Hekim Forumu/ Eylül - Aralık 2000 - Cilt:18 / Sayı: 141


  • Haziran 13, 2011
  • 6180

Özlük haklarımız ve tıpta uzmanlık eğitimi
TTB�nin, hekimlerin özlük haklarını iyileştirmeye yönelik yasa tasarısını Meclis�in gündemine getirmek için yurt çapında yapılan çalışmalara İstanbul Tabip Odası olarak geniş bir katılım sağladık. Yönetim Kurulu üyelerinin katılımı ile, 18 hastane ve sağlık grup başkanlıklarında yapılan toplantılarla, tasarı hekimlere tanıtıldı ve referanduma sunuldu. İstanbul�da 5000 hekimin kabul oyu verdiği bu tasarı, gerekçeli metinler ile İstanbul Milletvekillerine, siyasi partilerin İstanbul İl Başkanlıklarına, köşe yazarlarına ve tüm basına tanıtıldı. TTB ile senkron giden bu çalışmalar eyleme dönüştü.

15 Kasım günü İstanbul Tabip Odası önünde beyaz önlüklerimiz, siyah şemsiyelerimiz ve siyah kurdelelerimiz ile 200 hekimin katıldığı bir basın açıklaması yaptık. 22 Kasım günü yarım günlük iş bırakma eylemi İstanbul�da hekimlerin yoğun desteği ile gerçekleşti. Aynı gün Genel Sekreterimiz Dr. Turgut Adatepe, Ankara�da diğer tabip odalarının yönetim kurulu üyeleri ve TTBMerkez Konseyi üyeleri ile Meclis�e yürüyerek, siyasi partilerin Meclis Grup Başkanlıkları ile görüştüler.
Halk sağlığını iyileştirmek ve iyi hekimlik adına yapılan bu eylemlerin amacına ulaşmasını diliyoruz.

Bildiğiniz gibi İstanbul�da eğitim hastanelerinin başhekim, şef ve şef yardımcıları ile yapılan 3 toplantının kararlarına, İstanbul�daki eğitim hastaneleri EPKK ve Bilimsel Kurullarının karar metinlerine, bu kararlara istinaden oluşturulan İstanbul Tabip Odası görüşüne ve de Sağlık Bakanı Doç. Dr. Osman Durmuş�un İstanbul Tabip Odası yöneticilerine verdiği söze rağmen; Sağlık Bakanlığı 12 Ağustos 2000 tarihinde,eğitim hastanelerinin geleceğine imzasını atacak yönetmeliği yürürlüğe soktu. Tarihi gelişimde olumsuz anlamda geriye dönüşü simgeleyen bu yönetmelikte çağdaş eğitim gerekliliklerinin hiçbiri yer almazken, tamamen siyasi otoritenin egemenliğine bağlı kılınan, sadece yatak sayısının kriter alındığı bir eğitici insan gücü yapılanması amaçlanıyor. Bu yönetmeliğe �siyasi kadrolaşma amacı�dışında bilimsel ve akılcı hiç bir gerekçe de getirilemiyor. Bu siyasi kadrolaşma süreci Bakanlığın destek proje ve girişimleri ile sürdürülüyor. Bir yandan Bakırköy Devlet Hastanesi (ki bu bina eğitim hastanesi amaçlı inşa edilmemiştir ve altyapısı insan eğitimine uygun değildir)Bakanlıkça sağlık eğitim hizmetinde kalite yetersizliği gerekçe gösterilerek, 7-8 şef hekimin �olabilir�onamıyla bir kaç şef ataması ile eğitim hastanesine dönüştürüldü. Böylece siyasi otoriteye bağlı insan gücü için yeni istihdam alanları yaratıldı. Bununla kalmayıp, tarihi örgüsü ve bilimsel bütünlüğü, eğitimi ve sağlık hizmeti ile ulusal ve uluslararası tıp ortamında kendini kanıtlamış olan Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi idari, hizmet ve mekan parçalanıp Nöroşirürji ve Nöroloji Bakırköy Hastanesi�ne dahil edilmeye çalışılıyor.

Çağdaş uzmanlık eğitimi ve hekimlik uygulamaları için artık yetersiz olan Tababet Uzmanlık Tüzüğü�nün yenilenmesi çabalarının (ki 1995�den beri bu çalışmalar devam etmektedir) da önü kesilmeye çalışılıyor. Dönemin Sağlık Bakanlığınca hazırlanan, 1997�de Danıştay tarafından kabul edilen yeni Tababet Uzmanlık Tüzüğü, Başbakanlık onayından sonra yürürlüğe girebilecek iken; Tüzüğün 3 ana kurulunu oluşturacak üyelerin 1/3�ünün TTB-Uzmanlık Dernekleri Koordinasyon Kurulu üyelerince oluşturulması kabullenilemedi. Sağlık Bakanlığı 2000 yılında yeni bir tüzük tasarısı hazırladı ve TTB�nin kurullarındaki temsiliyetini 1�e indirdi. Ancak TTB-UDKKyapısı ile uzmanlık derneklerinin 1995�den beri süregelen birlikteliği ve çalışmaları artık büyük bir güçtür.

4-5 Kasım 2000�de İzmir�de TTB�nin gerçekleştirdiği 6. Uzmanlık Eğitimi Kurultayı, bu ortak aklın ve güç birliğinin yadsınamayacak, yok sayılamayacak bir noktada olduğunu göstermiştir.

24-26 Kasım 2000 tarihlerinde Sağlık Bakanlığı 1. Ulusal Sağlık Eğitimi Şurası yapıldı. Sağlık eğitimi ile ilgili tüm tarafların aktif katılımı ile yapılan bu şura, bazı iç dinamikleri ile yönlendirici zorlamaları yaşamakla birlikte, ulusal sağlık sorunlarının geniş kapsamlı incelemeye alınması bakımından olumlu ve önemlidir. TTB�nin temsilcileri olarak katıldığımız bu şurada İstanbul Tabip Odası Uzmanlık Eğitimi Çalışma Grubu�nun �Uzmanlık Eğitimi Modeli� başlıklı çalışması, uzmanlık eğitiminde referans klavuz olarak şura kararlarında yer almıştır. Bu bağlamda İstanbul Tabip Odası yönetimi olarak Uzmanlık Eğitimi Çalışma Grubumuzu bir kez daha kutluyoruz.

TTB, şura sırasında tüm çalışma gruplarında konuyla ilgili dokümanlarını yaygın olarak dağıtmıştır. 1. Ulusal Sağlık Şurası�nda TTB, tarihi birikimi, bilgisi, akılcılığı, ulusal sağlık projeksiyonları ve şuradaki temsiliyet biçimi ile Türkiye sağlık ortamındaki saygınlığını, sorunlara ve çözüm yollarına hakimiyetini, özerk yapının kazandırdığı akılcı gücünü, özüyle bir kez daha vurguladı.

Prof. Dr. Süha Göksel
Başkan

 



HEKİM FORUMU�NDAN

Sevgili meslektaşlarımız,
Her gün yeni bir gelişmeyi izleyip, sizlere ulaştıralım derken dergiyi matbaaya göndermek hayli zaman aldı. Bu sayıda SSK�yı mercek altına almaya çalıştık. Tek yönlü, tek sesli bir yorumlama olmamasına özen gösterdik.

Tabip odaları ve doğal olarak İstanbul Tabip Odası, hekimlerin özlük ve ekonomik haklarının uğradığı erozyona karşı bir kez daha mücadele bayrağını açtılar.
Bildiğiniz gibi geçen sayımızda Sağlık Bakanı Osman Durmuş�u istifaya çağırmıştık. Bu sayımız gerek hekim kamuoyunda, gerekse medyada oldukça yankı uyandırdı. Bakanın da oldukça �öfkelendiği� yönünde duyumlarımız mevcut. MHPKongresi sonrası bir takım gelişmeler olacağı beklentimiz sürerken, ani bir gelişme oldu ve İstanbul Sağlık İşleri Müdürü Dr. Mecit Çalışkan görevden alındı. Yani Bakan bey kendi kadrolarına bile tahammül edemez duruma gelmişti. Derken gündeme grip ilaçları ve PPA meselesi geldi ve Bakanımız kendisinden beklenen performansı göstermeye devam etti(!).

Değerli meslektaşlarımız,
Yeni Binyıl gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan�ın kanserle ilgili tefrikalarını izlemişsinizdir. Etyen bey kardeşimizdeki �şüphe�duygusunun üst sınırının değerlendirilmesi bizim dergimizin haddi değil, ama �derin devlet� analizinde yol alamayan üstadın, �derin tıp� tartışmalarına ilgi duymasını bir nevi �malumat-ı furuşluk� faaliyeti olarak değerlendirmekle yetinip, işimize bakalım.

Değerli meslektaşlarımız,
Dergimizin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Dr. Ali Serdar Fak İsviçre�de yürüttüğü akademik faaliyetlerden sonra tekrar Marmara Üniversitesi�ndeki görevine döndü. Ancak bu sefer de iki Yayın Kurulu üyemiz, Dr. Lale Say Edinburg�a üreme sağlığı, Dr. Ümit Şahin de Kudüs�e halk sağlığı çalışmaları için göç ettiler. Bir diğer Yayın Kurulu üyemiz Dr. Halis Dokgöz�ün ikizleri dünyaya geldi. Ne kadar dinamik bir Yayın Kurulu olduğumuzu dikkatinize sunmak istiyorum.
Sizler, sevgili okurlarımız,
Olumlu-olumsuz eleştirileriniz, yazılarınız ve katkılarınızla bize güç katacaksınız.

Saygılarımızla.


DOSYA: SSK

Dr. Veysi ÜLGEN

SSK, ülke gündeminin değişmeyen ana gündem maddelerinden biri. Hekim Forumu�nun bu sayısındaki dosya konusunu yine SSKoluşturdu. TTB,tüm organlarında, bu sorun ve yanlış politikalar mevcut olduğu sürece SSK�yı tartıştırmakta ısrar edecek. Gerçekçi politikalar yaşam bulana kadar.

SSK yıllardır özelleştirmeci ve sosyal güvenliği tasfiye edici politikalarla yönetildi. Siyasi kadrolaşma, katı merkezci uygulamalar eksiksiz gerçekleştirildi. Kaynaklar doğru kullanılmadı. Rantçı çevrelere bürokrasi aracılığıyla peşkeş çekildi.

Birinci basamak hizmetler gözardı edildi. Yarı özel büyük hastaneler özendirildi. Yine uzman hekim üzerinden hesaplar yapıldı. Pratisyen hekimlik gözardı edildi. Az personelle çok iş mantığı egemen oldu. İleri tetkikler özel klinik ve hastanelere yönlendirildi. Muayene ve tedavi işlemlerinde kısıntılara gidildi. Hükümetin SSK ile ilgili bir düzenlemesi ne zaman gündeme geldiyse SSK çalışanlarının mağduriyeti de o zaman oluşmaya başladı. SSK çalışanları SSK�nın sorunlarının nedeni olarak gösterildi. SSK çalışanlarının örgütleri ile ciddi ilişkiler kurulmadı. En son Okmeydanı SSK Hastanesi�nde olduğu gibi, sendika üye ve yöneticilerine hep baskı uygulandı. Hizmeti alan işçi örgütlenmelerine SSK işleyişi ve sorunlarıyla ilgili insiyatif tanınmadı. Vurgulanması gereken yığınla sorun var...

Bu sayıda SSK�nın ilimizdeki üst düzey görevlisi ile SSK birinci basamak hizmetlerinin durumu hakkında bir söyleşi gerçekleştirildi. Çünkü SSK birinci basamaktan itibaren çözülür. Ayrıca SSK�dan hizmeti alan çalışanların örgütlerinden birinden de görüş aldık.

Sağlık ve sosyal güvenlikle ilgili yazılacak ve söylenecek çok şey var. Ve daha devamı da olacak... Hekim Forumu, gerçekçi politikalar uygulanıncaya kadar SSKsorununu tartışmaya devam edecek. Hekim kitlesi daha aktif katkı sağlamadığı sürece, hekimlerin kendi sorunu olan SSK sorununun çözümünün kolay olmayacağı görülüyor. Dosya, bu bilinçle değerlendirilmelidir.

 


Türkiye�yi IMF tavsiyeleri ile oyalamayın...
Gerçekçi adımlar atın!

Hükümet SSK paketinin 2. kademesini gündeme getirmiştir. Paketi oluşturan yasaların önemli bir kısmı, SSK hizmetlerini düzenlemeye yönelik tedbirler içermektedir.

TTB, SSK sağlık kurumlarında çalışan 6.000�i aşkın üyesi ile SSK sağlık hizmetlerindeki sorunların içindedir ve bu alandaki 30 yılı aşkın analiz ve çözüm geliştirme birikimine dayanarak, paketle ilgili aşağıdaki değerlendirmeyi yapmaktadır.

Hükümet, 32 milyon sigortalıya, 506 sayılı SSK yasası ile tanımlanmış görevlerini yerine getirmek zorundadır.

Bu zorunluluk yalnızca TC�nin �sosyal bir hukuk devleti� olmasına dayanmıyor, daha önemlisi Türkiye nüfusunun yarısını oluşturan 32 milyon yurttaşımızın sosyal güvenlik ve sağlık hizmetleri ihtiyacını karşılayamayan bir hükümetin ülkeyi yönetemeyeceği, son 15 yılın tecrübeleri ile sabit bir kuraldır. SSK ile ilgili her türlü düzenleme bu altın kurala göre değerlendirilmelidir.

Hükümet, bu görevi yerine getirirken öncelikle SSK kaynaklarına ve yetersiz kalınan durumlarda genel bütçeden aktaracağı kaynakları kullanmak durumundadır.
Hükümetin bu mecburiyetlerden kurtulmasının tek yolu kendisini 32 milyon sigortalı ile değil, bunların yalnız 2 milyonu ile ilişkilendirmesi ve küçük bir azınlığa hizmet vermeye karar vermesiyle mümkündür.

4 KONUDA KÖKLÜ DÜZENLEME GEREKİYOR
SSK sağlık hizmetlerinde yaşanan sorunları adım adım çözmek için, başlıca 4 konuda kapsamlı ve kalıcı tedbirler almak gerekir:
1- Kamu sosyal güvenlik kurumlarına ek kaynak sağlamak
2- Sağlık hizmetleri alanında yatırım yapmak
3- Kaynak kullanım verimliliğini arttırmak için maliyetleri kontrol altına almak
4- Sağlık hizmetleri yönetimini etkinleştirmek.
 Tasarılar bu alanlara yönelik bir dizi tedbir getirmektedir. Yanlış stratejik tercihler yapılmaktadır.

BİREYSEL EMEKLİLİK YASASI, TASARRUFLARI YURT DIŞINA AKITIR
Bireysel emeklilik tasarruf ve yatırım sistemi yasası 2 amaca hizmet edecek durumdadır.
1- Borsaya yeni kaynak girişini arttırmak
2- Yüksek gelir gruplarının SSK (zorunlu sigorta) kapsamından çıkarılmasına zemin hazırlamak.
Özel emeklilik fonlarında birikecek ulusal kaynaklar yurt dışına kolayca çıkarılabilecektir. Bu tehlikeye karşı, yasada getirilen tedbirlerle küreselleşmeci ekonominin kurallarına direnmek olanaksızdır.
Bu yasa ile ulusal tasarruf ülkemizin ekonomik büyümesinde kullanılamayacaktır. Bu nedenle de ulusal sosyal güvenlik kaynaklarını büyütemeyecektir. Yasa, ülkemizde bozulan gelir dağılımını düzeltmek için devletin elindeki en önemli araçlardan biri olan sosyal güvenlik sistemini ve özel olarak da SSK�yı mali kaynaklar bakımından zaafa uğratacak özelliktedir.

MALİ REKABET 32 MİLYON SSK�LIYA ETKİN VE KALİTELİ HİZMET GETİRMEZ
Tasarılar yukarıda ifade edilen SSK ihtiyaçlarını sağlamak için, SSK sağlık kurumlarının piyasa kurallarına göre rekabet ortamında hizmet vermelerini sağlayarak çözmeyi öngörmektedir.
Bu amaçla getirilen tedbirler:
1- SSK sağlık kurumlarının özerk-özel statülü işletmelere dönüştürülmesi,
2- Bazı hastanelerin özel sektöre çeşitli yöntemlerle devri,
3- Özel sektöre verilcek yap-işlet-devret imtiyazı ile yeni yatırımlar yapmak.
Son 20 yıldır hükümetler SSK sağlık hizmetlerindeki sorunları çözmek için özel sektörü büyütmeyi denemişler, bu amaçla devlet kaynaklarını özel sağlık hizmetleri sektörüne çeşitli mekanizmalarla aktarmışlardır.
20 yıllık tecrübenin sonucu hüsrandır; halka en yaygın ve kapsamlı sağlık hizmeti gene kamu sağlık kurumlarınca verilmektedir.
Yasalar, SSK�nın hizmet performansını arttırmak için, hastaneleri kâr-zarar esasına göre çalışan ve her biri kendi başına buyruk mütevelli heyetlerince yönetilen işletmelere dönüştürmeyi hedeflemektedir.
Cari sağlık harcamalarını kontrol altına almak ve sağlık kurumlarının hizmet performansını artırmak için, SSK kaynakları ve sağlık kurumları arasındaki ilişkiyi hizmet satın alma esasına göre düzenleyen piyasa kurum ve mekanizmalarına bel bağlamak yanlış bir tercihdir. Sağlık harcamaları (ilaç, tıbbi malzeme, tıbbi teknoloji kullanımı)nı kontrol altına almak için piyasanın düzenleyiciliğine bel bağlama tercihi yanlıştır.

SSK SAĞLIK HİZMETLERİNDEKİ MALİ İSRAF ARTAR
Hizmeti finanse eden ve sunan kurumların birbirlerinden ayrılması ve sağlık hizmetinin dışarıdan satın alma yolunun hangi mali sonuçlara yol açtığını SSK-Emekli Sandığı ve Bağ-Kur�un kişi başı sağlık hizmetleri maliyetini karşılaştırarak görebiliriz.
SSK�nın EmekliSandığı ve Bağ-Kur�a göre çok daha fazla sayıda uzun süreli ve maliyeti yüksek hastalıklarla (böbrek-kanser-kalp hast. vb.) hiçbir tıbbi kısıtlamaya gitmeksizin kişi başı sağlık hizmeti maliyetinin 2-3 katı daha az olması, SSK�nın finansmanı ve hizmet sunumunun birbirinden ayırmayıp birlikte yönetmesi nedeniyledir.
Dünya Bankası ve IMF�nin son 15 yıldır hemen her hükümetin önüne koyduğu �SSK�nın finansman ve hizmet sunumunun birbirinden ayırın� talimatı, bugünkü SSK kişi başı 40 dolarlık sağlık hizmeti maliyetinin kısa sürede katlanarak artmasına neden olacaktır.
Bugün için tek kuruş açık vermeyen ve devlet katkısı almayan SSK sağlık bütçesine devlet Emekli Sandığı ve Bağ-Kur gibi genel bütçeden giderek artan miktarda katkılar yapmak zorunda kalacaktır.

İHTİYAÇ AKILCI BİR MERKEZİ PLANLAMADIR
Hükümet kamunun elindeki kıt kaynakları verimli biçimde kullanarak 35 milyon sigortalıya etkin ve kaliteli sağlık hizmeti sağlamak için doğru tercihler yapması gerekmektedir.
Sağlık hizmetlerini daha etkin ve kaliteli düzeye yükseltmek için, devlet kamu sosyal güvenlik kurumlarının mali kaynaklarını ve kamu sağlık kurumlarının (SSK, Sağlık Bakanlığı ve Tıp Fakülteleri) personel ve teknik altyapı olanaklarının bütününü hesaba dahil etmek ve aralarındaki işbirliğini arttırmak, olanaklarını bir bütün olarak gören, akılcı bir merkezi planlamayı tercih etmek zorundadır.

KAMUOYUNU OYALAMAK YERİNE ZAHMETLİ ANCAK GERÇEKÇİ ADIMLAR ATMAK GEREKİYOR
SKK sağlık hizmetlerinde artan sigortalı nüfusa karşı gerekli yatırımların yapılmamış olması yaşanan sorunların esas nedenidir.
SSK sağlık hizmetlerinde uygulanacak yatırım politikasının esasları disiplinli ve etkin bir sevk zinciri oluşturmayı hedeflemelidir.
SSK yataklı tedavi hizmetlerine cevap vermekte yetersiz kalan bölgelerde atıl hizmet kapasitesi olan kamu sağlık kurumlarından (devlet hastaneleri, tıp fakülteleri) yararlanılması uygundur.
Özellikle SSK�lı nüfusun yoğun olduğu kentlerdeki üniversite hastanelerinin elindeki ileri tıbbi teknoloji yatırımları SSK�nın her türlü talebini karşılamaya yeterlidir.
Bu tedbirler SSK�nın yeni yataklı tedavi kurumu yatırım ihtiyacını azaltır. Ancak sevk zinciri esaslı bir hizmet politikası için SSK�nın 1. basamak alanında kapsamlı bir yatırım programı uygulaması gerekmektedir. Bu yatırım ihtiyaçlarının, yap-işlet-devret yöntemiyle karşılanacağını beklemek gerçekci değildir. Kâr esaslı özel girişimcilik 1. basamak alanına yönelmez, belki pahalı yüksek tıbbi teknoloji alanına yatırım yapar.

HÜKÜMETİN DERHAL ATMASI GEREKEN ADIMLAR
SSK sağlık hizmetlerindeki sorunların çözümü için öncelikle 2 adımın atılması gerekir. 1- Hükümetin SSK�ya tahsis etmiş olduğu yaklaşık 18.000 kadronun zaman geçirilmeksizin atamalarının yapılması, 2- SSK birinci basamak sağlık hizmetlerine yatırım yapılması. Bu amaçla sigortalı nüfusun yoğun olduğu büyük kentlerde çok sayıda dispanser açılması. (Bu iki öncelikli adımın atılması, SSK hizmetlerinin en fazla bir yıl içinde hissedilir biçimde düzelmesini sağlayacaktır.)

ÇÖZÜM İÇİN TÜRKİYE�NİN BİRİKİMİNE GÜVENİN
HükümetinDünya Bankası ve IMF gibi kuruluşların SSK hizmetlerin alanındaki telkin ve tavsiyelerine temkinli yaklaşmasını öneririz.
Hükümeti, bu kuruluşların Ankara�daki genel müdürlüğü olmaya yönelmekten vazgeçip TC�nin hükümeti gibi davranmaya davet ediyoruz.
 

 


Sosyal güvenlik KHK�ları ve SSK Sağlık İşleri Yönetmeliği: SSK�yı asıl bundan sonra öpecekler!

Dr. Osman ÖZTÜRK*

Elliyedinci Hükümet �Sosyal Güvenlik Reformunun İkinci Ayağı� olarak adlandırdığı 5 yasa tasarısını (Sosyal Güvenlik Kurumu Yasa Tasarısı, Sosyal Sigortalar Kurumu Yasa Tasarısı, Bağ-Kur Yasa Tasarısı, Türkiye İş Kurumu Yasa Tasarısı, Bireysel Emeklilik Yasa Tasarısı) TBMM�ye sevk etti.

Bu yasa tasarıları TBMM�nin açılmasını beklerken Hükümet yeni bir girişimde bulundu. İlk 4 tasarıyı KHKşeklinde Cumhurbaşkanına göderdi. Bu KHK�lar 4 Ekim 2000 günü Cumhurbaşkanı tarafından onaylandı. Anayasa Mahkemesi 5 Ekim�de Hükümete KHK çıkarma yetkisi veren Yetki Yasası�nı, 31 Ekim�de ise sözkonusu KHK�ları iptal etti. Hükümete de yeni yasal düzenleme yapması için 6-12 aylık süre tanıdı. Hükümet ise yeni yasa çıkarmayı bile beklemeden iptal edilen KHK�lara dayanarak düzenlemelere başladı.

Hükümetin oluşturmaya çalıştığı yeni modelde öncelikle Bağ-Kur, SSK ve Türkiye İş Kurumu,Sosyal Güvenlik Kurumu�nun çatısı altında birleştiriliyor. Halen Genel Müdürlük olarak yapılanan SSK�da başkanlık modeline geçiliyor. SSK başkanlığına bağlı olarak da SSK Sigorta İşleri Genel Müdürlüğü ve SSK Sağlık İşleri Genel Müdürlüğü oluşturuluyor. Böylece SSK�nın emeklilik ve sağlık sigortaları birbirinden ayrılıyor.

SSK�nın yapısındaki bu değişiklik ilk bakışta sadece teknik bir düzenleme gibi görünüyor. Oysa IMF�yle yapılan stand-by anlaşması, Hükümetin �2000 Yılı Programı� ve TÜSİAD�ın yıllardır yürüttüğü faaliyetler birlikte ele alındığında Hükümetin hedefinin sistemin esasını tamamen değiştirmek olduğu anlaşılıyor. SSK�da yeni oluşturulan başkanlık modeliyle aslında sosyal güvenlikte yeni yapılanmanın idari altyapısı kuruluyor.

