Hekim Forumu/ TEMMUZ - AĞUSTOS 1999


  • Haziran 13, 2011
  • 9443

YÖNETİM KURULU�NDAN

Gaflet, dalâlet ve hatta...
Hükümetin yangından mal kaçırırcasına gündeme getirip yasalaştırdığı değişiklikler  sağlık ortamı ve hekimleri yakından ilgilendiriyor. Odamız da Emek Platformu�nu oluşturan diğer örgütlerle birlikte bu konuda kendi görüşlerini her yolu deneyerek hükümete ve kamuoyuna ulaştırmaya çalıştı. Ama IMF�ye verilmiş sözler yanında söylediklerimiz kalın bir duvara çarpıp geri döndü.

Sosyal Güvenlik Yasası yürürlüğe girdiğinde sağlık güvencesi olmayanların sayısının artacak. Sağlık hizmeti için prim ödeyememiş sigortasız hastalar karşısında hekim ne yapacak? Tetkik istemek, hasta yatırmak, ilaç yazmak gerektiğinde güvencesizlik engeline takılacağız. Sigorta şemsiyesi dışına itilen kronik böbrek, lösemi, kanser ve kalp hastalarının çaresizliğini, yakınları kadar biz hekimler de yaşayacağız.

Anayasa Mahkemesi ve Danıştay�ı devre dışı bırakarak yabancı sermayeyi özendirmeyi hedefleyen Anayasa değişikliklerinin  de karşısında olduk.
SSK�nın bugünkü durumundan memnun muyuz? Tabii ki hayır. Ama çözüm, SSK�yı gözden çıkarmak olmamalı.

Herşeyden önce bütün gelişmiş toplumlar gibi biz de bütçemizden sosyal güvenlik fonlarına düzenli destek vermeliyiz. SSK�nın prim alacaklarının faizleriyle tahsili şarttır. Fonların kullanımında SSK�ya mali özerklik tanınmalıdır. Bir başka konu amu sağlık kurumlarının işbirliği yapılmasıdır. SSK�dan özel sektöre sevklerin denetimi büyük bir kaynak tasarrufu sağlayacaktır.

Diğer bir adım, kayıtdışı ekonominin SSK kapsamına alınmasıdır. Bunun yolu ise işçilerin sendikalaşması önündeki engellerin kaldırılmasıdır. �Örgütlü emek, sağlıklı toplum� sloganı boşuna söylenmiş değildir. SSK yönetiminde, çalışanların ağırlığı artmalıdır. SSK kadro isteklerinin karşılanması gerekir. Sağlık hizmeti bekleyenlerin sayısı artarken hizmet verenlerin sayısının sabit kaldığı durumda nitelikli bir sağlık hizmeti beklemek abestir. SSK dispanserleri güçlendirilmeli, işyeri hekimliğinin yaygınlaştırılmalıdır. Sevk zinciri uygulaması, kuyrukları önlemenin en kolay yoludur. Son bir nokta, keyfî-politik atamalara son verilmesidir.
Diğer sağlık kuruluşları gibi SSK�da da tam süre çalışma özendirilmelidir. Eğitim hastanelerinde eğitim tazminatı verilmesi, birinci basamakta çalışmayı özendirilmesi, tıbbi performansın ödüllendirilmesi sağlık hizmetini olumlu yönde etkileyecektir.
Basında SSK�ya ilişkin karalamalara karşı etkin yargı denetiminin yanısıra morbidite ve mortalitenin değerlendirilmesi mümkündür.
Bütün bunları yapmayan, tam tersine sürekli politik müdahalelerle SSK�nın yaşadığı kirizi doğuranların reform taraftarı kesilmelerine anlam vermek zordur.
Yukarıda sıraladığımız çözümler için SSK�dan hizmet alanların mücadelesi etkili olacaktır. Halkın SSK�dan yakınmaları bahane edilerek yürütülen propagandaya aldananlar, Dimyat�a pirince giderken evdeki bulgurdan olduklarını göreceklerdir.

Emek Platformu�nun hedefleri SSK ile sınırlı değil. 15 örgüt, aşağıdaki amaçlar doğrultusunda güçbirliği yapıyor:
� Sosyal Güvenlik �Reformu� Yasa Tasarısı geri çekilmeli, iş güvencesi, işsizlik sigortası, devlet katkısı ile sosyal güvenlik kuruluşlarının özerk ve demokratik bir yapıya kavuşturulması � Kamu çalışanlarına ve emeklilere insanca yaşamalarına yetecek bir ücret verilmesi � Kamu çalışanlarına grev ve toplu sözleşmeli sendika hakkı � Zorunlu tasarruf fonundaki birikimlerin nemalarıyla birlikte hak sahiplerine ödenmesi � Özelleştirme uygulamalarının durdurulması, bu konuya ilişkin yargı kararlarının uygulanması � Uluslararası tahkim ve özelleştirme hakkındaki Anayasa değişikliği tasarısının geri çekilmesi � Tarım ve hayvancılığı çökertecek politikalardan vazgeçilmesi.

Üyelerin Oda ile iletişimini güçlendirmek, ülke, sağlık ve hekimlik sorunları ile ilgili bir tartışma ortamı yaratmak amacıyla internet sayfamızda oluşturulan �Hekimler� forum listesi gün geçtikçe genişliyor. Dr. Nihal Dizdar�ın yönetiminde yürütülen forumun amaçlarından biri de Odamız için hızlı bir �karar destek sistemi� kurabilmek. Yönetimin karar almakta zorlandığı veya karar oluştururken hızla üyelerin görüşüne başvurmak istediği durumlarda, böyle bir sisteme gereksinimimiz büyük.
Artık Oda çalışanlarımızın da bir işyeri hekimi var. Dr. Doğan Şahin, çalışanlarımızın sağlık sorunlarına yardımcı olabilmek için göreve başladı.
Yılın son İşyeri Hekimliği Sertifika Kursu, 16-24 Ekim tarihleri arasında yapılacak. Kursa katılmak için, daha önce başvuranlardan ilk 200 üyeye davet mektubu gönderildi.

İstanbul Tabip Odası�nın Etibba Odası olarak ilk toplantısını yaptığı 18 Kasım 1929�un 70. Yılı için kutlama hazırlıkları yapıyoruz. İlk toplantısını o zamanki Sağlık Müdürlüğü binasında yapan Etibba Odası Yönetim Kurulu, Prof. Dr. Tevfik Sağlam�ı ilk başkan olarak seçmişti. Kasım ayında yapılacak kutlamalarda Oda tarihinin günışığına çıkarılması ve hekim örgütlenmesinde katkısı olanların anılması planlanıyor. Ayrıca kutlamalara yabancı konukların davet edilmesi, Oda tarihinin kitap, video kaset ve CD olarak belgelenmesi planlandı.

Uzun bir çalışma döneminin ardından yaşamının geç dönemini sosyal ve fiziki yönden hekimlere layık bir ortamda geçirmek isteyen meslektaşlarımıza bir olanak yaratmak için bir Hekim Dinlence Evi kurulması için çalışmalar yapılıyor. İstanbul Tabip Odası ve Türk Hekimler Vakfı�nın işbirliği ile böyle bir mekan hazırlanması için bağışçılar aranmaktadır. Dileyenler, buna uygun bir arsa, bina veya nakit bağışı yapabilirler.

Yönetim Kurulumuz, hekimlik uygulamaları ile ilgili açılan dosyalarda soruşturmacılık görevi yapanlara ücret ödenmesini kararlaştırdı. TTB Soruşturma ve Yargılama Yönetmeliği hükmüne dayanarak verilen karara göre, fezleke hazırlayan üyelere 60 birim karşılığı ücret ödenecek.
Bilindiği gibi uzman muayenesi asgari ücret birimi 20.

Dostlukla.
*
TEMSİLCİLER KURULU�NDAN
unutmayacağız
Memur maaş artışları... Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı... KPDS... Hekim hatası iddiaları ve basının tutumu... Uygulanmayan Onur Kurulu kararları... Temsilciler Kurulu gündeminden örnekler.
Temmuz ve Ağustos aylarında üyelerin bir kısmı tatil yaparken Temsilciler Kurulu çalışmalarına devam etti. Temmuz�da 25, Ağustos�ta 30 hekimin katıldığı toplantılarda Oda çalışmaları değerlendirildi.
Memur maaş artışları ve bütçeden sağlığa %2.5 gibi düşük bir pay ayrılması, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Postanesi önünde yapılan bir basın açıklaması ile eleştirilirken, sosyal güvenlik operasyonu hakkındaki Oda görüşleri SSK Göztepe Eğitim Hastanesi önünde yapılan bir basın açıklamasıyla kamuoyuna iletildi.
Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı ve uluslararası tahkime izin veren Anayasa değişikliği konusunda hekimleri bilgilendirmek amacıyla birim ziyaretleri yapılması kararlaştırıldı.
SSK Hastanelerine öncelik verildi. SSK Süreyyapaşa (30), SSK İstanbul (50) ve SSK Göztepe Hastanelerinde (25) hekimin katıldığı toplantılar gerçekleştirildi.
Her ayın ilk salı günü toplanan Temsilciler Kurulu�na önerilerinizi Sekreter Nuray Eroğlu aracılığıyla iletebilirsiniz.

iyi hekimlik hâlâ sürgünde
Diyarbakır Tabip Odası Başkanı Dr. Mehmet Emin Uluğ, hiç bir gerekçe gösterilmeksizin, 12 yıldır görev yaptığı SSK Diyarbakır Hastanesi�nden 11 Şubat�ta Kütahya�ya sürülmüştü. İstanbul Tabip Odası Genel Kurulu, bu uygulamayı kınayarak Dr. Uluğ ile dayanışma içinde olduğunu karara bağlamıştı... Dr. Mehmet Emin Uluğ, Hekim Forumu yayına girerken hâlâ sürgünde...
*
HEKİM FORUMU�NDAN
Gündemin yüklü olduğu dönemlerde �Hekim Forumu�nu hazırlamak hem çok kolay, hem de çok zor! Sosyal Güvenlik Reformu ve tahkim tartışmaları, dergimiz baskıya girdiğinde en kritik dönemlerini yaşıyor ve Odamızın da aktif üyesi olduğu Emek Platformu, iş bırakma da dahil çeşitli eylemlerle Meclis üzerinde baskı oluşturmaya çalışıyordu.
Bir yandan Akkuyulu köylüler ve nükleer karşıtları nükleer santrala karşı seslerini yükseltirken, öte yandan Bergama�da Eurogold�u alteden köylüler tahkime karşı bir sembol olarak eylemlerini sürdürüyorlardı. Toplumsal hareketliliğin en yüksek düzeylerine ulaştığı sıcak yaz günlerinde pek çok yurttaşın (elbette pek çok meslektaş / okurumuzun da)medyanın tek yanlı yoğun yönlendirmesi altında nasıl tavır alacağını şaşırdığı gözlemlenebiliyor. Hekim Forumu, tarihe bir kayıt düşüyor:Gündem sayfalarımızda reform aldatmacalarını, tahkimin yol açacağı yağmayı, Tıpik�te ise nükleer karşıtı mücadeleyi bir kez daha dikkatlerinize sunuyoruz.
Forum sayfalarımız bu sayıda oldukça hareketli. Bir yandan gündemdeki konularla ilgili görüş ve değerlendirmelere, diğer yandan Dr. Ozan Yılmaz�ın �Sağlık piyasası�, Dr. Mustafa Sütlaş�ın �İlaç endüstrisi-hekim ilişkisi� ile ilgili tartışma açıcı yazılarına yer veriyoruz.
Forum Dosyası�na gelince... 3 sayı sürdürdüğümüz �Ayın karanlık yüzü�nden sonra bu kez yıllardır gündemimizden hiç düşmeyen örgütlenme sorunlarımızı tartışmaya açıyoruz. �Demokratik kitle örgütleri� üst başlığıyla, ülkemizin politika oluşturucu örgütlenmelerine, bu arada elbette hekim örgütlerimize ilişkin, eski sözleri yinelemekten çok, yeni oluşan şartlara göre yeni değerlendirmelere olanak sağlamayı umuyoruz. �Demokratik kitle örgütleri�dosyamız yazılarınızla sürecek.
Dosya�mızı ayırdığımız �Yaşlılık�konusu da aslında gündemimizdeki en önemli ayrıntılardan birini açımlıyor. Bugün emeklilik yaşı tartışmaları soyut sayılar üzerinden yürütülüyor. Oysa söz konusu olan kişiler �yaşlılar� ve biz onları ne kadar tanıyoruz? Hekimler olarak sorunlarıyla her zaman karşı karşıya olduğumuz yaşlıların, toplumda �etkisiz eleman�olarak görülmelerine karşı sesimizi ne kadar yükseltebiliyoruz? Dosya�mız bu soruları irdelemeye çalışıyor.
Tıb-bi-ye... Tıb-bi-ye... Hekim Forumu olarak bu tezahüratla, yeni kurulmasına rağmen, basketbol takımı şampiyon olarak 2. Amatör Küme�ye çıkan İTOSPOR�u kutluyoruz. İTOSPOR�un öyküsünü de gündem sayfalarımızda bulacaksınız.
Hekim Forumu�nun tüm meslektaşlarımıza ulaşmasını, okunmasını ve tartışılmasını istiyoruz. Dergimiz size gerçekten hem fiziki olarak, hem de içeriği anlamında ulaşabiliyor mu?Gündeminizde, işyerinizde ve arkadaşlarınız arasında yaptığınız tartışmalarda belirleyici ya da etkili olabiliyor mu? Yazmasanız da, şu konuyu Hekim Forumu�na yazsaydım, diye düşündüğünüz oluyor mu?
Sizden gelen bir tek  olumlu-olumsuz tepki bile, bizim bu yaz sıcağındaki çabalarımıza yeterli ödül olabilir. Telefonumuzu ve e-posta adresimizi biliyorsunuz...
*
DOSYA

Genç bir ülkeyiz, ama yaşlanıyoruz... Hazır mıyız?
Dr. Nuriye ORTAYLI
Türkiye genç bir ülke. Gençlik yalnızca Cumhuriyetin bu topraklarda var olmuş başka devletlere görece genç olmasından değil, nüfusumuzun da genç olmasından kaynaklanıyor.
Gençliğin kaçınılmaz geleceğine bakıp, bu sayımızın dosyası için �yaşlılık� konusunu düşündüğümüzde mevsim bahardı. Konunun yaz-tatil ayları için uygun olmayacağını tartıştık bir süre. Neyse ki seçimlerden yeni çıkmıştık ve ülkenin önemli yönetim birimlerini teslim ettiğimiz kişiler, konumuza destek sağlıyordu. Biz bu sayıyı hazırlarken -bir sayının düşünülüp, yazıların oluşturulup, düzeltilip, dizilmesi, basılması, postalanması öyle kısa bir zaman dilimine sığamıyor maalesef- yaş, yaşlılık, emeklilik yaşı tartışması bütün medyayı tuttu. Bu kez uzağı görmüştük.
Haziran, Temmuz ayları önüne gelen herkesin yaşlanma, ölüm yaşı, çalışma yaşı, üretken olmayan kişilerin maddi yükü gibi konularda ileri geri, kopuk kopuk bir şeyler söylemesiyle geçti. Ne oluyordu?
A)Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları artık çok yaşıyorlardı, erken emekli olup sosyal güvenlik sistemini çökertmekteydiler (Hükümet kanadı).
B)Yaşam süresinin artışında abartılacak bir durum yoktu. Hükümetin önerisi kabul edilirse ancak mezarda emekli olunurdu. Erken emekli olanların oranı %1�i geçmiyordu. Sosyal güvenlik sistemi zaten çökmüştü, nedeni de erken emeklilik değildi (Emek platformu).

NÜFUS YAŞLANIYORMU?
Bütün bu 50�ydi, 65�ti çekişmelerinin ilginç yanı, hemen hiç kimsenin Türkiye�nin nüfus yapısı ve gelecek 50 yılda -yani yasanın esas olarak durumu etkileyeceği zaman diliminde- bu yapının ne yönde değişeceği konusunda var olan, basılmış çalışma ve tahminleri esas almamasıydı.
Bu dosyanın içinde yer alan Dr. Ayşen Bulut�un yazısı, bütün tartışmaların etrafında döndüğü, �doğumda beklenen yaşam süresi�gibi çok dolaylı bir kavram yerine �bağımlı nüfus�denen çocuk ve yaşlıların ve onlara bakmakla yükümlü olan ve de bakan �üretken nüfus�oranlarının geleceği konusunda bize bilgi veriyor. Önümüzdeki elli yılda altmış beş yaş üzeri nüfus artacak ama onunla aynı oranda ve daha kalabalık sayılarla üretken nüfus da artacak.
Sorulardan bir tanesi bu üretken nüfusun gerçekten üretken olup olmayacağı? Türkiye bugün ergenliğe girmekte ve yaşamakta olan bu nüfus kesitini iyi eğitip verimli bir şekilde istihdam edebilecek mi?
İkinci soru, 2000�li yıllarda 65 yaş üzerinde olacak insanların hangi oranda gerçekten�emekli�yani sosyal güvenceden yararlanır durumda olacağı?Emeklilik şemsiyesinden yararlanamayanlar ne olacaklar?
Dr. Özcan Baripoğlu�nun Dünya Sağlık Örgütü�nün 1998 yılı raporundan yaptığı derleme, yaşlıları bekleyen bu sorunların dünyada ne durumda olduğunu özetliyor.

YAŞLILARIN SORUNLARI
Sosyal güvenceye sahip olmak herkes için, ama özellikle yaşlılar için çok önemli. Yaşlılıkta ortaya çıkan bir takım sağlık sorunlarına Dr. Yeşim Gökçe Kutsal genel açıdan, Dr. Çağrı Yazgan psikiyatrist gözüyle dikkat çekiyor. Her iki yazarın yazısında yaşlılıkta sık rastlanılan sorunlar anlatılırken iki önemli eksiğe de dikkat çekiliyor:
1- Dünyada özellikle de Türkiye�de yaşlılar için olmayan bakım kurumları, sosyal hizmet örgütlenmeleri mevcut durumda sayıca çok az. Kalitesi tartışmalı kamu bakımevleri �huzurevleri�ve avuç dolusu para isteseler de asgari hijyen şartlarını sağlamaktan bile uzak özel bakımevleri var. Evde bakım ise yalnızca ailenin yürüttüğü bir hizmet.
2- Hekimlerin bu konudaki ilgi, bilgi ve eğitim eksikliği.
Gerçekten de emeklilik yaşı çekişmesine indirgenen �sosyal güvenlik reformu�tartışmasında üzerinde neredeyse hiç durulmayan konu, yaşlandığı söylenen bir nüfusun gerektirdiği özel örgütlenmeler, bunların nasıl, kimler tarafından, hangi kaynaklar kullanılarak gerçekleştirileceği.
Çuvaldızı kendimize mutlaka batırmamız gereken nokta da burada.
Biz hekimler �geriyatri�konusunda ne kadar deneyimliyiz?Ne kadar öğrenme heveslisiyiz?Sayısı herhalde yirmiyi geçmiş olan tıp fakültelerinin kaç tanesinde geriyatriyle uğraşan birimler, bölümler var?Kaçımız, insanın kırılganlığının arttığı, dengelerin hassaslaştığı yaşlılık dönemindeki hastalara bütünsel yaklaşmayı becerebiliyoruz?Bir sorunu tedavi etmeye çalışırken olası diğer sağlık sorunlarını, ondan öte yaşlı insanların da sağlıklı olma, hayattan tad alma, potansiyellerini sonuna kadar kullanma hakları olduğunu gözetiyoruz?
Niyetimiz bu olsa bile, bu konuda bilgi ve beceri sahibi miyiz?

Türkiye�yi nasıl bir nüfus yapısı bekliyor?
Prof. Dr. Ayşen BULUT
Kuruluşunun 75. yılında Türkiye Cumhuriyeti, nüfusunu değerlendirebilecek zengin demografik bilgi kaynaklarına sahip. Türkiye, demografi literatüründe gelişmekte olan ülkeler arasında ulusal düzeyde nüfus araştırması yapan ilk ülkelerden biri olmasına rağmen hâlâ kapsamlı ve güvenilir bir doğum-ölüm kayıt sisteminin olmayışı ile de ilginç bir durumda. Bu durum bir yandan konuyu iyi bilenlerin gelecekle ilgili güvenilir nüfus tahminleri yapabilmelerine olanak sağlarken, diğer yandan eldeki zengin bilgi kaynağını yorumlamasını bilmeyenlerin de ülke nüfusu hakkında sıklıkla yanlış yorumlar yapmalarına yol açmaktadır. Hızlı nüfus artışı ve aşırı doğurganlık kimileri için çözümlenmesi gereken en önemli sorundur. Kimilerine göre nüfus artışı korkulacak değil istenen bir durumdur ve desteklenmelidir.
Bence, ülkedeki nüfus sorunundan çok nüfusla ilgili bilgi sorunu vardır. Pek çok politikacı, yönetici genel olarak doğurganlık düzeyi ile nüfus artışı kavramlarını karıştırmakta, nüfus dinamiklerini gözardı etmektedir. Devlet İstatistik Enstitüsü�nün son yayınlarından birinde 1923-1990 yılları arası Türkiye nüfusu incelenerek 2050 yılına kadar nüfus tahminleri yapılmıştır. Bu kitabın (DİE, 1995, Yayın no 1716) her kütüphanede bulunmasında yarar var.

ÜRETKEN NÜFUS ARTMAYA DEVAM EDECEK
Türkiye�de anti-natalist nüfus politikasının kabul edildiği 1965 yılından beri doğurganlık giderek azalmıştır. Bulgular, Türkiye�nin değişik bölgelerinde doğurganlık açısından farklılıklar olduğunu, ancak bu farklılıklar korunsa da, doğurganlığın bütün bölgelerde neredeyse aynı oranda azaldığını göstermektedir. Kabaca her bir kadının doğuracağı çocuk sayısı olan doğurganlığın azalmasına ve evlenme yaşının giderek yükselmesine rağmen, beklenen yaşam sürelerinin uzaması, çocuk ölüm hızlarının düşmesi ve geçmiş yıllardaki aşırı doğurganlığın sonucunda sahip olunan geniş genç nüfus nedeniyle ülke nüfusunun daha uzun yıllar artacağı hesaplanmaktadır.
Başka sözlerle söyleyecek olursak, Türkiye�de kadınlar/çiftler giderek daha az sayıda çocuk sahibi olmaktadır, bu eğilim gelecekte de artarak devam edecektir, ancak genç nüfus yani üreme çağındaki çiftlerin sayısı o kadar fazladır ki nüfus artışı sürecektir. Tahminlere göre, Türkiye�de nüfus 2050 yılına kadar artarak 100 milyona yakın bir değerde stabilize olacaktır. Ancak artan nüfusta 0-14 yaş çocukların sayısı değişmeyerek 20 milyonda kalırken, üretken nüfus denilen 20-54 yaş grubunun nüfus içindeki payı giderek artacaktır. 1990 yılında 20 milyonu biraz aşan bu grup, 2010 yılında iki misline çıkarak 40 milyon kişiden oluşacak, 2030 yılından sonra da 45 milyon civarında durgunlaşacaktır.
Üretken nüfusun yanısıra yaşlıların sayısı da artacaktır. Aynı tarihler arasında 65 yaş üzeri nüfus da benzer oranda, iki kat artıp 2 milyondan 4 milyona çıkarken, bu artış sonraları da devam edecek ve 2050 yıllarına doğru 65 yaş üzeri nüfus 15 milyonu aşacaktır.
Türkiye�de nüfus dinamiklerinde yaş grubu oranlarındaki değişimin yanısıra göçün de önemli bir yeri vardır. Göçler sonucunda metropoller çevresinde oluşan özgün yaşam biçimi, son yıllarda değişen iç göç örüntüleri ve uluslararası göçler nüfusu ekonomik ve sosyal yönden etkilemeyi sürdürmektedir.
Araştırmalar, bireylere istedikleri sayıda ve zamanda çocuk sahibi olma hakkını veren Nüfus Yasası�nın henüz çıkmadığı dönemde bile ailelerin kendi çabaları ile gebelikten korunduğunu ve istenmeyen gebelikleri sonlandırdıklarını gösteriyor. Yaşam kalitesini yükseltmeye çalışma açısından değerli birer gösterge olabilecek bu bulgular, günümüz ailelerinin düşük doğurganlığının öncüleriydi. Artık ailelerin çoğu gelişen ekonomik olanaklarıyla daha az sayıda çocuğu daha iyi yetiştirme çabası içindeler.
Ülkenin demografik yapısı çocuklar için daha iyi gelecek vaadederken, yetişkinler ve yaşlılar için ciddi bir soru yaratıyor:Bu üretken ve hızla yaşlanan nüfusun nasıl bir yaşam kalitesi olacak?

Yaşlılık ve psikiyatri
Yrd. Doç. Dr. Çağrı YAZGAN*
Altmışbeş yaşın üstündeki nüfus, dünyada şu sıralar en yüksek artış hızı gösteren nüfus grubudur. Bir çoğumuz bu gruptaki kişilerle ilgili ilk deneyimlerimizi dede ve ninelerimiz ile yaşamışızdır. Kimimiz olgun, anlayışlı dedemizi anımsarız, kimimizin aklında sürekli hastalıklardan konuşan, hep fenalaşan anneannemiz kalmıştır yaşlı insan örneği olarak. Değişik kişilik özelliklerini her yaş grubunda görmek mümkündür. Ancak fiziksel özellikler açısından genç yaş grupları homojen bir dağılım gösterirken, yaşlılar arasında büyük oranda bir değişkenlik vardır. 75 yaşında çok aktif, üretken, hâlâ çalışan bir yaşlı insan; aynı yaşta son derece halsiz, eklem ağrılarından adım atamayan bir başka yaşlı insan; gene aynı yaşta son derece unutkan, giyinemeyen, yemeğini kendi kendine yiyemeyen bir başkası. Böylesine birbirinden dağlar kadar farklı olan insanlar bizim yaşlı dediğimiz grubu oluşturur. Ama toplum yaşlıların hepsini bir kefeye koyup onların kulağına hoş gelmeyen sıfatları kullanmaktadır. İhtiyar, bunak, bir ayağı çukurda, sağır...
Böylesine farklı bir nüfusun psikiyatrik problemleri ile uğraşır geriatrik psikiyatristler. Depresyon ve demans en sık görülen problemlerdir. Diğer tüm psikiyatrik tanılar azalan sıklıkta da olsa karşımıza çıkarlar. Ancak bu yaş grubunu tedavi ederken bir diğer püf nokta da ailenin ayrıca değerlendirilmesidir. Hem tedavinin devamı, hem de bakım veren kişilerde üzerlerine aldıkları yüke bağlı olarak ortaya çıkabilecek ruhsal problemlerin tanınması açısından böyle bir değerlendirme gereklidir.

DEPRESYON
Yaşlılar hakkındaki genel bir yanlış kanı onların hayatlarının sonuna geldiklerini, işe yaramaz olduklarını hissettikleri, bu nedenle deprespona girmelerinin doğal olduğu ve tedavi edilemeyecekleridir. Depresyonu kolaylaştırıcı çevresel etkenlerin varlığını ise yadsımamak lazım:Yukarıda belirtildiği gibi yaşlılar arasında bir çok açıdan farklılaşma bulunmakta iken, kayıplar, emeklilik, fiziksel kapasitede azalma gibi olgular büyük ölçüde ortak özelliklerdir.
Son yıllarda yapılan birçok bilimsel araştırma, yaşlılık depresyonunun kendine özgü özellikleri olduğunu, tedavi edilebileceğini ve bu konuda hekimler ile toplumun daha çok bilinçlendirilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Birçok ülkede bu bilinçlendirme sürecinde geriyatrik psikiyatristler öncü rolü oynamaktadırlar. Önemli olan önyargılar nedeniyle bir kenarda unutulan, gerekli tedaviyi göremeyen depresyonlu hastaları tanıyıp profesyonel yardıma kavuşturmaktır. Depresyonun tedavisinde ilk yapılacak şey, iyi bir fizik muayene ile depresyonu tetikleyebilcek tıbbi problemleri taramak; sonrasında ise iyi bir bilişsel bakı ile altta yatan olası bir demansiyel durumu dışlamaktır. Bu açılardan sorunsuz çıkan hastaların tedavisinde, öncelikle kullanılan diğer ilaçlar ile etkileşmeyen, tıbbi problemleri ağırlaştırmayan antidepresanların kullanılması ve mümkünse eşlik eden sosyal stresörler üzerinde odaklanan psikoterapi uygulaması yararlı olmaktadır. Elbette ki, psikoz ve anksiyete gibi depresyonun tedavisini zorlaştıran unsurların gözden kaçırılmayıp gerekli ilaçların eklenmesi zorunludur. Elektrokonvülziv terapi (EKT)ise cevapsız ya da psikotik depresyonlu yaşlılarda güvenle kullanılabilen etkili bir tedavi yöntemidir. Yine EKTintihar riskinin belirgin olduğu depresyonda iyi sonuçlar vermektedir. Tüm nüfusta yaşlı erkekler en fazla intihar riski taşıyan gruptur. Unutulmaması gereken diğer bir husus ise, yaşlılık depresyonunun yineleme riskinin daha yüksek olmasıdır. Bu yüzden tekrarlayan depresyonda depresyonu tedavi eden doz ile yaşam boyu proflaksi önerilmektedir.

