28 Nisan İş Cinayetlerinde Ölenleri Anma/Yas ve Kalanlar İçin Mücadele Günü
- Nisan 28, 2013
- 2948
Odamızın da bileşenleri arasında yer aldığı İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nce bu yıl meslek hastalığı temasıyla düzenlenen 'İş Cinayetlerinde Ölenleri Anma/Yas Günü' etkinliği için 28 Nisan 2013 Pazar günü saat 15.00’da İstanbul Tabip Odası’nda gerçekleştirildi.
Etkinliğe emek-meslek örgütlerinden birçok temsilcinin yanısıra iş cinayetlerinde hayatını kaybedenlerin adalet arayan yakınlarının da bulunduğu 150 kişi katıldı.
İş cinayetlerine karşı Yangın Kulesi
Toplantıda ilk olarak açılış konuşması ve içerik sunumu için Aslı Odman söz aldı ve şunları söyledi: “Bugün ikinci kez 28 Nisan gününde çalışırken canını ve sağlığını kaybedenleri anmak için buradayız. Geçen sene de hayatını kaybedenlerin yakınlarıyla birlikte bir anma gerçekleştirmiştik. Bu günü herhangi bir fihriste yazılıp kaybolması için değil; bundan sonra iş organizasyonları yüzünden canını kaybedecekleri kurtaracak bir anma, farkındalık günü olsun diye örgütlemeye çalışıyoruz. Burada hayatını kaybedenlerin yakınları var, mühendisler, doktorlar, akademisyenler, gazeteciler var. Bizler engellenebilir acıların bir daha yaşanmaması, son bulması için bilgi ve belge üretmeye çalışıyoruz. Önümüzdeki dönem de meslek hastalıklarından hasta olan ve ölenlerin hakları için birşeyler yapmaya çalışacağız. Dünyada 260 bin insan çalışırken 2 milyon insan da meslek hastalığından ölüyor. Türkiye’de ise iş kazasından ölenler 1700 kişi, meslek hastalığından ise yalnızca 10 kişi ölmüş. Bu durum Türkiye‘de meslek hastalıklarının kayıt altına alınmadığı anlamına geliyor. Bugün asbesti ön plana çıkarmak istiyoruz. Bununla ilgili bir bilinçlendirme kampanyasını öngörüyoruz. Önümüzdeki dönem sanayi suçlarının önüne geçilmesi için çalışacağız. Türkiye‘de asbest çimentolu su boruları alınıyor. Toplam 6 buçuk milyon binanın yıkılacağını ifade eden bir kentsel dönüşüm hamlesi yaşanacak. Burada bunu söken işçiden etrafında oturan kişilere kadar herkesi etkileyecek…”
Aslı Odman konuşmasının ardından katılımcıları; başta geçtiğimiz günlerde Bangladeş’te 8 katlı bir iş merkezinin çökmesi sonucu ölen 350 işçi olmak üzere, önlebilir iş kazalarında hayatını kaybedenler için 1 dakikalık saygı duruşuna çağırdı.
