Hekim Forumu/ Ocak - Şubat 1999


  • Haziran 13, 2011
  • 7795

YÖNETİM KURULU�NDAN
Hekimler için doğru adres: www.istabip.org.tr
Yetmiş yıl önce Üçüncü Mıntıka Etibba Odası kurulmuştu. Bugün İstanbul Tabip Odası, internet şubesini açtı. Olayı teknoloji budalalığı, boş bir hayranlık ve övünme duygusu içinde değerlendirmiyoruz.
Teknoloji bir araç. Önemli olan, insanın teknolojiyi doğru hedefler ve insanlık yararına kullanması. Bilgisayar günlük yaşamımıza daha çok giriyor. İstanbullu hekimlerin büyük bir kısmının elinin altında bilgisayar var.
Bu durum, katılımcı demokrasi yaklaşımı açısından büyük bir olanak. Kamuoyu yoklamalarını bir saat içinde yapabilirsiniz. Karar vermekte zorlandığınız bir konuda kısa sürede binlerce hekimin görüşünü alabilirsiniz.
İlk kez 98 Genel Kurulu�ndaki seçimlerde bilgisayardan yararlanmıştık. Seçim ortamına kurulan bilgisayarlarla oy kullanmaya gelen üyeler hem sandıklarını kolayca buldular, hem de aidatlarını ödeyip üyelik bilgilerini düzelttiler. Bu önerinin o dönemki Yönetim Kurulu�nda benimsenmemesi üzerine Genel Kurul kararı almaya zorunlu kalındığını da hatırlatmak gerek.
98 seçimlerinde seçime katılan grupların programları ve adayları internette yayınlandı.
İnternet Çalışma Grubumuz, Temmuz ayında kuruldu. Ekim�de Ankara Tabip Odası İnternet Servisi�nden alınan bir sayfa, internet ağımız için adres olarak kullanılmaya başlandı. Dr. Nihal Dizdar�ın çatısını ördüğü, Dr. Rıfat Yücel�in içini doldurup güncelleştirdiği sayfamız, Kasım ayından itibaren hekimler tarafından farkedildi!
Yönetim Kurulu kararları ve Oda�nın başlıca etkinlikleri düzenli olarak internette yayınlanmaya başlandı. Bazı arkadaşlarımızın Bu kararı da yayınlamanın ne alemi var? dedikleri oldu, ama Yönetim Kurulumuz, çalışmalarını herkesin bilgisi, eleştirisi ve beğenisine açmayı gerekli gördü.
Arkadaşlarımız, Web sayfamızı hekimlerin günlük yaşamlarında gerek duydukları bilgilere ulaşabilecekleri bir yayın haline getirmeye çalışıyorlar. Mesleki bağlantılar ve medline bölümünü Dr. Tarık Gürtunca, Sağlık Mevzuatı bölümünü Zonguldak Tabip Odası üyesi Dr. Serhad Kangöz hazırladı.
Kasım 98�de yapılan İnternet Konferansı�nın sağlık bölümünü Odamız adına Dr. Nihal Dizdar düzenledi. Burada açılan İstanbul Tabip Odası standı ilgi gördü. Dr. Arif Çelebi�nin dilimize kazandırdığı �internet bağımlılığı testi�uygulandı.
Önemli bir hedefimiz, internete ulaşım konusunda hekimler arasında eşitsizliği azaltmaktır. Bunun bir maddi olanak ve eğitim sorunu olduğu ortada. Bu amaçla Dr. Turgut Adatepe�nin katılımıyla üyelere bedelsiz veya düşük ücretle internet erişimi sağlanması için girişimler yapılmaktadır. Odamızın birinci katında bir internet bürosu açılması gündemde. Burada üyelerimiz ve tıp öğrencileri ücretsiz olarak internet kullanabilecek, internet eğitimi ve kurslar yapılacak. İnternet sayfamızı tanıtan size taşındık başlıklı afişin dağıtımına Ocak ayında başladık.
***
SAYFAMIZDA NELER VAR?
� Temsilciler Kurulu çalışmaları � Yönetim Kurulu çalışmaları, görüşleri, kararları, duyuruları � Güncel haberler, duyurular � Bilimsel gündem, konferans � sempozyum - kongre duyuruları � Yayınlarımız � Basın açıklamaları � Basında Tabip Odamız � Üyelik işlemleri � 14 Mart Sağlık Haftası ve 70. Yıl etkinlikleri � Uzmanlık eğitimi ile ilgili çalışmalar � Uzmanlık dernekleri rehberi � Komisyon çalışmaları � İşyeri Hekimliği Bürosu çalışmaları � Odamızı tanıyalım... � Ücretsiz Medline � Tıbbi linkler � Türkiye sağlık siteleri � Sağlık mevzuatı � Türkiye Gazeteciler Cemiyeti �Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi� � Hukuk danışmanlığı servisi � Hasta hakları � Anketler (Hekim Sağlığı Anketi, İnternet Bağımlılığı Anketi, ...) � Projeler � İstanbul Tabip Odası�nın radyo programı �Hekim Gözüyle� � Genç Tıbbiyelilere Destek Bursu � Lokalimiz �Reçete� � İstanbul Tabip Odası Spor Kulubü�nden duyurular.
İstanbul Tabip Odası gibi internet sayfamızın da hekimler için doğru adres olduğunu bir kez daha hatırlatıyoruz. Dostlukla.
***
AİDAT...
...ödemeyenlere uyarı: Yönetim Kurulu, birikmiş aidatlarını ödemeyenlere ikinci bir uyarıda bulunmayı kararlaştırdı. Daha önce uygulanması kararlaştırılan icra yoluna gidilmesi 70. yıl kutlamaları dolayısıyla 14 Mart Sağlık Haftası sonuna kadar ertelendi. Bu durumda herhangi bir nedenle geçmiş yıllara ait aidat borçlarınız varsa 20 mart gününü beklemeden şu yollardan birini kullanarak ödemenizi önemle hatırlatıyoruz: Banka hesap numaraları:
İş Bankası, Cağaloğlu Şb:1095 30440 418779
Pamukbank, Mahmutpaşa Şb:1221 8002
Yapı Kredi Bankası, Kocamustafapaşa Şb: 1002277-2
Garanti Bankası, Nuruosmaniye Şb: 6200147-4
Posta Çeki Hesap No: 666 811
1999 aidatları: Sadece kamuda çalışanlar: 6.000.000 TL.
Özelde çalışanlar: 18.000.000 TL.
(Ödemelerinizi, kredi kart bilgilerini telefon - faksla Üyelik İşleri Bürosu�na bildirerek de yapabilirsiniz.)
*
...borcu olana Nisan�dan sonra Hekim Forumu yok: Yönetim Kurulu, aidatlarını zamanında ödeyenler ile ihmal edenler arasında bir haksızlığa yol açtığı için yeni bir uygulama başlatmayı kararlaştırdı. Buna göre yılın ilk üç ayı içinde aidatını ödemeyenlere Nisan ayından sonra Hekim Forumu gönderilmeyecek. Üyeler mayıs ve sonrasındaki sayıları ancak aidatlarını yatırdıktan sonra edinebilecekler. Bu kararda Hekim Forumu�nun artan posta maliyetlerinin sadece aidatını ödeyen üyeler tarafından karşılanması gerçeği de etkili oldu.
*
... borçlarına aylık %10 gecikme faizi: Yönetim Kurulu enflasyon oranını dikkate alarak ödenmeyen aidatlarla ilgili olarak her ay % 10 gecikme zammı yapılmasını kararlaştırdı. Artışlar basit faiz olarak birikmiş aidatlara yansıtılacak.
*
...ödemelerinde internet: Mevcut seçenekler yanında İnternet yoluyla da aidat ödenebilmesi için görüşmeler karar aşamasında. Bankalarla yapılan görüşmelerde anlaşma sağlanırsa üyeler internet aracılığıyla aidatlarını gönderebilecekler.
***
Adresinizin bildirilmesine karşı mısınız?
Odamıza üye hekimlerin adres bilgileri konusunda giderek yoğunlaşan talepler karşısında, Yönetim Kurulumuz üyelerimizin olurunu almadan bilgi vermenin sakıncalı olabileceğini düşünmüştür. Bu nedenle, adres bilgilerinin açıklanmasını istemeyen üyelerimizin Odamızı aramalarını önemle rica ederiz.



TEMSİLCİLER KURULU�NDAN
Temsilciler Kurulu�nun Ocak ayı Konuğu Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nail Güreli:
Basında yozlaşmaya karşı etik kurallar
İstanbul Tabip Odası Temsilciler Kurulu�nun Ocak ayı toplantısında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nail Güreli bir konferans verdi. Güreli konuşmasında basındaki etik sorunların nedenlerini anlattı. Konuşmasının sonunda da buna karşı geliştirdikleri Gazetecilerin Hak ve Sorumlulukları Bildirgesi'ni tanıttı.
Güreli, etik sorunların son yıllarda artışını şu sözlerle açıkladı:
1980�lerin başında yapısal değişim yaşandı. Büyük sermaye basına girerek diğer sektörlerde güç kazanmayı hedefledi. Siyasal iktidarlar da basında krediler vb. yoluyla yandaşlar aradı, içli dışlı oldular. Ekonomik çark büyüdü, büyük kredilerle kurulan büyük binalara yerleştiler. Büyüyen çarkı döndürmek için ikinci, üçüncü gazeteler çıkarıldı.
Seçim dönemlerinde bu gazeteler parti yayın organları haline geldiler. Gazetecinin, haber odakları (siyasetçiler, sermayedarlar) ile mesafeli duruşu kayboldu.
Anayasayı delerek TV kanallarının yayına girmesi, kontrolsüz-sorumsuz bir yayıncılığa neden oldu. Buna tepki olarak RTÜK çıktı. Gazeteciliğe güven sarsıldı. Okur sayısı azaldı. Promosyona başvuruldu. Meslek ahlakı bozuldu.
TGC Başkanı son bildirgenin öyküsünü de şöyle anlattı: Tüzük değişikliği yaparak gelmiş geçmiş yönetim organlarında yer alan kişilerden oluşan bir Basın Senatosu kurduk. 9 kişilik Meslek İlkeleri İzleme Komitesi oluşturuldu. Yönetim Kurulu�na da Basın Senatosu�na 7 kişi atama yetkisi verildi. Diğer ülke süreçleri incelendi. Hazırlanan taslak, Basın Senatosu�nda görüşüldü. Eleştiri ve görüşler dikkate alınarak yeni bir metin oluşturuldu.
Geniş bir toplantıda bu metin ele alındı. Hukukçular, sivil toplum örgütü temsilcileri davet edildi. Son şeklini Yönetim Kurulu verdi. 1998 Aralık ayında kamuoyuna açıkladık. Kabulünde de katılımcı bir yaklaşımla bireysel imzaya açtık.
Temel Hak ve Özgürlüklerin gazetecileri ilgilendiren bölümleri dikkate alınarak hazırlandı. Hakların yanında sorumluluklar ve gazetecilerin davranış biçimleri tarif edildi. Gazeteciliğin tanımı yapıldı. İlk uygulamasında son telefon dinleme olayında kaynak olarak kullandık.
Nail Güreli daha sonra dinleyicilerin sorularını yanıtladı. Yanıtlardan kısa notlar şunlar:
Her konuda yazan bu kadar çok köşe yazarı bize mahsus.
Basından yararlanmalı, basını kullanmamalı.
Hekimin gazeteciye, gazetecinin hekime güven vermesi gerekir. Sorunlar, çoğunlukla karşılıklı güvensizlik ve iletişimsizlikten kaynaklanıyor.
Konferans temsilciler yanında geniş bir hekim topluluğu tarafından ilgiyle izlendi.
Ocak ayı Temsilciler Kurulu�nda Yönetim Kurulu çalışmaları değerlendirildi. Genel Sekreter Dr. Yıldız hekimlik uygulamalarının denetimi ile ilgili çalışmalar hakkında bilgi verdi.



HEKİM FORUMU�NDAN
1999: Belki 20. asır için eskimiş bir yıl, oysa bizim için yeni bir başlangıç. Hekim Forumu, yılın elinizdeki ilk sayısında bir dizi yenilikle karşınıza çıkıyor. Bunların başında artık kendimizi iki ayda bir çıkan bir dergi olarak tanımlamaya karar vermemiz geliyor. Önceki yıllarda aylık, ama çeşitli nedenlerle her ay çıkamayan bir dergi olan Hekim Forumu artık iki ayda bir çıkacak, ama belli bir periyodu da tutturacak. Çıkış aralığını iki ayda bire düşürürken sayfa sayımızı da arttırıyoruz. Artık Hekim Forumu 40 sayfa. Bu bize bir yandan dergiye yeni sayfalar ekleme olanağı sağlarken, bir yandan da sizden gelen yazıları değerlendirme şansımızı artıracak.
Yeni sayfalarımıza gelince: Forum sayfalarımız düşüncelerin, görüşlerin tartışıldığı bir alan olarak elbette sürüyor. Ama artık yeni forum alanlarımız da var. Forum Dosyası sayfalarında bundan böyle belirleyeceğimiz bir konuyu birkaç sayı boyunca irdeleyecek çeşitli yazılara yer vereceğiz. Bu sayfalar bir konuda farklı düşüncelerin üretilmesini, hatta belki belli alanlarda söylenemeyenlerin söylenmesini özendirmeyi amaçlayacak ve elbette ilgili konularda tartışmaya katılmak isteyen herkese açık olacak.
İlk konu olarak ayın karanlık yüzünü seçtik. Tartışmayı bu sayımızda açıyoruz. Dünya Forumu ise her sayımızda bir çeviri yazıya yer vereceğimiz, dünyada tıp alanında yapılan tartışmalara, hekimlerin görüş ve izlenimlerine ayıracağımız bir bölüm olacak.
Tıpta yaşanan ve hekimlerin genelini yakından ilgilendiren son gelişmeleri özetleyen Fenestra, dünyaya açılan penceremiz olarak ve genişleyerek sürüyor. Üniversite ve uzmanlık kurullarının önümüzdeki aylarda düzenleyecekleri konferans, seminer gibi toplantıları da bundan böyle düzenli olarak ve erişebildiğimiz ölçüde duyurmaya fenestra içinde devam edeceğiz. Siz de kendi bölümlerinizdeki bilimsel etkinlikleri haber verir misiniz?
Söyleşi sayfamızda her ay gündemdeki bir isimle enine boyuna söyleşmeyi, tartışmayı amaçlıyoruz. Bu sayıdaki konuğumuz, son kitabı geçtiğimiz aylarda yayınlanan Dr. Tolga Ersoy.
Emboli, Hekim Forumu�ndan tanıdığınız çizerimiz Halis Dokgöz�ün hazırladığı bir gülümseme arası. Tozlu Sayfalar ise yıllar öncesinden çıkıp geldi ve Hekim Forumu�na konuk oldu. Bu konukluğun uzun süre devam edeceğini umuyoruz. Çünkü Tozlu Sayfalar çok da uzak olmayan ama unuttuğumuz bir geçmişin tıp sayfalarında yapılan tartışmaları; kitaplarda, broşürlerde, tıp dergilerinde yayınlanan yazıları bugüne taşıyor. Bir gün biz de tozlu sayfalara konuk olur muyuz, kimbilir?
Dosyalarımız her zamanki gibi devam ediyor. Bu sayımızda hepimizin bir köşesinden bulaşmaya başladığı internet ummanına küçük bir giriş yapıyoruz. Gündemdeki konular, eski tartışmaların yankıları, haberler, her sayıda neye dönüşeceğini bizim de bilmediğimiz Tıpik yazılar, bir yıl süren yıllık izninden dönen Müzik, Kitap ve Diğerleri, kültür sanat yazıları ve sizden gelen mektuplar da yerlerini koruyorlar. Yönetim Kurulu yazılarının yanısıra bundan böyle Temsilciler Kurulu yazıları da sayfalarımızda yer almaya başlıyor.
Hekim Forumu bir meslek odası bülteninden çok ötede, hekimler tarafından yayınlanan, hekimlerin forum alanı olan ve hekimlerin gündemini yansıtırken bir yandan da tartışma alanları açmaya çalışan aktüel bir dergi olma çabasını sürdürüyor. Okumanız, tartışmalara katılmanız, eleştirileriniz ve önerilerinizle katkıda bulunmanız, kısaca kendi derginiz olarak sahip çıkmanızı ummayı sürdürüyoruz. 1999, hepimize umut getirsin!

DOSYA
NEDİR YAV ŞU İNTERNET?
Dr. Mustafa SÜTLAŞ
Günümüzde güneşin altında neredeyse globalleşmeyen hiçbir şey kalmadı. Herşey küçük bir kasabada, günün ilk ışıklarına eşlik eden fısıltıların içerdikleri gibi, bir anda kasabanın tüm insanları tarafından duyulur, bilinir oldu. Daha doğrusu, adına eskiden dünya denilen bu küçük kasabanın insanları bunun böyle olduğunu sanıyorlar. Kasabadaki o fısıltıların kaynağı belli değil. Kimin, nasıl yaydığı da. Sanki herkes birer tanrı elçisi ve o fısıltılar da ilahi vahiyler. Eğer herkes delirmediyse, o zaman herkesin ermiş olduğunu kabul etmekten başka çare yok.
Ama gerçek böyle mi? Hayır değil. Bu sanrının nedeni kul yapısı bir sistem. Adına internet deniyor. Ama durum tam da yukarıda anlattığımız gibi. Yani varla yok arası bir şey şu internet.
İnternet, paylaşılan ve çoğalan birşey. Ancak çoğalması, paylaşılmasından değil. Tam tersine insanların, içinde yaşadığımız düzenin dayatmasıyla yalnızlaşmasından kaynaklanıyor. Bireyler toplum olma niteliğinden uzaklaştıkça çoğalıyorlar. Doğal olarak internet de çoğalıyor, genişliyor. Aynı başkalarının alınterinden kaynaklanan artı değeri yuttukça büyüyen, genişleyen sermaye gibi. Bir yanda insanın ve değerlerin yokoluşu, bir yanda ise genişleyen-heryeri istila eden, insanın tüm değerlerini yutan bir dev sistem. Geleceğimize yavaş yavaş şekil veren bir modern çağ frankeştayn�ı gibi.
Dünyayı o küçük kasaba düzeyine indirecek kadar gerçekdışı. Yani sanal. Bir o kadar da vazgeçilmez. Yani sanal. Bir o kadar da kuşkuyla karşılanması gereken. Yani sanal.
Herşey herkesin malumu. Ama herkes ve o herkesin yaptığı herşey, özellikle birilerinin daha çok malumu. Hangi siteyi ziyaret ettiğinizden, herhangi bir konuda tercihlerinize kadar herşey bir yerlere kaydediliyor ve bir tür bilgiye dönüşüyor. Üstelik bu bilgi para ediyor. Yani çok değerli. Ancak bu paranın kazananları, başkaları. Onun kullanıcıları ise o paranın harcayanları. Ancak sanal olmayan bir şey var ki; onlar hem varlıklarıyla, hem de gelecekleriyle asıl harcananlar oldukları.
Kuşkusuz tüm bunlar birer görüş. Başka türlü düşünenler de var.
Nedir yav şu internet? diyenlerin bizim aramızda da sayıca artması nedeniyle bu ayki dosyamızı bu konuya ayırdık. Pek çok yararları ve zararlarını ortaya koymaya çalışacağız.
Tepkileriniz, bunu başarıp başaramayacağımızı ortaya koyacak. Oda�nın ve derginin internet sitesine girip bu tepkilerinizi sanal kılabilirsiniz. Biz daha somut olanları, yani yazılı ve telefon aracılığıyla yani sesli olanları yeğliyor olsak bile!

İNTERNET DEDİKLERİ
Dr. Nihal DİZDAR
İnternetin bir amaç değil, tüm bilgi kullanım alanlarında bilginin üretilmesinden paylaşılmasına, test edilmesinden yeniden üretilmesine ve bilginin kullanılabilirliğinin artmasına yarayan bir araç olduğu unutulmamalı...
Sıkça duyduğumuz ama hakkında çok da şey bilmediğimiz bir moda kavram. Kartvizitlerde, şirket reklamlarında, web sayfası ve e-mail adresi, telefon numarası kadar doğal bir eleman oldu. İnsanlar internete sormadan bir konuda fikir beyan edemez hale geldi. Sörf yapmak, e-mailleşmek, chatleşmek gibi kavramlar Türkçe�leşme fırsatı bulamadan hayatımızın bir parçası haline geldi.
Halen dünyada 200 milyon internet kullanıcısının olduğu varsayılıyor. ABD�de her 2 kişiden birinin internet kullandığı biliniyor.
Biz ise belki matbaa ile çok geç tanıştık. Elektriğin ülkeye girmesi için yıllar geçti. Tüm bu gavur icatları, diğer gelişmesi asla mümkün olmayan ülkelere olduğu gibi bize de oldukça sıkıntılı süreçlerden geçerek ve gecikme ile gelebildi. Fakat internet belki de kendi doğası gereği, bu süreçleri hızla aşarak, çok da geç olmadan kullanabildiğimiz bir araç haline geldi. Ülkemizdeki internet kullanıcı sayısının 300 bin civarında olduğu tahmin edilmekte.
İnternetin ilk kullanıma açıldığı zamanlarda, bir mektup göndermek 2 gün alırken bugün klavyenizde yazdığınız karakter sizin ekranınızla aynı anda, kilometrelerce ötede bağlanmış olduğunuz bilgisayarın ekranında görülebiliyor.
Aslında internetin sağladığı olanakları anlatan bir yazı, bittiği anda bile eskimiş olacağı için buna hiç yeltenmiyorum. Geçen gün 1996 yılında basılmış bir internet tanıtım broşürünü okurken, bu konuda kalıcı ve geçerli bir yazı yazmanın imkansızlığına tamamen ikna oldum. Böyle bir yazı, internete bağlandığınızda kendiniz zaten hergün yeni bir kullanım alanını keşfedeceğinizden, çok da gerekli değil.
Şehir içi telefon ücretinden ucuza okyanus ötesi ülkelerden insanlarla telefon görüşmesi yapabildiğinizi öğreneceksiniz. Derken 4 kişi hepbirlikte konuşabildiğinizi, bir yandan konuşurken bir yandan da hastanızın tomografisinin scanner ile taranmış halini (elektronik veri haline getirilmiş dosya) radyolog arkadaşınızın bilgisayarına gönderebileceğinizi, öğreneceksiniz. Bu arada bir yandan web sayfası dolaşırken, bir yandan da son literatüre bir göz atabiliyor olacaksınız. Selüloz kopyalar daha postaya bile verilmemişken.
İnternet üzerinden alışveriş yapabilmek, oturacağınız yeri bile belirleyerek konser bileti alabilmek, hemen tüm bankacılık işlemlerinin internet üzerinden gerçekleştirebilmek, internet üzerinde radyo-televizyon yayınlarını, dergi ve günlük gazete servislerini takip edebilmek (ücretsiz)vb. gibi uygulamalar ile internet aynı zamanda günlük hayatımızın bir parçası haline geldi bile...
Bilgisayar destekli eğitim projelerinde �internet okullarına� yer verilmesi bugünlerde internetin en çok sözü edilen uygulamalarından.
İnternetin hayatımıza getirdiği ufukların çekiciliğine rağmen bugün hala pek çok sorunu halledilebilmiş değil.
Türkçe içerik internet alanında ülkemizdeki en önemli eksikliklerden birisi. Bunlardan 1 ya da 2 yıl öncesi ile karşılaştırılamayacak oranda çok Türkçe içerikli sayfa bulabilmemize karşın ülkemizdeki internet kullanıcılarının büyük çoğunluğu hala yurtdışındaki alanları ziyaret etmekte. İnternet dili olarak kabul edilen İngilizce�nin çok yaygın olarak bilinmediği ülkemiz için bu büyük bir engelleyici.
Sağlık alanına özel bakıldığında elektronik ortama aktarılmış sağlık verilerinin yeterince geliştirilememiş olması hem genel istetistiki veri toplama konusundaki yeteneksizliğimiz hem de elektronik ortamların günlük kullanım alanımıza kabulünde gösterdiğimiz cesaretsizlikle açıklanabilir.
Oysaki internet teknolojilerinin kullanımı mevcut bilgi ve verilerin tasniflenerek istiflenmesini sağlamakla kalmayıp yeni bilgi üretimini de kolaylaştırıcı ve özendirici bir araç olarak kullanılabilir. Özellikle bizim ülkemiz gibi yetişmiş insan gücünün büyük şehirlerde toplandığı ülkeler için sunduğu olanakların sınırı, hayal güçlerimizin sınırında.
Telemedicine, telepatoloji, teleradyoloji gibi sistemler sayesinde teknisyen düzeyinde eleman ve donanım sağladığımız bölgelerde, alanlarında en yetkin kişilerden hizmet götürmek mümkünolabilir. Her sağlık ocağımızda internete bağlanabilen bir bilgisayarımızın olması ile yıllardır toplayamadığımız sağlık istatistiklerine ulaşılabilir.
Tüm bu uygulamaların ve internetin gelişiminin yolu, internet kullanıcı sayımızın artmasından geçiyor. İnterneti kendi eğitim ve uygulama alanına sokabilecek yetişmiş insan gücüne ihtiyacımız var. İnternetle tanışan herkesin kendi alanı ile ilgili internet projelerini üreteceğine, kendi bilgi birikim düzeyleri ile birlikte ülke bilgi birikim düzeyinin de artmasına katkı sağlayacaklarına inanıyorum.
*Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Rady. Onk. Uz. / Email: ndizdar@ato.org.tr

minik SÖZLÜK
Modem: (Moderatör-Demoderatör): Analog verilerin digital bilgi, digital bilgilerin de analog bilgi haline dönüştürülmesini sağlayan cihaz. Bilgisayar içinde bir parça olarak olabileceği gibi, dışardan eklenen bir aygıt halinde de olabilir. Veri iletim hızları Kbps ile ölçülüp saniye başına aktarıldıkları kilobit cinsinden değerlendirilir. Şu anda ülkede satılan en hızlı yani 1 sn�de en çok veri aktarma kapasitesine sahip olan modemler 56.600 Kbps�lik modemlerdir. Ülkedeki data aktarım altyapı kapasitesi gözönüne alındığında 33.600 Kbps bir modem yeterli işi görecektir.
Browser: İnternet Kullanma Programı:Tarayıcı olarak Türkçe karşılıklandırılan internette gezen bilgilerin tüm bilgisayarlarda aynı şekilde görülmesini sağlayan arayüz programları. Cello, netscape navigator, internet explorer, vb...
İSS: İnternet servis sağlayıcısı.
Dialup: Evdeki telefondan internete bağlanma.
İnternet Adresi:
http://www.istabip.org.tr adresinin açılımına bakarsak...
http://Hiper Text Transfer Protokol başharflerindeki internet büyüsü (sabit bir formattır).
www. (world wide web) (genellikle sabittir).
istabip. Sizin veya kuruluşunuzun internet ismi.
org. Kuruluşun özelliklerini gösteren kısaltma.
tr Kuruluşun hangi ülkede olduğunu gösteren kısaltma.
Kurum tipi kısaltmaları:
com: İnternet adreslerindeki adresin ticari bir kuruluş olduğunu belirtir.
Edu: Adresin bir eğitim kuruluşuna ait olduğunu gösterir.
Gov: Devlete ait kuruluşlar adreslerinde bu uzantıyı bulundurur.
Mil: Askeri kuruluşlar.
net: Servis sunucuları (İnternet Servis Sağlayıcıları gibi).
ac: Akademik kuruluşlar (bazı ülkelerde edu yerine kullanılmaktadır).
int: Uluslararası organizasyonlar.
Arts: Sanat ve kültür ile ilgili siteler
firm: Ticari firmalar
info: Bilgi servisi sunan siteler
nom: Kişisel domainler için kullanılan adresler
rec: Eğlence siteleri
stor: Alışveriş merkezleri, ticari ürün satılan yerler
ftp: FTP (file transfer protocol)Dosya Arşiv Sitesi (ön ek).
www: World Wide Web (ön ek).
web: www ile ilgili servis siteleri
Ülke kısaltmaları:tr:Türkiye / jp:Japonya / uk:İngiltere / it:İtalya / ch:İsviçre ca:Kanada / ru: Rusya / id:Endonezya / nl:Hollanda / de:Almanya / fr:Fransa / il:İsrail no:Norveç / se:İsveç / fi:Finlandiya / gr:Yunanistan / hr:Hırvatistan / yu:Yugoslavya / br:Brezilya / bg:Bulgaristan.
e-mail adresi: İnternete bağlı olan kişiye gelip giden gönderilerin üzerine yazılı adres. Mektup yazma ve gönderme programları sayesinde yazılarak üzerine gideceği internet adresi yazılan mektup kullanıcı tarafından evdeki veya işyerindeki bilgisayarına çekilinceye kadar İSS�in ana bilgisayarında saklanır.
Derleyen: Dr. Nihal DİZDAR



SAĞLIK ve internet
Bugün bilginin çok hızlı olarak üretildiği ve kısa bir süre içerisinde geçerliliğini yitirdiği bir çağda yaşamaktayız. Bu nedenle, bilgi çağı; insanlar ve kuruluşlar arasında bilgi aktarımının hızlı ve etkin olarak yapılması gerekliliğini şart kılmaktadır. Bu ihtiyaçları karşılamaya yönelik çabalar sonucu 1980�li yıllarda iletişim ve bilgisayar ağları konusunda önemli gelişmeler olmuştur. İnternet de bu gelişmelerle birlikte ortaya çıkan ve günümüzde en yaygın kullanılan bilgisayar ağıdır.
İlk defa 1993 yılında internet ile tanışan Türk insanı, bu dev ağ içerisinde kendi bilgi ve kültürü ile yer almak için çalışmaktadır. Türkiye�nin bu ağa bağlanması ODTÜve TÜBİTAK�ın birlikte yürüttükleri bir proje sonucunda sağlanmıştır. Bir takım sıkıntılarla dahi olsa ülkemiz internet omurgası çalışmaları yapılmakta ve bilgi otoyolu üzerinde bilgi akışının çift yönlü olmasına çalışmaktadır.
Bilgisayar ağlarının ağı olan internet, bize dünyanın en büyük kütüphanesine ulaşım olanağı tanımıştır. Finansman sektöründen sağlığa, uluslararası tarihten sosyolojiye kadar pek çok bilgi kaynaklarına ulaşmanın yanında, dünyanın her yerindeki güncel bilgiye de ulaşabilmektedir. Bireyler daha önceleri evlerinden çıkarak belirli zaman ve emek harcayarak gerçekleştirdikleri bir takım işleri artık internete bağlı bilgisayarların başında halletmekteler ve halletmek istemektedirler.
Bu kişiler; bir takım sağlık soru veya sorunlarına da internet yolu ile cevap bulmak için arayış içerisindedir ve sağlık çalışanlarına bu yönde olan dileklerini iletmektedirler. Öncelikle sağlıklı bir hayat sürdürmeleri için gerekli olan bilgi veya herhangi bir hastalıkla karşılaştıklarında en iyi tedavi yöntemleri için internet, insanların bilgi başvuru kaynağı olma yolundadır. Herhangi bir konudaki en güvenilir araştırma bulgularını bulmak için başvurulan bir araç olan internet, aynı zamanda sağlık çalışanlarının da bilgi gereksinimine cevap vermeye çalışmaktadır. Bu kadar büyük bir kütüphanede bireylere yol gösterme amacıyla tasarlanmış çeşitli araçlar bulunmaktadır.