Dünya Bankası�nın Ağustos 2000 tarihli �Türkiye:Sürdürebilir Büyüme İçin Yapısal Reformlar� başlıklı raporunda yapılan düzenlemelerin anlamı net bir şekilde tarif ediliyor:�Sosyal güvenlik reformu, gönüllü özel emeklilik sistemleri ile özel sektör katılımına kapıyı açmaktadır. Uzun vadede, ortalama yaşam süresinin artışına paralel olarak yaşlanan nüfusun gereksinimlerini karşılamak için Türkiye�nin sosyal güvenlik sisteminde daha derin yapısal reformlar uygulaması gerekecek.�
IMFile yapılan stand-by anlaşmasında Türkiye�nin yapması gereken şartlardan biri olan �Sosyal Güvenlik Reformu�şöyle tanımlanıyor:
�... yeniden yapılandırılmış dağıtım (pay-as-you-go) emeklilik reformunun uygulanması:
... ilave bireysel emeklilik programının desteklenmesi için yasal ve düzenleyici çerçevenin uygulanması.�
Hükümetin �2000 Yılı Programı�nda da konuyla ilgili hedefler şu şekilde açıklanıyor:
�... uzun vadeli sigorta programları (emeklilik sigortası-O.Ö.)ile kısa vadeli sigorta programlarının (sağlık sigortası-O.Ö.)birbirinden ayrılması ... için gerekli mevzuat çalışması tamamlanacaktır.� (Sy. 117)
�Özel sigortacılık, mevcut sosyal sigorta sistemine ilave ve isteği bağlı bir sistem olarak desteklenecek ve bu kapsamda özel sağlık ve özel emeklilik sigortası teşvik edilecektir.�

SOSYAL GÜVENLİKTE HEDEF:ŞİLİ MODELİ
Her üç belgede de hedefin Şili modeli olduğu açık olarak görülüyor. Türkiye�nin gündemine ilk kez TÜSİADtarafından getirilen bu model Şili�de, General Pinochet döneminde uygulamaya konuldu. Modelin esasını herkesin -sadece- kendi ödediği prim üzerinde ve istediği süre sonunda emeklilik hakkını kazanabilmesi oluşturuyor. Özel emeklilik şirketlerince toplanan primler sermaye piyasasında değerlendiriliyor. Bu modelin Şilili emekçiler için bedeli çok ağır oldu.

Uygulamanın ilk yıllarında büyük kârlar sağlayan emeklilik fonları bir süre sonra zarar etmeye başladılar. Çalışanların önemli bir bölümü ise sigorta primlerini ödeyemez duruma düştü ve emeklilik haklarını kaybettiler. Şili�de, askeri cunta döneminde her türlü toplumsal muhalefetin vahşice bastırıldığı koşullarda zor kullanılarak yapılan düzenlemeler günümüz Türkiye�sinde �parlamenter demokratik sistem�içinde adım adım gerçekleştirilmeye çalışılıyor.

Önce 1999 Ağustos�unda çıkarılan �Mezarda Emeklilik Yasası�yla kamu sosyal güvenlik kurumlarından emekli olmak büyük ölçüde zorlaştırıldı. Şimdi yapılmaya çalışılan düzenlemelerde ise bir yandan emeklilik ve sağlık sigortaları birbirinden ayrılmakta, diğer yandan özel emeklilik şirketleri cazip hale getirilmeye çalışılmaktadır.

Öte yandan bireysel emekliliği teşvik edecek vergi istisnalarının ayrı bir yasa ile düzenleneceği bilinmektedir. Böylece IMFve TÜSİAD�ın yıllardır dayattıkları �Şili Modeli�ne bir adım daha yaklaşılmaktadır.

Bir sonraki aşamada gündeme gelmesi muhtemel düzenlemelerden birisi TÜSİAD�ın iki ayaklı sosyal güvenlik sistemi olacaktır. Bu modelde birinci ayağı prim limiti asgaride tutulmuş bir kamu sosyal güvenlik kurumu oluşturacaktır. İkinci ayak ise kamu kaynaklarından beslenen özel emeklilik fonlarından oluşacaktır.

Gelecekteki muhtemel senaryolardan bir diğeri de �sosyal sigortalardan çıkış hakkı� (opt-out)yöntemidir. Avustralya, İngiltere ve Şili�de yaygın şekilde uygulanmış olan bu sistemde çalışanlara kamu sosyal güvenlik kurumlarından tamamıyla çıkış hakkı tanınmaktadır. Yüksek ücret düzeyine sahip çalışanlar için cazip olabilecek bu model işçi sınıfının toplumsal dayanışmasını tamamen yok edecektir.

Sosyal güvenlik sisteminde 57. Hükümet tarafından getirilen düzenlemelerden çıkar sağlayacak tek kesim özel emeklilik şirketleri olacaktır. �Öteki Türkiye�yi oluşturan milyonlarca emekçinin sosyal güvenlikleri için yapacakları tasarruflar Türkiye burjuvazisine yeni bir kaynak olarak akıtılacaktır. Türkiyeişçi sınıfı ise zaten sınırlı olan emeklilik haklarını tümüyle kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıyadır.

SAĞLIKTA HEDEF: SERBEST PİYASA MODELİ
SSK�nın yeniden yapılanmasını sağlayan KHK ile SSK�nın emeklilik ve sağlık sigortası idari olarak birbirinden ayrılmaktadır.
İlk bakışta sadece teknik bir değişiklik gibi görünen bu düzenlemenin gerçek amacı sağlık alanında özelleştirmenin idari altyapısını hazırlamaktır. Bu amaç �2000 Yılı Programı�nda açık olarak görülüyor.
�SSK�nın sigortalılarına sağlık hizmeti sunması, ... ihtisas ve çağdaş işletmecilik gerektiren tedavi hizmeti sunumunda kaynakların verimsiz kullanılmasına neden olmaktadır.�(Sy. 114)
�... sağlık sigortası programı ile sağlık hizmeti sunumunun da ayrı ayrı yapılandırılması için gerekli mevzuat çalışması tamamlanacaktır.�(Sy. 117)
�Sosyal güvenlik kurumlarının sağlık hizmetlerini satın alma yoluyla temini sağlanacaktır.�(Sy. 117)
Önerilen bu model aslında Sağlık Bakanlığı tarafından 1992�den bu yana değişik dönemlerde �Sağlık Reformu Projesi� olarak gündeme getirilmektedir. Modelin esasını kamu sağlık sigortalarının sağlık primi toplaması ve sağlık hizmetini dışarıdan -tercihen özel sağlık sektöründen- satın alması oluşturmaktadır.
Şimdiye kadar değişik Sağlık Bakanları tarafından yasalaştırılmaya çalışılmış fakat sonuçlandırılamamıştır. Bütün bu girişimlerin sonuçsuz kalmasının önemli nedenlerinden birisi SSK sağlık hizmetlerinin özgül durumudur.

Bilindiği gibi Emekli Sandığı ve Bağ-Kur�un kendine ait sağlık tesisleri yoktur. Bu kurumlar sağlık hizmetlerini Devlet Hastaneleri, Tıp Fakülteleri ve özel sağlık kuruluşlarından satın almaktadırlar. SSK ise üyelerine kendi sağlık kuruluşları aracılığıyla hizmet vermektedir ve kişi başı yıllık sağlık harcaması yaklaşık 45 dolardır. Emekli Sandığı�nda bu harcama 185 dolara çıkmaktadır.

SSK�nın da Emekli Sandığı gibi sağlık hizmeti satın almaya başladığında sağlık harcamalarının bugünkü düzeyinin en azından 4 katına çıkacağı açıktır. Aradaki kişi başına yıllık yaklaşık 140 dolarlık farkın SSK�lıların cebinden çıkması gerekmektedir. Bu maliyet farkı geçmiş hükümetlerin sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi çabalarının önünde büyük engel olarak var olagelmiştir.

KHK�lar ve yasa tasarıları ile bu engel ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Nitekim, Dünya Bankası�nın sözünü ettiğimiz Ağustos 2000 tarihli raporunda yeni durum şu şekilde tarif edilmektedir:
�Sosyal güvenlik reformunun kazandığı ivme, sağlık sektöründe daha geniş reformu başlatma potansiyeline sahiptir. Bunun bir parçası sonuç-kalite yönetimini kontrol edebilecek bir Sağlık Bakanlığı oluşturulması, bir yönü de rekabete dayalı bir hizmet piyasasından bir temel paketi satın alan ve finanse eden bir sosyal güvenlik sistemidir. Üçüncüsü ise, ilave sigorta sunan ve sigorta acenteleri ile yapılan anlaşmalara uygun bir şekilde hizmetleri satarak bu piyasada rekabet eden iyi düzenlenmiş bir özel sektördür.�
Dünya Bankası, bu saptamasıyla, Türkiye�de sağlık hizmetlerinin bir bütün olarak ticarileştirilmesi ve özelleştirilmesinin önünün açıldığını müjdelemektedir.

SSK SAĞLIK İŞLETMELERİ
Anayasa Mahkemesi�nin SSK Başkanlığı ile ilgili KHK�yı iptal ettiği 31 Ekim 2000 günü Resmi Gazete�de SSK Sağlık İşletmeleri Yönetmeliği yayınlandı. 1 Kasım 2000 günü de bu Yönetmeliğe dayanarak SSK Paşabahçe Hastanesi sağlık işletmesine dönüştürüldü. Edinilen bilgiler, önceden belirlenmiş olan diğer SSK hastanelerinin de hızla işletmeye dönüştürüleceği yönünde.

SSK Sağlık İşletmeleri Yönetmeliği ile oluşturulan yeni yapılanmada, sağlık tesisinin bulunduğu il veya ilçe mülki amirinin başkanlığında 8 kişilik İşletme Yönetim Kurulu oluşturulmaktadır. Yönetim Kurulu�nun diğer üyeleri:a)Belediye Başkanı, b)İşletme Müdürü, c)Başhekim, d)Teknik ve Destek Hizmetler Müdürü, e)İşçi Temsilcisi,f)İşveren Temsilcisi, g)Kurum Çalışanı Temsilcisi.

�Kamu tüzel kişiliğini haiz, idari ve mali bakımdan özerk� olarak tanımlanan sağlık işletmesinin çalışma esasını kâr-zarar hesabı oluşturmaktadır. Kurulan sağlık işletmesinin gelirleri temel olarak 3 kalemden oluşmaktadır:a)SSKBaşkanlığı bütçesinden aktarılacak kaynaklar, b)Bağış ve yardımlar, c)Sağlık hizmeti karşılığında elde edilen gelirler.
Sağlık işletmesinin personel ve yönetim giderleri kendi bütçesinden karşılanacaktır. Bunun yanısıra işletmenin elde ettiği gelirlerin bir bölümünü SSKSağlık İşleri Genel Müdürlüğü�ne aktarması gerekmektedir.

Sağlık işletmeleri SSK kapsamı dışındaki gerçek ve tüzel kişilere de sözleşmeler yaparak sağlık hizmeti satabilecektir. Bu hizmetlerin fiyatları işletmecilik esasları çerçevesinde ve işletme kârını dikkate alacak şekilde belirlenecektir. Bu amaçla sağlık işletmesi bünyesinde Tıbbi Hizmet Pazarlama Birimi kurulmaktadır.

Verimlilik ve kârlılık amaçlarına ulaşamayan sağlık işletmelerinin kapatılması SSK Yönetim Kurulu�nun yetkisi dahilindedir.

Sağlık işletmelerinde uygulanacak esas istihdam biçimi özel hukuk hükümlerine tâbi sözleşmeli personel statüsüdür. Çalışacak personelin norm kadrolarının belirlenmesi, ücretlerinin tespiti ve işlerine son verilmesi yetkisi İşletme Yönetim Kurulu�na verilmektedir. Halen 657 sayılı yasaya tâbi olarak çalışan SSK personelinin ise SSK Başkanlığı�nın merkez ve taşradaki diğer birimlerinde görevlendirilmesi öngörülmektedir.

Sağlık işletmeleri modelinin yöneldiği ana hedef, SSK�nın üyelerine verdiği sağlık hizmetini kendisinin üretmekten vazgeçmesi ve satın alma yoluyla temin etmesidir. Yapılan düzenlemenin esası, sağlıkta serbest piyasa modelidir. Getirilen yeni modelle SSK sağlık hizmetleri sunumunda bir iç piyasa yaratılmaktadır. Böylece SSK sağlık hizmetlerinin serbest piyasa koşullarına uyumlu hale getirilmesi ve özelleştirilmesi amaçlanmaktadır.

Bu yönetmeliğe göre kurulacak sağlık işletmelerinin öncelikli amacı SSK�lıların sağlık ihtiyaçlarını karşılamak değil, tıbbi hizmet pazarlamak olacaktır. Sağlık işletmelerinin SSK�lı nüfusun gerçek sağlık ihtiyaçları yerine pazarlanabilir ve kârlı tıbbi ürün üretimine yönelmeleri kaçınılmazdır. Sağlık hizmetleri, bu yolla bir metaya dönüştürülmektedir.

Bu düzenlemelerin sonucunda SSKhastaneleri birer ticari işletmeye dönüşecektir. Sağlık yöneticileri SSK�lıların sağlığından önce işletmenin kârını düşünmek zorunda bırakılmaktadır. Bu zorunluluk sağlık kurumlarındaki servislerin yatak sayısının belirlenmesinden, verilecek hizmetin çeşidine kadar tüm idari ve tıbbi yapının değişmesine yol açacaktır.

Sağlık işletmelerinin verimlilik ve kârlılık oranı düşük hizmetlerden çekilmeleri ve kâr getirecek hizmet paketlerini üretmeye yönelmeleri şaşırtıcı olmayacaktır. Türkiye�deki özel hastanecilik uygulamalarından edinilen gözlemler benzer yöndedir.

Bu modelin SSK�lı hastalara maliyeti sağlık hizmeti alabilmek için daha fazla para ödemek olacaktır. İşletmelerin kârlarını artırmak için gelirler kaleminde sayılan �bağış ve yardımlar�ı yaygın olarak kullanacağı açıktır. Sağlık Bakanlığı ve tıp fakültelerinin son 20 yıllık tecrübesi benzer sonuçlara yol açmıştır.

Yönetmeliğe göre, mevcut SSK personelinden isteyenler 1475 sayılı İş Kanunu�na göre çalışmaya devam edecektir. Fakat sağlık işletmesinin norm kadrolarını belirleme yetkisi İşletme Yönetim Kurulu�na tanınmaktadır. İşletme Yönetim Kurulu�nun sendikal haklara sahip işçi statüsü yerine bu hakka sahip olmayan ve çok daha düşük ücretle çalıştırabileceği sözleşmeli personel istihdamını tercih edeceği açıktır.

SSK sağlık hizmetlerinde getirilen bir diğer düzenleme yap-işlet-devret modelidir. Özel sağlık sektörü mülkiyeti SSK�ya ait olan gayrımenkuller üzerinde sağlık işletmesi kurup işletecek ve protokolde belirlenen süre sonunda SSK�ya devredecektir. Nihayet, mevcut SSK hastanelerinin yönetiminin �modernizasyon ve organizasyon� amacıyla doğrudan özel sağlık işletmelerine devredilmesine imkân sağlanmaktadır.

Her iki uygulamanın yol açacağı sonuçlar SSK kaynaklarının özel sağlık sektörüne peşkeş çekilmesi olacaktır.

SONUÇ YERİNE
Koalisyon hükümetinin IMF�yle yapmış olduğu stand-by anlaşması çerçevesinde hazırladığı yasa tasarıları kamu sosyal güvenlik sistemini tümüyle özelleştirmenin yolunu açan düzenlemelerdir. Sosyal güvenlik kurumlarının emeklilik ve sağlık fonları bu düzenlemelerle ulusal ve uluslararası sermayenin kullanımına açılmaktadır.
Çalışma Bakanı Yaşar Okuyan, Bakanlık koltuğuna oturduğundan bu yana sosyal güvenlik kurumlarının soyulduğunu iddia etmektedir. Ne var ki, şimdiye kadar bu iddialarının kanıtlarını kamuoyuna açıklamadı. Üstelik bu soygunla ilgili olarak hiç bir görevlinin herhangi bir soruşturmaya maruz kaldığı bilinmiyor. Bu durum iddialarının mesnetten uzak olduğu kuşkusunu doğuruyor.
Ama ortada hiç kuşkuya yer bırakmayacak bir gerçek var. SSK�yı asıl bundan sonra öpecekler.
Becerip beceremeyeceklerini hep birlikte göreceğiz.

* Türk Tabipleri Birliği - SSK Kolu Sekreteri

 



SSK sağlık hizmetleri...
Geliştirilmeli mi,sınırlandırılmalı mı?

Dr. Kadir DADAN*

SSK sağlık hizmetleri 10 yılı aşkın bir süredir kamuoyunun gündeminde yer almaktadır. SSKsağlık kuruluşları; kuyrukları, evrakları, kavgaları ve çaresiz insan görüntüleri ile memnuniyetsizliğin hemen her şeklinin yaşandığı yerler olarak resmedilmiş ve adeta beynimize kazınmıştır.

Bu tablo gerek SSK�dan hizmet alanları, gerek üretenleri ve gerekse yönetenleri gelinen bu durumdan çıkış arayışlarına yöneltmiş ve çeşitli raporlar, çözüm önerileri ileri sürülmüştür. Bu raporların hemen tümü SSKsağlık hizmetlerinin eksik-hatalı yönlerini tespit ve bu hatalı-eksik yönlerin iyileştirilerek giderilmesi temeline dayandırılmıştır. SSK sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi bu raporların ortak görüşüdür.

TTB ve tabip odaları da hazırladıkları raporlarda (ki büyük ölçüde diğer kuruluşlara yön vermiştir)bu görüşü temel kabul etmiş, SSKsağlık hizmetlerinin sınırlandırılması ya da SSK�nın sağlık hizmet sumumundan çekilmesine ilişkin görüşlere, ücretli yığınların mevcut sağlık hizmetlerinden de yoksun kalacağını / kalabileceğini gündeme getirerek karşı çıkmıştır.

Yalnızca TÜSİAD, SSK�nın sağlık hizmetlerinden çekilmesini, kapsamındaki nüfusun sağlık hizmet gereksinimlerini kamu /özel sağlık kuruluşlarından hizmet satın alarak karşılamasını önermiştir.

Ancak bugün SSK ve sağlık kuruluşlarının geldiği nokta, SSK sağlık hizmetlerinin daha farklı bakış açıları ile değerlendirilmesini gerekli kılmıştır. Bu farklı bakış açısını ortaya koymak öncelikle için SSKsağlık hizmetlerinin gelişimini, ulaştığı boyutları, yaşanan sorunların niteliklerini ve nedenlerini gözden geçirmek yararlı olacaktır.

SSK SAĞLIK HİZMETLERİNİN GELİŞİMİ
SSK, 1946 yılında 4792 sayılı yasa ile kurulmuş, kapsamına aldığı nüfusun sağlık gereksinmelerini karşılamak için hizmet sunma ve satın alma yetkisi verilmiştir.
1951 yılından itibaren hastalık sigortası primi toplamaya başlayan SSK, 1950�li yılların ikinci yarısından itibaren sağlık kuruluşları tesis ederek hizmet sunmaya başlamış, sağlık kuruluşlarının olmadığı ya da yetersiz kaldığı durumlarda hizmet satın alımı yoluna gitmiştir.
Yasal düzenlemelerin ötesinde SSK�nın sağlık hizmetlerinin ortaya çıkışı dönemin getirdiği zorunluluklardan kaynaklanmaktadır. 1950�lerde Türkiye�de yaygın sağlık kuruluşlarından bahsetmek mümkün değildir. Keza yaygın sağlık kuruluşlarını tesis edecek finansman kaynakları da hükümetin elinde bulunmuyordu. Sıradan vatandaşların sağlık hizmet talepleri de son derece düşük seviyelerdeydi. Avrupa�daki sosyal güvenlik kuruluşları da sağlık hizmet yükümlülüklerinin bir bölümünü kendi kurdukları sağlık tesislerinde gerçekleştirmek için çalışmalar yürütüyordu.
Tüm bu koşullar sağlık hizmet talebinin ve finansmanının kesiştiği nokta olarak, SSK�nın sağlık kuruluşları tesis etmesi ve gereksinimini bu kuruluşlardan karşılamasını zorunlu kılmıştır.
Bu politika o dönem için sistem kaygıları da olmadığı için makul görülebilirdi. Ancak 27 Mayıs sonrasında ortaya çıkarılan Anayasa ile 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesine İlişkin Yasa ve ilgili düzenlemeleri, SSKsağlık hizmetlerini boşlukta bırakmıştır.
Kamu sağlık hizmetlerini tek elde toplayan bu düzenlemelere karşılık SSKsağlık primleri toplamaya ve kapsamındaki nüfusa sağlık hizmeti sunmaya devam etmiştir. Toplanan primlerin sağlık yatırımlarına dönüştüğü bu yıllarda altın çağlarını yaşayan SSKsağlık hizmetlerinin cazibesi de 224 sayılı yasa ile entegrasyonu güçleştirmiş olabilir.
24 Ocak ve sonrası süreçte aktuaryal dengeye yapılan negatif müdahaleler ve yatırımların sınırlandırılması, anne-babaların da sigorta kapsamına alınması ile SSKsağlık hizmetleri, yaşlanan sigortalı nüfusun artan sağlık gereksinimlerine yanıt verememeye başlamıştır.
SSKson on yıl içerisinde sınırlı sağlık personeli ile giderek artan hizmet yoğunluğunu yaşamaya başlamış, bu hizmet yoğunluğunun getirdiği sıkıntıları da göğüslemek durumunda kalmıştır.
Bugün gelinen noktada SSK, ülke nüfusunun yaklaşık yarısına, ülkedeki sağlık personelinin %10�undan azı, yatakların %16�sı ile hizmet vermektedir. SSKbu altyapısıyla ülke çapındaki poliklinik hizmetlerinin üçte birini, yataklı hizmetin dörtte birini üretmektedir.
Bu hizmet hacmine ve yoğunluğuna, kaynaklarının dörtte birini dışarıdan hizmet satın almaya ayırmasına rağmen SSK, kapsamındaki nüfusun gereksinimlerini tamamen karşılayamamaktadır.
Tam bu noktada SSKsağlık hizmetleri hakkında birkaç kritik soru gündeme gelmektedir:
1- SSK, kapsadığı nüfusun sağlık hizmet gereksiniminin ne kadarını karşılamaktadır?
2- (Daha geniş bir açıyla)SSKkapsamındaki nüfus, sağlık hizmet gereksinimlerini hangi kuruluşlardan ve ne oranda karşılamaktadır?
3- SSKkapsamındaki nüfusun sigorta prim sistemi ileSSK�ya aktardığı kaynak, tüm sağlık hizmeti harcamalarının ne kadarıdır?
4- (Bir başka deyişle)SSKkapsamındaki nüfusun sigorta primleri dışında sağlık hizmetleri için harcamak zorunda olduğu kaynak ne kadardır?Ve bu kaynak hangi kuruluşlara yönelmektedir?
5- (Acı ama gerçek)SSKkapsamındaki nüfus, SSKsağlık hizmetlerinden yararlanabilmek için ne kadar ek harcama yapmak zorunda kalmaktadır?
Soruların karmaşıklığını da gözönüne alarak iki akış grafiği ile konuya açıklık getirmeye çalışalım.
GRAFİK 1:SSKkapsamındaki nüfusun hizmet gereksiniminin sağlık kuruluşlarına akışı. (Yazarın notu:Hizmet gereksiniminin mutlak ve ikincil olarak ikiye ayrılmasının anlatılmak istenilene uygun olduğunu düşünüyorum. Literatürde böyle bir ayrım söz konusu değildir. Okların ağırlıkları da hizmet içinden gelen biri olarak benim gözlemimdir. Bu konuda sağlıklı veri bulmak kanımca mümkün değildir.)
GRAFİK 2:SSKkapsamındaki nüfusun sağlık harcamalarının akışı ile sigorta primi ve işveren ödemelerinin harcamalardaki yeri.
Birinci grafikle vurgulanmak istenilen şey SSKkapsamındaki nüfusun mutlak sağlık hizmet gereksiniminin büyük bölümünün SSKsağlık kuruluşları üzerinden, ikincil gereksinimin görece daha rahat hizmet aldığı özel sağlık sektörü tarafından karşılandığıdır.
İkinci grafikle ortaya konmaya çalışılan şey ise SSKkapsamındaki nüfusun, sağlık hizmetleri için, sigorta primlerine ayırdıkları kaynakların çok ötesinde, hem SSKsağlık kuruluşlarını, hem de diğer sağlık kuruluşlarını kullanırken, ciddiye alınması gereken miktarlarda ek kaynak ayırmak zorunda kaldıklarıdır.
Türkiye�de kişi başına yıllık sağlık harcamasının 120 Amerikan Doları, SSK�nın kişi başına sağlık harcamasının 40 Amerikan Doları olması bu görüşü desteklemektedir. SSK�nın daha düşük sağlık harcaması yapması, bir başarının değil olsa olsa bir vurdumduymazlığın göstergesi olabilir.
Bu değerlendirmeler ışığında ortaya çıkan gerçek, SSK�nın, kapsamı altındaki nüfusun ne sağlık hizmet gereksinimlerini, ne de finansman gereksinimlerini karşılayamadığıdır.
Kabaca bir hesapla SSK�nın sağlık hizmet açığının, ayaktan tanı ve tedavi hizmetlerinde mevcut hizmeti kadar, yataklı tanı tedavi hizmetlerinde ise mevcut hizmetinin yarısı kadar olduğu iddia edilebilir.