DEMANS
65 yaş üstündeki nüfusun en sık karşılaştığı nöropsikiyatrik rahatsızlık demanstır. Demansın bu yaş grubunda prevalansı %4�tür. Tüm demansların yarısı Alzheimer hastalığıdır. Mikst demans, vasküler demans, Lewy cisimciği demansı, frontal lob demansı sırasıyla en sık rastlanan demanslardandır. Yaşlılarda yaşa bağlı değişik derecelerde unutkanlık beklenir. Unutkanlık 30 yaştan sonra yavaş yavaş ortaya çıkan bir problemdir. Yaşa bağlı unutkanlığın demans ile ilişkisi açıkça ortaya konamamıştır. Demans tanısı ise yalnız unutkanlık ile konabilecek bir tanı değildir. Demans diyebilmek için unutkanlığa ek olarak saptanacak bir bilişsel işlev bozukluğu bulunmalıdır. Bunlar görsel tanıma yeteneğinde bozulma (agnozi), dil yeteneğinde bozulma (afazi), yönetsel işlevlerde bozulma  (yargılama, düzenleme vb.) ve motor becerilerde bozulmadır (apraksi). Ayrıca hastanın günlük yaşam aktivitelerinde geçmiş yaşamına göre gerilemenin de gösterilmesi gerekir. Örneğin hasta artık parasını uygun şekilde harcayamıyor ya da değerlendiremiyor, alışveriş yapamıyor, yemeğini hazırlayamıyor veya yıkanamıyor, giyinemiyor, kendi başına yemek yiyemiyor olabilir. Demans yalnız bilişsel belirtiler ile seyreden bir hastalık değildir. Hastalığın her evresinde davranışsal belirtiler ile karşılaşabiliriz:Depresyon, apati, ajitasyon, agresyon, hezeyanlar, halüsinasyonlar, uyku düzensizlikleri. Davranışsal belirtilerin saptanıp iyi tedavi edilmemeleri hastanın ve bakım verenlerin yaşam kalitelerini oldukça düşük düzeyde tutacaktır. ABD�de bakımevine yatırılmanın en sık nedeni kontrol edilemeyen davranışsal belirtiler; bunların arasında da ajitasyon ve agresyon gelmektedir. Demanslı hastalara bakım verenlerde depresyon ve anksiyete sık görülür. Davranışsal belirtilerin tedavisi bakım verenlerin ruh sağlığı üzerinde de olumlu etkiler sağlayacaktır. Hastanın ailesini tedavinin tüm evrelerinde eğitmek, işbirliğini sağlamak tedavide başarının ön şartıdır. Onları hastalığın getireceği belirtilere önceden hazırlamak, bu süreçte ortaya çıkabilecek legal ve etik konular hakkında bilgilendirmek, terminal evre bakımı ve ölüm olgularına hazırlamak tedavinin önemli bir parçasıdır.
Demans nöropsikiyatrik bir hastalıktır. Hastalığın tedavisi nörologlar ve psikiyatristler tarafından yapılabilir. İki uzmanlık alanının da işbirliği içinde olması hastanın en iyi tedaviyi almasını sağlar. Bilişsel belirtiler için son yıllarda tedavi seçeneklerimiz artmıştır. Yeni piyasaya sürülen kolinesteraz inhibitörleri Aricept ve Exelon bu alanda devrim yaratmışlardır. Hastalığın ilerlemesini bir yıl bile geciktirebilmek büyük kazanımlar sağlamaktadır. Oldukça pahalı olan bu ilaçlar doğru endikasyonda kullanıldığında maliyetlerini kat kat çıkarmaktadırlar. Bu yüzden bu ilaçlarla başlanacak hastayı doğru seçen, gerektiğinde (cevapsızlık durumunda)ilacı kesmeyi bilen hekimlerin sayısını arttırmak için demansın tanı ve tedavisine yönelik eğitimin artarak devam etmesi çok önemlidir. Bu ilaçların yanısıra yüksek doz E vitamini, östrojen, non-steroid antienflamatuar ilaçlar, gingko bloba demansın bilişsel tedavisinde kullanımı üzerine yaygın araştırmalar yapılan ilaçlardır. Bunların arasında özellikle günde 2000 IUE vitamininin günlük yaşam aktivitelerinde anlamlı düzelme sağladığı gösterilmiş ve Alzheimer hastalığı tedavisinde rutin olarak kullanılır hale gelmiştir. Ne yazık ki üykemizde sosyal güvenlik sistemleri E vitamininin ederini karşılamaktan vazgeçmişlerdir.
Davranışsal belirtilerin tedavisi ise psikotrop ilaçların kullanımı ile yapılmaktadır. Demanslı hastalar oldukça düşkündürler ve ilaçların yan etkilerine duyarlıdırlar. Bu nedenle psikotrop ilaçların kullanımı adeta bir sanat haline gelmektedir. Burada en önemli sorun, psikiyatrist olmayan hekimlerin bu ilaçları kullanmada daha az deneyimli olmalarına karşın, onları yaygın biçimde kullanmalarıdır. Dozların düşük olması reçetedeki ilaç sayısının olabildiğince düşük olması ana ilkedir. İlaçların yan etkileri ve ilaç etkileşimleri dikkatlice izlenmelidir.
Demanslı hastaların evde bakımı genellikle yakınların minimal yardımları ile başlar, yük çok ağır gelince ekonomik olarak var ise bir bakıcı tutmak gündeme gelir ya da iyi denetimli huzurevi aranır. Ülkemizde bulunan huzurevlerinin çoğu ciddi davranışsal belirtileri bulunan demanslılara bakacak kapasitede değildir. Ülkemizde adeta bir hastane gibi çalışan bakımevlerinin eksikliği duyulmaktadır. Elbette ki bu devlete ciddi bir ekonomik kaynak ayırmasını gerektiren bir yatırım olacaktır. Böyle bir organizasyon sağlanmadıkça da demanslı hastalara tam bakım veriyoruz iddiasını ortaya atmak doğru değildir. Sağlık yönetiminden bu yönde girişimler beklemekteyiz. Bir gün ülkemizde de demansın popüler bir konu haline gelmesi yaşlı politikacıların sayısının artmasına bağlı olarak mümkün olabilir. Bilindiği gibi konuyla ilgili toplum desteği ABD�de Ronald Reagan�ın Alzhimer hastalığına yakalanması ile artmıştır.

SONUÇ
Türkiye�de yaşlılık ile ilgili konular yaşam beklentisinin uzaması ile yavaş yavaş gündeme oturmaktadır. Ülkemiz sağlık politikasını oluştururken, önümüzdeki 20 yılda yaşlı nüfus artışı ile ilgili projeksiyonlar yapmalıdır. Sorunlar ortaya çıktığında hazırlıksız yakalanmak sosyal devlet olma iddiası ile bağdaşamaz. Toplumun değişik araçlar ile eğitimi yoluyla beklenebilecek yaşlılık problemleri zamanında tanınıp tedavi edilmelidir. Tedavi edilmeyen sorunların yalnız hastaların ve bakım verenlerin sorunu olmadığını, tüm toplumun sorunu olduğunu kabullenerek işe başlamamız gereklidir.

* Marmara Üniversitesi Tıp Fak. Psikiyatri Anabilim Dalı, Geriyatrik Psikiyatri Birimi

Uluslararası Yaşlılar Yılı:1999
Dr. Yeşim GÖKÇEKUTSAL*
Yaşlanma, ayrıcalıksız her canlıda görülen, tüm işlevlerde azalmaya neden olan, süregen ve evrensel bir süreç olarak tanımlanabilir. Organizmanın molekül hücre, doku, organ ve sistemler düzeyinde, zamanın ilerlemesi ile ortaya çıkan, geriye dönüşü olmayan, yapısal ve fonksiyonel değişikliklerin tümüdür.
Yaşlılardaki patolojik değişiklikleri anlayabilmek için, yaşlanmanın normal seyrini öğrenmek gerekmektedir. Gerçek biyolojik yaşlanma değişik bireylerde farklı hızlarda olmaktadır. Çünkü genetik özellikler, yaşam tarzı, hastalıklar ve kişilerin fizyolojik başa çıkma yolları çok değişiklikler göstermektedir. Normal yaşlanma sürecinde, zamana bağlı olarak ortaya çıkan değişiklikler, normal koşullar altında fonksiyon kaybına neden olmazlar, ancak organ sistemlerinin rezervlerinde ve homeostatik kontrolde bir azalma söz konusudur. Bu nedenle vücudun çeşitli stres ve değişen koşullara adaptasyonu azalmıştır.
Yaşlılar daha sık hastalanmakta, daha fazla kronik hastalık veya sorun ile yaşamak zorunda kalmakta, çoğu kez birkaç sağlık problemini bir arada göğüslemeye çalışmakta, bütün bunların sonucunda da sağlık merkezlerine daha fazla başvurmakta ve daha uzun süre hospitalize edilmektedirler. Yaşlılarda sadece hastalıkların klinik boyutu ve tedavi yaklaşımları değil, tanısal mantık da değişiklikler göstermektedir. Konunun sosyal, kültürel, yasal, ekonomik ve etik boyutları gözönüne alınacak olursa ne kadar geniş bir yelpazeye yayıldığı da ortaya çıkacaktır.
Pek çok geriatrist tarafından bu bilim zekanın, sorun çözmenin, yaratıcılığın ve hasta ile aileler arasındaki duygusal birlikteliğin bir karışımı olarak tanımlamaktadır. Yaşlanmaya bağlı yeti kaybının ve hastalıkların tedavi ve rehabilitasyon giderlerinin artması, yaşlılarda görülme sıklığı artan hastalıklara bağlı sorunların yoğunlaşması, yaşlanmanın altında yatan yapısal ve işlevsel mekanizmaların gün geçtikçe daha fazla aydınlanması, geriatri bilimine sadece gereksinim değil, ilginin de artmasına neden olmaktadır. Bütün bunlara karşın tüm dünyada önerilen sağlık reformu taslakları açısından yaşlılar gerekli özeni görmemektedirler. Her tıbbi sorun ve uygulamanın yaşlı ile ilgili önemli ayrıcalıklarının olduğunu ve bunları bilinçli olarak öğretmek ve uygulamak zorunluluğu doğduğunu vurgulamak gerekir. Ayrıca, yaşlıların sağlığının korunmasının ve yaşam kalitesinin artırılmasının da ana tıbbi sorunlar kadar önemli olduğu gözardı edilmemelidir. Tıbbın hiç bir dalında bu kadar çeşitli konunun ve bilim dalının içiçe girdiği görülmez ve yaşlı hastalar bağımsız bir yaşam için doktorların yeteneğine en bağımlı kişilerdir.
İçinde bulunduğumuz yıl, Dünya Sağlık Örgütü tarafından �Uluslararası Yaşlılar Yılı�olarak belirlendi. Yaşlıların ailelerine ve topluma katkıda bulunmayan insanlar olarak algılanmalarının yanlış olduğu vurgulanarak, aktif ve üretken bir yaşlılık sürecinin önemi üzerinde duruldu. Ailesel, sosyal ve çevresel faktörleri kapsayan doğru bir yaşam tarzı yanında, sosyal eşitsizlik ve yoksulluğun azaltılmasına yönelik politikalar da yaşlılık sürecinin en iyi şekilde yaşanabilmesine destek olacaktır.
1982�de Viyana�da gerçekleşen �World Assembly on Ageing�in raporunu anımsamakta yarar olduğu düşüncesi ile üzerinde durulan önemli noktalar şöyle sıralanabilir:
Yaşlılar, fiziksel ve mental olarak kötüye kullanılmamalı, toplumun sosyal, eğitsel ve kültürel kaynaklarını kullanabilmeli. Yaşlı birey, potansiyelini geliştirme şansına sahip olabilmeli, nerede yaşarsa yaşasın temel özgürlük ve insan haklarına sahip olmalı. Hastalıklardan korunmak için sağlık hizmetlerinden rahatlıkla yararlanabilmeli, olabildiğince uzun süre kendi ortamında yaşayabilmeli, yeterli gelire sahip olmalı ve güvenli bir çevrede yaşayabilmeli, kapasite ve ilgi alanına göre hizmet verebilmeli, işgücüne katılabilmeli, bilgi ve deneyimlerini genç kuşaklara aktarabilmek için  kendi ile ilgili politikaların saptanmasında aktif rol alabilmelidir.
Üretken yaşlılığın yolu, sağlıklı yaşlanmadan geçer. Oysa Dünya Sağlık Örgütü�nün 1998 Sağlık Raporu�ndaki verilere göre Türkiye�de her yüz kişiden 38�i 50 yaşına varmadan ölmektedir. Sağlık hizmetlerine ulaşabilirlik, sağlık güvencesine kavuşabilme, mevcut sağlık hizmetlerinin nicelik ve niteliğinin artırılması, yataklı ve temel koruyucu sağlık hizmetlerinin tatmin edici bir düzeye ulaşması, doğal olarak hem yaşam süresini uzatacak, hem de yaşam kalitesini artıracaktır.

* �Turkish Journal of Geriatrics� Editörü

Dünyada yaşlılığın geleceği
Dr. Özcan BARİPOĞLU
Nüfusun küresel olarak yaşlanması, yaşam beklentisindeki büyük kazanımları yansıtmaktadır. Bu sonuç özellikle bebek ve çocuk ölümlerindeki çarpıcı azalmalar, genel olarak sosyo-ekonomik kalkınma, daha iyi beslenme, enfeksiyonlarla başedebilme, sağlık teknolojilerindeki ilerlemeye bağlanabilir.
Nüfusun yaşlanma eğilimi hem bir olanak hem de zorlu görevler yaratmaktadır. Yaşlıların son dönemlerindeki sağlığı bir toplumun esenliğinin önemli bir göstergesidir.

KÜRESEL YAŞLANMA
Yarım yüzyıl önce dünyadaki insanların çoğu 50 yaşından önce ölmekteydi. Bugün ise 65 yaş üstü toplam nüfus ayda 750.000 artmaktadır. 2025 yılında dünyadaki yaşlı insan sayısının 800 milyonu aşacağı tahmin ediliyor. 2030 yılında ABD�de toplam  nüfusun %20�sinin yaşlı olması beklenmekte. Önümüzdeki 25 yılda 65 yaş üstü grup %88 oranında artarken, çalışan nüfus %45 artacaktır. Bu durum giderek azalan bir nüfus katmanının, giderek artan bir nüfusa bakması anlamına gelmektedir.
Yaşlılığın etkileri aile yaşamından yaşam düzenlemelerine, istihdamdan sağlık hizmetlerine, emeklilik sistemlerinden ekonominin dengelerine kadar geniş bir alana yansımaktadır.
Geleneksel olarak yaşlıların bakımını aileler üstlenmiştir. Oysa günümüzün yetişkinleri daha iyi bakabilmek için az çocuk yapmakta, büyüyen çocuklar da ailelerinden uzak yerlerde yaşamaktadırlar. Endüstrileşmiş, kentleşmiş toplumların yaşam tarzı geniş aileyi çözmüş, yaşlıların gençlerle birlikte yaşama olgusu kaybolmuştur. Ortaya çıkan açığın kapatılması için kamunun müdahalesi gerekmektedir.
Zengin ülkelerde bile yaşlı ve güçsüz durumda olanların çoğunluğu, gereksinim duydukları bakım için gereken masrafların ancak çok küçük bölümünü kendileri karşılayabilmektedirler. Kamu harcamalarının azaltılması eğilimi önümüzdeki yıllarda yaşlıların bakım-sağlık sorunlarının daha da derinleşeceğinin ipuçları olabilir.
Yaşlılık, engellerin artması ve başkalarına daha fazla bağımlılaşma anlamına gelir. Bir insan yıkanma, giyinme, beslenme için bir başkasının yardımına ihtiyaç duyuyorsa bağımlılık sözkonusudur. Yaşlıların çoğu sonunda böyle bir desteğe ihtiyaç duymaktadır. Bu tip bir desteğin maliyeti yaşlıların ya da ailelerinin çok azı tarafından karşılanabilmektedir.
Sorun bu destek hizmetinin maliyetinin kim tarafından üstlenileceğidir?Daha fazla vergilendirme siyasal açıdan tercih edilmemektedir. Bu nedenle bir çok gelişmiş ülke alternatif arayışlar içine girmiştir ve çözüm olarak özel sektörle birlikte kamu tarafından finanse edilen sigorta sistemleri geliştirilmeye çalışılmaktadır.
Sanayileşmiş ülkelerde, 20. yüzyılın ikinci yarısında insanların çoğu kendilerine devlet tarafından verilecek emekli aylıklarının ve sosyal güvenlik hizmetlerinin yeterli olacağını düşünerek emekli oldular. Şimdi bu tür beklentiler kişiler, işverenler ve hükümetler tarafından temelden değiştirilmektedir. Artık insanlar daha fazla tasarruf ve yatırım yaparak, çalışma sürelerini daha fazla uzatarak yaşlılık dönemine maddi olarak hazırlıklı girmek eğilimindeler.

KÜRESEL YÖNELİMLER NE OLMALI?
DSÖ, yaşlı insanları kendi ayrı bölmelerinde yalıtık kişiler olarak değil, yaşam sürecinin bir parçası olarak görmektedir. Hedef, �iyi yaşlanmaktır�.
Kuşaklararası bağların korunmasını hedefleyen stratejilerle bir çok etik konu da DSÖ programında yer almaktadır.
Temel sağlık hizmetlerine dayalı ulusal programların geliştirilmesini odak alan etkinlikler özellikle körlük ve sağırlık konusuna özel olarak eğilmektedir.

YAŞLILIK ve ÖZEL SORUNLAR

Dolaşım hastalıkları : KVH ölümlerin %80�i 65 yaş üzerinde görülmektedir.
Kanser:Genel popülasyonla uyum içinde.
Kronik obstrüktif akciğer hastalıkları: KOAH�la ilgili ölümlerin çoğu 65 yaşın üzerinde olmaktadır.
Osteoporoz:1990 yılında tüm dünyada 1.7 milyon kalça kırığı vakası olmuştur. Osteoporotik kırık riski kadınlarda %40 iken, bu oran erkeklerde %13�dür.
Demans: Risk 60 yaş günde hızla artmaktadır. Özellikle tanıdan ölüme kadar olan süre Alzheimer�da 3-10 yıl arasında değişmektedir.
Körlük, görme hastalıkları: Bugün yaklaşık 25 milyon yaşlı insan kördür.

* DSÖ 1998 Raporu�ndan derlenmiştir.
*
GÜNDEM

ICMAS-KO5: İstanbul mu, Seville mi?
İstanbul, giderek artan sayıda uluslararası etkinliğe evsahipliği yapıyor. Tıp kongreleri de bunlar arasında önemli bir yere sahip. Ancak son zamanlarda ülkemiz üzerinde kurulmaya çalışılan politik baskılar, şimdi de bilimsel alanlara yayılma tehlikesi göstermeye başladı. Kimi uluslararası tıp kongreleri için yer seçerken İstanbul�un güvenli bir kent olup olmadığı sorgulanıyor. Bunun son örneği, basında da yer alan 26-28 Ocak 2000�de İstanbul�da yapılacak 5th International Conference on Macrolides, Azalides, Streptogramins, Ketolides and Oxazolidinones (ICMAS-KO 5)adlı toplantının İspanya�nın Seville kentine alınıvermesi oldu.
ICMAS-KO 5 bu antibiyotik sınıflarının bir arada ele alındığı bilimsel niteliği yüksek bir toplantı olarak kabul ediliyor. ICMAS-KO 5�in konusunu oluşturan antibiyotikleri üreten firmalar, bu toplantının ana sponsorları oluyor. Böyle dört sponsorun desteklediği toplantıyı Wallace Communications adlı bir Amerikan organizasyon şirketi düzenliyor, kongre yerini seçiyor. Sponsorlar da çeşitli ülkelerden davet ettikleri katılımcıların giderlerini üstleniyorlar.
ICMAS-KO 5�e 2000 dolayında bir katılım bekleniyordu. Ancak, 29 Haziran 1999 tarihli e-posta mesajı, şaşırtıcı bir kararı açıklıyordu. Toplantı �çeşitli küresel nedenler�dolayısıyla Seville�e alınmıştı. Bu anlaşılmaz karar, örneğine pek de rastlanmayan bir duruma yol açmıştı. Toplantının bir yıl öncesinden İstanbul�da yapılmasına karar verildiği açıklanmış, duyuruları dağıtılmış ve tanıtımı yapılmıştı.
Tam bu sırada yapılan yine uluslararası başka bir kongrede Wallace Communications�ın açtığı standa uğrayan Türk katılımcılar, bu yer değişikliğinin ana sponsorların isteği üzerine yapıldığını öğrendiler. Bu sponsorların kimileri �Biz İstanbul�da yapılırsa ICMAS-KO 5�i desteklemeyeceğiz� demişlerdi; kimileri de bu haksız ve etik dışı değişikliğe ses çıkarmamışlardı.
Kısacası uluslararası ilaç şirketlerinin baskısı ve göz yumması, toplantının İstanbul�dan alınmasının gerçek nedeniydi. Bu konudaki tepkiler önce bir uzmanlık derneği olarak Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları (Klimik)Derneği�nin üyeleri arasında yankılanmıştı. Bu dernek tarafından ilgili bakanlıkların yanısıra İstanbul Tabip Odası olarak da konuyu sahiplenmeye davet edilmemizle birlikte yeni bilgiler gelmeye başladı. Ayrıca bir başka protesto kampanyası da Ankara Tabip Odası�nın Forum izleyicileri arasında yürütülmeye başlandı. Klimik Derneği�nin www.klimik.org adresindeki Ziyaretçi Defteri de konuyla ilgili bilgilerin topluca bulunduğu bir kaynak durumuna geldi.
Yönetim Kurulu olarak, ana sponsorları Türkiye�de temsil eden ilaç şirketleri olan Abbott Laboratuvarları A.Ş., Eczacıbaşı Rhone-Poulenc İlaç Pazarlama A.Ş., Pfizer İlaçları A.Ş. ve Pharmacia&Upjohn Sağlık Ürünleri Ticaret Ltd. Şti. Genel Müdürlerinden ve İlaç Endüstrisi İşverenleri Sendikası (İEİS)�ndan açıklama istedik. İlkin Eczacıbaşı Rhone-Poulenc Genel Müdürü ve Pharmacia&Upjohn Genel Müdür Yardımcısı Odamızı ziyaret ettiler. Hekim kamuoyunun duyarlılığını paylaşmalarına karşın şirketlerinin ve ürünlerinin hedef alınmasından rahatsızlık duyduklarını belirterek, merkezlerini ikna etmek için çaba göstereceklerine söz verdiler.
Gelen yazılı açıklamalardan ilki Fransa�dan Rhone-Poulenc Rorer S.A�dandı ve sorumluluğun tek başına kendilerinin olmadığı, alınmış ortak bir karara uydukları yönündeydi. Sonraki açıklama Amerika�dan Pharmacia&Upjohn�dan geldi. Her iki açıklamada da, İstanbul�da yapılacak bir toplantıya katılımın düşük olacağına ilişkin kaygılar gerekçe olarak gösterilmişti. Bu, kabul edilebilir bir gerekçe değildi. Çünkü katılımcı sayısını sponsorların kendileri belirliyorlardı ve ne kadar çok hekim davet ederlerse, katılım o kadar yüksek olacaktı. Kendilerine Odamızın, İstanbul�da yapılacak bir toplantıyı kayıtsız şartsız destekleyeceklerine ilişkin bir açıklama beklediğini belirten hızlı birer yanıt verildi. Buna Amerika�dan Pharmacia&Upjohn�un istenen taahhütü içeren ikinci yanıtı geldi. Rhone-Poulene Rorer S.A�dan şimdilik ikinci yanıt gelmedi. Ancak Eczacıbaşı Rhone-Poulenc Genel Müdürü, Türk hekim kamuoyunu tatmin edecek bir çözüm için çabalarının kesintisiz sürdüğüne ilişkin bir açıklama yaptı.
Abbott  ve Pfizer Genel Müdürleri de bu değişiklik kararının kendileri dışında alındığını öğrendiklerini bildirdiler. Ayrıca Abbott, toplantının İstanbul�a alınması için başvurduklarını gerek yazılı olarak, gerekse Odamızı ziyaret eden üst düzey yöneticileri aracılığıyla sözlü olarak açıkladı ve Amerika�daki merkezlerini ikna etme çalışmalarını sürdüreceklerini bildirdi. Pfizer�in de Amerika�daki merkezlerini ikna etme girişimlerinde bulunması yönündeki dileğimize ise şu ana kadar yanıt alamadık. İEİS de bütün olanaklarıyla konuyu izlediğine ilişkin bir açıklama gönderdi.
Özetle, artık bu dört ana sponsor firmanın, ICMAS-KO 5 ancak İstanbul�da yapılırsa destekleyeceklerine ilişkin bir baskı yapmaları gerekiyor. Aksi takdirde Wallace Communications artık İstanbul�a dönmeye yanaşmayabilir. Bunun için de sponsorların Türkiye şubelerinin, merkezlerini, Türk hekim kamuoyunda kendilerine karşı uyanabilecek infial ile ilgili olarak uyarmak ve onları ikna etmek gibi bir görevleri var. Bir kongrenin, yapılmasına 7 ay kala yeri değiştirilebiliyorsa, 5-6 ay kala niçin yeniden değiştirilmesin?Biliyoruz ki, kongre merkezi ve oteller aynı tarihlerde aynı koşullarda hazır bekliyor. Olay noktalanmadığı için bu durumun nedenini irdelemeyi de gelecek sayıya bırakalım. Umalım ki, bir sonraki Hekim Forumu�na kadar bu konu Türk hekim kamuoyunun istediği sonuca ulaşmış olsun.
İSTANBUL TABİP ODASI
YÖNETİM KURULU


5. PRATİSYEN HEKİMLİK KONGRESİ: 28-31 EKİM 1999
CONRAD INTERNATIONAL - İSTANBUL
(Kongre, 24.5 TTB-STE kredi puanı ile kredilendirilmiştir.)
TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ ve PRATİSYEN HEKİMLİK DERNEĞİ

28 EKİM 1999
08.00 -  Kayıt
09.30 - 10.30 Açılış
10.30 - 11.00 Kahve arası
11.00 - 12.30 Konferans:DÜNYADA GENEL PRATİSYENLİĞİN BUGÜNÜ VE GELECEĞİ
Oturum Bşk.: Dr.FüsunSayek - Türk Tabipleri Birliği Başkanı
12.30 - 13.30 Öğle yemeği
13.30 - 15.00 Sunum ve Tartışma
TÜRKİYE�DE GENEL PRATİSYENLİĞİN GELECEĞİNDE TTB GENEL PRATİSYENLİK ENSTİTÜSÜ�NÜN ROLÜ
Oturum Bşk.: Dr. Özen Aşut
15.00 - 15.30 Kahve arası
15.30 - 17.00 Serbest Bildiriler (3 salon)
17.00 - 17.15 Ara
17.15 - 19.00 Kurslar (20 kişilik 2 grup ile 3 gün sürecek şekilde yapılacak.)
BİRİNCİ BASAMAKTA LABORATUVAR KULLANIMI
BİRİNCİ BASAMAKTA BİLGİSAYAR KULLANIMI
19.00 -  Açılış kokteyli

29 EKİM 1999
09.00 - 10.30 Kronik Hastalıklar (3 salon)
DİABETES MELLİTUS - Panel
Oturum Bşk.: Dr. Belgin Arslan - 9 Eylül ÜTF., Halk Sağ. ABD, Yrd. Doç.
HİPERTANSİYON - Panel
Oturum Bşk.: Dr. Havva Özden - Dikmen Öveçler Sağlık Ocağı
KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI - Panel
Oturum Bşk.: Dr. Gülden Aykanat � SSK Karamürsel Hastanesi
10.30 - 11.00 Kahve arası
11.00 - 12.30  Mesleki Sorunlar (3 salon)
PRATİSYEN HEKİMLİKTE SÜREKLİ EĞİTİM - Panel
Oturum Bşk.: Dr. Aliye Işılak - Dikmen Akpınar Sağlık Ocağı
  1.BASAMAKTA HEKİM HASTA İLİŞKİLERİ - Panel
Kısa film göst: Uğur Kutay - Sinema Estetisyeni
Oturum Bşk.: Dr. Zeki Karagülle - TTBYüksek Onur Kurulu Üyesi, Prof.
SAĞLIK İŞKOLUNDA ÖRGÜTLENME - Panel
Oturum Bşk.: Dr. Volkan Çilingiroğlu - İzmir Karabağlar 2 No�lu S. Ocağı
12.30 - 13.30  Öğle yemeği
13.30 - 15.00 Koruyucu Hekimlik (3 salon)
ERİŞKİNLERDE BAĞIŞIKLAMA - Panel
Oturum Bşk.: Dr. Naciye Demirel - Kadıköy Sağlık Grup Başkanlığı
SIKLIĞI ARTAN BULAŞICI HASTALIKLAR - Panel
TEMEL RUH SAĞLIĞI - Panel
Oturum Bşk.: Dr. Seval Alkoy - Ümraniye Sağlık Grup Başkanlığı
15.00 - 15.30 Kahve arası
15.30 - 17.00 Serbest Bildiriler (3 salon)
1. Oturum Bş.: Dr. Alper Büyükakkuş - Samsun Büyükşehir Bld. Sağlık Da.
2. Oturum Bş.:Dr. Oya Konya - Kırklareli AÇS/AP
3. Oturum Bş.:Dr. Alişah Büyükatıkçı - Muğla Verem Savaş Dispanseri
17.00 - 17.15 Ara
17.15 - 19.00 Kurslar