TARAMA MOTORLARI
Yahoo: http://www.yahoo.com, Alta Vista:http://altavista. digital.com, Arabul:http://www.arabul.com, Turk.Net:http://www.turk.net
Kavram yanında kelime taramasının yapılabildiği bu tarama motorları bilgi otoyoluna çıkışınızı kolaylaştırmayı hedeflemektedir. Ancak, neyi aradığınızı iyi olarak tanımlayabilmeniz gerekmektedir. Robot ziyaretleri arasında zaman farkı olabileceği unutulmamalı ve bir takım sitelerin taramalarınızda çıkmayabileceğini unutmamalı, bu nedenle iki tarama motoru kullanma alışkanlığını geliştirmeye gayret etmelisiniz. Sağlıkla ilgili taramalarda mümkün olduğu kadar özgün terimlerin kullanılmasına dikkat etmelisiniz. Bu taramalar sırasında bütün sayfaları okumaya gayret etmemeli ve tarayıcının �sakla� ve �sık kullanılanlar�özelliklerini kullanmalısınız.
Konunun uzmanı tarafından değerlendirilmiş sitelerin indekslendiği sayfalar da bulunmaktadır. Burada siteler konu başlıklarına göre değerlendirilmiş ve kalite veya kullanılabilirliğine göre de sınıflandırılmıştır.
Hardin Meta Directory of Internet Health Resources:
http://www.arcade.uiowa.edu/hardin-www/md.html
Yahoo Health Top Level Directory:
http://www.yahoo.com/health
Web üzerindeki hastaneler:
http://neuro-www.mgh.harvard.edu/hospitalweb.nclk
Aile Hekimliği ile ilişkili kaynaklar listesi:
http://views.vcu.edu/views/fap/volc-r.html

SİTELERE ÖRNEKLER
Shape Up America: http://www..shapeup.org/sua
The Internet Drug Index: http://www.rxlist.com
Istanbul Tabip Odası: http://www.istabip.org.tr
Haydarpaşa Numune Hastanesi: http://www.kilim.com.tr/numune
Bu veya internet üzerinde rastlayabileceğiniz diğer sitelerdeki bilginin değerlendirilmesinde dikkatli olmalı ve bilginin kaynağını araştırmalı, bilimsel kurallara uyumuna dikkat etmelisiniz. Sizi o siteye ulaştıran kaynak site bilinmeli ve ulaştığınız sayfanın internete yerleştiriliş tarihi açık olmalıdır. Ancak buradan edinilen bilgilerin her zaman hekiminiz veya meslektaşlarınız ile tartışılması önemlidir.

ELEKTRONİK POSTA
İnternet uygulamalarından biri olan elektronik posta (e-mail= e-posta)ile haberleşme telefondan daha etkili olmakla birlikte daha sık etkileşime girebilme şansı bulunmaktadır.
Pek çok bilgi bankasına ya da ağ servislerine elektronik postayla ulaşmak mümkündür. Aynı zamanda gelen mesajlar saklanabileceğinden geleceğe yönelik referans oluşturma özelliği de bulunmaktadır. Her ne kadar kişiye özelliği bir takım ile bozulsa da, alındığına dair geri dönüşüm bilgisi yaygın olarak iletilmese de, kimi zaman mesajlar ulaştırılamasa da elektronik posta sağlık sistemimizin yaşadığı belirli sorunlara çözüm yolunda önemli bir araç olacaktır.
* Haydarpaşa Numune Hast., Tıbbi Bilgi İşlem İnternet Merkezi



BAĞIMLI MISINIZ?
Amerikan Psikiyatri Birliği (American Psychiatric Assosiation) tarafından 1994�te yayınlanan ve DSM-IV kısaltmasıyla isimlendirilen, Mental Bozuklukların Tanımsal ve Sayısal Elkitabı�nda Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders) internet bağımlılığı bir hastalık olarak bulunmamaktadır. Buna karşılık son yıllarda giderek artan internet kullanımı ile bazı kişilerdeki internet kullanma alışkanlıklarının bir bağımlılıktan söz edilebilecek özellikler gösterdiği saptanmıştır. Bağımlılık klasik anlamda, madde bağımlılığı şeklinde alkol, esrar, kokain, marijuana, bazı ilaç ve başka maddelerle ilgili olarak kullanılmaktadır. Buna karşılık aşırı yemek yeme, kumar, seks, para harcama, aşırı fizik egzersiz... gibi davranışlar da patolojik bağımlılık konusu olabilmektedir. Bunlardan bazısı DSM-IV�de değişik başlıklar altında hastalık olarak geçmektedir. İnternet bağımlılığı ile ilgili olarak, yapılan gözlemler sonucu, oluşturulan tanı ölçütleri daha çok madde bağımlılığındakine benzer özellikler göstermektedir. Dr. Ben Blakley internet bağımlılığını, psikostimulan özellikleri nedeniyle (uykusuzluk, kısa süreli bellek bozukluğu, koordinasyon bozukluğu...), marijuana bağımlılığına benzetmektedir. Gerçekten de televizyonun uyutucu özelliğine karşın internetin uyarıcı, uykuyu kaçırıcı bir aktivite olduğunu bendeki etkisine dayanarak söyleyebilirim. İnternette, internet bağımlılığıyla ilgili çok sayıda bilgi veren ve bilgi toplayan merkez vardır. Bunlara en kolaylıkla sağlık sitelerinin �addiction� bölümlerinden girebilirsiniz.
İnternet bağımlılığına bir hastalık olarak tıp kitaplarına girip girmemesini ve tanı kriterleri üstüne çeşitli yayınlardaki farklı yaklaşımları bir kenara bırakıp yaklaşırsak, hiç değilse bazı kişilerde, aşırı ve günlük çalışmaları aksatıcı bir internet alışkanlığı olduğunu söyleyebiliriz.
Bir kişi işindeyken kendini işine veremiyor, internetle ilgili hayaller kuruyorsa, evine gelince ilk işi yakınlarıyla ilişki kurmak, zorunlu ev işlerini yapmak yerine bilgisayarı açmak oluyorsa; gerçek ilişkiler yerine sanal dünyayı tercih ediyor, gece geç saatlere kadar bilgisayar başında kalıyor, çevreden bu konuda eleştiriler alıyor, defalarca azaltmak, sınırlamak istediği halde bilgisayar-internete ilgisini artarak sürdürüyorsa; özetle aşırı internet ilgisinden dolayı işi, evi ve gerçek dünya ile olan ilişkileri aksıyorsa, o kişide internet bağımlılığından bahsedilebilir.
Dr. Arif ÇELEBİ /Nöropsikiyatr

YARATTIĞI SAĞLIK SORUNLARI
Dr. Arif ÇELEBİ
Bilgisayarın bürolarda yazma ve arşivleme işlerinde giderek daha çok kullanılması ve büronun temel aleti haline gelmesi büro elemanını bilgisayar başına bağlamıştır. Klasik yöntemle yapılan yapılan çalışmasında farklı aktivitelerde bulunan ve nispeten hareketli olan büro elemanı zamanını bilgisayar başında geçirmektedir. Mesleki zorunluluk nedeniyle bilgisayar kullanan kişilerin yanısıra birçok kişi de bilgisayar merak ve zevkinden dolayı uzun süreler bilgisayar başında kalmaktadır.
Birçok kişi nasıl oturduğunu çoktan unutmuş, gözleri ekrana kilitlenmiş, sırt öne eğilmiş, eller klavye ya da fare üstünde saatlerini bilgisayar başında geçirmekte; sonunda gözlerde yanma, boşun kaslarında ağrı ve sertleşme, elde uyuşukluk, genel yorgunluk gibi şikayetler ortaya çıkmaktadır. Bu aşırı bilgisayar kullanımı ve çalışma alışkanlıkları sonucu bazı bedensel bozukluklar ve sorunlar gelişir. Bu bozukluk ve sorunlardan belli başlıları aşağıda anlatılmıştır.
Tekrarlanan hareketle olanlar
Klavyeyi veya fareyi kullanırken yapılan küçük hareketlerin hastalığa yol açması şaşırtıcı gelebilir. Fakatçok sayıda tekrarlandığı ve aylar, yıllar boyu sürdürüldüğü için küçük el hareketleri sonucu, zamanla, özellikle el bileği hizasındaki yapılarda bozulmalar ortaya çıkar. En sık görüleni el bileği sendromu dur. El bileği sendromunda median sinir el bileği hizasında içinde geçtiği el bileği kanalında sıkışır, yapısı bozulur ve işlevini yapamaz. Median sinir, küçük parmak ve yüzük parmağının dış yarısı hariç, elin iç yüzünün duyarlılığı ve el ayası içindeki bazı kasların ve baş parmağı hareket ettiren bazı kasların çalışmasını sağlar. Median sinir görevini yapmayınca elde uyuşukluk ve ağrı, başparmak hareketlerinde ve el sıkma gücünde azalma ortaya çıkar, el becerisi bozulur, incelik gerektiren el işleri yapılamaz. Eldeki ağrı nedeniyle kişi geceleri uyanır, elini sallayarak ve silkeleyerek ağrıyı bir oranda azaltmaya çalışır. Olay bir kere geliştikten sonra tedavisi güç bazen de başarısız olduğundan hastalık hakkında önceden bilgili olup ortaya çıkışını önlemek en iyi yoldur.
Boyun kaslarında tutulma
Belli bir duruşta uzun süre kalmakla boyun kasları kasılır. Bu durum boyunda, bazen boyunla beraber başın arka kısımlarında ağrı sertlik ve uyuşukluğa yol açar. Çalışırken kişinin stresli olması, monitörün baş hizasından yukarıda olması, aynı baş duruşunu değiştirmeksiniz uzun süre sürdürmek boyun tutulmasını kolaylaştırır.
Gözlerde yorulma
Sabit bir noktaya sürekli bakmak gözleri yorar. Gözlerin değişik yönlere hareketi göz küresini hareket ettiren 6 değişik kasla sağlanır. Ayrıca gözler yakına ve uzağa baktığında, görüntünün retinaya odaklaşmasını sağlamak için, göz merceğini bombeleştirip yassılaştıran göz içindeki kaslar çalışır. Sabit bir noktaya sürekli bakmak gözleri yorar. Ayrıca ekrandaki görüntü ve ışık ayarının iyi yapılmamış olması, monitör ışığının titreşimli olması da gözyorgunluğunda etkili olur. Bunlara uykusuzluk da eklenebilir ve böylece uzun süre bilgisayar kullanan kişilerin gözlerinde yorgunluk hissi, kızarıklık ve yanma ortaya çıkar.
Uyku saatlerinin azalması
Bilgisayar tutkunları, birazdan kalkacağım diyerek gece geç vakte kadar otururlar... Oysa sabah kalkıp işe gideceklerdir. Televizyon uyutur; bilgisayar, özellikle internet kişilerin aktif katkısına ve ilgisine bağlı olduğundan uyanık tutar. Bilgisayar tutkunu gecenin geç saatlerine kadar bilgisayar başındadır. Uyku azlığı sonucu sürekli olarak kendini yorgun hisseder, çabuk sinirlenir, konsantrasyon gücü azalmıştır, iş verimi düşer.
Aile ilişkilerinde aksama
İnternet tutkunu, çocuğuna, arkadaşlarına, eşine vereceği zamanı sanal dünyaya verir. Ev işlerini ihmal eder. İşinde, okulda bilgisayarla ilgili hayaller kurar. Sanal dünyayı gerçek dünyadaki ilişkilere tercih eder. Bilgisayar tutkunluğu nedeniyle çevreden eleştiri ve uyarılar alır. İstediği halde bilgisayara olan ilgisini sonlandıramaz ve ayrı kalamaz. Bilgisayardan ayrı kaldığında sinirlilik, çöküntü, neşesizlik gibi durumlar ortaya çıkar.
Verim azlığı ve başarısızlık
İnternet tutkusu nedeniyle mektuplar açılmaz, gazeteler okunmaz, dergiler birikir, günlük küçük düzenlemeler yapılmaz, ev işleri ihmal edilir. Öğrenci vaktini ders çalışma yerine bilgisayar başında geçirir. Uykusuzluk, yorgunluk bunlara eklenir, İş ve okul başarısı düşer.
***
KORUNMA VE ÖNERİLER:
Çalışma araçlarınızın ergonomik ve iyi düzenlenmiş olması yeterli değildir. Çalışırken bedeninizi kullanma biçiminiz bozuksa; koltukta iki kat oturuyorsanız, kaslarınız gerilmişse yine kaçınılmaz olarak rahatsızlıklar ortaya çıkar. Kötü çalışma alışkanlıklarından kurtulmak, iyi alışkanlıkları edinmek amaç olmalıdır.
Kasılmalarından kurtulmak
Belirli bir hareket yaparken bazı kasların kasılması bazılarının gevşemesi gerekir. Hareketin uyum içinde olması için kasılan ve gevşeyen kaslar da belirli bir uyumla çalışmalıdır. Çoğu zaman ise bir hareketi yaparken hareketi sağlayan kaslar yanısıra, hareketle ilgili olmayan bir sürü kas da kasılabilir. Kişi yaptığı işte beceri kazandıkça onu daha kolay ve daha az enerji sarfıyla yapar hale gelir. Stres ve telaş gereksiz kas kasılmalarını arttırır. Bunlardan kurtulmak için beden zamanzaman algılanmalı gereksiz kasılmış kaslar gevşetilmelidir.
Duruşun düzeltilmesi
Duruşumuz edindiğimiz alışkanlıklar sonucu oluşur. Kötü beden duruşları kişiyi yorar ve giderek özellikle omurgalarda, kamburluk, eğrilik gibi bozukluklara yol açar. Beden duruşumuzu bir günde düzeltemeyiz. Uyarı ya da kendi kararımızla yerleşmiş duruş bozukluklarımızı düzeltsek bile bir süre sonra dikkatimiz başka yerlere çevrilince yine eski halimizi alırız. Bu konuda bilinçli ve kararlı olursak yıllar içinde kötü duruş alışkanlıklarımızı değiştirebiliriz. Daha iyisi ise önceden dikkatli olup bu tür zararlı beden duruşlarının gelişmesine izin vermemek ve sağlıklı beden duruşlarını alışkanlık haline getirmektir.
Doğru duruş için en önemlisi baş ile omurganın ilişkisidir. Baş gövdenin üstünde dik ve dengelenmiş şekilde durmalı her yöne rahatça hareket edebilmelidir. Bu duruşla gövdede yer çekimine karşı hareket eden kasları refleks mekanizmalarla harekete geçirir ve böylece gövde dik ve omurgalar fizyolojik konuma gelir, hareket sistemi uyumlu ve rahat çalışır.
Beden bilincinin geliştirilmesi
Bu durum yoga, meditasyon, solunum egzersizleri, spor... gibi çeşitli bedensel ve zihinsel çalışmalar ile sağlanabilir. Bunların yanısıra, uygulanılabilecek basit bir yöntem, günlük işlerimizi yaparken zaman zaman, birkaç saniye bedenimizi algılamak, bedenimizdengelen uyarıları değerlendirmek ve gerekli düzeltmeleri yapmaktır. Böylece kötü beden duruşları, gereksiz kas kasılmaları, zorlanan yorulan ağrıyar yerler fark edilip gerekli düzeltmeler yapılabilir.
Bedenin sesine kulak vererek ve beden bilincini geliştirerek doğal dengemizi bulabilir, minimum zorlamayla çalışabilir ve streslerle daha kolay başedebiliriz.
Birkaç söz ve çağrışımlar
Hep bir koşuşturma içindeyiz. Yapacağımız şeyler çok, zamanımız hep dar, bir yerden bir yere giderken acele etmek zorundayız, işimizi daha çabuk bitirmek zorundayız daha çok iş yapmak için. Hep gerginiz:Çevreden gelen baskılar var, yaşamdan gelen baskılar, aile, iş, geçim, sağlık sorunları... Yan gelip yatmaya, canımız isteyince çalışmaya izin yok... Bir tempoyu, bir ritmi tutturmak zorundayız. insanlarla ilişkilerimizde, özellikle son yıllarda, saldırganlık ve güvensizlik ağır basıyor:Herkes birbirini suçluyor, herkes bir başkasının kendisine haksızlık ettiğini düşünüyor, herkes karşısındakinin kötü niyetli olduğunu peşinen kabul etme eğiliminde...
***
Böyle bir ortamda ruhsal dengemizi nasıl koruyabilir, nasıl bu telaşın, bu gerginliğin bir parçası olmaktan kurtulabiliriz?
a)Gürültü, patırtı ortasında, kalabalıkta ya da başınız çalışırken zihninizi parazitlerden boşaltacak anlık yöntemler geliştirin. Belki bir söz, bir mısra, bir mantra, bir görüntü, bir anı size böyle bir yöntem geliştirmek için anahtar görevi görebilir. Birkaç saniye kendinizi dinleyin ve dinginleşin.
b)Uzun vadede kendinizi dinlendirecek, gevşetecek, zenginleştirecek yöntemler bulun:Dostluklar (ayağınıza çok basmayan), okuma, hobiler, dinlenme/tatil (kendisi stres yaratmayan), spor, müzik vb.
c)Aile ilişkilerini dinlenme, gevşeme, zenginlik veren bir ortama dönüştürmek için özen gösterin...
d)Mükemmel olmaktan vazgeçin, kaygıları, sorunları fazla yüklenmeyin, rahat olmayı öğrenin...
Bilgisayara gelince, bilgisayar kullanıcıları onu keyifli ve yararlı bir araç olarak kullanmalı, bilgisayarın esiri olmamalıdır. Doğru bilgisayarlar ayağımıza basmazlar, bize omuz atmazlar, bizi kandırmaz, bize ihanet etmezler, arada bir saçmalasalar da bunu bize kasıt olsun diye yapmazlar. Fakat herşeye rağmen, bütün zorluklara rağmen yine insanlarla beraber, insanlarla barışık yaşamak ve insanlarla doğrudan ilişkiler kurmak zorundayız. Bilgisayarlar insan ilişkilerinin yerini tutmazlar. Bilgisayar dünyası yaşam sorunlarından ve insanlardan kaçışın bir aracı olmamalıdır.
***
Zaman zaman bilgisayarınızı kapatın, gerçek dünyanın içine girin. Gökyüzündeki bulutlara bakın, yağmuru, rüzgarı, soğuğu, sıcağı yaşayın. Gece yıldızları seyredin ya da ayışığını. Sevgilinizle elele tutuşun, gezin. Dağlara, ormanlara gidin. Yakınlarınızla oturup konuşun; anneniz, babanızla, kardeşiniz ya da çocuklarınızla ya da bir dostunuzla. Eşinizle başbaşa bir yemek yiyin. Bir roman, hikaye de okuyabilirsiniz, hani şu hep okumayı isteyip de okuyamadıklarınızdan ya da eski şiirlerinizi karıştırın... Ya da eski anı defteriniz yok mu?Belki onlara bir göz atmak istersiniz, belki yeni birşeyler yazmak... Ya da sadece kendinize zaman ayırın. Kendinizle başbaşa kalabiliyor musunuz?Belki de en zoru bu. Yürüyün birbaşınıza... zihninizi kendi dalgalarına bırakın, geçmişi-geleceği düşünün... Kapatın bazen bilgisayarınızı, gerçek dünyayı yaşayın.

SAĞLIKTA BİLGİLENME:
YOKSUL DÜNYA GERÇEĞİ
B. LOWN, R. XAVIER, F. BUKACHI*
Düzenleyerek çeviren:Dr. Ali Serdar FAK
Gelişmekte olan ülkelerin sağlık alanındaki bilgilenme sorunlarıyla ilgili olarak öncelikle yeryüzü genelinde kötü sağlık koşullarının ana nedeninin yoksulluk olduğu gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor. Buhara�da (şimdiki Kazakistan) 9 yüzyıl önce yaşamış olan büyük İslam hekimi Al Asuli�nin yazmış olduğu tıbbi farmakopeside hastalıklar iki gruba ayrılmıştır; zenginlerin hastalıkları ve yoksulların hastalıkları. Aradan geçen bunca yüzyıl bu gerçeği değiştirmemiştir; yeni bir binyıla girmek üzereyken zenginlerle yoksullar arasındaki uçurum giderek artmaktadır. 1996 yılı itibariyle dünyanın en zengin 358 kişisi dünya nüfusunun %45�ini oluşturan ülkelerin (2.5 milyar insan)yıllık gelirlerinden daha fazla bir varlığa hükmetmektedir.

ZENGİNLER VE YOKSULLAR
Günümüzde bunca zenginliğe karşın yeryüzünde herhangi bir zamanda olduğundan daha fazla açlık ve yoksulluk vardır. Asya, Afrika, Güney Amerika ve Karayipler nüfusunun üçte biri üretken bir yaşam sürebilmek için gereken düzeyin çok altında beslenmektedir. Diğer yandan dünya nüfusunun %21�ini oluşturan gelişmiş ülkeler dünya üzerindeki toplam üretimin %85�ine; en yoksul kesimse %1.4�üne sahiptir ve yoksullara dünya ticaretinden sadece % 0.9 gibi bir pay düşmektedir. Birleşmiş Milletler raporuna göre 1960�dan 1990�a kişi başına gelir yoksul ülkelerde 4 kat artarken zengin ülkelerde 8 kat artmış; zenginlerin kişi başına düşen gelirleri yoksulların 60 katına ulaşmıştır. 1996 rakamlarına göre 174 ülkenin 89�u ekonomik açıdan 1960�lı yıllara oranla daha kötü durumdadır.
Bilim ve teknoloji, yoksulluğu yenmek için umutlar vaad etse de bu konuda iyimser olmak pek olası değil. 1970�li yıllarda bilim adamı sayısındaki artış oranı gelişmiş ülkelerde milyonda 632 iken bu oran gelişmekte olan ülkelerde 42 idi. Daha da çarpıcı olanı, tüm dünyada sağlık için harcanan 55 milyar ABDdolarının sadece %10�u yoksul ülkelerin gereksinimlerine yöneliktir ki bu ülkelerde potansiyel insan ömrünün %90�ı yitirilmektedir.

BİLİŞİM DEVRİMİ VE DEVRİMİN DİĞER YÜZÜ
Elektronik haberleşme ve bilginin elektronik yolla yayılmasının artık önemli bir zenginlik ve güç kaynağı haline geldiği bir bilişim devrimi yaşıyoruz. Toplum nezdindeyse enformasyon çağının internet ile somutlaştığı söylenebilir. İnternet demokrasi, eğitim ve kişisel başka kazanımlar açısından da yeni bir pencere gibi görünmektedir. Gerçekten de dünya tarihinde hiç bir zaman bilgiyi bu kadar çok kişiye bu kadar ucuz ve bu kadar kısa zamanda ulaştırmak mümkün olmamıştır.
Al Asuli�nin farmakopesisinde belirttiği zengin ve yoksul ayrımı sağlık alanında bilginin paylaşılmasında da kendini göstermektedir. Gelişmiş kuzey yarımküresi sağlık sunumuyla ilgili her türlü bilgiye doymuş durumdayken, dünya nüfusunun dörtte üçü insan zihnini besleyecek en temel araçlardan yoksun durumdadır. Afrika�daki 700 milyon insandan sadece 800 bini internet kullanmaktadır ve bunların da %80�i Güney Afrika�da yaşamaktadır. ABD�de ya da Avrupa�da her altı kişiden biri internet kullanırken bu oran Afrika�da (Güney Afrika dışarıda tutulursa)ancak 5000 kişide birdir.
Bilgiye ulaşamama ve bilgi yoksulluğu bir ülkenin sağlığının iyi olmasının önündeki en önemli engellerden biri sayılabilir. Yoksulluk kütüphanelerde kendini göstermektedir. ABD�deki bir tıp kütüphanesinde 3000 süreli yayın bulunurken Kenya�da Afrika�nın en büyük tıbbi literatür merkezi sayılan Nairobi Üniversitesi�nde bugün 20 süreli yayın bulunmaktadır; bu sayı 10 yıl önce 300 idi! 1960�lı yıllarda Kampala�da Albert Cook Top Merkezi�nde 2500 kitap ve dergi aboneliği varken bugün süreli yayın sayısı 40�ın altındadır. Birçok kütüphaneye son 10 yılda herhangi bir kitap alınabilmiş değildir, bir çok kütüphanenin bilgisayarı arşiv sistemi, hatta yazışma için pul ödenekleri bile bulunmamaktadır. Bu acı durumun nedeni, kurumların, daha da genelde ülkelerin ekonomik darboğazlarıdır.

