dışında bir tepeciğin üstünde, konu komşudan uzak bir yerdeydi. Durumumu emniyete, jandarmaya ihbar edecek telefonum yoktu. Çaresizdim, naralar, küfürler, kapı tekmelemeler bir saatten fazla sürdü. Nihayet sarhoş, erkekliğini isbat ettirmek için kapı dışına çıkartıp haklayacağı silahsız doktoru bulamayınca, benim uykumu ve huzurumu çalarak çekip gitti.
Sabah erkenden daireye gittim. Sağlık memuruma geceki olayı anlattım. Sağlık memurum Malatyalıydı, uzun yıllardan beri Hekimhan�da görev yapıyordu; kasabanın yerlisi gibi olmuş, mert bir çocuktu. �Ben durumu inceler, bu adamı bulurum�dedi. İzin verdim, gitti; 3-4 saat sonra döndü. Düğümü çözmüştü.
Bu saldırgan sarhoş yaratık, Sıtma Savaş Tabibi, sevgili meslektaşım Dr. K.Ş.�nin evinde çalışan hizmetçi kadının kocası (K.M.)imiş. Adana�da cinayetten cezaevinde yıllarca yatmış, yeni tahliye olarak Hekimhan�a dönmüş. Birkaç gün evvel sıtma ilacı almak için annesiyle beraber polikliniğimize gelen ve muayene ettikten sonra Atebrin vererek gönderdiğim kızın babasıymış. İlaç vermeden önce kızını muayene etmemi bir namus meselesi yapmış (daha doğrusu yaptırılmış). Bu sabıkalı katil tahrik edilerek içirilmiş ve evime saldırtılmıştı.
Bu olaya bir türlü mana veremiyordum. Dr. K.Ş. ile dosttuk, meslektaştık. Aramızda bir olay geçmemişti... Savcılığa şikayete karar verdim. Dava günü geldi. Hakim, şahit göstermemi istedi. Kasabanın dışında konu komşudan uzak olan evimde gece yarısı yapılan tecavüzün şahidi olabilir miydi? Delil yetersizliğinden, takipsizlik kararı verildi; dava düştü. Dava düşse de, bu yaratığa mahkeme bir ders olmuştur, artık tecavüze yeltenmez diye düşünüyordum. Heyhat!.. Yanılmışım.
Bir hafta sonra değişik gün aralıklarıyla gece yarısı saldırıları, naralar, kapı tekmelemeler, �erkeksen kapı dışına çık�nameleri huzurumu kaçırmaya başladı. Kapı dışarı çıkıp, erkekliğimi ispat etmedikçe bu yaratık saldırı dozunu arttırıyordu.
Kararımı verdim, ruh huzurum için, bu kasabadan ayrılmalıydım. İdari izin alıp Ankara�ya hareket ettim. Sağlık Bakanlığı�nın tayin ve nakillerle ilgili genel müdürüne durumu anlattım. Can güvenliğim ve huzurumun kalmadığını söyleyerek herhangi bir ilçeye tayinimi istedim. Verilen cevap olumsuzdu. Zorunlu hizmetimi bitirmeden tayinimin yapılamayacağını bildirdi. Çaresizdim. Bu kasabada kalmamaya kararlıydım. Naklen tayinim için kuvvetli bir desteğe ihtiyacım vardı.
Birden beynimde bir şimşek çaktı. İstanbul Tıp Fakültesi�nde öğrencilik yıllarında güvenini kazandığım Rektörüm Prof. Cemil Bilsel geldi aklıma. Cemil Bilsel Samsun Milletvekili olarak Meclis�e girmiş ve Ankara�ya yerleşmişti. Hemen sabahın erken saatinde PTT�ye koştum. Telefon rehberinden telefon numarasını ve adresini öğrenip evine telefon ettim. �Kabul buyurulursa ziyarette bulunmak isteğimi� arz ettim. Gayet nazikane �Buyrun kahvaltıya bekliyorum�dedi. Sevinçten uçuyordum. Bir taksiye atlayarak evine gittim. Kendimi tanıttım. �Bir yolsuzluk nedeniyle hakkında tahkikat açılıp üniversitedeki işine 1944 yılında son verilen Histoloji Doçenti (S.M.)için fikrine başvurduğunuz öğrenciniz benim� dedim. Olayı iyi hatırladığını söyleyerek beni dikkatle dinledi. �Huzurum yok, can güvenliğim yok, bu ilçede artık çalışamam�dedim. Hak verdi ve hemen Sağlık Bakanı Dr. Kemal Beyazıt�a telefon etti. Beni alarak Bakan�a götürdü. Bakan bizi kapıda karşıladı...