Sihirli Mineral Katil Toza
İkinci olarak Uluslararası Asbestin Yasaklanması için Ağ (IBAS) Koordinatörü Laurie Kazan-Allen söz aldı. Kazan-Allen’ın konuşmasında şunları dile getirdi: “Bugünkü konumuz hepimizin bildiği gibi sihirli mineralden katil toza dönüşen bir madde: asbest. Yüz yılı aşkın süredir asbest son derece yaygın olarak kullanılan popüler bir mineral oldu. Sihirli mineral takma ismi oldu. Asbestin benzersiz bir kimyasal bileşeni ve fiziksel özellikleri var ve bu anlamda tüm üretimlerde uygun bir hammadde oluyor. Otomotivden, çatı kaplama malzemelerine, yangın malzemelerinden yalıtım malzemelerine her yerde kullanılıyor. Bu özellikleri nedeniyle asbest altın yumurtlayan tavuk haline gelmiş durumda. Ancak asbestin kullanıldığı her yerde hastalık ve ölümlerin de olduğunu görüyoruz. Asbest ölümlerinin ilk dalgası aslında asbest madenciliğinde çalışanlarda ve asbestli malzemelerin üretildiği yerlerde çalışan insanlarda görüldü. Hastalığın ikinci dalgası asbest içeren ürün kullanan işçiler arasında görüldü. Üçüncü dalgası ise öğretmenlerde, hemşirelerde ve bulunduğu mekanda asbest kullanılmış olan insanlarda görüldü. Bu hastalık, salgının her evresinde, bu dalgalara ek olarak asbestle çalışan insanların çamaşırlarını yıkayan eşlerini, asbest fabrikalarının yakınında oturanları da etkiledi. Şimdi Avustralya’da asbestle mücadele edenler ikinci dalgadan bahsediyorlar. Kentsel dönüşümlerden etkilenenler ve asbest söküm sanayinde çalışan insanlar... Şimdi küresel trajedinin insani yönünden bahsetmek istiyorum sizlere. Bu gördüğünüz Jung Ji Yul, kendisi Kore’de asbestle mücadele edenlere önderlik ediyor. Gene gördüğünüz Hanric Africa küçük bir çocukken Güney Afrika’da asbest çıkarılan bir madende çalışmış. Maden alanındaki sınıf mücadelesine de önderlik etmiş bir işçi. Gene arkamdaki fotograf Alice Jefferson kendisi İngiltere’de bir asbest alanında çalışmış. Tv’de gördüğü bir tartışmadan etkilendi ve politize oldu. Gene bir başka kurban Sao Paulo’da bir asbest fabrikasında çalışan bir işçi. Aldo Vicentin kendisi burdaki asbest karşıtlığı örgüte öncülük etti. Bunlar asbestten kaynaklanan kanserden ölenlerin ilk dalgasıydı. Şimdi ikinci dalga. Fried Harvey, ABD'deki bir tersanede donanma elektirikçisi olarak çalışıyordu. Asbestten etkilenen işçileri savunuyordu. 89’da kanserden öldü. Sanahiro Nakamura, eşiyle bir Japon marangozunu görüyoruz. Kendisi Japonya’da asbest kurbanları ve ailelerinin kurduğu örgütte yer aldı. O da öldü. Şimdi üçüncü dalga kurbanlara bakıyoruz. Luisa Minazzi İtalya’da bir okul müdürü, asbeste maruz kaldı. Kendi bulunduğu kasaba ve şehirdeki asbestin temizlenmesi için çaba sarfetti ve o da öldü. Howard Williams Kanadalı bir kamu çalışanı, çalışırken asbeste maruz kalmış biri, asbestin denetlenmesi için mücadele etti. Geçtiğimiz sene öldü.
Şimdi de dolaylı olarak asbestten kaynaklanan ölümlere bakalım. Fransua Jonckheere, kendisi Belçika’da evine yakın olan fabrikanın bıraktığı asbestten hastalandı. Bu şirkete karşı bir dava başlattı ve açtığı dava ölümünden 11 yıl sonra kazanıldı. Çünkü eternit firması suçlu bulundu. Bugün bu trajediye bakarken göreceğimiz son isim Jaoang-nim Lee. O da çocukluğunda yaşadığı Kore’nin en büyük asbestli çimento fabrikası yakınlarındaki evde mezotelyoma hastalığına tutuluyor. Kore’de asbest karşı örgütte mücadele verdi. 2011 yılında öldü ve benim de çok yakın arkadaşımdı. Bu öyküler ve yüzler ortak özelliklere sahipler. Bu insanların hiçbiri daha önce asbestin hasta edeceği konusunda uyarılmamıştı. Ve hiçbirine asbestin yaratacağı maruziyetten kurtaracak materyal sağlanmamıştı. Bu insanların hepsi öykülerinin anlatılmasını istediler. Ve gazetecilerle, fotografçılarla, belgeselcilerle işbirliğiyle öykülerini anlatarak hastalığa neden olan fabrikalara dava açarak ve çeşitli mücadelelerle başka insanların asbestten ölmemesi için çaba harcadılar ve gene bu insanlar bu öykülerini paylaşarak statükoya meydan okumaktan korkmadılar. Asbest kullanan fabrikaların sahip oldukları finansal güce rağmen hastalananların kamusal yüzü olmaya çalıştılar. Onların amaçları bizim amaçlarımız olmaya devam ediyor. Asbeste karşı bilinci yükseltmek, maruziyetlere engel olmak ve başkalarının ölmesini engellemek.