İNTERNET GERÇEĞİ
Bilgi tabanı, referans kaynakları, on-line süreli yayınlar ve kütüphane tarama olanaklarıyla internet, gelişmekte olan ülkelerin bilgi açığına bir çare gibi görünmektedir. Örneğin internet çok pahalı olan süreli yayınlara daha ucuz bir şekilde ulaşma olanağı sağlayabilir. Günümüzde internet, Afrika kıtası dahil birçok gelişmekte olan ülkede hızla yaygınlaşmaktadır. 54 Afrika ülkesinden 42�sinin başkentinde internetten yararlanma olanağı bulunmaktadır. Ancak bu olanak ciddi engellerle karşı karşıyadır. İnternette doğru bilgiye ulaşmak bazen samanlıkta iğne aramaya benzemektedir. İnternet ortamı giderek daha fazla bir alışveriş moluna (süpermarkete)dönüştüğünden ticari bir mesajla gereken (yararlı)bir bilgiyi birbirinden ayırmak çok zor olmaktadır. Yine internet ortamı, dolayısıyla bilgiye ulaşma ticarileştikçe maliyet artmaktadır. Gerçekten de ABD�deki kişisel bilgisayarların en az üçte ikisinin yıllık geliri 40.000 dolar ve üzerinde olanlar tarafından satın alındığı tahmin edilmektedir. Bu eşitsizlik gelişmekte olan ülkelerde daha çarpıcıdır. Afrika�nın büyük şehirlerinde internet giderek daha yaygın hale gelmekteyse de bunun gerektirdiği masrafları karşılamak bir çok hekimin parasal gücünü aşmaktadır. Örneğin bir sağlık bakanlığına doğrudan internet hattı aylık 15.000-35.000 dolara malolmaktadır ve bu para tıp fakültelerinin, hastanelerin ve araştırma enstitülerinin haberleşmesi için ayırılan bütçeden çok daha fazladır. Afrika�nın enbüyük merkezlerinden biri olan Johannesburg Witwatersrand Sağlık Bilimleri Kütüphanesi yaklaşık 30.000 internet abonesine hizmet vermektedir. Ancak bir kaç kilometre ötede bulunan banliyö hastaneleri bu hizmetten yararlanamamaktadır. Nedenler arasında çoğunlukla bu hastanelerin ödeneklerinin olmayışı, araç gereç alamamaları, modem için gerekli olan hızlı telefon altyapısının bulunmayışı sayılabilir. Altyapının yağmurdan, hırsızlıktan hatta vandalizmden zarar görmesi de diğer nedenler arasında bulunuyor. Telefon altyapısı bir çok şehirde yenilenmekle birlikte başkentler dışında durum pek parlak değil. Afrika�da sağlık harcaması kişi başına yılda 10 doların altındayken Burundi�den Botswana�ya 4 dakikalık telefon görüşmesi 23 dolar tutmaktadır. Diğer yandan bizler internet ortamında bilginin paylaşım hızından bahsederken dünyadaki insanların büyük çoğunluğu bir kez bile telefonla konuşmamış durumdadır.
Teknolojinin yaygınlaşması elbette ki bu alana yatırım yapmakla olasıdır. Gelişmekte olan ülkelerde tıp eğitimi içinde bilgisayar eğitimi ya hiç verilmiyor, ya da çok az veriliyor. Bunun sonucunda haliyle çok az sayıdaki sağlık çalışanı bilgisayar kullanıyor. Kadınlarsa bu konuda daha geri durumdalar. Gerçekten de bir çok tıp ve hemşirelik öğrencisi temel ders kitaplarından, süreli yayınlardan yoksun haldeyken daha fazlasını beklemek gerçekle pek de bağdaşmıyor.

KİME, KİMDEN HANGİ BİLGİ?
Başka sorunlar da var. İnternette sörf yapan bir yoksul ülke vatandaşı bir başka yerde üretilmiş, aslında üretildiği yerler için bir anlam taşıyan bilgi yığınlarıyla karşılaşmak durumunda. Kendisi için bunların nasıl bir anlam taşıdığı konusunda fikrinin olması ve bu yönde uğraşması gerekiyor. Bu bilginin üretildiği koşullardan haleri olmayan birisi kendi koşullarında bu bilgiyi nasıl algılayacak, dahası o bilginin doğruluğunu nasıl değerlendirecek? Daha da ötesi gelişmiş ülkelerin üçüncü basamak tıp merkezlerinde üretilmiş o parlak bilgiler yoksul ülkelerin sağlık gereksinimleriyle ne kadar örtüşecek?
Yaklaşık 20 yıl kadar önce Dünya Sağlık Örgütü gelişmekte olan ülkelerde kardiyovasküler hastalıkların özellikle hipertansiyon, koroner hasztalık ve inmenin önemli sağlık sorunları olacağı mesajını vermişti. Günümüzde kardiyovasküler hastalıklar en sık ölüm nedenidir ve bulaşıcı olmayan diğer hastalıklar da yine üst sıralarda yer almaktadır. 1990�da kardiyovasküler ölümlerin üçte ikisi gelişmekte olan ülkelerde olmuştur. Bu ülkelerde kardiyovasküler ölüm sıklığının daha da artması beklenmektedir; çünkü nüfuslarının çoğunluğu 35 yaşın altındadır ve toplum genelinde ciddi risk faktörleri bulunmaktadır. Diğer yandan tropikal hastalıklar ve AIDS, antibiyotik direnci ve sağlık sistemlerinin çöküşü çok ciddi sorunlar olmaya devam etmektedir. Elektronik bilgi paylaşımı bu durumu çözecek gibi görünmemektedir.
Sağlık sorunları karşısında gelişmekte olan ülkeler zengin ülkelerin yolundan mı gidecekler?Şimdiki manzara, ne yazık ki böyle olacağını düşündürmektedir. Yoksul ülkelerin kamu sağlık sektörleri çökmekte; sağlık hizmetleri hızla özelleştirilmektedir. Diğer yandan büyük şehirlerde tam donanımlı, en son teknolojiye sahip büyük tıp merkezleri ülkenin elit tabakasına hizmet vermektedir. Üstelik temiz içme suyu ve yeterli beslenmenin sağlanması, kadınsağlığı gibi temel sağlık hizmetleri için bütçeler giderek kesintiye uğratılırken bu az sayıdaki gelişmiş tıpmerkezleri kamudan ciddi parasal destekler almaktadır. Global ekonomik sistemin bir dayatması olan bu eğilim bir çeşit teknoloji kullanımını artırmakta ancak gelişmekte olan dünyanın sorunlarına çözüm getirmemektedir.
Diğer yandan gelişmiş ülkelerin kardiyovasküler hastalıklar alanındaki deneyimleri oldukça anlamlıdır. Risk faktörlerini azaltan kişisel ve özellikle toplumsal projelerle kalp hastalıklarını önleyebileceğimiz, dolayısıyla bu hastalıkların getirdiği ekonomik yükü azaltabileceğimizi artık anlamış bulunuyoruz. Burada örneğin gelişmekte olan ülkelerde giderek artan tütün kullanımı kilit bir noktadadır ve bu tür bilgilerin ilgili kitlelere ulaştırılması gerekmektedir. Oysa gelişmiş ülkelerin yayınları kendi sağlık sorunları ve sağlık hedeflerini yansıtmaktadır. Böyle bir bilgi taarruzu yoksul ülkelerde zaten toplumsal hedeflere pek yönelmeyen sağlık bilincini daha da çarpıtabilmektedir.İnternette çok sayıda tıbbi yayın bulunmaktadır; ancak asıl gereksinilen yoksul ülkelerin sorunlarını temel alan bir zihniyettir. Bunun için de zenginler ve yoksullar dünyasının yetişmiş sağlık profesyonellerinin daha anlamlı, gereksinime yanıt veren, uygulanabilir bilginin üretilmesi ve paylaşılması için işbirliği yapması gereklidir.

ÜÇÜNCÜ BİN YILA DOĞRU
Bilişim devrimi bilginin yaygınlaşması ve paylaşılması için kuşkusuz çok önemli bir aşama yarattı. Ancak elektronik donanımların sağlanması da yoksul dünyanın sorunlarını çözmeye yetmemektedir; çünkü sorun zenginlik ve yoksulluk sorunudur. Bu nedenle bilgiye ulaşmak ve bilgiyi kullanmak eşitlikçi bir dünya sistemini gerektirmektedir. Oysa yoksul dünyadan Avrupa ve Kuzey Amerika�ya kaynak aktarımı devam etmektedir. Bugün zengin dünyanın yoksullara yardım elini uzatma çabaları Tolstoy�un yüzyıl önce Rusya�daki serflerin durumuyla ilgili yazdıklarını çağrıştırmaktadır:�...bir adamın sırtına binmişim ve boğazını sıkıyorum. Aynı zamanda kendime ve başkalarına onun için ne kadar üzüldüğümü ve her türlü yardımı yapmaya hazır olduğumu söylüyorum. Bir şey hariç:Sırtından inmek!� (Ne Yapmalıyız?1886). Yeni bir binyıla girerken yoksul ülkelerdeki sağlık çalışanlarına ücretsiz tıbbi yayın aboneliği sağlama yardımlarından ziyade yoksul dünyadan zengin dünyaya kaynak aktarımının sonlandırılması gerekmektedir. Bu konuda hepimize görev düşüyor.n
* Health Information in the Developing World; The Lancet 1998; 352:s 34-38



SÖYLEŞİ
Dr. Tolga Ersoy: Bilginin herkeste olmasını kabullenmek gerekiyor
Bu sayıdaki söyleşi konuğumuz, son kitabı yakın zaman önce yayımlanan Dr. Tolga Ersoy. Kitapları tartışmalar yaratan Ersoy�la Hekim Forumu�ndan Ümit Şahin Ankara�da görüştü:
Dr. Tolga Ersoy, 1963 doğumlu, 1985 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi�nden mezun oldu. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi�nde Sosyal Antropoloji alanında yüksek lisans yapan ve Türkiye Ortadoğu Forumu Vakfı�nın kurucuları arasında bulunan Tolga Ersoy, Ankara�da pratisyen hekim olarak çalışıyor.
Tolga Ersoy�la söyleşimiz Kasım 1998�de Sorun Yayınları�ndan çıkan son kitabı İatokrasi, Tıp ve Kültür çerçevesinde gelişti. Bu kitabın hazırlanması süreci İzmir�de geçen yıl düzenlenen halk sağlığı güz okulu için istenen bir konuşmaya dayanıyor. Konuşma metninin çerçevesi bu kitabın ana makalesini oluşturmuş. Yola çıkış noktalarının başında Ivan Illich�in Şenlikli Toplum, Sağlığın Gaspı ve diğer kitaplarındaki düşünceleri geliyor. Tolga Ersoy�a iatokrasi kavramının içeriğini nasıl açabileceğimizi sorarak söyleşimize başladık:
TOLGA ERSOY: Illich daha çok bunu tıbbi bürokrasi anlamında kullanıyor. Fakat tıbbi bürokrasinin ötesinde tartışma açmak istediğim tıbbın doğrudan sistemin bir baskı ve müdahale aracı haline getirilmesi. Ben bunu anlatmak istiyorum, asıl sıkıntım bu. Bugün kapitalizm veya sistem, tıbbı artık insanlar üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılıyor. Bu da tıbbi bürokrasi ile birbirlerini besleyen bir durum. Sistem burada müdahale aracı olarak tıbbı kullanıyor.
Sistem mi tıbbı kullanıyor, yoksa hekimler mi tıbbı kullanarak sistemi yönlendiriyorlar?
TOLGA ERSOY: İkinci dediğin daha çok Illich�e yakın bir durum. İkisini de kabul ediyorum ama daha çok birincisini açmak istiyorum.
Bilginin iktidar aracı ve hekimlerin de bilgiyi üreten bir konumları olduğunu düşünürsek, sistemin hekimlerin bilgiye ulaşmasını sınırlaması, manipüle etmesi gerekmez mi?
TOLGA ERSOY: Bence bunu yapmadan önce sistem 19. yüzyılın başlarından sonra hekimler arasında bir kamplaşmanın gerekli olduğunu düşündü ve hekim grubu içerisinde farklı nüveler oluşturdu. İşte buna uzmanlaşma dedi, daha farklı bir alana çekti ve bilgiyi kontrol etme görevi bu gruplara verildi. Dolayısıyla bir pratisyen hekimin o bilginin sonucuna ancak bir aracı olması istenir duruma geldi. Türkiye�de ise bilgi üretiminin olduğunu ve olmasına izin verileceğini şimdilik pek zannetmiyorum. Sadece bilginin dağıtımı için böyle bir gruplaşmadan söz edilebilir.
Tıbbın daha en başta, egemenlerin aracı olarak geliştiği inancı var, Illich�in görüşü de bildiğim kadarıyla böyledir. O zaman tıbbın bütününün çıkış noktasından itibaren halkın yanında olmadığını...
TOLGA ERSOY: Bütünü demeyelim. Bilgi üreten kısmının. Bilgi üreten de burada artık sistem için bilgi üretendir. Burada alternatif tıp tartışmasına hafif bir giriş yapıyorum, medizinmen tartışması.
Onları tıp içinde kabul ediyor musunuz?
TOLGA ERSOY: Onları da tıp içinde kabul ediyorum tabii, ama onları iatokrasi içinde kabul etmiyorum, bilimsel tıbbın dışladığı unsurlar, kavramlar, kişiler. Dolayısıyla tıbbın gelişimini onlardan ayrı düşünmemek lazım, yani sağlığa insanca bir müdahaleyse tıp, onları da düşünmek gerekiyor. Çünkü tıbbın ortaya çıkışı zaten onlara, otacılara dayanıyor, cadılara dayanıyor.
Öyleyse tıbbın içinde iatokrasiden bir çıkış yolu olduğunu kabul ediyoruz. Tıbbı halkın yanında bir noktaya evriltmek şansımız var?
TOLGA ERSOY: Var, var. Çünkü her devirde o evriltmenin ilkel örnekleri var. Şarlatanları ayrı tutuyorumburada, modelleri de olabilir. Bana anlatıyorsunuz, anlatıyorsunuz, çıkış yolu sunmuyorsunuz diye eleştiriler geliyor. Gerçi çıkış yolu sunmak gibi bir amacım yok, zaten hep verdiğim cevap Nietzche�nin o ünlü sözüdür: Toplumun kokuştuğunu, bunun nasıl giderileceğini değil, sadece kokuyu anlatmak istiyorum.
Cadılığın aslında egemenlerin halk hekimliğini ortadan kaldırmak için uydurdukları bir şey olduğu düşüncesine gelirsek... Örneğin, Cadılar, büyücüler, hemşireler kitabında bu konu daha feminist bir şekilde ele alınır. Tıbbın halk kesimlerinden kurtulmasından çok erkeklerin tıptaki kadın egemenliğine karşı verdikleri savaş olarak ele alınır cadı avları.
TOLGA ERSOY: O kitapta öyle de ben tümüyle ona katılmıyorum. Cadı diye suçlanan kişilerin önemli bir bölümü kadın ve belirli bir yaşın üstündeki kadınlar, antropoloji yaklaşımına göre yaşlılar diye tanımlanan gruplar. Bu yaşlılar kendi gruplarında bilgi olarak en birikimli kişiler. Hala kırsal, feodal yapı hakim ve günlük sağlığa müdahaleyi bunlar üstleniyor, eğer gezici hekimler yoksa, yani feodal beyin şatosundan çıkıp diğerine giderken arada rastladığı topluluklara hizmet veren hekimler yoksa, topluluğa bu kişiler hizmet veriyor. Bu kişilerin bilgileri deneyimlere dayandığı için daha da zengin. Bugünkü digoksinden atropine bir çok ilacı ilk kullanan onlar. Bu bilgiye sahip olmak bu bilginin kendi kontrolü dışında kullanımını engellemek amacıyla cadılara saldırının bir nedeni olarak değerlendirilebilir. Menapoz ve kültür ilişkisi benim yüksek lisans tezimdi, menapozdaki kadının statüsünde doğurganlığı kaybetmiş olmak nedeniyle oluşan düşmenin de cadılık suçlamasına yol açabileceği gibi bir küçük tez vardı.
İatrojenik hastalıklar, ki yine Illich�in önemsediği bir kavram, ona yapılan vurgu doğru mu sizce?Çok fazla vurgulamamışsınız gerçi ama, bu şekilde adlandırılınca bir abartma olarak görülüyor galiba. Olayı, yani bu çağın hastalıklarını sadece yan etki hastalıklarına indirgiyor.
TOLGA ERSOY: Doğru. Yan etki konusundaki bilgisizliği, ya da yan etkilerin gözardı edilebilirliği mentalitesini bu şekilde açıklamış olabilirim. Dolayısıyla eleştirin haklı burada.
Bu eleştiri gerçi daha çok Illich�e. Çünkü iatrojeni kavramını çok kullanıp, belki ekolojik denebilecek hastalıkları da tıp kurumuna sıkıştırıyor. Bu arada bir de klerikalizm kavramınız var. Bu iatokrasiden farklı mı?
TOLGA ERSOY: İatokrasiyi oluşturan önemli bir unsur olarak görüyorum. Yani masonlaşma. Masonlaşmayı da gerçek anlamının dışında kullandım aslında. Fakat bir kastlaşma, bir erk oluşturma aracı. Klerikalizm çok kullanılan bir siyasi deyim değil. Papazlar için kullanılmış. Tıbbi klerikalizme de bir-iki yerde rastladığımı anımsıyorum. İatokrasi kavramının en önemli unsuru olarak gördüm ve masonlukla bağdaştırdım.
Bunun uzmanlaşmayla ilgisi...
TOLGA ERSOY: Var. Başta sözünü ettiğimiz bilgi üretme, bilgi sahibi olma anlamında uzmanlaşma.
Bu o zaman tıbbın dinsel bir anlam yüklenmesine de gönderme yapmış oluyor.
TOLGA ERSOY: Olabilir. Birlikte geliştirdikleri için, daha doğrusu bilimsel tıp, dinin ve mistisizmin bir erk aracı olarak gelişiminin başından beri bu kanalda bir unsur, kimi zaman öne çıkan. İşte şaman bir din adamıydı fakat bir doktordu. Şamanların şef olması hekimlerin ikinci bir grup olmasını gerektirdi.
Alternatif tıbba olan yaklaşımınızı da biraz daha açabilir misiniz?
TOLGA ERSOY: Alternatif tıp ne?Şamana göre otacı alternatifi. Feodale hizmet eden hekim için cadı alternatifi. Alternatifin ne olduğuna sistem karar veriyor. Bu bir. İkincisi önemle üzerinde durduğum şey şarlatanlıkla alternatif tıbbı ayırmanın gerekli olduğu. Neyin şarlatanlık olup olmadığına da akademiler, üniversiteler karar veremez. Bilimsel adını taşıyan tıp hukuku arkasında yol alıyor ve alternatife saldırırken sadece sözümona bilimselliğiyle yapmıyor bunu. Hukuki yolları da kullanarak bunu yasadışı kılıyor. Alternatif üzerinde konuşulurken dikkatli olunması gerektiğini düşünüyorum.
Hekimlerin, hekim örgütlerinin alternatif tıbba yaklaşımı nasıl olmalı?Bundan sadece TTB�yi, odaları değil, uzmanlık derneklerini de kastediyorum. Bağnazca mı yaklaşılıyor sizce alternatif tıbba karşı?
TOLGA ERSOY: Bütünüyle değil ama hepsi de bilginin kendilerinde olduğu, hem gerçek, hem doğru bilginin, ikisi aynı anlamda kullanılır nedense, kendileri tarafından bilindiği ve dolayısıyla müdahalelerin bu bakış açısıyla yapılması gerektiği gibi bir iddiaya sahiptirler. Oysa, belki popülist bir söylem olacak ama, sokağa inildiğinde Türkiye halkının çok yüksek bir kısmı, %30-40�ı temel sağlık hizmetlerine ulaşmaktan yoksun. Dolayısıyla hekim örgütlerinin, derneklerin, vakıfların o insanlara ulaşma şansları hiç yok. Fakat o kişileri kendilerine çekmek, bilgilerini o kişiler üzerinde bir denetim aracı olarak kullanmak istiyorlar. Fakat kızamığın hala tedavi edilemediği bir ülkede tabii ki köydeki otacıya, geleneksel olarak yetişmiş, bilgi birikimini yüzyıllardan almış medizinmene karşı durulmasını anlamlı bulmuyorum.
Burada tıpta çoğulculuğu kabul etmenin gerekli olduğunu söyleyebilir miyiz?
TOLGA ERSOY: Çoğulculuğu kabullenmek bence daha doğru, onu massetmektense bilginin herkeste olmasını kabullenmek daha doğru bir yaklaşım.
TOLGA ERSOY�UN YAYINLANMIŞ ESERLERİ
1- Sinop�un Hanı - Sinop Hapishanesi�nin Tarihi ve Edebiyattaki Yeri (1997 - Araştırma)
2- Tıp Tarihi Metafor (1996 - Araştırma)
3- Komplo ve Provokasyon Tarihi (1998 - Araştırma, Anonim)
4- Yol�a Durdu Öyküler (1997 - Öykü)
5- Dönence Ağıtları (1998 - Öykü)
6- Tıp Tarihi İçin Materyalist Notlar (1998 - İnceleme)
7- İatokrasi - Tıp ve Kültür (1998 - İnceleme)

HABERLER
Hekim vicdanına müdahale: Dr. Cumhur Akpınar tutuklandı
Hekim Forumu�nun geçen sayıdaki Hekim raporları dosyasını okuduysanız (okumadıysanız lütfen okuyun) Aydın�da Dr. Eda Güven�in yaşadıklarını öğrenmişsinizdir.
Yine Diyarbakır Tabip Odası Başkanı Dr. Seyfettin Kızılkan ile TİHV Adana Temsilciliği hekimi Dr. Tufan Köse�nin yaşadıkları halen aklımızda...
Meslektaşımız, 1994-1996 yılı Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi ve 1996-1998 TTB Büyük Kongre Delegesi ve 1993 yılından beri Adli Tıp Kurumu Ankara Şube Müdürlüğü hekimi olarak çalışan Dr. Cumhur Akpınar, 9.1.1999 tarihinde gözaltına alınmıştır ve iki aşamalı gözaltı süreci sonrası 16.1.1999 tarihinden beri tutuklu olarak Kırşehir E Tipi Kapalı Cezaevi�nde (B-2 koğuşunda) kalmaktadır.
Hakkında henüz iddianame hazırlanmamış olan Dr. Akpınar DGM tarafından �örgüt mensuplarına adli tıp kurumunda taraflı rapor vererek yardım etmekle�suçlanmaktadır. Yine DGM�de polisler tarafından dağıtılan imzasız metinlerde de �örgüt mensuplarına adli tıp kurumunda her türlü yardımı yaptığı belirlenen Dr. Cumhur Akpınar da 9.1.1999 tarihinde yakalanmıştır� denilmektedir.
Türkiye�deki doktorların işledikleri iddia edilen meslek suçları gerekçesi ile nasıl soruşturulacakları onlarca yıl önce yasalarımız tarafından belirlenmiştir. Meslektaşlarımızı mesleki faaliyeti sırasında hatalı işlem yaptığı iddiası ile (abartılı-gerçeğe aykırı rapor düzenlemek gibi...) cezaevinde tutmanın hiç bir yasal zemini yoktur.
TTB ve tabip odaları olaya tepki göstererek, bu tutumun aynı zamanda hekimin kendi vicdanına göre düzenlediği raporlara bir müdahale anlamı taşıdığını belirtmişlerdir.
İstanbul Tabip Odası tarafından, 2 Şubat 1999�da yapılan basın açıklamasında Dr. Cumhur Akpınar nezdinde iyi hekimlik değerlerinin tutuklandığını düşünüyoruz. Dr. Akpınar Kırşehir Cezaevi�nde olduğu sürece hekimlerin vicdanı rahatsız olacaktır. Aynı zamanda Dr. Akpınar�ın başına gelenler, başta adli hekimlik yapan binlerce hekim olmak üzere tüm hekim camiasına yönelik bir tehdittir denildi.
Eğer bu dergiyi okuduğunuzda hala serbest bırakılmamışsa, Dr. Cumhur Akpınar ve eşine, dayanışma ve destek mesajlarınızı iletebilirsiniz. (Dr. Cumhur Akpınar ile ilgili olarak internette bir sayfa hazırlanmıştır. Adres: http://cumhur.akpinar.gen.tr ya da www.istabip.org.tr.)

Odamız, Sivil Toplum Kuruluşları Birliği Platformu�nda
Uzun bir süredir faaliyetlerini sürdüren Sivil Toplum Kuruluşları Birliği yeni bir hukuki yapılanmaya gitmeye hazırlanıyor. Çok sayıda dernek ve meslek odasının katılımıyla oluşan STKB�nin hedefi, sürekli bir mekan ve vakıf bünyesinde örgütlenmek. Bu amaçla oluşturulan platforma katılma davetine Yönetim Kurulu olumlu yanıt verdi. Ana sözleşme metni İstanbul Tabip Odası�nın ve İstanbullu hekimlerin görüş ve beklentilerine uygun bulunarak benimsendi.
Ana sözleşme metni şöyle:�Aşağıda isim ve imzaları bulunan ve toplumumuzun değişik alanlarında konularında görev ve sorumluluk üstlenmiş olan demokratik kitle örgütleri, meslek kuruluşları, gönüllü kuruluşlar halindeki tüzel kişiliklerin temsilcileri olan bizler:
* Demokratik, Laik, Sosyal Hukuk Devleti şeklindeki Cumhuriyetin temel ilkelerinin gerçek anlamları ile hayata geçirilmesini;
* Yurdumuzda ve dünyamızda barışın ve kardeşliğin egemen olmasını;
* Halkımızın, bilime ve çağdaş teknolojiye bağlı; insana, topluma çevreye saygılı, bilinçli ve barışçı yurttaşlar olarak yetiştirilmesini;
* Cumhuriyetimizin, çağların gelişen ve değişen gereklerine ayak uydurabilir; Cumhuriyet Devrimlerine yönelen açık-gizli saldırılara karşı koyabilir kılınmasını istiyoruz.
Bu nedenlerle: Ülkemizde, bağımsızlıktan, özgürlükten, insan haklarından yana olan tüm kuruluşların bir araya gelerek güç-söylem-eylem birliği yapmasını gerekli görüyor; halkımızın, ülke yönetiminde gerçekten söz-girişim-karar sahibi olmasına; STK�lara eğitim, yönetim, bilgi ve iletişim desteği verilmesine, STK�lar arası daşanışma ve eşgüdüm sağlanmasına katkıda bulunmak üzere, Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (STKB)Platformu�nda yer alıyoruz.�
Platformun düzenlediği etkinliklere ve yapılan açıklamalara, uygun görmeyen kuruluşlar katılmama hakkına sahip olacaklar.
Kılıçdaroğlu�na plaket
İstanbul Tabip Odası, SSK eski Genel Müdürü Kemal Kılıçdaroğlu�na plaket verdi. SSK Genel Müdürlüğü görevinden ayrılan Kılıçdaroğlu, 16 Ocak günü İstanbul Tabip Odası�nın davetlisi olarak Oda�yı ziyareti sırasında, İstanbul SSK kurumlarında çalışan hekimlerin de bulunduğu bir törende plaketini aldı. Plakette şu sözlere yer verildi:
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, SSK Genel Müdürü;
Çok yönlü tehditler altındaki SSK sağlık hizmetlerinin korunup geliştirilmesi konusunda yürüttüğünüz ısrarlı, sabırlı, özverili çalışmalarınız ve meslek kuruluşumuza gösterdiğiniz ilgi ve işbirliği anlayışınız için teşekkür eder, bundan sonraki yaşamınızda başarılı ve sağlıklı yıllar dileriz.
16.1.1999. İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu

Uğur Mumcu�nun katilleri hâlâ cezasız
Değerli araştırmacı, gazeteci ve yazar Uğur Mumcu�nun hain bir saldırıyla öldürülmesinin ardından 6 yıl geçti. İstanbul Tabip Odası, ölüm yıldönümünde bir açıklama yaptı.
Açıklamada verilen sözlere rağmen aradan geçen zaman içinde katilleri bulunamayışı ve bu süreçte ortaya çıkan organize suç örgütlerinin devlet içindeki bağlantılarının, bu saldırıyı düzenleyenlerin korunduğunu gösterdiğine dikkat çekildi. Uğur Mumcu�nun katledilmesinin ülkemizin demokratikleşme mücadelesinde bir turnusol kağıdı olduğu vurgulandı.
Basın açıklamasında şu görüşlere yer verildi: Uğur Mumcu, Atatürk devrimlerine, bağımsız, demokratik toplum ideallerine yürekten bağlı, halkın sorunlarına duyarlı, cesur ve üretken bir aydın, örnek bir kişilik olarak unutulmadı. Son yıllarda ortaya çıkan her karanlık dosya, gündeme gelen her mafya-uyuşturucu-siyaset-tarikat ilişkisi, Uğur Mumcu dosyasının ülkemiz açısından kritik bir önem taşıdığını gösteriyor.
Uğur Mumcu�nun katillerinin bulunması, O�nu ortadan kaldırma kararı veren odağın gün ışığına çıkarılması, ülkemizi saran karanlık ağın parçalanması için ipucu olacaktır. Temiz ve demokratik toplum özlemimiz, ancak Mumcu�yu hedef alan saldırıların cezalandırılmasıyla gerçekleşebilecek.