30 EKİM 1999
09.00 - 10.30 Sır Karşılaşılan Sağlık Sorunları (3 salon)
ALLERJİ - Panel
Oturum Bşk.: Dr. Hasan Basri Aksoy - Kağıthane Sağlık Grup Başkanlığı
GASTRİT, HELICOBACTER PYLORI - Sunum ve Tartışma
Oturum Bşk.: Dr. Lütfü Özel - İnegöl Devlet Hastanesi
OBEZİTE, BESLENME, YAŞAM RİSKLERİ - Sunum ve Tart.
Oturum Bşk.: Dr. İbrahim Baykal - Bursa Adliyesi Kurum Hekimi
AKILCI İLAÇ KULLANIMI - Sunum, Konferans ve Tartışma
Sunum: Birinci basamakta ilaç kullanımı araştırması
Konferans: Dr. Şule Oktay - Marmara Ü. Tıp F., Farmakoloji ABD, Prof.
Oturum Bşk.: Dr. Aydın Kendirci � SSK Beşiktaş Dispanseri
10.30 - 11.00 Kahve arası
11.00 - 12.30 Kronik Hastalıklar (3 salon)
OSTEOPOROZ - Panel
Oturum Bşk.: Dr. Celal Mestçioğlu - İşyeri Hekimi
SİGARA, ALKOL, MADDE BAĞIMLILIĞI
Oturum Bşk.: Dr. Hakan Toksöz - Muğla Sağlık Ocağı
YAYGIN TOPLUMSAL REHABİLİTASYON - Konferans
Konferans: Dr. Önder Kayhan - M.Ü. Tıp F., Fiz. Tıp ve Reh. ABD, Prof.
Oturum Bşk.: Dr. Erdoğan Mazmanoğlu - Fikirtepe Sağlık Ocağı
İNME - Konferans
Konferans: Dr. Dursun Kırbaş - Bakırköy Ruh ve S. H. Hst., Nöroloji, Doç.
Oturum Bşk.: Dr. Fatih Tapan - Kuşadası Devlet Hastanesi
12.30 - 13.30  Öğle yemeği
13.30 - 15.00 Panel:KENTLERDE TEMEL SAĞLIK HİZMETLERİ
Oturum Bşk.: Dr. Selçuk Günday - İst. Büyükşehir Bld, Sağlık Da. Bşk.lığı
15.00 - 15.30  Kahve arası
15.30 - 17.00 Sunum ve Tartışma
KENTLERDE 1. BASAMAK SAĞLIK ÖRGÜTLENMESİ
Sunum:  Atölye Çalışması Sunumu
Oturum Bşk.: Dr. Hasan Ogan - İst. Büyükşehir Bld, Sağlık Da. Bşk.lığı
17.00 - 17.15 Ara
17.15 - 18.30 Panel:BİRİNCİ BASAMAK SAĞLIK HİZMETİ
NEDEN SORUN? ÇÖZÜM NEDİR?
Oturum Bşk.: Dr. İlknur Uçar - Emekli Sandığı, Kızılay Sağlık Merkezi
17.15 - 19.00 Kurslar
20.00 -  Kapanış yemeği

31 EKİM 1999
09.00 - 10.30 Risk Gruplarına Yaklaşım (3 salon)
SAĞLAM ÇOCUK - Panel
Oturum Bşk.: Dr. Sibel Çakan - Aydınevler Sağlık Ocağı
KADIN SAĞLIĞI - Atölye Çalışması
Gruplar: Genital Yol Enfeksiyonları ve Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar
/ Malignitelerde Erken Tanı / Antenatal Bakım
/ Aile Planlaması / Menopoz
Oturum Bşk.: Dr. Selma Okkaoğlu - Zeytinburnu Nuripaşa Sağlık Ocağı
GERİATRİK HASTALARA YAKLAŞIM - Panel
Oturum Bşk.: Dr. Ceyda Konya - Soyak Sağlık Ocağı
10.30 - 11.00 Kahve arası
11.00 - 12.30 Risk Grupları (3 salon)
OLAĞANÜSTÜ KOŞULLARDA HEKİMLİK - Panel
Oturum Bşk.: Dr. Filiz Kurtoğlu - Esenboğa Havaalanı Kurum Hekimliği
HASTA HAKLARI - Drama Gösterisi
Drama Ekibi: Sağlık Eğitim ve Drama Derneği
İŞÇİ SAĞLIĞI - Panel
Oturum Bşk.: Dr. Aytaç Aras - İşyeri Hekimi
12.30 - 13.30  Sonuç Bildirgesi
Kapanış

KATILIM BİLGİLERİ
Son Bildiri Gönderme:15.09.1999 Son İndirimli Tarih:31.08.1999
Kongreye Katılım Ücretleri:
31 Ağustos�a kadar  31 Ağustos�tan sonra
Katılımcı*   20 milyon TL  30 milyon TL
Refakatçı  15 milyon TL  25 milyon TL
Günlük Kayıt**    7.5 milyon TL
* Kongre kayıt ücretine kurslar, bilimsel oturumlara katılım, kongre çantası, açılış kokteyli, bilimsel dokümanlar, çay, kahve sunumları, öğle yemekleri (gala yemeği)dahildir. ** Kongre çantası, bilimsel dokümanlar, o günün kahve, çay ikramları ve öğle yemeği dahildir. Kongre Katılım Ücreti, TTB Ziraat Bankası Mithatpaşa Şubesi 151595 no�lu hesabına yatırılacaktır. Dekont fotokopisi, Kongre Kayıt Formu ile birlikte Topkon Turizm Ltd�ye gönderilecektir.
Topkon Turizm: Tel:(0 216)467 06 47 (4 hat), Faks:(0 216)467 06 51
E-posta:sales@topkon.com. http://www.topkon.com.

İLETİŞİM ve BİLDİRİ GÖNDERME:
� TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ:Sultan Çiçen (Sekreter)
 Mithatpaşa Cad. No:62/18 Yenişehir 06420, Ankara
 Tel:(0 312)418 31 56 - 418 39 63, Faks:(0 312)417 26 72
� İSTANBUL TABİP ODASI:Nuray Eroğlu (Sekreter)
 Türkocağı Cad. No:17 Kat:2 Cağaloğlu 34440, İstanbul
 Tel:(0 212)514 02 92,Faks:(0 212)513 37 36
 E-posta:istabip@istabip.org.tr.
� DR.NACİYE DEMİREL: Tel:(0 216)336 08 28 - (0 532)431 02 92


TAHKİM! İZİN VERECEK MİYİZ?
Tahkim; anlaşmazlıkların �herkese açık� mahkemelerde �hakim�ler eliyle değil, �gizli�olarak çalışan �hakem�ler aracılığıyla çözülmesini öngören bir anlaşma yoludur. Uluslararası Tahkim�in ulusal hukuk ya da evrensel hukuk normlarıyla hiçbir ilgisi yoktur ve asla bir mahkeme değildir. Tahkim, özel hukuk içerisinde kişiler ve şirketler arasındaki ticari ilişkilerde kullanılmaktadır.
Hakemlik (tahkim) müessesesinde uyuşmazlıklar genel olarak üç kişilik bir komisyon tarafından çözülür. Bu komisyon, biri davacı, biri davalı ve üçüncüsü ise, davacı ve davalının mutabık kaldığı bir hakem ya da mutabık kalınamaması durumunda hakemlik müessesesinin re�sen atayacağı bir hakemden oluşur. Üyelerin hukukçu olması gerekmez ve genellikle hakem seçimi, DünyaBankası�nın yatırım ve ticaret uzmanları listesinden yapılır.
Hakem heyetinin karar alma sürecinde şirketlerin taraf olduğu anlaşmalar esastır. Ulusal ya da evrensel hukuk normları ile insan, emek ve çevre hakları bu anlaşmada yer almadığı için hakem komisyonlarının yegane bakış açısı ya da kriteri, şirket haklarının ve kârlılığının korunması olmaktadır. Hakem heyetinin aldığı kararlar kesindir ve tarafların bir üst hakeme gitme hakkı yoktur.
Bugün, ülkemizde anayasal değişiklikler ile, şirketten devlete işleyen hakemlik (tahkim)müessesesi oluşturulmak istenmektedir.
Bu değişiklik tasarısının kabul edilmesiyle, ulusötesi sermaye şirketlerinin önündeki tüm yasal engeller kaldırılmış olacaktır. Danıştay ve Anayasa Mahkemesi devre dışı bırakılarak, tüm kamu kurum ve kuruluşlarının kamu yararı gözetilmeksizin özelleştirilmesine olanak sağlanacaktır.
MAI anlaşmasında şirketten devlete işleyen hakemlik mekanizması tek yönlü bir işleyişe sahiptir ve yalnızca şirketlerin devletleri hakeme götürme hakkı vardır. Devletin ya da yurttaşların hakeme gitme hakları yoktur. MAIanlaşmasında yer aldığı şekliyle hakemlik müessesesi, yalnızca şirketlerin haklarını ve kârlarını güvence altına alan, ulusal yargıyla evrensel kabul görmüş hukuk kurallarını yok sayan ve şirket kârlarını kamu yararının üstünde gören bir anlayışın ürünüdür.
Oysa ki, amacı kamu yararı olan ve kamu hizmeti veren devlet ve yerel yönetimler ile temel amaçları kâr olan şirketler, eşit görülemezler. Bu nedenle aralarındaki ilişkilerde tahkim olamaz. Anlaşmazlıklar, yargıda önceden belirlenmiş hukuk kuralları uyarınca hakimler tarafından karara bağlanmalıdır.

TÜRKİYE�DEN ÖRNEKLER
Halihazırda, Danıştay tarafından kamu yararı olmadığı ya da imtiyaz sözleşmesi kapsamında olduğu kararı verilerek faaliyetine izin verilmeyen Eurogold-Bergama köylüleri davası, Cargill-İznik Gölü kıyısı davası, Çamlıhemşin-Fırtına Deresi hidroelektrik santralı davası ve İzmit Körfezi köprü geçisi davaları gibi davaların tamamı ile tarım arazilerinin amaç dışı kullanımına, doğal ve kültürel dokunun korunmasına yönelik davalar ve doğal gaz çevrim santralleri, termik santraller, nükleer santrallerin yapımına ilişkin Danıştay incelemesi ve izinleri ortadan kaldırılacaktır.
Yine Anayasa Mahkemesi�nin 1996 yılında yap-işlet-devret sözleşmelerinde (5. Madde; kamu hizmeti imtiyaz sözleşmelerinde)tahkimi reddeden kararı geçersiz kalacaktır.

ŞİRKETTEN DEVLETE İŞLEYEN TAHKİM MEKANİZMASININ DÜNYADA ÖRNEĞİ VAR MI?
Yapılmak istenen değişikliklerin sonuçlarına ilişkin en çarpıcı örnekleri, ABD, Kanada ve Meksika toplumları yaşamaktadır.
Virginia orijinli Ethyl isimli şirketin MMT adıyla bilinen gaz katkılı ve kanserojen bir manganez türünü ithal etmesi ve toplum sağlığını tehdit etmesi üzerine Kanada-Ottowa Mahkemesi tarafından işletme kapatıldı. Ethyl şirketi, NAFTA-hakem (tahkim)mekanizmasına başvurarak Kanada hükümetinden 251 milyon dolar talep etti. Sonuçta, Kanada hükümeti, işletmenin aynı koşullarda çalışmasına izin verdi ve işletmenin kapalı olduğu süredeki kayıplarını karşılamak üzere 13.5 milyon dolar tutarındaki tazminatı ödemeyi kabul etti.
ABD�nin Avrupa Birliği�ne sattığı hormonlu sığır etinin kanserojen madde ihtiva ettiğinin anlaşılması üzerine, AB�nin ABD�den hormonlu et ithalini yasaklamasıyla, WTO-hakem (tahkim)kuruluna şikayette bulunan ABD hükümeti, komisyon tarafından haklı bulunarak, ABD tarafından AB�ye ekonomik ambargo uygulanması yönünde karar aldı. Uğranılan zarar ile verilen ceza (ekonomik ambargo tutarı)arasındaki oran ise, bire on. Cezayı çok ağır bulan AB, bunun üzerine yıl sonuna kadar kanserojen et ithalinin devam etmesine ve yıl sonunda konunun tekrar değerlendirilmesine karar veriyor. Bu ticari savaşın bedeli, Avrupa halklarına -sonuç olarak- yaşamlarıyla ödettiriliyor.

NEDEN ISRARLA VE OLDU - BİTTİYLE?
Bütün uyarılara rağmen hükümetin tahkim yasalarında ısrar etmesinin gerekçesi, yabancı sermayeye güven vererek yatırım ve istihdam yaratmaktır. Uluslararası sermaye temsilcilerine verilen mesaj şudur:�Çevreyi de kirletsen, yerli sanayimizi de çökertsen, topluma zarar da versen, gel!Senin çıkarlarını korumak için Anayasa Mahkemesi�ni ve Danıştay�ı yok sayarız. N�olur gel!�
Anayasa değişikliği TBMM�de 2/3 çoğunluk gerektiriyor. Bunun için hükümet her türlü pazarlığa açık. Kapatılan RP Genel Başkanı Erbakan�ın siyasi yasaklarının kaldırılması da bu pazarlıklar içinde. Referandumdan korkuyorlar, çünkü fazla tartışılırsa yurttaşlar son seçimlere DSP ve MHP�nin milliyetçilik iddiasıyla girdiğini hatırlayabilir. DSPve Başbakan Ecevit�in önceki yıllarda tahkime karşı çıktığını hatırlayabilir. Kapitülasyonları kaldıran Lozan�ı hatırlayabilir. Atatürk Türkiyesi�nin �tam bağımsızlık� hedefini hatırlayabilir...
Çalışan ve üretenler tahkime karşı. Emek Platformu�nun 7 temel hedefinden biri �Tahkim Yasası�. Tahkim Yasası ile Meclis�in, �Ulusal�niteliği de sınanıyor. Bu Meclis, 1920�de kurulan Meclis mi?
Sonuç, bu dergi çıktığında belli olmuş olacak.

Tahkim yasa teklifinden...

Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz anlaşma ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıkların milli ya da milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesi öngörülebilir.
Danıştay, davaları görmek, Başbakan ve Bakanlar Kurulu�nca gönderilen kanun tasarıları ve kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz anlaşma ve sözleşmeleri hakkında düşüncesini bildirmek, tüzük tasarılarını incelemek, idari uyuşmazlıkları çözmek ve kanunla gösterilen diğer işleri yapmakla görevlidir.�

�...Ülkenin bugünkü sıkıntılarından yararlanmak isteyen dış çevrelerin tahkim isteklerine boyun eğiş, hem tarihten ders almamak, hem de gelecek kuşaklar açısından çok ağır bir sorumluluk yüklenmek demektir. Özellikle şu dönemde uluslararası platformlara götürülen en haklı davalarında bile Türkiye�nin nasıl haksız çıkarıldığını bilmek, tahkimin sonuçlarını kestirmeye yeterlidir. Uluslararası tahkimle, Türkiye �uluslararası mahkum�durumuna getirilecektir. Bu durumda, �devletin varlığı ve bağımsızlığını, ulusun kayıtsız şartsız egemenliğini korumaya�and içmiş olan Sayın Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, Türkiye�deki siyasi kadroların uluslararası tahkim konusunda yeterince bilgi sahibi olmadan böyle bir Anayasa değişikliğini gerçekleştirmeye çalışmalarını son derece sakıncalı bulduğumuzu kamuoyuna saygıyla duyururuz.

Prof. Dr. Mümtaz SOYSAL (KİGEM Vakfı Başkanı)
Yekta Güngör ÖZDEN   (ADDGenel Başkanı)
Prof. Dr. Rona AYBAY   (Devletler Özel Hukuku)
Prof. Dr. A. Ülkü AZRAK (İdare Hukuku)
Prof. Dr. Pertev BİLGEN  (İdare Hukuku)
Prof. Dr. Cem EROĞUL  (Anayasa Hukuku)
Prof. Dr. Ersan İLAL   (Anayasa Hukuku)
Prof. Dr. Yavuz SABUNCU (Anayasa Bilim Dalı)
Prof. Dr. Yıldırım ULER  (İdare Hukuku)


Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı: Reform mu, çökertme mi?
Son yıllarda hızlanan bir propaganda 57. Hükümetin programı olarak şekillendi. Ekonomik krizi aşmak için sosyal güvenlik harcamalarını kısmak.
Haziran ayında ülkemize gelen IMF Heyeti her zamankinden uzun süre kaldı. IMF desteği için getirilen şartların başında sosyal güvenlik açıklarının kapatılması vardı.
Hükümetin bu telkinlerle hazırladığı �Sosyal Güvenlik Reform Yasa Tasarısı� nın gerekçeleri şunlar:
� Toplanan prim miktarını artırmak
� Sigortalı çalışmayı denetlemek
� Sağlık sigortasının kötüye kullanımını önlemek.
IMF ve Hükümet SSK açıklarını kapatmak için; öncelikle emeklilik yaşını artırmayı hedefledi. Aynı zamanda yaşlılık aylığı alabilmek için gerekli prim ödenen gün sayısını, sağlıkta katılım paylarını, sağlık güvencesi için prim ödenen gün sayısını artıran, öte yandan emeklilikte aylık maaş oranını azaltan bir tasarı hazırladı.
Çalışma Bakanı Yaşar Okuyan emeklilik yaşını artırma gerekçelerini TV kanallarını gezerek açıkladı. �Popülizmi bırakalım� diyerek çalışan/emekli oranının düşük olduğunu,  dünyanın hiç bir ülkesinde bu kadar erken yaşta emeklilik olmadığını ve erken emekliliğin SSK�yı batırdığını savundu. Hatta bu tezi savunanlar şöyle konuşuyordu: Yaşlanmadan yaşlılık aylığı bağlanır mı?
Başbakan Ecevit ise sosyal güvenlik için devletin katkısının hızla arttığını, bütçe açıklarını artırıp enflasyonu körüklediğini açıkladı. Başbakan bir felaketi haber veriyordu: �Böyle giderse devleti çökertecek, maaş veremez hale geleceğiz�.
Hükümet ve IMF kaynaklı haberler büyük sermayenin yönlendirdiği basın kuruluşlarında güçlü bir beyin yıkama faaliyetine dönüştü. Oysa gizlenen bazı gerçekler vardı.

SSK AÇIKLARI NASIL OLUŞTU?
Herşeyden önce bunca yıldır SSK fonları kötü kullanıldı. Siyasi iktidarlarca faizsiz veya ucuz kredi olarak kullanıldı. Yalnızca bu nedenle hesaplanan kayıp 20 milyar dolardır. Yani bugüne kadar Devlet bütçesinden verilen desteklerin yarısı.
SSKprimleri 11 kez ertelendi. SSK�nın 401 trilyon TLprim alacağı var. Bunun 343 trilyon TL�sı özel sektöre ait. SSK primlerini ödemek neredeyse enayilik gibi.
Kayıtdışı ekonomi, sigorta kapsamı dışında. 5 milyon kaçak işçi olduğu tahmin ediliyor. Bunların iyi bir denetimle sigortalanması durumunda 1.7 katrilyon prim geliri elde edilebilecek.
Saklanan gerçeklerden biri de 1998�de SSK�nın faiz geliri elde etmesinin yasayla engellenmiş olmasıdır. Bu nedenle SSK�nın aylık kaybı 1.5 trilyon TL�dır.
Yine SSK açıkları olarak ifade edilen ancak yasa gereği Devlet bütçesinden verilmesi gereken �Sosyal yardım zammı�nın SSK bütçesinden ödendiği de dikkate alınırsa çok şikayet edilen SSK açıklarının nasıl oluştuğu anlaşılabilir.
Bununla birlikte sosyal güvenlik harcamaları için bütçeden destek verilmesi, uygar toplum olmanın gereği.
34 milyon kişiye sağlık hizmeti ve sosyal güvencesi sağlayan bir kuruluşa bütçeden destek verilmesini �karadelik� olarak gören bir yaklaşım sosyal devlet anlayışıyla bağdaşır mı?

RAKAMLARLA SSK GERÇEĞİ
Kişi başına yıllık sağlık harcaması en düşük olan kuruluş SSK. SSK 34 milyon kişiye yıllık kişi başına 40 dolar harcarken, Bağ-Kur 55,  Emekli Sandığı 224 dolar harcıyor.
Kronik hastalıklar ve kanser tedavisinin büyük kısmını da SSK sırtlıyor. Hemodiyaliz hastalarının % 80�i, Kanser hastalarının %70�i SSK şemsiyesi altında. Kalp ameliyatlarının %80�inin parasını SSK ödüyor.

HÜKÜMET NE ÖNERDİ?
DSP, MHP ve ANAP koalisyon hükümeti sosyal güvenlik operasyonunu IMF direktifleri doğrultusunda oluşturdu. Bazı işçi sendikalarının da temsil edildiği Ekonomik Sosyal Konsey�de yöneltilen eleştirilere kulak tıkadı. Çalışma Bakanı Okuyan ve Sağlık Bakanı Doç.Dr. Osman Durmuş�un da içinde yer aldığı bir alt komisyonda tasarı şöyle şekillendirildi:
� 62-62 yaşında emeklilik
� 10.300 gün prim ödeme
� İşçinin prim katkısında %80 artış
� Sağlık için en az 120 gün prim
� Hastalık öncesinde en az 60 gün kesintisiz prim ödeme
� Protez-tıbbi malzemede % 20 katkı
� Malulen emeklilikte %60 aylık
Emeklilik yaşı, tartışma konularının başında geliyor. Türkiye�de ortalama yaşam süresi 67 yıl. SSK�lılarda ise beklenen ömür 65 yıl. Ortalama emeklilik yaşı 51. 40 yaş altında emekli  sayısı sadece 18.695 kişi (%1.04) dir. Kaldı ki özel işletmelerde 50 yaş üzerinde işçi istenmiyor.
5 milyon SSK�lının 4 milyonu özel sektörde çalışıyor. Bunlar için yatırılan ortalama yıllık prim miktarı 200 gün. Bu durumda 10.000 günü tamamlamak için 50, 7.000 günü tamamlamak için 35 yıl çalışmak gerekiyor. �Mezarda emeklilik� tanımlaması haksız mı?
SSK Operasyonu işçi ve memur örgütlerini biraraya getirdi. İşçi sendikaları (Türk-İş, DİSK, Hak-İş), emekli örgütleri (İşçi, Bağ-Kur, Memur), memur sendikaları (KESK, Kamu-Sen, Memur-Sen) ve meslek birlikleri (TTB, TDB, TEB, TVHB, TMMOB, TÜRMOB) Emek Platformu�nu  oluşturdu. 15 örgüt ilk kez bu yelpazede, bu genişlikte biraraya geldi.
Emek Platformu sosyal güvenlik konusunda basın açıklamaları yaptı. İktidar partilerine siyah çelenklerin bırakıldığı kitlesel yürüyüşler yapıldı. 17-18 Temmuz günlerinde altı ilde mitingler düzenlendi. İstanbul�daki mitingi düzenleyenler arasında TTBadına İstanbul Tabip Odası da yer aldı. Mitingde işçi sendikalarını temsil eden konuşmacıların ardından  Oda Başkanı Prof. Dr. Orhan Arıoğul da meslek odaları adına bir destek konuşması yaptı. Konuşmasında SSK�yı �karadelik� olarak gören anlayışı eleştiren Dr. Arıoğul, �asıl delik bu anlayışı taşıyanların kafasındadır� dedi.
Hükümetin tasarıda ısrar ederek TBMM�ye sunması üzerine 24 Temmuz Ankara mitingi yapıldı. Kimi rakamlara göre 150 kimine göre 400 bin kişinin toplantıdığı mitingde Türk Tabipleri Birliği korteji içinde İstanbul Tabip Odası da temsil edildi.
Büyük gösterinin ardından hükümet Türk-İş ile yürüttüğü pazarlıkta kısmen yumuşadı. Emeklilik için prim ödenen gün sayısı 7000�e indirildi. Emekliliğe az süre kalanlara kolaylık sağlandı. Ancak 58-60 yaşında emeklilikten geri adım atmadı. Diğer hükümler tasarıdaki gibi korundu. Bunun üzerine Emek Platformu�nda yer alan DİSK, KESK ve TTB 29 Temmuz günü bir saatlik uyarı eylemi kararı aldı.
Meclisteki görüşmelerin başladığı 4 Ağustos�ta ise tüm örgütlerin katılımıyla Ankara ve büyük illerde oturma eylemi yapıldı. Hükümet bunun üzerine tasarının görüşülmesini erteledi.

KAYIT DIŞI ÇALIŞMA ARTACAK
SSKilaç ve tıbbi malzeme alımları ile piyasayı frenliyor. Sağlık ve emeklilik ayrılırsa SSK�lı olmak cazibesini yitirir. SSKemekliliği cazibesini yitirirse halk kamu sigortasından uzaklaşır. Sağlık için prim ödemez (Nitekim Bağ-Kur�luların yalnızca %10�u sağlık primi yatırıyor).
Tasarı yasalaşırsa kayıtdışı çalışma artacak. Çünkü tasarıyla işverenin prim yükü artıyor. İşsizlik sigortası primi geliyor. Kıdem tazminatı korunuyor. Üstelik ekonomik kriz var.
İşçi açısından da şartlar sigortasız çalışmayı özendirici. Kesilen prim artıyor. Prim gününü doldurmak zor, çünkü 58-60 yaşına kadar bekleyecek. Oysa  kesintiyi ücretine ekletebiliyor. Sigortalanmıyor!

SAĞLIĞI NASIL ETKİLER?
Tasarı, sağlık kurumlarını da olumsuz yönde etkileyecektir. Sigortalı olmak cazibesini yitirdiğinde çalışan /emekli oranı daha da bozulacaktır. SSKve Bağ-Kur açıkları artar, SSK sağlık kurumlarında ekonomik kriz artar. Devlet hastaneleri ve tıp fakültelerine SSK ve Bağ-Kur ödemeleri durur. Sonuçta sosyal güvenlik sisteminden desteğin çekilmesi tüm sağlık kuruluşlarını etkiler.

HASTANE Mİ, İŞLETME Mİ?
SSK Hastaneleri işletme olursa... Kendi yağıyla kavrulacak.  Maaş, tıbbi malzeme ve ilaç giderlerini karşılayacak. Yatırımlara kaynak sıkıntısı artacak. Personel rejimi de değişecek.
Personel rejimi değiştiğinde, yeni personel işçi sayılmayan sözleşmeli statüsünde çalışacaklar. Eski personel sözleşmeli olmayı kabul etmezse başka yere atanacak. Yarı-zamanlı çalışan hekimler sözleşmeli olmak zorunda. Hekimlerin 657�de kalmak için tam-süre çalışmaları gerekecek.
SSK�da 3000 sözleşmeli var.  Sözleşmeler her yıl yenileniyor. Kadrolu meslektaşlarından %50 daha az ücret alıyorlar. Nöbet ve fazla çalışmanın karşılığı yok.