ÇIKIŞ
İTO SSK Komisyonu yaklaşık 6 yıldır sağlık hizmetleri hakkında ciddi çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmalar temelde, işyeri hekimliğinden daha fazla yararlanarak ve dispanser hizmetlerini geliştirerek, hastane poliklinikleri önündeki yığılmayı önlemeye yöneliktir.
SSKyukarıda belirttiğim hizmet açığını, kendi sağlık hizmetlerini geliştirerek karşılayamayacağı gibi, hizmet finansmanında da ciddi sorunlar yaşayacaktır.
Bugünkü prim düzeyleri ile yapılan projeksiyonlarda ciddi negatifler içeren sağlık sigorta sisteminin, mevcut poliklinik hizmetleri kadar poliklinik hizmetini ve mevcut yataklı hizmetinin yarısı kadar yataklı hizmeti (şu anki yoğunluk devam etmek kaydıyla)karşılayacak sağlık yatırımları yapması imkansızdır.
Kaldı ki bu hayal gerçekleşse bile SSK�nın tanı ve tedavi hizmetlerini önceleyen �sigorta mantıklı�sağlık hizmeti anlayışı değişmeyecektir. Koruyucu hekimlikle sorumlu olan işyeri hekimlerine herhangi bir ücret vermeden birinci basamak tanı ve tedavi hizmetini yükleyen SSK�nın temel sağlık hizmetlerini önceleyen bir anlayışa geçmesi hayalden de öte birşeydir. Öyleyse ne yapmalı?
Çözüm SSK�nın dışındadır.
Tüm ülkede birinci basamak sağlık hizmetleri tek elde toplanmalıdır. SSK da dahil olmak üzere Sağlık Bakanlığı dışındaki tüm kamu kuruluşları birinci basamak sağlık hizmetlerinden tamamen çekilmelidir. Temel sağlık hizmetlerini içeren bu alan tümüyle devletin sorumluluğundadır ve devlet tarafından yürütülmelidir.
Devlet, var olan yasal düzenlemeler ile, herkese olanakları ölçüsünde hizmet götürmeyi ya da bu hizmeti güvence altına almayı (en azından temel sağlık hizmetlerini içeren ilk basamak sağlık hizmeti)taahhüt etmiştir.
Bu taahhüdün karşılığı olarak büyük metropoller dışında tüm ülkeyi sağlık ocakları ve sağlık evleri ile örmüş ve gerekli altyapıyı kurmuştur. SSK�nın birinci basamak sağlık hizmetlerinden çekilmesi (tüm birinci basamak sağlık kuruluşları Sağlık Bakanlığı elinde toplanmak koşuluyla)ülke çapında büyük bir eksiklik yaratmayacaktır.
Bugün itibariyle yaşadığı finans sıkıntıları açısından, SSK�nın ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetlerinden çekilmesi sakıncalar içermektedir. Yoğun tıbbi teknoloji kullanan bu basamaklarda artacak tanı maliyetlerini azaltabilmek için kendisi hizmet üretmeye devam etmelidir. Bununla birlikte ürettiği hizmetin maliyet-kar, maliyet-fayda ve maliyet-etkinlik analizlerini yaparak, gereklilik ve verimlilik ilkeleri ile hizmeti değerlendirilmeli, yatırımlarını bu değerlendirmeler doğrultusunda gerçekleştirmelidir.
SSK�nın, kapsamındaki nüfusun ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetlerini de karşılayamadığı bir gerçektir. Bu nedenle kamuya ait tüm ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmeti üreten kuruluşlar, sosyal güvenlik kuruluşuna bakılmaksızın tüm topluma sağlık hizmeti sunmalıdırlar. Ödemeler, sosyal güvenlik kuruluşları arasında transfer edilmelidir.
Kısaca özetlemek gerekirse tüm sağlık kuruluşları tüm topluma hizmet sunmalıdır.

SONUÇ
Herkesi eşitlik ve sorumluluk anlayışı ile kapsayan, belirli bir bölgede belirli bir nüfusa hizmet eden, toplum katılımına dayalı, eğitim ve altyapı hizmetleri ile entegre, ilk seviyede temel sağlık hizmetlerini içeren basamaklandırılmış bir sağlık hizmet sistemi tüm gelişmekte olan ülkelere olduğu gibi ülkemize de en uygun sağlık sistemidir.
SSKbirinci basamak sağlık hizmetleri, böyle bir sistemin kurulmasının önündeki en büyük engeldir. SSK, birinci basamak sağlık hizmetlerini ürettiği sürece eşit ve ulaşılabilir sağlık hizmetine giden yol kapalı tutulacaktır. SSK�nın sağlık hizmetleri geliştirilerek tüm toplumu kapsayan bir sağlık sistemi oluşturulamaz. Olsa olsa birbirinden bağımsız ve uyumsuz çalışan iki büyük sağlık hizmeti üreten kuruluş oluşur. Bu da kaynakların verimsiz kullanımından öte eşit olmayan hizmeti yerleşik kılar.
Demokrasi içerisinde, SSKsağlık hizmetlerine ilişkin, işçi ve emeklilerin içinde yer almayacağı bir düzenleme mümkün değildir. Bu nedenle SSK�nın birinci basamak sağlık hizmetlerinden çekilmesini, tüm sağlık hizmetlerinden çekilmesinin birinci basamağı olarak görmek ve böyle bir durumda SSK�nın hizmet sunduğu ücretli emekçi kesimin hizmet kaybına uğrayacağını ileri sürmek ise ücretli emekçi kesimlerin örgütlülüğünü hiçe saymak demektir.
İşçi ve emekliler ile SSKçalışanları, kendilerini çevreleyen SSKDUVARINIyıkmak zorundadırlar. Eşit ve ulaşılabilir sağlık hizmeti, SSK�nın içinde değil, dışındadır. SSKkapsamındaki nüfusun eşit ve ulaşılabilir sağlık hizmetine sahip olması, kendilerini toplumun diğer kesimlerinden soyutlayarak değil, onlarla bütünleşerek gerçekleşebilir. SSKile ilgilenen tüm kuruluşlar bu temel gerçeğe göre hareket etmelidirler.
Herkes bilmelidir ki, sırf SSK�lı olduğu için diğer sağlık kuruluşları tarafından dışlanan ve SSKsağlık hizmetlerine ulaşamadan ölen (en az 100 tanesine ben şahit olmuşumdur)ya da tedavisi geciken insan sayısı her geçen dakika giderek artmaktadır.
En çarpıcı örnekle; Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi�nin hemen karşısında oturan bir SSK�lı, psikiyatri tedavisi için neden günler alacak bir koşuşturmaca ile SSKErenköy Hastanesi�ne gitmek zorunda kalsın?Ya da bir memur için tam tersi...
İnsanları SSK�lı olan ve olmayan olarak ayırmanın henüz sonu gelmedi mi?

* Askerde bir SSK�lı hekim

 



Bir portre: Aslan Yürekli Yaşar!

Dr. Osman ÖZTÜRK*

Tüm zamanların en popüler Çalışma Bakanı. Birbuçuk yıldır neredeyse her gece televizyonlarımızda zuhûr ediyor. Bazen hızını alamıyor, birkaç kanalda birden arz-ı endam eyliyor.
Politikaya Milliyetçi Hareket Partisi�nde başladı. 12 Eylül öncesinin ülkücülerinden. Alpaslan Türkeş�in A Takımı�ndan. Darbeden sonra lideriyle birlikte �Liderler Hapisanesi�nde yattı. Hapisten çıktıktan sonra davadan döndü.
Döndü; ANAP�lı oldu... Döndü; Yalova Milletvekili oldu... Döndü; Çalışma Bakanı oldu...
1999 Ağustos�unda Türkiye�de şimdiye kadar kimsenin yapmaya cesaret edemediğini yaptı. IMF�nin yıllardır dikte ettiği operasyonu gerçekleştirdi. Depremden mal kaçırırcasına �Mezarda Emeklilik Yasası�nı TBMM�den geçirdi.
İşçiler bu yaptığına �emek düşmanlığı�dedilerse de hiç üzerine alınmadı. Kendisine karşı çıkanları �ucuz popülizm� yapmakla suçladı.
Çalışma Bakanlığı koltuğunda oturduğu bir buçuk yıl boyunca ise en �ucuz popülist�politikaların kâşifi ve uygulayıcısı oldu.
�SSK�da Ayın Personeli� uygulamasını keşfetti. SSKpersonelini acayip motive etti. (Kadir İnanır henüz �kısa mesajla motivasyon�u keşfetmemişti.)Dört ay sonra vazgeçti.
�Alo SSKHattı�nı keşfetti. SSK�lı hastaların bütün dertlerini ve dahi şikayetlerini anında çözdü. İnanmıyorsanız arayın; sizin sorunlarınız da çözülsün.
�Gönüllü Çalışma�yı keşfetti. SSKHastanelerindeki kuyrukları ortadan kaldırdı. Yolunuz düşerse dikkat edin; artık SSKhastanelerinin bahçelerindeki kediler bile kuyruksuz. Şimdilerde SSK�da yalanın dahi kuyruksuzu revaçta.
�Telefonla Randevu�yu da O keşfetti. SSK�daki bütün kuyrukları bir kez daha yok etti.Şimdi de telefonla �eve paket servis� başlayacakmış. Öyle diyorlar.
Bir de �Akıllı Kart�ı keşfetti. Sağlık karnelerini, vizite kağıtlarını, sevk evraklarını, hatta ve hatta reçeteleri bile yırtıp atacağız yakında. Çok yakında. En fazla iki yıl sonra. Eğer yapamazsa istifa edecek. (�İki yıla kadar kim öle kim kala?� mı dediniz; duymamış olayım.)
O�nun sayesinde SSK�da müthiş bir rüzgar esiyor. Bütün işler güllük gülistanlık olma yolunda. Acayip bir yatırım hamlesi başladı. İslam Kalkınma Bankası bile dayanamadı bu rüzgara. Aşka geldi, Ümraniye�de SSKHastanesi yaptırıyor. (Tevatüre göre personelin maaşını da Rabıta ödeyecekmiş. Suudi Riyali olarak. Bakalım, marjinal laikçilerimiz bu işe ne diyecek?)
Ne, siz rüzgar müzgar hissetmiyor musunuz?Muhaliflik etmeyi bırakın da kendinize iyi bir rüzgargülü alın. Hani şu her esintiye göre yönünü değiştirenlerden. O zaman hissedersiniz. Yalnız, dikkatli olun. O�nun rüzgarına kapılmayın; fena çarpılırsınız. Feleğiniz şaşar. Günlerdir uğraşıp telefonla randevu alamayan SSK�lı hastalara dönersiniz.
Kadrolaşmada Osman Durmuş�la yarışıyor. Kendisine biat etmeyen hiç kimseyle çalışmak istemiyor. Haksız mı yani?
DSPMilletvekili Rıdvan Budak, O�nu SSKhastanelerine �siyaseten ve dahi eş durumundan başhekim tayini� yapmakla suçlamaya kalktı. Cevabını anında aldı: �Yaptıysam, ben yaptım. N�olmuş yani?�
Bir buçuk yılda beş tane SSKGenel Müdürü değiştirdi. Kendi getirdiği Genel Müdürü üç ay sonra görevden aldı. Danıştay bu kararını hukuka aykırı bulup bozdu. Karara uydu, Genel Müdürü koltuğuna iade etti. İki saat sonra tekrar aldı.
Birileri SSK�yı öpüyorlardı... O gördü. �Sağcısı, solcusu bir olmuş, SSK�yı soyuyorlar�dı... O yakaladı. �SSK�da katrilyonluk soygun�u ortaya çıkardı. Soyguncuları her nedense hâlâ ortaya çıkaramadı ama, olsun varsın. SSK�yı o kadar çok seviyor ki; kendinden başka kimselere öptürmüyor.
Şimdilerde büyük işçi dostu oldu. İş Güvencesi Yasası�nı çıkaracak. Sendikacılarla kolkola girip Sabancı Center�a yürüyecek. Söylediğine göre, patronlar işçilere sendikal baskı yapıyorlarmış. Çok üzülüyormuş. Yüreği parçalanıyormuş.
Anlamadım, ne dediniz?O�nun Bakanlığı�na bağlı SSKOkmeydanı Hastanesi�nde SES�in 5 üyesi İstanbuldışına mı sürülmüş?17 sağlık çalışanı O�nun başhekiminin talebiyle dövülerek gözaltına mı alınmış?O�nun müfettişleri tarafından soruşturmadan mı geçiriliyorlarmış?Bütün suçları sendikal faaliyetlere katılmak mıymış?Hadi canım, siz de. O�nun bütün bunlardan haberi bile yoktur katiyyen. Dedik ya, o şimdilerde büyük emekçi dostu(!).
Türkiye işçi sınıfına �İş Güvenliği Yasası�nı hediye etmekle kalmıyor. Bir yandan da �Sosyal Güvenlik Reformu(!)�nun İkinci Ayağı�nı geçirmeye çalışıyor. Becerebilirse IMF�den bir �aferin�daha alacak.
Becerebilirse SSK�nın emeklilik ve sağlık hizmetleri özel sektöre devredilecek. Murat Demirel hapisten çıkar çıkmaz özel emeklilik şirketi kuracak. Emekli olmak için yaşlanmayı beklemeyeceksiniz. Bir fidan ekeceksiniz, hemen meyva verecek. Eşiniz, oğlunuz ve siz aynı anda emekli olacaksınız. Mesut ve bahtiyar olacaksınız.
SSKhastaneleri de sağlık ticarethanelerine dönüşecek. Ondördüncü dereceden evkaf memuru görünümlü eski başhekimlerden kurtulacağız. Artık başımızda hastaların sağlığından önce müessesenin kârını düşünecek olan yuppie kılıklı birer �işletme müdürü�müz olacak. Hastanelerimizi de kantin ve otopark şirketleri işletecek (pardon, yönetecek). Daha ne istiyonuz ki?
O bir mebus... O bir vekil... O bir rüzgar... O, IMF�nin Aslan Yürekli Yaşar�ı.

* Türk Tabipleri Birliği- SSK Kolu Sekreteri

 



İşin özeti

Dr. Erdinç ÜNAL

Atalarımız �her şeyde bir hayır vardır� diyerek, en kötü şeyden bile olumlu olabilecek yanları çıkarma potansiyeline işaret etmişlerdir. Türkiye örnek aldığı Batı�yı on yıllarla tanımlanabilecek bir hızla geriden takip etmektedir. Ancak bu geriliğin bir de olumlu yanı var ki; onların yaşadığı deneyimlerden ders çıkarabilir ve yanlışlarını göz göre göre yaşamaktan kaçınabilirsiniz. Ne yazık ki, ister piyasa ideolojisine ister piyasa güçlerine deyin, en hafif deyimiyle inanmış politikacılarımızın bu avantajı kullanmaya niyetleri hiç yok, dolayısıyla her olumsuz deneyim Amerika�yı yeniden keşfedercesine tekrar yaşanır, ülkemizde.
Yasa yapıcılar, yasa değişiklikleri ya da yeni yasalar sunarken �genel gerekçeler�iyle birlikte sunmaktadırlar. Bu gerekçelerin içinde, yasanın kendisinde bulabileceğinizden daha çok, yasaların ruhunu bulursunuz. Gerekçelerin de gerçekçi gerekçeler mi, yoksa birtakım politik veya ekonomik amaçları gerekçelendirme mi olduğunu.
Önümüzde �Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu� ve �Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi� adlı kanun tasarıları mevcut. Bu tasarılardan birincisinin gerekçesinde problemin tanımı şöyle yapılmıştır: SSK hizmetlerindeki �aksaklıkların temelinde; hukuken mali ve idari özerkliğe sahip olmasına rağmen pratikte görülmeyen, ülke çapında yaygın hizmeti olmasına rağmen yetkilerin merkezde toplandığı, sigortacılık ve sağlık hizmetlerinin gerek idari, gerekse mali yapısının ayrı ayrı olması gerekirken, yıllardan beri iç içe olduğu ve birbirine kaynak aktarılarak, gerçek açığın tespit edilemediği bir yapıya sahip olması olarak özetlen�miştir. Evet, tırnak işareti içinde yazmamdan da anlaşılabileceği gibi alıntı tıpkısıyla aynısıdır.
İşte bu satırlar gerekçelendirme çabalarının edebi bir örneğidir. Uluslararası konjonktürün ve dış dayatmaların etkisinde, en basit ekonomi ve finansman mantığını zorlayan uydurmalardır.
Türkiye�de 80�li yıllar sonrasında başlayan kamu ekonomisi alanlarının piyasalaşma sürecine ve özel sermaye unsurlarına terk edilmesi politikaları meyvelerini vermektedir. Üstelik �pazara dönük reformlarda uluslararası alanda en çok dikkati çeken iki Avrupa ülkesi olan İngiltere ve İsveç�in, sağlık sektöründeki reformlar için rekabete dayalı teşviklere güvenmekten geçtiğimiz yıl içersinde vazgeçmiş�* oldukları bir dönemde. Bu iki ülkede kamunun -yani devletin- geleneksel sorumluluklarına dönüşü vurgulanmış ve ulusal bazlı planlama ve işbirliğine yeniden önem verilmeye başlanmıştır.
Birincisi; aksaklıkların temelinde �gerçek açığın tam tespit edilememesi� mi yatmaktadır? Gerçek açığı �tam olarak� tespit etmek neyi çözer? İstihdam edilen nüfus oranına dayalı liberal bir sosyal güvenlik sisteminde ve aktif nüfusunun yarısını istihdam edebilen ve bunun da yarısını sigortalayabilen bir ekonomik yapıda -diğer aksaklıkları saymaya bile gerek yok- açığın tam olarak tespit edilmesinin önemi nedir? Bu sistem elbette ki açık verecektir ve devlet katkısı olmadan yürümeyecektir. Bu durumda açığın miktarı akışkan bir süreç içinde ve otomatik olarak devlet katkısı kadar olacaktır. Sistemin mantığı da bunu gerektirir. O halde neden SSK açıkları �kara delik� olarak adlandırılmaktadır?
İkincisi; acaba yetkiler merkezden yerele doğru yayıldığında gerçek açık artar mı azalır mı? Bütün desantralizasyon ya da yerelleşme, yetkilerin merkezden çevreye doğru devredilmesi programlarının harcamalarda bir artışla sonuçlanacağı kesindir. O halde neden açıkların artmasına engel olan bir karar mekanizmasına, �yetkilerin merkezde toplandığına ilişkin� -olumsuz anlamda- tasarının demokratik bir özü varmış gibi vurgu yapılmaktadır. Bu nokta tasarının demogojik yönünü ortaya koymaktadır. Bugünkü haliyle SSK�nın durumundan hemen herkes şikayetçidir. Ancak bu sıkıntıların nedeni kolaycı ve çarpıtıcı bir biçimde merkeziyetçiliğe yüklenmektedir. Siz merkezin herhangi birşeye çözüm üretmemesini sağlar, elini kolunu bağlarsanız, hiçbir satın alma ve yatırım yapamayacak hale getirirseniz ve aynı zamanda da sorunların temelini merkeziyetçilik gibi gösterirseniz bu, en azından yüzsüzlüktür. Merkeziyetçilik nihayetinde bir mekanizmadır ve asıl olarak bir ilişkinin üzerine kuruludur. Bu ilişki gözden kaçırılmamalıdır.
Üçüncüsü; sigortacılık ve sağlık hizmetlerinin idari ve mali yapısının birleşik olması öcü gibi gösterilmektedir ve normatif bir yargı olarak bu iki kurumun ayrı ayrı olması gerektiği öngörülmektedir. Tabii ki böyle bir yargının kaynak aldığı yüce değerler sistemini bilmemekteyim. Ancak sormadan edemiyorum, ortada böyle kesin bir doğru vardı da yöneticilerimiz veya bürokratlarımız yıllardır farkında değiller miydi? Doğru olan acaba bu mudur? Birbirlerinin kaynaklarını kullanmayacak olan bu iki sistemin gelecekteki finansman maliyetleri acaba artar mı, azalır mı? Basit bir gerçek; en ucuz kaynak öz kaynaktır. Hal böyleyken bu iki sistemi birbirlerinin kaynaklarını kullanmaktan mahrum etmeyi mali yapıyı güçlendirme olarak nasıl gösterebiliyorsunuz?
Bu satırların yazarına göre, SSK�nın bugünkü birleşik yapısı düşük maliyetli ya da etkin üretim adına bir şanstır. Özellikle sağlık hizmetleri için söylüyorum ki, kaliteden ödün vererek de olsa sağlık alanında en etkin hizmeti SSK sağlık kuruluşları vermektedir. Hizmet üretiminin ve finansmanının birleşik olduğu bu sistemin hizmet kalitesini artırmasının önünü açmaya olanak sağlanmalıdır. Bunun için sermaye ve insan kaynakları kullanımının önündeki engeller kaldırılmalıdır. SSK yatırımları ve personel istihdamını önleyen her karar ve davranış politik ve ekonomik tercihlerin sonucu olmaya devam edecektir. Başka bir yazıda bireysel emeklilik yasa tasarısına ve emeklilik konusuna değineceğiz.

* Richard B.Saltman ve Joseph Figueras, Avrupa Sağlık Reformu-Mevcut Stratejilerin Analizi, Dünya Sağlık Örgütü ve T.C. Sağlık Bakanlığı Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü Yayını, Aralık 1998, s.41.

 



GÖRÜŞ: PRATİSYEN HEKİM KOMİSYONU
SSK birinci basamak sağlık hizmetlerindeki sorunlara bakış ve öneriler

SSK�lardaki poliklinik muayenelerinin 1/3�ü birinci basamakta yapılmaktadır. SSK�da 1. basamağın yapısı 2 tür birimden oluşmaktadır:1- Dispanserler, ki asıl model bu. Bunlarda uzmanlığa dayalı poliklinik hizmeti veriliyor, pratisyenler de belli uzmanlık dallarında çalışıyorlar. 2- Sağlık istasyonları. Bunlar daha küçük birimler.
Personel sıkıntısı SSK�nın 2. basamağında olduğu gibi 1. basamakta da yaşanıyor. Laboratuvar ve diğer olanaklar da daha çok hastaneler için kullanılıyor.
İstanbul�da 26 SSKistasyon ve dispanseri var. Aktif çalışan SSK�lı işçilerin 2/5�i de işyeri hekimliğinden yararlanıyor. SSK1. basamak kurumlarında bağışıklama ve diğer koruyucu sağlık hizmeti verilmiyor, gezici hizmet yok. Dispanserlerde laboratuvar hizmeti veriliyor.
Bu genel bilgi çerçevesinde SSK�nın 1. basamak hizmetlerini değerlendirecek olursak; ulusal sağlık sistemi içinde 1. basamağın tek elden, kapsayıcı hizmeti yürütmesi düşünüldüğünde SSK�nın 1. basamak hizmetleri asıl olarak hastalık tedavisine yöneliktir. Koruyucu, geliştirici sağlık hizmetlerini kapsamamaktadır. Temel sağlık hizmetlerinin kapsaması gerekenleri de içermemektedir.
SSK�nın 1. basamağına yönelik önerilerimiz:SSK�lı insanların da koruyucu ve geliştirici sağlık hizmetlerinden yararlanabilmeleri için, bunları kapsayan temel sağlık hizmetleri veren kuruluşlardan yararlanmaları gerekir. SSK�nın 1. basamak hizmetleri bunları kısıtladığından tekrar gözden geçirilmelidir. Aktif çalışan SSK�lıların 1. basamak hizmetlerini veren işyeri hekimleri ile istasyon ve dispanserlerinin 1. basamak sağlık üniteleri olan sağlık ocakları ile ilişkileri geliştirilip işbirliği olanakları yaratılmalıdır.