Dr. Cengiz Çetin Asistan Tez Yarışması
İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu bu yıldan itibaren her yıl uzmanlık eğitimi sonrasında yapılan asistan tezlerinde nitelikli ve özgün çalışmaları teşvik etmek, bu asistanları ve tez danışmanlığı yapan eğiticileri ödüllendirmek amacıyla bir yarışma düzenlenmesini kararlaştırdı. Yarışma, 27 Temmuz 1998 günü İstanbul Tıp Fakültesi Sualtı ve Hiperbarik Tıp Anabilim Dalı�nda meydana gelen kazada yaşamını yitiren asistan Dr. Cengiz Çetin anısına düzenleniyor.
1 Haziran tarihine kadar tez jürileri tarafından kabul edilmiş tezler yarışmaya aday gösterilebilecek. Asistan hekim kendisi de aday olabilecek.
Tez danışmanı, bölümdeki eğiticilerden biri veya birkaçı, kurum yönetimi, Fakülte Akademik Kurulu veya Eğitim Planlama Koordinasyon Kurulu üyelerinden biri tarafından da aday gösterilebilecek.
Aday olan tezin altı örnek olarak en geç 1 Haziran günü mesai bitimine kadar İstanbul Tabip Odası�na ulaştırılması gerekli. Jüri tarafından yapılacak değerlendirmede ödüle layık görülen çalışmalar Dr. Cengiz Çetin�in ölüm yıldönümünde yapılacak törende açıklanacak.
Yarışmanın ödülleri ve hangi kategorilerde yapılacağı, her yıl İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu tarafından 14 Mart Sağlık Haftası sırasında açıklanacak.


14 MART 1999 SAĞLIK HAFTASI ETKİNLİKLERİ
Geleneksel 14 Mart Sağlık Haftası etkinlikleri bu yıl 13-20 Mart tarihleri arasında gerçekleştiriliyor. Hafta boyunca sağlık hakkı talebinin yaygınlaştırılması ve hekim hakları konusunun gündeme getirilmesi hedefleniyor. Bu amaçla toplantılar, basın çalışması yapılacak, paneller düzenlenecektir. Bu yıl İstanbul Tabip Odası�nın 70. kuruluş yılının kutlanması, 14 Mart etkinliklerine ayrı bir anlam katıyor. 70. yılı kutlama etkinlikleri 14 Mart haftasında başlayarak yıl boyunca devam edecek. Bu amaçla oluşan düzenleme komitesinin bugüne kadar hazırladığı ve Yönetim Kurulu tarafından benimsenen ön program şöyle oluştu:
13 Mart Cumartesi:Sanatçı Hekimler Sergisi açılışı / Cemal Reşit Rey Senfoni Orkestrası Konserine toplu katılım.
14 Mart Pazar:Taksim Atatürk Anıtı�na çelenk konulup 14 Mart Bildirgesi�nin okunması /14 Mart Töreni (Cerrahpaşa Oditoryumu)1973, 1958 ve 1948 mezunu 25, 40, 50 yıllık hekimlere sertifika-plaket verilmesi.
15-19 Mart: Paneller ve toplantılar. (Hekimlik ve reklam, İnternet ve sağlık, siyasi partiler sağlığa nasıl bakıyor? Hekim hakları.)
19 Mart Cuma: Nilüfer Konseri (Lütfü Kırdar Anadolu Salonu) 14 Mart ödülleri töreni.
20 Mart Cumartesi: Büyükçekmece�de 14 Mart etkinliği.
Bu ana program dışında çalışma birimlerinde düzenlenecek etkinliklerin duyurulması ve desteklenmesi kararlaştırıldı. Yayınlar:14 Mart Sağlık Haftası sırasında hekimlere ve kamuoyuna dönük çeşitli kitap ve broşürler yayınlanması kararlaştırıldı. Yayınlanması planlanan, basıma hazır çalışmalar şunlar:�Hekim Dostluk ve Dayanışma Cemiyeti Tarihi�, �Asistan Rehberi�, �Asistan Hekim Anketi Sonuçları�.

İnternette sürekli karikatür sergisi
Dergimiz çizelerinden Dr. Halis Dokgöz internette sergi açtı. 1985�den beri çizdiği ve yeni çalışmalardan oluşan sergi karikatürleri, her hafta değişerek sürüyor. Sergide ayrıca Dr. Tuncay Çınar ve Dr. Sadi Çağdır�ın da karikatürleri yer alıyor.
Açıldığı 2 aylık dönemde 850�nin üstünde izleyicinin gezdiği serginin adresi şöyle:http://www.netone.com.tr/�fdirol/car2.html

İstanbul- İkitelli Kobalt 60 kazası
8 Ocak�ta Dr. Canpolat tarafından iki hastaya radyasyon hastalığı tanısı konulduktan sonra ayrıntılarını öğrendiğimiz radyasyon kazası, kısa sürede 17 kişinin hastaneye yatmasına, 300 kişinin az veya çok etkilenmesine neden oldu. Radyasyondan etkilenenlerin bir bölümünde aylar veya yıllar sonra, bazılarının ise gelecek kuşaklarında belirtiler görmek kaçınılmaz olacak.
Odamız Yönetim Kurulu kazanın ardından elde edilen bilgilerle yaptığı değerlendirmeyi bir basın toplantısıyla kamuoyuna açıkladı. Yönetim kurulu üyesi Doç. Dr. Mithat Kıyak tarafından yapılan açıklamada böylesine önemli bir kazanın asıl nedeninin, hemen her alanda ve her konuda karşılaştığımız kurallara uymama hastalığı olduğu vurgulandı. Bu olayda birinci derece sorumluluğun Radyasyon Güvenlik Tüzüğü�ne uymayarak Kobalt-60 kaynağını yıllarca depolarda bekleten ithalatçı firmaya ait olduğu, ancak denetleyici birim olarak Türkiye Atom Endüstrisi Kurumu�nun da (TAEK) ihmali olduğuna dikkat çekildi. Çevre İçin Hekimler Derneği adına Dr. Ümit Şahin�in de katıldığı toplantıda TAEK�in sorumluluk payının soruşturulması istendi.
Çernobil kazası sonrası ölçüm sonuçlarını toplumdan gizlediği ve koruyucu önlemleri almadığı için toplumun güvenini yitiren TAEK bu defa denetim ihmali ile ön plana çıktı. Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi (ÇNAM), kaza sonrası kaynaklardan birini buldu, diğerini bulamadığını açıkladı. Tabip Odası TAEK�i �Radyasyon Güvenliği Yönetmeliği�ndeki yetkilerini kullanmaya davet etti. Açıklamada hekimlere de bir uyarı yapılarak hastanın mesleğini sormanın ve iyi anamnez almanın ne denli önemli olduğu hatırlatıldı. Radyasyon hastalığı olasılığını da düşünmeleri önerildi.
Kobalt-60�dan kaynaklanan radyasyon, elektromanyetik radyasyon. Sadece kaynak çevresinde bulunanlara zarar veriyor ve kaynak ortadan kaldırıldığında radyasyon kalmadığının bilinmesi gerekiyor. Çernobil kazasındaki radyasyon ise parçacık radyasyonu olduğundan yiyecek ve içecekler radyoaktif maddelerle kontamine oluyor ve insan vücudunda da radyasyon devam ediyordu. Oysa Kobalt-60�dan kaynaklanan radyasyona(gama ışınları)maruz kalan kişiler radyasyon yaymıyorlar, yiyecek ve içeceklerle radyasyon yayılmıyor.
Radyasyona maruz kalan kişilerin, hiçbir hastalık belirtileri olmasa da hem şimdi hem de en az beş yıl sağlık kontrollerini düzenli olarak yaptırmaları gerekiyor. Kayıtların düzgün tutulabilmesi amacıyla İkitelli�deki radyasyona maruz kalanlar için Halkalı Sağlık Ocağı�nda bir birim oluşturuldu.

Pratisyen Hekimlik Derneği kuruldu
Yıllar önce sorunlarımızı dile getirerek çıktık yola. Sorunlarımızı daha çok bir araya gelerek, daha yüksek sesle ifade etmeye çalıştık. Kendimizi ve içinde bulunduğumuz koşulları Pratisyen Hekimin Adı Yok diye niteliyorduk.
Biz pratisyen hekimlere özgü en temel sorun, pratisyen hekimliğin bir alan olarak tanımlanmamış olması, Genel Pratisyenliğin ayrı bir tıp disiplini olarak geliştirilmemiş olmasıydı. Abartısız herkes, aklına gelen her işi, her koşulda bize yaptırmaya çalışıyordu. Genel pratisyenlik disiplininin mesleki eğitimi oluşturulmamıştı. Alanımıza özgü mesleki bilgi ve beceriyi el yordamıyla uzun yıllar içinde edinmeye çalışıyorduk. Bu koşullarda daha düşük ücretle, kötü çalışma ortamlarında, daha çok angarya ve nüfuz kullanımına maruz kalarak çalışmak zorundaydık.
Sorunlarımızın çözümü için, pratisyen hekimler olarak kendimizi daha güçlü ve donanımlı olacağımız bir noktaya taşımamız gerekiyor. Bir an önce mesleki alanımızı yaratmamız, Türkiye tıp ortamında meşru, bilimsel yerimizi kazanmalıyız.
Bulunduğumuz süreçte Türk Tabipleri Birliği�nin, Genel Pratisyenlik Enstitüsünün kurulması konusunda göstereceği kararlılık, hayati önem taşıyor. Diğer bir önemli nokta ise alanımızın bilimsel derneğinin oluşturulması ihtiyacıdır. İşte bu ihtiyaç nedeniyle 20 Ağustos 1998 tarihinde Pratisyen Hekimlik Derneği kuruldu.
Mesleki ve sürekli eğitimimizin sağlanması, bilimsel yayın vb. etkinlikler için doğrudan etkili olacak, sorumluluk alacak bir dernek oluşturmayı amaçlıyoruz. Pratisyen hekimlikle ilgili her türlü sorunumuzu aşmak için bilimsel rehberlik yapmak üzere derneğimizi geliştirmek ve söz sahibi kılmak,ortak çabamız ve emeğimizle mümkün olacak. Pratisyen Hekimlik Derneği, öncelikle üye olmaktan başlayarak, her türlü katkınızı bekliyor. Pratisyen Hekimlik Derneği

İstanbul Tabip Odası bilimsel yayını Klinik Gelişim: Tüberküloz Özel Sayısı çıktı. Meme Kanserleri Özel Sayısı baskıda.
Abonelik ücreti:Yıllık 5.000.000 TL / Başvuru tel:(0 212) 514 02 92 / dahili 14

YAPRAK DÖKÜMÜ
Prof. Dr. Gıyas Korkud Türk ürolojisinin gelişmesinde rol oynamış dev isimlerden biri, Gıyas Korkud hocayı 29 Aralık 1998 günü kaybettik. Binlerce öğrenci, 60 uzman hekim, 10 öğretim üyesi yetiştirmiş bilge kişilik, arkasında bir sevgi yumağı bırakarak aramızdan ayrıldı.
Sevgili hocamız, 1913 yılında Demirhisar�da doğmuş, 1919�da Eyüp Sultan Reşadiye ilkokuluna yazdırılmış ve burayı bitirdikten sonra, 1924 yılında Halıcıoğlu Askeri Lisesi�ne kaydolmuştur. 1930�da askeri liseden sınıf birincisi olarak mezun olmuştur. 1936 yılında doktor ünvanını almıştır ve hemen Gülhane Tatbikat Okulu�nda cerrahi asistanı olarak göreve başlamıştır. Gönlünde hep cerrahi sevgisi yatan hocamız, 1939�da M. Kemal Öke�nin önerisi ile ürolojiye girmiştir.
1944 yılında Bursa Askeri Hastanesi Üroloji Şefliği�ne atanmış, 1948 yılında doçent olmuş ve İstanbul Tıp Fakültesi Üroloji Kliniği�ne tayin edilmiştir. 1952 yılında askeriyeden yarbay rütbesi ile ayrılmış ve üniversitedeki görevine devam etmiştir. 1956 yılında profesör olan Gıyas Korkud 30 yıl emek verdiği öğretim üyeliği görevinden kendi isteği ile 1979�da emekli olmuştur. Modern ürolojinin, ülkemizde saygın bir konuma gelmesini sağlayan değerli birkaç hocadan biridir. Hekimliği, cerrahi yeteneği, öğretim üyeliği, idareciliği, deontolojiye verdiği önem yanında sosyal yaşantısındaki davranışları onun büyüklüğünü gösterir. Hoca bir şövalye olarak yaşamış ve öyle de ölmüştür.
Prof. Dr. Vural SOLOK, CTF Üroloji Kliniği öğretim üyesi

Prof. Dr. A. Lütfü Tat 1915 yılında Konya�da doğmuş olan Lütfü Tat, 1940 yılında İstanbul Tıp Fakültesi�nden mezun olmuştur. 1945 yılında Ord. Prof. Dr. Hulusi Behçet�in yanında Dermatoloji ihtisasına başlamıştır. 1950 yılından itibaren önce Hamburg, daha sonra Münih Üniversitesi�nde Deri Tüberkülozları konusunda çalışmalar yapmıştır.
Yurda dönüşünde Doçent ünvanını kazanarak Ankara Tıp Fakültesi�nde çalışmaya başlamıştır. Prof. Dr. Richter�in emekli olmasıyla klinik direktörlüğüne atanmış ve uzun yıllar bu görevi büyük bir başarı ile sürdürmüştür.
Yeniliklere son derece açık olan Prof. Dr. Lütfü Tat, bu amaçla ilk kez 1973 yılında Türk Deri ve Zührevi Hastalıklarında Yenilikler Simpozyumunu düzenlemiştir. 1985 yılından itibaren �Prof. Dr. Lütfü Tat Simpozyumu�adı ile düzenlenen bu geleneksel simpozyum Türk Dermatologları için büyük önem taşımaktadır.
Alman ekolü ve disiplininin çok önemli bir temsilcisi olan hocaların hocası Prof. Dr.Lütfü Tat�ın Deri Hastalıkları ve Tedavisi adı ile yayımlanmış bir kitabı da bulunmaktadır. 23 Ocak 1999 tarihinde kaybettiğimiz hocamıza Tanrıdan rahmet dileriz.
Doç. Dr. Nahide ONSUN, Vakıf Gureba Hastanesi Dermatoloji Klinik Şefi

Prof. Dr. Ali İrfan Urgancıoğlu 1926 yılında Bursa�da doğan A. İrfan Urgancıoğlu, Kabataş Erkek Lisesi�ni bitirdikten sonra İstanbul Tıp Fakültesi�ne girerek 1948 yılında mezun olmuştur. 1955 yılına kadar ABD�de çeşitli hastanelerde iç hastalıkları konusunda eğitim görmüştür. 1955 yılında İstanbul�a dönerek, İstanbul Tıp Fakültesi Tedavi Kliniği�nde çalışmaya başlamış ve 1956 yılında İç Hastalıkları Uzmanı, 1961�de doçent ve 1969�da profesör olmuştur.
1958 yılından itibaren çeşitli dönemlerde Beyrut, İngiltere ve Fransa�da Nükleer Tıp ile ilgili eğitim görmüş, Prof. Dr. Suphi Artunkal ile birlikte ülkemizdeki Nükleer Tıp Biliminin kurulması ve geliştirilmesinde öncülük yapmıştır. 1973 yılında uzman olmuş ve emekli olduğu 1993 yılına kadar İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı ve İç Hastalıkları Endokrinoloji Bilim Dalı Başkanlığı görevlerini sürdürmüştür.
İngilizce ve Fransızca bilen Prof. Urgancıoğlu�nun çok sayıda kitabı, yerli ve yabancı yayınları mevcuttur. Türkiye Tıp Cemiyeti, Türkiye Tıp Akademisi, Türk Endokrinoloji Derneği, Türkiye Nükleer Tıp Derneği, European Association of Nuclear Medicine ve Society of Nuclear Medicine üyesi idi. 1994-1996 yılları arasında Türkiye Nükleer Tıp Derneği Başkanlığını yapmıştır. 18 Ocak�ta aramızdan ayrılan hocamızı saygıyla anıyoruz.
Doç. Dr. Kerim SÖNMEZOĞLU, CTF Nükleer Tıp ABD öğretim üyesi

Prof. Dr. Kâmuran Yücel İstanbul Üniversitesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Kâmuran Yücel�i 1999 yılının ilk günlerinde kaybettik. Cenazesi 8 Ocak Cuma günü İstanbul Üniversitesi 14 Mart Anfisi�nde yapılan bir tören ile ebedi istiratgahına uğurlandı.
Kâmuran Yücel sınıf arkadaşımdı. Kalbi sevgi ile dolu bir insandı. Sevecendi. İnsanları severdi. Talebelerini severdi. Tüm canlıları severdi. Doğayı severdi. Yaşamı severdi ve dolu dolu yaşamak için her türlü fedakarlığı gösterirdi.
Mütevazı bir insandı. Gösterişi sevmezdi. Yüzünden ve gözlerinden gülücük hiç eksik olmazdı.
Sevgili arkadaşım Kâmuran Yücel, sana tanrıdan rahmet, kederli ailene sağlık ve sabır diliyor ve tüm sevenlerine başınız sağ olsun diyorum.
Sen ebedi istiratgahına gidiyorsun ama, sıcak sevgin ve hatıraların, bütün tazeliği ve canlılığı ile kalplerimizde sonsuza dek yaşayacak. Ruhun şad olsun.
Dr. Latif AKÇA, Özel İstanbul Şehir Hastanesi



SSK�da tam süre çalışan klinik şeflerine rekor tazminat
Uzun süren bir çaba, meyvesini 12 Ocak günü verdi: SSK ek ödemeleriyle ilgili genelgeyle birçok çalışanın tazminatları yeniden düzenlenirken tam gün çalışan klinik şefleri ve şef yardımcılarına genel müdürün üç katı ek ödeme verilmesi yürürlüğe konuldu.
İstanbul Tabip Odası�nın sürecin başında önerdiği, tam süre çalışan şeflere 600 milyon TL aylık önerisi böylece önemli ölçüde gerçekleşti. Yapılan hesaplara göre Ocak ayından itibaren SSK�daki bir şef 535 milyon TL aylık alacak.

NEREDEN ÇIKTI?
Kamu sağlık kuruluşlarında çalışan hekimlere 2000 dolar düzeyinde aylık maaş verilmesi ilk kez gündeme getirildiğinde bir hayal olarak görülmüştü. 657 sayılı yasa sınırları içinde bunun olanaksız olduğu sanıldı. Hükümetlerin olaya olumlu yaklaşmayacağı düşünüldü.
SSK Genel Müdürlüğü 1993 yılında yaptığı bir yönetmelik değişikliği ile o tarihten itibaren eğitim hastanelerinde şef ve şef yardımcısı olarak atanacak uzmanlarda tam süre çalışma zorunluluğu aramaya karar verdi. Oysa 1998 yılında yapılan sınavlarda bu kadroları kazanan uzmanların büyük kısmının aynı zamanda muayenehanesi vardı.

SINAVI KAZANANLARLA TOPLANTI
İstanbul�daki eğitim hastanelerindeki kadroları kazanan şef adaylarıyla Tabip Odası�nda yapılan toplantıda bir değerlendirme yapıldı. Şeflik sınavını kazanmış olan hekimler, muayenehanelerini kapatmaları konusunda bir dayatmayla karşı karşıya kaldıklarını düşünüyorlardı. Tabip Odası�nın tam süre çalışma yaklaşımının bu koşullarda geçerli olamayacağını dile getirdiler. Tam süre çalışmanın yalnızca bazı hekimler ve özellikle zor bir sınav sürecinden geçerek başarılı olanlar için uygulanmasını tam tersine bir cezalandırma olarak görüyorlardı. Müstakbel klinik şefleri muayenehane-hastane zincirinin kırılması hedefleniyorsa başka yöntemler uygulanmasından yana idi.
Bu toplantıda ortaya çıkan görüşler, İstanbul Tabip Odası tarafından Çalışma Bakanlığı, SSKGenel Müdürlüğü ve SSKİstanbul Bölge Müdürlüğü�ne iletildi. İstanbul Tabip Odası�nın değerlendirmesi olarak, tam süre çalışma uygulamasının tüm hekimlere dönük bir politika ile birlikte ele alınması ve tam-süre çalışmanın zorlama yerine teşvik yöntemleriyle yaşama geçirilmesi önerildi.

SOMUT OLARAK NE İSTİYORUZ?
Çalışma Bakanlığı ve SSK�nın bu öneriye yanıtı, teşvik önlemlerinin rakama dökülmesi talebi oldu. İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu, tam-süre çalışan klinik şefleri için 600 milyon TL, şef yardımcıları için bunun %85�ini önerdi. Gerekçeler şunlardı:
1- Türk Tabipleri Birliği�nin tam gün işyeri hekimliği yapanlar için bu yıl başında saptadığı asgari ücret 587 milyon TL.
2- Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan bir araştırmaya göre özel muayene hekimliği yapanların ortalama aylık kazancı 2000 dolar.

BOŞ OTURAN ŞEFE DE Mİ?
Müzakerelerin üçüncü aşamasında ise tam süre çalışıp mesaiyi doldurmanın bu maaşı haketmeye yetip yetmeyeceği oldu. Bunun üzerine İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu mesleki performansın değerlendirilebileceği bazı ölçütler belirledi. Yetiştirilen uzman sayısı, katıldığı bilimsel etkinlikler, kazanılan akademik ünvan vb. esas alınarak bir puanlama yapılabileceği ve bunun her yıl gözden geçirilmesinin mümkün olduğu önerisi yapıldı.
Bu önerilerden zaman içinde uygulamaya konulabilecek bir başka parametre de, o eğitim biriminde çalışanların şef ve şef yardımcısı hakkındaki değerlendirmeleri oldu.
Bu arada Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi ve Ankara Tabip Odası yöneticileri de Ankara�daki temasları yürüttüler.

SSK�YA MI GEÇSEK?
12 Ocak 1999 günü ek ödeme genelgesi yayınlandı. Birçok başka alanda da artışlar yapıldığı görüldü. Ancak bütün rakamlar içinde dikkati çeken iki nokta tam-süre çalışan şeflere %350, şef yardımcısına %280 ek ödeme yapılması oldu. Genel müdür ve baştabipler üçüncü yüksek kategoride yer alıyor, ek ödeme oranları %140. Bunun için tam-süre çalışmak koşulu var. Bu kararla tam-süre ve yarı zamanlı çalışanlar arasındaki ücret farkı da artmış oldu.
Şimdi sadece son sınavı kazanan şef ve şef yardımcıları değil, tüm SSK eğiticilerinin önünde somut bir seçenek duruyor. Klinik şeflerinin bir kısmının şimdiden muayenehanelerini kapatmaya hazırlandığı belirtiliyor. Ama genelgenin önemli sonuçlarından biri SSK Eğitim Hastanelerinde çalışmanın cazip hale gelmesi.
Bu gelişmeyi öğrenen birçok kamu hekimi aynı şeyi düşünüyor: SSK�ya mı geçsek?

ISRARLI VE SOMUT BİR ÇABANIN ÜRÜNÜ
Ortaya çıkan önemli sonuçlar da var: Birincisi, bu yasal sınırlar içinde de hekimlere daha iyi ücret verilebileceği kanıtlandı. İkincisi, hekimler lehine sonuçlar almak, ancak ısrarlı ve somut bir çaba ile gerçekleşebilir.
İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu, bu olumlu gelişmede SSK Genel Müdürü Kemal Kılıçdaroğlu, Çalışma Bakanlığı Müsteşarı Ahmet Şağar, SSK Bölge Müdürü Dr. Hikmet Çevik�in önemli katkıları olduğunu da teslim etmek gerektiğini düşünüyor.
Darısı diğer kamu hastanelerinin başına!



FENESTRA
Dr. Ali Serdar FAK
İNSAN NÖRONLARI ÇOĞALABİLİYOR!
Bilimadamları insan nöronlarının rejenere olabileceğini kanıtladılar. California Sağlık Enstitüsü�nden Fred Gage ve İsveç Sahlgrenska Üniversitesi Hastanesi�nden bir grup hekim, insan beyninde doğumdan sonra da yeni nöronların geliştiğini gösterdiler.
Bu gelişme diğer hücrelerin tersine insan beyin hücrelerinin çoğalmadığına ilişkin yaygın görüşü çürütmekte. Dr. Gage ve ekibi, skuamöz hücreli kanser nedeniyle tedavi amaçlı IV bromodeoksiüridin alan hastalardan postmortem beyin dokusu biyopsisi almışlar. Bilindiği gibi, bu ilaç bir timidin analoğu ve bölünen hücrelerce sentezlenen yeni DNA�ların yapısına giriyor. Bu özelliğinden dolayı bromodeoksiüridin, tümör hücrelerinin proliferasyonunun izlenmesinde kullanılıyor.
Araştırmacılar, eğer nöronların çoğalması söz konusuysa bromodeoksiüridinin bu hücreler tarafından da alınacağı tezinden hareket etmişler. İmmunofloresan boyalar ve lazer mikroskobu kullanan araştırmacılar, tüm hastaların postmortem örneklerinde bromodeoksiüridinin varlığını saptamışlar. Bunun da ötesinde, iki ayrı ayraç kullanan araştırmacılar, bu hücrelerin glial hücre değil, nöral hücreler olduğunu göstermişler.
Dr. Gage ve ekibi, üzerinde çalıştıkları nöral dokunun korteksle hipokampus arasında bağlantıyı sağlayan girustan kaynaklandığını belirtiyorlar. Ancak henüz bu yeni hücrelerin fonksiyonel olup olmadıkları belli değil ve hangi koşullarda bu hücrelerin ortaya çıktığı bilinmiyor. Araştırmacılar belki de insan beyninde dinamik bir yenilenme olgusu olduğunu düşünüyor, ancak hücrelerin zamanla ölüp yenilendiğine ilişkin henüz bir kanıt olmadığını ifade ediyorlar.
Alzheimer hastalığı, Parkinson hastalığı ve multipl sklerozda nöron ölümünün olduğu açıkça biliniyor. Belki de bu hastalıklarda ölen ve yok olan hücrelerin yenilenmesini önleyen bir patolojik mekanizma işliyor. Elbette bu konuda bilinmeyenler henüz çok fazla. Tabii ki nörodejeneratif hastalıkların tedavisi konusunda umutlanmak için, nörojenezi yavaşlatan ya da durduran mekanizmaların daha iyi anlaşılması gerekecek. * British Medical Journal 1998; 317:1272

TERMİNAL KANSER HASTALARININ TERCİHİ
Kanser hastalarının kendi sağkalımları konusunda iyimser tahminleri olduğu daha önceki çalışmalarda gösterilmiş. Diğer yandan kanser hastasının olası sağkalım süresi hakkında sağlıklı bilgiye sahip olduğu takdirde tedavi seçimlerinin farklı olabileceği düşünülebilir. Terminal hastalığı olan kanser hastalarının olası sağkalım sürelerini bildiklerinde yaşamı uzatacak zahmetli tedaviler yerine, ağrısız ve sorunsuz bir dönem tercih edip etmeyecekleri yakında araştırılmış.
ABD�de 5 eğitim hastanesinde evre III ya da IV küçük hücreli olmayan akciğer kanseri hastalarıyla, karaciğer metastazı olan kolon kanserli hastalar incelenmiş. En az 6 ay yaşayacağını düşünen hastalar, 6 ay yaşamama olasılığının en az %10 olduğunu düşünen hastalara göre anlamlı olarak daha fazla oranda yaşamı uzatmaya yönelik ve daha agresif tedavileri tercih etmişler. Özellikle daha uzun yaşayacağı düşüncesi ağırlık kazandıkça agresif tedaviyi tercih etme oranı artmış. Ayrıca hastalar hemen her zaman olası yaşam süreleri konusunda iyimser görüşteyken hekimlerin beklentileri daha gerçekçiymiş. Çalışmanın sonuçları metastatik akciğer ve kolon kanserli hastaların kendi sağkalım süreleri konusunda iyimser olduklarını gösterirken, hastaların sağkalım süreleri hakkındaki tahminlerinin tedavi seçimlerini belirlediğine işaret etmekte. * JAMA1998; 279:1709-1714.



