Mekânsal Parçalanmışlık Tıpta Uzmanlık Eğitiminin Niteliğini Olumsuz Etkilemektedir
- Aralık 07, 2025
- 208

Bilindiği üzere, son yıllarda tıpta uzmanlık eğitimi veren kamu hastaneleri ve tıp fakülteleri, halkın ve sağlık çalışanlarının görüşleri alınmaksızın, bilimsel planlama ilkelerine aykırı ve kamu yararını gözetmekten uzak kararlarla mekânsal olarak parçalı bir yapıya sürüklenmiştir. Bu kararların alınmasındaki kriter çoğu zaman sağlık piyasasının gerekleri olmaktadır. Sağlık çalışanlarının sağlığı, eğitim süreçlerinin bütünlüğü ve hizmetin niteliği dikkate alınmadan yapılan bu plansız düzenlemeler sonucunda, birçok hastane birden fazla yerleşkede, birbirinden kopuk ve işlevsel bütünlüğü bozulmuş biçimde hizmet vermeye zorlanmıştır. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Sancaktepe Şehit Prof. Dr. İlhan Varank Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi bu durumun bazı örneklerindendir. Öğrencilerin, asistanların ve sağlık çalışanlarının eğitim, çalışma ve yaşam koşulları gözetilmeksizin, ani ve bütünlükten uzak bir biçimde farklı yerleşkelere taşınmıştır. İstanbul’da pek çok hastane bugün aynı isim altında farklı binalara dağılmış, sağlık hizmeti sunumunun sürekliliği ve tıpta uzmanlık eğitiminin bütünlüğü ciddi biçimde zedelenmiştir.
Bir kısmı “semt polikliniği” adı altında yürütülen bu dağınık hizmetlere ek olarak, hastanenin çalışanlarından birbirine uzak mesafelerdeki binalarda yataklı servis, acil servis veya yoğun bakım hizmeti vermeleri de beklenmektedir. Bu durum, sağlık hizmetini kesintisiz sürdürmeye çalışan sağlık çalışanlarının ve asistan hekimlerin üzerindeki yükü artırmakta; fiziksel ve zihinsel tükenmişliği derinleştirmektedir. Öyle ki, bir yerleşkede mesai boyunca görev yapan hekimin, mesai bitiminde başka bir yerleşkede nöbet tutması beklenmekte; ancak bu parçalı çalışma düzeni için gerekli lojistik ve kurumsal destek çoğu zaman sağlanmamaktadır. Eğitim alan asistan hekim ile eğitim veren öğretim üyesi/akran eğiticisinin farklı yerleşkelerde bulunması ise, tıpta uzmanlık eğitiminin en temel bileşenlerinden olan eğitici–asistan etkileşimini koparmakta, eğitimin bütünlüğünü ve niteliğini ciddi biçimde zayıflatmaktadır.
Farklı kliniklerin acil servis ve polikliniklerinin birbirinden ayrı yerleşkelerde hizmet vermesi, hasta gruplarının belirli binalarda yoğunlaşmasına, dengesiz dağılmasına yol açmaktadır. Bu dengesiz dağılım, eğitim sürecindeki asistan hekimlerin karşılaşması gereken vaka çeşitliliğini ciddi biçimde sınırlamakta; çekirdek eğitim müfredatında tanımlanan uzmanlık eğitimi gerekliliklerinin yerine getirilememesine neden olmaktadır. Branşların bir araya gelerek ortak değerlendirme yapması gereken hastalarda süreç daha da uzamakta; hekimlerin farklı yerleşkelerde bulunması multidisipliner yaklaşımı fiilen imkânsız hale getirmektedir. Bu nedenle birçok asistan, tıpta uzmanlık eğitiminde zorunlu olan multidisipliner “heyet” değerlendirmesini deneyimlemeden uzmanlık sürecini tamamlamak zorunda kalmaktadır. Nöbet koşulları altında acilen değerlendirilmesi gereken hastalarda da benzer bir tablo görülmekte; her yerleşkede her branşın nöbetçi hekimi bulunmadığından hastaların ilgili branş tarafından değerlendirilebilmesi için mesai saatleri beklenmekte, bu gecikmeler hem tedavi sürecini aksatmakta hem de asistanların acil hasta yönetimi becerisini kazanmalarını zorlaştırmaktadır. Böylece dağınık yerleşke yapısı, hem hasta güvenliğini riske atan hem de tıpta uzmanlık eğitiminin temel hedeflerini yerine getirilemez hale getiren ciddi bir yapısal sorun oluşturmaktadır.