 



GÖRÜŞ: Dr. Hikmet ÇEVİK (SSK İstanbul Sağlık İşleri Müdürü)
SSK�nın birinci basamak sağlık hizmetleri geliştirilmeli

İstanbul�da birinci basamak sağlık hizmetleri hakkında bizleri özetle bilgilendirebilir misiniz?
SSK gerçek anlamda 1. basamak hizmetleri vermiyor. Gerçi teşkilat kurulurken bahsedilmiş ancak uygulamada tedavi ağırlıklı hizmetler verilmektedir. Sigortalılar koruyucu sağlık hizmetlerini genel sağlık hizmetleri içinde alıyorlar. Bugüne kadar kurum genelinde üstlenilmemiş. İstanbul�da şimdilik 25 dispanser ve 5 sağlık ünitesi ile 1. basamak hizmetleri sürdürülmeye çalışılıyor. Dispanserlerde yaklaşık eşit sayıda pratisyen ve uzman hekim çalışıyor. Tabii bu dispanserler İstanbul için yetersiz kalıyor.

SSK sorununun çözümü içinde 1. basamak sağlık hizmetlerinin yeri nedir?Hükümetin getirdiği SSK düzenlemelerinde bu alanda ne gibi iyileştirmeler var?
Öncelikle değişen olumlu bakış var. SSK sorununun çözümünün birinci basamak hizmetlerinden geçtiği düşüncesi oluşmaya başladı. Büyük hastane popülizmi değerini yitirmiştir. Daha çok hastane açılmasından vazgeçiliyor. Müdürlüğümüzce İstanbul�da 25 dispanser ihtiyacı tespit ettik. Bunu Devlet Planlama Teşkilatı�na bildirdik. Ancak 7 tanesi için onay çıktı. Bunlar da deprem bölgesi ihtiyacı olarak ödenekleri ayrılabildi. Kurumdan ödenek ayrılamıyor. Arsa bulmada zorlanıyoruz. Dispanserlerde önemli bir sorun pratisyen hekime güvenilmiyor. Bu da bugüne kadar sürdürülen uzman hekimlik popülizminin bir sonucu. Amacına uygun olmayan ve yeterli olmayan mevcut dispanserlerin düzeltilmesi çalışmaları da olacak. 1. basamak hizmetleri için; yatırım yapılmalı, eğitim artırılmalı ve yeterli personel istihdam edilmelidir. Soruna bakış değişti, ancak şimdilik herkes çekimser. Yine de sigorta için son iki yılda çok sayıda yatırım yapıldı. En son Güngören�de bir dispanser açacağız.

Hastanelere getirdiğiniz randevulu yöntemin ne gibi faydaları oldu?
Hasta potansiyelinde artış olmadı. Ancak kuyruklarda bir erime söz konusu. Eczaneden ilaç alımını da kolaylaştırdık. Aciller için yeni bir düzenleme yok.

Son olarak hekimlerle paylaşmak istedikleriniz..?
Kurumumuzdaki hekimler oldukça özveri ile çalışıyorlar. Hepsine minnettarım. Diğer meslektaşlarımı da saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederiz...

 



GÖRÜŞ: Faruk ÜSTÜN (Tez Koop İş Sendikası Genel Sekr.)

Sosyal güvenlik, kendi kitlesinin söz ve karar sahibi olabileceği bir sisteme oturtulmalıdır
Sosyal güvenlik, biz işçiler için SSK�yı akla getirmektedir. Yaşlılık, kaza, analık, hastalık ve de ölüm gündeme geldiğinde ise SSK�dan şikayetçi olmayan işçi yoktur.
Kurulduğu yıllardan geçtiğimiz son 10-15 yıla kadar devlete borç veren konumundaki SSK, bugün içine girdiği sıkıntıyı sigortalı işçilerin boynuna asarak ayakta kalmaya çalışmaktadır.
Bizce kısa bir süre içerisinde gerçekleştirilmesi gerekenler şunlardır:
� Sosyal güvenlik hangi kitleyi kapsıyorsa hem yapılanmada hem de işleyişte o kitle söz ve karar sahibi olmalıdır.
� Sosyal Güvenlik Kuruluşu üzerindeki devlet egemenliğine son verilmeli, devlet denetleyici olmalıdır.
� İşçileri kapsayacak olan Sosyal Güvenlik Kurumu eşit temsil ilkesinden hareketle oluşturulmalıdır. Bunun gerçekleştirilmesi için de Türkiye�deki işçi sendikalarının bağlı bulunduğu konfederasyonlardan ve belli bir temsili sağlayacak sayıda da işveren sendikaları konfederasyonundan katılacak temsilcilerin oluşturacağı bir Yönetim Kurulu kurulmalıdır.
� Bu kurul karar alma yetkisine sahip olmalıdır.
� Sigorta hizmetleri ile sağlık hizmetleri ayrı Genel Müdürlükler altında toplanmalıdır.
� Söz konusu Genel Müdürlükler, Yönetim Kurulunca atanmalıdır.
� Genel Müdürlerin atanabilmesi objektif ölçülere bağlanmalıdır. Örneğin:Sigortacılık ya da sağlık alanında yüksek öğrenim görmüş olmak, en az 10 yıl bu alanlarda başarılı deneyim sahibi olmak, vs. gibi.
� Sigorta hizmetlerinin ve sağlık hizmetlerinin özerk ve ayrı bütçeleri olmalıdır. Bütçelerin gelir ve gider kalemleri ve bütün işlemleri ilgili kuruluşlara açık olmalıdır.
� Genel Müdürler, İş Kanunu hükümlerine göre istihdam edilmelidir. Ücret ve diğer hakları serbest ve karşılıklı görüşmelerle tespit edilmelidir.
� Genel Müdür ve Genel Müdürün önerileri üzerine Yönetim Kurulunca atamaları yapılan ve yönetim kademelerinde görevlendirilen personel ise başarısızlığı ve suçu kanıtlanmadıkça işten çıkarılmamalıdır ya da rızası olmadıkça görevi ve görev yeri değiştirilmemelidir.
� Kurumun çalıştıracağı bütün personel İş Yasası hükümlerine bağlı olmalıdır. İşçinin kurumunda, işçinin kendisi çalışmalıdır, açıkçası çalışanın statüsü işçi olmalıdır.
� Genel Müdür ve diğer bütün yöneticilerin icraatı (uygulamaları)devlet denetimine tabi olmalı ancak bu denetim bağımlılık ilişkisine değil, denetim sonuçlarının ilgili kuruluşlara ve kamuoyuna ilan edilmesine yönelik olmalıdır.
� Konfederasyonlarca Yönetim Kuruluna gönderilen temsilciler, sendikalara üye işçilerin ve işçi sendikalarının haklı talepleri durumunda geriye çağrılmalı ve yerlerine yeni temsilciler gönderilmelidir.
� Sosyal Güvenlik Kurumu�nun bütün kararları ve uygulamaları, her türlü işlemleri açıklık ilkesi gereğince başta kendi kitlesi olmak üzere ülke kamuoyuna açık olmalıdır.
Kitlesinin söz ve karar sahibi olamadığı, açıklık ve demokratik katılım ilkesinin işlemediği her türlü yapılanma kendi kitlesine yabancılaşmak ve kendi kitlesine değil, başkalarına hizmet eden bir kuruluş olmaktan kurtulamayacaktır. Ne kadar iyi niyetli olursa olsun...

 


HABERLER

Hekimler ayağa kalktı
Ekonomi politikalarına, IMF dayatmalarına ve ulusal bağımsızlığımızı zedeleyen uygulamalara karşı hekimler de tüm kamu çalışanları, işçi ve çiftçiler gibi ayağa kalktılar...
Bankalardan hortumlanan paranın Sağlık Bakanlığı bütçesinin 8 katı olduğu, hekime verilen ücretin yoksulluk sınırının altında kaldığı ülkemizde; hekimler, özlük hakları ve halkın sağlığı için onurlu bir görev ve sorumlulukla mesleklerine, emeklerine ve geleceklerine sahip çıktılar. Beyaz uyarı eylemleri toplumun çok geniş kesiminden ve basından büyük ilgi ve destek gördü, topluma moral verdi.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Diyarbakır�da görevli trahom bölge müdürü bir hekimin maaşının milletvekili maaşından daha yüksek olduğu düşünülürse, ulusal sağlık politikalarında ve toplumun sağlığına verilen önemde ne derece geriye gidildiği, Cumhuriyet devrimi kazanımlarının ve halkçı politikaların ne derece aşındığı görülür.

Tablo açıktır:1930�lu yıllarda sağlık bakanları sağlığı milli mesele olarak görüp, sağlık çalışanlarına emeklerinin karşılığını verirken, 1990�lı yıllarda başbakanlar Meclis kürsüsünde devletin sağlık sistemine katkısının sıfırlanması ve sağlıkta özelleştirmenin gerekliliğini pervasızca açıklamışlardır.

HEKİMLER,ODA�NIN ÇAĞRISINA UYDU
* 24 sağlık kuruluşunda düzenlediğimiz toplantılara 1500�den fazla hekim katıldı.
* Yasa tasarısı hekimlerin onayına sunuldu. İstanbul�da 5 bin hekim oy kullandı.
* İstanbul milletvekilleri ile hekim milletvekillerine konu hakkında bir mektup iletilerek destekleri talep edildi. İstanbul milletvekilleri davet edilerek, 12 Kasım 2000 tarihinde Oda�da yapılan toplantıda milletvekilleri bilgilendirildi.
* TBMM�de grubu bulunan ve bulunmayan siyasi partilerin İstanbul İl Başkanlıkları konu hakkında bilgilendirildi.
* 15 Kasım günü; Oda önündeki basın açıklamasına 200 hekim beyaz önlük ve siyah kurdela-şemsiyeyle katıldı.
* 22 Kasım�da yapılan beyaz uyarı eylemine İstanbul�da katılım % 85 düzeyinde oldu. SSK Okmeydanı Hastanesi�ndeki basın açıklamasına 200 hekim ve sağlık çalışanı katıldı. Poliklinik önünde vatandaşlara, uyarı eyleminin gerekçeleri aktarıldı, mektuplar dağıtıldı. Birçok yurttaş desteklerini basın önünde sözlü olarak da ifade ettiler.
* 22 Kasım tarihinde Ankara�da TBMM�ye yürüyüş ve siyasi parti grup başkanlarıyla görüşmeye İstanbul Tabip Odası adına Genel Sekreter Dr. Turgut Adatepe katıldı.

BASINDAKİ YANSIMALAR
* Odamız Basın Sözcüsü; bu dönemde 5 TV programına, canlı yayında konuk olarak katıldı:
STV:  9 Kasım, 23.45-01.00
Flash:  14 Kasım, 15.00-17.00
CNN Türk: 21 Kasım, 23.15-23.30
NTV:  22 Kasım, 14.35-14.45
CNN Türk: 22 Kasım, 17.00-17.30
* 22 Kasım eylemine televizyonlar da çok geniş yer verdi. Tekrarları çıkarırsak konu hakkında 19 televizyon kanalında toplam 54 haber yayınlandı(6 saat 52 dakika).
* 28 Kasım toplu nöbet eylemi, 4 hastanede gerçekleşti. İstanbul Tıp Fakültesi�ndeki toplu nöbet eylemini 4 televizyon kanalı canlı yayın bağlantısı kurarak aktardı.

TOP, HÜKÜMETTE-BAKANDA!
* Hekimler, Sağlık Bakanı Osman Durmuş�a ve hükümete net bir mesaj verdi:Sağlık Bakanlığı makamı, şikayet etme ve tespit makamı değildir. Çözüm makamıdır, bizi oyalama! Sağlığı milli mesele olarak görün, IMFreçetelerini değil hekimlerin ve emeğiyle geçinenlerin reçetelerini esas alın, toplumun sağlığına ve hekimlerin emeğine saygılı olun.
 
Dr. Rıfat YÜCEL (Yön. Kur. üyesi)

 


4-5 Kasım 2000, İzmir
6. Tıpta Uzmanlık Eğitimi Kurultayı Sonuç Bildirgesi

Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Konferans Salonu�nda, 4-5 Kasım 2000 günlerinde; Dokuz Eylül, Ege, İstanbul, Ondokuz Mayıs Üniversitelerinin Rektörleri; Sağlık Bakanlığı Müsteşarı; YÖKBaşkan Danışmanı; Hacettepe, Gazi, Dokuz Eylül, Adnan Menderes, Ege, Celal Bayar, Süleyman Demirel Tıp Fakültelerinin Dekanları; Ankara Tıp Fakültesi Dekan Yardımcıları; İzmir İl Sağlık Müdürü; 23 tıp fakültesi ile 30 eğitim hastanesinin eğiticileri; 35 uzmanlık derneği; Türk Tabipleri Birliği Başkan ve yöneticileri; Ankara, Balıkesir, Bursa, İstanbul ve İzmir Tabip Odaları Başkanları; Ankara, Adana, Aydın, İstanbul, İzmir, Samsun Tabip Odaları yöneticilerinin yer aldığı 6. Tıpta Uzmanlık Eğitimi Kurultayı�na 324 eğitimci, uzmanlık öğrencisi ile basın mensubu katılmıştır.

Kurultay�da iki gün boyunca �Eğitim hastanelerindeki yeni düzenlemeler, şeflik sınavları�, �Tıpta Uzmanlık Tüzüğü konusundaki gelişmeler�ve �Tıp kongreleri� konuları delegelerin aktif katılımıyla ele alınmış, aşağıdaki kararlara varılmıştır:
1- 1994 yılından bu yana çok taraflı ve geniş katılımlarla gerçekleşen Tıpta Uzmanlık Eğitimi Kurultaylarının sonuç ve kararlarını dikkate almayan yasal düzenlemelerin, şura ve toplantıların �demokratik katılımcılık� ve �bilimsellik� ilkelerini gözardı eden eksik ve meşruluğu tartışmalı yaklaşımlar olarak değerlendirilmesi gerektiğini,
2- Ülkemizin gereksinimlerine uygun sayı ve nitelikte, tıptaki gelişmeleri dikkate alan uzman hekimlerin yetiştirilmesi, eğitim kurumlarının bu açıdan yeniden düzenlenmesi amacıyla uzun yıllar boyunca uzmanlık dernekleri, TTB, Sağlık Bakanlığı ve YÖK�ün katkılarıyla oluşturulduktan sonra 1997 yılında Danıştay�ca onaylanan Tıpta Uzmanlık Tüzüğü Tasarısı�nın bir an önce yürürlüğe girmesi gerektiğini,
3- Sağlık Bakanlığı ve YÖKile birlikte meslek kuruluşlarımız olan Türk Tabipleri Birliği ve uzmanlık derneklerinin uzmanlık eğitimi konusunda söz ve karar sahibi olduğunu bir kez daha taraflara ve kamuoyuna duyurmayı,
4- Tıpta Uzmanlık Tüzüğü konusunda reform niteliğinde düzenlemeler yapılana kadar, uzmanlık eğitiminin niteliğini arttırmaya yönelik olarak �asistan karnesi ve eğitim programları hazırlanması�, �yeterlilik kurulları ve sınavlar�, �eğitim birimlerinin ziyaretleri�, �sürekli tıp eğitimi ve kredilendirme�konularında uzmanlık derneklerimiz ve TTB�nin eğitimin diğer tarafları ile temas halinde bugüne kadar yürüttükleri çalışmaları daha yaygın ve yoğun olarak sürdürmelerini, böylece bu alandaki fiili etkinliklerini artırmalarını,
5- Uzmanlık eğitiminin önemli bir kısmını gerçekleştiren tıp fakülteleri dışındaki eğitim hastanelerinde düzenlemelerin politik müdahalelerden uzak olarak yapılması, tüm eğitim hastanelerinde (üniversiteler ve eğitim hastaneleri)eğiticilerin belirlendiği sınavların şeffaflık, hak eşitliği ve bilimsellik ölçütleri içinde yapılmasının önemini vurgulayarak Sağlık Bakanlığı�nın meslek kuruluşları ve eğitim hastanelerinden gelen eleştiri ve önerileri dikkate almadan, sınav sistemini geriye götüren ve Sağlık Bakanlığı Merkez Yönetimine �sınırsız ve keyfi�yetki kullanma olanağı veren 12.8.2000 tarihli Yönetmelik değişikliğinin bu hastanelerdeki uzmanlık eğitimi ve sağlık hizmetini olumsuz yönde etkileyeceğini kamuoyuna duyurmayı kararlaştırır.
6- 6. Tıpta Uzmanlık Eğitimi Kurultayı, tıp kongrelerinin ülkemizin sağlık gereksinimlerini dikkate alan, hekimlerin tıptaki gelişmeler konusunda sürekli ve yaygın eğitimini hedefleyen amaçlarla, etik ilkeler doğrultusunda gerçekleştirilmesi için, �tıp kongrelerinin düzenleme ve gerçekleşmesi sırasında derneklerin dikkate almaları gereken hedefler, ilkeler ve etik kurallar� konusunda bir yönerge hazırlamak üzere Prof. Dr. Şadi Yenen, Prof. Dr. Feyza Erkan, Prof. Dr. Semih Baskan, Prof. Dr. Berna Arda ve Prof. Dr. İskender Sayek�ten oluşan bir komiteye görev vererek, hazırlanacak yönerge taslak metninin TTB-UDKKYürütme Kurulu aracılığıyla uzmanlık derneklerinin görüşüne açılarak TTB - UDDK Genel Kurulu�nda karara bağlanmasını tavsiye etmektedir.

 



Hastanelerde vardiyalı çalışma sisteminin İstanbul�daki bir yıllık bilançosu:
Fiyasko!

Sağlık Bakanlığı�nın orijinal bir proje olarak gerçekleştirdiği vardiyalı çalışma sistemi tam bir yılını doldurdu. Sağlık Bakanı Doç. Dr. Osman Durmuş�un böyle ciddi bir konuda proje geliştirirken, her zamanki gibi �ben bilirim�anlayışı ile hareket etmesi, bugünkü fiyaskonun ana nedenidir. Tabip odalarının görüşü ve eleştirileri dikkate alınmadan başlanan vardiyalı çalışma sistemi, İstanbul�da daha birinci yılında iflas etmiştir.

Sadece halkın gözünü boyamak ve siyasi rant elde etmek hedefiyle, Sağlık Bakanlığı tarafından uygulamaya konulan bu sistem, daha büyük hayal kırıklıkları yaratmadan bir an önce terkedilmeli, Bakanlık; gerçekçi-çağdaş ve bilimsel çözümlere yönelmelidir.

Neler hedeflenmişti?Sağlık Bakanlığı; hazırladığı yönetmelikte, vardiyalı çalışma sisteminin gerekçelerini açıklarken hastane polikliniklerinde 08.00-16.00 saatleri arasında aşırı yığılmalar olduğunu, hasta yoğunluğu nedeniyle hekimlerin hastalarına yeterli zaman ayıramadığını, radyolojik tetkik merkezlerinde çalışanların yasa gereği 5 saatle sınırlı görev yaptıkları için taleplerin karşılanamadığını ve bu nedenle hastane dışına sevklerin arttığını belirtmiştir. Vardiyalı çalışma sistemiyle bütün bu olumsuzlukların tersine çevrileceği, bu arada uzman ve nitelikli insan gücünden optimal yarar sağlanabileceği varsayılmıştır. Ayrıca vardiyada çalışanlara döner sermayeden daha yüksek prim ödenmesi, servis hizmetleri verilmesi de planlanmıştır.

Vardiyalı çalışma sistemi uygulanan 5 hastanede (Bakırköy Devlet, Haydarpaşa Numune, Kartal Eğitim ve Araştırma, Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma, Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Hastaneleri)yaptığımız araştırmanın sonuçlarını dikkatinize sunuyoruz:
İstanbul�da vardiyalı çalışma sistemi uygulanan beş hastane yaptığımız araştırma, vardiyalı çalışma sistemine geçildikten sonra günlük poliklinik sayılarının her türlü reklama rağmen sadece ortalama %2.8 oranında azaldığını ortaya koyuyor.

Yapılan tüm reklamlara, cadde afişlerine rağmen vardiya döneminde bakılan hasta sayısı, gündüz bakılan hasta sayınının ancak %18�ine varabilmiştir. Beş hastane arasında en yüksek oran %38 ile Bakırköy Devlet Hastanesi�nde olurken, en düşük oran %7 ile Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi�ndedir. Dışarıya hasta sevkleri azalmamış, dışarıya (genellikle özel sektöre)yapılan sevkler ortalama %12 artmıştır.

Beş hastanede yıllık poliklinik gelirleri sadece ortalama %14 artmıştır. Hastane dören sermayelerinden ödeneceği söylenen yüksek primler lafta kalmıştır. Beş hastanede hekimlere verilen ortalama ek ücret aylık 25 milyon TLdüzeyinde kalmıştır.

Sağlanacağı vaad edilen servis olanağı da lafta kalmıştır. Beş hastanenin sadece birinde, o da düzensiz servis olanağı sağlanmıştır.

Vardiyalı çalışma sisteminin bir yılını incelediğimiz beş hastanenin dördü eğitim hastanesi idi. Bu hastanelerde toplam 352 hekime uyguladığımız ankette hekimlerin %78�i eğitim etkinliklerine (seminer, kurs, vaka tartışması gibi)çok ciddi düzeyde aksama yaşandığını, %16�sı ise eğitim etkinliklerinin vardiyalı çalışma sisteminden olumsuz etkilendiğini belirtmiştir. Ayrıca başından gerek yönetmelikle gerek genelgeyle, vardiyada uzman hekim istihdamı sağlanacağı ifade edilmesine karşın vardiyalı çalışma genellikle eğitim alan konumunda olan asistan hekimlerin omuzlarına kalmıştır.

Beş hastaneden toplam 352 hekime yönelttiğimiz bir soruya karşılık hekimlerin çok büyük çoğunluğu (%93)vardiyalı sistemin hastane kuyruklarına çözüm getirmeyeceği düşüncesini dile getirmişlerdir.

Sonuç olarak vardiyalı çalışma sisteminin sağlık sorunlarını çözmediği ortaya çıkmıştır. Başarısızlık ortadadır. Sistem; toplumun sağlık gereksinimlerini karşılamadığı gibi hekimlere de yeni angaryalar yüklemiştir. Ayda 25 milyon TL ücret, olumsuz çalışma koşulları, parçalanan günlük mesai vb. sonucunda hekimler ve tüm sağlık çalışanları, sistemin mağduru haline gelmişlerdir.

 



Bakırköy Devlet �Eğitim Hastanesi�

Bakırköy Devlet Hastanesi ani bir karar ile Sağlık Bakanlığı tarafından eğitim hastanesi yapıldı. Hekimler konuyu basında yer alan haberler ve fısıltı gazetesinden öğrenebildi. Sağlık Müdürlüğü�nden gelen bir şefler komisyonu eğitim yetkisini onaylayan tutanağı tutup gitti. Bu karar uyarınca; Bakırköy Devlet Hastanesi�nin binaları, yeni yapılan ve hizmete açılmamış olan kadın doğum binası+ruh sinir hastanesinden 3 nöroloji, 3 nöroşirürji kliniği ile toplam 13 branşta (dahiliye, ortopedi, radyoloji)eğitim yetkisi tanındı.

Hangi gerekçelerle açıldığı anlaşılamayan kadrolar 5 Ekim günü yayınlanan şeflik sınav ilanına yetiştirilmiş oldu.

Hastanede görev yapan hekimler bu karara karşı. Bakırköy Ruh Sinir Hastanesi de AMATEMbinası başta olmak üzere 4 binası ellerinden alınacağı için kaygılı. Ancak kendisiyle görüşenlere Bakan Osman Durmuş�un �Bu iş olacak, ben arkadaşlarıma söz verdim, tayin bekliyorlar� diyerek geri çevirdiği söyleniyor.

 



Sağlık Rehberi çıktı

İstanbul Tabip Odası�nın katkılarıyla yayınlanan Sağlık 2000 El Kitabı, benzerleri içinde en kapsamlı içeriğe sahip olmasıyla öne çıktı. İstanbul�daki sağlık kuruluşları ve hekimlerle ilgili ayrıntılı bilgiler yanında sağlık konusunda el altında bulunması gereken birçok konu için kaynak olarak kullanılmak üzere hazırlandı. İlaç firmaları, eczacılar, ilaçlar, sağlık mevzuatı, TTB, tabip odaları ve uzmanlık dernekleri, internette sağlık siteleri, acil ve ilkyardım bilgileri kitapta yer alan bazı başlıklar. Rehber, Oda�dan temin edilebilir.

 



Klinik Etik

Klinik etik, kliniğe gelen hastaların hekimle olan ilişkilerini, ahlaki değerleri ve ilkelerini inceleyen bilim dalı. Yani klinikteki etik ikilemleri, değer çatışmalarını inceler ve bazı sonuçlara bağlar. Klinik Etik kitabı Türkiye�de ve dünyada hasta ile hekim arasındaki, klinikte yaşanan sorunları inceleyen ilk kitap. Kitapta 27 klinik dal ile ilgili etik sorunlar o dalların uzmanları tarafından olgular verilerek değerlendiriliyor. Ayrıca her etik yazısının arkasına bir tıp etikçisi tarafından yorum eklenerek her konu için klinikçi ve etikçi işbirliği sergileniyor.