Türkiye bir asbest kullanıcısı ve ihracatçısı idi. 1940’larda başlayan ve 2010’da asbesti yasaklayan yasaya kadar kullanılan asbest miktarı 1 milyon tona yakın miktardaydı. 2007 ile 2010 yılları arasında Türkiye tam bir asbest ihracatçısı oldu. Bugün kendi vatandaşlarına asbestin üretimi ve kullanımı sağlık tehdidi olarak hala var. Asbestin yasaklanması sadece o bölgede kullanımı sınırlıyor. Aslında ortadan kaldırılması lazım. Türkiye’de kullanılan 1 milyon ton asbest on milyonlarca insanı etkileyebilir ve hepsi durdukları yerde kalıyorlar. Ve bu asbest restorasyon çalışmalarıyla birlikte buralarda çalışan kişiler için hem de çevredekiler için ciddi bir tehdit haline geliyor. Bu binalar iyice yaşlandıkça, asbest sökümü yapılmadan yıkılması asbestin havaya karışmasına neden olacak ve sonuçları daha ağır olacak. Türkiye’de geçen yıl kabul edilen yeni kentsel dönüşüm kanunuyla, asbest sorunu çözülmeden yıkımlar yapılırsa çok büyük sorunlar çıkarabilir. Sağlık Bakanlığı’nın bir asbest kontrol eylem planı var. Bu durum hükümetin de asbest tehlikesini dillendirmek açısından bir ihtiyacı dikkate aldığını gösteriyor. Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı asbest sorununun çözümünde işçilerin, işçi akrabalarının, aktivistlerin, sendikaların, doktorların, akademisyenlerin katılımı önemlidir. 10 yılı aşkın süredir uluslararası asbestin yasaklanması örgütü çözüm için işbirliği içinde çalışmalar yürütüyor. Elimizdeki bilgileri güncellemek, asbestçilerin yaptıklarına karşı doğru bilgi üretmek için çok sayıda etkinlikler düzenleniyor. Elimizdeki bilgiler de çeşitli metinlere ve ortak insiyatiflere dönüşüyor… Bugün 28 Nisan İş Kazalarında Ölenleri Anma Günü ve ikinci kez bu anma gününde bugünün önemi, meslek hastalığı kurbanları ve aileleri, sağlık örgütleri ve diğer insanlar tarafından vurgulanmış oldu. Ben de bugün eylemlerinize katılmaktan dolayı onur ve mutluluk duyuyorum…”
Dünyada kanserlerin %10’u meslek hastalıklarından kaynaklanıyor
Üçüncü olarak meslek hastalıklarına dair genel bir çerçeve sunmak için Dr. Coşkun Canıvar söz aldı. Dr. Canıvar’ın konuşmasında şunları dile getirdi: “Ben bugün genel bir çerçeve sunmaya çalışacağım. Meslek hastalıkları hayatımızı ne kadar etkiliyor ve işçi sınıfının gündeminde iş kazaları ve meslek hastalıkları gündem oluşturabiliyor mu? Meslek hastalıkları işçi ölümlerinin görünmeyen yönü aslında. Meslek hastalıkları işçi ölümleri açısından daha büyük bir önem içeriyor. Türkiye’de 2011 yılında sadece 10 işçi meslek hastalıklarından dolayı hayatını kaybetmiş. Türkiye’de meslek hastalıkları verileri gerçeğe uygun değil. Dünyada kanserlerin %10’u meslek hastalıklarından kaynaklanıyor. Ülkemizde ise her yıl 15 bin insan meslek hastası olması gerekirken veriler gerçeği yansıtmıyor. Gündelik yaşadığımız birçok sağlık sorunu aslında çalışırken kazanılıyor. Tarım işçilerinde görülen cilt ve akciğer kanserleri, göçmen işçilerde kötü barınma koşullarında