Dr. Nuriye ORTAYLI
Bu kitabı mutlaka okuyun! AIDS Önlenmesinde İnsan Hakları ve Kamu Özgürlüklerinin korunması
AIDS son yirmi yıl içinde medyada en çok konulardan biri. Hakkında rivayet muhtelif. Dramatik şekilde tanımlanıyor; çağın vebası, insanlığın sonu, günahkarlığın cezası homoseksüel hastalığı vb.
Ölümcül bir hastalık olmasının ötesinde cinsel ilişkiyle bulaşması, (ya da enjektörlerle, ah o uyuşturucu bağımlılarının enjektörleri)bir yandan sansasyonelitesini diğer yandan da hakkındaki söylenti, boş inanç ve önyargılları arttırdı. AIDS�in bulaşma yolları, çağdaş toplumların en hassas, en zayıf noktalarından biri olan cinselliğe ilişkin karmaşadan hem etkilendi, hem de onu etkiledi. Dolayısıyla toplumların cinselliğe ilişkin olarak sahip oldukları bütün önyargılar, ikiyüzlülükler, korkular, yanılsamalar AIDS�e, AIDS�lilere ve bu hastalık açısından yüksek risk taşıdıkları farzolunan birey ve topluluklara yansıtıldı.
Gerçekten de çok yakın zamanlara kadar hiç bir tedavisi olmayan, (şimdi de hala araştırma düzeyinde ve görece başarı sağlanabilen çok pahalı tedaviler var), masum insanları da tehdit edebilen (kan yoluyla bulaşmalar, anneden bebeğe geçiş, çapkın bir eşin kurbanı olan aslında monogamik ve namuslu insanlar) bu hastalık ve ona yol açan virüsle enfeksiyon riski sözkonusu olduğunda nasıl bir yol izlemeli? İnsanlığın cüzzamlılara, vebalılara, frengililere uyguladığı, işaretleyici ve yalıtıcı yöntemlere mi başvurmalı? Yoksa 20. yüzyılın çok uygulanmasa da söylenmesi yaygın olan bireysel hak ve özgürlüklerine saygıda kusur etmemeli mi? Özetle şu sorulara ne gibi cevaplar verilmeli:
1- HIV/AIDS ile yaşayan insanlara toplum sağlığı açısından nasıl yaklaşılmalı, bu insanların ne gibi hakları olmalıdır?
2- Zorunlu AIDStesti kimlere uygulanmalıdır?
3- Bir kimsenin HIV/AIDS taşıdığını kimlerin bilme hakkı vardır? Uyarma görevi söz konusu mudur?
4- Enfeksiyonu başkalarına sorumsuzca bulaştırmak isteyen insanlardan toplum nasıl korunur?
Bu soruların cevaplarını bulmak istiyorsanız, İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı tarafından Ocak 1999�da basılan ve Avrupa Birliği ile yürütülen projenin parçası olarak, kamuoyunda özellikle de medyada duyarlılık kazandırmayı amaçlayan ve Türkiye Ulusal AIDS Komisyonu yayını olan AIDS�in Önlenmesinde İnsan Hakları ve Kamu Özgürlüklerinin Korunması adlı toplam 51 sayfalık kitabı mutlaka okuyun.
Kitap ortaokul ve üstünde eğitimi olan herkesin anlayabileceği bir dille yazılmış. Öncelikle AIDSve HIVenfeksiyonu hakkında genel bilgiler veriliyor. Daha sonra birey haklarının, kamu özgürlüklerinin bir tanımı yapılıyor ve bunların AIDS/HIV enfeksiyonunun tanınmasında, önlenmesinde, tedavisinde uygulanabilir olup olmadıkları tartışılıyor.
Kitap bu haliyle çağdaş toplumda yaşayan bütün bireylerin okuması gereken bir başvuru kaynağı. Ama en çok da hekimlerin!
Elde etmek için:İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı, Yeniçarşı Cad. No:54, 80050 Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0 212) 293 16 05 - 293 16 06, Faks:(0 212)293 10 09.

BİLİMSEL TAKVİM
* Çağdaş Birinci Basamak Sağlık Hizmetleri Günleri: Her ayın ilk salı günü (1.6.1999�a kadar) Düzenleyen Kurum: ODTÜ Sağlık ve Rehberlik Merkezi / İletişim:Dr. Cemile Ertan (ODTÜSağlık ve Rehb. Mer. Ankara)
* Diabet Konferansları: Her ayın birinci ve üçüncü çarşamba günleri, saat 13.00-15.00 arası. Yer:Başhekimlik Konferans Salonu. Düzenleyen Kurum: Bezm-i Alem Vakıf Gureba Hastanesi. İletişim:Dr. Mustafa Boz (Tel:212-534 69 00 / 1437, Faks:635 14 80)
* Aylık Bilimsel Toplantılar: 3.2.1999 - 3.3.1999 - 7.4.1999 - 5.5.1999. Yer:İzmir Tabip Odası / Düzenleyen Kurum: Klinik Biokimya Derneği, İletişim:Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Klinik Biokimya Anabilim Dalı, Bornova-İzmir.
* İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi, Kadın ve Çocuk Sağlığı Eğitim ve Araştırma Birimi 1999 EğitimYılı Toplantı Programı
Yer ve saat: Nusret Fişek Eğitim Salonu, 09.00-11.00. Tel:631 98 31
19 Şubat Sağlığı Etkileyen Erken Yaşam Faktörleri (Prof. Dr. Olcay Neyzi)
19 Mart Veneroloji (Prof. Dr. Güzin Özarmağan)
9 Nisan Kadın ve Bel Ağrısı (Prof. Dr. Emel Özcan, Uz. Dr. Ayşegül Kentenci)
* Bilimsel Araştırmada Etik (Panel), Konuşmacılar:Prof. Dr. Hasan Yazıcı, Doç. Dr. Timuçin Oral, 12 Şubat 1999, saat 13.30, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, Mazhar Osman Uzman Toplantı Salonu, İletişim:Tel-faks:(212-631 24 00)
* 5. Ulusal Meme Hastalıkları Kongresi, 7-10 Nisan 1999, Yer:Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı-İstanbul. Düzenleyen Kurum: Meme Hastalıkları Araştırma ve Tedavi Derneği, Meme Bilimi Derneği, İzmir Meme Hastalıkları Derneği. İletişim:Doç. Dr. Mahmut Müslümanoğlu, Tel-faks:212-534 02 10
* 21. Pediatri Günleri, 5-7 Nisan 1999, Yer:Eresin Oteli, Topkapı-İstanbul. Düzenleyen:İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlıkğı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İletişim:Doç. Dr. Nevin Yalman, İTFÇocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.
* European Society Pediatric Urology (10th Annual Meeting), 15-17 Nisan 1999, Yer:Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı, İletişim:Prof. Dr. Nur Danişment, Faks:216-349 82 70
* CTF, Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Sempozyum Programı�ndan
Sempozyumlar,TTB-STEKredilendirme Kurulu tarafından kredilendirilmektedir.
İletişim:Doç. Dr. Sergülen Dervişoğlu, Tel:588 48 00 / 1714, Faks:633 48 54
26 Şubat Osteoporoz (Yöneten:Prof. Dr. Merih Eryavuz)
29-30 Nisan Tüberküloz (Yöneten:Prof. Dr. Gül Öngen, Prof. Dr.Lale Sever)
* Anestezi ve Cerrahi Açıdan Majör Ekstremite Replantasyonu Sorunları Sempozyumu, 13 Mart 1998, saat:10.00 / Armada Oteli-İstanbul, Düzenleyen:İstanbul El Cerrahisi ve Mikrocerrahi Merkezi, İletişim:Dr. Ersin Nuzumlalı, Dr. Adnan Noyan, Tel:534 82 45, Faks:532 63 29
* Otitis Media Tedavisinde Yenilikler Sempozyumu, 21-24 Mart 1999, Erzurum Palandöken, İletişim:Doç. Dr. Yavuz Sütbeyaz, Tel: 442-233 11 22 / 1686 Faks:442-218 67 82
* 1. Ulusal Aile Planlaması Kongresi, 14-17 Nisan 1999, Sheraton Hotel-Ankara, İletişim:Doç. Dr. M. Bülent Tıraş, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Tel:312-214 10 10 / 5908-5919, Faks:312-447 68 46

FORUM DOSYASI
SUNUŞ: Forum Dosyası�nın ilk tartışmasını bu sayımızda başlatıyoruz. Seçtiğimiz bir konuyu birkaç sayı boyunca irdelemeyi amaçladığımız bu yeni bölüme, �Ayın karanlık yüzü�ne bir ayna tutmaya çalışarak başlıyoruz. Birkaç yıldır üzerinde anlaştığımız, hekimlik pratiğimizde bize klavuzluk eden bir kavram var:İyi hekimlik. Hepimiz nerede, nasıl, hangi şartlarda hekimlik yaparsak yapalım; iyi hekimlik yapmaya çalışıyoruz. İyi hekimlik idealine ulaşmamızı engelleyen sayısız unsur var kuşkusuz. Çoğu da bizim dışımızda, sistemle ilgili unsurlar. Sağlık sisteminin bozukluğu, yanlış politikalar, dünya konjonktürü, sağlığa ayrılan bütçenin çetelerin bütçesi yanında sözünün bile edilememesi, özelleştirme, düzeysizleştirme... Saymakla bitmeyecek bu unsurların hepsi gerçek birer olgu. Bunlara karşı mücadele etmek, en azından bunların bilincinde olmak zorundayız elbette. Ama bizler, hekimler, hiç mi engel oluşturmuyoruz�iyi hekimliğin�önünde?Poliklinik kapılarından muayenehanelere ya da �hospital�lere uzanan yollar, zarflarda gelen giden komisyonlar, gazete sayfalarındaki reklam faciaları... Bütün bunlar, artık görmezden gelinemez bir yoğunlukta ayın karanlık yüzünü oluşturmuyorlar mı? Bir ayna tutmaya, iğneyi kendimize batırmaya ne dersiniz?

TUS İÇİN VAKA ÇÖZÜMLEMELERİ
Dr. Kadir DADAN*
VAKA1: 27 yaşında erkek hasta, evli, SSK�lı, herhangi bir risk faktörü taşımıyor.
Şikayeti:4 yıldır evli ve korunmuyor olmasına rağmen çocuk sahibi olamıyor.
Hikayesi:Özel bir hekime başvurup varikoseli olduğunu ve ameliyat olması gerektiğini öğrenen hasta, işini sağlama almak için bölgesinde bulunduğu SSKeğitim hastanesinde çalışan akrabası olduğu dahiliye uzmanına durumu açıyor. Dahiliye uzmanı aynı klinikte çalıştığı eşi ve yine aynı hastanede üroloji uzmanı bayan dahiliye uzmanına, eşinin yakını olan hastaya bakmasını rica ediyor. Bayan dahiliye uzmanı, eşinin muayenehanesinde bir randevu ayarlıyor. Hasta güvenle randevuya gidiyor. Üroloji uzmanı, teşhisi doğruluyor, 10 milyon TL muayene ücreti alıyor, ancak SSKhastanesinde şefin izin vermemesi nedeniyle ameliyatlarını bir özel hastanede yaptığını ve bu işin yaklaşık 180-200 milyon TL�ye mal olacağını söylüyor.
Soru:Hastanın en beklenen davranışı nedir?
a)Bu fiyat çok iyi olduğu ve hekim akrabası araya girdiği için güvenle hemen ameliyatı yaptırır.
b)Fiyat pahalı geldiği için hekim akrabasını pazarlık yapması için üroloji uzmanının eşine gönderir.
c)Hekim akrabasına ve SSK�lı olmasına rağmen kendisini özel hastaneye çağıran üroloji uzmanına inat, klinik şefinin muayenehanesine gider, parayı ona verir, üroloji uzmanının gözüne gire gire SSKhastanesinde ameliyatını olur.
d)Bir daha SSK�ya uğramaz, gider başka bir yerde ameliyatını olur.
e)Arena�ya telefon açar, üroloji uzmanını Uğur Dündar�a gizli kameraya aldırır.
f)Cumhuriyet savcılığına gider, akrabası dahil hekimlerin ne kadar tezgahçı olduğunu anlatır, hepsi hakkında suç duyurusunda bulunur.
g)Ne ameliyat olur, ne de çocuk sahibi.

VAKA2: 64 yaşında erkek hasta, evli, emekli, hipertansif ve diabetik.
Şikayeti:Her iki gözde görme azlığı.
Hikayesi:Bir eğitim hastanesi göz polikliniğinde katarakt teşhisi konulup 6 ay sonra ameliyat randevusu verilmiş. Hasta ilgili kliniğin şefinin muayenehanesine giderek daha erken bir tarihe gün istemiş. Şef ameliyatı kendisinin yapması halinde bunun mümkün olacağını ancak bıçak parası olarak 200 milyon TLalması gerektiğini söylemiş.
Soru: Siz aynı hastanede başka bir kliniğin şefi olarak çalışıyorsunuz ve hasta, bir yakınınız ile birlikte size geldi. Ne yapmasını önerirseniz en yanlış olur?
a)Ameliyat için altı ay beklemesini.
b)Parası yoksa 200 milyon vermesini, yoksa borç edinmesini.
c)Şefi başhekime şikayet etmesini.
d)Bu terbiyesiz herifle uğraşmayı bırakmasını, ortağı olduğunuz ya da yüzde aldığınız bir özel hastanede 150 milyona ameliyat olmasını.
e)Göz servisinin müstahdemine 50 milyon vererek ameliyatı 15 gün içerisinde olabileceğini ve bu fırsatı kaçırmamasını.
f)Hastanenin bağlı olduğu bakanlığı elinde bulunduran siyasi partinin İstanbul il başkanına gitmesini, onun bu işi halledebileceğini.

VAKA3: 49 yaşında erkek hasta, evli, 2 çocuklu, üst düzey devlet memuru, sigara dışında risk faktörü yok.
Şikayeti:Kuru öksürük, terleme, kilo kaybı (2 ay içinde 12 kilo).
Hikayesi:Tanıdıkları vasıtasıyla gittiği üniversite göğüs hastalıkları profesörü tarafından yapılan incelemelerinde akciğer Ca tanısı alan ve yapılan bir kür kemoterapi ve radyoterapiye hiç bir cevap alınamayan hasta, komşunuz olduğu için bir akşam sizi evinin çıkışında yakaladı ve ne yapması gerektiğni sordu.
Soru:Hangi yanıtınız en doğru olur?
a)Bu işler böyle olmaz komşu, bu kartı al yazıhaneme gel orada konuşuruz.
b)Vallahi, çıkmışsın profesöre, daha ötesi yok ne söylüyorsa onu yap.
c)Boşver profesörü falan, bildiğim bir hoca var, seni ona götüreyim, sana bir muska yazar hiçbir şeyin kalmaz.
d)Doğrusunu söylemek gerekirse bizde bu hastalığın tedavisi yok, ancak Amerika�da bu tür hastalarla ilgilenen doktorlar var, en iyisi bir sevk al Amerika�ya git.
e)Komşu, sen iyisi mi sayılı gününü gün et, senin için �no future�.
f) Niye üniversiteye gittin ki, sen önce sağlık ocağına git, senin için en doğrusunu sağlık ocağındaki hekim yapar.
g)Etrafında hiç öksüren, balgam çıkaran bir verem hastası var mı?

YANITLAR
1- b (Açıklama:Sıradan SSK�lı ameliyat olmak ister, indirim yaptırırsa ne âlâ!)
2- a (Açıklama:Bu öneri hastayla ilgilenmemek olur, oysa o ilgi istiyor, onun istediğini söyleyin, mesela d şıkkını.)
3- d (Açıklama:Üst düzey bir devlet memurunu, Amerika sevkinden başka bir öneri tatmin etmez. Hasta Tbc ise, Amerikalı hekimler ödedikleri yüksek tazminatların getirdiği duyarlılıkla doğu ülkelerinden gelen herkese Tbc taraması yaptıklarından dolayı hemen teşhis ederler, kaldı ki etrafında aktif Tbc�li birisinin olması da şart değildir.)
* SSK İstanbul Eğitim Hastanesi



Zıvana'dan mektup var
Dr. İbrahim GÖZÜPEK*
Yayın Kurulumuza geçen hafta adıma yazılmış garip bir mektup geldi. Sizlerle paylaşmak istiyorum. Mektup, daha önce adını hiç duymadığım, ama mektubu okuyunca gelişmekte (!)olan bir ülke olduğunu tahmin ettiğim ZIVANA�dan geliyor ve bir meslektaşımız yardım istiyor. İsteği sadece fikir bazında olmasına hatta seçenekler sunmasına rağmen ben işin içinden çıkamadım. Bana cevap yazabilmem konusunda yardımcı olursanız sevinirim. Mektup İngilizce yazılmış, yeminli tercüman çevirisi ile aşağıda aynen aktarıyorum.
Sayın Bay,
Sizden bir meslektaş olarak sıkıntıma çare bulmanızı rica ediyorum. Ülkemiz hakkında fazla bilginiz olmadığını düşünerek olası seçenekleri size aktarıyorum. Lütfen hangi yöntemin daha akılcı olduğunu, varsa sizin ülkenizden fikirleri de cevabınıza ekleyiniz. Ben uzun yıllar doktor olarak hizmet verdim. Biraz eski kafalı olduğumdan doktorların hastalarından elden para almasını bir türlü kabul edemiyorum. Sigorta sistemlerinin bu işi halletmesini ya da resmi kuruluşların veya herhangi bir merkezi otoritenin tatminkar bir maaşı periyodik aralarla ödemelerinden yanayım. Bence teşhis ve tedavinin zengin fakir ayırımı olmaz kişiler arasında bir fark yoktur. Ayrıca doktor hastasıyla karşı karşıya geldiğinde cüzdanını değil kişiyi muayene etmelidir.
Daha önce de dediğim gibi bu geri kafalılık beni bir adım öteye götürmüyor. Ben artık zengin bir doktor olmak istiyorum. Lütfen seçim yapmak konusunda ve ek görüşlerinizle bana yardımcı olun.
Ülkemde halen uygulanmakta olan yöntemler:
1- Kamu kurumları, bizde hasta kapasitesi yüksek kuruluşlardır. Burada çalışıp bol hasta görüp, çalıştığım kurumu düzeltip öveceğime kötüleyip, hastayı dışarı daha iyi bakılacağına ikna ederek (muayenehane, özel klinik, poliklinik, özel hastane vb.)özelde bol para kazanabilirim.
2- Bizdeki hastanelerde şef oldun mu seni oradan ancak ölüm ayırabilir. Bu nedenle çok sağlam kadrodur. Fazla bilgili olman da gerekmez. Hasta yatırma keyfiyeti de elimde olduğundan muayenehanemden hasta geçmeden yatış yapmayarak çok zengin olabilirim. Başka avantajlar da yok değil tabii...
3- Fazla göze batmadan bulunduğum hastanenin potansiyel hastalarından bol bol MRvb. laboratuvar istemleri, tıbbi ekipmanlar, ilaç vb. istemlerini dışarıda anlaşmalı olduğum yerlere göndererek yüzdemi cebe atabilirim. Tabi ki parayı elden alırım, yoksa banka hesapları resmi incelenebilir.
4- Resmi kurumda çalıştığım kliniğin alım işleriyle yakından ilgilenebilirim. Bölümüme mal alınırken belli firmalarla anlaşarak komisyon alabilirim ya da yurtiçi ve dışı kongreleri izliyormuş gibi yaparak tatillerimizi ailecek bedavaya getirebiliriz. Belki ikinci şık daha az dikkat çekici olur.
5- Çalıştığım resmi kurumda güzel paralar karşılığı adli rapor verebilirim. Zaten bir çoğu da haklı nedenlerle, kendi kurumları tarafından bize git rapor getir, işi çözeriz diye yönlendiriyorlar.
6- Yer kalmadı ama çalıştığım hastanenin karşısında tanı merkezleri açıp, hastane içinde çalışan sistemleri de bloke ettin mi, herkes mecburen bana gelir. Mevcut olanlarla da işbirliği yapılabilir tabii.
7- Reçetelerime belli firmaların ilaçlarını gerekli gereksiz yazayım (tabi pahalı olanlar tercih edilir)represantlar zaten beni keşfederler, işin arkası gelir.
8- Medyayı kullanayım. Adımı bir yaydım mı üfürükçülük bile yapsam para kazanırım.
9- Tıpta çözümü henüz kesinleşmemiş hastalıklarla ilgili garip yöntemlere başvurayım (bu yöntemler paramedikal bile olabilir)tabii uzun süreli tedavi planları çizeyim, hasta gitsin gelsin, zaten çözüm olmayacağı için hasta ölene kadar sövüşlemiş olurum.
10- Hastanelere tıbbi malzeme satan firmalar herhalde iyi para kazanıyorlardır, bir firma kurayım, satın alma ile ilişkileri düzelttin mi, gel keyfim gel.
Bizim ülkede aklıma gelen bazı yöntemler bunlar. Seçim konusunda bana yol göstermenizi ve en kısa zamanda cevaplamanızı bekliyorum.
Yukarıdaki metni okur okumaz şoka girdim, dilim tutuldu. Ne biçim ülke bu hiç mi halkına saygı duymuyor, hiç mi denetim yok, pes doğrusu... Benim seçeneklere el sürmeye cesaretim yok. Bizim güzel ülkemizden ve sağlık sistemimizden vereceğim akıllar bu meslektaşımıza bir katkı sağlamayacak. Varsa sizlerin değişik görüş ve önerilerini bekliyorum. * Serbest hekim

UZMANLIK ÖĞRENCİSİ (ASİSTAN) GÖZÜYLE TIPTA UZMANLIK EĞİTİMİ SEMPOZYUMU
Doç. Dr. Süha Can GÖKSEL*
29 Kasım 1998 Pazar günü, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Oditoryumu�nda, İstanbul Tabip Odası (İTO)�nın düzenlediği �Uzmanlık Öğrencisi (Asistan) Gözüyle Tıpta Uzmanlık Eğitimi Sempozyumu� gerçekleştirildi.

SEMPOZYUM�UN OLUŞUM ÖYKÜSÜ
Bugüne kadar, değişik kesimlerden hekimlerin geniş katılımı ile dört Tıpta Uzmanlık Eğitimi Kurultayı gerçekleştirilmişti. İstanbul Tabip Odası Uzmanlık Eğitimi Çalışma Grubu (UEÇG); uzmanlık eğitimi ile ilgili yeni bir sempozyumun, çalışma grubu toplantılarına katılan asistan hekimlerin �böyle bir sempozyumun asistan hekimlerce düzenlenmesi ve sempozyumda da asistan hekimlerin görüş ve düşüncelerinin ön planda değerlendirilmesi gerektiği� önerisini benimsedi. Sempozyumun düzenlenmesinde UEÇG�nun 7 üyesi görev aldı.
Sempozyum öncesinde asistan hekimlere yönelik, uzmanlık eğitimi ile ilgili bir anket çalışması planlandı. Sunuşların yanısıra 3 panel düzenlendi. Panellerde tüm konuşmalarda asistan hekimler görev aldı. Panel moderatörlüğünü de asistan hekimler eğitimciler ile birlikte üstlendi.

ANKET ÇALIŞMASI
Anket sorularının hazırlanması, dağıtılması ve toplanması UEÇGüyeleri ile birlikte hazırlık toplantılarına katılan 26 asistan hekim tarafından gerçekleştirildi. Anketler, İstanbul�da uzmanlık eğitimi veren 23 hastanede dağıtıldı. Bunlardan 885 (%39.33)�ü asistan hekimlerce doldurularak geri verildi. Anket formlarının dağıtımı mümkün olduğunca asistan hekimler veya uzmanlık eğitimi ile yoğun uğraşan eğitimciler tarafından yapılmaya çalışıldıysa da, asistan hekimlerin ankete katılımda oldukça çekingen davranmaları, kendilerini demokratik ve güvenli bir ortamda hissetmemeleri, bölüm ve hastane yönetimince yanlış anlaşılma kaygısı, ankete katılım oranını düşüren faktörlerdi.
Anket sonuçları ise oldukça çarpıcı idi. Asistan hekimlerin %35.87�si bulundukları kurumdaki uzmanlık eğitimi kalitesini yetersiz buluyordu. Asistan hekimlerin %23.6�sı, uzmanlık eğitimi yaptıkları kurumun olanaklarının, eğitimini aldıkları uzmanlık dalı için yeterli olmasına rağmen eğitim kalitesinin yetersiz olduğunu bildirdi. Kurum olanaklarının uzmanlık eğitimi için yetersiz olduğunu bildiren asistanların %23.27�si bu eğitim eksikliğini gidermek için başka hastanelere rotasyona gönderilirken, %74.65�inin bu tür rotasyonlardan yararlanamadığı görüldü. %18.4�ü bölümlerinde asistan eğitimine yönelik hiç bir seminer vs. gibi toplantıların yapılmadığını bildirmişti. Asistan hekimlerin % 72.2�sinin �asistan eğitim programı�kavramını yerleştirecek bir ortamda yaşamadıkları görüldü. %18.4�ü, uzmanlık eğitimi aldıkları dalda, tüzükte bulunan rotasyonların yapılmadığını, rotasyonların uygulandığını bildiren hekimlerin %62.73�ü ise, bu rotasyonların eğitim açısından verimli olmadığını bildirdi.
Asistan hekimlerin %92.88�ine aldıkları maaş tatminkar gelmiyordu. Maaşı tatminkar bulanlar ise �ailemle yaşıyorum�, �burs alıyorum� gibi açıklamalarda bulunmuştu. En çarpıcı verilerden biri ise asistan hekimlerin %55.08�inin geçimini sağlayabilmek için ek bir işte çalıştığını bildirmesiydi. Ek bir işte çalışmak zorunda kalan asistanların %86.41�i, bu durumun eğitimlerini olumsuz yönde etkilediğini söylüyordu.
Nöbet tutulan uzmanlık dallarındaki asistanların %11.41�i ayda 10 ve daha fazla nöbet tutuyordu. Asistan hekimlerin %91.59�unun nöbet sonrası izni yoktu. Uzman hekimlerin nöbete katılıp katılmaması ve katılım biçimleri açısından, aynı uzmanlık dalında farklı hastanelerde farklı uygulamaların olduğu; hatta aynı uzmanlık dalında aynı hastanede farklı uygulamaların olduğu izlendi. Asistan hekimlerin %45�i uzmanlık eğitimini bitirme sınavının, jürili veya jürisiz, merkezi bir yöntemle yapılmasını istiyordu.
En genel biçimiyle anket çalışmasından ortaya çıkan somut sonuç, aynı uzmanlık dalı eğitiminin (bu olgu tüm uzmanlık dalları için aynı idi)nitelik ve nicelik açısından, kurumlar, hastaneler ve bölümler arasında akıl almaz bir çeşitlilik içinde olduğudur. İstanbul�un önemli eğitim hastanelerinden birinde, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ihtisası yapan asistanların:�Üç yıldır şef ve şef yardımcımız yok, 2 uzman hekim ile sadece hastaya hizmet vermeye çalışıyoruz. Bu hizmetin nitelik ve niceliği de endişe vericidir� şeklinde eğitimci ve eğitim yoksunluklarını �feryat�düzeyinde duyurma çabalarını; maaşlarının geçimlerine yetmediğini %93 oranında bildiren asistanların �Açız aç!�bildirilerini ve buna benzer bir çok gerçeği bir kenara koyabilsek bile, iki aşamalı zorlu eleme sınavlarını geçerek -6 yıllık tıp fakültesi eğitimini tamamlayan- Dünya�da örneği pek olmayan TUS eleme sınavını aşabilen nitelikli beyinlerin, insan sağlığı ile ilgili bir eğitimde böylesine programsız, böylesine denetimsiz, böylesine harcıalem bir uygulamayı hak etmedikleri tartışma götürmez. Sağlık hizmetine doğrudan yansıyan bu eşitsizliği şüphesiz halkımız da hak etmiyor.