TÜM SOSYAL HARCAMALAR (Dünya Bankası Raporu, 1999)
İsveç  %60.5
Danimarka %55.0
Almanya %69.4
Avusturya %70.0
Kanada %48.6
Bulgaristan %25.3
Brezilya %40.5
ABD  %53.1
Türkiye %19.0
Tunus %47.4

SOSYAL GÜVENLİK HARCAMALARI (Dünya Bankası Raporu, 1999)
İsveç  %38.3
Almanya  %24.7
Avusturya  %24.5
Kanada   %21.7
Bulgaristan %19.8
ABD  %10.5
Türkiye  %4.9
Tunus  %4.1

 


İTOSPOR 2. Küme�de
3 Mayıs 1998 tarihinde yapılan İstanbul Tabip Odası seçimleri sonrası oluşan yeni Yönetim Kurulu, seçildikten 2 hafta sonra, 20 Mayıs 1998 tarihli toplantısında alınan karar ile �İstanbul Tabip Odası�nın adını taşıyan bir spor kulübü kurulması önerisi kabul edilmiştir�.
Türkiye�de ilk defa bir demokratik kitle örgütü, spor kulübü kuracaktır. İlk defa bir meslek örgütü �sporda biz de varız� diyecektir. Spor kulübü kurmak kolay bir iş değildir ülkemizde ama 5 ay gibi kısa bir süre içinde, 28 Ekim 1998 tarihinde, Dr. Turgut Adatepe, Dr.Okan Falay, Dr. Suat Tayan, Dr. Altan Yalçıner, Dr. Süha Göksel, Dr. Nebil Yıldız, Dr. Nurten Uzun ve Dr. Betül Yalçıner �İstanbul Tabip Odası Spor Kulübü� kurucu üyeleri olarak tarihe geçerler. Renkleri mavi-beyaz olan kulüp, basketbol, voleybol, tenis, atletizm ve masa tenisi dallarında faaliyet gösterecektir. Kulüp merkezi Tabip Odası�nın ikinci katıdır.
O sıralarda İstanbul 3. Küme Basketbol Ligi fikstürü çekilmiş ve lige katılacak takımlar belli olmuştur. Ancak Sarıyer Belediye takımı ligden çekilir ve kulüp kurucuları lige katılmak için Federasyon�a bir istida verirler. Gelen cevap olumludur. İTOSPORİstanbul 3. Küme C Grubu�na kabul edilmiştir. Lisanslar çıkartılmaya başlanır. Sıkı transferler yapılır. 3 yıl Galatasaray, 8 yıl Beşiktaş forması giymiş olan Dr. Çağatay Çırpıcıoğlu bizi kırmaz ve Beşiktaş Kulübü�nden ayrılarak İTOSPOR�a gelir. Geçtiğimiz yıl Fenerbahçe Kız Basketbol Takımı antrenörü olan Dr. İlker Yücesir de takımın başına geçer. Antrenmanlar için salon tutulur. 12 hekim ve 5 tıp öğrencisinden oluşan takımımız haftada 2 gün çalışarak lige hazırlanır. Formalar sipariş edilir. Paralar biter.

GENEL KURUL
Evet, kurucuların paraları biter ve İTOSPOR yöneticileri yıllardır büyük kulüplerin genel kurullarının neden toplandığını böylece anlarlar. Genel Kurul toplanır ve yeni yönetim kurulu oluşur. Dr. Turgut Adatepe, Dr.Okan Falay, Dr.Sururi Özkılıç, Dr. Bülent Bayraktar ve Dr.Alp Ömeroğlu yeni yönetime seçilirler. Kurucu üyelere yaptıkları büyük maddi ve manevi yardımlar için teşekkürler edilir. İlk yönetim toplantısında Dr.Turgut Adatepe zorla başkan seçilir, �yapmayın, etmeyin�der ama fayda etmez.
İki önemli karar alınır bu toplantıda:�İTO SPOR tanıtım amacıyla basketbol takımını vitrinde tutmakla beraber esas olarak bütün hekimlere ve hekim çocuklarına spor yapabilecekleri ortamı sağlamayı hedefleyecek�ve �İlaç firmalarının vermiş olduğu forma reklam teklifleri reddedilecektir�. Hekimlerden toplanan bağışlarla bir parça nefes alınır ve bu sırada basketbol maçlarımız başlar.

�TIBBİYE... TIBBİYE...TIBBİYE�
Tribünler kendiliğinden böyle destek verirler takımımıza. Maçlarımızı kalabalık bir seyirci topluluğu izler. Kısa sürede İTOSPOR fanatiği olurlar. Yönetim de boş durmaz ve her maça 2 minibüs kaldırır. Takımımız oldukça sert takımların mücadele ettiği bir gruba düşmüştür. Örneğin 3 sene öncesine kadar milli takımımızın Pivotu olan Beşiktaşlı Ömer Saybir, eski Galatasaraylı Okan, Cihat, Mehmet Altıoklar gibi sporcular rakip takımdadırlar. Ayrıca Mercedes, Migros gibi birçok müessese takımı da büyük yatırımlar yaparak lige iddialı bir şekilde katılmaktadır. Takımımız Yeşilköy, Dikilitaş, Topkapı, Migros, Maltepe, Robert Kolej ve Boğaziçi takımları arasından CGrubu�nu 6 galibiyet ve 1 mağlubiyet ile 1. sırada tamamlar. İTOSPOR, Play off grubuna kalmıştır.
Play off�daki ilk maç Okmeydanı�na karşı 66-58 kazanılır. Bunu 61-48 biten Mercedes maçı izler. İşler iyi gidiyor derken, 3. maçta Armada�ya 65-51 mağlup olurlar. İlerleyen haftalarda İÜSBK�yı 72-51, Doğangüneş�i 61-54 yenerler. Bu sırada Dikilitaş, Armada�yı yenmiştir. Takımımız play off�da hiç yenilmeyen Dikilitaş�ı 10 sayı farkla yenerse şampiyon olacaktır.
Tribünlerin tıklım tıklım dolu olduğu tarihi bir maç oynanır. 73-54 yenerler. Şampiyonluk garanti gibidir. 1 hafta sonraki Emniyet�e karşı son maça çıkarken tribünler �ŞAMPİYON İTOSPOR�pankartlarıyla süslenmiştir. 82-44 biten maç sonucu İTOSPOR, 32 takımın mücadele ettiği 3. Küme�yi şampiyon olarak tamamlar.

YENİ SEZON
Basketbol takımının şampiyon olması herkesi çok mutlu etmiştir. Süratle voleybol ve basketbol bayan takımları kurulur. İTOSPOR 1999-2000 sezonunda basketbol erkeklerde 2. Küme�de mücadele edecek, basketbol ve voleybolda da bayanlar ligine katılacaktır. Bayan takımlarımız da hekimler ve tıp öğrencilerinden oluşmaktadır. İlgi duyan bütün hekim arkadaşlar, İTOSPORKulübü�ne üye, lisanslı sporcu, hatta yönetici olmak için bizi arayabilirler.

 BASKET TAKIMI SPORCULARI  Dr. Çağatay Çırpıcıoğlu:(Kaptan) 1992 İTF mezunu. Kuzguncuk S.O. hekimi. 3 yıl Galatasaray, 8 yıl Beşiktaş Basketbol takımlarında oynadıktan sonra İTOSPOR�a geldi � Prof. Dr. Demir Tiryaki: İTF Biyofizik ABD öğretim üyesi. Baksetbol Milli Takımı�mızın eski oyuncusu � Doç. Dr. Naci Koçer:1986 Hacettepe Tıp mezunu. CTF Radyoloji ABDöğretim üyesi � Dr. Turgut Adatepe:1982 İTF mezunu. Serbest nöroloji uzmanı. İTOSPOR Kulüp Başkanı � Dr. Bülent Bayraktar:1990 İTFmezunu. İTF Anatomi uzmanı. İTOSPOR YKüyesi � Dr. Okan Falay:1989 İTFmezunu. İTFNükleer Tıp asistanı. İTOSPOR YKüyesi � Dr. Serdar Gül:1989 İTFmezunu. Bakırköy Devlet H. Genel Cerrahi uzmanı � Dr. Selçuk İnanlı:1989 İTF mezunu. Marmara Tıp KBB uzmanı � Dr. Gürsu Kıyan:1989 İTF mezunu. Marmara Tıp Çocuk Cerrahisi uzmanı � Dr. İlker Yücesir:1990 İTF mezunu. İTF Fizyoloji uzmanı. Basketbol takımımızın antrenörü � Dr. Cengiz Şen:1997 İTF mezunu. İTF Göğüs Hast. asistanı � Dt. Mustafa Tiryaki:Serbest dişhekimi � Gürhan Gürdağ:İTF(5. sınıf) � Mert Dumantepe: İTF (3. sınıf) � Hürol İnnice:İTF (5. sınıf)  � Mert Ali Karadağ:İTF (3. sınıf) � Alper Tibet: İTF (2. sınıf) � Melih Soncul: Hekim dostu!Biz onu çok seviyoruz.

C GRUBU MAÇLARI
İTOSPOR - Yeşilköy  57-39
İTOSPOR - Dikilitaş  61-51
İTOSPOR - Topkapı  60-42
İTOSPOR - Migros  55-56
İTOSPOR - Maltepe  74-62
İTOSPOR - R. Kolej  92-56
İTOSPOR - Boğaziçi   (Hük) İTO

PLAY OFF MAÇLARI
İTOSPOR - Okmeydanı 66-58
İTOSPOR - Mercedes 61-48
İTOSPOR - Armada 65-51
İTOSPOR - İÜSBK 72-51
İTOSPOR - Doğangüneş 61-54
İTOSPOR - Dikilitaş 73-54
İTOSPOR - Emniyet 82-44

 


HABERLER

Dilimizde tüy bitti: Aidatınızı hatırlatıyoruz!
Bugüne kadar ödenmemiş aidatları olan üyelere bir kez daha önemle hatırlatıyoruz. Daha güçlü bir meslek örgütü için lütfen birikmiş aidatlarınızı yatırınız.

AİDAT BORCU OLANLARA HEKİM FORUMU GÖNDEREMİYORUZ
Aidat ödeyen üyelerle ödemeyenler arasındaki adaletsiz durum, Yönetim Kurulu için her zaman bir sorun yarattı. Bu yıl başında, Hekim Forumu�nun sadece aidatını ödeyen üyelere gönderilmesi kararlaştırıldı. 1 Nisan tarihine kadar tüm üyelere gönderilen dergi, bu tarihten itibaren, ödenmemiş aidatı olanlara ulaştırılmayacak.     Dergi, üyelik görevini yerine getirmeyen hekimlere, ancak aidatını yatırdıktan sonra gönderilecek.

65 YAŞINI DOLDURAN ÜYELERDEN AİDAT ALINMIYOR
Yönetim Kurulu�nun bu yıl başında aldığı kararla, 65 yaşını dolduran tüm üyeler aidat ödemekten muaf tutuluyor. Ancak Oda kayıtlarında doğum tarihi belirtilmemiş olan üyelere zaman zaman aidat ödeme uyarısı yapılabiliyor. 1934 ve daha önceki yıllarda doğmuş olan meslektaşlarımızın, Oda�ya başvurarak bu bilgileri kontrol ettirmeleri yerinde olacaktır.

TTB BÜYÜK KONGRESİ: AİDAT BORÇLARINA GECİKME FAİZİ
Son Kongre�de tartışılan konulardan biri de aidat alacaklarına karşı tutum oldu. Bilindiği gibi daha önce alınan bir Kongre kararında eski yılların aidatlarının, ödendikleri yılın aidat düzeyinden alınması kararlaştırılmıştı. Ancak yıl içinde enflasyon oranının artması, sene başında ödeme yapanlarla daha sonra aidatını ödeyenler arasında bir adaletsizlik yaratıyordu. Erken ödemeyi özendirmek için aidat alacakları konusunda amme alacaklarına uygulanan faiz oranları hakkındaki yasanın uygulanması kararlaştırıldı. Buna göre bu yıl, 1998 ve öncesine ait aidat borçlarına her ay %12 faiz uygulanacak.
Dileğimiz, bütün bunlara gerek kalmaksızın aidatların zamanında ödenmesi. Aidat ödenmesi, üyelik görevinin bir parçası. Aidat toplamak ise Yönetim Kurulu�na yasa ile verilmiş bir görev.
Meslektaşlarımızı bir kez daha bu konuda duyarlı olmaya çağırıyoruz.
Aidat borçlarınızı 514 02 92 /114-118 nolu telefonlardan öğrenebilirsiniz.

DİKKAT: TAHSİLDAR UYGULAMASI KALKTI
Geçmişte yaşanan birçok olumsuz örnek nedeniyle tahsildar aracılığıyla aidat toplanmasına son verildi. Üye sayısının az ve muayenehanelerin toplu halde bulunduğu durumlarda yararlı olan bu yöntem, İstanbul�da önemli sakıncalar yarattı. Artık Oda�nın tahsildarı yok.

 


İnternet erişimi armağanı

Geçmiş yıllara ve 1999 yılına ait aidatını ödemiş her üyemize iki ay süreyle 30 saatlik internet erişimi armağanı kampanyamız sürüyor. Kampanya, yeni üye olup aidatını yatıran hekimler için de geçerli.
Oda�ya üye olmak için gerekenler:
� Kayıt formunun doldurulması
� 4 adet renkli fotoğraf
� Hekim olduğunuza dair belge (çıkış belgesi ya da noter tasdikli diploma fotokopisi veya kurum yazısı)
� Kayıt ücreti: 1.000.000 TL.
� Kimlik kartı ücreti: 2.000.000 TL.
Üye kimlik kartını değiştirmek için:
� 2 adet renkli fotoğraf
� Nüfus cüzdanı fotokopisi
� Diploma numarası
� Kimlik kartı ücreti: 2.000.000 TL.
Üyelik belgesi almak için, aidat borcunuzun olmaması gerekir.

 


Belge arıyoruz...
Elinde İstanbul Tabip Odası�nın tarihi ile ilgili resim, dergi vb. belge olanların, bir örnekleri çıkarıldıktan sonra iade edilmek üzere Odamıza ulaştırmaları önemle rica olunur. Bu belgeler 70 yıllık tarihimizin eksik sayfalarını tamamlayabilir.

 


Lütfen kaydedin: İç hat numaralarımız değişti
Oda�yı aradığınızda istediğiniz    birime veya kişiye daha kolay ulaşabilmek için, iç hat numaralarını kullanınız. Santralimize eklenen yeni hatlar nedeniyle, önceki iç hat numaralarının başına �1� rakamı getirildi:
111:İlk başvuru sekreteri,
114:Üyelik İşleri Bürosu,
117:Hekimlik Uygulamaları Bürosu,
122:İşyeri Hekimliği Bürosu,
118:Muhasebe, 128:Yayın Bürosu.
Daha iyi bir iletişim için üyelik bilgilerinizi güncelleştiriniz.

 


Kayıp aranıyor
Adres değişikliği, işyeri değişikliği vb. nedenlerle yerinden ayrılan ve ısrarlı aramalarımıza rağmen izi bulunamayan 806 üye aranmaktadır. Bu üyelere Oda çalışmaları ile ilgili bilgiler iletilememekte, Hekim Forumu gönderilememektedir. 2000 yılında çıkacak katalogda da yer alamayacaklardır. Hepsi de tıp fakültesi diploması sahibi olup, sık sık görev değişikliği yapmaktadır. Durumlarından endişe ettiğimiz bu üyelerin, Odamızın 514 02 92 numaralı telefonundan Nuray Eroğlu�na (iç hat 114)başvurmaları önemle rica olunur.
İSTANBUL TABİP ODASI YÖNETİM KURULU

 


Saldırılara karşı hekim dayanışması
İstanbul ve diğer illerdeki sağlık kuruluşları, geçtiğimiz aylarda hekimlere yönelik birçok saldırıya sahne oldu. Hasta yakınlarının saldırıları sonucu yaralanan hekimler oldu. İzmir�de bir muayenehane sekreteri yaşamını yitirdi.
SSK İstanbul Hastanesi�nde Dr. Kenan Onsun�un bir hasta yakınının saldırısında yaralanması, Hastane bahçesinde düzenlenen bir basın açıklaması ile protesto edildi. Hazırlanan bildiriyi okuyan Hastane Temsilcisi Dr. Cengiz Konuksal, bu saldırıları teşvik eden basını sorumluluğa davet etti. Oda Başkanı Dr.Orhan Arıoğul, saldırıların sürmesi durumunda hekimlerin greve gitmesinin sürpriz olmaması gerektiğini belirtti.

 


Aspirine ve hekime haksız suçlama
Yedi yıl önce akut eklem romatizması tedavisinin ardından öldüğünde otopside �Reye Sendromu�olarak rapor edilen bir hastanın ölümünde ihmali olduğu gerekçesiyle dava edilen Dr. Gülnur Tokuç ile ilgili dava sonuçlandı.
Hekimin hastayı daha yakın izlemesi gereğine karar veren mahkeme �2 yıl hapis, 250 TLpara cezası�nı önce 6 aya indirdi, sonra da tecil etti. Dr. Tokuç ise suçsuz olduğunu belirterek temyize başvurdu. Ancak verilen para cezası, basında, ölüme yol açan hekime yetersiz ceza verildiği iddialarına dayanak yapıldı.
Oda Yönetim Kurulu, daha önce araştırma yapılan bu konuda bir basın toplantısı yaparak hekime savunma hakkı tanımayı kararlaştırdı. Basın toplantısında ölüm nedeninin aspirin zehirlenmesi olmadığı, teşhis ve tedavide hata olmadığı, basının ve davacıların kamuoyunu yanılttıkları açıklandı. Başvurulan yedi ayrı bilirkişi görüşüne göre Dr. Tokuç�un suçlu olmadığının anlaşıldığı vurgulandı.
Konu, daha sonra Kanal 6�daki bir canlı yayında tekrar tartışıldı. Burada da Tabip Odası�na suçlamalar yönelten Avukat Burhan Apaydın, Oda�nın tıbbi hatalar konusunda bilirkişi ve karar yetkisi olmadığını iddia etti.

 


Basında yargısız infazla mücadele
Özellikle TVkanallarında ve çok satan gazetelerde hekimlere ve sağlık kuruluşlarına yönelik dayanaksız suçlamalar karşısında Yönetim Kurulu, daha etkili yöntemler arıyor. Bu durumlarda hekimlerin hemen Oda�yı aramaları ve olaylarla ilgili doyurucu bilgi vermeleri bekleniyor.
Daha çok hekimlik hatası iddialarını konu alan bu yayınlarla ilgili öncelikle düzeltme hakkının kullanılması, daha sonra RTÜK�e başvurulması mümkün. Yönetim Kurulu bu konuda basın kuruluşlarının ve basını temsil eden örgütlerin bilgilendirilmelerini kararlaştırdı.

 


Gönüllü hekimler aranıyor
Sayıları her geçen gün artan TVkanallarını sağlık alanında uzman ana haber bülteni editör ve spikerlerini takip ederek devirdikleri çamları ve infaz kararlarını belirleyecek, üzerine aldığı bir kanalı sürekli rapor edecek gönüllü hekim aranıyor. Görev önemli, ücret yoktur. İlgilenenlerin, Hekimlik Uygulamaları Bürosu�na telefonla başvurmaları önemle rica olunur. (514 02 92, iç hat 117)

 


Dr. Cengiz Çetin Asistan Tez Yarışması sonuçlandı
Geçtiğimiz yıl İstanbul Tıp Fakültesi, Deniz ve Sualtı Hekimliği Anabilim Dalı�nda vurgun yemiş iki dalgıç hastanın tedavisi sırasında meydana gelen kaza sırasında yitirdiğimiz Asistan Dr. Cengiz Çetin�in anısını yaşatmak için düzenlediğimiz �Asistan Tez Yarışması�nın sonuçları belli oldu.
Uzmanlık eğitimini desteklemek, nitelikli tez çalışmalarını teşvik etmek amacıyla başlatılan bu yarışmaya bu yıl 21 tez katıldı. Doç. Dr. Faik Çelik, Doç. Dr. Nahide Onsun, Doç. Dr. Güliz Üçok, Prof. Dr. Taner Gören ve Doç. Dr. Şamil Aktaş�tan oluşan jüri,
Birincilik Ödülü�ne, �Genetik absans modeli olan WAG / Rij sıçanlarında nervus vagus stimülasyonunun etkileri� başlıklı teziyle SSK Göztepe Eğitim Hastanesi, Beyin Cerrahisi Kliniği�nden Dr. Ramazan UYAR�ı,
İkincilik Ödülü�ne, �Osteokondral lezyonların mozaikplasti ve fasia lata greftiyle tedavi sonuçlarının kıyaslanması� başlıklı teziyle Vakıf Gureba Eğitim Has., Ortop. ve Trav. Kliniği�nden Dr. Rıdvan YEŞİLTEPE�yi,
Üçüncülük Ödülü�ne, �Çocuklarda helicobacter pylori infeksiyonunda klinik, endoskopik, histopatolojik bulguların karşılaştırılması ve tanıda serolojinin yeri�başlıklı teziyle İ.Ü. Çocuk Sağlığı Enstitüsü�nden Dr. Emine TÜRKKAN�ıdeğer gördü.
Jüri, �Obsesif kompulsif bozuklukta duyusal kapılama ve bilişsel işlevler� başlıklı teziyle Marmara Üniversitesi Tıp Fak., Psikiyatri Anabilim Dalı�ndan Dr. Semra BARİPOĞLU�nu Özel Ödül�e değer buldu.
Sevgili meslektaşımız Asistan Dr. Cengiz Çetin�i ölümünün birinci yılında saygıyla anarken, yakınlarının ve dostlarının acılarını paylaşıyoruz.

 


İstanbul Tıp Mezunları Veda Toplantısı
Hekimler arasına katılan İTF �99 mezunlarının 15 Temmuz günü düzenledikleri toplantıya katılım büyüktü. AKM�nin Büyük Salonu, iki balkonu dahil genç hekimlerin aileleri ve yakınlarınca tamamen doldurulmuştu.
Toplantıya 50�ye yakın İTF öğretim üyesi de katıldı. Mezunların �Hoşgeldiniz�konuşmasının ardından Dr. Arıoğul, Hekimlik Andı�nı içirdi. Daha sonra İstanbul Tabip Odası adına Dr. Arıoğul, mezunlara seslenerek �3000 yıllık birikimi olan bir mesleğe adım atarken, ettiğiniz yeminle kendinizi bağlamış oluyorsunuz. Olumsuz tabloya bakıp karamsarlığa kapılmayın. Hekimlik ve sağlık alanındaki sorunların çözümü, birlikte bir güç olmaktan geçer. Birliğinizi devam ettirin, tek başınıza birşey yapamazsınız� dedi.
İTF öğretim üyeleri adına Dr. Yavuz Bozfakioğlu, toplantıyı düzenleyenleri kutlayarak �Burada işte benim fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür gençliğim diyen Atatürk var. Hastayı bir sıra veya yatak numarası olarak görmeyeceksiniz. Bugünün hekimi de Cumhuriyet�in ilk yıllarındaki kadar saygı görmeye layıktır. Hakimin güvencesinin hekime de tanınması gerekir� dedi. Ailelere seslenerek �6 yıl önce bize emanet ettiğiniz evlatlarınızı size geri veremiyoruz. Çünkü onlar insanlığın malı oldular� diye konuştu.
Öğrenciler adına yapılan konuşmanın ardından, dönem birincisine plaketini Dr. Halit Ziya Konuralp verdi. Dr. Konuralp�in plaketi verdikten sonra genç hekimlere �Hekimliği yaparken para kazanmayı düşünmeyin, hastanıza paran var mı, diye sormadan hizmet edin� şeklindeki çağrısı, mezunların yanında salonu dolduran ailelerin de sürekli alkışlarıyla destek aldı. Dönem ikincisi Dr. Sibel Arı, plaketini 1948 mezunu Dr. Ali Görpe�den aldı. Dr. Bircan Erden ise üçüncü oldu.
Dönem birincisi Dr. Hande Delier, konuşmasında �Bizler 20 yıla yakın zorlu bir eğitimden sonra buraya geldik. Emeğimize karşılık saygı beklemek hakkımızdır. Bu da tıp eğitiminde saygıdan çok kaliteye önem verilmesiyle olur. İyi sağlık hizmetinin anahtarı çok kişiye hekim diploması vermek değildir. Altyapı ve öğretim üyesi açısından yetersiz olan yeni tıp fakültelerinin açılması, köklü tıp fakültelerine kapasitelerinin üzerinde öğrenci alınması, arzulanan nitelikte hekim yetişmesini engellemektedir� dedi.
Gruplar halinde tüm mezunlara öğretim üyelerince plaket ve mezuniyet flamaları verilirken, İstanbul Tıp Fakültesi Tiyatro Kulübü; tıp eğitimi, hekimlik değerleri gibi konuları ele alan parodiler sundular. Toplantının bitiminde, destekleri için İstanbul Tabip Odası, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve düzenlemede yer alan kişilere teşekkür plaketleri verildi. Prof. Dr. Halit Ziya Konuralp, plaketini alırken, mezuniyetinden 74 yıl sonra genç meslektaşlarıyla birlikte olmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
Prof. Dr. Türkan Saylan yaptığı konuşmada, gençlerin Cumhuriyet değerlerine sahip çıkmalarının önemini vurguladı. Örgütlü olmanın önemine değinerek ÇYDD ve İstanbul Tabip Odası�nın varlığına dikkat çekti.
Toplantının ardından verilen kokteyl sırasında, Tabip Odası standında yeni mezunlar için hazırlanan bir tanıtım broşürü, Tıp Meslek Etik Kuralları ve üye kayıt formları dağıtıldı.

 


Tıbbiyeli Destek Bursları
Geçtiğimiz yıl yapılan çalışmalar sonucunda çoğunlukla özel hastanelerin katkılarıyla oluşan �Genç Tıbbiyeli Destek Fonu�ndan 45 tıp öğrencisine burs veriliyor.
Yeni öğrencilere burs verebilmek için katkılarınızı bekliyoruz. Her ay düzenli olarak burs fonuna aktarılacak hesaplardan Ekim ayı başında belirlenecek düzeyde maddi yardım yapılıyor. Burs vermek isteyenlerin Odamızı aramaları mümkün.

 


Bağışlar 4 milyara ulaştı
İstanbul Tabip Odası tarafından Kartal Eğitim Hastanesi yangınının ardından açılan Dayanışma Kampanyası�nda toplanan paralar 4 milyara ulaştı. İş Bankası Cağaloğlu Şubesi�ndeki 1095 301030 3205906 (Dolar), 1095 301030 3205911 (Mark), 1095 304400 502235 (TL) numaralı hesaplarda biriken paralar, ameliyathanelerin donanımında kullanılacak. Bağışçılar Kartal Eğitim Hastanesi ve İstanbul Tabip Odası�nda sürekli ilan ediliyor.

 


Yeni hükümet, yeni başhekimler
DSP-MHP-ANAP Koalisyon Hükümeti, biraz bekledikten sonra İstanbul�daki bazı büyük hastanelerin başhekimlerini ve İl Sağlık Müdürü�nü değiştirdi.
Kartal Eğitim Hastanesi�nde olaylı bir dönemin ardından sorumluluk üstlenerek görev yapan Doç. Dr. Tuğrul Berkel yerine Dr. Necmi Kurt, Şişli Etfal Hastanesi Başhekimi iken son milletvekilliği seçiminde aday olan, ancak seçilemeyerek göreve dönen Doç. Dr. Bektaş Yıldırım�ın yerine Prof. Dr. Lütfü Baş, SSKGöztepe Eğitim Hastanesi�nde hastane ile ilgili çalışmalarıyla sık sık basında yer alan Doç. Dr. Fuat İpekçi�nin yerine Prof. Dr. Hasan Erbil, İstinye Devlet Hastanesi Başhekimliği�ne Dr. Cengiz Tamer�in yerine Dr. Ahmet Kızmaz atandılar.
SSKOkmeydanı Eğitim Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Dursun Akdemir, seçimler öncesinde adaylık için istifa ettikten sonra yerine atanan Doç. Dr. İrfan Gökçay�ın bu görevden alınmasının ardından eski görevine döndü. İl Sağlık Müdürlüğü�ne ise Dr. Mehmet Salman�ın yerine uzun süredir Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Başhekim Yardımcılığı yapan Dr. Mecit Çalışkan atandı.
Yönetim Kurulumuz göreve başlayan başhekimleri ve İl Sağlık Müdürü�nü ziyaret ederek sorunlar ve Oda�nın beklentileri hakkında görüşmeler yaptı. Bu ziyaretlerde başhekimlerin önceden belirlenen sürelerle görev yapmaları gündeme geldi. Oda ile sağlık kurumları arasında işbirliği olanakları değerlendirildi.