Kitap, önce genel tıp etiği konularına, sonra dahili ve cerrahi tıp dallarına değiniyor ve kliniklerdeki uygulamaların etik sorunlarını genel olarak ele alıyor. Ardından dahili ve cerrahi tıp bilimlerindeki kliniklerin etik sorunları inceleniyor. Çocuk Hekimliği, Radyoloji, Göğüs Hastalıkları, Enfeksiyon Hastalıkları, Geriatrik Psikiyatri, Böbrek Hastalıkları, Endokrinoloji, Halk Sağlığı, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon, Aile Hekimliği, Nöroloji, Psikiyatri, Hematoloji, Deri Hastalıkları, Algoloji, Onkoloji, Plastik Cerrahi, Genel Cerrahi, Çocuk Cerrahisi, Organ Transplantasyonu, Anestezi ve Yoğun Bakım, Oftalmoloji, Üroloji, Acil Tıp, Patoloji, Kadın Hastalıkları ve Doğum gibi alanlardaki etik sorunların incelendiği ve kırktan fazla yazarın işbirliği sonucu; A. Demirhan Erdemir, Y. Oğuz, Ö. Elçioğlu, H. Doğan editörlüğünde hazırlanan kitap, 668 sayfa. Nobel Tıp Kitabevleri ve tıp kitabı satan diğer yayınevlerinden edinilebilir.

 



Acil Radyodiagnostik

Radyologlar için, Şişli Etfal Hastanesi Radyoloji Kliniği uzmanları Dr. Muzaffer Başak ve Dr. Şükrü Mehmet Ertürk tarafından hazırlanan el kitabı geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Kitapta sık görülen hastalıklarda nedener, belirti ve bulgular, yapılan tetkikler yanında radyolojik bulgulara yer verilmiş. Nobel Tıp Kitabevi tarafından basılan kitap 95 sayfa.

 



Koç Allianz Hayat�tan hayata dair müşteri hizmetleri

Bir özel sağlık sigortası kuruluşu olan Koç Allianz Hayat, müşterilerine dağıttığı �uygulama kılavuzu�nda bazı noktalara dikkat çekiyor. İşte bizim de meslektaşlarımızı yakından ilgilendirdiğini düşündüğümüz bu noktalardan bazıları:
1- Lüzumsuz tetkikler yapılmasına izin vermeyiniz.
2- Sosyal Sigoralar Kurumu�ndan alınması mümkün olan reçete kapsamındaki ilaçların şirket doktorları vasıtasıyla SSK�dan temin edilmesini sağlayınız. (İşyeri hekimlerinin yazdığı reçete kapsamındaki ilaçlar özel sağlık sigortası kapsamından karşılanmayacaktır.)
3- Bir ameliyat durumunda özel doktorunuzla ameliyat ücreti konusunda pazarlık yapmaktan çekinmeyiniz. Hastanedeki anlaşmalı doktor ücretini öğrenip bunu pazarlığınızda kullanınız.
4- Sizden habersiz ve izinsiz olarak doktorunuzun ameliyat için dışarıdan asistan getirmesine izin vermeyiniz.
Yorumu size bırakıyoruz!

 



DUYURU
İstanbul Tabip Odası Çocuk Hakları Komisyonu yeni dönem çalışmalarına katılmak isteyen meslektaşlarımızı bekliyoruz.

İLETİŞİM:
Dr. Müjgan Alikaşifoğlu, iş:(212) 589 76 73, cep:(532) 598 16 35, e-posta:
Dr. Sumru Bilge, cep:(532) 443 55 23

 



Eğitici de eğitilir (mi)!

İstanbul Tabip Odası Uzmanlık Eğitimi Çalışma Grubu (UEÇG)tarafından 19-21 Ekim tarihleri arasında düzenlenen �Eğitici EğitimiKursu�na 26 üye katıldı.

Açılışı UEÇGSekreteri Dr. Ali Özyurt yaptı. Dr. Rukiye Eker Ömeroğlu�nun yürüttüğü tanışma tombalasının ardından Dr. Zeynep Aydın�ın kolaylaştırdığı sıcak ortamda erişkin eğitiminin ilkeleri, yöntemleri konusunda aktif bir etkileşim sağlandı. Dr. Ahmet Dinççağ özellikle birebir eğitim konusundaki örnekler ve maketi Zülfikar Hanım ile birlikte etkili bir iletişimin temellerini kursiyerlerle paylaştı.

İkinci gün, eğitimde bilgi, beceri ve tutum kazandırma konusunda yöntemler ele alındı. Günün sürprizi, eğitici Dr. Güler Hanım�ın iletişim yöntemleri konusunda olumsuz ortam yaratmak için oynadığı oyun oldu. Grup dinamikleri konusu ele alınırken katılımcıların rol aldığı mizansen, konunun kolay anlaşılmasını sağladı. Kursun ısınma seansları katılımcıların hem hareket etmesine hem de eğlenmesine olanak verdi.

Üçüncü gün, bir eğitim programı hazırlama konusu işlendi ve kursun değerlendirmesi yapıldı. Çalışma grupları, hazırladıkları programları sunarken iletişim becerileri konusunda ilginç örnekler verdiler. Eğitici Dr. Zeynep Aydın�a karşı disfonksiyonel davranma senaryosu, diğer bir eğitici Dr. Ahmet Dinççağ tarafından kursiyerlerin �kurtlaştığı�şeklinde yorumlandı. Son oturumda katılımcılar, kurstan edindikleri bilgilerle ne yapacaklarını planladılar.

Kursu değerlendirme sırasında eğiticiler tam not alırken, İstanbul Tabip Odası, yönetici sekreter Bediz Suner, kursun masaüstü yayıncılık işlerini yapan Gürsel Özdemir ve UEÇG Sekreteri Dr. Ali Özyurt büyük övgü ve alkış  topladı. Herkes olumlu noktaları sıralarken olumsuzluk bulmakta güçlük çekti. Kursun en az bir gün daha uzatılması, özel hedef gruplara dönük eğitim modülleriyle sürdürülmesi, günlük yaşamda karşılaştığımız sorunları ele alarak daha yerli hale getirilmesi, daha iyi duyurulması ve Tabip Odası�nın klasik otopark sorunu, dile getirilen eleştiri ve önerilerdi.

Üçüncü günün sonunda kursiyerlere sertifikaları verildi. Eğiticilere ve emeği geçenlere kursiyerlerin armağanları dağıtıldı. Grubu daha sonra 20 Ocak 2001 günü bir değerlendirme yapmak ve akşam birlikte yemek yemek üzere toplama görevi (Amigo)Dr. Erdinç Ünal�a alkışlarla verildi.
Özetle, erişkin eğitimi konusundaki gelişmeleri bu kurs sırasında öğrendik, eğlendik, dostlar edindik ve bol bol alkışladık. (Doç. Dr. Kürşat Yıldız)

 



Dr. Cengiz Çetin Tez Yarışması Ödülleri...

Bir kaza sonucu 1998 yılında görev şehidi olarak aramızdan ayrılan Dr. Cengiz Çetin adına düzenlenen Asistan Tez Yarışmasının ikincisi de sonuçlandı. 6 Ekim günü İstanbul Tıp Fakültesi�nde düzenlenen bir törenle ödüller sahiplerine verildi. Prof. Dr. Zeynep Aydın, Doç. Dr. Aysel Altan, Prof. Dr. Orhan Ziylan,Doç. Dr. Şamil Aktaş ve Prof. Dr. Taner Gören�den oluşan jüri yaptığı değerlendirme sonucu; Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Kliniği asistanı Dr. Gürsel Turgut�u �Stent Destekli Damar Anastomoz Tekniği:Yeni Bir Mikrovasküler Anastomoz Tekniği (Deneysel Çalışma)�başlıklı teziyle birinciliğe, Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği asistanlarından Dr. Ruhi Sarı�yı �Mesanenin Noninvaziv Papiller Ürotelyal Hücreli Tümörlerinde Rekürrensin Prognostik Parametrelerle Değerlendirilmesi ve p53 ve Ki-67 Ekspresyonları ile Korelasyonu�başlıklı teziyle ikinciliğe ve aynı klinikten Dr. Yüksel Yeşil�i �Prostat Kanserinde Biyopsi Bulgularının
Ekstraprostatik Yayılımla İlişkisi� başlıklı teziyle üçüncülüğe değer buldu.

Törene katılan İstanbul Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Faruk Erzengin, Sualtı Hekimliği ve Hiperbarik Tıp Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Maide Cimşit, Şişli Etfal Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Lütfü Baş ve İstanbul Tabip Odası önceki Başkanı Prof. Dr. Orhan Arıoğul konuşmalarında yarışmanın daha da yaygınlaştırılarak sürdürülmesi dileğinde bulundular.

 



Uzmanlık Tüzük Tasarısı�na tepkiler

Türk Tabipleri Birliği-Uzmanlık Dernekleri Koordinasyon Kurulu eğitim hastanelerindeki yeni düzenlemeleri ve Tıpta Uzmanlık Tüzüğü ile ilgili gelişmeleri mercek altına aldı.
Sağlık Bakanlığı�nın 12 Ağustos�ta yayınladığı Tababet Uzmanlık Yönetmelik Değişikliği ile 3 Ağustos günü Bakanlıklar ve YÖK�e gönderdiği Tıpta Uzmanlık Tüzüğü Tasarı Taslağı geniş hekim çevrelerinin tepkisine yol açtı. Hekim Forumu�nun geçen sayısında bu konuda verdiğimiz bilgiler hastanelerde ilgi uyandırdı.

Gelişmeler uzmanlık dernekleri tarafından da yakından izleniyor. TTB-UDKKYürütme Kurulu�nun 19 Eylül günü Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Doç. Dr. Haluk Tokuçoğlu ile yapılan görüşmede bu konudaki görüşler dile getirildi.

Tıpta Uzmanlık Tüzüğü Tasarısı konusunda 20 Eylül günü YÖK�te yapılan toplantıda üniversite temsilcileri ile TTBBaşkanı Dr. Füsun Sayek ve TTBGenel Sekreteri Dr. Eriş
Bilaloğlu, UDKK Başkanı Prof. Dr. Semih Baskan ve UDKK Yürütme Kurulu üyesi Prof. Dr. Şadi Yenen biraraya geldi.

Toplantıda Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan Tüzük Tasarısı ele alındı. Tüzük için can alıcı önemdeki kurulların tasarı metninden çıkarılmış olmasının yanlış olduğu konusunda görüşbirliğine varıldı. Toplantı sonrasında YÖKBaşkanı Prof. Kemal Gürüz, Sağlık Bakanlığı�na gönderdikleri yanıtta Tüzük Tasarısını bu haliyle benimsemediklerini belirtti. YÖKBaşkanı 1997 yılında Danıştay tarafından onaylanan metnin yürürlüğe sokulmasından yana olduklarını ifade etti.

Bu gelişmeler üzerine Sağlık Bakanlığı�nın YÖK ile temas kurarak hukuki gerekçelerle Tüzük Tasarısı�ndan çıkardığı kurul ve komisyonları yeniden tasarı metnine koyduğu öğrenildi. Ancak bu kez daha önce Tıpta Uzmanlık Kurulu�nda 6 üye ile temsil edilmesi öngörülen TTB�nin üyelik sayısının 1�e indirildiği görüldü.

6. Tıpta Uzmanlık Eğitimi Kurultayı�nda Sağlık Bakanlığı Müsteşarı tarafından açıklanan bu gelişmeler Kurultay�a katılan uzmanlık dernekleri, tabip odaları ve diğer üyeler tarafından tepkiyle karşılandı.

Kurultay�ın ardından YÖK�te yapılan ikinci toplantıda konu tekrar ele alındı. Üç büyük ildeki tıp fakültelerinin dekan ve dekan yardımcıları ile YÖKdanışmanlarının katıldığı toplantıda meslek kuruluşlarının temsiliyetinden ödün verilmemesi üzerinde anlaşma sağlandı.

Sağlık Bakanlığı�nın hukuki gerekçelerle karşı çıktığı kurullarda meslek kuruluşlarının temsiliyetine bu kez yasalarda görev verilmedikleri iddiasıyla karşı çıkması tutarlı bir davranış olmadığı için eleştiriliyor. Kendi meslek gruplarının eğitimi konusunda özel bir yasa ile sorumluluk verilmiş bir kuruluş olarak Türk Tabipleri Birliği�ne daha fazla rol verilmesi gereği uzmanlık eğitimiyle ilgili çevrelerce benimsenmiş durumda. Sağlık Bakanlığı�nın bu konudaki direncinin er geç kırılacağına kesin gözüyle bakılıyor.

 



Sigaracılardan yeni haberler

* Philip Morris ve RJReynolds Avrupa Birliği tarafından kaçakçılık yaptıkları için NewYork�da mahkemeye verildiler.
* George W. Bush�un seçim kampanyasını British American Tobacco�nun desteklediği anlaşıldı.
* Rüştü Kazım Yücelen�in (Tekel�den sorumlu bakan)Philip Morris dağıtım ağında bir şirkete sahip olduğu anlaşıldı.
* Turizm Bakanı Erkan Mumcu ve Bernie Ecclestone, sigara kanununun geçici olarak askıya alınabileceğini basına bildirdiler.
* Kanunumu Vermiyorum kampanyasına tekrar başlıyoruz. Lütfen hazır olunuz. (Prof. Dr. Elif Dağlı)

 



SSK Okmeydanı Hastanesi çalışanlarının 51 yıl hapsi isteniyor

SSK Okmeydanı Hastanesi�nde 27 Haziran 2000 günü basın açıklaması sırasında dövülerek gözaltına alınan 17 sağlık çalışanı hakkında Şişli Cumhuriyet Savcılığı tarafından dava açıldı. Hazırlanan iddianamede hastane çalışanlarının toplam 51 yıl kadar hapsi isteniyor. Basın açıklaması �Gönüllü� Çalışma adı altındaki angaryayı ve Hastane�deki sürgünleri kınamak amacıyla yapılmıştı.

Bilindiği gibi SSK�da bu yılbaşında başlatılan �Gönüllü�Çalışma Uygulaması Genelgesi�nin 14. maddesi Hastane idaresine günlük çalışma süresini 13 saate, haftalık çalışma süresini ise 70 saate kadar çıkarma yetkisi vermekteydi. Başhekimlerin bu yetkiye dayanarak sağlık çalışanlarını fazla mesai yapmaya zorlamaları büyük tepkilere yol açmıştı.

Türk Tabipleri Birliği ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES)Genelgenin iptali ve yürütmenin durdurulması için dava açmışlardı. Danıştay 12. Dairesi 21.06.2000 günü verdiği ara kararda Genelgenin 14. maddesinin yürütmesini durdurdu. SSKGenel Müdürlüğü ve hastane başhekimliklerinin yaptıkları baskı ve zorlamaların hukuk dışı olduğu tescil edildi.

İstanbul Tabip Odası SSK Okmeydanı Hastane Temsilciliği ve SESİşyeri Temsilciliği bu uygulamaya başından itibaren karşı çıkmışlardı. Sağlık çalışanlarının gönüllü olmadıkları halde fazla çalışmaya zorlanmasının yasal olmadığını SSKİstanbul Sağlık İşleri Müdürü Dr. Hikmet Çevik ve Hastane Başhekimi Dr. Elvin Dinç�e iletmişler fakat hiçbir sonuç alamamışlardı.

SES Şişli Şubesi 27 Haziran günü Hastane bahçesinde sürgünleri kınamak amacıyla bir basın açıklaması yaptı. İstanbul Tabip Odası Hastane Temsilciliği de basın açıklamasına katılarak destek verdi. Daha sonra Hastane�nin Konferans Salonu�nda toplanan sağlık çalışanları salondan çıkışta polis tarafından dövülerek gözaltına alındılar. İstanbul Tabip Odası Hastane Temsilcisi Dr. Osman Öztürk, Dr. Ayla Yeşilbayraktar, Dr. Nevzat Aksoy, SESŞişli Şube Sekreteri Rabia Tuncer ve SESİşyeri Temsilcilerinin de aralarında bulunduğu 17 çalışan 9 saatlik gözaltıdan sonra Savcılık tarafından serbest bırakıldılar.

Şişli Cumhuriyet Savcılığı tarafından açılan davanın iddianamesinde sağlık çalışanlarıın 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu�na aykırı davrandıkları ileri sürülüyor ve her biri hakkında 1.5 ile 3 yıl arasında hapis cezası isteniyor.

Öte yandan SSK Genel Müdürlüğü de gözaltına alınan hastane çalışanları hakkında idari soruşturma başlattı. Genel Müdürlük Müfettişlerince yürütülen soruşturmada sendikal faaliyetlerle ilgili soruların çokluğu dikkat çekti.

SSK Kartal Hastanesi�nde de aynı senaryo:SSK�daki idari soruşturma ve ceza davalarının bir diğer hedefi de SSK Kartal Hastanesi çalışanları oldu. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası İşyeri Temsilcisi Dr. Ahmet Tellioğlu, Hemşire Ayşegül Küçükköse ve Sağlık Personeli Turgut Öztürk hakkında SSKYüksek Disiplin Kurulu�nda başlatılan soruşturma devam ediyor. Yöneltilen suçlama Emek Platformu�nun 1999 Ağustos�unda �Mezarda Emeklilik Yasası�na karşı düzenlediği gösterilere katılmak. Üç sağlık çalışanının da memuriyetten çıkarılması isteniyor.

Emek Platformu tarafından yapılan ve yüzbinlerce emekçinin katıldığı eylemler sırasında SSK Kartal Hastanesi�nde hiç bir adli olay yaşanmamıştı. Buna rağmen SSK Müfettişleri�nin isteği üzerine Kartal Asliye Ceza Mahkemesi�nde dava açıldı. Cumhuriyet Savcılığı tarafından hazırlanan iddianamede sağlık çalışanlarının 6 ile 9 ay arasında hapsi isteniyor.

 



F tipi cezaevleri ve açlık grevleri

Onüç cezaevinde devam eden açlık grevi-ölüm orucu eylemlerinin 39. günündeyiz. F tipi cezaevlerinin kapatılması, TMY�nin ve DGMyasasının ilgası, bugüne değin cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerin ölümüne neden olmuş kişi ve kurumların yargılanması talepleriyle başlatılmış olan bu eylemlerin tıbbi açıdan en kritik günlerini yaşamaktayız.
İTO ve TTB olarak, F tipi cezaevlerinin tıbbi açıdan sakıncalarını, insan hakları açısından evrensel standartlara aykırılığını, gerek raporlarımız, gerekse bugüne kadar yürüttüğümüz çalışmalarla sizlerle paylaştık.
Açlık grevleri başladığı günden itibarense; hekim olarak, insan sağlığını zedeleyen, hatta temel amacı ölüm olmasa bile ölümlerle sonuçlanması muhtemel bu sürecin, insan haklarına dayalı bir çözüme kavuşması için çalışmalar yürütmekteyiz. Fakat bugüne kadar Adalet Bakanlığı nezdinde yürüttüğümüz çalışmalardan henüz somut bir sonuç almış değiliz. Sözkonusu sürecin bir meslek örgütü, bir DKÖ olarak bizi ilgilendiren boyutuna ilgimizin sürekliliğinin yanısıra; bu süreçte devredilemez görevlerimiz arasında belirlediğimiz açlık grevlerinde tıbbi etik, açlık grevlerinin tıbbi takibi ve bu sürecin bilimsel boyutu konusundaki çalışmalarımızı, başta cezaevi hekimleri, 112 hekimleri ve kritik noktalarda çalışan hekim arkadaşlarımızla paylaşmakta, zorla besleme başta olmak üzere, tıbbi etiğe ve hasta haklarına aykırı uygulamalara ortak olmaya zorlanmaları durumunda TTBolarak hekimlerin yanında olduğumuzu deklare ediyoruz. Açlık grevi eylemcilerinin takibi amacıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığımız başvuruya önce olumsuz cevap verilmiş, ardından bağımsız bir meslek örgütünün elemanları olarak oluşturulan heyete 29 Kasım itibariyle Bayrampaşa Cezaevi�ne giriş izni verilmiş durumdadır.
İTO-İHK olarak F tipi cezaevi projesinden vazgeçilmesi, açlık grevlerinin insan haklarına dayalı bir çözüme ulaşması amacıyla İstanbul Barosu, TMOBB, ÇHDve İHDile sürdürdüğümüz çalışmaları devam ettirmekteyiz. Amacımız 1996�nın (12 ölümle sonuçlanmıştı)sonuçlarına ulaşmadan demokratik bir çözüm yolunu hayata geçirmek ve böylesine kritik süreçlerde hekimlerin insan hakları ihlallerine dahil edilmesini; arkadaşlarımızı bilgilendirerek, yanlarında olarak engellemek ve açlık grevcisi hastalarımızın haklarına saygı gösterilmesini sağlamaktır.

 



İki yaşamda da hayat kurtardı

Trafik kazasında ölen Denizlili doktor Munise Özkan�ın organları 5 hastaya nakledilecek. 5 yıllık doktorluğu boyunca onlarca insanın yaşamını kurtaran Munise Özkan (27), trafik kazasında öldükten sonra da organlarıyla hayat verdi. Tıp öğrencisiyken arkadaşlarıyla organ bağışında bulunan genç doktorun vasiyetini, ailesi yerine getirdi.

Genç doktor Munise Özkan, Afyon�un Dazkırı ilçesinde trafik kazasında yaralanan bir kişiyi 112 ambulansı ile Denizli�deki hastaneye yetiştirdikten sonra dönüşte ambulansın bir kamyonla çarpışması sonucu ağır yaralandı. Kazada şoförler Sezai Önen ve Hüseyin Önal hayatlarını kaybetti. Önce Denizli Devlet Hastanesi�ne, ilk müdahalenin ardından Denizli Özel Sağlık Hastanesi�ne getirilen Dr. Özkan, tüm çabalara rağmen yaşama döndürülemedi. Beyin ölümü gerçekleşen Özkan�ın ailesi ve kendisi gibi doktor olan eşi, organlarının alınmasına izin verdi. Ege Ordu Komutanlığı�nın tahsis ettiği helikopterle Denizli�den alınan organlar Yrd. Doç. Murat Sözbilen, Op. Dr. Ata Bozoklar ve Dr. Rafet Dinç�ten oluşan ekip tarafından Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi�ne getirildi.

Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi�nden 1995 yılında mezun olan Munise Özkan�ın annesi Hafize ve babası emekli öğretmen Muzaffer İlker Özcan (58), �Şu anda kızımın vasiyetini yerine getiriyoruz. Daha öğrenciyken organlarını bağışlama kararı vermişti. Organlarının bağışlanması bizim için çok zor bir karar. Ama o öldükten sonra da hayat vermeye devam ettiği için mutluyuz. İkinci yaşamında da insanlara can verdi, hayat kurtardı� dediler.

Denizli Özel Sağlık Hastanesi�nde eşinin ardından ağlayan Dr. Aykut Özkan, Sağlık Bakanı Osman Durmuş�u eleştirdi. Dr. Özkan, �Sayın bakan önce doktorların can güvenliğini sağlasın. Eşim acil doktoru olmadığı halde bu servise verildi. Dazkırı�da bir olay olduğu zaman 20 dakika uzaklıktaki Dinar�a gitmeyip 1 saat uzaklıktaki Denizli�ye geliyoruz. Eşim bu sorumsuzluklar yüzünden hayatını kaybetti� dedi. Afyon Sağlık Müdürlüğü�nün olaydan bu yana kendilerini hiç aramadığını da belirten Dr. Aykut Özcan, �Bu nasıl anlayış bilemiyoruz. Bizimle sadece Denizli Sağlık Müdürlüğü ilgilendi� diye konuştu. Denizli 112 Acil Servis ambulanslarının önünde �Sağlık Şehitlerimiz� yazılı pankartlar asıldı. İzmir Tabip Odası ise 5 ayrı kişiye transplantasyon olanağı sağlayan Dr. Özkan anısına bir organ bağışı kampanyası başlattı ve 14 Eylül�ün her yıl �organ bağış günü�olarak anılmasını önerdi. Ayrıca son iki yılda 9 hekimin 112 Acil Servis ambulanslarında yaşamını yitirdiği veya ağır yaralandığı açıklandı.

 



DUYURU
İSTANBUL TABİP ODASI BAŞKANLIĞI�NA,

Hürriyet Gazetesi 3. sayfada, 14.09.2000 tarihinde, �Doktorun Çapkınlığı Eşini Öldürdü�şeklindeki çirkin bir başlıkla doktor arkadaşımız Op. Dr. Şahruh Türkmen karalanmakta ve suçlanmaktadır. Ayrıca yazının ayrıntılarında Dr. Şahruh Türkmen�in hastaları ve hemşirelerle ilişkisi olduğu şeklindeki bir iddia, sadece söylentilere dayanılarak, komşularının ağzından söylenmiş gibi, bir dedikodu yayını tarzında yazılmaktadır.