Cemil Bilsel, Bakan�ın fakülte yıllarının da Rektörü idi, olayı aynen Sağlık Bakanı�na da anlattım. Haklı buldu. Hemen telefonla Özlük İşleri Genel Müdürü�ne talimat verdi. Antalya�nın Gündoğmuş ilçesine naklen tayinim çıktı.
Ne hayallerle, hizmet için geldiğim bu güzel, şirin ilçeden ayrılıyordum; gerekeni yapamamış, yaptırılmamış bir hekim olma hüznünü duya duya...
*
*
Halk bilimciliğimizin piri Boratav yurtdışında öldü
Halk edebiyatımızın en önde gelen isimlerinden Pertev Naili Boratav, 16 Mart günü Paris�te öldü. Milli Şef döneminin üniversitelerdeki baskısının en açık örneği olarak fakülteden sürgün edilen Boratav, yaşamının son 50 yılını yurtdışında geçirmesine rağmen, halkbilimciliğimizin öncülüğünü yaptı.
Tek parti döneminde Niyazi Berkes ve Behice Boran�la birlikte yurtdışına giden Boratav, ABDve Fransa�da Anadolu kültürünü tanıtan muazzam bir arşiv oluşturdu. Geçen yaz Türkiye�ye gelerek 90. doğum gününü ailesi ve arkadaşlarıyla kutlayan Boratav, Paris�teki arşivinin getirilmesi için kurumlara çağrıda bulunmuştu. �Arşivimi ölmeden önce Türkiye�ye getirmeyi başarabilirsem çok mutlu olacağım�diyen Borotav, bu isteğini gerçekleştiremedi.
Asıl adı Mustafa Pertev olan Boratav, 2 Eylül 1907�de bugünkü adı Zlatograd olan Bulgaristan�ın Darıdere kentinde dünyaya geldi. Türk folklor ve halk edebiyatının birçok alanında sistemli araştırma, derleme ve değerlendirme çalışmalarına öncülük eden Boratav, İstanbul Erkek Lisesi�ni (1927), İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü�nü (1930) bitirdi. 1931-32 arasında Türkiyat Enstitüsü�nde Fuad Köprülü�nün asistanlığını yaptı. 1932�de edebiyat öğretmeni olarak Konya�ya atandı. 1936�da araştırmalar yapmak üzere devlet bursu ile Almanya�ya gönderildi.
Almanya�da Türk arkadaşlarının faşist dalganın etkisiyle Hitler hayranı konuşmalar yapmasına tepki gösteren Boratav, Hitler aleyhine konuşmalar yapınca, Almanya�da müfettiş olarak görev yapan Yaşar Şemsettin Sirer�e ihbar edildi ve bursu kesildi. 1 yıl sonra Türkiye�ye geri çağrılan Boratav, dönünce 1 yıl Siyasal Bilgiler okulu�nda kütüphaneci olarak çalıştı. 1938�de Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi�ne girdi. 1941�de �Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği�adlı teziyle doçent oldu. 1946�da profesörlüğe yükseldi. Başkanı olduğu Halk Edebiyatı Kürsüsü 1948�de siyasal nedenlerle kapatıldı. Niyazi Berkes ve Behice Boran�la birlikte Boratav�ın üniversiteyle ilgisi kesildi. 1952�de Fransa�ya giderek Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi�nde çalışmaya başladı. 1974�te buradaki görevinden emekli olduktan sonra da çalışmalarını fahri araştırma uzmanı olarak sürdürdü.
Pertev Naili Boratav�ın arşivini ülkemize kazandırmak, bu arşivi halkın bilgisine sunmak için herkese görev düşüyor.
*
*
FORUM
Hastanenin gaspı!