BİLİMSEL VE BİÇİMSEL YÖNÜYLE SEMPOZYUM
TTB tarafından kredilendirilen sempozyuma, 13 eğitim kurumundan 97 hekim katıldı.
İTO Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Orhan Arıoğul sempozyumun amaç ve hedeflerini anlatan konuşmasını yaptı.
Uzmanlık öğrencisi gözüyle uzmanlık eğitiminin değerlendirildiği anket sonuçları Dr. Ejder Akgün Yıldırım tarafından oldukça kapsamlı ve güzel bir biçimde sunuldu.
Tıpta Uzmanlık Eğitimi Kurultayları�nın yansımaları ve uzmanlık derneklerinin uzmanlık eğitimindeki rolü UEÇGBaşkanı Prof. Dr. Enver Dayıoğlu tarafından sunuldu. TTB Uzmanlık Dernekleri Koordinasyon Kurulu (UDKK)�nun kuruluşundan bu yana, bu kurulda aktif olarak çalışan ve UDKK Yürütme Kurulu üyesi olan Dr. Dayıoğlu, Avrupa Birliği�nde uzmanlık eğitimi yönetim sistematiğini anlatarak, ülkemizde uzmanlık eğitiminin özerk yapıya kavuşmasının önemini vurguladı. Ülkemizde hem uzmanlık eğitiminin iyileştirilmesi için hem de Avrupa Birliği�ne uyum sürecinde, TTBve Uzmanlık Dernekleri�nin uzmanlık eğitimi yönetiminde ağırlık kazanması yolunda, şimdiye kadar yapılan kurultayların sağladığı kazanımları anlattı.
Danıştayca onaylanan, ancak Sağlık Bakanlığı�nca yaklaşık bir yıldır yürürlüğe konulmayan yeni Uzmanlık Tüzüğü Tasarısı�nın uygulamadaki mevcut tasarıdan farkları, Uzmanlık Yeterlilik Kurulları (Board) ve yeterlilik sınavı ile ilgili bilgiler Doç. Dr. Raşit Tükel tarafından sunuldu. UEÇGve UDKKüyesi olan Dr. Tükel, yeni tüzük tasarısındaki �Tıpta Uzmanlık Kurulu�, �Eğitim Kurumlarını Değerlendirme Komisyonu�, �Uzmanlık Dalları Eğitimi ve Müfredatı Komisyonu� yetki ve görevlerini tanıttı. Bu üç kurul ve komisyonu oluşturacak üyelerin 1/3�ünün Sağlık Bakanlığı�nca seçilen, 1/3�ünün YÖKtarafından seçilen, 1/3�ünün ise TTBtarafından seçilen üyelerce oluşturulacağını ve bu sayede uzmanlık eğitimi yönetiminin yarı özerk bir yapıya kavuşabileceğini vurguladı.
�Uzmanlık eğitimi veren kurumlarda altyapı ve eğitimciler ile ilgili sorunlar�başlıklı panelde moderatörlüğü asistan Dr. Ejder Akgün Yıldırım ve Prof. Dr. Haluk Eraksoy yürüttü.
Sağlık Bakanlığı hastaneleri ile ilgili sorunları asistan Dr. Neşe Karadağ anlattı. Dr. Karadağ atama yöntemi ile yönetime gelen ve pratik anlamda dokunulmazlığı olan şeflerin eğitimci niteliklerinin ve hekimlik uygulamalarının hiçbir şekilde denetlenip değerlendirilmediğini, bu dokunulmazlığın zaman zaman uzmanlık eğitiminde, hukuki yollardan da çözülemeyen onulmaz yaralar açtığını belirtti. Sağlık Bakanlığı ve SSKhastanelerinde de, tıp fakültesi hastanelerinde olduğu gibi, başhekimlik, şeflik kadrolarının belirli süreler için ve seçimle belirlenmesi gerekliliğini vurguladı.
SSK hastanelerinin sorunlarını dile getiren asistan Dr. Gökmen İyigün konuşmasında somut bir altyapı oluşturmak amacıyla, sempozyum öncesinde, Okmeydanı SSK Eğitim Hastanesi�nde 70 asistanın katıldığı 23 soruluk bir anket yapmıştı. Anketin sonuçlarına göre, TUSgibi kimine göre dünyanın en zor bilimsel sınavını başaran, ortalama 7.2 tercih sırasıyla Okmeydanı Hastanesi�ni seçen, ülke ortalamasına göre oldukça iyi yabancı dil bilen, %34�ü akademik kariyer hayalleri kuran, seçkin, iyi eğitim almış, idealist bir hekim topluluğunun uzmanlık eğitimi için bu hastaneye başvurduğunu bildiren Dr. İyigün bu asistan kitlesinin %65�inin tekrar TUS sınavına girdiğini bildirdi. TUSsınavına girenlerin de %90�ı uzmanlık yaptığı dalı değil, hastaneyi değiştirmek amacıyla bu sınava tekrar başvurmuştu. Ankete katılanların %47�si Okmeydanı Hastanesi�ni eğitim değil, bir hizmet hastanesi olarak görüyordu.
Dr. İyigün SSK eğitim hastanelerindeki yoğun hasta kapasitesine rağmen, yardımcı sağlık personelinin nicelik ve nitelik açısından eksikliğinin, hem asistan hekimin iş yükünü arttıran, hem de eğitim için gerekli birtakım altyapı unsurlarının sağlanmasını engelleyen önemli bir faktör olmakla kalmayıp sağlık hizmetinin niteliğini de etkilediğini bildirdi. Dr. İyigün, hastanesindeki asistan hekimlerin %61 oranında belli aralıklarla sınava girmeyi ve yeterliliklerinin değerlendirilmesini isteyecek kadar kendilerine güvendiklerini ve sorumluluktan kaçmadıklarını belirterek, sorunların belli olduğu, çözümlerin hiç de uzakta olmadığı bir ortamda, koşulların iyileştirilmesi için, asistan hekimlerle eğitimcilerin ve yöneticilerin biraraya geldiği toplantıların kaçınılmazlığı vurgusuyla meslektaşlarına çağrıda bulundu.
Üniversite sorunlarını sunan asistan Dr. Edip Gürol, plansız açılan yeni tıp fakültelerinin, tıp öğrencisi ve hekim sayısındaki plansız artışın, temel sağlık hizmetlerindeki düzensizliğin TUS öncesinde aşırı bir yığılmaya neden olduğunu, bu durum önlenmezse her geçen gün daha da vahim boyutlara ulaşacağını vurguladı. Sağlığa ve eğitime ayrılan dar bütçe nedeniyle hem sağlık eğitiminde hem de sağlık hizmetlerinde ciddi aksaklık ve eksikliklerin yaşanacağını bildirdi.
Tartışmalarda birçok temel eksiklik yanında Sağlık Bakanlığı, SSKve üniversite hastanelerindeki eğitimcilerin sadece tartışılabilir sınav biçimiyle bilgilerinin ölçüldüğü, oysa eğitimcilik formasyonu kazanmaları için herhangi bir eğitim almadıkları, meslek içinde gerek bilgilerinin gerekse eğitimcilik yönlerinin hiç değerlendirilmediği vurgulandı.
�Uzmanlık Eğitimi� başlıklı ikinci panelde moderatörler asistan Dr. Nerses Bebek ve Prof. Dr. Taner Gören idi. Asistan Dr. Murat Sezer, Türkiye�de uzmanlık eğitimine girişte TUSöncesi sistemleri, yurtdışı örnekleri anlattı. TUS�un uzmanlık eğitimine girişte, TUSöncesi yığılmaya bağlı olarak, bir bilgi ölçme sınavı değil bir eleme sınavı niteliğiyle dünyada benzeri bulunmadığını vurguladı. TUSile bir çok hekimin istemediğini, hatta sevmediği bir branşta uzmanlık eğitimi yaptığını, tekrarlanan sınav denemeleri ile mevcut kadroların bloke edilebildiğini belirten Dr. Sezer bugünkü koşullarda TUS�un yine de en tercih edilebilir biçim olduğunu söyledi. Bitirme sınavları ve tez hakkında konuşma yapan asistan Dr. Özay Özdemir mevcut durumu, yurtdışı örnekler ve yeni tüzük tasarısındaki durumla birlikte değerlendirdi.
Uzmanlık eğitimi yönetimi ve asistanların yönetime katılımının tartışıldığı son panelde moderatörler asistan hekim Dr. Rana Ramazanoğlu ve Doç. Dr. Kürşat Yıldız idi. Uzmanlık eğitimi yönetimi hakkında konuşan asistan Dr. Serdar Fenercioğlu, eğitim veren kurumların şart ve özelliklerini olması gereken biçimiyle tanımladı. Tababet Uzmanlık Kurulu�nun görevlerini hatırlatarak ve ABD�deki uzmanlık eğitimi yönetimini örnekleyerek, Türkiye�de uzmanlık eğitimi yönetiminin nasıl olması gerektiğini irdeledi. Özel sağlık kurumlarının ihtisas verme hakkını sakıncaları ile sorgulayan Dr. Fenercioğlu yeni tüzük tasarısının ivedilikle yürürlüğe girmesi gerektiğini belirtti.
Dr. Sıla Aydın hekimlik pratiğinde uzmanlık öğrencilerinin yetki ve sorumluluklarını tartıştı. Bu alanda sağlıklı ve detaylı tanımlamaların olmaması, uygulamalardaki izlem ve değerlendirme eksikliği nedeniyle asistan hekimlerin yetki aşımı üst noktasından yetkisizlik alt noktası arasında hızlı geçişler yaşamak zorunda bırakıldıklarını genel örneklerle anlattı.
�Uzmanlık öğrencilerinin yönetime katılımı� başlıklı konuşmasını, İstanbul Tıp Fakültesi�nde yaptığı anket çalışmasıyla destekleyen asistan Dr. Anıl Yeşildal, asistanların %95�inin yönetime katılmak istediklerini, %62�sinin böyle bir görevde aktif rol almak istediklerini belirtti. Asistanların %85�inin böyle bir hakkın kendilerine verilmesi ile sorunların daha kolay çözüleceğine inandıklarını, %76�sının akademik kurullarda haklarında konuşulan asistanlara yanıt hakkı doğduğu için bu ortamda bulunmak istediklerini bildirdi. Ankete katılan üniversitedeki asistan hekimlerin %94�ü rektör, dekan, bölüm başkanı seçimlerinde de oy kullanmak istiyordu.
Bazı Sağlık Bakanlığı ve SSK hastanelerinde seçimle belirlenen asistan temsilcilerinin yönetime katıldığı, asistan komisyonlarının olduğu belirtilen tartışmalarda İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü�nün de öğrenci, asistan ve uzman düzeyinde seçimle saptanan temsilcileri yönetime katma girişiminin, oy kullanma yetkisi henüz verilmemiş de olsa olumlu bir süreci başlattığı belirtildi.
Tüm panellerde eğitimci moderatörler, konuşma ve tartışmalarda asistan hekimlerin aktif katılımını destekleyecek bir anlayış ve tutum içindeydi. Gerek moderatör gerekse konuşmacı görevlerini üstlenen asistan hekimler ise konuşmaları özelinde ve sempozyum genelinde bilgi birikimi, sunum içeriği ve biçimi, gerekli noktalarda diğer konuşmaları refere etme özenleri ile, çoğunun böyle bir ortamda ilk deneyimi olmasına rağmen, sempozyum süresince kusursuz bir akademik ortam yarattılar.

SONUÇ BİLDİRGESİ
Asistan moderatörler her oturumun sonunda saptamaları bir araya getirerek sonuç bildirgesini oluşturdular. Geçen sayımızda yayınladığımız Sonuç Bildirgesi Dr. Ejder Akgün Yıldırım tarafından sunuldu ve katılımcıların oybirliği ile kabul edildi. Dr. Rıfat Yücel tarafından aynı gün basına duyuruldu.
* İstanbul Tabip Odası Uzmanlık Eğitimi Çalışma Grubu üyesi



Uzmanlık Eğitimi Sempozyumu�nda �ilk�ler
� İlk kez uzmanlık eğitimi ile ilgili bir toplantı asistan hekimler tarafından yönetildi. İlk kez panelistlerin tümü asistan hekimlerden oluştu.
� Uzmanlık eğitimi ile ilgili toplantılara Sağlık Bakanlığı, SSKve YÖKtemsilcileri davet edilir, çoğu zaman da katılırlar. Genellikle de temsil ettikleri kurumun görüş ve politikalarını değil, bireysel görüş ve düşüncelerini dile getirdiklerini vurgularlar. İlk kez tüm kimliklerine ve sorumluluklarına sahip çıkan bir SSK temsilcisi olarak toplantıya aktif katılım SSK İstanbul Bölge Müdürü Dr. Hikmet Çevik tarafından gerçekleştirildi.
� İlk kez sempozyum sırasında bir radyo programı ile canlı yayında bağlantı kurularak, sempozyum değerlendirildi. Radyo Cumhuriyet�te Dr. Özcan Baripoğlu ve Dr. Rıfat Yücel�in hazırlayıp sunduğu programda, sempozyumdan Dr. Enver Dayıoğlu ile ropörtaj yapıldı.

İSTANBUL TABİP ODASI UZMANLIK EĞİTİMİ ÇALIŞMA GRUBU RAPORU- I (12 Ocak 1999)
UZMANLIK EĞİTİMİNDE ROTASYON AKSAYAN YÖNLER ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Rotasyon, bir asistanın ünvan ve yetkisini elde edeceği uzmanlık dalı için gereken bilgi, görgü ve beceriyi arttırmak için, o dalla ilişkili bir dalda bir program çerçevesinde belli bir süre eğitim görmesidir. Bu, bir asistanın uzmanlık eğitimi aldığı birim içinde yaptığı iç rotasyonlarla karıştırılmamalıdır. Tababet Uzmanlık Tüzüğü�nde her dal için yapılması zorunlu rotasyonlar ve bunların süreleri belirtilmiştir.
Rotasyonlarda aksayan yanları başlıklar halinde sıralayacak olursak:
1- Bazı dallarda olması gereken rotasyonlar yoktur.
2- Kimi rotasyonlar gereksiz ve yararsızdır.
3- Rotasyon süreleri kimi zaman yetersiz, kimi zaman da fazladır.
4- Rotasyona giden asistanın nasıl bir eğitim alacağı belirsizdir.
5- Rotasyon yapılan bazı birimlerde keyfi uygulamalar olabilmektedir.
6- Rotasyona giden asistana çoğu kez yetki ve sorumluluk verilmemektedir.
7- Kimi birimlerde asistanlar rotasyona gönderilmediği halde, rotasyona gitmiş gibi belgeler alınmaktadır.
8- Rotasyona gidecek asistan, hangi rotasyonu ne zaman yapacağını bilememektedir.
Çözüm önerilerimiz ise şunlardır:
1- Çerçevesi Eğitim ve Müfredat Komisyonu benzeri bir �üst kurul� tarafından çizilmiş �Rotasyon eğitim programı�hazırlanmalıdır. Tüm birimler bu programa uygun bir eğitim vermelidir.
2- Rotasyon, Eğitim ve Müfredat Komisyonu benzeri bir �üst kurul� tarafından denetlenmelidir.
3- Rotasyon yapılacak birimler, �üst kurul�un belirlediği asgari standartlara sahip olmalıdır.
4- Günün şartlarına göre bazı rotasyonlar kaldırılmalı ve bazı yeni rotasyonlar eklenmelidir.
5- Rotasyon süreleri ulusal gereksinimlere göre gözden geçirilerek güncelleştirilmelidir.
6- Rotasyona giden asistanın yaptığı girişimler ve diğer işler, asistan karnesine işlenmelidir.
7- Rotasyona giden asistan, gittiği birim hakkında geri bildirimde bulunabilmeli ve bu da �üst kurul�
tarafından değerlendirmeye alınmalıdır.

İŞYERİ HEKİMLİĞİNDE SÜREKLİ EĞİTİM: B KURSLARI
Dr. Özcan BARİPOĞLU*
İstanbul Tabip Odası İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği Komisyonu, işyeri hekimlerinin mesleki bilgi ve becerilerini artırmak amacıyla bir dizi eğitim etkinliği planlamıştır. Bu etkinliklerin en önemli bölümünü halen işyeri hekimliği yapan meslektaşlarımız için düzenleyeceğimiz Bkursları oluşturmaktadır.

NEREDEN BAŞLADIK?
� TTB�nin A tipi sertifika kursundan geçen 13.000�e yakın hekim vardı.
� İşyeri hekimliği sertifikalarının geçerliliği 1989 yılından itibaren sürekli eğitim koşuluna bağlı olduğu halde, 1996 yılına kadar bir sürekli eğitim olanağı sağlanamamıştı.
� A tipi sertifika kursu sırasında, akademisyenlerle ve dar maddi olanaklarla hazırlanmış organizasyonel parametreler üzerinden örgütle sıcak temasa geçen kursiyer hekim, sözleşme onayı istisna, örgütle ve örgütün işçi sağlığı alanındaki pratiğiyle ilişki ve iletişim kurabileceği bir ortam bulamadan, hatırladığı kadarıyla izole bir biçimde işyeri hekimliği faaliyetini sürdürüyor.
� TTB�nin politikalarından ve alandaki mücadelesinden hekimlerin haberdar olmasını sağlayacak kanallar azdı, dardı. İşçi Sağlığı Komisyonları, oda yönetimleri ve TTB�nin merkezi organları da işyeri hekimliği alanındaki mesleki/pratik sorunlar ve ihtiyaçları monitörize edecek mekanizmalara sahip değildi. İşyeri hekimleri tekil sorunları nedeniyle veya istihdam prosedürlerini tamamlamak üzere komisyonlarla temasa geçtiğinde sıklıkla gerilim ve tartışma ortamı doğuyordu.
� İşyeri hekimliği alanında aktif hekimlerin yaşadığı sorunlar ve iş sağlığı alanındaki örgütsel misyon çerçevesinde örgütsel destek ve dayanışma ihtiyacı vardı.
� İletişim-katılım mekanizmalarının güçlendirilmesi, zenginleştirilmesi ihtiyacı vardı.
* Hekimlerarası iletişim ve dayanışmaya zemin hazırlamak, * yaşanan tekil sorunların, örgütsel zeminde ve birlikte geliştirilen perspektif içinde tartışılarak ortak paydaların bulunmasını sağlamak, * ortak sorunlara müdahale için enerji yaratmak, yol-yordam aramak gerekiyordu.
� Örgütsel yeniden üretim ve büyüme için işçi sağlığı alanı yeni bir manivela potansiyeli taşıyordu.

NE YAPTIK?
� Oda yönetimlerinde, komisyon-kol faaliyetlerinde görev almış, özellikle işyeri hekimliği uygulamaları konusunda örgütsel birikimi ve deneyimi olan, fiilen işyeri hekimliği pratiği içinde mesleki uygulama örnekleri yaratmaya çalışan arkadaşlarımız, eğitim ve erişkin eğitimi süreçleri konusundaki bilgi ve becerilerini artırmak amacıyla, önce bir eğitimden geçtiler.
� Eğitim müfredat ve yöntemleri belirlendi.
� Her uygulama en ince ayrıntısına kadar tartışıldı, eleştirildi. Yazılı değerlendirmeler alındı.
� Kurs uygulamaları arasında eğitim içeriği ve yöntem ve araçlarını geliştirmek için tekrar tekrar biraraya gelindi.
� Adana, Tekirdağ, manisa, Antalya, Eskişehir, Mersin, Bursa, Denizli, Diyarbakır, İzmir ve Zonguldak�ta yüzlerce işyeri hekimiyle buluştuk.
� Hekimler önyargılarla, tepkilerle geldiler.
� Kurslar sırasında; TTB�nin işçi sağlığı alanında bir taraf olarak rolü, sorumluluğu, misyonu, politikaları ve perspektifleri / İşyeri hekimlerinin özlük hakları ve hukuksal dayanaklar / İşyeri hekimlerinin görev ve sorumlulukları / İşyerlerini, sağlık riskleri ve çalışmalarla gelinen nokta açısından, gözden geçirme yöntemlerini / İşyerinde sağlık kayıtlarının tutulması, veri toplanması, işlenmesi, değerlendirilmesi sorumluluğunu, araç ve yöntemlerini içeren; görsel olarak zenginleştirilmiş, yazılı materyallerle desteklenmiş sunuşlar yaptık, soruları yanıtlamaya çalıştık, tartıştık.
� Hekimlerin kendi belirledikleri sorunlar ve önceliklerle, çözüm-çıkış yollarına yönelik olarak yapılandırılmış grup çalışmaları yaptık.
� Grup çalışmalarıyla saptanan ortak öncelikli sorunlar, üretilen/paylaşılan değer, ilke ve hedefler, öneriler, talepler, ihtiyaçlar hekimler tarafından sunuldu ve yeniden tartışıldı.
� Bilenenler hatırlatıldı, deneyimler paylaşıldı.

KAZANIMIMIZ NE OLDU?
� Örgütü, örgütün işyeri hekimliği alanındaki birikimlerini hekimlerle buluşturduk.
� Hekimleri, mesleki uygulamalarında besleyecek, kendi haklarının korunmasında destekleyecek bilgilerle buluşturduk.
� Hekimleri yanyana getirdik, buluşturduk.
� Herkesin katkısı ve katılımına açık bir tartışma platformu yarattık.
� Hekimlerin sıcak sorunlarının, çözüm önerilerinin, beklenti ve taleplerinin örgütsel iç ortama, diğer örgütsel zeminlere taşınmasına aracılık ettik.
� Örgüte yönelik bilgisizliğin aşılmasına, önyargıların kırılmasına katkıda bulunduk.
� Yeni eğitim ihtiyaçlarının hissedilmesine, yeni taleplerin oluşmasına neden olduk.
� İşçi sağlığı alanında hekim sorumluluğunun yeniden hatırlanması, duyarlılığın artırılması adına bir adım attık.
� Kurslar bittikten sonra çok büyük bir oranda hekim �İyi ki düzenlediniz, böyle etkinlikleri tekrarlayalım�dedi. Her sıcak yüzyüze ilişkide olduğu gibi duyguları paylaştık.
� Eğitim/toplantı organize etme deneyimimiz arttı.
� Arzu edilmeyen gerilim ve kırılmalar yaşansa da, üretimi sürdürme ve büyüme kararlılığı taşıyan; birlikte tartışan, araştıran, iş yapan, heyecan duyan, işe sevgi katan, insani bağları güçlü bir çalışma ekibi oluştu.
* B Kursu Eğiticisi

İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği Komisyonu, yeni dönem toplantı tarihlerini belirledi. Ayda 2 kez ve pazartesi günleri yapılacak toplantıların tarihleri şöyle: 11-25 Ocak / 8-22 Şubat / 8-22 Mart / 5-19 Nisan / 3-17 Mayıs / 7-21 Haziran
B KURS TAKVİMİ: 30-31 Ocak / 22-23 Mayıs / 25-26 Eylül / 27-28 Kasım



MAI ve SAĞLIK
MAI (Multilateral Agrement on Investment)
�Çok Taraflı Yatırım Anlaşması�(ÇTYA)
Dr. Atilla ONGAN
OECD bünyesinde dünya kamuoyundan uzun süre gizli olarak yürütülen anlaşma görüşmeleri, 1998 başlarında önce Fransız sanatçıları tarafından kamuoyuna sızdırıldı. Kısa süre içinde pek çok ülkede binlerce MAIkarşıtı gruplar oluştu. Ülkemizde de çeşitli makaleler, bilgilendirme toplantıları, paneller düzenlenmekte. Odamızın da içinde olduğu çok geniş katılımlı �MAI Karşıtı Çalışma Grubu� çalışmalarını sürdürmektedir.
1- OECD bünyesinde 1995 yılından beri sürdürülen anlaşma görüşmeleri dünya kamuoyundan uzun bir süre gizlenmiştir. Görüşmelerin gizli yürütülmesi ulus devlet yasalarını ihlal anlamına gelmektedir.
2- Bu anlaşma ile ulus devletlerin rolü ve işlevleri,
3-Yasama ve yargı gibi önemli yetkiler bu anlaşma ile devletlerin elinden alınarak, ulusötesi şirketlere şirketlere devletlerin koyduğu kurallara uymama hakkı verilmek istenmektedir.
4- Anlaşmanın imzalanması durumunda, ulus hükümetleri MAIile çelişecek hiçbir yasayı çıkaramayacaklar ve 5 yıl süre ile anlaşmadan çıkamayacaklar, çıktıktan sonra da 15 yıl anlaşma hükümlerine bağlı kalacaklardır.
5- Ulus devletlerin sermaye akışını ve uluslararası ticaretini kontrol etmek amacıyla aldığı koruma önlemleri de MAI ile ortadan kaldırılmak istenmektedir.
6- MAI anlaşması çerçevesinde yapılacak yeni yatırımlar ve ulusötesi şirketlerin mevcut yatırımları, sözleşmeli hakları, fikri mülkiyet haklarını (bilim, kültür, sanat vb.) para ve ifa cinsinden hak edişleri (müteahhitlik hizmetleri vb.) gayrımenkulleri ve devlet imtiyazları ile lisanslarını (doğal kaynakları kullanma ve devlet ihalelerine girme hakkı gibi) kapsamaktadır.
7- Anlaşma yatırımcıların ve kilit personellerinin (yöneticiler ve uzmanlar) ev sahibi ülkeye kısıtsız girme ve çalışma izni almasını öngörmektedir.
8- Yatırımlardan sağlanan gelirin transferi üzerinde bütün engeller kaldırılmak istenmektedir.
9- MAI, ulus devletlerin yabancı direkt yatırımlar konusunda varolan performans kriterlerinin (teknoloji transferi, ithalat ihracat arasındaki ilişki, ülke içinde belli bir üretim, yatırım, satış, istihdam ya da AR-GE düzeyine ulaşma, ülke yurttaşlarının belli bir düzeyde işe alınması vb.) aranmamasını şart koşmaktadır.
10- Bir süredir gündemde olan, çalışma yaşamının sermaye lehine kuralsızlaştırılmasına yönelik çabalar MAIile ve meşrulaştırılmak istenmektedir.
11- Anlaşma ile madencilik, ulaşım gibi sektörler de dahil olmak üzere tüm sektörlerin yabancı sermayeye açılması öngörülmektedir.
12- MAI hükümleri ile çelişen tüm çevre standartlarının engellenmesi ve yatırıma açık tüm ülkelerin çevre standartlarının düzeyinin düşürülmesi amaçlanmaktadır.
MAI (Çok Taraflı Yatırım Anlaşması), ülkemiz sağlık hizmetlerindeki olumsuzlukların giderilmeye uğraşıldığı bir dönemde gündemimize girmektedir. Sağlığa ayrılan kaynaklarımız kısıtlı ve hizmet sunumumuz yetersizdir. Bugünlerde genel sağlık sigortası ve özel sigortacılıkla bireysel ödemeye dayanan yeni kaynaklar yaratılmaya çalışılmaktadır. Bu yolla hızlı bir birikim yaratılacağı düşünülebilir. Ayrıca sağlık sistemi, hakim politik güçler tarafından özel sektöre devredilmek istenmektedir. Sağlık, piyasa ekonomisi yolu ile tüketime ve kâra daha da çok açılmaktadır.
Bu şartlar altında, yabancı sermaye çok büyük bir ihtimalle, hatta kesinlikle check-up, ayaktan tanı merkezleri ve hastanecilik gibi kazancı yüksek alanlara yatırım yapacaktır.
Bu alanda zaten var olan olumsuzluklar daha da artacak, kaynaklar pahalı ve hızla değişen teknolojiye ayak uydurmak ve kâr yarışında geri kalmamak uğruna tüketilecektir. Lüks otelcilik hizmeti veren dışa bağımlı hastaneler zinciri oluşacaktır.
Gene MAI�nin koruması altında yabancı sigortaların yaygınlaşması beklenebilir. Sağlık sigortası - check-up merkezleri - hastaneler zinciri kısıtlı kaynakları ödeme gücü yüksek gelişmiş bölgelerde lükse yönelen bir hizmet anlayışıyla kâra dönüştürülecektir. Bu yöneliş tüketime alıştırılmış bir toplumun onayını da kolaylıkla alabilir.
MAI, yabancı işgücü kullanımını da kısıtlama getirmediğinden yönetici ve uzman (yabancı hekim)çalıştırılmasına da açıktır. Özel propaganda yolları ile -son günlerde örneklerini de gördüğümüz gibi- toplum yabancı hastanelere özendirilecektir. Uzmanlık, hatta özel üst uzmanlık alanları aşırı derecede teşvik görecektir.
Bu konularda yasaların, tabip odaları ve sendikaların karşı görüşleri MAI çerçevesinde geçersizdir. MAI, ülkemizde üretilen ve kullanılan tıbbi malzeme, araç-gereç ve donanımı da etkiler. Yabancı şirketlerin yerli üretim kullanma zorunluluğu olmadığından sağlık adı altında otelcilik donanımının bile ithal edilmesi olasıdır. Zaten az fakat giderek gelişen, hatta ihracata başlayan yerli sanayimiz özellikle sarf malzemeleri üretiminin yok olması kaçınılmazdır.
MAI�nin ilaç sektörüne olumsuz etkisi, patent yasası ile birleştirildiğinde tartışılmayacak kadar büyüktür. Çok yönlü ve çok önemli olan bu konunun ayrıca ele alınarak ayrıntılı bir şekilde irdelenmesi gereklidir. Yerli ilaç sektörümüzü çok büyük sıkıntılar beklemektedir.
Uluslararası sermayenin koruyucu hekimliğe katkısı beklenemez. Tedaviye -yatarak tedaviye- yönelik hizmetin büyük kâr getireceği hiç unutulmamalıdır. Koruyucu hekimliği temel alan ve pratisyen hekimliğe dayanan, sevk zincirli, ülke düzeyine dengeli dağılmış, her kişiye ulaşılabilen; hekim ve sağlık elemanını insanca yaşatan, kamu ağırlıklı bir sağlık yapılanması, Odamızın yıllardır savunduğu ilkedir.
Bütün eski ve yeni kaynakların, kamu planlaması eliyle halk yararına kullanılması yerine, MAI destekli uluslararası özel sisteme devredilmesi, ülke çıkarları ile bağdaşamaz. MAI, sağlık alanındaki yanlış yapılanmayı destekleyecek ve yabancı sömürüyü daha da arttıracaktır.