 


Sağlık ilanları konusunda uyarılar
İstanbul Tabip Odası�nca yürütülen hekimlik uygulamalarındaki ilanların denetimi çalışmaları, ilan veren hekim ve kuruluşları bu konuda kural arayışına itti. Bazıları Oda Yönetim Kurulu tarafından uyarılan, bir kısmı ise Onur Kurulu�nca ceza alan üyeler, ilanlar konusunda daha özenli hareket edeceklerini belirterek bu konuda ayrıntıların saptanmasını talep etti. Denetim çalışmalarının, reklam kuruluşlarını da etkilediği belirtiliyor.
Geçtiğimiz günlerde Oda�da yapılan seri toplantıların ardından Yönetim Kurulu daha önce yayınlanan genel kurallara ek olarak ilanlarla ilgili bazı ayrıntılar hakkında uyarıda bulunmayı kararlaştırdı. Bu kuralların uzmanlık dernekleri ve Etik Kurul�un katkılarıyla geliştirilmesi planlanıyor.
Bu uyarılar, reklam kuruluşları ve hekimlere iletiliyor.
1- İlanlarda okuyucunun doğru bilgilendirilmesi esastır.
a)Sağlık kuruluşlarında görev yapan hekimlerin uzmanlık dalları tüzük ve yönetmeliklere uygun olarak hak kazındıkları şekilde yer almalıdır. Bir konuda yürürlükteki mevzuata göre uzmanlık belgesi almadığı halde �... uzmanı� veya �... konusunda uzman doktorlar�terimi yer almamalıdır.
b)Sağlık kuruluşlarında yapılmayan işlem ve tedavilere yer verilmemelidir.
c)İlanda �kesin çözüm�, �en başarılı�, �hiç bir yan etkisi olmayan� gibi yanlış yönlendiren terimler yer almamalıdır.
2- �Türkiye�de ilk defa�, �en son teknoloji�gibi yüceltici ibarelere yer verilmemelidir.
3- Başka sağlık kuruluşlarının kötülenmesi anlamına gelecek ifadeler kullanılmamalıdır.
4- Hekimlik ciddiyetine yakışmayan görsel malzeme ve resimlere yer verilmemelidir.
5- Hasta sırlarının saklanmasına ters düşecek tedavi öncesi ve sonrası resimler gibi hastanın kimliğini ele verecek özel bilgilere yer verilmemelidir.
6- İlanlarda hekimlik meslek ahlak kurallarının genel hükümlerine uygun olmalıdır.
7- İlanlarda �uygun fiyatlar�, �indirim�, �kampanya�, �ücretsiz muayene� vb. deyimlere, tanı ve tedavi ücretlerinde diğer kuruluşlara göre avantaj sağlamayı amaçlayan ifadelere yer verilmemelidir.
8- Yukarıda açıkça ifade edilenler dışında hekimlik etik kuralları ve 6023 sayılı yasa hükümleri dikkate alınmalıdır.

 


2000 yılı için Sağlık Kataloğu
Sağlık alanında özellikle İstanbul ile ilgili bilgileri bir araya getiren bir rehber kitap hazırlanıyor. Bu konuda İstanbul Tabip Odası ile kitabın basımını üstlenen Sagün firması arasında bir sözleşme imzalandı.
Kitapta sağlıkla ilgili genel bilgiler, sık kullanılan mevzuat, sağlık kuruluşları hakkında bilgiler ve istatistikler bulunacak. İstanbul�daki hekimler, dişhekimleri, eczacılar ve veterinerlere erişme yolları da yer alacak. Bu amaçla İstanbul Tabip Odası üyelerine ilişkin bilgilerin hızla güncelleştirilmesi planlandı.
Ayrıca kamu ve özel sağlık kuruluşlarından kurumları ve çalışan hekimlerle ilgili bilgi istendi. Rehberin, bu alandaki önemli bir boşluğu doldurması bekleniyor.

SAĞLIK 2000�E, DOĞRU KAYDOLUN
İstanbullu hekimlerin çalıştıkları kurumlar ve iletişim bilgilerinin yanlış ve eksik yer almaması için Oda ile ilişkiye geçmeleri gerek. Güncelleştirilen bilgiler içinde telefon ve faks numaraları ile, varsa elektronik posta adreslerini de bildirmekte yarar var.

YETKİ BELGESİ İSTEYİN
Bu rehber kitapta, ilan vermek isteyen kişi ve kuruluşların İstanbul Tabip Odası tarafından verilen yetki belgesini aramaları hatırlatılıyor. Bu kitap için ilan toplama yetkisi Sagün firmasına verildi. Kitapta yer alacak ilanların Oda�nın onayladığı ilkelere uygun olması gerekli.

 


HEKİMLİK UYGULAMALARI
Dr. Nedim ŞENDAĞ*
Herkese merhaba. Bir önceki olgumuz için Onur Kurulumuz tarafından verilip Yüksek Onur Kurulu tarafından onaylanan cezaları açıklayıp, ardından yeni olgumuza geçeceğiz.

ÖNCEKİ OLGU SONUÇLARI
Dr H: Mesleki ihmal ve tahrifat sonucu idari makamları yanıltma suçundan 6 ay meslekten men ve meni muhakeme kararına itiraz.
Dr B: Duruma insani açıdan karşı çıkamadığı ve klinik şefinin emri ile bile olsa tahrifata karıştığı için yazılı uyarı.
Dr E: Mesleki açıdan daha dikkatli olması için yazılı uyarı.

YENİ OLGUMUZ
Bel bölgesindeki ağrıları nedeniyle bir SSK hastanesi dahiliye uzmanının muayenehanesinde �kireçlenme� teşhisi konulup tedavisine başlanılan hasta 29.12.198x tarihinde SSK hastanesine yatırılıyor. 40 günlük tedavi süresince durumunun dikkatlice tetkik edilememesi ve dahiliye uzmanının uyguladığı sırttan omurilik eklemleri arasına yapılan iğne tedavisine rağmen neticede daha kötüye gittiği ve nihayet 06.02.198x tarihinde �üremi� teşhisi konulduğu belirtiliyor.
Hasta yakınları iğnelerle ilgili masrafların açıktan karşılanmasının talep edildiğini de eklemektedir.
Hekim, geciken teşhis ve tıbbi ihmal sonucu ölüme yol açtığı için suçlanmaktadır.
Meslektaşımız savunmasının bir bölümünde �Belki tedavide ve üremi teşhisinde bir gecikme olmuştur. Ancak bu laboratuvar yanıltmasından doğan bir hatadır. Kaldı ki ben kati teşhisten çok önce tahmini teşhisle serum tedavisine başlamıştım�; bir başka bölümünde ise �Hasta benim yanlış teşhisim veya tedavim nedeniyle ölmüş değildir. Laboratuvarın ağır çalışması nedeniyle koymuş olduğum teşhisi yakaladığım an hastayı derhal nefrolojiye sevk ettim. Hastanelerde hastalar ölebilir. Her üremi yaşar diye kaide de yoktur, şanssızlık teşhisin gecikmesindendir.� demektedir.
Hastane kayıtlarına göre tedavi ve laboratuvar bulguları şöyledir:
30.12.198x Üre: % 23 mg, 09.01.198x Üre: % 62 mg, 31.01.198x Üre: % 74 mg, 06.02.198x Üre: % 259 mg, Kreatinin: % 6 mg/ml
Bu sırada antienflamatuvar ve analjezik tedaviye (bekaljin amp, endol supp, brufen tab, cabral amp.) azaltılmadan devam edilmiştir. Üremi teşhisinin ertesi günü, hasta başka bir SSK hastanesine sevkedilir. Hasta ileri derece dispneik, şuuru bulanıktır. TA: 80/40 mmHg, akciğerde yaygın staz ralleri ve bakılan kan üresi % 300 mg. bulunmuştur. Hasta, yatışının ikinci gününde vefat etmiştir.
Dosyada bulunan bir yazıdan, söz konusu hekimin, meslektaşlarının hastanın konsültasyonuyla ilgili tekliflerini reddettiği anlaşılmaktadır.
Bu olguda sizce hata var mı, varsa nedir? Kimler sorumlu olabilir?
Bir sonraki olgumuzda görüşünceye kadar saygılar ve sevgiler...
İyi hekimlik ve meslek onurumuz için elele.

BÜRO HABERLERİ
İnceleme ve soruşturma başlıkları adı altında takibi süren dosya sayısı 225�tir. Bu sayı her gün artmakta olup, incelemeler elden geldiği kadar hızlı ve doğru olarak sonuçlandırılmaktadır. Özellikle üniversite ve devlet hastanelerimizin bir kısmının cevabi yazılarını ve olgularla ilgili belgeleri geç göndermeleri veya göndermemeleri çalışmaları aksatmaktadır.
�Odamız hasta haklarını koruyor ama bizim haklarımızı korumuyor� şeklindeki serzenişler nedeniyle hatırlatalım:Bu dosyaların incelenmesi, gerçekten hata yapanların ortaya çıkarılmasını ve hatası olmayan meslektaşlarımızın korunmasını amaçlamaktadır.

* Hekimlik Uygulamaları Büro Sorumlusu

 


TOZLU SAYFALAR
Etibba Odası gündeminde sosyal sigorta meselesi (1952)
23.8.1952 Cumartesi / 3 ÜNCÜ BÖLGE  ETİBBA ODASI

Umumi Heyet Toplantısı Zaptı�ndan
(Başkan Prof. Dr. Murat Cankat)

Dr. Salim Ahmet Çalışkan:
6 aylık kongre raporu okunmadan önce mütessir olduğum bir noktaya temas etmeden geçemiyeceâim. 2500 mevcutlu teşekkülümüz alâkasızdır. Bu alâkasızlık ilk değildir. Manâsını teşkil edilişinde aramak lâzımdır. Etibbaın kendini tehdit eden meseleler karşısında lâkayt kalması meslekdaşlarının hayatını tehdit eder. Bu meselelerin reaksiyonlarını görüyoruz. Bu meseleler karşısında tuessür duyan fert tabibin alâkası bizi memnun ediyor. Kendini müdafaadan en çok içtinap eden teşekkül tapip teşekkülüdür. Bu müdafaadan aciz miyiz?Hayır. Lâkayıdız. Biz yalnız nefsimizi ve nefsimizin zararlarını değil bizden sonrakilerin zararlarını düşünmeliyiz.
Sosyal Sigorta meselesi
Mâlumunuzdur, Dünyanın her tarafından ceryan eden ictimai inkilaplar arasında bir de halkın sağlığı ve refahının emniyet altına alınması yoluyla ele alınan ve bazı memleketlerde çokdan beri tahakkuna çalışılan ve gittikçe genişliyerek inkişaf eden sosyal güven meseleleri ehemniyetle yer almaktadır. Son bir kaç sene zarfında memleketimizde de geniş işci çalıştıran ve bazı müessese ve fabrikalarda işçinin refah ve sağlığı gayesini istihdaf eden iş kazaları, iş hastalıkları, analık sigortaları, işsizlik, ihtiyarlık sigortaları gibi bir takım içtimai sigortalar ihdas edilmekde ve bu baptaki teşkilat ve tabikat planlaştırılmakda ve daha geniş halk kitlelerini içine almak istidadını göstermektedir. (Securte Sociale)ismi altında toplanan ve türlü ictimai sigortalarla beşerin sağlığının ve maddi, manevi refah ve saadetini hedef tutan bu meselelerlede tabibin alakasının pek mühim olacağı bir bedahattir.
Bu idealler hekimlik mesleğinin gayelerile tamamen muvazi ve hatta onun içinde mündemiçtir. Böyle olunca bu sigortaların teşkili vazifesini üstüne alan makamlar ve teşkiller gayelerine ulaşacak en uygun şekilleri bulabilmek ve planlı bir şekilde tahakkuk ettirilmek için meslek teşekküllerile ve meslekdaşlarla sıkı bir iş birliği yapmaları kat�i bir zarurettir. Aksi takdirde maksada uygun olmıyan planlarla hem halkın sağlığına hem de hekimlik mesleğinin geleneklerine çok zararlı olabilirler. Milli güven tabirile ifade ettiğimiz (Securte Sociale)tıbbi zaviyeden mutalaa ettiğimiz takdirde bunun da her iyi şeyde olduğu gibi leh ve aleyhinde söylenecek çok cihetler vardır. Ve bu meseleler milletler arası iş kongrelerinde münakaşa edildiği gibi Dünya Tıp Birliği ve Dünya Sağlık bürosu gibi teşkillerde de ehemmiyetle tetkik mevzuu olmaktadır.
Murat Cankat:
Osman Şevki arkadaşımız her zaman tekrarladıkları bir sözü söyledi. Etibba odasının ne cazibesi vardır ki arkadaşlar gelsin. Gerçi etibba odası herkese Emek dağıtan bir müessese değildir. Fakat burda münakaşa edilen mesleki meseleler arkadaşların menfaatine değil de nedir?
Osman Şevki bey arkadaşımız sosyal sigorta teşekkülleri hakkında memleketimizde bunun tatbikinin imkânı olmadığını söyledi. Bu hususda biz bunlar tatbik edilmeli demedik, salahiyetimizde yoktur. Bu dünya sağlık teşkilâtının mütalaalarıdır. Dünya sağlık teşkilâtı bunun iyilik ve zararları hakkında konuşmuştu.
Sosyal sigortanın hedefi sağlığı daha mes�ut bir hale getirmektir. Hekimin gayesi de budur. Bunu desteklemek hekimin vazifesidir. Sosyal sigorta teşkilâtının ne zararları olacağını dünya sağlık teşkilâtı izah ediyor. Hekimin mes�uliyet düşüncesinin ortadan kaldırılmasile insanı tembel, iş yapamaz bir hale getirecektir diye izah etmiştir. Biz sigorta fikrini desteklemeliyiz. Fakat bize de sormalıdırlar. Hiç kimse mutazarrır olmamalı. Dünya sağlık teşkilâtı bu raporda memleketi tenvir edin, biz 43 milleti temsil ediyoruz diyor.
Eczacı Celâl Ergun:
Etibba odaları neden alaka toplamıyor. Ben bir mevzua temas edeceğim. İşçi sigortaları. Nerede bir dispanser açmış olsa oradaki doktor aç kalmıştır. Eczacılarda açtır.
Bugün biz 10 sene evvelki şartlar altında çalışıyoruz. Etibba odaları bu hususta bize bir sual sormuş mudur?
Murat Cankat:
Gazeteler, gün geçmezki hekimliği çoğu gayri varit olarak gücendirici neşriyat yapar. Doktor saltanatı gibi, Acaba doktor saltanatı mı var. Acaba gazete sahipleri mi yoksa hekimler mi kazanç temin ediyor. Bazen zevki bazen gazetesinin menfaatı için hariç memleketlerde milyonlar sarfetmek hekimin elinde midir?Bir ilim adamının ufak bir refahı nasıl göze batar.
Çok defa bana sual açarlar. Bu gazeteler de etibbanın vizite ücretleri hakkında tetkikler yapılıyormuş bu husustaki mütalânız nedir diye sorarlar. Bu hisista telefon muhaveresi yapılamaz meslekdaşlarım aleyhinde reşriyat yapmamı istiyorsanız bunu yapamam dedim, bana kızdılar.

 


FORUM

�Bedava yolcu problemi� Dr. Erdinç ÜNAL
Türkiye, yeni bir yapılanmanın eşiğinde. Ücretleri artıran ithal ikameci sermaye birikiminin ardından, ithalata dayalı birikim modeli de tıkanmış gözüküyor. Modelin kendisi ülke içinde ücretlerin bastırılmasını gerektiriyordu. Zaten uluslararası rekabet de buna izin vermeyecekti. Son 20 yıldır emek piyasasında yaşanan her türden gelişmeler bu süreçle ilintiliydi. Sendikalar güç kaybettiler, emek gelirleri düştü. Sigortasız ve kayıt-dışı istihdam büyük hızla arttı. Üretim odakları daha küçük, mobil ve kuraldışı çalışma olanakları daha kolay oldu.
Ancak bu tür birikim modelinin de sonuna yaklaşılıyor. Cilalı vitriniyle ortaya konan ihracata dayalı kalkınma stratejisi, ithalatı ihracattan daha hızlı bir şekilde arttırdı. Oysa bu her gelişmekte olan ülkenin ortak kaderiydi. Sonuç; daha büyük dış açıklar, daha çok borçlanma ve daha fazla merkezin denetimi altına girmek oldu. Ulusal sermaye birikimine ait krizlerin üstüne uluslararası konjonktürel dalgalanmaların olumsuz etkileri eklendi. Ülkemiz, uluslararası ekonomik krizlerin etkisinden kurtulamaz ve sıkça kriz ithal eder oldu. �Güneydoğu Asya Kaplanları� komaya girince biz Japon gribine yakalandık, Rusya donduğunda biz hastalandık.
Bu dönem aynı zamanda, üretici güçlerin eşitsiz gelişiminin temelinde, sürekli olarak gelişmekte olan yarı-sanayileşmiş ülkeler ve 3. dünya ülkeleri aleyhine işleyen uluslararası mal ve hizmet akımlarının bir ölçüde kesintiye uğradığı dönemdir. Ancak bu kez merkez ülkeler, geçmiş yıllara göre, kapitalizmin global krizlerinden kendilerini bir ölçüde koruyacak kuruluşlara ve koordinasyonlara sahiptiler. ABD�nin tem hegemonik güç olarak öne çıkmasının da bu korunmada önemli rolü oldu. Böylelikle, merkez ülkeler dünya krizini kendileri için sınırlı tutmasını bildiler. Fakat altta kalanın yine canı çıktı.
Türkiye, krizden yeni bir yapılanmayla, önemli ekonomik ve politik dönüşümler yaşayarak çıkacak. Meclisimizin çalışma hızı da bunun göstergesi. Yoksa milletvekillerimiz birdenbire çok çalışkan, yasaların sonuçlarını hemen kestirebilen ve hızla karar alabilen kişiler olmadılar. Bu dönüşümün bir ayağı sosyal güvenlik alanında getirilmek istenen değişiklikler. Evet, Türkiye�nin dış açıkları devletin bütçe açıkları olarak ortaya çıkıyor. Yani ekonominin özel kesiminin uluslararası alandaki yetersizliği, güçsüzlüğü devletin ithalat için gerekli dövizi dışborçlanmayla sağlaması ile kapatılıyordu. Ancak yolun sonuna gelindi. Son yıllarda Türkiye, artık dışarıdan borçlanamıyor, dışarıya net kaynak transferi yapıyor. Bu model bir noktadan sonra büyük sermaye aleyhine de işlemeye başladı. Kamu açıklarından doğan yüksek enflasyon sermayeyi erozyona uğrattı. Büyük sermaye grupları, dünya ölçeğindeki sıralamada irtifa kaybettiler. KOBİ�lere kıyasla, emek kullanımındaki aleyhte durum da bu grubu rahatsız etmeye başladı.
Çözüm olarak, IMF�nin de sıklıkla reçetelediği gibi, kamu açıklarının kapatılmasına karar verilmiştir. İşe Vergi Yasası�yla başlandı. Fakat sermayenin direnci ve konjonktürün elverişsizliği karşısında geri adım atıldı. Şimdi sıra geniş halk kesimlerine çıkarılacak faturaya geldi. İşte bunlardan birisi; mezarda emeklilik... Emeğin üretim sürecinde kalış süresini artırmak, sosyal güvenlik sisteminin kayıt dışında kalan kısmını küçültmek, sigorta primlerini geniş tabana yaymak, kamu finansman açıkları sorununu sermayeye yıkmadan halletmek. Sosyal güvenlik sisteminin maliyetini çalışanlara ve aile dayanışmasına yüklemek.
Peki, bu yasadan etkilenecek olan büyük kitle ne yapıyor?Nasıl tepki gösteriyor?Bir hesaba göre 53 milyonu kapsayan -Bayram Meral, Türk-İş Genel Başkanı- bu yasa tasarısı için gösterilen tepki nedir?Tasarının protesto edilmesi ve geri çekilmesi için 17 Temmuz�da İstanbul�da yapılan ortak yasal mitingde İstanbul Tabip Odası ve çoğu birer çalışan olan diğer tüm meslek odaları üyeleri, çoğu zaman olduğu gibi, �bir avuç insandılar�. Peki bu katılımsızlık neden idi?Daha önceki katılım eksikliklerini, hadi, sorunların yakıcılığının düşüklüğüne bağlayalım, ama her çalışanın ve çocuklarının ömründen en az 10 yılı alıp götüren bu yasaya karşı tepkiye neden ilgisiz kalmışlardı?
1- Bilinçlenmemişlerdir. Henüz yasanın neler getireceğinin farkında değildirler. Yeterince bilgilenmemiş ve bilince çıkarılmamıştır.
2- Örgütsüzdürler. Herhangi bir örgütlenme içinde değildirler veya bağları müphemdir.
3- İletişimsizdirler. Bir organizasyon içinde yer alsalar da aktif iletişimleri yoktur.
4- Bireycidirler. Toplumsal güdülenmeleri yoktur ve değişime karşı bireysel olanaklarını devreye sokarlar. Atomizedirler.
5- Bireyseldirler. Tepkide bulunmanın maliyetlerine katlanmayı göze alamadıkları için nötralizedirler.
6- Bedava yolcu problemi. �Birey, sunulan hizmetten, hizmet için ister katkıda bulunsun, ister bulunmasın yararlanacağına inandığından, hizmetlerin bedelini gönüllü biçimde ödemeye istekli olmayacaktır. Bireylerin kamu mallarını desteklemek için gönüllü katılım konusundaki isteksizliklerine bedava yolcu problemi denilir.� (J.E. Stiglitz, Kamu Kesimi Ekonomisi)
Maliye literatürünün biraz farklı bir içerikte kullandığı bu deyimi, ben burada son kategori için kullanıyorum. Bunlar bilinçlidirler ve kısmen toplumsal güdülere de sahiptirler. Aslında, toplumsal bir tepkinin oluşmasının en önemli taşıyıcısıdırlar. Ancak, gel gör ki, bedavacıdırlar. Yasanın toplumsal istenç doğrultusunda yeniden düzenlenmesi, bir kamu malıdır. Hiç kimse bu haktan dışlanamaz. Öyleyse, kısmen bilinçli kısmen bilirçaltı olarak, tepkide bulunmaktan sakınmayı çıkarına uygun bulur.
En masumlarının o gün için önceden planlanmış, ertelenemeyecek programları ya da randevuları vardır. Biraz daha nasırlaşmış olanı, evindeki veya eğlencesindeki keyfini bozmak istemez. En hınzırı ise akşam haberlerinde tv�den izlemekten ve bıyık altı gülümsemekten büyük zevk alır. Her durumda, tutumlarıyla, tepkinin toplumsallaşmanın dalgakıranlarıdırlar. Zamanında ve düşük maliyette tepki göstermemekle, toplumun daha zor ve sıkıntılı gelişmelere sürüklenmesinin vebalini taşırlar.
Herhangi birisi, bu eyleme zaten gidecektir ve her zaman ötekisi eziyetini çekecektir. Hepsi, bu eylemlerin kazançlarına sahip çıkmakta kusur eylemeyecektir. Hiçbirisi, katkısı olmadığı için elde edilecek kazanımları reddetmeyecektir.
Biz yine de iyimser olalım ve bu arkadaşların, birinci olasılıkla, ertelenemeyecek programları olduğunu düşünmeye devam edelim!

 


Hekim-ilaç endüstrisi ilişkisinde geçerli olabilecek bazı yaptırımlar: Dr. Mustafa SÜTLAŞ
Hekimler ile ilaç endüstrisi ilişkisinde yaşanan sorunlar, gerek hekimlik mesleği gerekse toplum sağlığı açısından oldukça sıkıntı yaratan bir boyuta ulaşmıştır. İlaç, günümüzde artık kazanç getiren bir �meta�haline gelmiştir. Onun bu niteliği, çoğu hekim öyle düşünmese bile elde edilecek kazancın artırılması için gerekli her türlü müdahaleyi �mümkün� kılabilmektedir.
Bu �olabilirlik�en azından aracı olarak hekimleri ve hekimlik mesleği açısından geçerli olmamalıdır. Başka bir deyişle hekimler bu kazancın aracısı olarak kullanılmamalıdır.
İşte bu istek ve inançların birer etik düzenlemenin ötesinde somut normları gerekli kılmaktadır. Doğaldır ki bu normlar ancak hekimler tarafından önerilir, tartışılır, benimsenir ve nihayet kural haline getirilebilirse başarılı olacak ve hekimlerin bu süreçte birer araç olmaktan çıkması mümkün olabilecektir.
Gerek meslek birliğimiz gerekse odalarımızda süregelen bazı tartışmalar bazı kuralları şekillendirebilmiş ve işler hale gelme aşamasına ulaştırabilmiştir. Şimdiye kadar ortaya çıkan bazı ilkelerin kısa sürede tartışılıp geliştirilerek TTB tarafından bir örgüt içi genelge biçiminde yayınlanması, tüm hekimlere, sağlık kuruluşlarına ve ilaç şirketleriyle eczacılara ve meslek örgütlerine duyurulması bir zorunluluktur. Bu ilke ve kurallara uyulmadığı koşullarda ise bazı yaptırımların sözkonusu olacağı açıktır. Bu yazımızda bu yaptırımlara ilişkin bazı öneriler tartışılacaktır.

NE TÜR YAPTIRIMLAR?
İlk grupta ele alınması gereken yaptırımlar hekimlerle ilgili varolan mevzuattaki hükümlerin yerine getirilmesidir. Elimizde tamamlanmış ve yaptırıma bağlanmış etik kurallar ve karşılık gelen yaptırımlar mevcuttur. Bunlarla ilgili suçları işleyen hekimlere karşılık gelen yaptırımlara uygulanmalıdır.
Sözkonusu mevzuatta bu konudaki hükümler yetersiz ve yaptırımlar da oransız olabilir. Ancak her yaptırımın, suç yinelendiğinde bir üst düzeye yükselebileceği unutulmamalıdır. Düzenli bir kayıt ve izleme sistemiyle yaptırım uygulananların dosyalarına konulacak bilgiler ve durumun muhatabı olan hekime her fırsatta iletilmesi çok önemli bir yaptırım olabilir. Yapılacak düzenlemelerin uygulanması için kuşkusuz bazı yaptırımların da getirilmesi gerekli olacaktır. Burada getirilecek yaptırımların daha önce konulmuş kurallara aykırı olmaması gerektiği açıktır.

KREDİ / TEŞVİK / CEZA PUANLARI SİSTEMİ
İkinci olarak, STE Kredi puanlarında yapılacak bazı düzenlemelerdir. Bu puanların kredi/ceza/teşvik puanı haline getirilmesi başka bir deyişle salt bilimsel etkinliklerle sınırlı olmaması sağlanmalıdır. Yaptırım açısından bakıldığında bu puanların belirli suçların karşılığı olarak birtakım eksiltme ve indirimlerle uygulanması mümkün olabilir.
Belirli esaslar dahilinde buna ilişkin yeni düzenlemeler yapılarak hekimlere duyurulmalıdır. Konulan kurallara uyan durumlarla karşılaşıldığında da denk gelen ceza puanları o hekimlerin puanlarına işlenmelidir. Ayrıca kredi puanları alanların ve aldıkları puanların belirli aralıklarla birer kitapçık şeklinde yayınlanması uygulaması bu konuda hem kredi alma düşüncesini özendirici olurken, eski ya da ceza puanları caydırıcı olabilir.
Ayrıntılarını daha sonra tartışmak kaydıyla, kredi / teşvik / ceza puanları şunları içerebilir:
1- STE alınması (sunu/yayın)halinde kazanılan kredi puanları.
2- STE verilmesi (sunu/yayın)halinde kazanılan kredi puanları.
3- Birinci basamak hekimlerine yönelik verilen eğitimlere eğitici olarak katılındığında kazanılan kredi puanları.
4- Hekim dışı sağlık personeline yönelik verilen eğitimlere eğitici olarak katılındığında kazanılan kredi puanları.
5- Topluma yönelik verilen sağlık eğitimlere eğitici olarak katılındığında kazanılan kredi puanları.
6- Genel olarak ortak örgütsel etkinliklere katılımda verilen puanlar.
7- Mesleki etkinlikle doğrudan ilgili örgütsel düzenlemelere katılım halinde kazanılan puanlar.
8- Üstün başarı, ödül vb. olağandışı hallerde kazanılan puanlar.
9- Hizmet süreleri ve yerlerine ilişkin olarak her hekime verilen standart puanlar.
10- Mesleki etik kurallara uymama halinde ya da idari, hukuki soruşturmalar sonucunda alınan cezalara karşılık gelen ceza puanları.

KAMUOYUNU  BİLGİLENDİRME
Üçüncüsü yaptırım ise topluma ve sağlık camiasına duyurmaktır. Kanımca en önemli yaptırım budur. Meslek örgütümüzün çok sayıda yayını mevcuttur. Ayrıca günlük basında da bu yaptırıma, sansasyon olsun diye değil, gerekli olduğuna inanarak yapacak yayınlar ve köşeler bulmak olasıdır.
Reklamcılıkta �Kötü reklam olmaz� denir. Bu doğrudur. Ancak bir başka doğru da �kötünün de reklamının� olabileceğidir. Uygun yöntem ve ifadeyle yanlışı göstermek mümkündür. Amacımız ne olursa olsun, ne yaparsa yapsın hekimi korumak değil, �iyi hekimliği korumak� olmalıdır. Yanlışları bizim göstermediğimiz koşulda başkaları onları �tüm hekimler� öyleymiş gibi yansıtmktadır. Bu ise en masum olanımızı bile suçlu kılmaya yetebilmektedir.
Örgüt olarak bunu yapmaya uzun bir süredir çekiniyorduk. Ancak Tıp Dünyası�nda yayınlanmaya başlayan Yüksek Onur Kurulu Kararları bu çekingenliği üzerimizden attığımızı gösteren olumlu bir durumdur.