yaşamak, tekstilde kulak problemleri, sağlık çalışanlarında yaygın bel ve boyun ağrıları, psikolojik problemler, inşaatta birçok meslek hastalığı söyleyebiliriz, eğitimde öğretmenlerin kronik faranjit ve kas iskelet sistemleri rahatsızlıkları, metal işkolunda akciğer ve nörolojik hastalıklar, işitme kaybı, ev içi kadın emeğinde kas iskelet ve kimyasala bağlı ciğer hastalıkları, çağrı merkezinde işitme problemleri, göz problemi, kas iskelet sistemleri… Erken yaşta çalışmaya bağlı birçok meslek hastalığına maruz kalabiliyoruz. Kapitalist üretim ilişkileri yaşadığımız meslek hastalıkları ve ölümlerinin temel sebebi. İşçi sağlığı ve iş güvenliği sınıf için ne anlam ifade ediyor ve ne kadar gündem veriyor önemli…”
Gizlenen salgını ortaya çıkaralım
Dördüncü olarak Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nden Prof.Dr. İbrahim Akkurt söz aldı. Akkurt’un konuşmasında şunları dile getirdi: “Temel slogan ‘gizlenen salgını ortaya çıkaralım’dır. Yılda 160 milyon meslek hastasının olduğu yönünde bir tahmin var dünyada. Resmi rakamlara göre bu çok daha az. Meslek hastalıklarına bağlı 2 milyon insanın öldüğü bir dünyadan bahsediyoruz. Bu salgın nasıl gizlendi, gizleniyor? ILO uluslararası alanda meslek hastalıkları ve ölümleri hakkında ilgili ilk örgüt ve 1919 döneminde ortaya çıkıyor. ILO’nun temel felsefesi madene girenlerin sağlıklı bir şekilde dışarı çıkması amacıyla ortaya çıktı. ILO’nun temel felsefesi işçi-işveren-devlet erkine işin sağlıklı olması için ortaya çıktı. Ancak bu böyle devam etmedi. Tozlu işlerde çalışanların belirli bir süre ile kontrole girmesi gündeme geldi. Bu ikinci koruma olarak adlandırıldı. Ancak bu yeterli olmadı ve hekimlerin direkt olarak bu işe müdahil olmaları ve çalışma ortamını mutlak olarak sorgulayacak konuma getirmeleri ve bu yapıldığı takdirde işçinin ölümünün engellenebileceği ortaya kondu. Bu doğru bir yaklaşımdı. Fakat bu yaklaşım artık iflas etti demektedir ILO.
ILO'nun paradigma değiştirmesinden bahsediliyor. Bir yasal tanı sarmalı ile sarılmış olan sistemin dönüştürülmesinin gerekliliği. (1970'ten sonra Bakanlıkların dönüşümleri, sağlık tanımının değişmesi ve bir şekilde hekimliğin devreye sokulmasının gündeme gelmesi.) İşi ne olursa olsun hekimin karşısına gelen işçinin mağduriyetinin giderilmesi. Bununla ilgili olarak Bakanlıkların tıbbi meslek hastalıkları tanı sisteminin düzenleme ve denetlemelerinin gerçekleştirilmesi. Yasal meslek hastalığı tanısı hekim sorgulamadığı takdirde malül kaldığı ile kalmaktadır. Tanı koyulduğu takdirde sisteme girilebiliyor, ancak sayı bunların çok üstünde. Meslek hastalığı tıbbi tanı sistemi arttıkça sisteme giren sayı da artacaktır. AB'nin rakamlarında çalışanların % 8-10'una kadar tıbbı meslek hastalığı tanı sistemi uygulanabilmektedir. Sağlık Bakanlığı sistemi oluşturması halinde sistemin alt yapısı zaten uluslararası örgütlerin hazırladığı şekilde konulandırılabilmektedir. Yasal tanı zordur ve