Kuru Otlar Üstüne...
- Hekim Sözü Ocak-Mart 2024
- 542
Nuri Bilge Ceylan yine bir taşra filmi ile karşımıza çıkıyor. Film neredeyse sonuna kadar kar teması altında işleniyor. Daha önceki filmlerinde olduğu gibi bu filminde de defalarca izlenebilecek ve her izleyişte farklı yanları ile tesir edebilecek bir eser yaratmış NBC. Yine taşra, taşradaki yalınlık ve yalnız karakterler baş rolde.
Dr. Haydar Can Dokuyan
Taşranın zorlu coğrafyası ve insanları birbirine mahkum eden yapısı yine filmin ana hatlarını oluşturuyor. Belki daha doğru bir söylemle insanın aslında her yerde olduğu gibi diğer insanlara mahkum, bağımlı yapısını işlemek ve belki bunu gösterebilmek taşrada çok daha kolay. Taşra tercihinin zamanın akışının daha pürüzsüz ve yavaş çekim bir halini sergilemek ve bunu daha sanatsal bir ifadeye büründürmek için bir yönetmen seçimi olduğunu söylemek herhalde Kış Uykusu, Bir Zamanlar Anadoluda gibi filmlerden sonra mümkündür.
Filmin oldukça gerçek bir hikaye ve sağlam bir kurgu ile ilerlediğini görüyoruz. Hayatın oldukça içinden karakterler ve doğru diyaloglar NBC filmlerinin klasiği haline gelen ikili diyaloglar ve birbirini yermeye ve cevap vermeye çalışan manifesto benzeri konuşmalar yine izleyiciyi filmde tutuyor. Her NBC filminde olduğu gibi filmdeki tüm karakterler adeta bir roman karakterini andırıyor ve film sanki bir roman okuyormuş hissi veriyor .
Diğer filmlere göre görselliğin daha fazla öne çıktığını iddia edersek herhalde yanlış söylemiş olmayız. Baş karakter Samet’in fotoğrafçılığa olan ilgisi ile filmle bütünleşmiş portreler ve görselliğini yukarıya taşıyan çok sayıda manzarayı izlemeye fırsat buluyoruz. Kış temasının bu görsel şölene katkısı da yadsınamaz. Uzak ve Kış Uykusu filmlerinde de olduğu gibi NBC için kış teması da bariz bir yönetmen tercihi olarak karşımıza çıkıyor. Bir röportajında soğuğun ve kışın; insanı dinç tuttuğundan bahsederek, bu zorluğa alışan insanın da hem ruhunda hem karakterinde bu alışkanlıktan izler taşıdığını düşünen ünlü yönetmen, kendisiyle vakit geçirmeyi seven, sanata meyli olan insanlarda bu duruma sıkça tanık olunduğunu düşündüğünü belirtmiş.
Baş karakter Samet insana ait ihtirasları ve marazları ile sergileniyor. Yaşama dair tutkusu, sevilmeye duyduğu açlık, şehvet, aşkın kırıntısının bile ne kadar kıymetli olduğunu bilmesi onu diğer karakterlerden ayırıyor. Diğer insanlar ve toplum ile olan ilişkilerini toplumsal normlara herkesin sığındığı ‘iyilik’ kavramına dayandırmıyor mesela. ‘Kötü’ olmayı dert etmiyor. Bu noktada Sevim karakteri ile yaşadığı mektup sahnesi herhalde filmin en vurucu noktalarından biridir. Kendisine yazılan aşk mektubunu belki de hayatla olan tek bağı ya da en kuvvetli bağı-kanıtı saydığından olsa gerek (ya da aşk hayattaki en zor bulunan en nadide şey olduğundandır) öyle iştahla koruyup okumaya çalışıyor ki aslında bu sahnede karakterin asıl açlığının neye olduğunu anlıyoruz. Belki de tüm kusurlarımızla hepimizin en çok ihtiyaç duyduğu, aradığı, hayatın amacı kadar değerli bir duyguyu; aşkı ceket cebine saklıyor karakter. Aşkın gerçek sahibi ise duygularının ele geçmesinden muzdarip çaresizce geri istiyor mektubunu. Utandığından mı yoksa sahip olduğu duygunun naifliğinin hoyratça açığa çıkarılması mı Sevim’i bu kadar kırıyor anlamak güç. Ancak mektubun yırtılıp atılmadığına bu kadar emin oluşu ve duygularının hiçe sayılarak ortaya dökülmesi film için önemli bir kırılma anını oluşturuyor. Samet karakteri de kibriyle, tutkusuyla, ihanetiyle ve egosantrik karakteri ile sürüklemeye devam ediyor. Samet’in yanı başında yer alsa dahi bir türlü ulaşamadığı sevgi-aşk ve ulaşamadığında sergilediği kin ise aslında olay örgüsünü oluşturuyor ve Samet’in motivasyonunu anlamamızı sağlıyor.