HUKUKSAL YAPTIRIMLAR
Son olarak hukuki yaptırımları gündeme sokmak mümkün olabilir. Devlet Memurları Kanunu hizmet sırasında her anlamda hediye almayı yasaklamaktadır. Bunun belirli yaptırımları vardır. TCK�de de belirli bazı yaklaşımlarla suç kapsamı içine sokulabilecek davranışlar olabilir.
Keza herhangi bir hediyeyle tanıtımı yapılan bir ilacın yazıldığı kişiler herhangi bir olumsuzlukla karşılaştıklarında (bunun örnekleri vardır) hak ihlaline maruz kaldıklarını iddia edip konunun irdelenmesi anlamında katkıda bulunabilirler.
Burada amacım hekimin reçete yazma özgürlüğüne karşı çıkmak değildir. Ancak ilacı kullanma endikasyonu olup olmadığı yanında gerçekten gerekli olup olmadığı ve seçim kriterlerinin doğruluğu da tartışılabilmelidir. Böylelikle örneğin herhangi bir mantar enfeksiyonunda sistemik antifungalın verilip verilmemesi konusunda protokoller oluşabilecektir. Yine de bu tür hukuki ve cezai kovuşturmaların söz konusu olabilmesi belirli oranda caydırıcı rol oynayabilecektir.

 


Sağlık piyasası. Dr. Ozan YILMAZ
Bindokuzyüzdoksandokuz başında, yurtdışından Türkiye�ye döndükten bir süre sonra iş aramaya başladım. Pratisyen hekim olduğum için �sağlık piyasası�nda iş aradım. (Yazarlık da var ya, para getirmediği gibi, götürüyor. Yani �amme hizmeti�.) Ancak bu süreçte, �sağlık sektörü�ndeki ticarileşmenin, mesleki ve etik değerleri iyice aşındırmış olduğuna üzülerek tanık oldum. Özellikle hekimlerin yönetiminde veya denetiminde olmayan polikliniklerde hekimlerden istenen, hastaya insan olarak değil, maksimum kazanç sağlanması gereken �müşteri� gibi yaklaşılması... Bunu da hekime minimum ücret vererek ve mesleki olarak dezonere ederek gerçekleştirmeye yönelmeleri de cabası.
İş için sözlü anlaşma yaptığım bir özel klinikte bir kaç gün çalıştıktan sonra �verimli olmuyorsun�gerekçesiyle işime son verildi. �Verimli olmak�kavramı ile sözü edilen, gereksin gerekmesin hastalara tahlil-röntgen vs. yaptırıp kliniğin gelirini arttırmak... Bu yaklaşımın hem kişiliğime, ilkelerime, hem de hekimliğe uygun olmadığını ifade ettiğim için �anlaşamadık�! Düşük ücretine karşın, ilke ve prensiplerde anlaşmaya vardığım için çalışmayı kabul ettiğim özel bir ambulans şirketinde de, ambulanslarda refakatçi olduğum deneme döneminde, �yeterince heyecanlı olmamak� gibi hayati(!)bir gerekçe ile işe başlatılmadım.
Antalya�da bir tatil köyüne gittim �işyeri hekimliği� için. �Ne kadar ücret vereceksiniz?� diye sorduğumda, �Sen ne kadar verebilirsin?� yanıtını aldım. Daha doğrusu, �Aylık 1500 Mark� lafı geçmişti de, ben bana verecekleri ücret sanmıştım, meğerse benden istedikleri ücretmiş... Doktor ofisini aylık asgari 1500 Mark�tan kiraya veriyorlarmış da... Ofisi kiraladıktan sonra, otel müşterisi hastalardan ne kadar ve nasıl para alınacağı doktorun maharetine kalıyor! Tabii, sigorta şirketleriyle bağlantı, fatura vs. evraklar düzenlemek, bunlar için de muayenehane açmak veya özel bir sağlık kurumuna bağlı çalışmak gerekiyor. Zaten özel sağlık kuruluşları, özel tatil kuruluşlarının sağlık birimlerini �özelleştirerek�piyasayı genelde ele geçirmiş durumda. Hastaların ekonomik ve tıbbi suistimale uğraması ise kimsenin pek umurunda değil. Bu durumda sadece, otel personelinin; �ranzadan düşen otel müşterisine tomografiye varana dek her türlü tahlili yapıp bir hafta hastanede yatırdılar, birbirimize, hastalanırsan doktora gözükme, diyoruz� türünden esprilerine konu olabiliyor... Hal böyle olunca orada da iş bulamadım.
Saygın ve �demokrat� bir vakıfta iş olanağı doğmuştu. Başvurumu yaptım. Görüşmeye bile çağrılmadım. Bir süre sonra, vakıf başkanının karısının tercihiyle bir aile hekiminin işe alındığını öğrendim... Doğrusu, pek bilimsel, demokratik ve adil bir yöntemle seçim yapılmıştı!
Kalıcı ve en azından mesleki açıdan onurlu bir iş bulana kadar, özel kliniklerde gece nöbetleri ile durumu idare etmek kaldı geriye. Bu arada, yayına hazır olan ve beğenildiği halde birkaç yıldır bekletilen dosyalarımı yayınlatmak için yayınevleri ile görüşmelerim oldu. �Yayın piyasası� da başka bir alem. Dosyayı beğenenler ekonomik vs. nedenlerle yayımlayamıyor, ekonomik vs. sıkıntıları olmayan büyük yayınevleri düşünsel olarak uzak olduğum büyük sermayenin elinde... Zaten onlar daha ticari baktığından, yayının niteliğinden ziyade yazarın popüler (star!)olmasını tercih etmekte. Sonuçta�piyasa� haline gelen, ticarileşen her alanda çarklar çıkar yağıyla dönmekte, sağlıksız ve insana yabancılaştırıcı bir işleyiş sürmekte. Bu arada, yoğun çabalarımla ilk kitabım olan �insanlaşmak� bilim yayınlarından çıktı... Bakalım kaç kişiye ulaşabilecek ve kaç kişinin �insanlaşmak� diye bir sorunu var?Yoksa, Vakko�nun, tüm sayfaları boş olan, yanılmıyorsam adı da �erkeklerin kadınlar hakkında tüm bildikleri� olan kitabın (defterin!)9000 sattığı bir ülkede, �insanlaşmaya dair�okunacak bir kitap yayınlamak boşuna bir çaba mı?Yaşayıp göreceğiz.
Hepinize piyasadan uzak, sağlıklı günler dileğiyle...

 


1991-1997 dönemi: SSK�nın dörtte biri çöktü... Dr. Osman ÖZTÜRK*
Kemal Kılıçdaroğlu�nun SSK Genel Müdürü olduğu 1991-1997 yılları arasında; eşdeğer ucuz ilaç uygulaması, surtime, ek ödeme, ilaç genelgeleri, taşeronlaşma, SSK Sağlık İşletmeleri Tasarısı, poliklinik hizmetlerinin özel dispanserlere devri, hastane �özerkleşmesi�tasarıları, SSK Elbistan Hastanesi�nin kiralanması gibi bir dizi proje ve uygulama gündeme getirilmiştir.
Bu uygulamalar ve sonuçları daha uzun süre tartışılacak. Bu yazıda, bu tartışmalara girilmeden, sadece dönemin nesnel ve sayısal bir muhasebesi çıkarılmaya çalışılmıştır.
Bunun için SSK�nın 1991 ve 1997 Faaliyet Raporları ve İstatistik Yıllıklarından yararlanıldı. (1998 yılı verileri henüz yayınlanmadı). Elde edilen veriler üç tabloda birleştirildi.
Tablo 1�de yedi yıl boyunca SSK sağlık kurumlarının altyapısı ve personel sayısındaki değişim ele alındı. Sağlık tesisi sayısı %26; toplam hastane yatağı sayısı %14 ve toplam sağlık personeli sayısının %10 arttığı görülüyor. Bu dönem boyunca hekim sayısı %19 artmış. En yüksek artış %54 ile hemşire ve ebe sayısında gerçekleşmiş. Diğer personel ise %2.6 azalmış.
Tablo 2, aynı yıllarda SSK sağlık hizmetleri talep ve arzındaki değişmeyi gösteriyor. Bu dönemde SSK kapsamındaki nüfus %52 genişlemiş. Bu gelişme SSK sağlık hizmetleri arzında ise ancak %34�lük bir artışla karşılanmaya çalışılmış. Arz ve talep arasındaki makasın en çok ameliyat sayılarında açıldığı gözleniyor.
Tablo 3�te sağlık hizmetleri altyapısı ve personel sayısındaki artış toplam SSK�lı sayısındaki artışla karşılaştırılıyor. Böylece hastaların bütün bu dönem boyunca nasıl etkilendikleri ortaya çıkıyor.
Bu karşılaştırma tabloda 11 ayrı parametre üzerinden yapıldı. Kemal Kılıçdaroğlu döneminde bu parametrelerden sadece bir tanesinde olumlu gelişme görülüyor. 10.000 SSK�lıyı düşen hemşire-ebe sayısı %1 artmış.
Diğer 10 parametre ise %5 ile %36 arasında değişen oranlarda kötüleşmiş. En dramatik değişme %36 ile hastane başına düşen nüfusta gerçekleşmiş. Onu %31 ile nüfus / dispanser parametresi takip ediyor. Kabaca; muayene kuyrukları üçte bir artmış bu dönem boyuca.
1991-1997 yıllarında 10.000 nüfusa düşen hastane yatağı sayısında %25 düşüş yaşanmış. SSK�lıların hastaneye yatabilmek için beklemeleri gereken süre dörtte bir oranında artmış. Bu dönemde 10.000 SSK�lıya hizmet sunan toplam sağlık personeli sayısı %27 azalmış. Bu sayı sağlık kurumlarındaki bütün çalışanları kapsıyor.
Tıbbi personel içerisinde en olumsuz etkilenenler eczacılar olmuş. İş yükleri %26 artmış. Hekimler eczacılardan daha şanslı sayılırlar. 10.000 nüfusa düşen hekim sayısında %22�lik bir azalış ile atlatmışlar Kemal Kılıçdaroğlu dönemini.
En şanssız kesim ise sağlık kurumlarında çalışan diğer personel olmuş bu yedi yıl boyunca. 10.000 SSK�lı nüfusa düşen sayıları %36 gerilemiş.
Tabloya topluca bakıldığında ise SSK sağlık hizmetlerinin kabaca %25 kan kaybettiği görülüyor. Bir başka ifade ile söylersek; SSKsağlık hizmetlerinin dörtte biri çökertilmiş bu dönemde.

TABLO 1
                                               1991   1997             Değişim
Sağlık Tesisi                              401     506             + % 26
Hastane                                    105     117             + % 11
Dispanser                                 128     148             + % 16
Sağlık İstasyonu                        160   232               + % 45
Hastane Yatağı                    25.253   28.881           + % 14
Toplam Sağlık Personeli      39.940   44.031           + % 10
Hekim                                  6.316   7.524             + % 19
Eczacı                                     861     972              + % 13
Diş Hekimi                             389      500              + % 29
Ebe-Hemşie                         6.047   9.320             + % 54
Diğer Personel                     6.047   25.640            - % 2.6
 

TABLO 2
                                                   1991           1997               Değişim
SSK�lı Nüfus                             20.017.722  30.379.656      + % 52
Muayene                                   31.938.104  42.646.979      + % 34
Yatan Hasta                                 860.419   1.139.194         + % 34
Ameliyat                                       285.334      331.521         + % 16
Doğum                                         160.000      331.521         + % 32
 

TABLO 3
                                                   1991           1997               Değişim
Nüfus/Sağlık Tesisi                      49.919       60.038               + % 20
Nüfus/Hastane                          190.644      259.655               + % 36
Nüfus/Dispanser                       156.388      205.268               + % 31
Nüfus/Sağlık İstasyonu              125.110     130.947                + % 5
Hasta Yatağı/10.000 Nüfus         12.62         9.51                     - % 25
Sağlık Personeli/10.000Nüfus      19.95        14.49                   - % 27
Hekim/10.000 Nüfus                    3.16           2.48                   - % 22
Eczacı/10.000 Nüfus                     0.43           0.32                  - % 26
Diş Hekimi/10.000 Nüfus              0.19           0.16                   - % 19
Hemşire-Ebe/10.000 Nüfus           0.32           3.06                   + % 1
Diğer Personel/10.000Nüfus         13.15          8.44                  - % 36

* İstanbul Tabip Odası SSK Komisyonu üyesi

 


KİTAP
Dr. Kürşat YILDIZ

Dr. Eckstein�ı duymuş muydunuz?
Nazi Almanyası�nın gözden çıkardığı ve baskı altında tuttuğu, hatta yaşamına kastettiği birçok bilimadamına Atatürk Türkiyesinin kucak açtığını biliyoruz. İçlerinde ünlü hekimler de var. Bunlar arasında özellikle İstanbul Tıp Fakültesi�nde ders veren hocalar ön plana çıkıyor. Prof. Schwartz, Prof. Oberndorfer ilk aklıma gelenler.
Ama Oda Başkanımız bana Prof. Nejat Akar�ın �Anadolu�da Bir Çocuk Doktoru�başlıklı kitabını verene kadar Dr. Eckstein�ı işitmemiştim. Ankara Tıplılar mutlaka biliyordur, yine de kitabı okumalarını öneririm.
Yalnız Cumhuriyet Yönetiminin sağlık sorunlarına ciddi ve halkçı yaklaşımının ipuçları yok bu kitapta. Hitler�in Alman üniversitelerinden attığı Ari ırktan olmayan hekimlerin neden Türkiye�yi seçtiklerine dair bilgiler var. 1935-1940 arasında Anadolu�da yapılan ilk epidemiyolojik araştırmaları, Ankara Tıp Çocuk Hastalıkları Kliniği�nin kuruluş öyküsünü, Prof. Doğramacı�nın akademik yaşama nasıl başladığını öğrenebilirsiniz.
Prof. Dr. İhsan Doğramacı�nın Lütfi Kırdar�ın yeğeni olduğunu biliyor muydunuz? Hele 1945�te Ankara Tıp Fakültesi öğretim üyelerinin Alman meslektaşlarının beslenmesini takviye için aralarında para toplayıp 12 Alman fakültesine her ay kuru üzüm, incir, şehriye, pirinç ve fındık içeren beşer kiloluk paketler gönderdiklerini...
Şimdi neredeyiz?Kosovalı hekimler Türkiye�ye göç etti. NATOuçakları Belgrad�da bir hastaneyi bombaladı. Biz neredeyiz?
Kitabın yazarı Prof. Dr. Nejat Akar, Ankara Tıp Çocuk Kliniği öğretim üyesi. Dr.Eckstein ile ilgili belge ve anıları toplamaya devam ediyor. Yazışma adresi:Yargıç Sokak11/4, 06590 Cebeci-Ankara. Faks:(0 312)362 05 81. E posta:nejatakar.hotmail.com. Kitabı kendisinden edinebilirsiniz.

 


Eleştirel akla övgü
Hekim Forumu�nun düzenli okuyucuları �Forum�dosyasındaki yazılarından Ozan Yılmaz�ı hatırlayacaktır. Hekimlik yaparken yazı ve resim alanında verdiği ürünlerle de yaşamına anlam katan bir meslektaşımız Dr. Ozan Yılmaz. Bu ilk kitabında genel geçer fikirlerle, kadercilikle, kendine her sunulanı benimseyen basit insanlarla tartışıyor. Zaman zaman öğüt vermekten kendini alamıyor.
�İnsanlaşmak�başlığını koyduğu kitabında yazar, insanı insan yapan özelliklere göndermeler yapıyor. Aklını kullanmaya, eleştirel düşünmeye, modaya ve her güçlü akıma kendini kaptırmamaya çağırıyor okurlarını.
Biraz �Dinle Küçük Adam� çağrısını hatırlatıyor. Sevgiyle biten denemelerde sık sık yazarın okumaya, yazmaya tutkunluğunu görüyoruz.
Bilim Yayıncılık�tan çıkan kitabı okumanızı öneriyorum. Rüzgarların peşinde sürüklendiğimiz dönemlerde başka birilerinin uyarılarına muhtaç değil miyiz?İnsan olduğumuzu hatırlamanın sırasıdır. Ozan Yılmaz�ın alçakgönüllülükle acemilik kitabı olarak nitelediği bu ilk eserini diğerlerinin izlemesini, kaleminin üretken, yüreğinin sıcak kalmasını diliyorum.

 


On yılını bir örgüte vermek
Dr. Şükrü Hatun, daha önce birçok konuda öncülük yapmıştı. Şimdi de bir meslek örgütünde on yıllık deneyimini kitap olarak yayınlarken yine bir örnek oldu. TTB Yayınları içinde basılan kitapta 1988-98 arasında TTB ve tabip odalarının yaşam öyküsü yer alıyor. Beyaz eylemlerin gelişim süreci, TTB yönetimindeki değişiklikler, hekim örgütünün başlıca çalışmaları birlikte anlam kazanıyor. Şükrü�nün kitabında öne çıkan birkaç isim var:Prof. Dr. Nusret Fişek, Dr. Cengiz Kılıç ve Dr. Mahmut Ortakaya ile ilgili anılara, konuşma ve röportajlara özel bir önem vermiş Şükrü.
Daha üzerinden fazla zaman geçmeden bazı konularda tarih yazmanın sakıncaları olabilir. Ama özellikle hekim örgütlenmelerinin son on yılının yüzlerce aktörü, anılarını tazelemekle kalmayacak, bazı olayları ve TTB�nin yakın tarihini yeniden değerlendirme olanağı bulacaklar. TTB�nin yakın tarihini merak edenlere, bu örgütün yönetim kademelerindeki fikri ve sosyal yaşamı merak edenlere kitabı okumalarını öneririm.
Son on yılda TTB ve tabip odalarının yayın organlarında, sayamadığım ama bine yaklaştığını hesapladığım yazı yazdım. Bunlar içinde sonradan kendimi en çok eleştirdiğim bir yazı bu kitapta yayınlanmış. Kitabı okursanız, �TTB 38. Kongresi:Bürokratizmin Tükenişi� başlıklı yazı hakkındaki görüşünüzü de bana iletin lütfen.

 


SÖYLEŞİ
Dr. Altay Martı: Hekimler kendi gettolarını oluşturmuşlar
Dr. Veysi ÜLGEN

Altay Martı, 1963 yılında doğdu. Öykü, anlatı ve denemeleri sırasıyla Express, Leman, Söz, Öküz, Dinozor, Fesat dergileri, günlük gazetelerden Ülkede Gündem haftalık ekinde yayınlandı.
�Savaş ve Kalbim�, �Ağır Aksak Öyküler�, �Öldürmenin Erkek Yüzü�, �Geçkin Bir Kadın�, �Süleyman Bey Çocuğu�adlı 5 kitabı bulunmaktadır.

Son kitabınız �Süleyman Bey Çocuğu�, devlet-aşiret-mafya ilişkileri, çeteler, şeriat, savaş, enflasyon, zamlar, trafik... gibi ülkenin temel sorunlarına kara mizah tarzı yazılar içeriyor. Kara mizah genel yazı tarzınız mıdır, bu sayede bir nevi muhalif çizgi mi izliyorsunuz?
Kara mizah uzun zamandır yazarlarca pek kullanılmıyor. Oysa biz gençliğimizde çevremize bakıp, herşeyin farkına varmaya başladığımızda çok önemli mizah ustalarının yol göstericiliğine sığındık. Onlardan feyz aldık. Örnek vermek gerekirse Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Muzaffer İzgü v.d. Bu yazarların yaptıkları mizah; gerçek anlamda toplum yararına insanlığı ileriye götürmeye yönelik ve yüzde yüz muhalif -hatta anarşist- bir mizah diyebiliriz. Bu mizah tarzında şüphesiz komik de vardı. Eğlendirme amacı da güdüyordu. Ama acı bir tarafı da vardı. Yaşanan dönemin bütün pisliklerini ortaya çıkarıp bu pisliğe sebep olan ve sesini çıkarmayan dangalaklarla inceden inceye, kendine çok güvenli bir şekilde ve hiç ele ayağa düşmeden dalgalarını geçebiliyorlardı. Klasik olarak söylersek, sömürücü ve Kemal Tahir�in deyimiyle kıyıcı, son derece aşağılık insan grubu ile hiç bir şeye aldırış etmeksizin dalga geçebilmek insanlığın önemli bir erdemidir. İşte bu yazarlar çok soylu kişilerdi. Ve yaptıklarının adı, gerçekten kara mizahtı.
Günümüzde bu deyimin kullanılmıyor olmasının sebebi, bu toplumu oluşturan �light� insanların daha çok eğlenceye ve dolayısıyla boşvermişliğe tutkulu olmalarıdır. Günümüz insanlarının bu rahatlığı beni rahatsız ettiği için eski ustaların yolundan gitmek istiyor ve mizahı da eski saygınlığı ile anmaya çalışıyorum.
Kimi muhalif yazarlar güncel sorunların kara mizah tarzı işlenmesine karşı çıkıyorlar (toplumu pasifleştiriyorlar vs.). Genelde okuyucularınızdan aldığınız tepkiler..?
Çok yerinde bir soru. Aslında bende herşeyin mizahi bir dille, mizah penceresinden eleştirilmesinin bir takım sakıncalarını görüyorum. Bunun temel nedenlerinden biri geçmişten beri toplumun asık suratlılığı daha çok yüceltmesi ve mizahın bir alt kültür olarak kabul edilmesiyle ilişkili gibi görünüyor. Bu yargının ben de çok etkisinde kaldığım için ciddiye alınmama kaygılarını göz önünde bulundurarak bazı mizah yazılarının altına adımı yazmadım. Hazım Ruhi, Dr. Martinez gibi ipe sapa gelmez imzalarla yazılar yazdım. Kimilerince samimi ya da iç acıtıcı diye tanımlanan yazılarımı okuyan okurlar mizahi yazılar yazmamı hafiflik olarak değerlendirip benim gibi bir yazara yakışmadığını söylediler.
Bundan sonrasında da yazılarınıza mizah tarzı hakim olacak...
Tabii ki bu tarz devam edecek. Düşe kalka, korka çekine mizah yazıları yazmaya devam edeceğim.
Leman dergisinde �Doktorun Günlüğü� köşesinde, büyüdüğünüz, öğreniminizi tamamladığınız Diyarbakır�dan insan yaşamlarını oldukça sade anlatıyordunuz. Genelde politik yazıların yazıldığı Kürt vatandaşların yaşamlarından sizin sade anlatımlarınıza karşı ne gibi tepkiler gelişti, neler hissettiniz?
O yazıları yazmakla bana hiç yabancılığını hissettirmeyen bir kente ve o kentin insanlarına borcumun bir kısmını ödedim. Yazdıklarım, bütün davranış kalıplarıyla benliğime sinen ve bence de muazzam olan bir kültüre çok insani bir geri ödemeydi. Yalnız daha sonra şu tehlikeli boyut beni kaygılandırdı. Ben o toprakların kirlenmemiş asi ama kendi halinde insanlarının kimi zaman sıradışı ister istemez de politik hayallerini yazdığımda kimi okurların beğenisini kazanırken, kimi okurlar da artık orayla ilgili yazılara, sonradan görme burjuva ailelerinin evlerinde bulunan şark köşesi muamelesi yapmaya başladılar. Bu yüzden orada yaşadıklarım artık kolay kolay kimsenin müdahale edemeyeceği bir şekilde, hatıralarımı kendime saklamak istiyorum. Koskoca bir coğrafyanın sorununa turistik halı satar gibi bakılmaz.
Siz aynı zamanda mesleğinizi de aktif olarak sürdürüyorsunuz. Hem hekim hem de yazar olmak nasıl bir duygu?
Hekimler, bizim yaşadığımız dönemin hekimleri bile değiller. Ekonomik kaygı, mesleki tatminsizlik, eğitim, akademik ve örgütlenme sorunları, hekimi tamamen içe kapanık hale getirmiş ve kendi gettolarını oluşturmuşlar. Hayatın hakimi olmak için çaba göstereceklerine hayatın dilencisi olmak için can atıyorlar. Bunu kimse sert bir eleştiri olarak kabul etmesin, bu bir realitedir. Muazzam bir tükenmişlik ve boşvermişlik yaşıyorlar. Oysa Cumhuriyet kurulmadan önce İttihat ve Terakki döneminde aktif politikanın içinde bir çok doktoru görüyoruz. Cumhuriyet kurulduktan sonra da o Cumhuriyetle bile yetinmeyen ve insanlar için çok daha iyisini isteyen ve bu uğurda ömrü hapislerde geçmiş yine bir çok doktoru görüyoruz. Gerçek doktor, bütün sistemlere muhalif bakabilmelidir.
Bir hekim yazar olarak şu anda neler yapıyorsunuz?Geleceğe yönelik farklı projeleriniz vardır...
Sanıyorum 1965�e kadar bizim ülkemizde hapis cezasının yanısıra bir de sürgün cezası vardı. Bu, Osmanlı�dan Cumhuriyet�e geçmiş bir gelenektir. Namık Kemal, Ziya Gökalp, Refik Halit Karay, Sabahattin Ali, Halikarnas Balıkçısı, Aziz Nesin ve daha bir çok yazar yerinden yurdundan edildiler, aç ve çaresiz bir şekilde başka coğrafyalarda yaşamaya mahkum edildiler. Daha sonra bunun insanlığa yakışmadığını fark etmiş olsa gerek, devlet büyüklerimiz sürgünü kaldırdılar. Ama bu fiziki olarak kalkmış bir sürgündür. İç dünyamızdaki çalkantılar, uyumsuzluklarımız ve bizi boğacaklarmış gibi her an saldırıp duran sıkıntılarımızla başa çıkabilmenin yolu, insanın kendisini ve hayatı ifade edebilmesinden geçer. Bu yüzden elbette kendi çapımızda daha anlamlı şeyler yapmaya çalışacağım. Şu sıra geçici bir küskünlüğüm de var. Basın camiası yazar-okur ilişkisi bir bozgun yaşıyor. Yazar-çizer-okur ilişkisini ve sanat kültür aktivitelerini �sen, ben, bizim oğlan� kısır döngüsünün dışına taşırmak lazım. Aksi takdirde elimiz kağıtlara pek gitmiyor.
Hekim kitlesi ile paylaşmak istedikleriniz..?
Mesleki anlamda bir çok şeyi paylaşmak istiyoruz. Ancak Tabip Odası; yöneticileri, aktivistleri ve üyeleriyle beraber, bir an önce hekim ve toplum yararlı harekete geçmedikleri sürece kendi münzevi dünyamda kalacağım gibi görünüyor. Bütün aksamalara rağmen ülkemde temsilcim olarak Tabip Odası�nı görüyorum. Öncelikle hepimizin yararına bir takım şeyleri onlardan isterim. Elbette ki hekimlere ve özellikle sendikaya da büyük görevler düşüyor. Bunlar birbirlerinin olmazsa olmaz parçalarıdırlar. Ve bir an önce birbirlerine eklemlenmesi gerekir.
Hekim Forumu olarak teşekkür ederiz.
Ben de teşekkür ederim.

 


FENESTRA
Dr. Ali Serdar FAK

AMERİKA:YOKSULLARINSAĞLIĞI DAHAKÖTÜ
ABD�de yapılan bir araştırma, çalışan kadınların sağlık koşullarının kötüleştiğini ve çok sayıda kadının şiddete ve istismara maruz kaldığını ortaya çıkardı.
Ulusal çapta yapılan bu çalışmada Mayıs-Kasım 1998 tarihleri arasında 2850 kadın ve 1500 kontrol erkekle telefonla ayrıntılı görüşmeler yapılmış ve daha çok Afrika, Asya ve Güney Amerika kökenli Amerikalıların temsiliyetine ağırlık verilmiş. Katılımcılara sağlık hizmetine ulaşım, sağlıkla ilgili temel bilgiler ve günlük yaşamlarına ilişkin çeşitli sorular sorulmuş.
Sonuçta, öncelikle çalışma çağındaki kadınların %18�inin sağlık sigortasının bulunmadığı görülmüş. Bu oranın 1993 yılında yapılan benzer içerikte bir araştırmada %14 olmasına dikkat çekilmekte. Yılda 16.000 dolardan daha az kazanan en düşük gelir gruplarında ise hemen hemen hiç kimsenin sigortalı olmadığı ortaya çıkmış.
Çalışmaya katılan kadınların son bir yıl içinde sadece yarısının koruyucu sağlık hizmetlerinden yararlanabildiği bulunmuş. 65 yaşın altındaki kadınların yaklaşık yarısı sigortalı olsalar bile sağlık hizmetine gerektiği gibi ulaşamamaktan ve reçete edilen ilaçları ekonomik nedenlerle sıklıkla alamamaktan yakınmış. Çalışmada günlük şiddet ve istismara önemli oranlarda rastlanmış,kadınların %39�u ev içinde şiddete ve cinsel istismara uğradığını belirtmiş.
* Hopkins J. Poor women receive worse care. BMJ 1999; 318:1374.