Dr. Şahruh Türkmen, Avcılar Bölgesinde çalışan, sevilen ve sayılan bir meslektaşımızdır ve depresyon tablosundaki eşinin intiharı ile başına son derece üzücü bir olay gelmiştir. Bu haberin sırf dikkat çeksin diye çarpıtılıp yayınlanması ayrıca �Hastalarla ve hemşirelerle ilişkisi� olduğu şeklindeki iddiaların sadece söylentilere dayanılarak yayınlanması kendisine, hekim camiasına ve sağlık çalışanlarına yapılmış terbiyesizce bir saldırıdır. Basın mensuplarının ellerindeki, kitlelere ulaşma gücünü bu kadar kontrolsüz ve sırf dikkat çekmek için abartılı kullanmaları ve bu şekilde istedikleri insanın haysiyeti ve mesleki onuru ile bu kadar kolay oynayabilmeleri son derece tehlikelidir. Bu olay, zaten psikolojik olarak yıkılmış olan doktor arkadaşımızı ve on üç yaşındaki oğlunu çok daha fazla üzecek; Avcılar bölgesinde tanınmış ve sevilen çalışma arkadaşımızın meslek kariyerini ve aile hayatını son derece olumsuz etkileyecek ve onarılması güç yaralar açacaktır ve buna eline fotoğraf makinesini alan, haber yaptığını sanan düzeysiz ve eğitimsiz bir kişi neden olmaktadır. Ayrıca konuştuğumuz eğitimli(!)olduğuna inandığımız Hürriyet Gazetesi istihbarat müdürleri de �Haklısınız biraz abarttık!�diyerek telefonu suratımıza kapatarak olayı geçiştirebileceğini sanmaktadır.

Hiçbir basın mensubunun, sırf haber olsun diye bir insanın haysiyeti ile bu şekilde oynamaya ve doktorluk onurunu kırmaya hakkı yoktur. Basın tarafından birçok mesleğe olduğu gibi biz doktorlara da dönem dönem haksız saldırılar ve meslek onurumuzu zedeleyici birtakım yalan, yanlış, taraflı ve düzeysiz haberler yapılmaktadır.

Biz, aşağıda imzası olan Avcılar Hayat Hastanesi çalışanları, bu ve benzeri olaylara birlikte tepki göstermemiz gerektiği düşüncesindeyiz. Hürriyet Gazetesinin bu haberi, yayınladığı şekilde dikkat çekici bir üslupla tekzip etmesini ve Tabip Odamızın �Tıp mesleğinin onurunu� ilgilendiren bu konuda gerekli girişimi yapmasını arz ederiz.

Saygılarımızla,
Avcılar Hayat Hastanesi Çalışanları

 



GÜNDEM

�Etyen bey, şarlatanlıktır bu...�

CNN TÜRK kanalında 26 Ekim günü, saat 19.15�de canlı yayınlanan �Beş N Bir K� programında son haftalarda basında sıkça yer alan �Kanser� konusu tartışıldı. 25 dakika süren programa Gazeteci Etyen Mahçupyan ve Genel Sekreterimiz Dr. Turgut Adatepe katıldı. �Hekim Forumu� okuyucuları için programın önemli bölümlerini aşağıda yorumsuz veriyoruz.

Son günlerde kanserle ilgili yazılar yazıyorsunuz. Ne diyorsunuz bilmeyenler için? Kanserin tedavisi var da yapılmıyor mu?
E.M: Hayır, ben tedavi ile ilgili değilim. Tedavi bir sonuç. Ben kanserle ilgili tıbbın kendi içinden çıkmış olan alternatif bir teori olduğunu okudum ve gördüm ve bu teorinin de göz ardı edildiğini gördüm. Dolayısıyla iki tür bakış var kansere. Bunlardan biri egemen olmuş şu anda. Ama diğeri daha bilimsel bakışmış ve yüz yıldan beri 1860-1870�den bu yana gelen çok fazla sayıda insanın üst üste binen katkıları ile oluşmuş. Ortada bir alternatif teori var. Kanserin nedeni vücudumuzda zaten var olan, zaten bütün memelilerde de var bu bakteri. Bu bakteri bağışıklık sisteminin çöktüğü bir anda form değiştiriyor. Bunlar öyle formlar ki hem alyuvarların içine giriyor hem de hücrelerin içinde bir hormon üretiyor ve bu hormon kanserli hücrelerin etrafını kaplıyor ve onu gözlerden ırak tutuyor. Yani akyuvar...

Yani?
E.M: Yani kanserli hücrenin bağışıklık sisteminin etkisine veya engellemesine maruz kalmadan rahatlıkla büyümesine yol açıyor. Dolayısıyla bunun sebebinin bir bakteri olduğu öneriliyor ve bu bakterinin de kanser ürettiği Koch kriterlerine göre ispatlanmış. Yani bu bakteriyi alıp bir kobaya veya bir sürü hayvana da verilmiş, o hayvan kanser olmuş, o kanserli hayvanın hücresinden aynı bakteri üretilmiş.

Sonuçta geldiğimiz nokta ne?
E.M: Kanserin sistemik ve bulaşıcı bir hastalık olduğu ve bunun nedeninin de pleomorfik denen, form değiştiren bir bakteri olduğu....
Evet böyle bir şeyden haberiniz var mıydı?
T.A: İkinci Zakkum faciası ile karşı karşıyayız. Etyen bey böyle fiyakalı sözcüklerle konuşuyor ama halkımızın ve kanser hastalarımızın kafasını bulandırıyor. Hoşgörülü olmak bir erdemdir ama bilimde, doğrunun araştırılmasında hoşgörü asla kabul edilemez. Bu yüzden Etyen bey birazdan çok sert eleştirilere maruz kalacak, sanıyorum kendisi buna hazırlıklıdır.

Ne gibi yani?
T.A: Biz medyumlara, cincilere, hocalara alışkınız. Bu konuda kendimizi İstanbul Tabip Odası olarak çok donanımlı hissediyoruz ama Etyen beye hiç hazırlıklı değildik. Kendisi bir süre bu yazıları yazdı, sonra bize açık çağrı yaptı. �Hadi konuşsanıza� , �Beni uyarmıyorsunuz demek ki Tıp Etiği fazla bir anlam taşımıyormuş� dedi. Bir: Tıp Etiği lafını etti, belli ki bazı bilgileri var bu konuda, İki: �Eğer bana yanıt vermezseniz bu doktorların fazla savunulacak bir yanı kalmaz� dedi.
.............
Yani sizin katılmadığınız nokta nedir?
T.A: Tıp etiği diyor ya, eğer kendisi hekim olsaydı ne olurdu? Tıbbi Deontoloji Tüzüğü�ne göre �Bilim dışı, aldatıcı nitelikte yöntemlerle tanı ve tedavi uygulaması yapmak yani şarlatanlık yapmak� tıp etiğine aykırıdır. �Bu uygulamaları yapan kişilere yazılı ve sözlü destek vermek� hekim olursa cezası meslekten mendir. Ama Etyen bey gibi bir yazar olursa ne yapılır? Kendisi belli ki halk sağlığına da duyarlı (!). Halk sağlığı gibi milli bir meselemizi böyle ele almak ne kadar hatalı.
Etyen bey, ne diyorsunuz? Çok ağır suçlandınız, şarlatanlıkla suçlandınız ama sonuçta gazeteci...
E.M: Şimdi bakın o etik kural doktorların niye konuşamadıklarını da gösteriyor bize ve benim referans vereceğim bütün insanlar doktor ve çoğu onkolog, ben şu ana kadar referans vermedim çünkü şunu merak ettim: Acaba hakikaten bizim doktorlar bunu biliyorlar mı, bilmiyorlar mı? Çünkü referans verdiğiniz zaman, biliyor gözükmeleri çok kolaydır karşıdakinin. Ama ortaya çıktı ki, bizim doktorlar bunu hiç bilmiyorlar, bilmedikleri bir şeyde şöyle diyorlar: Madem ki biz bilmiyoruz demek ki bilim değil diyorlar.
.............
T.A: Şarlatanlık diyorum, siz sert suçlama diyorsunuz ama, tıp etiğinde böyle geçer. Nasıl anlarız biz şarlatanlık olduğunu? Şarlatanların ortak yönü, her seferinde �ben tıp çevrelerine kırgınım, kızgınım, ben buldum, sizin haberiniz yok� demeleridir. 10-20 yılda bir bunlar ortaya çıkar, zakkum hadisesinde olduğu gibi...
E.M: İhtilaller gibi yani...
T.A: Etyen bey, üzerinde tepindiğiniz, oynaştığınız alan sağlık alanıdır, şakaya, dalga geçmeye gelmez.
E.M: Biliyorsanız çürütün o zaman.
T.A: Ne kadar acı böyle söylemeniz.
E.M: Ne demem lazım?
T.A: Bilim çevrelerinde bir iddiayı ortaya attığınız zaman, onu ispat etmeye çalışırsınız ve sizi çok acımasızca eleştirirler. Mesela Koch kriterleri dediniz ya... Koch�un Pastör�ü nasıl acımasızca eleştirdiğini bilmelisiniz. Bilim insanları, doğruyu arayan insan buna hazır olur. Hazır olur ve ispat eder. İspat ettiği anda, o artık sizin teziniz olmaz, benim tezim olur, insanlığın tezi olur. Hepimiz onu savunuruz. Ortaya bir iddia atıp �Çürütün de görelim� olmaz. Olmaz öyle şey. Şarlatanlığa girer. �Benim parmağım titreyince deprem olacağını anlıyorum.� Çürüt bakalım. Olmaz öyle şey.
E.M: Ben size bir şey söylim mi?
T.A: Etyen bey, şarlatanlıktır bu...
E.M: Siz bilirsiniz, ne istiyorsanız öyle yapın, böyle bir şey var, bu konuda ben yazmaya devam edeceğim. Ben yanlış çıkmaya hazırım, sözlerimi geri almaya hazırım ama doktorların konuşması lazım...
T.A: Ama insanlarımızı hastalarımızı, kanserli hasta yakınlarımızı Amerika�da paramedikal bir merkeze yönlendirdiğinizin farkında mısınız? Durum halk sağlığıyla...
E.M: Bunun halk sağlığıyla ilgisi yok...
T.A: Olur mu? Halk sağlığı lafını siz de ediyorsunuz.
E.M: Ben ediyorum diye bu iki cümle birbirine bağlanmıyor. Boş verin siz onu.
T.A: Boş veremem.
.............
Siz bu konuyu tartışmak istemiyor musunuz? Bu konular tartışılmasın mı diyorsunuz? Ne diyorsunuz? Böyle bir tedavi yok mu diyorsunuz?
T.A: İnsanlarımızın bilim yolundan ayrılmaması lazım. Cazip bir konu olduğu için...
E.M: (sözünü keserek) Peki bilimi kim tanımlıyor?
T.A: İnsanların yıllardan beri doğruyu aramak uğruna büyük çabalarla ortaya koyduğu ve...
E.M: (sözünü keserek) Ülsere ne diyorsun peki?
T.A: Olmaz ki böyle...
E.M: Ama ben ülser oluyorum, öğrenmek istiyorum.
T.A: Bu soruyu öğrenmek amacıyla sormuyorsunuz ki...
E.M: Siz bilginizin sınanmasını istemiyorsunuz, bilgiyi vermek istiyorsunuz.
T.A: Gazeteciler ne zamandan beri televizyonlarda hekim bilgisini sınamaya başladılar. Siz bu cesareti nereden alıyorsunuz?
E.M: Onu program yapımcısına sorun. Siz kendi bilginizin bilim olduğu cesaretini nereden alıyorsunuz?
T.A: Livingstone�daki merkezle bir bağlantınız mı var ki, insanları oraya yönlendiriyorsunuz?
E.M: Bu ahlaksızca ve akılsızca bir soru. Çünkü Livingstone haftada sadece 8 kişi alıyor ve elinde yığınla insan var. Siz isterseniz binlerce insan müracaat etsin, zaten almıyorlar.
T.A: Sorum ahlaksızca değil.
E.M: Sizin alışkanlığınız olduğu için öyle...
T.A: Lütfen terbiyeli konuşmaya gayret edin.
E.M: Ama siz başladınız.
T.A: Ahlaksızca soru değil zira tıbbi tanıtım ihlali yapıldığında bizim hekimlere ilk sorduğumuz soru budur. Hekimlere sorduğumuz bu soruyu tabii ki size de soracağız.
Programa bir katkı geldi. Kanser hastalığı üzerine ticari bir sektör mü kurulmuş? Böyle bir sektör var mı?
T.A: Var tabii. Bütün alanlarda var. Zaten Etyen beyin diğer hurafecilerden ayrıldığı nokta odur. Fiyakalı konuşuyor dediğim şey odur. Yani konuyu bazı doğrularla harmanlayıp sunduğu için...
Nedir yani?
T.A: Kapitalist sistemi eleştirir gibi başlıyor, ilaç sektörünü eleştiriyor ve ilaç firmalarının tekelinden bahsediyor. Bunu halk sağlığını gerçekten ilgilendiren bir konuyla bağlantılı hale getirince ilgi çekici oluyor.
Yani böyle bir sektör var mı?
T.A: Böyle bir sektör var, bu bilinen bir şey, kapitalist sistemin ruhu bu, sağlıkta yaşanan yara bu... ama bunu kalkıp, kanserin tedavisini saklıyorlar boyutunda sunmak ya da bunun merkezi Livingstone�da diye sunmak ayrı bir şey...
.............
T.A: Ben tezimi çıkıp böyle savunacağım, ispat edeceğim, �çürüt de görelim� noktasında olmak, klasik şarlatanlıktır, şarlatan dediğim için alınmayın...
E.M: Alınmıyorum. Tabip Odası dediği için alınmıyorum. Başkası söylese alınırdım.
Son sözleri alayım. Binlerce insan seyrediyor bizi...
E.M: İnsanlar hastalanınca doktora gitmeliler. Sadece doktorlar onlara doğru yolu gösterir ve hastalar da doktorlara güvenmelidirler. Bu doktorların bilgisi ile ilgili bir şey. Şu anda böyle bir teori var ve 1946�da ispatlanmış.
Ama bir teori değil mi? Bunun altını çizelim.
E.M: Yani bir teoriden hareketle bir tedavi tabii ki kendiliğinden çıkıyor ve bu tedavi 31 yıldır orada yapılıyor.
Başarılı mı?
E.M: Evet. Oranları ben söyledim, bunu dışarıda bulmak mümkün. Doktorlardan beklenen şey teoriye bakmaları ve eğer bu teori ve bu tedavi anlamsızsa bize göstersinler.
Siz bunu yapacak mısınız? Son sorum.
T.A: Hekimler adına konuşuyorum. Söylediği şeyin gerçekle ilgisi yoktur. Bilimsel yöntemler değildir. Halkımıza sesleniyorum. Sakın bunlara inanmayın. Bilim yolundan ayrılmayın.
.............
E.M: En azından Tabip Odasının bununla ilgilenmediğini öğrenmiş olduk.
T.A: Evet, bilim dışıdır, şarlatanlıktır.
Teşekkür ederim.

 



Doktorlara atalarından tavsiye:Primum non nocere*

Dr. Yankı YAZGAN**

Kanser (ve doktorlar ve alternatif sağlık) hakkında sürmekte olan bir tartışma var. Tartışma, çıkış noktasındaki �kanserin bir bakteriye bağlı olarak ortaya çıktığı, ve bu teze dayanan yöntemin etkili olduğu� (diğer �ortodoks yöntemlerin ise gerçek sebepleri tedavi etmeyi ihmal ettiği) tezlerden zaman zaman uzaklaştı. Bu uzaklaşmada, bilgi ve deneyden ziyade, halkla ilişkiler ve iletişim tekniklerini daha iyi kullanananların üstünlük sağladıkları bir tartışma ortamının kullanılması epey bir rol oynadı.

Tartışmanın konusuna teğet geçen eleştiriler, Etyen Mahçupyan ve paralel düşüncedeki yazarlar tarafından (doktorların cemaatçi ve sekter olmaları, doğruyu-yanlışı ayırd edemeyecek derecede beyinleri yıkanmış olduğu) ve doktorlar tarafından (sağlık konusunda profesyonel ya da konuda uzman olmayan kişilerin görüş belirtmesinden ikirciklenme, tanıtım ile reklamı aynı kefeye koyma, tıbbi ve bilimsel görüşlerin profesyonel olmayanlar tarafından anlaşılabilir hale getirmekte zorlanma) ortaya atıldı.

Bu yazıda... Öncelikle, bilginin sınanması, birkaç bilgi kaynağı ile karşılaştığımızda hangisinin doğru olduğuna, hayatımızı neye göre yönlendireceğimize nasıl karar verebileceğimize değinmek istiyorum.

Kanser-bakteri teorisi doğru mudur? Bakteri teorisinin doğru olduğunu, yani kanseri açıkladığını, varsayalım. Aşının bu bakteriyel �durum�a iyi gelip gelmeyeceğini bilmiyoruz. Aşıların etkisiz ya da sınırlı etkili olduğu bir çok durum var.

Eğer sözü edilen kanser aşısı, başka aşılarla veya başka bakteri tedavileriyle karşılaştırılmadan, sadece bir kısım hastanın iyileşmiş olmasına dayanarak, etkili tedavi ilan ediliyorsa, bu tabii ki, �tutucu� (tutuculuk için yazının alt paragraflarına bkz.) doktorları ikna edemez. Çünkü aynı düzeyde kanıt öne süren bir çok başka alternatif var. Nedenselliğin iyi kurulması, sebep-sonuç ilişkilerini ikna edici bir senaryodan öteye geçmesinin yolu, bu tedavi ile iyileşmenin bir tesadüf olmadığını göstermekten geçiyor. Anlaşılan o ki, bu aşı için mucitleri böyle bir yöntemle elde edilmiş kanıt sunmuyorlar.

Doktorların dediğini yap. Etyen Mahçupyan�ın ifadesiyle �kendilerine aşı tedavisi yaptıran onkologların bile olması� bir tedavinin kanıtı sayılabilir mi?
Doktorlar, bazı konularda kolayca ikna olmamak, ince eleyip sık dokumak üzere varlar. Bu işi böyle yapmadıklarında, hastalarına karşı sorumlu oluyor, beklenileni yerine getirememiş oluyorlar. Galiba, sorumluluk, doktorların yaptıkları ve yapmadıklarındaki anahtar kavram... Doktorların, bu sorumluluğa aykırı düşen durumlardan kaçınmaları için uluslar arası tekellerin çevirdiği dolaplara, ilaç firmalarının sundukları �avanta�lara pek gerek yok. Kafaları ayrıntıcı, titiz, risk-sevmez, tutucu bir şekilde çalışıyor.

Doktorların duruma salt tedavi açısından baktıkları eleştirisi: Oysa doktorlardan beklenen o... Her doktor bilimsel araştırmacı değildir, olamaz da zaten... Ama tedavi, doktorların başlıca sorumluluğudur. Doktor, bilimsel araştırmalardan elde edilmiş bilgilere dayalı karar vermekle sorumludur. Sorumluluk sahibi olan her doktor da, etkili olduğuna en çok inanılan, yan etki ve zarar verici etkileri en sınırlı olan tedavi biçimini (ilaç ve ameliyatlar dışındaki tedaviler dahil) seçmekle yükümlüdür. Bazen, olumsuz etkilerin, hayat kalitesini bozucu veya dayanılmaz sıkıntılar yaratıcı olduğu hallerde, tedavi etmemek gibi çok zor bir kararı verenler de yine aynı doktorlardır.

Standartlaşmanın artısı ve eksisi. Modern tıbbın oluşumunda, bir standart tutturma ve kalite kontrol mantığının yerleşmesi, doktorların yerini sağlamlaştırırken, o yerde kalmalarını belli kurallara bağlamıştır. Bu kuralların doktorların bağımsızlığını, �kibirliliğini�, �cemaatçiliğini� arttırmak ne kelime, bu pre-modern özelliklerini azaltmak gibi bir etkisi olduğu hissedilegelmekte...

Kalite denetimi, alışılmış standartlara uygun, belli bir kalite düzeyini tutturan hizmetleri gerektirdiği ölçüde, doktorların geleneğindeki temkin ve ihtiyat ilkesi kemikleşmiştir. Bu eleştirici yazarların söylediği anlamda �yeni� ya da �farklı� düşüncelerin su yüzüne çıkmasını zorlaştırmakla birlikte, düşüncenin sistematik ve herkes tarafından kullanılabilir şekilde formüle edilmesini de sağlayarak, sağlık hizmetinin bir �sektör� niteliği kazanmasını da sağlamıştır. Bitkisel �ilaç� üreticilerinin bir kısmının, (örenğin �prozac�ın doğalı diye reklam edilen St. John�s wort), bildiğimiz ilaçlarla ilgili düzenleme ve standartlara tabi olma yolunda çalışmalara katılması da, sistemle bütünleşmeye hazır hale gelenlerin alternatif olma iddiasından vazgeçmeye hazır olduklarının bir göstergesi.

Yan etkiler her yerde, her şeyle. İlaç ve ameliyatlar dışındaki tedavilerin de ciddi yan etkilere yol açtığını, bazılarının tedavi amacıyla alınan maddelerin doğrudan etkilerine, bazen de daha etkili bir tedavinin oyalanmalar ve ikna olmama sonucunda gecikmesinden kaynaklanan kayıplara sebep olabildikleri, doktorların gündelik uygulamalarında sıkça karşılaştıkları bir şey.

Bitkisellik de bu tür tartışmalarda sık getirilen bir alternatif... Mevcut ilaçların önemli bir bölümü, ilk biçimi bitkilerden elde edilip, endüstriyel üretim döneminde sentetik benzerleri üretilmiş maddeler içeriyor.

En iyi tedavi bizim tedavi. Tedavilerin birbirinden iyiliğini halkla ilişkiler yöntemleri, medya manipülasyonu ya da reklam kanalları dışına çıkartabilmek tıbbın standartlaşmasının ve nesnel olmaya çalışmasının bir sonucu.

Önerebildiği tedavinin mükemmelliğinden büyülenen doktorların yanılma payı en yüksek. Bir tedavi önerildiğinde, getirecekleri ve götürecekleri ile durumun anlatılması, kişinin tedaviden kazanacaklarını ve uğrayabileceği zararları bilmesi gerekir. O sebeple, mucizevi ya da diğerlerinden çok üstün tedaviler yaptığını öne süren, herkesin yanlış kendisinin doğru olduğunu iddia eden görüşler, ihtiyatla karşılanır. Buna şaşmamak lâzım, tıp mesleği içinde yeterince çalışmış herkes, mucizevi tedavileri gerek ilaç firmalarının ağzından, gerekse alternatif tedavi sağlayıcılarından çok duymuştur. Ömrü vefa eden her doktor, mucizelerin olduklarında tekil olduğunu, gerçekten mucizevi etkilere sahip tedavilerin ise, hiçbir engele bakmaksızın er ya da geç kendisini kabul ettirdiğini görme fırsatını yakalar.

Alternatifin üstünlüğüne nasıl ikna olabiliriz? Dirençli hastalıkların tedavilerini �alternatif� yollardan başardığını öne süren kliniklerin, kendi yaptıklarına bir tür ideolojik imanla hareket ediyor olmaları, doğru tedavinin ipucunu yakalamış olsalar bile, bu tedavinin her derde deva bir çözüm gibi sunulmasıyla (hukuki sebeplerle olan mecburi temkinlilik bir yana), bu tedavinin gerçekte yararlı olacağı kişilerde de kullanılma şansını ortadan kaldırıyor. Gereken zahmete katlanıp, tedavilerin etkili olduğunu göstermek yerine, biz en doğru tedaviyi yapıyoruz diye ortaya çıkmak, alternatif olmaktan çıkmayı da getirmez mi?

Hastaysak, doktordan ne bekleriz? Hastalar doktorlara gittiklerinde durumlarının açıklanmasını, bu durumun niye başlarına geldiğinin açıklanmasını ister ve umarlar. Ancak, bu açıklamanın yapılmasından öte, durumlarının düzeltilmesini, tedavi edilmeyi, iyileştirilmeyi beklerler. Tedavi etmeyen, bir çıkış yolu önermeyen, önereceği hiçbir tedavi yoksa bunu belirtmeyen bir doktor, kafalardaki doktor tanımına uymaz. Yok olur. Oysa, şifa sağlayan kişiler her çağda çeşitli kimliklerle mevcut olagelmişlerdir. Günümüz şifacılarının en kabul göreni doktorlardır.