Dr. Muhammet Can
Bugün İstanbul�un akciğeri olan Beykoz�da �turizm-özelleştirme�adı altında, yüzlerce hektarlık ormanlık arazilerin derileri kazınırken; yeşil alanlar ve içme suyu havzaları villalarla gasp edilirken ses çıkarmayanlar; kendi gazete köşe yazılarında, Sağlık Bakanlığı�na bağlı Beykoz Kasrı içindeki Çocuk Göğüs Hastalıkları Hastanesi çalışanlarının hastaneyi nasıl �gasp�ettiğini yazabiliyorlar? Bu tutumu anlamakta zorluk çekiyoruz. Kaldı ki, dönemin Sağlık Bakanlığı Güzel Sanatlar Akademisi ile işbirliği yaparak burayı restore etmiş ve aslında Kasr bu sayede korunmuştur.
Gerçekler başkadır!
Kapalı kapılar ardında iki imzayla 31 Aralık 1997 tarihinde kapatılma kararı verilen hastane, Beykoz halkının örgütlülüğü sayesinde, veremin yeniden hortladığı günümüzde, çocuklarına hala sağlık hizmeti vermeyi sürdürmektedir. Şu anda, 62 sağlık çalışanıyla -veremli çocuk sevkleri ve gelir kaynakları kısılmasına rağmen- 50 yataklı olarak sağlık hizmetini vermekte ve ülkemizin tek çocuk göğüs hastanesidir. Ülkemizde veremin görülme sıklığı, son yıllarda patlama göstererek, 0-14 yaş grubunda %14�lere ulaşmışken, aynı zamanda yılda yaklaşık 35 bin kişi veremden ölmektedir. Yine dünyada yılda 3 milyon insan veremden ölmekte ve ölenlerin %80�i de 15-25 yaş grubundandır. Beykoz Çocuk Göğüs Hastanesi�nin 1997 poliklinik sayısı 8870, yatan hasta sayısı 324, son 9 yılda yatan veremli çocukların sayısı da 5757 iken ve vereme yakalanan onlarca sağlıkçı varken; sağlıkçıların �gaspı�dile nitelenip, keyif yaptığını söylemek aymazlığını kınıyoruz.
Hiç kimsenin kuşkusu olmasın!
Hastane, 70 dönümlük nadide bahçesi ve Boğaza sıfır manzarasıyla rantçıların kursaklarında kalmıştır. Bir kısım gazete kalemşörlerinin sindiremediği bu ise, gerek sağlıkçılar örgütleri SESve İTO, yerel sendikalar ve dernekler, gerekse Beykoz halkı, �sağlık hakkına ve Beykoz�a sahip çıkma�görevini yerine getireceklerdir.
Biz diyoruz ki:Burası hastane ise, SESve İTO�nun görüşü, Kasır ise İMO�nun görüşü önemlidir. Hepsinden önemlisi Beykoz halkının görüşü önemlidir. Bazı köşe yazarlarının, çirkin, saldırgan yazılarını sürdürmeleri, başta sağlık çalışanları olmak üzere tüm Beykozluları tedirgin etmektedir.
Beykozdaki hastaneleri ve fabrikaları kaldırmak isteyen özelleştirmeci rantçı zihniyet bunu başaramayacaktır. Herkesi hastanesine sahip çıkmaya çağırıyorum.
Hastaneler-saraylar sahipsiz değildir...
Önce insan, önce insan sağlığı...
*
*
Malpractice... ne yapmalı?
Dünya Tabipler Birliği (DTB)�nin �malpractice� - tıpta yanlış uygulama konusundaki duyurusu (44. Dünya Tabipler Birliği Genel Kurulu, 1992)
Bazı ülkelerde tıbbi yanlış uygulamalarla ilgili davalar artmakta, tabip birlikleri bu sorunu tartışmaktadır. Bir grup ülkede ise bu konu henüz gündemde değildir, ancak o ülkelerin tabip birlikleri de dikkatli olmalıdırlar.
Bu bildirgede DTB; tabip birliklerini tıbbi yanlışlıklar ve yasal başvurular konusunda bilgilendirmek istemektedir. Her ülkenin yasaları ve hukuk sistemi, sosyal gelenekler ve ekonomik durumu elbette aşağıda belirlenenleri etkileyebilecektir. Yine de DTB,bildirisinin tüm tabip birliklerini ilgilendireceğine inanmaktadır.