sigortacılık mantığıdır. Sigorta birşey öder ve ödediğini diğerinden tazmin edebilecek bir tanıklar sistemi geliştirir. Bu ciddi ve sıkıntılı bir süreç yaratmaktadır. Sigortacılık kurumunu tamamı ile devreden çıkarmak gerekirken, bizde bu sistem giderek derinleştiriliyor ve hekime rücuya kadar gider bir dramatik bir sistem meydana geliyor… Asbestte meslek hastalıkları diğerlerinden çok farklı degildir. Ama bir o kadar da farklıdır. Örneğin ortaya çıkma süreci 30-40 yılı bulabilmektedir. Ülkemizde de 2010 yılında yasaklandı ancak şu ana kadar üretilen miktar son derece ciddidir. Türkiye çevresel bir asbest mezarlığıdır denildi ve çalışmam onun üzerine yayınlandı… Çok ciddi ve zor bir durum. Meslek hastalıkları tanı sisteminin kesinlikle sağlanması gerekmektedir. Bazı ülkeler bunu bir şekilde yapmaya çalışıyorlar. Ülkemizde asbest de meslek hastalıkları da çok ciddi bir durum. Kesinlikle meslek hastalığı tanı sistemimizin değişmesi gerekiyor. Asbestin milyon kat korkuncu geldi. 2 trilyonluk pazar 3 trilyonu geçti. Bebek elbiselerinden, losyonlara kadar girdi nanopartikül. Asbest solunum yoluydu, nanopartikül ise daha fazla şekilde kana işleyebiliyor… Kazan-Allen, Canıvar ve Akkurt’un sunumlarından sonra kısa bir soru-cevap kısmı gerçekleşti…”
Daha sonra Dr. Nejat Yazıcıoğlu İşçi Sağlığı Hizmet ve Araştırma Ödül Töreni’ne geçildi…
Yapılan konuşmaların ardından, Odamızca her sene düzenlenen “Dr. Nejat Yazıcıoğlu İşçi Sağlığı Hizmet ve Araştırma Ödül Töreni”ne geçildi.
Ödül töreninde söz alan İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Ali Çerkezoğlu şunları söyledi: “Duyarlı herkesin bu tip etkinliklerde ve mücadelede yer alması gerekiyor. 28 Nisan’ı bir mücadele günü haline getirmemiz gerekiyor. Toplumsal bellek açısından yasını da tutmamız gerekiyor. Bu bağlamda biz de Oda olarak; İşçi sağlığı mücadelesinin 1981 yılında, en zor dönemlerde, darbe döneminde öncülüğünü yapan Dr. Nejat Yazıcıoğlu adına işçi sağlığı için çaba sarfedenlere ödül veriyoruz… Bu yılın Dr. Nejat Yazıcıoğlu Hizmet Ödülünü -mesleki deneyim ve akademik çalışmalarında başından beri işçi sağlığını öncelemesi, bu alana katkı sunması, başta pnömokonyozlar olmak üzere kaynakçılık, pamuk ipliği işçiliği, termik santral, döküm işçiliği gibi bir çok işkolunda çalışma yapması ve bunları yayın olarak kamuoyu ile paylaşması nedeniyle- Prof. Dr. İbrahim Akkurt hocamıza veriyoruz.,, Yine Dr. Nejat Yazıcıoğlu Hizmet Ödülümüzü -çalıştığı hastanenin meslek hastalıkları hastanesi olmasındaki katkıları, Zonguldak bölgesindeki pnömokonyozların teşhis ve tedavisinde gösterdiği çabalar, mesleki pnömokonyoz vakalarıyla ilgili çok sayıda çalışmasını tıp kongrelerinde tebliğ ederek yayınlaması, maden işçilerinin toza karşı maske kullanmaları için ısrarlı ve sonuç alıcı başarılı çalışmalar yürütmesi ve pnömokonyoz okuyucu kurslarındaki eğiticilik görevi nedeniyle- Atatürk Üniversitesi’nden Dr. Metin Çelikiz hocamıza veriyoruz.”