İyileştirmek doktorların tekelinde değildir. Kocakarılardan tutun büyücülere, gözümüzde çıkan arpacığı �kırklayan� anneannemize kadar herkes iyileştircilik işlevi görebilir. Ama bu işlevi yerine getirme toplumsal sorumluluğu ve ödevi doktorlara verilmiştir, onların da sorumluluklarını bizi maceralara, sonu belirsiz yolculuklara çıkartmadan yerine getirmeleri toplumsal tercihtir. Doktora gitmekle zaten o tercihi yapmış oluruz. Öte yandan, �alternatif�in kendini kabul ettirme için gereken zahmete katlanmaksızın kabul edilmek gibi bir ayrıcalık beklemesi, kalkınmada ayrıcalıklı bölge teşviki arayan akıllı işadamlarını anımsatıyor insana. Bir yolunu bulup sisteme dahil olmak temel amacını taşıyan �alternatif�lerin ne kadar alternatif olduğu da tartışmaya değer...

�Doktorlar yerleşik bir düzeni temsil ederler�. Bu çok doğru. Doktorlar rutinleri temsil ediyorlar, bir ara moda olan deyimle. Yerleşmiş, işe yaradığı hususunda en azından bir mutabakat olan, ya da etkili oldukları yönünde kesin kanıtlar bulunan (bu kanıtların nasıl elde edildiğini bir sonraki paragrafta anlatacağım) tedavileri uygulamaları beklenir. Toplumsal rol dağılımında, doktorlara düşen, doktorlardan beklenen de bu muhafazakâr roldür. Temkinli, bazen belki gereğinden fazla yavaş ve çekingen davranan doktorlardan birisine sorsanız, başlarına (kendilerinin ve hastalarının) ne geldiyse, işleri rutin dışı bir şekilde yapmaya kalkmaktan olduğunu söyleyerek, muhafazakârlıklarının haklı gerekçelerini size sayacaklardır.
�Halk böyle istiyor!� Halk doktorların muhafazakâr olmasını bekler, eğer alternatif bir şey arıyorsa, medyumdan tutun, biyoenerji uzmanına kadar uzanan farklı ağırlıklarda alternatif uygulamalar bizi bekler.
Doktorların alternatif tedavileri görmezden gelmesi: Doktorların sorumluluk anlayışları binlerce yıldır, �öncelikle zarar vermekten kaçınmak� öğretisine dayalıdır.
�Yerleşik düzene karşı her muhalefet, mevcut bilgilere aykırı her görüş, devrimci bir ses olmayabilir.� Sistemin tutucu karakterini bildiğiniz oranda, onun direnç noktalarını, kendi içinden çıkaracağı dönüştürücü unsurların egemen paradigmaya uymadığı ölçüde tasfiye olabildiklerini, ya da yeterince güçlendiklerinde kendilerinin egemen paradigma haline geldiklerini bilimin ilerlemesinin bir yolu olarak öneren bilim felsefecisi Thomas Kuhn�un Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı kitabını konunun meraklılarına öneririm. İşler sadece ilaç tekellerinin bir takım kumpasları ya da kötü niyetli veya şapşal doktorların davranışlarının ötesinde bir tarihsel tekerlek içerisinde akıp gitmekte... O tekerleğin, kimi zaman tesadüfleri ön plana çıkaran bir çarkıfelek olması, kimi zaman da bizim irademizin (planlamanın) ürünü.
Devrimci tezler o kadar da ezik değil. Ama, bir kısım bilim adamının kararıyla marjinalize edilerek, tarihten silinmeye çalışılan tezlerin, (bakteri-kanser tezinin başına gelenin bu olduğu söyleniyor), kanıtlanması için kullanılabilecek yollar var. Etkililik çalışmaları, yani bir maddenin, bir yöntemin bir hastalığa iyi gelip gelmediğini anlamak için tek tek, ben iyileştim diyenlerin tanıklığı önemli olmakla birlikte, yetmez. Böyle �söyleyen�, söyleme özgürlüğünü kullanan bir çok alternatif tedavi önericileri var. Kanser için, iyileşmesi zor pek çok rahatsızlık için, tedavilerin yeterli etkililikte olmadığı hemen her durum için, ortaya atılan öneriler, resmi tedavilerden sayıca çok daha fazla...
Söylenenin egemen görüşlere aykırı olması, o söylenenin doğru yolu gösterdiğinin kanıtı olabilir mi? O görüşe sempatizan olmamıza sebep olabilir; o zaman da bilimden ziyade (Althusseryen anlamda) �ideoloji�den söz etmiş olmaz mıyız? Ölçütlerimiz de, o doğrultuda bilimselden ideolojik�e doğru değişecektir artık. Tartışmanın hastalığı yaşayanlar ve düzeltmeye çalışanlar açısından bir tür çıkmaza girmesi de o noktada gerçekleşir.

* En başta, zarar vermekten kaçın.
** www.e-kolay.net�de Ruh Durumu köşesinde yayınlanmıştır.

 



8-12 Ekim 2000, İstanbul
Uluslararası Halk Sağlığı Kongresi�nin ardından

Prof. Dr. Ayşen BULUT*

Son elli yılda dünya nüfusunda artış, gelir artışı ve ülkelerin birbirleriyle daha kolay iletişim kurup alışveriş yapabilmeleri ile birlikte, okur yazarlık durumu da iki kat iyileşmiş. Bu gelişme sürecinde bebek ölüm oranları, kadın başına doğum sayısı ve dünyada beslenme sorunu olan nüfus oranı ise iki-üç kat azalmış ve bu sayede insanların beklenen yaşam süresi de yaklaşık 20 yıl artmış. Ama en zengin ve en yoksul yedi ülke arasındaki gelir düzeyleri farkı 20 kattan 50�ye çıkarak eşitsizlikler de artmış...
Bu bilgileri Dünya Sağlık Örgütü�nün kuruluşunun ellinci yılında yayınladığı Dünya Sağlık Raporu�nun giriş bölümünden aldım. Rapor nüfuslar arasında artan eşitsizliği gelecekte (tabii ki, günümüzde de böyle), dünya nüfusunun yaşlanarak artışı ve olumsuz çevre koşullarının yanısıra sağlığı tehdit eden en önemli sorunlar olarak belirlemiş.
Son yıllarda, neredeyse yirmi yıl önce Alma-Ata�da yapılan Temel Sağlık Hizmetleri Konferansı�nda dünya nüfusunun gelecekte sağlıklı olması ümidiyle geliştirilen �2000 Yılında Herkese Sağlık� programı hedeflerine tam olarak ulaşılamadığı anlaşılınca, DSÖ yoğun bir çabayla yeni strateji arayışları içine girdi. DSÖAvrupa Bölgesi içinde yer alan ülkemiz, 1997 yılında ilgili stratejilerin tartışıldığı bir BÖlge Komite Toplantısı�na ev sahipliği yaparak herkesin bu kez, 21. yüzyılda sağlıklı olması için yapılması gerekenlerin belirlenmesi etkinliklerinde yer almıştı. 1998 yılında Kopenhag�da son şekli verilerek kabul edilen yeni hedefler, yüzyılımız içinde ulaşılmasını anımsatmak için olsa gerek, 21 başlık halinde gruplanmış ve tüm Avrupa ülkelerinde tanıtılıyor. İstanbul�da düzenlenen Uluslararası Halk Sağlığı Kongresi�nin de böyle bir işlevi vardı. Bu nedenle DSÖ�den çok sayıda uzmanın da katıldığı kongrenin üzellikle toplum sağlığı için çalışan ve/veya gelecekte ilgilenmek isteyen kongreye katılmış, katılamayan ve katılmayan tüm sağlıkçılar için yararlı olacağına inanıyorum.

Kongreye katılamayanları düşünerek, DSÖ�nün Avrupa Bölgesi için 21. yüzyılda ulaşılmasını öngördüğü sağlık hedeflerini başlıklar halinde özetledim:
1- Avrupa bölgesinde sağlık dayanışması ile üye ülkeler arasındaki farklılıkları azaltmak
2- Ülkelerde hakkaniyeti gözeterek varolan sağlık düzeyi farklılıklarını azaltmak
3- Üreme sağlığının geliştirilmesi ile yaşama sağlıklı başlangıç
4- Toplumun gelişmesi için gençlerin sağlığını koruyup geliştirmek
5- Yaşlıların sağlık potansiyellerini tam olarak kullanarak toplumda rollerini korumak
6- Ruhsal iyilik halini geliştirmek
7- Bulaşıcı hastalıkları eradike, elimine ya da kontrol etmek
8- Kronik hastalıkların olumsuz etkilerini azaltmak
9- Şiddet ve kazaların etkilerini azaltmak
10- Sağlıklı ve güvenli fizik çevrede yaşamak
11- Sağlıklı yaşam biçimini benimsemek
12- Alkol, ilaç ve tütüne bağlı zararları azaltmak
13- Sağlıklı ortamlarda yaşamak
14- Çok sektörlü sağlık sorumluluğu yaratmak
15- Esnek ve duyarlı bir entegre sağlık sistemi oluşturmak
16- Hizmet yönetimlerini sonuçlarla değerlendirmek
17- Sürdürülebilir finansman ve kaynak tahsisine sahip olmak
18- Sağlık insan kaynaklarını geliştirmek
19- Kanıta dayalı politika ve uygulamalar için bilgi üretmek ve yaymak
20- Bireyler, kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşu tüm tarafları harekete geçirmek
21- Bölgesel ve yerel sağlık politikalarını altyapı, süreç ve yenilikçi liderlikle desteklemek.

Bir kısmı çok tanıdık ama bir türlü tam olarak yapılamayanlar. Yeniliklerse yapamadıklarımızı kolaylaştırmak için olsa gerek. Üye ülkelerde bu yaklaşımlar doğrultusunda ulusal politikalar geliştiriliyor. Türkiye�de ilgili çalışmalar Sağlık Bakanlığı�nın yönetiminde sürüyor.
Kongre�de açılış öncesi ilk gün, �Sunum Becerileri�, �İlkyardım�, �Sağlık Araştırmalarında Bilgisayar ve İnternet Kullanımı�, �Kadın Sağlığında Yeni Yaklaşımlar�, �İşyerlerinde Risklerin Değerlendirilmesi� başlıklı eğitim oturumları oldu.

Açılışı izleyen iki günde beş temel konu tüm katılımcıların izleyebildiği bir konferans ve açılımları ile ilgili çalışma grupları gerçekleştirilerek işlendi. Çalışma gruplarından önce grup yöneticisi uzmanlar birarada, açılımları ve olabilecek tartışma konularını tüm katılımcılara tanıttılar. Bu çerçeve içinde ele alınan temel konular ve grup çalışmaları başlıkları şöyleydi:
1- Sağlık ve kalkınmanın sürdürülmesi (yoksulluk ve sağlık, eğitim ve sağlık, çalışma yaşamı ve sağlık, sağlıkla gelen barış ve dayanışma),
2- Sağlığı geliştirme ve hastalık etkilerinin azaltılması (üreme sağlığı, sigara, alkol ve ilaçlar, fizik aktivte, beslenme, ağız ve diş sağlığı),
3- Sağlık politikalarının geliştirilmesi ve sağlık için işbirliği(kalkınma ve sağlık politikaları, değişimi yönetme ve kalkınma için her düzeyde işbirliği, sağlık yatırımları ve sağlık etkilerinin belirlenmesi, kanıt oluşturma:araştırma ve geliştirme, ulaşım ve sağlık, turizm ve sağlık),
4- Afetlerde sağlığın yönetimi ve korunması (afetlere hazırlık ve kriz yönetimi),
5- Sağlık sistemlerini güçlendirme (temel sağlık ve hastane hizmetleri, kalite sonuçlar ve bakımın bedeli, halk sağlığı işlevlerinin güçlendirilmesi, Sağlık 21 hedefleri ve hepşirelik, tıp eğitimi ve Sağlık 21 hedefleri, sağlık hizmetinin finansmanı ve yönetim, ilaçlar ve tanıda teknoloji kullanımı, bilgi teknolojisi, iletişim ve savunuculuk).
�Politikadan uygulamaya�, �Yeniden ortaya çıkan hastalıklar� ve �Sağlıklı ve güvenli toplum� başlıklı özel konferanslar da tüm grubun izleyebildiği oturumlardı. �Türkiye�de sağlık reformları� ve �Halk sağlığını güçlendirme için eylem planına doğru�forumları ise kapanış öncesi son günlerin oturumları olarak hepimizi tekrar tekrar düşünmeye sevk etti. Çok sayıda posterin sergilendiği kongrede ilgili sözlü bildiriler bir yarım güne toplanmış olarak yedi ayrı mekanda gerçekleştirildi.
Kendi adıma izlenmesini kolay bulduğum ve yararlandığı özenle hazırlanmış bu programa, küçük gruplarla zaman zaman yaşanabilen yabancı dille anlaşma sorunu dışında, kanımca herkes olumlu ve olumsuz eleştiri yaparak katılabildi. Çok sıkı tartışmalar oldu... İlitaf etmeliyim ki, pek çok gelişme kaydetmişsek de, halk sağlıkçılar olarak hepimizin sürekli kendini yenilemeye ve aşmaya çalışmaya ihtiyacı olduğunu yine düşündüm. Çözüm üretmeden karşı olmak, alternatif bulmadan zorlu çözümlerde kalıplaşmış bir şekilde ısrarcı olmak, hep diğerlerini (özellikle kanıtsız)suçlamak verimliliğimizi düşürüyor. Sanırım bu kongrenin yeni açılımlar kazanmamızda önemli payı olacak. Örneğin; aile hekimi isteyenleri bir çıkar grubu, aile hekimlerini gereksiz görmek yerine; kendisini tanıyan, izleyen, kolay ulaşabileceği, herşeyi sorabileceği bir hekim isteyenler ve bu insanların bakımını üstlenebilecek bilgi ve beceriye ulaşarak belli bir işi yapmak isteyen bireyler olarak algılayabilmek...; ya da özel sektörü, kelimeyi duyar duymaz alınıp satıldığımızı düşünmek yerine, hizmet sunan tüm tarafların katılımını sağlarken yararlanabileceğimiz bir kaynak olarak da algılayabilmek gibi... (Parası olanlar için kamunun kısıtlı olanaklarını neden harcayalım, üstelik hizmet seçme hakkını da korumalıyız?Keşke bir alternatif olarak herkesin tüm hizmetler için seçme hakkı olsa, ücretini karşılayamayanları kamu fonları desteklese?Ve biz gücümüzü, ne yapılacağını ve ne yapıldığını belirleyip kanıta dayalı olarak geliştirilip iyileştirilmesini sağlamak için birleştirip, kamusal sağlık hakkını öyle korumaya çalışsak, aile hekimleri gibi sağlık ocağı hekimi yetiştirsek vb...)
Toplum sağlığı toplumda sağlıkla ilgili etkileri olan tüm kesimlerin sorunu. Kongreye katılan çok az sayıda eczacı, fizik tedavi uzmanı ve halk sağlıkçı diş hekimleri ile eğitimci ve hemşirelerin yaptığı katkıyı görseydiniz halk sağlığı uzmanı olarak kendi başına uğraşmanın ne kadar sınırlayıcı olduğunu farkederdiniz. Daha da dışardan bir örnek için �güvenli ve sağlıklı toplum�başlıklı konferansında Oktay Ekinci�nin sunusunu özetlemeliyim:Avrupa Konseyi�nin kurucu üyelerinden olan Türkiye, Avrupa Kentli Halkları Deklerasyonu�nu kabul etmiş. Bu hak hepimize güvenli kentlerde yaşama hakkı veriyormuş. Ama bu mal ve can güvenliği değil, hava gibi varken hissedilmeyen bir şey. Örneğin önce kentte istediğimiz yere istediğimiz zaman gidebilme yani ulaşım ve dolaşım hakkı. Yani trafik sorunu olmadan. Kentte kültürler arası iletişim, kişiliğin kenti - kentin kişiliği oluşturması, konut yerleşimi ile kentli olabilme (uydu ya da uyku kentinde yaşama değil)hakkı vb... Kent merkezlerinde eski dokuyu korumanın, yayalaşma alanlarının ve pazar yerlerinin korunmasının, çok sayıda insanla çok sayıda ilişkinin güven duygusu ve bir yere ait olma hissi oluşturduğunu biliyor musunuz?Ya anıların gelecek kuşaklara esin kaynağı olarak kentte uyumlu bir sosyal çevre oluşturmayı kolaylaştırdığını?Dev ve çirkin yeni yapıların siluet, estetik ve altyapı sorunundan çok üzerimizde yıkıcı, yabancılaştırıcı, sindirici etkileri olduğunu, suç oranı en düşük kentlerin tarihsel dokusu en iyi korunmuş kentler olduğunu; tek tip konut projelerinin her aile için özel olan konutlara göre insan gelişimini daha olumsuz etkilediğini vs... İçişleri Bakanımız bu deklerasyona özel bir önem vererek sahip çıkmış. �Yurttaşlık bilinci ve toplumsal aydınlanmanın bir yöntemi�olarak kentleri bir genelge ile bilgilendiriyormuş. Bence bu haber bir sağlığı koruma haberi olarak tüm vatandaşların sürmanşet duyması gereken bir haber. İlgilenenler için haber kaynağı olarak O. Ekinci ve S. Tantan çok daha güzel bilgi verebilir sanırım.
Anlaşılıyor ki artık sağlığın geliştirilmesi ve sağlık sorunlarının çözümlerini, geçmişte fazla ümit bağlanan sağlık hizmeti reformlarından beklemek yerine anak topyekun gelişmeyle sağlayabileceğiz. Çok yönlü bilgilenip, deneyim kazanıp yeni alternatifler yaratmak için politikacılar, yöneticiler, sağlıkçılar, hepimiz tüm yeteneklerimizi, zekamızı çok yönlü olarak, özellikle duygusal zekamızı geliştirmeye çabalamalıyız. Ben de bu konuda bir bildiri sunmuştum.
Kuşkusuz toplantıda �Tıp eğitiminde öğrencilerimizi bu gelişmeler için ne kadar hazırlıyoruz?� sık sık soruldu ve bu soruya hiç de iyi cevaplar veremedik. Bu arada tıp fakültelerinde halk sağlığı eğitimini iyileştirmek için Sağlık Bakanlığı�nın yapabilecekleri ile ilgili öneriler, kongreyi başından sonuna kadar izleen bir halk sağlıkçı olan SBTemel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü�nün dikkatinden kaçmadı. İnanın ya da inanmayın, üstünden bir hafta bile geçmeden yapılabilecekler için konuyla ilgili olarak TSHekibiyle çalışmak için bir grup uzman Ankara�da toplandık...
Bir de özlü söz öğrendik kongrede:�Bir kişinin rüyası yalnızca rüyadır. Pek çok kişinin rüyası bir gerçeğin başlangıcıdır.� Siz ne dersiniz?

* İ.Ü. Çocuk Sağlığı Enstitüsü Öğr. Üyesi

 



TOZLU SAYFALAR
Hazırlayan: Dr. Turgut ADATEPE

Simsarlara karşı 61 yıl önceki mücadelemiz
Tarih: 10 Ekim 1939
Karar No: 7
İstanbul Emniyet Müdürlüğüne,
Bir müddetten beri Cağaloğlu civarında bazı hekimlerin muayenehanesini arayan ve şahsa, isme müracaat eden hastaların karşısına çıkarak bir takım sözlerle igfal edip mahdud bir kısım etibbanın muayenehanesine götürdüklerinden ve hatta kendilerine kapıcı süsü vererek aranılan hekimin kendisi kapıcısı olduğunu ve hekimin mesela Avrupa�da bulunduğunu temin ederek başka doktorlara sevk ettiklerinden bu dolandırıcılığın önüne geçilmek için makamınızdan da muavenet temenni edilmek üzere Odanın işe vaziyed etmesini isteyen 22 doktor imzalı bir takrirde bu dolandırıcı vaziyetindeki tellalların �Bitirim Nuri, Arab Ahmed ve karısı, jandarma Hasan, Tatar Mehmed, kasab Alaeddin ve karısı, Halil, Abdurrahman, Ayıntablı Topal Enver, kardeşi Ayıntablı Niyazi, Gümrükten kovulma Fahri, İspirli Mustafa, Şeref Otelinden Mehmed ve diğer Mehmed� adlarındaki eşhas olduğu tasrih edilmektedir.
Meslektaşlardan bir kısmının menfaatine taalluk eden ve Haysiyeti meslekiyeyi inciten bu hadise vaki olduğu takdirde Oda idare Heyeti ve Haysiyet Divanının işe el koyabilmesi için bu eşhasın temas ettiği doktorlarla derecei alakalarının öğrenilmesine lüzum hasıl olduğundan sivil memurlar vasıtası ile bu eşhası yakalatmak, cürmü meşhud yaptırılmak ve üzerleri arattırılarak doktorlarla alakalarını gösterecek delail elde etmek için icab edenlere havalei keyfiyet buyurulması ve neticenin delailile birlikde bir an evvel iş�arına himmet buyurulmasını saygılarımla rica ederim.
Dr. Yahya Orhan
3. Mıntıka Etibba Odası Başkanı

İlk özlük hakkı mücadelemiz ve ilk kanun değişikliği talebimiz
Tarih: 25 Mayıs 1938, Salı
Karar No: 4
�Sıhhat ve İçtimai Muavenet yüce vekaletine,
Son günlerde kazanç vergisi kanununda mükellefler lehine tadilat yapılacağı ve tadil layıhasının Büyük Millet Meclisine verildiği gazetelerde neşredilmekte olduğundan 3256 numaralı muaddel kazanç kanununun 22nci maddesinin etibbayı alakadar eden �a� fıkrası üzerine yüce makamınızın nazarı dikkatlerini celbetmeyi muvafık bulduk:
47. maddeye istinaden beyanname talebinde bulunan etıbbadan alınmakda olan 25 lira unvan tezkeresi harcının tenzili temenni edilerek �beyanname talebinde bulunan etıbba, diştabibleri ve dişçilerin unvan tezkeresi harclarını gayrı safi varidat üzerinden vergi verirken ödediği mikdar alınır� tarzında bir fıkra ilave olunmasına delalet buyurulmasını ve bu şeklin kabulü ile ferdin ve hazinenin hukukunun müsaveten korunmuş olacağı kanaatinde bulunduğumuzu heyeti idare kararı ile arz eder, sonsuz saygılarımı sunarım.� şeklinde bir tezkere yazılmasına ve Odamız üyelerinden ve şehrimizin saylavı Amiral Dr. Hakkı Şinasi Erel�e de aynı şekilde bir mektub yazılarak kanunun müzakeresinden evvel aid olduğu encümenler muhterem başkan ve üyelerinin ve müzakere esnasında diğer meslektaşlar ve kendilerinin hususiyeti olan saylav arkadaşlarının nazarı dikkatlerinin celbedilmesinin ricasına,

İlk Onur Kurulu Kararı
Haysiyet Divanı Kararı No: 1
Tarih: 19 Şubat 1930
Reis: Tevfik Salim Paşa
Aza: Dr. Ali Paşa, Neşet Osman Bey, Tevfik Recep Bey, Refik Münir Bey, Esat Bey, Yusuf İzzettin Bey, Diştabibi Hüseyin Talat Bey,
Vekalet Murahhası: Dr. Ahmet Enver Bey
Şişli Çocuk Hastanesi etibbasından Muallim İhsan Hilmi Bey kendine ait bir vak�aya mezkur hastane operatör muavini Kazım İsmail Bey tarafından otopsi yapılmak ve bu bapta neşriyatta bulunmak suretile hukukunun ziyaından bahisle ve mütekabilen Dr. Kazım bey tarafından da çalma iş görmekle ittiham edildiğinden dolayı Etibba Odasına müracaatta bulunulmuş ve telifi-beyin edilemediğinden keyfiyet Haysiyet Divanına tevdi kılınmıştır.
Haysiyet Divanınca mesele tetkik ve teemmül edilerek:
I- Vak�anın İhsan Beye aidiyetine ekseriyetle,
II- Buna binaen otopsinin yapılması veya yaptırılması ve neşir hakkının da mumaileyhe ait bulunduğuna,
III- Kazım Beyin otopsiyi sertababetin emrile yapmış olmasına binaen ademi muahezesine,
IV- Otopsi netayicinin ancak İhsan Beyin müsadesile neşredilebileceğine,
V- Yalnız, vak�anın neşir ve cemiyete takdimi bir yanlışlık olmakla beraber bunun suiniyete makrun olmayıp memleketimizde henüz bu bapta müstakar bir an�ane gayri mevcut ve şahsi içtihat neticesi olduğu cihetle Kazım beyin ademi tahtiesine,
VI- İhsan beyin tezkeresindeki çalma tabiri mahal ve sureti sarfı delaletine nazaran bir kastı hakarete makrun olmayıp tetkiki ilmi mevzuuna habersiz tesahup manasında kullanılmış olduğundan mumaileyhine de bu cihetten ademi tahtiesine,
Ve keyfiyetin tarafeyne tebliğine ittifakla karar verilmiştir.