En sık eleştirilerden bir tanesi filmin politik konuları oldukça ‘Fransız’ bir bakış açısıyla incelemesi ve yeterince politik bulunmayışı idi. Filmin herhangi bir politik mesaj verme ya da bir mesajı işleme kaygısı gütmediği oldukça açık. Ancak ülke gerçeğine sırt çevirdiğini söylemek de haksızlık olacaktır. Üstelik bazen bir mesajı göze sokmak yerine hayat akışı içindeki yerinde görmek çok daha incelikli olabilir. Ülke gerçekliği subjektif bir yorum ile de olsa diyaloglar ve insan halleri ile yeterince başarılı şekilde verilmiş. Yoksulluğu, sınıf farkını, çatışma ortamını, kimliksizleştirmeyi gayet yerinde işlemiş film. Filmde inandıkları uğruna bedel ödemiş karakterler, 7 yaşındaki çocuğunun gözü önünde sabah asker tarafından götürülerek kaybedilmiş babalar, yüreği ağzında çocuklarını bekleyen anneler diyaloglar ile işleniyor. Belki bunların sadece sözlü metinler ile işlenişi ve her birinin ayrı birer karakter olarak göz önüne serilememesi bu eleştirilere kaynaklık ediyor olabilir. Ya da alışageldiğimiz üzere acıların üzerinde tepinmeyen, ağıt yakmayan, acıyla yoğrulmuş ancak acıdan ibaret olmayan karakterler ve karakterlerin sundukları bizlere yeterli gelmemiş olabilir. Ancak acının kutsanmadığı bir akış olması filme hiçbir şey kaybettirmemiş de denebilir.
Öte yandan filmin ilerleyen kısımlarında Nuray ve Samet’in yemek sahnesi belki bu eleştirileri değerlendirmek için daha doğru bir nokta olabilir. Günümüz dünyasının en büyük açmazlarından biri olan toplumculuk ve bireycilik karakterler arasındaki müthiş diyalog ile işleniyor. İşte tam bu noktada insanın aklına acaba NBC kendini bir miktar Samet karakteri ile ekrana yansıtıyor olabilir mi sorusu akla geliyor. Belki tam olarak olmasa bile NBC de kendinde Samet’ten parçalar taşıyordur. Kendini nerede konumlandırdığı dünyaya nasıl bir katkı sunduğu sorulan Samet karakterinin örgütlü toplumu küçümseyen, yaftalayan ve özgürlüğün bireycilikten geçtiğini iddia eden tavrı ve hiçbir şey yapmazken yapanları yaftalaması Nuray karakterinin ağırına gidiyor ve şarap eşliğinde güzel bir sohbet seyirciye aktarılıyor. Samet karakterinin; ‘İdeolojik güdülerle bir araya gelmiş o insanların her bir şeylerine sinen o kör ahlaklarına, birbiriyle hemfikir oldukları için yaşadıkları mutluluğa, hak edilmemiş güvenlerine sinir olmadan duramıyorum.…’ diye devam eden tiradı Nuray karakterinin ‘ Bir insanın ister yüce bir amaç , dava uğruna olsun ister başka bir sebeple kendini feda edebilme cesareti göstermesinin hiç önemi yok mu? Senin o aşağıladığın insanlar sadece ortak aydınlık idealler- sorunlar nedeniyle bir araya gelmiş olamazlar mı? Sadece birlik olarak senin bilmediğin dayanışma ile aşılabilecek belirli kötülükler ve engeller yok mu yani dünyada?’ sorusu ile devam eden diyalog kişisel bir alana kayarak devam ediyor filmde. Samet ve Nuray’ın yemek sahnesinde aslında Nuray karakterinin acılar içinde olduğunu ve kendine tekrardan dünyasında bir yer arayışı içinde olduğunu anlıyoruz. Nuray karakterinin söylediği ‘Dünyada güzel olan her şey daha insana ulaşamadan insanın kendi ördüğü ağlara takılıp kalıyor.’ cümlesi de karakteri yansıtırken aslında hepimizin gerçekliğini göz önüne seriyor.
Film, diyaloglar, karakterler hakkında yazılacak-söylenecek çok şey var. Elbette bu filmden herkes kendine bir ana fikir çıkarabilir. Tabi ki bir mesaj -ana fikir olmak zorunda da değil. Ancak sonuç olarak yalnızlığı ve sevgiye olan açlığı, sevgiyi bilmeme hali ve bunun yarattığı kini ve öfkesi ile işlenen Samet karakterinin bireyciliği aslında günümüz insanını yansıtması açısından şapka çıkartılacak bir projeksiyon sunuyor hepimize. Günümüz insanının giderek bireyselleşen, yalnızlaşan, bencilleşen yapısı Samet karakteri ile ete kemiğe bürünüyor. Belki de bu yüzden Samet karakteri film içinde bir film setinden geçirilerek aslında rol yaptığı, samimi bir hisse duyguya -sevgiye sahip olmadığı metaforik olarak anlatılıyor. Dünyada güzel olan her şeyin hepimize ulaşması dileğiyle… İyi seyirler.