1- Tıbbi yanlış uygulama davaları aşağıdaki bir ya da birden çok gerekçe nedeniyle artmıştır:
a)Tıbbi bilginin artması, tıbbi teknolojinin gelişmesi hekimleri geçmişte yapamadıkları bazı işlemleri yapmaya itmektedir, bu ilerlemeler çoğunlukla ağır riskleri içerir.
b) Hekimler üzerinde tıbbi hizmetlerin artan maliyeti ile ilgili baskı vardır.
c)Elde edilebilir, varolan sağlık hizmetine ulaşma hakkı, garanti edilemeyen sağlıklı olma ve kalma hakkı ile karıştırılmaktadır.
d)Medya; hekimlerin yeteneği, bilgisi, davranışı ve hastaya yaklaşımını sorgulayan olumsuz tutumu ile hastaları hekimlere karşı dava açmaya teşvik etmektedir.
e)Artan davalar karşısında defansif (korumacı) tıp uygulamasının dolaylı olmayan sonuçları dava konusu olmaktadır.
2- Tıbbi yanlış uygulama ile tıbbi bakım ve tedavi sırasında görülen ve hekimin hatası olmayan durumlar ayrılmalıdır.
a)Tıbbi yanlış uygulama (malpractice);hastanın tedavisi sırasında standart uygulamanın yapılmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavi verilmemesi sonucu hastaya verilen zarardır.
b) Tıbbi uygulama sırasında; öngörülemeyen bilgi ya da beceri noksanlığı sonucu oluşmayan zarar; istenmeyen sonuçtur ve bunda hekimin sorumluluğu yoktur.
3- Ulusal yasalarda tıbbi zarar görmüş hastaların zararının karşılanabilmesi için (tıbbi bakım sırasında görülen istenmeyen etkilerin aksine)herhangi bir engel olmamalıdır.
a)İstenmeyen sonuç hekim hatasına bağlı değilse, hastanın zararının karşılanıp karşılanamayacağına ve eğer karşılanacaksa hangi kaynağın kullanılacağına toplum karar vermelidir. Ülkenin ekonomik koşulları, bu durumdaki hastalar için dayanışma fonları olup olmamasını belirleyecektir.
b) Her ülkenin yasaları tıbbi hataların zararlarının ödenmesi için yöntemleri ve zarar kanıtlandığında ödenmesi gereken miktarları belirlemelidir.
4- Ulusal Tabip Bİrlikleri; hem hastalar hem de hekimler için adil ve hakça bir ortam yaratmak için aşağıdaki faaliyetleri yapmalıdırlar:
a)Yeni teknolojinin içerdiği riskler konusunda halkı aydınlatmak, bu tür tedavi ve cerrahilerde hastanın bilgilendirilmiş onamını almak üzere hekimleri eğitmek,
b) Tıptaki sorunları ortaya çıkarmak ve sağlık hizmetlerinde kaynak yetersizliği için propaganda yapmak,
c)Okullarda ve sosyal ortamlarda genel sağlık eğitimi programlarını yüreklendirmek,
d)Tüm hekimler için, klinik eğitim deneyimi de dahil tıp eğitiminin seviye ve niteliğini yükseltmek,
e)Hekimler için tıbbi hizmetlerin niteliğini artıracak programlar tasarlamak ve katılmak,
f)Bilgi ve becerisi yetersiz olan hekimler için uygun politikalar geliştirmek ve yetersizlik giderilene dek bu kişilerin tıp uygulamaları yapmalarının engellenmesini sağlamak. Halkı ve hükümetleri; savunmacı tıp uygulamasının çeşitli yönleri konusunda uyarmak (doktorların riskli girişimlerde bulunmaması vb.)