 


GÜNLÜK SIVI ALIMI ve MESANE KANSERİ: DAHA FAZLA SU İÇİN!
Yeni yayınlanan bir çalışmada, günlük sıvı alımı ile mesane kanseri arasında ters ilişki olduğu gösterildi. Yeni yayınlanan bu araştırmada Michaud ve ark. günlük sıvı tüketiminin artması ile erkeklerde mesane kanseri sıklığının azaldığını ortaya çıkardılar.
Çalışmada Amerikalı 47909 erkeğin günlük toplam sıvı alımı ile 10 yıllık süre içindeki mesane kanseri sıklığı araştırılmış. 1986 yılında hiç birinde mesane kanseri bulgusu olmayan sözkonusu deneklerden çalışma süreci içinde 252�sinde yeni gelişen mesane kanserine rastlanmış.
Tüm deneklere 22 çeşit sıvı ve sulu gıdanın hangi miktarlarda alındığının sorgulandığı kapsamlı anket uygulanmış. Günde en az 11 bardak sıvı içen Amerikalı erkeklerde günde 5 bardak su içenlere göre mesane kanseri riskinin yarı yarıya daha az olduğu bulunmuş.
Yazıda dünya genelinde yaklaşık 319.000 kişide mesane kanseri geliştiği sanıldığına dikkat çekiliyor ve ayrıca mesane kanserinin Amerikalı erkeklerde en sık görülen 4 kanser çeşidinden biri olduğu vurgulanıyor. Aynı derginin �Mesane kanserinden korunma� başlıklı editoryal yazısında, ABD�de sigara içiminin ve mesleki nedenlerle arilaminlere maruz kalmanın mesane kanseri olgularının yaklaşık yarısından sorumlu olduğuna işaret ediliyor.
Dr. Michaud ve ark.nın içilen sıvı miktarı ile mesane kanseri arasında gösterdikleri ters ilişki, 1974 yılında Oyasu ve Hupp tarafından ortaya atılan ve mesane kanserinin gelişmesinde mesanenin idrardaki kanserojenlerle uzun süre temasda kalmasının rolü olabileceğine işaret eden ürojenik temas kuramını da desteklemekte.
* Michaud D et al. Fluid intake and the risk of bladder cancer in men. NEngl J Med 1999; 340:1390-7 / Jones PA, RKRoss. Prevention of bladder cancer. N Engl J Med 1999; 340:1424-6

 


LİFLİ BESİNLER KADINLARDA DA KORONER RİSKİ AZALTIYOR
Koroner kalp hastalığı bilindiği gibi kadınlarda da en önde gelen ölüm nedeni. Şimdiye değin erkeklerde lifli besinlele beslenmenin koroner kalp hastalığını azaltacağı gösterilmişti, ancak kadınlarda bu yönde kesin bilgimiz yoktu.
ABD�de gerçekleştirilen �Nurses Health Study� çalışması ağırlıklı olarak liften zengin besinlerle beslenmenin kadınlarda da koroner kalp hastalığını azalttığını ortaya koydu.
Çalışmada 68.782 kadın 1984 yılından bu yana izlenmiş ve beslenme alışkanlıkları ile akut miyokard infarktüsü ve koroner kalp hastalığına bağlı ölüm oranı arasındaki ilişki araştırılmış.
Daha önceden miyokard infarktüsü, diyabetes mellitusu olmayan ve angina pektoris, hiperkolesterolemi, inme ve kanser öyküsü bulunmayan kadınlarda yaş ve koroner arter hastalığı risklerine ilişkin düzeltmeler yapıldıktan sonra lifli besinlerle özellikle tahıl ürünleriyle beslenmenin miyokard infarktüsü ve koroner kalp hastalığına bağlı ölüm oranını yaklaşık yarı yarıya azalttığı bulunmuş. Çalışmada lifli besinlerin total kolesterol ve düşük yoğunluklu lipoprotein kolesterol (LDL kolesterol)ve trigliserid düzeyini azalttığı, insülin duyarlılığını arttırdığı anımsatılıyor ve plazminojen aktivator tip I ve faktör VII düzeylerini olumlu yönde etkilediğine dikkat çekiliyor.
* Wolk A et al. Long-term intake of dictary fiber and decreased risk of coronary heart disease among women. JAMA 1999; 281:1998-2004

 


BİLİMSEL TAKVİM
3. Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Kongresi 31 Ağustos-4 Eylül 1999, Talya Otel-Antalya; Bilimsel Sekreterlik:Doç. Dr. Cemalettin Ertekin, Tel:531 12 46, Faks:533 18 82

VI. Ulusal Halk Sağlığı Günleri 1-4 Eylül 1999, Malatya; Düzenleyen:İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı; Tel:(0 422)341 07 71, Faks:(0 422)341 00 36

Dermatopathology in Anatolia 3-6 Eylül 1999, Adora Golf Resort Hotel-Antalya / Türk Dermatopatoloji Derneği, Ankara Tıp Fak., Dermatoloji ABD; İletişim:Prof. Dr. Rana Anadolu, Ankara Tıp Fak., Dermatoloji; Tel-Faks: (0 312)324 57 24

IV. Ulusal Pediatrik Endokrinoloji Kongresi ve Pediatrik Endokrinolojide Aciller Eğitim Kursu 8-10 Eylül 1999, Ankara / Düzenleyen:Hacettepe Üniversitesi, Pediatrik Endokrinoloji Ünitesi; Kongre Sekreterliği:Doç. Dr. Nurgün Kandemir; İhsan Doğramacı Çocuk Hastanesi Pediatrik Endokrinoloji Ünitesi, 06100 Altındağ - Ankara; Tel: (0 312)310 85 86, Faks:(0 312)312 18 09

TIbbi Atıkların Yönetimi ve Bertaraf Yöntemleri Teknik Okulu 9 Eylül 1999, Boğaziçi Üniversitesi-İstanbul; Bilgi:Gökçe Akgöze, Tel:(0 212)263 15 40 / 1276, Faks:268 08 98

25. Ulusal Otorinolarengoloji ve Baş Boyun Cerrahisi Kongresi 18-22 Eylül 1999, Efes Oteli-İzmir; Düzenleyen:Türk Otorinolarengoloji ve Baş Boyun Cerrahisi Derneği; İletişim:Prof. Dr. İrfan Devranoğlu, Tel:(0 212)233 11 26, Faks:233 11 27

18. Rejyonel Anestezi ve Ağrı Kongresi 29 Eylül-2 Ekim 1999, İstanbul; İletişim:Prof. Dr. Serdar Erdine, Tel: (0 212)635 01 35 (20 TTB-STE Kredisi)

3rd Meeting of the European Society for Impotence Research 3-6 Ekim 1999, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı; Düzenleyen Kuruluş: Avrupa İmpotans Derneği; Kongre Sekreterliği:Pera Organisation, Medkon Tourism&Travel; Adres:Rumeli Cad. 124/5, 80260 Osmanbey-İstanbul, Türkiye; Tel: +90 (212)230 55 35, Faks:+90 (212)230 49 23

5. Ulusal Ağrı Kongresi 3-6 Ekim 1999, Polat Renaissance Otel-İstanbul; Düzenleyen Kuruluş: Türk Algoloji-Ağrı Derneği; Bilimsel Sekreterlik:Prof. Dr. Serdar Erdine, Tel:635 01 35-36

7. Avrupa Jinekoloji ve Obstetrikte Enfeksiyon Hastalıkları Kongresi 4-6 Ekim 1999, İstanbul Crowne Plaza Otel; İletişim:Op. Dr. Erhan Şenses, Tel: (0 312)310 30 30 / 1133 (18.5 TTB-STE Kredisi)

1. Ulusal Tiroid Cerrahisi Kongresi 6-9 Ekim 1999, The Marmara Oteli-İstanbul; İletişim:Prof. Dr. Gürcan Ünal, Tel: (0 212)240 51 81 (21 TTB-STE Kredisi)

Okul Sağlığı Kongresi 13-16 Ekim 1999, Hotel Eresin-İstanbul; Düzenleyen:Avrupa Sosyal Pediatri Derneği; İletişim:Prof. Dr. Gülbin Gökçay, İ.Ü. Çocuk Sağlığı Enstitüsü, Çapa-İstanbul; Tel: (0 212)523 10 23 (14 TTB-STE Kredisi)

XXII. Ulusal Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kongresi 19-23 Ekim 1999, Dedeman Otel-Antalya; Düzenleyen:Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği; İletişim:Prof. Dr. Nilgün Başkal, Doç. Dr. Sevim Güllü, Doç. Dr. Murat Erdoğan; Tel:(0 312)310 53 50, 309 47 17, 309 45 15, Faks:(0 312)310 53 50, 309 45 05

4. Uzmanlık Sonrası Eğitim Kursu (Selim Özofagus, Mide Duodenum ve İnce Barsak Hastalıkları) 22-23 Ekim 1999, Hotel Eresin-İstanbul; Düzenleyen:İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı; İletişim:Prof. Dr. Yusuf Gökşen, Tel: (0 212)631 17 41 (14.5 TTB-STE Kredisi)

V. Pratisyen Hekimlik Kongresi 28-31 Ekim 1999, Swiss Otel-İstanbul; Düzenleyen:Türk Tabipleri Birliği ve Pratisyen Hekimlik Derneği; İletişim: Dr. Naciye Demirel,Tel:(0 216)414 64 72

İnfertilite ve Reprodüktif Endokrinolojide Temel Tanı ve Tedavi Kursu 29-31 Ekim 1999, Sheraton Oteli-Ankara. Kongre Sekreterliği:Doç. Dr. M. Bülent Tıraş, Tel: (0 312)214 10 10, Faks:(0 312)215 04 94

1. Ulusal Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Kongresi 26-28 Kasım 1999, Ankara; İletişim: Ankara Tabip Odası,Tel:(0 312)229 55 70, Faks:(0 312)229 15 50

III. Cinsel Sorunlar ve Tedavileri 26-28 Kasım 1999, İstanbul Crowne Plaza Otel; Düzenleyen:Dr. Cem İncesu, Bakırköy Ruh ve Sinir Hast. Hastanesi, Psikiyatri Kliniği, İstanbul; Tel:(0 212)543 65 65 / 304-345, Faks:(0 212)570 36 34; Kongre Sekreterliği:Dilan Tur Congress International; Emlak Kredi Blokları, A2 Blok, B 22, 80620 1. Levent-İstanbul; Tel:(0 212)280 14 75, Faks:(0 212)280 14 77

 


FORUM DOSYASI

�Forum Dosyası� ikinci tartışma maratonunu çetrefil bir konuya ayırıyor. Biz, başlığa �Demokratik Kitle Örgütleri�dedik. Aslında günden güne değişen politik dilde �sivil toplum örgütleri�, �hükümet dışı kuruluşlar�, hatta NGO�lar gibi yeni tamlamalar da yaygınlık kazanıyor. Örgütlenmeyi pek sevmeyen, yine de örgütlülük geleneği hiç de yabana atılabilecek düzeyde olmayan toplumumuzda bu konu (çoğu kez kıyısından dolaşılarak da olsa)en ciddi ve politik yaşam için belirleyici tartışmalardan birini oluşturuyor. Muhalif olmak-olmamak; devletin yanında-karşısında durmak; baskı grubu olmak, devlet gemisine destek vermek; �demokratik kitle örgütçülüğü�, �sivil toplumculuk�gibi ikilemler çerçevesinde dönüp durmak bir yana; �aslında bilinen sözler� ile başlayıp, yeni bir söz söylemeye varabilir miyiz?Bunu merak ediyor, hekimlerin örgütlenmesinde geleceğe dönük sağlıklı bir tartışma açmak istiyoruz. Sadece �örgütlenme� üzerine konuşmak için değil, �örgütlenmek� için. Yazılarınızı ve katkılarınızı bekliyoruz.

Aslında bilinen sözler
Dr. Özcan BARİPOĞLU
Dergimizin Yayın Kurulu, böyle bir konunun tartışılması yönünde eğilim belirlediğinde çok geniş bir çerçevesinin olduğunu biliyordum. Bu nedenle kendi deneyimlerimden yola çıkarak ve sevgili arkadaşım Dr. Şükrü Hatun�un TTB�de 10 yıl kitabındaki anılarından esinlenerek bir başlangıç yazısı yazmaya çalıştım.
DKÖ (Demokratik Kitle Örgütleri), evvel emirde belirtildiği gibi, kendini muhalif olarak tanımlayan insanların ortak mekânı olarak hep ilgi çekmiştir. Bu ilginin temelinde bir tür siyasete katılım arzusu egemen olabildiği gibi, bir aidiyet duygusu ve en önemlisi KÖ-parti ilişkisini temellendirme anlayışı da hakim olabilmektedir. Bunu bir hak olarak telakki edenler olduğu kadar, sol bir hastalık olarak tanımlayan müellifler de mevcuttur. İfadenin kime ait olduğunu bilmiyorum ama bu anlayışı iyi özetlemesi açısından önemli olabilir.
DKÖ�ler, �En geniş kitle içinde en dar kadro çalışmasının yapılabildiği yerler�dir.
Mevcut siyaset-kitle-taraftar ilişkisinin izdüşümlerini DKÖ�de de bulabilmek olası. Örneğin örgütün yönetimini herşeye karşın ele geçirme refleksi, siyaset-örgüt-üye-taraftar ilişkisini belirleyen en önemli etkenlerden biri.
DKÖ�de araçlaştırma eğiliminin belki maddi bir karşılığı net olarak söylenemez ama bir iktidar duygusunu yaşattığını inkar etmek de olanaksızdır.
Bir iktidar ve katharsis ilişkisi zamanla bürokratik bir manzarayı davet edebilir. Bürokrasi. İktidarı herşeye rağmen korumak için uygun bir yol olan statüko ise kurallar ve temayüller bütünü olarak ifade edilebilir. Tamamen mevcut durumu muhafaza etmeye yönelik yaklaşımlar doğal olarak hantallık yaratıyor. Giderek üyelerle arasında doku uyuşmazlığı olan, örgütün amacından uzaklaşmış, bu amacı bilmeyen, benimsemeyen üye kitlesinin örgütü olarak şeklen varlık sürdürür hale geliyorsunuz. Yeni üyelerin üretim sürecine olan katılım zaafiyetleri aşılamadığı için kapalı devre iletişim hakim oluyor ve örgüt, bir cemaat halini alabiliyor. Üyelerin örgüt konusundaki aidiyet duygusunun eksikliği, örgüte yönelik geçmiş yaşam örüntülerinin bıraktığı izler, üyelerdeki benlik saygısının eksikliği, mesleğine-topluma olan yabancılaşma duygusu etkin üye profili yaratmayı güçleştiriyor. Burada örgütün tanımladığı ortak bir amaç-çıkar yerine, üyelerin bireysel çıkarlarını öne çıkaran eğilimlerini gözardı etmemek gerekiyor.
Yeni beklentileri olan yaratıcı üyelerin sabırsızlığı örgüt duvarlarına çarpıyor, örgütler sabırlı ama vasat elemanlarla hayatlarını idame ettirmeye devam ediyorlar. Yaratıcı ama sabırlı olanlar ise giderek ortama ayak uydurup vasati çizgiye doğru evriliyorlar.
DKÖ içinde önemli handikaplardan birisi de hiyerarşik-otoriter bir ilişki tarzıdır. Bu konuda çoğu insan genellikle akademik ünvanlı örgüt yöneticilerinin daha hiyerarşik-otoriter olduğundan bahseder. Bu konudaki deneyimlerim bunu pek doğrulamıyor. Ama akademik olmayan, örgüt tarihine hakim, �jargonu�sağlam ağabey ya da ablaların daha otoriter olabildiğini, farkında olmadan bir itaat ilişkisi geliştirdiklerini söyleyebilirim.
DKÖ, doğası gereği devletle mesafeli olmak zorunda. Bu tespit devleti reddiye anlamı taşımamaktadır. Mesafe kelimesi bir soğukluk ifade etmekle birlikte yine de düşmanlık çağrışımı yaratmamalı.
Bugün sosyal devlet 7 düvel ve 4 cihanda saldırı altında. Bir yanda yeni kapitalist konfigürasyonda sosyal devlet anlayışına gerek görmeyen küreselleşme ideolojisi. Öbür yanda devleti olmazsa olmaz bir �karşı duruş figürü�olarak görme eğiliminde olan muhalefet odakları.
DKÖ�leri bir �muhalefet kulvarı� olarak işlev görmek peşindeyken kamusal kazanımları, tarihsel birikimleri dikkatle değerlendirmeli, son tahlilde bir aymazlık içinde sinsi bir koalisyonun partneri olmamalıdır.
Peki ne yapmalı?
Bunu �yeni bir örgüt, yeni bir kitle-politika anlayışı� olarak sloganlaştırabiliriz. Ama belki Tanıl Bora�nın 11 Kasım 1989�da Ankara�da �Dr. Cengiz Kılıç anısına�düzenlenen bir toplantıda yaptığı konuşmanın finali bize yardımcı olabilir.
�KÖ�lerinin siyasal ve toplumsal olarak etkili, muktedir örgütler olması yönünde bir niyetimiz varsa, buraları adam devşirilecek yerler siyasal sığınak mekanları olarak değil, ilgili oldukları toplumsal pratiklerin değiştirilmesi-dönüştürülmesiyle meşgul örgütler olarak görmek gerekiyor.�

 


Hekimler ve örgütlenme
Dr. Veysi ÜLGEN
Sayısı yüz binlere varan hekimler, yoğun mesleki, akademik ve örgütlenmeye ilişkin sorunlar yaşıyorlar. Geçmişten günümüze siyasal iktidarlar, tüm sağlık çalışanları ile birlikte hekimleri de birikmiş sorunlarla başbaşa bıraktılar. Hükümetler değişse de sorun yaratan politikalar değişmiyor, gittikçe de şiddetleniyor.
Sermaye kesimi lehine icraatlarda bulunan siyasal iktidarlar, sorunları artıran ve aleyhimize olan uygulamaları örgütlü olarak yapıyorlar. Hekimler de bu sorunlara örgütlü çözümler bulmak zorundalar. Aslında en büyük sorun hekimlerin örgütlü ol(a)mamasıdır (Hekimler, örgüt kelimesinden bile ürker oldular. Tabip Odası, sendika ve diğer örgütlenmelere eleştirel yaklaşıyorlar).
Günümüzde hekimlerin mesleki yanlarının dışında bütünleştirici ortak özellikleri gittikçe azalıyor. Artık hekimin eski kimliğinden de bahsedemiyoruz. Ortak kimliği eriyen-eritilen bir kesimin örgütlenme problemleri de büyüyecektir.
Hekimlerin gelir dağılımındaki farklılık gittikçe derinleşiyor ve bu, hekimler arasında sınıfsal ayrışmaları da artırıyor. Siyasal ve diğer farklılıklar hekimlerin bütünlüklü davranmasını engelliyor. Bu durum hekimlerin tercihi olmayıp, dünya genelindeki tekelci ekonominin Türkiye�deki yansımasının sonuçlarıdır. Serbest piyasa ekonomisi sağlık hizmetlerini de bir sektöre dönüştürmüştür. Ve özel sağlık sektörü hekimleri öncelikle ekonomik olarak bölmektedir.
12 Eylül sonrasında topluma dayatılan kimliksiz-örgütsüz birey hekimlerde fazlasıyla yansımasını bulmuştur. Buna karşın 90�lı yıllara gelindiğinde hekimler arasında önemli kıpırdanmalar da yaşandı. Tabip odalarındaki kıpırdanmalar ve sağlık iş kolundaki sendikalaşma hareketi, hekimlere örgütlü olmanın önemini yeniden hatırlattı. Eylül sonrası onuncu yılında canlanmaya başlayan muhalefette hekimler de yerlerini aldılar.
90�lı yılların başlarındaki bu olumlu gelişmeler siyasal ve ekonomik krizlere paralel olarak uzun sürmedi. Bu gün hem mesleki hem de demokrasi mücadelesinde hekimlerin çok gerilere düştüğü bir gerçektir. Yüzbinlere varan kitlede tabip odası, sendika, siyasi parti ve diğer kitle örgütlerinde doktor katılımı en alt düzeylerde seyrediyor. Sendikalaşma başıta önemli bir çıkış yapmışken, iş kolunda üyelik ve faaliyetlere katılımda en geride durulmaktadır (Sendikalaşma oranı yüzde üç-dörtlerde seyrediyor).
Mevcut 657 sayılı Devlet Memurları Yasası hekimliğin meslek olarak gelişimini engelliyor (Hekimler de bunu kabulleniyor). İş kolunda diğer sağlık çalışanları ile aralarındaki statü örgütlenmeye olumsuz olarak yansıyor. (Kamu emekçilerinin on yıllık sendikal mücadelesinin bedeller ödeyerek aşındırdığı kapıkulu memurluğu, iş kolumuzdaki meslekler arasında kısmen devam  ediyor). İş kolunda doktor, hemşire ve diğer sağlık personeli arasındaki yabancılaşma sürüyor. Hekimler statü gereği en altlarında bulunanlarla beraber örgütlü mücadeleyi yeterince sindiremediler. Nihayetinde mevcut statükoculuk örgütlülükten kopuşu getirmiştir. Bu olumsuzluğu hekimlerin kendilerinde araması gerekiyor. Kamusal alana yönelik özelleştirme saldırıları sağlık iş koluna fazlasıyla yönelmiştir. Hekimlerin bir kısmı özelleştirme saldırılarında özne olmuşlardır. Özel hastane, özel klinik, özel muayenehane girişimlerinde hekimler önemli roller oynuyorlar. Bu da önemli bir doktor kitlesini örgütlü mücadeleden koparıyor. Özelleştirme geniş hekim kitlesinde derin sınıfsal ayrışmanın nedenlerinin de başında geliyor. Her yıl tıp fakültesinden mezun olan beş bin hekim öncelikle bir kısım meslektaşı gibi sınıf atlamayı düşünmekte ve gözünü özelleştirmeye dikmektedir. Uzmanlaşma için TUS�a hazırlanamayanlar da özel sektörü tercih ediyor. Uzmanlaşma sürecindeki hekimler ise her bakımdan duyarsızlığı yaşıyorlar. Uzman olmuş yukarıda da belirttiğimiz gibi özelleştirme girişimlerinde bulunan hekimlerin örgütlenmelerle -özellikle sendikalaşma ile- çatışmaları bile söz konusudur. Son on beş yılda hızlanan özelleştirme girişimleri sağlık pazarında çok sayıda patron hekim yaratmıştır. Bunlar hekimler arasında azınlık bir kesimi oluşturuyorlar. Ancak bütün hekimleri etkileyebiliyorlar. Patron hekimlerin de mesleki sorunlarının olması ve bazı yasal nedenler onları mesleki örgüte bağlı kılıyor. Ve hekim örgütlülüğünün niteliği üzerinde tartışmalar yaratabiliyorlar. Sadece tabip odalarıyla zayıf da olsa bağı olan bu hekim kesiminin; odaları sisteme muhalif görmeye tahammüllerinin olmamasının nedeni anlaşılır bir durumdur. Mevcut sistemden beslenen kimi hekimler kendi meslek örgütlerinin resmi ideolojiyi ve onun uygulamalarını eleştirmesine ve tavır almasına karşı çıkıyorlar. Örneğin özelleştirme girişimlerini destekliyorlar. Siyasal konularda iktidar paralel düşünüyorlar. Tabip odasının insan hakları ihlallerine karşı mücadelesinin içinde olmasına karşı çıkıyorlar. Sivil toplumculuğu savunuyor ve muhalif olmayı asla kabullenemiyorlar.
Tabip odaları ve sendikalar demokratik kitle örgütü mü, sivil toplum kuruluşu mu tartışmalarında hekimlerin sınıfsal ayrışmaları belirleyicidir. Yeni liberalizmde demokratik kitle örgütlerinin karşılığı sivil toplum kuruluşudur. Bu salt bir isim değişikliği olmayıp DKÖ�leri depolitize etme çabasıdır. Hekimler bu tartışmayı uluslararası sermayenin değişen politikaları eşliğinde yapmalıdırlar. Özelleştirme saldırısı yeni liberalizme özgüdür. Bireyci, köşe dönmeci ve özelleştirmeci hekim kitlesi sivil toplumcu olacaktır. Serbest piyasacı demokraside, demokratik kitle örgütüne yer yoktur.
Hekimlerin büyük kesimini öncelikle ekonomik sorun ilgilendiriyor. Bu da güçlü örgütlenmeleri gerektiriyor. Özelleştirme saldırılarına karşı çıkma bilinci yerleşiyor. Ve başta sendikalaşma olmak üzere güçlü örgütlenme önemini hissettiriyor. Bunu sahiplenen en geniş hekim kitlesi için de demokratik kitle örgütü tanımı önem taşıyor.
Görülüyor ki bütün hekimlerin örgütlenmeye yaklaşımı yaşamıyla, sınıfsal düzeyiyle bağlantılı olarak değişiyor. Her hekim kesimi kendi ihtiyaçlarına göre örgütlenmeleri de yaratabilirler. Ancak bunların ne kadar güçlü olacağı tartışmalıdır ve zayıf olacakları muhtemeldir. Hekimler büyük örgütlülüğü düşünmek ve yaratmak zorundadırlar. Büyük hekim örgütlülüğü iş kolundan ayrı düşünülemez. Diğer sağlık çalışanlarıyla bütünleşme örgütlenmenin gücünün belirleyicisidir. Sendikalaşma sorunu hekimlerin gündemine yeniden girmelidir. Bu yönlü tartışmaların derinleştirilmesinde fayda vardır. Hekimlerin büyük örgütlülüğü yaratılmasında en geniş ortak ihtiyaçlarda buluşmayı becerebilmesi gerekiyor (Bu bütün hekimlerin bir arada olması zorunluluğu anlamına gelmiyor).
Yeni hekim kimlik yapısının ortaya konması bir ihtiyaç olarak önümüzde duruyor. Tartışmaların ekseni yukarıda vurguladığımız konu başlıklarıdır. Bu perspektif hekimlerin en genel problemlerini ve temel ihtiyaçları da ortaya çıkaracaktır. Sonuçta hak alıcı güçlü örgütlenmeler en geniş ortak ihtiyaçların üzerinden ortaya çıkar ve büyürler.