Ödülü alan Dr. Metin Çelikiz kısa bir söz aldı. Çelikiz: “Ben emeğin başkenti olan Zonguldak’a 30 yıldır hizmet ediyorum. 1982 yılında mecburi hizmet için gelmiştim. Dünden bugüne neler oldu değineceğim. Geldiğimde tamamen kötü koşullarda çalışan işçiler vardı, yavaş yavaş öldükleri için, medya da etkili değildi. 10-14 kişilik koğuşlarda sırayla öldüler, silikozis komplike vakalardı. 263 kişi grizu patlamasından ölmüştü, onların hepsinin kimlik tespiti için tek tek uğraştım. Bu süreç beni işçi sağlığı ve meslek hastalıklarına yöneltti. Bir AB projesi vasıtasıyla Türkiye’de 40 derece sıcakta, madende tuğla ocaklarında çalıştıklarını gördüm çocukların. Daha sonra seramik fabrikalarını inceledik. Özel sektör bu konuda çok kötü durumda. Meslek hastalıklarında devlette çalışanlar sadece haklarından yararlanabiliyor. Özel sektörde ise işsiz kalma korkusu hakim…”
Ödül töreninin sonunda Dr. Nejat Yazıcıoğlu’nun oğlu Kağan Yazıcıoğlu söz aldı. Yazıcıoğlu: Babamın burada isminin geçmesi bizim için önemli. Babam bu işin mücadelesinde çok emek verdi. Kendi hayatında da bunu yaşadı, sol kolunun neredeyse sakatlanmış olduğunu hatırlarım. Babama sorduğumda kolunun böyle 6 ay asılı kalması gerektiğinin ama hiçbir zaman vaktinin olmadığını anlatırdı. Hayatının sonuna kadar böyle yaşadı ve o kadar rahattı ki durumdan biz bile kanıksadık. Bunun aynı zamanda bilinçlenme açısından da önemli olduğunu düşünüyorum.”
İş cinayetlerinde yakınlarını kaybeden işçi yakınlarının ve işçi arkadaşlarımızın deneyimlerini aktardığı iş cinayetleri ve meslek hastalıkları üzerine forum
Ödül töreninin ardından forum bölümüne geçildi. Forum başlarken Aslı Odman; etkinliğe katılan kurum ve kişilerin isimlerini saydı.
Bu bölümde ilk sözü Van Bayram Otel’de hayatını kaybeden Cem Emir’in kardeşi Sinem Emir aldı. Emir: “Emeği geçen, meslek hastalıklarında ölenlere duyarlı olanlara teşekkürler ediyorum. Yaşananlara iş cinayeti diyoruz ve her ayın ilk pazar günü Galatasaray Lisesi önünde Vicdan ve Adalet Nöbeti tutuyoruz. Bizim gibi olan ailelerin ceza davaları var, adaletin tecellisi için duruşmaların hepsine gidiyoruz. Bizi destekleyen hukukçular ve Bir Umut Derneği var. Suskun vicdanlara seslenmek için vicdan diyoruz. Sadece otelin sahibi tutuklu, bakanlar ve valiler yargılamaya konu olmadı. Biz iki kere bu konu için Adalet Bakanı’nın yanına, meclise gittik. Adil yargılama için ama hiç bir şekilde yanımızda olmadılar ve üstünü kapatmaya çalıştılar. Bizler meslek hastalıklarını da çalışmalarımıza dahil ettik. Bir Almanak çıkardık ve içinde iş cinayetlerinde ölenlerin hikayeleri anlatılıyor. Bunları kendi dilimizle anlattık, işverenin ağzıyla söylenen ifadelere yer vermedik. Biz para kazanmak için çıkarmadık, bu kitabı herkes okusun diye çıkardık. Meslek hastalıkları ve iş cinayetleri bir bütündür. Herkese teşekkür ediyoruz, yanımızda olmanızı istiyoruz. Davalarla birlikte yaptırımlar oluyor ancak takip etmemiz peşini bırakmamamız gerekiyor…” dedi.
İkinci olarak sözü Esenyurt Davası avukatlarından Berrin Demir aldı ve şunları söyledi: “Tazminat davalarına öncelik vermiyoruz. Bizim için olan asıl olan ceza davaları ve kamusal sorumluluk. Davaların kamuoyunda yer alması için, bilinçlenme için takip ediyoruz. Bu davalarda meslek örgütleri ve sendikalardan destek bekliyoruz. Bir baskı unsuru olarak hep birlikte olduğumuz zamanda yargı önünde daha görünür oluyoruz. Meslek örgütlerinin bu konuda daha fazla duyarlı olması gerektiğini vurgulamak istiyorum.”