g)Halkı, tıbbi uygulamalar sırasında önceden tespit edilemeyen durumlar olabileceği ve bunların kötü uygulama olmadığı konusunda uyarmak,
h)Kötü uygulama dışında oluşmuş tıbbi hatalar konusunda hekimlere sahip çıkmak,
i)Tıbbi kötü uygulamalar için yasa ve yöntem geliştirmeye katılmak,
j)Avukatların bu konuda uygun olmayan istekler ve davalar için propaganda yapmalarına karşı aktif tutum almak,
k)Kötü uygulama başvurularının mahkemelere gidilmeden çözülmesi için yaratıcı yöntemler bulmak,
l)Hekimleri bu amaçla sigorta yaptırmaya teşvik etmek, eğer hekim bir işyerinde çalışıyorsa işverenin bunu ödemesini sağlamak,
m)Kötü uygulama olmaksızın zarar görmüş hastaların zararlarının ödenmesi için yapılan işlemlerde, karar vermeyi kolaylaştırıcı danışmanlık yapmak.
*
*
TTB�den �asgari ücret� uyarısı
TTB Merkez Konseyi, hekimlere ve anlaşma yaptıkları kurumlara, asgari ücret altında yapılacak anlaşmaların 3065 sayılı KDV Kanunu�nun 27. maddesine de aykırı olduğunu hatırlattı. Bu durumda, Tıbbi Deontoloji Tüzüğü yanında yasanın da ihlal edilmiş olacağı uyarısında bulundu.
İlgili yasa maddesi �Serbest meslek faaliyetleri ile ilgili meslek teşekküllerince tespit edilmiş bir tarife varsa, hizmetin bedeli, bu tarifede gösterilen ücretten düşük olamaz� hükmünü getiriyor.
*
*
SON DAKİKA...
A Takımı�nın SSK dosyası
atv�de 29 Mart gecesi Savaş Ay�ın sunduğu �A Takımı�programının SSK sorunlarına yaklaşımı büyük tepkilere yol açtı.
Sağlık sorunlarını rating almak amacıyla kullanan televizyon habercilerinin klasik üslubu, bir kez daha ekrana yansıdı. Nasıl bir tıbbi süreç yaşadıkları belli olmayan hastalar ve yakınları, �SSK dramı�nın aktörleri olarak programa çıkarıldı. A Takımı�nın hastane tuvaletlerinde ve hurdalıklarında yaptığı çekimler, çarpıcı �az sonra�jenerikleriyle sunuldu.
Gazeteci - savcı - hakim
SSK Genel Müdürü�nün konuk edildiği programın mikrofonu, hem savcı - hem hakim - hem gazeteci konumunu seven Savaş Ay�ın arzusuna göre elden ele dolaştı. Ama ne Genel Müdür, ne de programa telefonla katılan Çalışma Bakanı konuyla ilgili �dişe dokunur� bir şey söyleme fırsatı bulabildiler.
SSK hastanelerindeki sorunların sık sık rating malzemesi yapıldığı zaten biliniyordu. Ancak son program bu konuda SSK�lıların en fazla tepkisini çeken yayın olma başarısını elde etti!
Amaç üzüm yemekse...
İstanbul Tabip Odası ve SSK Komisyonu, yayının tek taraflı olduğunu ve soruna yüzeysel yaklaşarak SSK�yı kötülemek kastını taşıdığını belirten açıklamalar yaptı. Hekim Forumu yayına hazırlandığı sırada, İstanbul�daki SSK hastanelerinde sağlık çalışanları bu konuyla ilgili tepkilerini değişik şekillerde ifade etmeye hazırlanıyorlardı.
Tabip Odası SSK Komisyonu da, programın yayınlandığı gece kullandırılmayan cevap hakkını kullanmak üzere girişimlerini sürdürüyor.
28 milyon SSK�lının sağlığı rating malzemesi olamaz!
29 Mart 1998 Pazar günü atv�de yayınlanan A Takımı programında bir SSKdosyası yayınlandı. Programın iddiası, SSK sağlık hizmetlerini bütün yönleriyle ortaya koymaktı. Oysa programın tamamen tek yanlı bir bakış açısıyla ve SSK�yı karalayıcı bir tarzda sunuldu.
Öncelikle belirtmek isteriz ki: İstanbul Tabip Odası olarak şimdiye kadar SSK�da yaşanın tıkanıklık ve sorunların kararlı takipçisi olduk. Bundan sonra da olmaya devam edeceğiz. SSK�nın sorunlarının kamuoyuna yansıtılmasından rahatsızlık duymadığımız gibi, bu konudaki objektif yayınlardan her zaman memnun olduk.