 


TIPİK

NÜK-LE-ERSAN-TI-RALİS-TE-Mİ-YO-RUZ!
Dr. Ümit ŞAHİN
Fotoğraflar:Dr. Mustafa Sütlaş

Akkuyu deyince aklınıza ne geliyor?
a)Silifke yakınlarında bir köy.
b)İçel�e bağlı Gülnar ilçesinin Büyükeceli beldesinin deniz kıyısındaki alanlarından biri.
c)Harika bir kumsal ve plaj.
d)Genellikle seracılıkla geçinen sıcakkanlı insanların yaşadığı bir yer. e)Orada nükleer santral yapılmayacak mıydı?..
Evet, bunların hepsi doğru. Ne yazık ki �e� şıkkı da!
Nükleer santrallara pek çok nedenle karşı çıkılabilir. Bir kere nükleer santrallar tehlikelidir. Çernobil kazasını yaşadık. Başka da dünya kadar nükleer kazası var yaşanmış. Üstelik nükleer santralların kaza yapmadığı zamanlarda bile radyoaktif sızıntı yaptığı artık bir gerçek olarak kabul ediliyor. Sonra atık sorunu var. Binlerce yıl radyasyon yayacak atıkların nasıl tehlikesiz halde saklanacağı bulunabilmiş değil. Aslında bu, teorik olarak mümkün bile değil.Nükleer santrallar ekonomik de değil. Hem yapım, hem de işletme maliyetleri açısından dünyanın en pahalı, riskli ve kirli enerji üretim yöntemi olarak kabul edilebilir.
Ama bütün bunlar genel doğrular ve bir noktadan sonra asıl belirleyici olanın bunlar olmadığını görüyorsunuz. Bunun için Akkuyu�yu görmeniz ve orada yaşayan insanları dinlemeniz gerek.
ÇÜNKÜ AKKUYU�DA YAŞAYAN İNSANLAR, NÜKLEER SANTRAL İSTEMİYOR.
Siz evinizin hemen yanında yapılsın ister miydiniz?
Geçenlerde Akkuyu�daydık. 1994 yılında yapılmaya başlayan ve bu yıl altıncısı gerçekleştirilen �Nükleer Karşıtı Şenlik� için ülkenin çeşitli yerlerinden nükleer karşıtları, bu arada Bergama�da siyanürlü altın mücadelesini kazanan Bergamalı köylüler de Akkuyu�ya gelmişlerdi.
Amacımız nükleer santralı ülkemize sokmamaya kararlı olduğumuzu bir kez daha duyurmak ve aslında bu mücadelelerinde Akkuyu köylülerine destek olmaktı. Üstelik bu yıl iş çok daha ciddiydi. Tahkim Yasası Meclis�teydi ve tahkimin kabul edilmesi, nükleer santral ihalesinin bir an önce sonuçlanması için yabancı firmaları cesaretlendirecekti. Bu kez hem nükleer santrala, hem de tüm benzeri durumlarda (Bergama,Çamlıhemşin vb.) halkın istencini hiçe sayacak tahkime karşı, sesimizi yükseltiyorduk.
Nükleer karşıtı afiş ve pankartlarla donatılmış köy meydanında yapılan konuşmalarla başlayan şenlik, Bergama köylülerinin öncülüğüyle bir yürüyüşe dönüştü. Ancak köy içindeki yolları kateden ve sayıları 2000�in üzerinde olan yürüyüşçülerin anayola çıkmalarına ve nükleer santralın yapılacağı yere kadar yürümelerine jandarma ve polis tarafından izin verilmedi. Alınan güvenlik önlemlerinin her geçen yıl arttırıldığı Akkuyu�da bu kez sadece jandarmalar değil, Mersin�den gelen çevik kuvvet ekipleri de bulunuyordu. Jandarma ve polis tarafından oluşturulan barikatın önünde yaklaşık bir saat oturma eylemi yapılmasının ardından eyleme son verildi. Akşam saatlerinde yapılan forum, tiyatro ve dans gösterileriyle de şenlik sona erdi.
Son olarak bu haber mi, çevre yazısı mı olduğu belli olmayan yazının, daha çok güzel yerlerin tanıtıldığı, gezi yazılarının yer aldığı TIPİK sayfasında ne işi olduğunu merak edenlere bir önerim var. Önce bu sayfada yer alan fotoğraflara bir bakın. Sonra, bu sene ya da gelecek sene tatil rotanızda küçük bir değişiklik yapıp, gideceğiniz yere Akkuyu üzerinden gitmeyi deneyin. Hatta bir-iki günü de köyün hemen dışındaki kumsalda bulunan küçük otelde geçirebilirsiniz.
Özellikle ince kumlu plajları sevenler için harika bir kumsal burası. Yeşille mavinin ideal buluşma yerlerinden biri olan bu sahillerde bol bol fotoğraf çekin. Tertemiz havayı içinize çekip tembellik yapmanın keyfine varın.
Bu arada köy meydanındaki kahvede bir çay içip, köylülerle iki kelime konuşun. Her aklı başında insan topluluğu gibi neredeyse tamamı, köylerinin burnunun dibine bir nükleer santral yapılmasına şiddetle karşı çıkan, buna karşı mücadele etmek yıllardır hayatlarının bir parçası olmuş bu insanlara bir kulak verin.
Yeni yerler görmek, biraz da yeni yaşamlar ve yeni mücadelelerle karşılaşmak değil midir? O zaman nükleer santrallara karşı çıkmak için teknik, ekonomik vb. verilerin o kadar da önemli olmadığını daha iyi anlayacaksınız. Ve siz de köylülerle birlikte bağırmaya başlayacaksınız:
�NÜK-LE-ERSAN-TI-RALİS-TE-Mİ-YO-RUZ!�

NASIL GİDİLİR? Otomobille gitmek için, İstanbul�dan Konya-Karaman-Mut üzerinden Silifke�ye gelmeniz ve Antalya yönünde ilerleyip Taşucu�nu geçtikten yaklaşık 45 dakika sonra Büyükeceli köyüne ulaşacaksınız. Antalya yönünden gelirken ise Alanya-Mersin sahil yolunda Antalya�ya yaklaşık 6 saat uzaklıkta Aydıncık�ı geçince Büyükeceli�ye ulaşabilirsiniz.

NEREDE KALINIR? Silifke üzerinden gelirken, köye 2 km mesafede, sözünü ettiğimiz kumsalda bulunan Hayat Motel�de kalabilirsiniz. Yıllardır antinükleer hareketin yöredeki merkezlerinden biri olan motelin, sizi ağırlamaktan keyif duyacak sahibi Muammer Bey�e nükleer karşıtı selamlarınızı iletmeniz gerekiyor. Telefon:(0 324)753 22 05 - 06

 


İŞYERİ HEKİMLİĞİ

Ocak-Mayıs 1999 arasında işyeri hekimliği yetkileri onaylanan hekim ve işyerlerinin listesini sunuyoruz...

Tarih İşyerinin Adı Hekimin Adı  İşçi Sayısı    *

05.01.99 İmes Sanayi Sitesi Ali Köse     320 Kİ
06.01.99 Hamburger Restaurant İşletm. Nadi Bakırcı  296 Kİ
07.01.99 Şedele Matbaacılık ve Ticaret Gürsel Velioğlu  66 Öİ
07.01.99 İstanbul Ulaşım Sanayi Ömer Faruk Aydın   250 Kİ
07.01.99 Hesmak Büro Makinaları Cem Erdoğan   100 Kİİ
07.01.99 Ahmet Çakır (Taşeron) Muzaffer Çimen   144 Mİ
07.01.99 On Otomotiv Sanayi Erhan Güner   85 EMİ
08.01.99 Altan Konfeksiyon Sanayi Emine Gülay Çiftçi  90 Kİ
08.01.99 Tek-Art Holding A.Ş. İbrahim Karabay   36 Eİİ
12.01.99 Akyol Mıcır ve Mermer Sanayi Sevda Dilik  88 Kİ
13.01.99 Bahçeşehir Hizmet İşletme Elif Kaya   150 Kİİ
14.01.99 Pamukspor Spor ve Turizm Ümit Korkmaz İspir  75 Kİ
14.01.99 Anadolu Lombardini Motor Üret. M. Engin Devrez  150 Mİ
14.01.99 Arpaş Römorkaj Pilotaj Adnan Cengiz   52 Kİİ
14.01.99 Fab Tekstil Sanayi ve Ticaret Berrin Karaibram Önder 133 Kİİ
14.01.99 Simge Tekstil Sanayi Ticaret Abdülbaki Dökme  85 Mİİ
14.01.99 İsbi A.Ş. Mustafa Sinirlioğlu   164 Eİ
15.01.99 Atlas Zımpara Sanayi Hatice Batay   74 Kİ
15.01.99 Atlas Metal Sanayi H. Semih Halezeroğlu   271 KMİ
25.01.99 Trapeze Fashion Tekstil Sanayi Niyazi Yıldız  62 Kİİ
28.01.99 Organik Kimya Sanayi Ticaret Kazım Akgül  71 Kİİ
28.01.99 Erbil Halı Sanayi  Nihal Akgül    17 Kİİ
28.01.99 Dema Röle Sanayi Ticaret Figen Üstek Erten  63 İ
29.01.99 Express Kargo Ticaret Niyazi Ümit Çitici   136 Kİİ
01.02.99 Ticaret Sigorta A.Ş. Haluk Gürsoy   86 İİ
02.02.99 Des Sanayi Sitesi Kemal Asil    499 İİ
03.02.99 Tür-İp Tekstil Mustafa Aktaş    98 Kİ
03.02.99 Tepe İnşaat Müfit Okbay     284 İİ
03.02.99 Tam Elektronik Şahin Sarıkaya   67 Kİ
03.02.99 Madkon Konfeksiyon Hüseyin Vatansever   65 Kİİ
03.02.99 Midaş Mobilya M. Metin Şahin   70 Kİ
03.02.99 Sinter Metal Kadir Güler     68 Kİ
03.02.99 Dinsel Konfeksiyon  Ahmet Bahadır   69 Öİ
04.02.99 Tekno Teks Emprime Sanayi Müfide Esmer  157 Kİİ
04.02.99 Lebib Yalkın Yayınları Sırma Akdamar Atatüre  130 İİ
11.02.99 Sultanbeyli Belediyesi Ahmet Sevük   233 Kİ
11.02.99 Mercedes Benz Türk A.Ş. Orhan Buzcu   1045 İİ
11.02.99 Demir Sanayi Demir Çelik Tic. Rıza Azer  167 İ
11.02.99 Vehbi Koç Amerikan Vakfı Gülin Kıraç Ergüler  752 İ
11.02.99 Commercial Union Hayat Sigor. Can Kayabal  110 İİ
11.02.99 Commercial Union Hayat Sigor. Can Kayabal  79 İİ
11.02.99 Sateks Tekstil Sanayi Nilüfer Baykul Sunar  80 Kİİ
12.02.99 İhlas Matbaacılık Mustafa Mod    1184 İİ
12.02.99 İhlas Holding Mehmet Sargın     252 İİ
12.02.99 İhlas Holding Mustafa Mod    252 İİ
12.02.99 İhlas Matbaacılık Mehmet Sargın   1184 İİ
12.02.99 Gülaylar Uluslararası Kuyumcul. Abdurahman Kavuncu 96 Kİİ
13.02.99 Big-Bagsan Çuval Sevil Kaya    122 Kİİ
13.02.99 Cesur Çuval Sanayi Sevil Kaya   152 Kİİ
13.02.99 Kayalar Kimya Sanayi Birol Tunalı   83 KMİ
15.02.99 Köhler Elektrik Sayaçları Selma Ünlüer   205 Kİ
15.02.99 Set Programcılık Tanıtım Cengiz Veysi Yoldaş  95 Öİ
16.02.99 Seri Plastik Ambalaj Gıda Işıl Ayhan Çitici  104 Kİ
16.02.99 Şanal Plastik Ticaret Güven Akar    59 Kİ
18.02.99 Adecco Hizmet ve Danışmanlık Suat Erkan  75 Eİİ
18.02.99 Ünal Elektronik Baskı Birsen T. Çavuşoğlu  195 Kİ
18.02.99 Doğuş Yapı Sanayi Gündüzalp Samancı   130 İ
18.02.99 Tez Dağıtım Pazarlama Öznur Öztuncer   41 Kİ
18.02.99 Altur Turizm Servis Doğan Tutumluer   67 Mİİ
18.02.99 IBM(International Business) Suat Erkan  351 Eİİ
18.02.99 İstanbul Halk Ekmek M. Selçuk Akgün   115 Kİİ
18.02.99 Çelik Tekstil Ürünleri Erdal Yılmaz   84 Kİİ
18.02.99 MNG TVYayıncılık Zennure Geçer   162 Kİ
18.02.99 Philip Morris Sabancı Pazarl. Gürcan Ünlüsoy  140 Kİİ
19.02.99 Bileşim Turizm İnşaat Sanayi Sedat Azak  219 Öİ
19.02.99 Tam Elektronik Aksam Sanayi  Şahin Sarıkaya  67 Kİ
19.02.99 İdea Mobilya Üretim Filiz Ö. Daras   71 Kİ
22.02.99 İçdaş Çelik Enerji Tersane Arzu Tulunay   800 İİ
22.02.99 Doğuş Holding A.Ş. Sebahattin Saip   140 Kİ
24.02.99 Sarıkaya Elektrikli Ev Gereçleri Nuray Ö. Yolsal  137 Kİ
25.02.99 Törk Makina Sanayi Necati Çakmak   60 Kİİ
25.02.99 İhlas Genel Antrepoculuk Taner Gökgöz   72 İ
25.02.99 Rapsodi Çorap ve Tekstil Kayhan Buharalı  82 Kİİ
25.02.99 Doğanay Giyim ve Gıda  Asım Aygün   82 Kİ
26.02.99 Metkon Giyim Sanayi Hüseyin Vatanser   65 Kİİ
26.02.99 Örma Tekstil Sanayi Emine Özdemir   110 Kİ
01.03.99 Konak Ambalaj Müteahhitlik Mahmure Uras  113 Kİİ
01.03.99 Lowe Adam Tanıtım Uygar Cenik   98 İ
02.03.99 Sinter Metal İmalat Kadir Güler   68 Kİ
02.03.99 Betaş Boya Vernik Reçine İlhan Özdemirci  45 Kİİ
03.03.99 Opsan Orijinal Saç Parça Selçuk Tufan   194 Kİİ
03.03.99 Anadolu Metro Ortaklığı K. Yavuz Tür   73 Kİİ
04.03.99 Uludağ Et Lokantası Cemalettin Davutoğlu  180 Kİ
04.03.99 Oyak Sigorta A.Ş. Rıdvan Saygılı   35 Mİİ
04.03.99 İhlas Holding (İhlas Koleji) Levent Saraç   34 KMİ
04.03.99 İhlas Han 4 İbrahim Ruhlusaraç   578 İİ
04.03.99 Axa Oyak Sigorta A.Ş. Rıdvan Saygılı   58 Mİİ
05.03.99 Başyazıcıoğlu İnşaat İsmail Erbaşı   50 Kİİ
05.03.99 Adel Kalemcilik Ticaret Aycan Gürkaş   160 İİ
05.03.99 Ülkü Kırtasiye Ticaret Aycan Gürkaş   47 İİ
05.03.99 Tatmak A.Ş. Selahattin Atılgan    118 Eİİ
08.03.99 Midaş Mobilya İnşaat M. Metin Şahin   70 Kİ
08.03.99 Özkul Özel Öğretim Taner Arıkan   115 Eİ
09.03.99 İspak İzmit Sıvı Paketleme Süreyya Erdoğan  120 Eİİ
10.03.99 Show TV(Özkar Elektron. San.) Kenan Tiftikçi  85 Kİİ
11.03.99 Uteksport Uluslararası Sınayi Sevda Dilik  140 Kİİ
11.03.99 Centilmen Konfeksiyon Ömer Okuyan   65 Kİİ
11.03.99 Vursan Tüfek ve Kalıp Sanayi Saniye Dirik  84 Kİ
11.03.99 PKDPencere Kapı Donanımları Hakan Bahadır  46 Kİİ
11.03.99 Hotel Aziyade Feray A. Eryılmaz    55 Kİİ
11.03.99 Ümraniye Belediyesi Temizlik  Mustafa Güzel   160 Kİİ
11.03.99 Ümraniye Beled. Makina İkmal Sinan Taşbaş  95 Kİİ
11.03.99 Kentbank A.Ş. Altan Kuş     494 Kİ
12.03.99 Novartis Sağlık Gıda Hasan T. Sür   99 İİ
16.03.99 Polat Yol Yapı Sanayi Nurşen T. Müsellim   96 Kİ
16.03.99 Ramtop Tüketim Malları Salman Çatalgil  58 Kİİ
17.03.99 MDMHazır Giyim Mehmet Bilgin    102 KMİ
18.03.99 Selyak Petrol Ürünleri Hakan Gürsaç   80 Kİ
18.03.99 İlkcan Tekstil Nevruze Cabbarova    90 İİ
18.03.99 CMSIsıcam Makina Aygül Budak     56 Kİİ
18.03.99 Rabak Sanayi Ürünleri Yusuf Özcan     164 Kİ
18.03.99 Habaş Endüstri Tesisleri Arda Şişli    180 İ
18.03.99 Doğan Madencilik ErdalTuncer     30 Mİİ
18.03.99 Buklet Tekstil Murat Baydar     80 Kİ
18.03.99 Muya Dış Ticaret Mahmut Öz     117 Kİ
19.03.99 Kardemir Uluslararası Nakliyat Ali Kıraç    98 Kİİ
22.03.99 Erson Giyim Sanayi Hume Ekber Toklu    114 Kİİ
24.03.99 İlke Eğitim Öğretim Cevat Türk    64 Kİİ
24.03.99 Teknorot Otomotiv Sanayi Burhan Birli    100 Kİİ
24.03.99 Schmalbach Lubeca Ambalaj Salih Göktepe   112 Kİ
24.03.99 Şenyayla Plastik Ahmet O. Gürer    65 Kİİ
24.03.99 Çeşit Mensucat Nur Sözübir     79 Kİ
25.03.99 Pameks Giyim M. Emre Altunrende   95 İ
25.03.99 Man Kamyon Otobüs Sanayi Mustafa Okunakul   65 Kİİ
25.03.99 Armada Bilgisayar Nuray Kes Uzun     65 Kİİ
25.03.99 ModimeksTekstil İmalat Nazan Başaran   94 Kİİ
25.03.99 Lyra Yönetim Hizmetleri Murat Aktimur   247 Kİ
25.03.99 Batı Nakliyat Ticaret Orhan Sunar   59 Eİİ
06.04.99 Ercan Giyim Sanayi Figen O. Sayman   202 Kİİ
06.04.99 Dizayn Teknik Müşavirlik Faruk Kandemir  245 Kİ
06.04.99 Ürosan Mobilya Sanayi Tevfik Örnek   176 Kİİ
06.04.99 Erdoğanlar Alüminyum Sanayi Uğur Sürücü  160 Kİİ
06.04.99 Ferdi Tekstil Sanayi Figen O. Sayman    368 Kİİ
06.04.99 Ercan Giyim Sanayi Ayşen Erduran   202 Kİİ
06.04.99 Ferdi Tekstil San. / Enis Tekstil Ayşen Erduran  368 Kİİ
07.04.99 Trakya Et ve Süt Ürünleri İlhan Küçükali   56 KÖİ
07.04.99 Bilkont İnşaat Dursun Dursunoğlu   20 Öİİ
08.04.99 Reptaş İnşaat Ayla Ateş Oğuz    125 Kİ
08.04.99 Konak Otelcilik  Alev Ersoy Gürbas   60 Kİİ
08.04.99 Gedik Kaynak Sanayi Levent Yazıcılar    271 Öİ
09.04.99 Almar Tarımsal Yatırım Levent Gönenç   40 Kİİ
12.04.99 Güney Metalurji Makina A. Nihat Estekin  20 Kİ
13.04.99 Tekstil Endüstrileri Ticaret Şeref Kara  128 Kİİ
15.04.99 DanoneSa Tikveşli Süt Hüseyin U. Akgün  46 Kİİ
15.04.99 Sistem Servis Satış Ömer N. Develioğlu  105 Kİİ
15.04.99 Bimtaş A.Ş. Kubilay Eryılmaz   161 İ
15.04.99 Gülom Tekstil Ürünleri Tarık Tufan  59 Mİİ
15.04.99 Otel Balance Ali Kasım Nazlı   17 Kİİ
16.04.99 Şifa Yemek Üretim Mucip Oral  85 Kİİ
16.04.99 Akpak Temizlik Mucip Oral   66 Kİİ
17.04.99 SPSGüvenlik Servisleri Tülin Esra Çırpıcı 241 İ
22.04.99 Mis Süt Sanayi İlker Küçükyıldırım  233 Kİ
22.04.99 Özel Haznedar Hastanesi Faruk C. Sönmez 152 Kİİ
22.04.99 Albayrak Turizm Yusuf Önlen    210 Kİ
22.04.99 Aster Tekstil Sanayi Cem Erdoğan   90 Kİİ
26.04.99 Akatlar Kozmetik Sanayi Mustafa K. Eryar 63 Kİİ
28.04.99 Esem Spor Giyim Sanayi Niyazi Akyıldız 115 Kİİ
29.04.99 Mete Plastik Sanayi Ayhan Akcan  39 Kİİ
29.04.99 Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Sibel Erim 56 KMİ
29.04.99 Eczacıbaşı Schwarzkopf  Ali Demircan  12 Kİİ
29.04.99 Dokap Yapı Elemanları Cengiz Şahin   130 Kİ
03.05.99 Örmay Tekstil Ürünleri Artin Mezedur   101 Öİİ
05.05.99 Ünifil Elektronik Şeyda Ş. Ulusoy  61 Kİİ
05.05.99 Aysu Gıda Fabrika Uğur Şahin    55 Kİİ
06.05.99 Gemak İnşaat Sanayi Ertan Taşkın  116 Kİİ
06.05.99 Pınar Denizcilik Ticaret Ertan Taşkın  86 Kİİ
06.05.99 Cinerler Oto Servisi Alev E. Gürbas  115 Kİİ
06.05.99 Halıcıoğlu Elyaf Sanayi Aytaç Göçecek  42 Kİİ
06.05.99 CMCModa Tekstil Adnan O. Ulaşan   114 Kİ
07.05.99 Ere Enerji Telekomünikasyon Ali R. Yurdakul 133 Kİ
07.05.99 Edessa Tekstil Sanayi Can Fenerci  199 Kİ
07.05.99 Huzur Kargo A.Ş. Süleyman S. Islak  102 Kİİ
11.05.99 Fevziye Mektepleri Vakfı Makbule K. İnanlı 88 KMİ
12.05.99 Emlak Pazarlama Proje Hüseyin Kuytak  82 İİ
12.05.99 Sürat A.Ş. Muhammed Göğüş  48 KMİ
13.05.99 Batı Tekstil Konfeksiyon Ahmet Doğan  40 Kİİ
13.05.99 Isıkon Isı ve Kontrol TülayYanardağ  62 İ
13.05.99 Basaş Ambalaj Hatice Yenigün   67 Kİİ
13.05.99 Yalçın Tekstil Esat Güngör    91 Kİİ
13.05.99 Özel Profil Sanayi Gürbüz Doğu   84 Mİİ
13.05.99 Erse Tekstil Cemil İşiaktır   96 Kİİ
13.05.99 Hitap Tekstil Sanayi Cihangir Dilmaç  92 Kİ
13.05.99 Bilgi İnşaat Taahhüt Hulusi Orhangazili  179 İİ
20.05.99 Tepum Temel Bilgiler Fikret Şengül  98 KMİ
20.05.99 Beykent Özel Eğitim Yusuf Türkmen  157 Kİİ
20.05.99 Mete İnşaat Yusuf Türkmen   28 Kİİ
20.05.99 Ahşap Ürün Sanayi Aygül Budak  78 Kİİ
21.05.99 Sema Eğitim Öğretim Nilgün Elmalı  119 Kİ

* K:Kamu, İ:İşyeri, M:Muayenehane, Ö:Özel, E:Emekli

 


DÜNYA FORUMU
Dirençli tüberküloz:Zenginlerin de korkusu
Heymann JS ve ark.*
Çeviri:Dr. Ali Serdar FAK

Yeni bir hastalık düşünün; damlacık infeksiyonu ile yayılsın, insanlar tarafından bir ülkeden diğerine kolayca taşınsın, hastalık hem sağlıklı kişileri hem de bağışıklık sistemi hasta olanları etkilesin. Aktif hastalık geliştiren her bir kişiye karşılık, bu hastalık 15-20 kadar kişi tarafından sessizce taşınsın. İlaçlarla kolayca tedavi edilebilsin ama gelişmekte olan ülkeler için bu ilaçlar çok pahalı olsun. Tedavi edilmezse dünya üzerinde on milyonlarca kişiyi etkilesin ve bu kişilerin yarısında da olümle sonuçlansın...
Tüm bu özelliklere uyan gerçek bir hastalık şu an için var; multidrug resistant tüberküloz (MDRTB). Ancak hâlâ bir çok sağlık kurum ve kuruluşu bu hastalıkla mücadelede çok yetersiz ve vurdumduymaz davranmakta. Neden, büyük olasılıkla tehlikenin boyutlarının yeterince bilinmemesi. Dünya genelinde eski ve yeni tüm tüberküloz olgularının %4.3�ünün MDRTB olduğu düşünülüyor. Estonya ve Litvanya�da bu oranlar sırasıyla %10.2 ve %14.4 dolayında. Litvanya�da daha önce tedavi görmüş hastalar da dahil edilirse dirençli olguların oranının yaklaşık %50�ye ulaşacağı sanılıyor. MDRTBoranı Dominik Cumhuriyeti�nde %19.7, Peru�da %15.7, ABD�de ise %7.1 civarında.
Bugün için MDRTB ile mücadelede dünya genelinde henüz bir eşgüdüm bulunmamakta. Hastalığın başlangıçta daha etkin tedavi edilmesiyle yeni MDRTB olgularının önüne geçilebileceği teorik olarak kabul edilmekle birlikte, varolan dirençli olgular için bu tedavi programlarının yapabileceği pek bir şey yok. MDRTB tedavisinde esas engel, tedavinin görece çok pahalı olması. MDRTB�nin tedavisi daha fazla uzmanlık isteyen, çoğu zaman multidisipliner çalışma gerektiren bir iş ve sıradan tüberküloz olgularının tedavisinden çok daha pahalıya çıkmakta. Gelişmekte olan bir ülke için MDRTB�nin tedavisi hasta başına 800-10.000 dolar arasında. DSÖ�ne göre MDRTB�ancak gücü olanın savaşabileceği, neredeyse lüks bir hastalık�. İşin kötü tarafı MDRTB olguları kaynakları sınırlı ülkelerde artış göstermekte. Gücü olan ülkelerde zaten sıklığı düşük ya da azalmakta.
ABD�nin, Batı Avrupa ülkelerinin ve diğer gelişmiş ülkelerin MDRTB ile mücadeleye girmelerinde insani nedenlere ek başka gerekçeleri de var. MDRTB�yi tedavi etmek pahalı, ancak tedavide başarısız kalmanın faturası daha ağır. Tüberküloz insidansının düşük olduğu ülkelerde hastalığın kontrolü bir ölçüde, hastalığın insidansının yüksek olduğu ülkelerdeki kontrolüne bağlı. Çünkü tüberküloz sınır tanımıyor.
ABD�de, bu ülkeye diğer ülkelerden göç etmiş kişilerde saptanan tüberküloz sıklığı 1986�dan bu yana istikrarlı bir şekilde artmış ve 1996 yılında tüm olguların %36�sına ulaşmıştır. Kanada ve Avustralya gibi tüberküloz sıklığının düşük olduğu ülkelerde de tüberküloz olgularına esas olarak göçmenlerde rastlanmaka. Sınırları kapatmaksa, mümkün değil. Her yıl sadece hava yoluyla 500 milyon insanın uluslararası sınırları aştığı tahmin edilmekte. Eğer MDRTB ile mücadele kaybedilirse, bunun gelecekteki faturası çok ağır olacak. Özellikle gelişmekte olan ülkeler için MDRTB�li her hasta için gerekecek onbinlerce doları karşılamak kolay değil. Şimdiden önlem almanın çarpıcı bir bir örneği var. 1980�lerin ortasında �Hastalıkları Kontrol ve Korunma Merkezi�(CDC) başkanı kongreye bir rapor sunarak ABD�de tüberkülozu elimine etmek için 36 milyar dolara gereksinim olduğunu bildirmiş ve destek talebinde bulunmuştu. O zamanlar tüberküloz tehlikesi ciddiye alınmadı ve talebi reddedildi. Oysa sadece 1991 yılında tüberküloz için yapılan tıbbi harcamaların tutarı 700 milyon doları geçti! 1992 ve 1995 yılları arasında sadece New York şehrinde hastalığın sıklığının artışını durdurmak için 1 milyar dolar harcandı!
Epidemiyolojinin ilkeleri ve tarihi aynı şeyi işaret etmekte. Tüberkülozu kontrol altına almak ve yok etmeyi hedeflemek için gereken ne?Aktif hastalığı olan herkese etkin tedavinin sağlanması zorunlu. DSÖ, CDC ve diğer kuruluşlar da tüberkülozun eliminasyonu için aktif hastalığı olanların etkin bir şekilde tedavi edilmeleri gerektiğinde birleşiyorlar. Tüberkülozu önlemek için elimizde etkili ilaçlar bulunsa da, bu konuda başarı tam değil. BCG aşısı önemli bir korunma sağlıyor ancak onun da etkisi %100 değil. Ayrıca MDRTB olgularını kontrol etmek, bu hastaları iyi şekilde tedavi etmekle mümkün. MDRTB olgularının kültür ve ilaç duyarlılık testlerinin sonuçlarına göre tedavilerinin belirlenmesi ve tedavinin hekim ve diğer sağlık çalışanlarınca yakından izlenmesi gerekli. MDRTB�u yetersiz tedavi etmekle, hastalığın getirdiği yükten başka, hastalığın diğer insanlara yayılmasının ve sonraki kuşaklara geçmesinin yükü de karşımızda duruyor.
DSÖ, ilaç duyarlılığı için dünya genelinde hizmet veren referans laboratuvarlar kurmuş durumda. Bu laboratuvarlara örnek göndermek ve sonuçları makul bir zamanda almak olası. Ayrıca MDRTB olgularında danışmanlık yapacak ve gerektiğinde hizmet verecek merkezler mevcut. Zor olanı, MDRTB olgularının tümüne ulaşabilmek, bu olguların tedavilerini sağlayacak programları yaşama geçirmek, bu programlar için kaynak bulmak. Kolayca yayılan ve dünya genelinde mortalite ve morbiditeye neden olan bir hastalığı, ancak dünya genelinde bir mücadeleyle ortadan kaldırmak mümkün.
Kaynakları kısıtlı olan ülkelerin kendi sınırları içindeki hastalıkla bile mücadele etmeleri zor. DSÖ ve başka gönüllü kuruluşlar, gereken bilgi birikimini sağlayacak güçteler. Ancak gelişmiş ülkelerin bu konuda daha fazla kaynak yaratmaları, faturanın daha çoğunu karşılamaya çalışmaları gerekli. Bu kaynaklar hem gereksinimi olan ülkelere destek olacak, hem de dünya genelindeki organizasyonun giderlerini karşılayacak şekilde kullanılmalı.
MDRTB için gerekli uzmanlık ve bilgi birikimine sahibiz. Tüm tüberküloz olgularını ve tüm MDRTB hastalarını tedavi etmek zorundayız, aksini göze alamayız.

* Heymann JS, Brewer TF, Wilson ME, Fineberg HV, The need for global action against multi-drug resistant tuberculosis. JAMA 1999, 281:2138-2140.


Bu HABERİ Paylaş!