TOZLU SAYFALAR
Hazırlayanlar: Bediz SUNER, Ümit ŞAHİN
TRAHOM NEDEN OLUR?
Kaynak:İnsanları kör eden hastalıklardan TRAHOM, Yazan:Göz hekimi Dr. Nuri Fehmi, İstanbul �Kader� matbaası, 1930
Trahom hastalığını yapan, mikroptur. Bu mikrop, diğer hastalarınki gibi mikroskop denilen büyültücü aletlerle henüz görülmüş değildir.
Trahomun mikroptan gelme sari (bulaşıcı)bir hastalık olduğuna bir çok isbatlar vardır mesela:bir adamın bir tek gözündeki hastalığın az zaman sonra ikinci gözüne geçmesi; bir ailenin ayni zemanda muhtelif efradı arasında görülmesi; mektep, kışla ve fabrika gibi kalabalık yerlerde salgınlar yapması; ve nihayet trahomlulara bakan doktor ve hasta bakıcıların da bazan bu illete yakalanmaları gibi hadiseler, trahomun fevkalade bulaşıcı olduğunu gösterir. Bundan başka bir çok alimler, trahomlu insanların göz çapaklarını sağlam insanlara ve bazı hayvanlara (maymun ve tavşana) aşılayarak hastalığı vücude getirmişlerdir ki bu tecrübeler dahi trahomun mikroptan ileri gelme sari (bulaşıcı)bir hastalık olduğunu ispat eder.

HEKİM BÜTÇESİ BAKIMINDAN ANTİBİOTİKLER
Kaynak: Specialite, Cilt 1, Sayı 1, Temmuz 1951
�The American Mercury�den kısaltan Dr. Hayri SÖZEN
Tıb sahasına her gün yeni bir mucizeli ilaç katılıyor. Bu yeni ilaçların şifakar tesiri mahdut görülmüyor. Fakat bu üstün ve büyülü tesir hekimlerin bütçesine çevrilen bir hançer değil mi?
Hekimle şifa unsuru arasında sırf ekonomik bakımdan açılmış böyle derin bir zıddiyet şimdiye kadar hemen hemen görülmemiştir. Geçmiş günlerde pahalı ve uzun bir bakıma ihtiyaç gösteren bir çok hastalıklar bugün çok sür�atli ve ucuz bir tedaviye mukavemet edemiyor. Her yıl doktora bütçesini doldurmak imkanını veren hastalıklar serisi gitgide daha yetim bir durum kazanmasına mukabil hekimin şahsi menfaati bakımından pek az istifadeli bir şekil almış bulunuyor.
Tıb ve cerrahinin temel kolları olan burun, boğaz ve kulak hastalıkları, idrar yolları hastalıkları ve nihayet allerjiler sahası bu mucizeli ilaçların tesiri altındadır. Bugün Sulfonamidler, Antibiotikler ve Antihistaminik ilaçların kullanılması sayesinde bu temel kollardan bilhassa ilk ikisi müşterilerini kaybetmişlerdir. Nisbeten yeni olan Allerjiler sahası ise bazı arazın husufa yüz tutması dolayısiyle aynı tehlike ile karşı karşıyadır.
Bir zaman idrar yolları mütehassısları ve Oto-Rhino-laryngologiste�ler günlük ekmeklerini ve esas gelirlerini aksaksız temin edecek bir hasta kütlesi karşısında bulunuyorlardı. Belsoğukluğu, Frengi ve diğer zührevi hastalıklar doktor muayenehanesinde veya hastanede uzun ve karlı bir tedavinin devzuları idi. Burun, boğaz ve kulak mütehassıslarına gelince, her yeni kış bu zümreye orta kulak iltihapları, Mastoidite�ler, baş komplikasyonları, ağır sinusite�ler nihayet çeşitli boğaz ve burun intanlarından ibaret taze bir kazanç menbaı getiriyordu. Fakat Sulfonamid�ler ve Antibiotikler sahaya çıktıktan sonra bu türlü hastaların lehine fakat doktorların aleyhine olmak üzere hasadı bu ilaçlar toplamaktadır.
Bu ilaçların kullanılışı cerrahi müdahalenin yerini alıyor. Ve oldukça geniş bir ölçüde olmak üzere oto-laryngologie�yi de geçerek spesialiste elinden umumi tıb sahasına intikal ediyor. Hakikatte bu antibiotikler mütehassıs olmıyan bir hekime hiç yardıma ihtiyaç bırakmaksızın burun, boğaz ve kulak afetlerini tedavi etmek cesaretini veriyor. Artık mütehassıs komplikasyon alametleri belirmeye yüz tuttuğu veya çok yavaş inkişaf eden bir iyileşme karşısında kalındığı zaman konsultasyona çağırılıyor.



FORUM
İlaçta dışa bağımlılık artıyor
Dr. Erdinç ÜNAL
Ülkemiz ilaç endüstrisinde önemli aşamalar kaydedilmiş olmakla beraber eğilimler iyi gelişmelere işaret etmiyor. İlaç ticaretinde zaten düşük olan ihracatın ithalatı karşılama oranı düşüyor, ticaret açığının boyutu önemli büyüklüklere ulaşmaya başlıyor. Yabancılar son üç yıldır bu alana yatırım yapmıyorlar, yerli girişimcilerin yatırım oranı ise hayli düşük. Diğer yandan yabancı sermayeli ilaç üretimi ve ithal ilacın yurtiçi pazardaki toplam payı büyüyerek pazar payı oranlarını tersine çevirmiş durumda. Daha da olumsuzu yurt içinde üretimden çok mamül ilaç ithalatına yönelinmiş olması ve piyasanın bu eğilimi giderek artırıyor olmasıdır.
Uyarılar bu gidişin Türkiye�yi yıllık 2.5 milyar dolarlık ilaç pazarı haline getireceği yönünde. Şimdiden 1 milyar dolara dayanmış durumdaki ilaç ithalatı ülkemiz dış ticaret kalemleri içinde önemli bir rol oynamaya aday...

OSMANLI�DA ECZANE, CUMHURİYET�TE LABORATUVAR, ÇOK PARTİLİ DÖNEMDE FABRİKA
Cumhuriyet öncesinde eczanede başlayan ilaç yapımı, daha sonraları laboratuvarlarda sürdürülmüş, nüfus artışı, şehirleşme ve 1954 yılı yabancı sermayeyi teşvik kanunu gibi etmenlerle modern endüstriye dönüşmüştür. 1960 yılında yabancı firmaların sanayi bakanlığına başvurarak process patentleri almalarıyla yerli sanayi ilk patent sorunuyla tanışmıştır. Ancak 1961 yılında kurucu meclisin, Türkiye�deki ilaç ve ilaç hammaddeleri üretim yöntemlerinin (process) patent ile korunmayacağı yönündeki kararıyla ilaç sanayiinin önü açılmıştır. Endüstri 1960-70 yılları arasında hızlı bir gelişme kaydetmiştir. Küçük laboratuvarlar şeklinde üretim yapan ilaç firmaları önemli yatırımlar gerçekleştirerek bugünkü sanayiinin temelini kurmuşlardır.
Bir yandan bu gelişmeler yaşanırken diğer yandan ilaçta dışa bağımlılığı artırıcı gelişmeler de gözlenmektedir. Bağımlılığın sonuçlarının bir ulus için nelere mal olabileceğinin en çarpıcı örneği Irak deneyiminde yaşanmıştır. İster müdahaleci ister piyasacı ekonomi görüşüne sahip olsun hiç kimse bu olguya göz yumamaz.

İLAÇ SANAYİİNİN BUGÜNKÜ YAPISI
� 1980�den 1996 yılı arasındaki dönemde üretim 4.7 kat artarken, ticaret açığı 8.5 kat artmıştır. 1989�da %37.4 olan ihracatın ithalatı karşılama oranı 1996 yılında %12�ye, 1997�de %10�a düşmüştür.
� 1996 yılı itibariyle üretici fiyatlarıyla 1.7 milyar dolar, tüketici fiyatlarıyla 2.6 milyar dolarcivarında ilaç satışı gerçekleşmiştir.
� Türkiye�de 8�i yabancı, toplam 93 dolayında ilaç üretimi yapan kuruluş var. Faaliyet gösteren yabancı sermayeli firma sayısı 30. Bunlardan 22 adedi sektöre 1990 yılından sonra girmiştir.
� Yerli ve yabancı yurt içi üretim yapan firmalar, Türkiye ilaç ihtiyacının yaklaşık %90�ını karşılayabilir düzeydedir. 1996 yılında halkın ilaç gereksiniminin %87�si yurt içi üretimle %13�ü ithalatla karşılanmıştır.
� Toplam ilaç üretiminin %65 oranındaki miktarı, lisanslı üretim, yurt içinde kurulu yabancı sermayeli fabrikalardaki üretim ya da ithal edilen ilaç miktarından oluşmaktadır. Yani toplam ilaç pazarının yaklaşık üçte ikisi yabancı firmaların elindedir. Bu oranın bugünkü seviyesine geçmişten bu yana artarak geldiğini ve artış eğilimini sürdüreceğini hatırlatmakta yarar var.

AR-GE
Yeni ürün geliştirmede ve ar-ge yatırımlarında Avrupa Birliği ilaç firmaları öncü kuruluşlardır. Avrupa ilaç endüstrisinin yeni ilaç keşiflerinde çok önemli rolü olmuştur. Ancak 1961-65 döneminde %65 olan payı ABDve Japonya�nın hızı karşısında gerilemiştir. İlaç geliştirme payı 1986-90 döneminde %40�a, 1990-94 döneminde %37�ye düşmüştür.
Yerli ilaç sanayimizin bu devler arasında rekabet edebilmesi pek olası değil. Bu durumda ilaç sanayimize düşen lisans anlaşmaları altında ya da fason üretim. Kendi patenti ile üretim yapacağı olanaklara kavuşabilmesi için ürün başına 250 ile 350 milyon dolar arasında yatırım yapması gerekiyor. Ar-ge çalışmaları uzun zaman gerektiren, maliyeti ve riski yüksek çalışmalardır. Ancak global ilaç piyasasında varolmanın başka yolu da yok.

YATIRIMLAR DÜŞÜK
1984 yılında yatırımların teşvik kapsamına alınması ve ABstandartlarına uyum sürecinde GMPyönetmeliği gibi uygulamaların yürürlüğe konulmasıyla yatırımlar hızlanmıştı. Yapılan hesaplara göre ilaç endüstrisinin teknolojik gelişmelere ayak uydurabilmesi için her yıl 100 milyon dolaryatırım yapması gerekirken 1991 yılından sonraki yatırım miktarları bu rakamın hayli altında kalmıştır. Son üç yıldır yabancı yatırımcılar da yeni tesis veya teknoloji kurmamışlardır. Yabancı firmalar yurt içi yatırımdan çok mamül ilaç ithaline yöneliyor. Bunun göstergesini son ürün ve hammedde ithalatindeki son ürün lehine olan değişimde de görebiliriz. 1995 yılı için toplam ithalat içinde yüzde 22 olan son ürün oranının 1996 yılında yüzde 26�ya, 1997 yılında ise yüzde 32�ye yükselmiş olduğu gözleniyor. Bu oran 1992 yılında ise yaklaşık yüzde 18 idi. Görüldüğü gibi yabancı ilaç firmaları ya da yerli ortakları giderek daha çok hammadde yerine son ürün halinde ilaç ithal etme eğilimindedirler.
1996 yılı ile başlayan Gümrük Birliği süreci, yabancı firmaların lisans anlaşmaları yerine, özellikle iç pazara yerleşmiş olanlarının son ürün sunumuyla pazara girişlerini artırmıştır. Bu gelişmede hem Gümrük Birliği�nin ithalat rejimindeki yaptığı değişikliğin hem de ÇUŞ�ların (çok uluslu şirketler) dünya pazarlarındaki olağan stratejilerinin rolü olmuştur. ÇUŞ�lar ya da yabancı yatırımcılar başka bir ülke pazarına girerken yerli ortak ya da bayiler bulurlar. Lokal pazarı tanıdıktan ve organizasyonu kurduktan sonra bu ihtiyaçları pek kalmaz.
Sonuç olarak Türkiye�nin ilaç ithalatı artmıştır ve görünen odur ki bu gidiş yakın zamanda ülkemizi yıllık 2.5 milyar dolarlık ilaç pazarı yapmaya adaydır. Giderek artan bu payın yalnızca ekonomik sonuçlarıyla değerlendirilmemesi, stratejik yönden de uyarıcı olması gerektiği bu yazının amaçlarından biridir.



Ulusal ilaç sanayimiz ölsün mü?
Ecz. Öznur ZEYNELOĞLU
Son günlerde hep kötümser oluyoruz. Olaylar ve haberler bizi bu yola sürüklüyor. Buna karşın Türkiyemizde güzel işler de yapılmıştır. Ulusal ilaç sanayimiz, devlete yük olmadan onbinleri aşan meslektaşın, katılım payları birleştirilmiş ve en hümanist duygularla ulusal ilaç sanayi var edilmiştir.
Yerli ilaç endüstrisi, uluslararası kontrol normlarına uygun olarak ilaç üretir. Bunlar Türk ilacını güvenilir yapmıştır. İlaç sanayimizde sentez, yarı sentez ve antibiyotik üretimi de yapılabilmektedir. 1994�de elavunate potasyum üretimiyle, dünyada bu aktif maddeyi üretebilen 4 kuruluş arasına girmiştir. Yeni ilaç molekülleri bulmak için araştırma laboratuvarları kurmak aşamasındayız.
Hastalık, kaza ve savaşta yaşamsal önem taşıyan ilaç, stratejik bir maddedir. Irak, son savaşta, ulusal ilaç sanayisini yaratamadığı için, ilaçsızlıktan binlerce kişi ölmüştür.
Sağlıklı yaşama hakkı, anayasal ve insan hakları evrensel bildirisiyle kabul edilen en önemli insan hakkıdır. Dünya sağlık örgütü, mayıs 1998�de Cenevre�de yaptığı toplantıda, �21. yüzyılda herkes için sağlık�politikasını benimsemiştir. Bu bir bakıma, ilacçın herkes tarafından satın alınabilir fiyatta olması demektir.
Hal böyle iken, Türkiye�de yerli ilaç sanayi uluslararası normlara göre ilaç üretirken, 10�dan fazla dış ülkeye ihracat yapılırken, ilaçta patent yasası gündeme gelmiştir.
Nisan 1998 itibariyle, aynı formülde olan patentli ve patensiz ilaç fiyatları arasındaki farkı gösteren örnekler: Patentli Zovirax 200 tablet 6.930.000 TL, aynı formüllü ve patentsiz Asiviral 200 tb. 1.050.000 TL. Patentli Timopic 0.5 damla 2.854.000 TL, aynı formüllü ve patentsiz Timosol 0.5 damla 633.000 TL. Patentli Bactrim fort tablet 2.148.000 TL, aynı formüllü ve patentsiz Bacton 640.000 TL.
İlaçta patent, dış baskı politikasıyla dayatılırken, uluslarası anlaşmalarla sağladığımız haklarımızı olsun koruyabilmeliyiz. Avrupa Birliği�ne girmiş ülkeler bile, ilaçta patent uygulamasına hemen başlamamışlardır. Almanya, Hollanda, Yunanistan Avrupa Topluluğu�na girmesinden 11 yıl sonra, İtalya topluluğa girmesinden 25 yıl sonra ilaçta patenti kabul etmişlerdir.
15 Nisan 1994�te Fas�da Türkiye�dahil 117 ülke GATT(General Agrement Tariff and Trede)anlaşmasını imzalamışlardır. Buna göre, Türkiye�nin �10� yıl ilaçta patente geçiş süresi kullanma hakkı vardır. Bu hakkımız, dış baskılarla gaspedilmek isteniyor.
24.06.1995�te 551 sayılı kanun hükmünde kararname ile 1 Ocak 2005 yılında tıbbi ve veteriner ilaçta patent uygulamasına geçilmesi hükme bağlanmıştır. Bu anlaşmadan 3 ay sonra 22 Eylül 1995�te 566 sayılı yeni bir kanun hükmünde kararname çıkartılarak, ilaçta patent ugyulamasına geçiş 1 Ocak 1999 tarihine alınmıştır.
566 sayılı kararname geceyarısı kararnamesi olarak anılıyor. Çünkü bakanlara geceyarısı imzalatılmıştır. Çiller ve bakanlarının imzaladığı bu kararnamede �İlaç üretim usulleri ve ürünlerin korunması� cümlesi vardır. Yabancı üretimi bir ilaç, Türk ulusuna bir an önce pahalı sunmanın kararı, kapalı bir ifadeyle anlatılmıştır. Bu haksız kararın iptalini talep ediyoruz.
İlacın en büyük alıcısı devlettir. Emekli Sandığı ve Sosyal Sigortalar, ilacın fiyatını ödeyememek durumu ile karşılaşıp çökebilirler. Önlem olarak gündeme getirdikleri özelsağlık sigortası Uzakdoğu�da yüksek ilaç fiyatları nedeniyle iflas etmiştir.
Veteriner ilaçlar da patent kapsamına girdiği için hayvancılığımızda, dolayısı ile beslenmemizde de problemler doğacaktır.
Dünyada ulusal devlet anlayışını bitirip, küreselleşme sürecine geçilmek isteniyor. Sosyal devlet anlayışını kaldırıp, sağlığa ve eğitime de saldırıyorlar. Ancak Atatürkçü bilinçle ulusal değerlerimizi korumak, vatandaşlık görevimizdir. İlacı, kronolojik olarak incelersek:
1961�de ilaç hammaddelerinin patente tabi tutulamayacağı tescil edilmiştir. Bu kararın, yerli ilaç sanayinin gelişmesinde büyük faydası olmuştur.
1961 Anayasasında, Madde 49�da �devlet herkesin beden ve ruh sağlığı içinde yaşayabilmesi ve tıbbi bakım görmesini sağlamakla ödevlidir� denir.
1970yılından sonra açılan özel eczacılık fakültelerinde, iyi eczacılık eğitimi verilemedi.
1980�den sonra YÖKkurularak tıp fakültelerinde nitelik değil nicelik önemsendi.
1982 Anayasasında, sağlıkta devletin görevi sadece planlamaya indirgendi.
1984�te Anavatan Partisi iktidarında, sağlık bakanlığı, ilaç-fiyat kararnamesi değiştirilerek, bakanlığın ilaç fiyatları üzerindeki denetimi kaldırıldı. Bu uygulama örtülü bir patent getirme gibiydi.
1993�te ilaçta reklam kampanyası gündeme geldi.
1995�te 22 Eylül�de kanun hükmünde kararname ile patent uygulaması 1 Ocak 1999�a alındı.
İlaçta, vahşi kapitalizm, en sivri dişlerini gösterleye hazırlanırken, halk sağlığı adına ve ulusal ilaç endüstrimizin gelişmesi adına bu haksız kararnamenin iptalini talep ediyoruz. Bu isteğe, sağlık meslek odaları ve birlikleri, Türk-İş, Hak-İş, Tukoder 206 sivil toplum kuruluşu adına sivil toplum kuruluşları birliği (STKB)ve yerli ilaç sanayicileri derneği onay vermiştir.
Bu haksız durumun düzeltilmesi dileğimizi tekrarlarken, aşağıdaki kurumlara sesleniyoruz.
Halkımıza:Siyasi bilinç sahibi olunuz. İlacınızı pahalandıran parti ve politikacıları tanıyıp oylarınızla değerlendirme yapınız.
TBMM�ne:566 sayılı kanun hükmünde kararnamenin yeniden düzenlenmesi için çalışmalar yapınız.
Hükümete:Ulusal ilaç endüstrisini kredilerle güçlendiriniz. İlaç üretimiyle ilgili bilim politikası uygulayınız.
Basınımıza:İlaç konusunu, devamlı gündemde tutunuz.
Doktorlarımıza:İlaçların aslı veya kopyası sözkonusu olamaz. Uluslararası normlara göre üretilen yerli ilacı destekleyiniz.
Yargıya:İstanbul Eczacı Odası, 11 Mayıs 1998�de Anayasanın 148. maddesinde dayanarak, yargıya Tansu Çiller ve bakanlarının yargılanması için suç duyurusunda bulunmuştur. Yasalara göre gereğinin yapılacağını biliyor ve bekliyoruz.

Hekim ve hastane ücretleri
Dr. Ali Haydar YEDEK
Birçok değişik meslek sahibi insan ister yazar-çizer takımından ister sanatçı kesiminden olsun, �Önce insan, sonra ...� diye başlayan kitaplar yazmıştır. Hekimlik mesleği için de aynı söz geçerli değil midir?Hangi birimiz �Önce insanım, sonra hekimim� demez? Önce insan, daha sonra hekim olmanın bir biraz ayrı, bir değişik gururu varır. Bu değişiklik toplumda hekime karşı ayrı bir yer verir. Hekim olan ya da olmayı seçen herkes bu yazılı olmayan durumu bilir.
Hekimlerin de insan olarak bir takım gereksinimleri vardır. Bunun için yaptıkları iş-hizmet karşılığı para alırlar, üç günlük dünyada geçinmeye çalışırlar. Daha deneyimli meslektaşlarımıza göre eskiden �hekimlikle zengin olunmaz� diye genel bir kanı yaygınmış.
Bu değerli kanı globalleşmeye başladıktan sonra değişime uğradı, yozlaştı. Dünyanın küçülmesiyle ve teknolojinin tıbbın tüm alanlarına çok yoğun bir şekilde girmesiyle değil sadece hekimler, diğer işadamları da hekimler ve sağlık hizmetleri aracılığıyla zengin olmaya başladılar. Bir taraftan sevindirici karşılanabilecek bu durum diğer taraftan bakılınca acı verici görülebilmektedir.
Türk Tabipleri Birliği hekim onurunu ve mesleki durumunu korumak amacıyla hekimlik yaparak yaşamlarını sürdüren insanların alacakları ücretleri bir kurala bağlamaya çalışmaktadır. Üst sınırı serbest bırakılan bir tarife değişen ekonomik göstergelere paralel olarak her yıl katsayılarla düzenlenmektedir. Üst sınırının olmaması her hekimin kendi becerisine kendisinin karar verebilmesini ve verdiği sağlık hizmetinin niteliğinin de parasal karşılık bulmasını sağlamak içindir. Diğer taraftan hiçbir ücret almadan da sağlık hizmeti vermek hekimliğin ayrı bir gururudur.
Her konunun aşırısına kolayca kaçabilen toplumumuzun sağlık konusundaki en belirgin örneği İstanbul�daki manyetik rezonans cihazlarının sayısıdır.
Toplumumuz dünyaya açılmaya başladıktan sonra turizmin ne büyük bir potansiyel olduğunu anladı. Beş yıldızlı oteller birden çoğaldı. Başlangıçta herkes memnundu. Turistler geliyor, para getiriyor, herkes geleceğe güvenli bakıyor, ortalık güllük, gülistan görünüyordu. Arada sırada fiyatların fazla tutulmaması gerektiğini yazanlar, söyleyenler çıkmasına karşın bu insanlar oyunbozanlıkla suçlanıyorlardı. Zaten kimsenin onları dinlediği yoktu. Turizmcilere dericiler, halıcılar, kebapçılar, kuyumcular katıldı. Bir ara arap turistler bu vurgundan olumsuz olarak paylarını aldılar ve birkaç yıl içinde Türkiye�yi boykot ettiler. Zamanla çalışmayan oteller, kapanan dericiler, hiç satamayan halıcılar, vitrinleri giderek sönen kuyumcular artmaya başladı. Geçtiğimiz yaz turistik yörelerimizde ağlamayan hiç kimse yoktu.
Dikkatle bakan göz biraz gecikmeli olarak sağlık sektörünün de aynı yolda olduğunu görecektir. İstanbul�da �Türkiye�nin kar amacı gütmeyen tek özel hastanesi�olduğunu yazılı olarak belirtip en yüksek fiyatlarla çalışan hastane bulunduğu gibi Türk Tabipleri Birliği Asgari Ücret Tarifesi�nin yarısı (belki de daha düşük)ücretle sağlık hizmeti veren hastane ve hekimler de bulunmaktadır.
Konunun en can alıcı yeri ise hastanın durumuna değil, bilhassa turistik bölgelerde hastanın uyruğuna göre değişik fiyat politikası uygulanmasıdır. Bir hastane sorumlusu çıkıp �Biz bu ülke insanına bu, diğer ülke insanına diğer tarife uyguluyoruz� diyebilmektedir.
Her ne kadar doğru bulmasam da güncel olduğu için yazıyorum:Son günlerde �İtalyan malı satmıyorum� diyen bir mağazayı hoş görebilirsiniz. Ama �İtalyan hastayı tedavi etmeyeceğim� diyen Türk hekimi bulunacağını herhalde hiç kimse düşünemez. Fakat Türk insanından şu kadar para, Rus hastadan bu kadar, Japon�dan, Alman�dan bu miktar alırım diye fiyat saptayan hekim ve hastaneler var. Gün gelir bu hekim ve hastaneler otelcilerin, derici ve halıcıların durumuna düşerler endişesi içindeyim. Aynı sağlık hizmeti için uyruğuna göre değişen tarife uygulayarak �Nasıl olsa sorun çıkarmadan ödüyor�düşüncesiyle normal kabul edilebilecek ve Türk hastaya uygulanan ücretlerden üç, dört, beş, hatta on katı ücret alan meslektaşlarımı ve hastaneleri uyarmanın hem hekimliğe hem de Türk turizmine hizmet olacağını düşünüyorum.