Ülkemizin en yoksul, en çaresiz 28 milyon insanına sağlık hizmeti veren SSK konusunda yapılacak yayınlar, gerekli sorumluluğu ve titizliği göstermek zorundadır. Sorunun nedenlerini gözardı eden ve bütün kötülükleri kurum çalışanlarına mal eden bir bakışın SSK�ya vereceği zarar açıktır. Bu zararın faturasını; işçisi, emeklisi ve aile bireyleri ile bütün SSKcamiası ödemektedir.
Türk Tabipleri Birliği�nin daha önce defalarca açıkladığı gibi SSK krizinin temel nedeni özelleştirmedir. IMF, Dünya Bankası ve TÜSİAD�ın direktifleri doğrultusunda hareket eden siyasi iktidarlar, SSK�yı özelleştirebilmek için çökertmeye çalışmaktadırlar. Bu olgu şimdiye dek gerek Türk Tabipleri Birliği, gerekse sendikalar tarafından yayınlanan SSK raporlarında bütün kanıtlarıyla ortaya konulmuştur.
Bu gerçekleri görmezden gelen yayınların SSK gerçeğini objektif olarak yansıtması imkansızdır. 28 milyon SSK�lının sağlığı rating malzemesi yapılmamalıdır.
Yayın için yapılan çekimler sırasında sağlık çalışanlarına karşı takınılan ciddiyetten uzak ve küçük düşürücü tavırlar, SSK çalışanlarında yoğun tepki ve büyük bir üzüntüye sebep olmuştur. Nitekim SSK Eyüp Hastanesi�nde gece 04.30 sırasında izinsiz olarak yapılan tartışmalı çekimlerden 24 saat sonra, o geceki acil nöbetçi personelinden Saadettin Hacılar evinde ölü bulunmuştur. 34 yaşındaki Saadettin Hacılar�ın muhtemelen kalp krizi ile gerçekleşen ölümünde çekim sırasında yaşanan tartışmaların etkisi ihtimal dahilindedir.
Eğer medya programcıları SSK meselesini kamuoyuna objektif bir şekilde sunmak istiyorlarsa İstanbul Tabip Odası bu konuda her türlü işbirliğine hazırdır. Fakat sorunun tüm taraflarına söz hakkı tanıyan, tarafsız ve sorumlu bir yayıncılık anlayışı zorunludur.
Sayın Savaş Ay�ın programı sırasında belirttiği gibi �SSK HEPİMİZİN�. SSK�nın daha iyi bir duruma gelmesi için hep birlikte mücadele etmemiz gerekli.
Halktan yana bütün yayıncıları bu konuda duyarlı olmaya çağırıyoruz.
İSTANBUL TABİP ODASI - YÖNETİM KURULU
*
*
Son hatırlatma..!
2 Mayıs�ta Genel Kurul... 3 Mayıs�ta seçim... 2 Mayıs�ta Genel Kurul... 3 Mayıs�ta seçim... 2 Mayıs�ta Genel Kurul... 3 Mayıs�ta seçim... 2 Mayıs�ta Genel Kurul... 3 Mayıs�ta seçim... 2 Mayıs�ta Genel Kurul... 3 Mayıs�ta seçim... 2 Mayıs�ta Genel Kurul... 3 Mayıs�ta seçim... 2 Mayıs�ta Genel Kurul... 3 Mayıs�ta seçim... 2 Mayıs�ta Genel Kurul... 3 Mayıs�ta seçim... 2 Mayıs�ta ...
Oda ile ilgili düşüncelerinizi söyleyin... Ailecek Sultanahmet�e gelip oyunuzu kullanın... Kültürel etkinliklere katılın...
Son olarak, sınırlı zaman ve olanaklar içinde sizlerin düşünsel birikim ve üretiminizi yansıtmaya çalışan bu dergiye gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ediyoruz. Daha güzel ve daha iyiyi yaratmak için katkılarınızı bekliyoruz... Unutmayın:2 Mayıs�ta Genel Kurul... 3 Mayıs�ta seçim...


Bu HABERİ Paylaş!