Üçüncü olarak sözü Çağrı Merkezinde Çalışanları Derneği'nden Seçkin aldı. Seçkin şunları dile getirdi: “Türkiye'de 50 bin kişi çalışıyor bu sektörde. Sesimizi yoğun olarak kullandığımız için modül kaynaklı ses kısılması ve ses tellerinde ağrı yaşıyoruz. Çoğu zaman mola vermeden konuşmadığımız için oluyor. Kulaklık kullandığımız için işitme kaybı yaşayabiliyoruz. Monitör karşısında çalışıyoruz ve göz ve baş ağrısına neden oluyor. Aynı anda 600-700 pc’nin olduğu bir radyasyon alanında çalışıyoruz. 50 ile 600 arasında kişinin çalıştığı mekanlardayız. İşverenler sadece kendi şirket doktorlarından rapor almaya müsaade ediyor. Bu da hastalıkların herkese yayılmasına neden oluyor. Biz hastalıklarımızla ilgili doktorlara gittiğimizde faranjit hastalık değil bizde, boynumuz ağrıyor deyince su torbası koy çalış deniliyor. Çağrı merkezinde yabancılaşma demek sosyal anlamda yok olmaya götürüyor. Bizlerin sosyal ilişkilerini kullanarak para kazanıyorlar. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yönetmeliği ile bu işkolu riskli meslekler grubuna alındı. Bu yönetmeliğe işverenler karşı duruyor. İşkolunda sendikal örgütlenme anlamında engellemeler yaşıyoruz. Hem sendikal ve hem de işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda mücadele ediyoruz. www.gerceğecagri.org adlı internet sitemiz bulunuyor.”
Dördüncü olarak sözü Makina Mühendisi Ertuğrul Bilir aldı. Bilir: “Bizler meslek hastalıklarının ve iş kazalarının istatistiklerinin devlet kurumlarından bağımsız olmasını bir talep haline getirmeliyiz. Sosyal Güvenlik Kurumu giderlerini azaltmaya çalışan bir kurumdur. Dolayısıyla kayıt tutmakta yanlışlıklar oluyor. Biz bunun talebini oluşturmalıyız. Ben işçi sağlığı ve iş güvenliği meselesinin çalışma saatleriyle talep haline gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Bugünkü vurgular yine bize bir hatırlatma, o da iş kazalarında hepimiz somut, ani ve acıtıcı bir olayla karşılaştığımızdan, iş kazalarını gündemimizde daha fazla tutuyoruz. İSİG Meclisi olarak meslek hastalıkları konusunda daha fazla çalışmamız gerekiyor” dedi.
Kimya Mühendisleri Odası’ndan Onur Gökulu ise şunları dile getirdi: “Son başvuru tarihi 11 Mayıs olan, Petrol-İş ve Deri-İş ile birlikte İSİG konulu bir karikatür yarışması düzenledik, başvuruları bekliyoruz. Ben iş güvenliği uzmanı olarak çalışıyorum. Biz Haziran ayında çıkan kanunu konuşmayı unuttuk. 1-10 işçi çalıştıran işyerleri için İSİG firmalarından teklif bekliyorlar geçende ÇSGB sitesinde ilan gördüm. Bu kanunu Meclis olarak yine gündem etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Yeni İSİG sistemi değişmiş durumda, herkes OSGB açmanın peşine düşmüş durumda…”
Son olarak sözü Aslı Odman aldı ve etkinlikten genel olarak beş sonuç çıktığını belirtti:
1- İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin ani ve daha görünür iş kazaları dışında neredeyse tamamen yok farzedilen meslek hastalıklarının tanınması konusunda öncü bir rol üstlenmesi. Su boruları, kentsel dönüşüm ve asbest haritası çıkarma gerekliliği. Türkiye’de 1 milyon ton asbest tüketilmiş, İngiltere’de toplamda 6 milyon ton ve buna karşılık senede 4 bin çalışan hayatını kaybediyor. Bu resimden ortaya çıkanlar görünür hale getirilmeli…
2- Meslek hastalıkları tanısının konma meselesi tazminattan, sigortacılıktan çıkarılmalı; sağlıkcılara bırakılmalı…
3- Bilirkişi raporları. İş kazaları için bilimsel olmayan raporlar vermeyenler etik süreçten geçirilmeli, odalar bu konuda bir örgütlenmeye gitmeli…
4- Meclisin bilgi, belge ve bellek ve buluşma alanı rolünün altının çizilmesi…
5- Ceza davasında müdahilliğini elden bırakmayan tüm ailelere elden gelen tüm donanımla destek olunması…