Tıpta uzmanlık tezi, uzman hekim olabilmenin temel koşullarından biridir. Özellikle prospektif (ileriye dönük) yürütülen tez çalışmalarında yeterli sayıda ve uygun nitelikte hasta verisine ulaşmak, sürecin en kritik ve en zorlayıcı basamağını oluşturmaktadır. Ancak hastanelerin plansız, ani ve eğitim süreçleri gözetilmeksizin farklı yerleşkelere taşınması; hasta akışını, profilini ve veri erişimini doğrudan bozmakta, asistan hekimlerin tez çalışmalarını ciddi biçimde sekteye uğratmaktadır. Bu düzensiz ve öngörüsüz yapıda, araştırma için gerekli hasta verisine ulaşamayan asistanların eğitimleri aksamakta; tez yazım süreçleri gereksiz şekilde uzamakta ve kimi zaman tamamlanamaz hale gelmektedir. Böylece dağınık yerleşke politikaları, sadece klinik eğitimi değil, uzmanlık sürecinin bilimsel üretkenliğini ve akademik niteliğini de doğrudan zayıflatmaktadır.
Eğitim süreçlerinin yanı sıra, farklı ve uzak yerleşkelerde çalışma zorunluluğu asistan hekimlerin gündelik yaşamını da ağır biçimde zorlaştırmaktadır. Sağlık hizmetinin büyük bir kısmını omuzlayan asistan hekimler, zaten uzun ve yıpratıcı çalışma koşulları altında görev yaparken, bunun üzerine bir de yerleşkeler arasında sürekli mekik dokumaya mecbur bırakılmaktadır. Barınma alanlarından uzaktaki birimlere gönderilmeleri, günlük yaşamlarının bütün düzenini bozmakta; giderek ağırlaşan ekonomik koşullar içerisinde barınma, ulaşım ve temel yaşam giderlerinin maliyetini daha da artırmaktadır. Dağınık görev yerleri ve derinleşen ekonomik kriz birleşerek asistan hekimlerin maddi yükünü katlayarak artırmaktadır.
Halkın sağlığa erişimini artırıyormuş gibi bir illüzyon yaratan bu uygulamaların, gerçekte sağlık çalışanlarının omuzlarındaki maddi ve manevi yükü ağırlaştırdığı, halkın erişebildiği sağlık hizmetinin niteliğini düşürdüğü ve tıpta uzmanlık eğitimini doğrudan zayıflattığı açıktır. Dağınık yerleşke modeli; sağlık hizmetini iyileştirmek bir yana, hem hizmeti sunanları hem de hizmetten yararlananları olumsuz etkileyen yapısal bir soruna dönüşmüş durumdadır.
Tıpta uzmanlık eğitimi dağınık yerleşkelerde sürdürülemez. Asistan hekimin eğiticisinden, kliniğinden ve multidisipliner ekipten koparıldığı her model, eğitimi de hizmeti de zayıflatır. Bu nedenle eğitim veren kurumlarda tek kampüs zorunluluğu temel ilke olmalı; deprem veya fiziki yetersizlik gibi nedenlerle oluşan geçici bölünmeler ise süre sınırlı, planlı ve nihai olarak tekrar tek kampüse dönüş hedefiyle yürütülmelidir. Sağlık hizmetini genişletme adına eğitimi “her yere yaymak”, uzun vadede hizmet niteliğini de düşürür. Kısacası, dağınık yerleşke modeli hem eğitim hem de hizmet açısından kabul edilemez olup, tıpta uzmanlık eğitiminin sürdürülebilirliği ve hizmet kalitesinin korunabilmesi için mekânsal olarak parçalı olmayan model vazgeçilmezdir.
Piyasanın dinamiklerinin hâkim hale geldiği ortamda eğitim “para getirmeyen” bir faaliyet olarak görülmeye başlar. Oysa bir ülkenin sağlık alanının geleceği, verilecek iyi eğitime bağlıdır. Bu nedenle eğitim veren sağlık kurumlarında yapılacak her türlü planlama, sağlık piyasasının gerekliliklerine göre değil tıbbın bilimsel gereklilikleri ve tıpta uzmanlık eğitiminin bütünlüğü esas alınarak yapılmalıdır. Yerleşke planlaması ve yer değişikliği gibi kritik adımlarda, sağlık hizmetinin ve eğitimin öznesi olan tıpta uzmanlık öğrencilerinin (asistan hekimlerin) görüşlerinin alınması zorunludur. Tıpta uzmanlık eğitiminin niteliğinde kayba neden olan bu uygulamalardan derhâl vazgeçilmesi, hem sağlık çalışanlarının çalışma koşullarının iyileştirilmesi hem de toplumun nitelikli sağlık hizmetine erişiminin devamlılığı açısından yaşamsal bir gerekliliktir.
İstanbul Tabip Odası Asistan ve Genç Uzman Hekimler Komisyonu