TIPİK
Herşey bir kırmızı şeker biberle başladı
Dr. Bekir SONAT
Yağmur yağıyor bizim buralarda /Yer gök inliyor yıldırımdan. /Elektrik kesilecek diye korkuyorum /Aslında kesilse de biraz çıkıp dolaşsam diyor içimden bir taraf...
Sonra beklemeden böyle bir mazereti - giyinip çıktım. /Çıkmazdım belki ama kanserli bir hasta komşumun iğnesini yapmam lazım... /Yaptım... Ben yaşlarda bir kadın... Over ca+kemik met. Şansı varsa 2 yıl...
Köyünden çay getirmiş -gerek yoktu- kızdım... /ama darmadağındı - geri çevirsem daha ayıp olurdu... /Çevirmedim... Eminim ki en güzel çaylarındandır... /Hani şu iki sene beklettikten sonra içmek için...
Islandım azıcık - kır çiçeklerinin gazinosuna varana kadar. /Kuruyayım diye ocakbaşında davlumbazın altına girdim. /Ve işte herşey böyle başladı.
Aslında hiçbir şey yemek istemiyor canım. /10 gündür cigara-çay-iştah bırakmadı. /Ama 3 tane kırmızı - etli şeker biber duruyor ocağın yanında. /Aklıma sirkeli - sarmısaklı mezesi geldi...
Hani bir zaman tarifini vermiştim ya burada...
Attım onları kömürlerin üzerine... /Aslında bunun yanında patlıcan da közlemek lazım... /Varmış lokantada, durulur mu?
Sarımsakları hep çiğ atardım üzerine - bu sefer öldürerek denemeli. /1 baş da sarımsak attım közlerin içine...
Bir güzel kokmaya başladılar ki... /Rakı içmek geldi içimden... /Buz var mı diye sordum önce... /Malum, köylük yerde herşey her an bulunmaz... /Yokmuş ama bulurlarmış... /Niye ki dediler? /Rakı içecektim dedim. /Ne o çalışmıyo musun bu akşam dediler? /Buldular...
Bardağın içine full buz doldurup üzerine rakı çektim... /Ne güzel kokuyor meret /Dudağımda kah anason - kah buzlu su... /Ocağın ateşi vuruyor yanağıma... Dışarıda yağmur yağıyor...
Közlenmiş etli biberleri soydum - Öldürülmüş sarımsağı soydum. Patlıcanı soydum. /Yüzdürecek kadar çok çiçekyağı - Zeytinyağı yokmuş lokantada... /Kırmızı pul biber - azıcık tuz - bolca limon sıktım üzerine... /Birkaç dal maydanoz, -sanki merasim çelengi gibi-, öldürülmüş sebzelerin üzerine...
Bazen basitliğin güzelliği hiçbiryerde yoktur...
Yağmur yağıyordu. /Ondulin çardakta tıpırdayıp duruyor Lalo�nun İspanyol kapriçyosu ritmiyle... /Bahçedeki asmaların yapraklarından damlıyor... /Surların üzerinde ay kendini göstermek için bulutlarla mücadele ediyor.
Herkes yemeklerin güzelliğinden bahseder be dostlar... /Oysa kimse düşünmez, damakların ne kadar hazır olduğunu!?! /Patlıcan hiç böyle patlıcan olmamıştı - rakı hiçböyle anason - biber böyle kömür tadında... /Bir kovalamaca ağzımın içinde bir senfoni ki - sevişirken bile bu kadar keyif almamıştım hiç. /Her şey kendi tadında - kendi renginde - kendi kokusunda... /Hepsi birarada ama hiçbiri karışmıyor birbirine... /İnsanlar - dostlar da böyle olmalı işte... /Önemli olan herkesi kendi kişiliğinde - kendi güzelliğinde kabullenmek - sevebilmek...
Aklıma ölmüş dostlarım geldi... Şimdi nemli bir toprağın içinde böceklerin kemirdiği. /Ama bir zamanlar kahkaha olan - gözyaşı olan Ömer Abi�m ille de... /Kadehimi masaya vurdum - şerefe senin için de güzel abi�m... Erken ayrıldın ziyafetten... /Sen olsan kalkıp oynardın böyle keyifli olduğunda... Benim içimden geldi ama yapamadım... /Adam mıyım ki ben Ömer abim...
Kahve yapalım mı doktor bey dediler... /Garson kız ayrılmış işten... /Kahve dediğin genç kız elinden içilmeli... /Yok dedim... /Eve gideceğim, - işim var... /Biter mi bilgisayar programcısının işi?
Ev leş gibi sigara kokmuyor nedense? /Çay poşetini açtım... Mutfak çay koktu - ev çay koktu... /Şimdi ben bunu demlemez miyim... /İşte kaynıyor mutfakta su... /Dostlarım,, bir zaman,, çaya beklerim...

MÜZİK-KİTAP VE DİĞERLERİ
Kitap: Bilinen bir sokakta kaybolmak
İlk kez bir arkadaşımın Yeşilköy�de bir kırtasiye dükkanından aldığı hediye sayesinde tanıştım onunla. �Sen okudun mu?� diye sordum arkadaşıma. �Hayır, sen bir oku, ilginç bir adama benziyor� dedi.
Vapurla karşıya geçerken ufak ufak karıştırmaya başladım kitabı, ve gece sabaha erdiğinde bir serüven yaşadığımı farkettim.
İnsanlar, içe dönük, hayatlarını kendilerine özgü yaşayan, kırılgan, nev-i şahsına münhasır, �unique� tipler.
Bu insanların gerçek hikayeleri, çocukluğa dönüş, mahalleli yaşamı ile gerçeküstü bir tarzın yoğrulduğu öyküler. Ne kadar sınırda yaşadığımızı hatırlatan bir yazar.
Ancak kasabalara has ya da daha çok kasabalarda fark edilen türden aykırılıklar manzumeleri, yine kentin kahreden çılgınlığı ve hoyratlığı içinde kaybolan yaşamlar, iflah olmaz yalnızlık rapsodileri.
Her bir öykü bir yol hikayesi, her kişi bir yolcudur belki de. Kah bir kaçış olabildiğince uzaklara, dönmemecesine; kah bir içsel yolculuk, ne zaman biteceği kestirilemeyen.
Her bir öykü, el değmemiş bir hüzün.
Hani bazı anlar vardır, yüzünüzde sıcak bir gülümseme belirir ama, yine de boğazınıza birşeyler düğümleniverir.
Öyle bir şey işte.
Adı: Cemil Kavukçu
Uzak Noktalara Doğru, Yalnız Uyuyanlar İçin, Bilinen Bir Sokakta Kaybolmak ve nihayet Dönüş adlı kitapların yazarı. Can Yayınları�ndan.
İlgilisine duyurulur.
Dr. Özcan BARİPOĞLU

Kitap:Bardanadam
Murtaza Gürkan�ın mizah yolculuğu 16 yaşında Gırgır ve Fırt dergilerinde mizah öyküleri yazarak başladı. 1961 yılında İstanbul�da doğan Gürkan, Oğuz Aral�la Gırgır ve Fırt dergilerinde; Müjdat Gezen�le GÜM�de (Güldürü Üretim Merkezi); Cumhuriyet Gazetesi spor sayfasında; Avni, Dıgıl, Panik ve Makara dergilerinde mizah yazıları yayımlandı.
Gürkan, Dıgıl dergisinde çalışırken Türkiye�de (özellikle İstanbul�da, bugünkü kadar olmasa da)bir bar patlaması (!)yaşanmaktaydı. Yazarımız da bu patlamadan üzerine düşeni almış ve kendini bir anda barların ortasında bulmuştur. Beyoğlu�nda o bar senin bu bar benim bir ajan gizliliğinde gözlemiş(!), bir müfettiş titizliğinde teftiş yapmış(!), bir müşteri gibi fiyatları incelemiş(!) ve herşeyden önemlisi bir mizah yazarı bakışı ile yaşadıklarını betimlemiştir. Gürkan�ın bir özelliği de yaşadığı her olayı yazmasıdır, yakın arkadaş çevresine duyurulur... Bar yazıları yazarken kendini özellikle de karaciğerini feda etmiştir(!) Hatta Oğuz Aral, Murtaza alkolik olmasın diye Dıgıl dergisinin yayın hayatına son vermiştir.
Bir gazetedeki bar eleştirmeni ile dalga geçmek adına 4-5 yazıyla başlayan bar yazıları, daha sonra yazı dizisine dönüşmüş ve sonuçta da bir kitap olarak karşımıza çıkmıştır.
Bardanadam, bir duble rakı, beyaz peynir ve bol muhabbetle okunabileceği gibi, bir şişe köpek öldüren kırmızı şarap ve Amasya elmasıyla veya bir bardak buzlu iskoç viskisiyle oldukça rahat okunabilir. Yani Murtaza Gürkan, her türlü içki kültürüne maydanoz olmuş ve işini fazlasıyla iyi yapmıştır. Bardanadam�ı okudukça ufkumuz genişledi.
Bardanadam, Murtaza Gürkan, 160 sayfa, 1998
Dr. Halis DOKGÖZ

Tiyatro önerileri
Misyon:Bir Devrimi Anmak
İstanbul Şehir Tiyatroları tarafından sahnelenen �Misyon� sezonun en iyilerinden biri, Brecht�in öğrencisi ve Berliner Ensemble�ın son dönemine damgasını vuran Heiner Müller�in oyununu Müller�in bir öğrencisi sahneye koyuyor.
Fransız Devrimi�nin ardından bir köle isyanı örgütlemek için Karayipler�e �görevli�gönderilen üç devrimcinin ekseninde yiten bir devrimin, ihanetin, zorunlulukların izi sürülüyor. Zorlu bir dil, dinamik bir sahneleme, emek isteyen bir izleme serüvenini sevenlerin, daha doğrusu tiyatroyu sevenlerin kaçırmaması gerekiyor.
Ayrıca kaçırmayın:
� Martı, A. Çehov (Kent Oyuncuları)
� Bir Casusa Ağıt, G. Tabori (İstanbul Devlet Tiyatrosu)
� Yalınayak Sokrates, M. Anderson (Dostlar Tiyatrosu)
� Carmina Burana, C. Orff (Bale, İstanbul Devlet Opera ve Balesi)
� Palyaçolar, Leoncavallo (Opera, İstanbul Devlet Opera ve Balesi)
Ve eğer yolunuz Ankara�ya düşerse,
� Mutlu Son, B. Brecht (Ankara Devlet Tiyatrosu).

Festivalsever meslektaşlarımıza yılın eksiksiz festival takvimini sunuyoruz. İstanbul�da festival mevsimi, ilkbahar yüzünü göstermek üzereyken başlar ve yıl sonuna kadar bir-iki aylık yaz arası dışında bütün hızıyla sürer. Festival trafiğinde başınızın dönmemesi için bu takvimi başucunuzda bulundurmanızı öneriyoruz. Müzik, sinema, tiyatro, güzel sanatlar ve kitap ile dolu bir yıl dileğiyle...



BİZE GELENLER
1977�lilerin 20. yılı
Dr. Mustafa BOZ*
20 yıl önce ne vardı? Yine bir devri şeamet! Herşey yeniden yıkılıp, yeniden yapılıyordu. Eskiler yanlış, yeniler doğru haydi sil baştan.
İşte memleket bu karışıklıklar içinde tozdan dumandan ferman okunmazken, bizler yeminimizi içten ederek hayata atılmıştık. Tıbbımızda 20 yılda neler değişti? Faal bir şekilde bu işin içinde olmamıza rağmen, hasta hekim ilişkilerinde; ne tek tek, ne de ülke çapında köklü bir değişikliğin farkında mıyız?
Hastalar yine sabaha karşı hastane kapılarında doktorunu aramaya başlıyor. Her tarafta bir yığılma, ilgisizlik, yılgınlık ve bıkkınlık. Çok şey daha bozularak, yanlışlar kural, doğrular yasal desteğine rağmen ayaklar altında! 100 yıl sonra yine aynı şey:�Kanun diye kanun diye kanun tepelendi.�
Batıda tamamıyla hizmetin ve kurumların daha iyi yürütülmesine yönelik olan özelleştirme akımını; kişileri daha da zengin etmek, devletin yani toplumun binbir zahmetle ortaya koyduğu birikimlerini ve kaynaklarını bu yöne kaydırarak, resmi kurumları çökme noktasına doğru hızla götürmektedir. Diğer taraftan bu kurumlarda her ne sebeple olursa olsun, toplumumuzun çıkarı ve genel doğruları yönünde, insan sağlığı konusunda ciddi bir uygulama ve başarılı bir sonuç ortaya koyamamaktadır. Her seferinde yeni bir pratik çözüm arayışında olan siyasilerimizin son harikası sağlık sistemimizin hızlı bir şekilde özelleşmesidir. Dolayısıyla sil baştan. Zaten bir türlü yol alamayışımızın nedenlerinden biri, ikide bir değiştirilen rotalarla insanların şaşırıp aynı yerlerde dolanıp durmasıdır. Bir tekerlememizde olduğu gibi �Dön baba dinelim...�!
Diğer taraftan ülkemizdeki bu sağlık keşmekeşinin tek sorumlusu hekim değil, hatta hiç değildir. Çünkü hekim, yani gündelik pratiği yapan, sağlık savaşının cephesindeki, sağlık düzenleninin tüm dünyadaki temel birimi hekim yoktur, ya da yok edilmiştir. Onun görevini çok çok zenginmişiz gibi, aslında referans olması gereken, uzmanlar yüklenmiş durumdadır. Ancak o da asli görevini yapamadığı için (dalıyla ilgili bilimsel çalışma, tıbbi pratik ve tekniği geliştirme, kendini yenileme)hızla zayıflamaktadır. Ve herkes büyük bir süratle ve �jungle� yarışıyla, çok yanlış olarak piyasaya tahvil edilebilen olan akademik ünvanlara dağru koşmaktadır. Aslında bunlar doğrudan gündelik pratikle ilgili olmayıp, bilimsel araştırma, öğretim yeti ve becerisiyle ilgili olarak öğretim kurumunun uhdesinde kalır. Uluslararası bir skandala giden ve milyonları bulan üniversite kapısındaki yığılmalar eğitim çıkmazımızı, 30 bini bulan hekimin %5 olasılık için yığıldığı TUSkapısındaki sağlık eğitimindeki açmazımızı simgelemektedir. Üç büyük şehirde yeni açılmaya başlayan TUSdersaneleri, belki de bu konudaki ayıbımız ve yüz karamızdır. Bütün bunların üstüne konuşuyoruz, bol bol konuşuyoruz. Ne konuşuyoruz, naneli maydanoz! Temel konuyu es geçip ayrıntıyla uğraşıyoruz. Nedir esas konu? Değişmeyen gerçek! Memleketimizin gereksinimine uygun dört dörtlük bilgi ve beceri donanımıyla, sağlık sisteminin temel birimi olan hekimi yetiştirmek. Ve hekimliğin yüksek kişilik ve karakterini, deontolojisini sevgi, saygı ortamında diyalog kurumlarıyla olgunlaştırmak. Özelleştirme akımından alacağımız, belki de, hekimin şahsında muayenehaneciliği de katarak sağlık başvuru basamaklarının özgürce çoğalmasını sağlamak olmalı. Ancak her çeşit hekim ücretleri arasında denge sağlayarak ikili çalışmaya engel, amekanvari tröstleşmenin önüne geçilmelidir.
20 yılda sonuç, yine bir Anadolu özdeyişinde dediği gibi:�Derdim binbir iken, binbeşyüz oldu.� 20 yıl öncesine özlem duyan arkadaşlarımızı resimde görüyorsunuz. Herşeye rağmen içten bir beraberliğin neşesini ve zevkini Akçakoca�da birlikte yaşadık. İşte hepsinin isimleri, geriye kalanlar düzenin çarkına yapışıp kalmış, debelenip duruyor ve bir yerlerde koşuyorlar.
Beni tekrar arasına kabul eden İstanbullu tabiplerin sevgi ve saygı ocağı İTO�suna teşekkürlerimle, tüm devre arkadaşlarım ve ilgili meslektaşlarıma saygılar sunarım.
İyiniyet ve özveriyle yaptığım özeleştirilerin başlıca amacı Türk tıbbı ve tıbbiyelisinin ulusal ve uluslararası ortamda layık olduğu yeri almasına yöneliktir.
* Vakıf Gureba Hastanesi, İç Hast. Kliniği

DÜNYA FORUMU
UGANDA: Ölüm her zaman tam köşe başında
Fred KAVALIER*
Çeviri: Bedrettin YILDIZELİ
Güneybatı Uganda�daki Mbarara Hastanesi�nde yatmakta olan astımlı genç Rwanda mültecisi, nefes almaya uğraşıyordu. Gerekli tedavi yapılmaz ise bir müddet sonra yaşam savaşı vereceğini biliyordum. Bu durum 3. sınıf tıp fakültesi öğrencilerine, astım�ı öğretmek için ideal bir fırsattı.
Battaniyenin altına saklanmış, açılmamış bir kutu salbutamol inhaler bulduk. İntravenöz aminofilin infüzyonu bitmiş, ancak intern ve hemşireler umursamaz durumdaydı. Hastayı inhaler kullanmaya teşvik ettik, fakat ilk denemesi astımı tedavi etmekten çok, uçan böcekleri öldürmeye yönelik gibi idi. Daha önce de kötü inhaler teknikleri görmüştüm; fakat bu kadar kötüsünü hiç görmemiştim. Bunun üzerine boş bir plastik su şişesi buldum ve İsviçre ordu çakımla altına bir delik açtım; inhaler böylece bunun içerisine girebildi. Anında bir �spacer�imiz olmuştu ve birkaç puff�dan sonra gencin �wheezing�ikaybolmuştu. Bir öğrenciye, gece boyunca hastaya bakmasını rica ettim. Şundan kesin emindim ki; düzenli salbutamol ile hasta sabaha kadar daha iyi olacak ve öğrenci de kritik bir hastanın bakımı hakkında çok şey öğrenecekti.
Sabah servise geldiğimde, Rwandalı hasta �status asthmaticus� durumuna geri dönmüştü; inhaler ve spacer hiç bir yerde bulunamıyordu ve öğrenci de sabah vizitimize katılmamıştı. Yanlış olan neydi? Merak ettiğim, zeki bir tıp öğrencisinin, astımlı bir hastanın bakımına neden katılamayışı idi.
Astım�ın modern tedavisi 1990�ların yaklaşımıdır ve Mbarara�daki hastane ile tıp fakültesi, imkanlar ve araçlar bakımından, 20. yüzyılın sonlarından onyıllar öncesinde bulunmakta idi, daha çok 1950�ler gibi; belki de neden buydu.
Fakat daha önemlisi, tıp öğrencileri dahil birçok Ugandalı, modern tıbbın hastalıkları tedavi edebileceğine ve yaşamı uzatabileceğine daha yeni ikna olmuşlardı. Gördüklerine inanmayı tercih ediyorlardı: Ölüm her zaman tam köşebaşında idi; en umulmadık bir anda gelmeyi bekliyordu.
Uganda�ya, bir aylık tatilinde tıp öğrencilerine eğitim vermek için gelmiş Londralı bir genel pratisyen için, kendimi zamanda geri gitmiş gibi hissedip, birinci ve üçüncü dünya tıpları arasındaki açığı nasıl kapayacağımı merak ettim. 1990�ların Uganda�sındaki tıp öğrencisi bu şartlarda nasıl öğrenebilirdi? Geleneksel geçmişten, bilimsel geleceğe nasıl bir sıçrama yapabilirdi? Karaciğer fonksiyon testleri yapamadan sarılığın sebebini bulmak, ya da mikrobiyoloji departmanı yardımı olmadan enfeksiyonları tedavi etmek?Öğrencileri ana aletleri beyinleri, elleri ve steteskopları idi. Hastalar Mbarara Hastanesi�ne geldiklerinde, ölmeyi bekliyorlar, öğrenciler de hastaların ölmesini izliyorlar. Elbette, çünkü onlar, yaşam beklentisinin düşük, çocuk ölümlerinin yüksek ve ölümün sık olduğu bir çevreden geliyorlardı. Sanırım bu sebeple, astımlı bir hastaya gönüllü olarak bakmakta olan genç adam görevi sırasında ortadan kayboldu. Herhalde bir değişiklik yapabileceğine gerçekten inanmıyordu.
Mbarara�daki öğrenciler, bazı yönlerden şanslıydılar. Eğitim hastanesindeki hastaların tamamı ciddi şekilde hastaydı ve fizik bulguları çok zengindi. Hastayı muayene etmek, ders kitabı okumak gibiydi. Öğrenci iken dalağı hissetmek istiyorsan, hastayı sağına çevirip, derin nefes alıp vermesinin istenmesini öğrenmiştim. Eğer şanslı iseniz, büyümüş dalağın ucunu kostal sınırın altından hissedebilirdiniz. Uganda�da -kronik malaryadan dolayı- bazı dalaklar o kadar büyüktü ki, yatağın ucundan onları görebilirsiniz.
Mbarara�daki tıp fakültesi 7 yaşında ve bu yıl 50 yeni doktorun mezun olması ümit edilmekte. Mbarara�da sadece bir ana cadde bulunmakta, başkan Yoweri Museveni�nin evine yakın olduğu için burası Uganda�nın ikinci tıp fakültesinin yeri olarak seçilmiş. Yeni okulu kurmakla görevli kişilere verilmiş kayda değer bir bütçe mevcut değil. Yaklaşık 200 yataklı eğitim hastanesi 1950�lerde devlet hastanesi olarak inşa edilmiş ve o tarihten bu yana çok az değiştirilmiş. Servisler Florence Nigtingale tipinde:Dikdörtgen odalar ve demir karyolalar. Kumaş ile örtülü samandan olan yataklar geçen yıl ishal ve kusan bir hasta için uygun olmadığı için, plastik ile örtülü köpüğe temizlenmesi daha kolay olduğu içindeğiştirilmiş. Hastalar yataklarda yatmakta, hemşirelik hizmetinin büyük bir kısmını sağlayan yakınları ve aileleri ise yerde yatmaktalar.
Mbarara�daki öğrenciler batıdaki doktorların sadece kitaplarda okudukları hastalıkların, teşhis ve tedavilerini öğrenmekteler. Malarya, tüberküloz, HIVinfeksiyonu,pnömoni, romatizmal ateş, piyomiyosit, menenjit ve dizanteri heryerde. (Bana Londra�da ne tür hastalıklar ile uğraştığımı sorduklarında, zamanımın büyük çoğunluğunu üst solunum yolu infeksiyonları ve �psikolojik�problemleri olan hastalarla geçirdiğimi kabul etmek, beni utandırmıştı.)
Uganda�daki tıp eğitimi geleneksel 5 yıllık İngiliz eğitimine dayandırılmış. İlk 2 yıl preklinik, sonraki 3 yıl ise klinik eğitim ile geçmekte. Mbrara�daki 4. yılda kırsal alandaki sağlık merkezlerinde halk sağlığı eğitimi yapılmakta.
Öğrencilerin birçoğu doktor olacakları için oldukça heyecanlılar. Bir kısmı fakir köy yaşamından geldiğinden, bu durumun kendileri gibi fakir olan hastaları anlamakta büyük bir avantaj olduğunu söylemek gerek. (Bir hela çukurunun dibinin simsiyah olduğunu bilirseniz, hastaya dışkısında parazit görüp görmediğini soramazsınız.) Bütün öğrenciler temiz ve ütülü beyaz önlükler giymekte. Önlüklerini ve steteskoplarını inanılmaz bir onurla taşımaktalar. Mbarara�daki 3. yıl öğrencileri yaklaşık 16 kişilik gruplar halinde 4 kısma bölünmüşler (dahiliye, cerrahi, pediatri ve kadın-doğum). Temel bilimleri iyi anlıyor, kitaplara ulaşmak için büyük zaman harcıyorlardı. Öğrenimin büyük kısmı ezbere dayanmakta, kitapta yazılı olan ile hastanede bulunan arasında uçurum var. Öğrencilerin tümü bir karaciğer absesini teşhis etmenin en iyi yolunun ultrasound olduğunu bilmekte; fakat eğer bir hastanın ultrasound incelemesine ihtiyacı var ise elindeki nakit para ile özel bir kliniğe gitmesi gerektiğini de bilmekte. Hastanenin ultrasound makinesi aylardır bozuk.
Mbarara Hastanesi�ndeki imkanlar oldukça ilkel. Klinik laboratuvarlar geniş olmakla beraber, az sayıda teknisyenin hafta içi günlerin sabahları birkaç test yaptıkları boş odalardan oluşmakta. Öğleden sonra odalar daha da boşalmakta. Teknisyenlerin bir kısmı Mbarara�daki özel kliniklerde çalışmak üzere kayboluyorlar. Hematoloji departmanı sadece hemoglobin, beyaz küre sayımı ve lökosit formülü çalışmalarını yapabilmekte. Mikrobiyoloji departmanının verebildiği tek servis aside dirençli basil için rutin Ziehl-Neelson boyaması. Kültür yok ve antibiyotik duyarlılığına bakılmıyor. Radyoloji departmanı ise bazen doğru film çekebilmekte.
Tıp fakültesinin kütüphanesi, birçoğu satış tarihleri üzerinden yıllar geçmiş olan kitaplar ile dolu. Bunların birçoğu yabancı doktorlar ve hayırsever vatandaşlar tarafından bağışlanmış. Bir çok belirsiz, tarihi geçmiş dahili ve cerrahi kitaplar bulunmakta. British Medical Journal, The Lancet, New England Journal of Medicine ve Journal of the American Medical Association gibi kullanılmayan, indeks ve sayfaları kayıp, düzensiz dizili dergiler raflara yığılmış durumda bulunmakta. Kitap ve dergi teminini geliştirmek için herhangi bir strateji ortada gözükmemekte. İnternet�in Mbarara�ya geleceği söylenmekte, fakat ben bu yönde bir kanıt göremedim. Uluslararası telefon görüşmesi yapmanın bile zor olduğu Mbarara�da, web sayfalarında sörf yapmak olanaksız bir hayal gibi durmaktadır. Hastane�nin servis ve yan odaları kırık malzemeler ile dolu:Denge kolu olmayan tartılar ve civası olmayan tansiyon aletleri. 60 yatağı da infekte çocuk ile dolu olan pediatri servisinde hastalara ait ateş çizelgesi bulunmamakta.
Uganda�ya gittim, çünkü yıllık iznim süresince gelişmekte olan dünyada bir ayımı harcamak istedim. Gelişmekte olan ülkelerdeki tıp eğitimini ilerletmek amacındaki bir yardım kuruluşu olan Tropikal Sağlık ve Eğitim Birliği�nin (The Tropical Health and Education Trust -THET) başındaki Prof. Elderly Parry, tıp öğrencilerini eğitmek için Mbarara�ya gidebileceğimi önermişti. Tropikal tıbbı hakkında bir tecrübem yoktu, fakat University College London Medical School�da geçirdiğim 7 yılda kamusal bir kurumun eğitimprojelerinde görevliydim ve bu sebeple Ugandalı öğrencilere yararlı birşeyler verebileceğimi düşünmüştüm. Gelişmekte olan ülkelere giden birçok ziyaretçi gibi öğrettiklerimden çok daha fazlasını öğrendim.
* LANCET, Volume 352, Number 9122, Saturday 11 July 1998. p 141-142


Bu HABERİ Paylaş!