 



FORUM

Hepimiz birer hasta yakınıyız

Dr. Mehmet UHRİ

Patoloji uzmanıyım. Uzmanlık alanım gereği hasta yakınları, hastalardan ameliyat ya da diğer yöntemler ile çıkarılmış doku örneklerini tahlil için bırakırlar ve kanser başta olmak üzere hastalığın ne olduğunun teşhis edilmesini beklerler.
60-65 yaşlarında yaşlıca bir bey eşinin göğsünden alınmış doku parçasını tahlil ettirmek üzere laboratuvarıma geldi. Sekreterim gereken kayıt işlemini yapıp tahlil sonucu için ertesi gün gelmesini söyledi.
Bey amca ısrarla doktor ile görüşmek istediğini söyleyince mikroskobumun başından kalkarak bey amcaya ne istediğini sordum:
- Anlat bakalım.
- Doktor bey sana bir tahlil getirdim. Eşimin göğsünden alındı. Kanser mi değil mi sen bakacakmışsın.
- Evet ben bakacağım ve yarın sonucu bildireceğim.
- Doktor bey ben tahlil ücretinin hepsini peşin ödedim. Gözünü seveyim doktor bey, farkı neyse onu da ödeyeyim, ne olur kötü bir şey çıkarma!!!
Adam düpedüz rüşvet teklif ediyordu. İnsan böyle bir durumda gülemiyor.
- Amcacım, ne görürsem onu rapor edeceğim ve hastan için doğru olan, gereken neyse yapacağız sen merak etme.
- Biliyorum doktor bey, mantıklı şeyler istemiyorum ama bu kadın benim 35 yıllık hayat arkadaşım. Benim, çocuklarımın, şimdilerde de torunlarımın kahrını hiç sesini çıkarmadan çeken bu kadın.
Anlatmak istediğini anlayamamış, biraz da önyargıyla kadının hasta olmasının yakınlarının rahatını kaçıracağını düşünerek sinirlenmiştim.
- Daha ne istiyorsunuz kadından, rahat bırakın artık, kim bakacaksa bakar torunlarınıza, sen hanımın ile ilgilen.
- Doktor bey anlamadın. Ben bundan sonra ne olacak diye dertlenmiyorum. Ben bunca şeyi borçlu olduğum kadın için üzülmekten başka bir şey yapamamaktan korkuyorum. Gelip seninle paylaştığım şu duygularımı bunca sene karıma anlatamadığımdan ve anlatamayacak olmaktan korkuyorum. Böyle bir borcu bugüne kadar hissetmediğime yanıyorum.
- Dur hele hanımın için henüz teşhis koymadık.
- Ben de biliyorum doktor bey, sen görevini yapacaksın, karım kanser ise kanser diyeceksin ve onu tedavi etmeye uğraşacaksın. Ben de elimden geleni yapacağım. Karım her zamanki gibi kendisi için bir şeyler yapılmasını istemeyecek, göstereceğimiz ilgiden sıkılacak.
- Bu kadar çabuk karar verme, henüz kanser olup olmadığını bilmiyoruz.
- Artık önemi yok doktor bey. Hanımım kanser olsa da olmasa da önemli değil. Sen bunca sene hayat arkadaşı olan bu kadını kaybedebileceğimi hatırlattın ya bana. Bu kadın için ben hiç bir şey yapmadım. Kadıncağız bizler için çalışmaktan başka bir yaşam bilmedi. Sizler hanımımı tedavi edebilirsiniz belki ama benim kaybettiklerimi geri veremezsiniz. Sadece kaybedeceklerimin neler olabileceğini gösterir ve kenara çekilirsiniz. Sizler hastalar için varsınız, ama benim gibi elindekilerden haberi olmayan hasta yakınlarını kim tedavi edecek?Vicdanımdaki sızıyı neyle söküp alacaksın doktor bey?
Hastamızda göğüs kanseri saptadık. Erken tanı konulmuş bir hastaydı. Ameliyat sonrası şua ve ilaç tedavisi gördü. Teşhis konulduğundan beri 5 yıla yakın sorunsuz bir süre geçti ve böyle sorunsuz gideceğe benziyor. Bey amcayı bir daha görmedim.
Hekim-hasta ilişkisinin birebir ve öznel olduğunu düşünürdüm o güne kadar. Hasta yakınlarını ise hastayı tedavi etmede yardımcı öğelerden biri olarak görürdüm. Hasta yakınlarının da hasta ile birlikte değerlendirilip destek niteliğinde bile olsa tedaviye gereksinim duyacaklarını öngörmemiştim. Tıp fakültesinde de böyle bir eğitim almamıştık.
Bey amca hastasına kötü bir teşhis koymamam için rüşvet dahi teklif etmeye hazır olacak kadar gerçeklerden kaçma isteğindeydi. Kaçtığı gerçekler ise yaşadıkları değil yaşamadığı gerçeklerdi. Kendince telafisi imkansızdı.
Gerçekte hepimiz birer hasta yakınıyız. Ne gün, ne zaman bu rolü üstleneceği belli olmayan hasta yakını. Çevrenizdeki yakınlarınızı ve sevdiklerinizi gözünüzün önüne getirin ve bir gün onlar için hasta yakını olmanız gerekebileceğini düşünün. Kolay değildir hasta yakınını oynamak. O gün geldiğinde rolümüzü başarı ile oynayabilmemiz için hastamız ile paylaştıklarımıza paylaşamadıklarımızdan daha çok gereksinimimiz oluyor sanırım.
Unutmayın!Sevdiklerimiz, yakınlarımız için hepimiz birer hasta yakınıyız, günü, zamanı, yeri belirlenmemiş...

 



Bir avukatın dramatik ölümü

Dr. Hasan ACAR

Olay İstanbul�un güzide bir ilçesinde geçmektedir. Daha önceden kalbiyle ilgili sorunları olan orta yaşın üzerindeki kahramanımız, şikayetlerinin artması üzerine yıllardır yaşadığı ve mesai yaptığı ilçesindeki, hem hastane olarak hem de özel kurum olarak tek olan hastaneye başvurur ve tetkiklerinden sonra hastaneye yatırılır. Birkaç gün yattıktan sonra, tedavisinin yapılması ve durumunun iyiye gitmesi üzerine hastanın taburcu edilmesine karar verilir. Buraya kadar her şey normaldir. Çıkış için kahramanımızın önüne fatura getirilir. Ortaya konan fatura bedeli kadar nakit çıkışmayınca, geriye kalan miktarın nasıl ödeneceğine dair avukat ile hastane yönetimi arasında bir tartışma başlar. Ödemeyi nakit ve benzeri biçimde ödemediği halde rehin pozisyonuna düşeceği anlaşılan kahramanımız doktorun odasına yönelir. Kendisinin yörede bilinen, belirli bir mekana ve sosyal konuma sahip olduğunu düşünen avukat, ağırına giden bu muameleye karşı karar verici durumda olan doktor ile görüşmek ister. Ancak aynı cevabı alan ve doktor ile de tartışmaya giren avukat oracıkta fenalaşır ve ölür. Geride bir eş ve babayı, geçimini ve liderini kaybetmiş kederli bir aile ve hüznü bilenlerce paylaşılan bir öykü bırakır. Hekimlik ise bir kez daha can evinden vurulmuş olur. Bu yazı, cenazesine utanç içinde katılan bir hekimin avukata karşı olan görevi veya hekimlik adına özeleştirisidir.
Bu dramatik, gerçekten yaşanmış olan öyküden çıkarılacak, topluma yine pahalıya mal olan dersler (tabii ki ders almasını bilenler için)var:Hekimlik her şeyden önce sosyal özü, sosyal boyutu olan bir meslektir. Hekimler mesleğinin bu boyutuna ne kadar özen gösterirlerse toplumdaki prestij ve güçleri o oranda yükselir. Toplum da bundan yarar görür, olması gereken de budur. 17 Ağustos Depremi ve sonrasındaki yaraların sarılması döneminde sağlık çalışanları olumlu bir sınav vermişlerdir. Bu tutum halkın gözünden kaçmamıştır. Ancak sürekliliği olan bir hekimlik değerlerinin yaratılması ve geliştirilmesi tüm hekimlerin ortak yükümlülüğü olmaya devam etmektedir. Ancak böylelikle hekimler de toplumdan beklentilerini meşru zeminlere oturtabilirler.
Piyasaya rağmen bu felsefenin yerleştirilmesi asıl sorundur. Başarılması gereken temel hedef bu olmalıdır.
Sosyal boyuttan ne kadar uzaklaşılırsa ondan daha fazlasını hekimler ve hekimlik değerleri kaybedecektir. Hekimler genelde kendi toplumsal konumları, özelde ücretleri üstünde söz sahibi olmak istiyorsalar toplumdaki bu bütünsel meşruluğa dikkat etmek zorundadırlar. Toplumsal meşruluğa dayanması gereken bu tutumlarını dayanışma ve örgütlülük içinde sürdürmelidirler. Yoksa, bugün olduğu gibi yönetenler tarafından belirlenen tek taraflı kararların etkisinde kalmaya devam edeceklerdir. Esen rüzgardan yelkenlerini şişirmeye çalışanlar hekimliği dibe vurdururken bunu hiç hak etmeyenler ise dövünmekten başka çare bulamayacaklardır.
İkincisi:Sağlık, bir meta olarak piyasa mekanizmasının konusu olduğunda bundan tüm toplum zarar görmektedir. Örneğimizde olduğu gibi, hastane yönetimi piyasa ilişkileri içerisinde normal denebilecek bir alım satımı gerçekleştirmek istemişlerdir. Oysa ki sağlık, piyasanın içine sığdırılabilecek bir şey değildir. Sonuç hiç de piyasacı akımlarca dile getirildiği gibi üretim ve verimlilikte artış olmamıştır.
Piyasa ilişkilerinin sağlıkta oluşturduğu bariyerler, verili sağlık hizmetinin etkinliği sorununa yeni sorunlar katmaktadır. Belirli bir satın alma gücü olmayanların daha baştan hizmetten dışlandığı sağlık sisteminde hizmetin üretim ve dağılım etkinliğinden söz etmek zaten olanaksızdır.

 



TIPİK

Kaçkar�ın tepesinde

Dr. Mustafa SÜTLAŞ

Yürü bire Kaçkar Dağı
Duman tutmuş solu sağı
İstemezem bahçe bağı
Ben Kaçkar�a gider oldum.

Yelin eser aman vermez
Suyun akar yolun sormaz
Ozan Eser gayrı durmaz
Ben Kaçkar�a gider oldum.

Zirve 3962 metre. Deniz yüzeyinden, yani 0�dan 3962 metre yukarısı. �Zirve�de olmak ne demek?Bulutlarla aynı düzeyde olmak, hatta onların üzerinde olmak ve bir gri-beyaz renk denizinin içindeki bir kaya parçasından ibaret bir adanın üzerinde olmak.
�Zirvede olmak�sözü, günümüzde yaşanan �küreselleşmenin�uzantısı ve aynı zamanda �in�olan bir yaklaşımla, �diğerlerinden farklı ve yüksekte olmak�, �başarma� ya da eskilerde kalan ve önemli bir değer olan bir başka yaklaşımla ise �kendini aşma�anlamlarında kullanılabilir.
Benim için ise bunların hiçbiri değil, olmadı da. Ben bu tür bir girişimde önemli olanın o çıkış süreci olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla zirveye çıkınca ne kendimi farklı hissettim, ne de aşmış. Bence o süreçte on kişilik o küçücük ama kocaman grupla birlikte yaşanan ortaklık, dayanışma, aynı şeylere bakıp benzer etkileşmeler içinde yaşamaktı güzel olan.
Nasıl değerlendirirseniz değerlendirin, adını ne koyarsanız koyun, yine de her gün yaptığınızdan farklı bir iş yapılıyor, Kaçkar�ın zirvesine çıkıldığı gün.

Gelen gider, giden gelmez
Kaçkar�ın dumanı gitmez
Bir dostluk ki zorda çıkar
Yaşam biter �an�lar bitmez.

Biz on kişi, o gün için bize katılan başka altı kişiyle birlikte gerçekten bir ekip olduk. Tek amaca kilitlenerek karşılaşılan her türlü güçlüğü aşma duygu ve isteğiyle birer asker gibi davranan �erişkin�, �iş güç sahibi�, �aklı başında�insanlardan oluşan bir ekip. O gün birçok açıdan tümümüz bir farklılığı yaşadık. Eminim ki yaşayan herkes o günü farklı biçimde anlatacaktır. Tıpkı daha önce ve daha sonra her çıkanın farklı anlattığı gibi. Tıpkı benim şimdi anlattığım gibi.
Son konaklama yeri olan 2000 metredeki Dilberdüzü�ne bir önceki gün akşam üzeri ulaşmış, çadırlarımızı kurmuştuk. Güneş hemen yanımızdaki sarp dağların ardına doğru indikçe ortalık karanlıklaştı ve soğuk arttı. Ama bir önceki gece. Olgunlar mezrasında dere kenarında yaşananların güzelliği, saat 22�de bir tepsi gibi ortaya çıkacak gümüş bir sini gibi ayla aydınlanacak o dağ başı karanlığının atmosferi, titrememize karşın bizi birbirimize sokularak dışarıda tutmuş, insan üzerine, doğa üzerine, yaşam üzerine hoş bir sohbetin kucağına atmıştı. Arada mırıldanan türküler soğuğu yenmese de içimizde bir sıcaklığın akmasına yol açıyordu. Sabahı düşünerek 23 dolaylarında herkes çadırına çekildi.
Gece çok az uyuyabildim. Bunun en büyük nedeni soğuktu. Sabah beşte kalktık. Temizlik, kahvaltı derken çıkışımız 6.15�i bulmuştu. İlk önce iki saatlik dik bir yürüyüşle Deniz gölüne vardık. Dağın tepesinde turkuaz mavisi bir göl. Suyu buz gibi. Yolda buzulların üzerindeki karın tadına bakmıştık. Suyun da o buzullarda akan suyla oluştuğunu öğrendik. �Zaman olsa da girsek� dedik. Gerçekten yapıp yapamayacağımızı düşünmeden. Yarım saatlik bir moladan sonra yeniden yola düştük. Saat 13.45�de zirveye ayak bastığımızda yaklaşık yedi saattir yürüdüğümüzün ayrımına vardık.

Yiğit zoru zorda anar
Dertli derdi günde sunar
Gün ortasında ay gören
Dostu yol üstünde arar.

Zirvedeki teneke kutunun içine güzelce sarılarak konulan zirve defterine per birimiz, bize o an için önemli gelen duygu ve düşünceleri yazdık. Ben �Hiç varamayacağız sanmıştım, ama sonunda başarık. Keşke şampanyamız da olsaydı. Belki bir dahaki sefere� yazdım. Gerçekten benim için ilk duygu buydu. Yaklşık 4 saattir dağın eteğindeydik ve gözümüzle gördüğümüz, elimizi uzatsak dokunacağız sandığımız zirveye bir türlü varamamıştık. Her birimiz farklı bir şeyler yaptı, yaşadı, hissetti zirvedeyken. Fotoğraflar çektik, çektirdik. Kimimiz bir şeyler yiyerek, kimimiz bir keyif sigarası ya da piposu içerek zirvenin keyfini yaşadı. Aşkını dile getiren, o yükseklikte kumrular gibi birbirine sokulan çiftler de yok değildi aramızda. Neler anlattılar birbirlerine onları bilmiyorum. Anlatmadılar...
Ama ilginç bir noktayı belirtmek gerek. Zirvede son sigarasını için bırakan 30 küsur yıllık sigara tiryakisi bir sevgili dostumuz oldu. Turun başından beri ona, elinden bir an bile düşürmediği sigaranın zararlarını anlatıyor, nasıl vazgeçebileceğine ilişkin kimi önerilerde bulunuyordum. Benim uyarı ve önerilerimin ne kadar yararı oldu bilmiyorum ama o sigarayı bıraktı. Bu kararı alan ve uygulayan herkes sigara bırakmakla ilgili sav, bir teori ve düşünce ortaya atar. Onunki de oldukça ilginçti:�Ben son sigaramı Kaçkar�ın zirvesinde içip orada bıraktım� dedi dönüş boyunca.
Çok sevdiği ve büyük bir keyifle içtiği sigaradan, 30 küsur yıllık dostundan böyle hoş, pek az kişinin gerçekleştirebileceği bir biçimde ayrılması onu başkalarından farklı kılıyordu. Başındaki şapkaya zirvede bulup taktığı kartal tüyüyle, bir an bile elinden düşürmediği ağız mızıkasıyla, farklı bir mistisizmiyle, bir modern çağ dervişi olan hepimizin sevgili �Eser Hoca�sına, sigarayla ilgili olarak, benim şu an övünebildiğim kimi yardım ve katkılarım oldu. Güzel bir insanı sigaranın zararlarından en azından bu tarihten sonra korumak için yaptığım bu katkı ve destekler kendimi �farklı hissetmem�adına sıralayabileceğim ilk ve tek şeydi belki de.

Kemal�i der bitmez konu
Bilen bilir, sormaz yolu
�An� geçidinden geçen için
Kaçkar Dağı yolun sonu.

Gerçek yaşamda olduğu gibi zirvede uzun kalınmıyor. Öğleden hemen sonra bastıran sis ve değişebilen hava ile akşama kadar aşağı inme zorunluluğu �zirve keyfi�ni kısa tutmamıza yol açtı. Geldiğimiz gibi geri dönmeye başladık. Tek farkla. Hedefin bir bölümü, belki de en can alıcı bölümü sona erdiği ve bu sırada gerçekten yorulmaya başladığımız için indikçe ekip ruhu ve disiplini de inmeye, azalmaya başladı. O kadar ki çıkışa göre daha kısa sürse de yaklaşık 4.5 saatte vardığımız Deniz gölü kenarına geldiğimizde herkes yalnız kendisinden sorumluluk duyar ve bağımsız bir haldeydi.
Bu duygu ve davranış durumunun kuşkusuz bir dolu bilimsel ve psikolojik açıklaması vardır. Ama bunları ne o zaman ne de sorasında kimse bir kere daha dile getirmedi. İniş aynı hızla sürdü. 19.15�de kamp yerine varan ekibin ilk bölümü toplam 13 saatlik yürüyüşü tamamlamıştı. Vuran ayakkabılar, aşırı yorgunluk, sıvı kaybı vb. nedenlerle Denöz gölü kıyısında daha uzun süre mola vermek zorunda kalan grup ise yaklaşık 1.5 saat sonra Dilberdüzü�ne vardı. Ayaküstü yenilen akşam yemeğinden sonra herkes yorgun argın çadırına çekildi. Hepimiz bir tür gezi günlüğü tutuyorduk. Eminim diğer arkadaşlar da benim gibi günlüklerine o günü yazdılar. Ben de o gün yazdıklarımı bir daha gözden geçirip sizlere aktarıyorum. Dileğim Kaçkar�a çıkmanız. O keyfi benim gibi yaşamanız. Yolu mu ne?Kaçkar size sandığınızdan çok yakın.

 



GÜNCEL

Prof. Dr. Müjdat Başaran
Saygıyla anıyoruz

İstanbullu hekimler kendisini 1992-1994 döneminde İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi olarak seçtiklerinde özgeçmişini şöyle anlatmıştı:�1953 yılında Van�da doğdum. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Ankara�da bitirdim. 1970 yılında başladığım Hacettepe Tıp Fakültesi�nden 1977 yılında da mezun oldum. Aynı yıl Anadolu Üniversitesi�nde Pediatri ihtisasına başlayıp 1981�de uzman oldum. 1981�de İngiliz Kültür Heyeti�nin bursu ile İngiltere�ye gidip bir yıl süreyle immünoloji konusunda çalıştım. 1985 yılı Aralık ayında Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi�ne yardımcı doçent olarak atandım. 1987 yılında pediatri doçenti oldum ve yine aynı yıl Pediatri Anabilim Dalı Başkanlığı�na atandım. İstanbul Tabip Odası Bilim Eğitim Komisyonu üyeliğinde bulundum. Çalışmalarım immünoloji alanında yoğunlaşmıştır. Sınıf arkadaşım Yelda ile 15 yıllık evliyiz, Ezgi ve Ali adlı iki çocuğum var. Ayrıca da ciddi şekilde Galatasaray�lıyım...�

Dr. Müjdat Başaran, 1994-96 arasında Türk Tabipleri Birliği Yüksek Onur Kurulu üyeliği görevinde bulundu. 1987 yılından beri Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı olan Prof. Dr. Başaran, 1989 yılında kurduğu Pediatrik Allerji-İmmünoloji Bilim Dalı başkanlığını sürdürmekteydi. 1987 yılında doçent,1993 yılında profesör oldu. 1998-2000 yılları arasında hastane başhekimi olarak görev yaptı. 1998 yılından beri fakülte yönetim kurulu, 1999 yılından beri üniversite senatosu üyesi idi. 1994-1996 yılları arasında Türk Pediatri Kurumu Başkan Yardımcılığı ve 1993-1995 yılları arasında Türk İmmünoloji Derneği veznedarlığı görevini yaptı. 1996 yılında Marmara Üniversitesi Allerji-Onkoloji Vakfı�nı kuran Prof. Dr. Başaran, Avrupa Ulusal Pediatri Dernekleri Birliği (UNEPSA), Avrupa Pediatri Uzmanları Konfederasyonu (CESP)�in Türkiye temsilciliği görevini sürdürmekteydi. Türk Tabipleri Birliği Uzmanlık Dernekleri Koordinasyon Kurulu�nda Türk Pediatri Kurumu�nu temsil etti.

Birçok yerli ve yabancı dergide makaleleri yayınlanan Prof. Dr. Başaran, 1999-2000 öğretim döneminde Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyeleri içinde en çok yayın yapan öğretim üyesi ünvanını almıştı.

Araştırmacı kişiliği, yaratıcı zekası ile tanınan Prof. Dr. Müjdat Başaran, 2 Ekim günü aramızdan ayrıldı.
 

Yaşam, insanları aynı düzeye getirir...
Doç. Dr. Işıl BARLAN

Sayın Hocam, Sevgili Müjdat Ağabey,
Ekibinden biri olarak, sana son kez seslenmek görevi, senin en eski asistanın olarak bana düştü.

Sen hiç bir zaman geçici değerlerin peşinde olmadın. Dünyayı, insanları, sanatı sevdin. Hem de haksızlıklar karşısında hiç çekinmeden, yürekli konuşmalar yapacak, hastalarına şiirler yazacak kadar sevdin. Bizleri hep şaşırttın; zekanla, yaratıcılığınla... Aramızdan ayrılışın da öyle oldu. Şaşırdık önce!Ama sonra düşündüm ki, senin yaşama veda edişin ancak böyle olabilirdi. İnsanı derinden etkileyen bir filmin sonu gibi çok sarsıcı ve düşündürücü.

Yaşam, insanları aynı düzeye getirir; ölüm ise seçkinleri ortaya çıkarır ve senin sıradan olmayan seçkin kişiliğin, yokluğunun şu ilk saatlerinde bizleri ayakta tutuyor.

Sevgili Müjdat Ağabey, senin aslında herşeyi bir yana bırakıp, yazar olmak istediğini biliyorduk. Ve çok yeni öğrendiğimize göre trenleri yazmak, senin ifadenle �istasyon biletçisini, makasçının penceresi önündeki sardunyaları ve trenden atılan gazeteleri kapmak isteyen çocukları� anlatmak istemişsin. Bu amaçla Anadolu�nun tren istasyonlarını gösteren haritaları toplamaya koyulmuşsun. Bizi şaşırtmaya devam ediyorsun...

Senin ekibini oluşturan bizler ve kendini bu ekipten hissedenlerin en büyük avuntusu seni iyi tanımış ve doğru değerlendirmiş olmak ve sana karşı duyduğumuz sevgi ve saygıyı her an belli etmiş olmamızdır. Sevgili Ağabey, doğru bildiğini sonuna kadar savunan, prensiplerinden öz çıkarlar uğruna sapmayan, bilimsel düşünceyi hayatın alanına uygulayabilen idealist bir kuşağın belki de ve korkarım ki son temsilcisisin.

Bizler, yetiştirdiğin öğrencilerin, yani �gerçeği merak ediyorum çocuklar�diye seslendiğin insanlar, bizi nasıl görmek istiyorsan öyle olacağımıza, daima gerçeği merak edeceğimize söz veriyoruz.

 



İŞYERİ HEKİMLİĞİ

Atama kriterleri yeniden belirlendi

Türk Tabipleri Birliği�nin işyeri hekimliği alanına müdahalesiyle başlayan süreç yeni kazanımlarla birlikte yeni sorunları da beraberinde getirmektedir. İşyeri hekimliği atamalarının tabip odaları tarafından yapılması ve atama kriterlerinin tabip odaları tarafından belirlenmesi her zaman tartışma yaratmıştır. Atama kriterlerinin tabip odaları tarafından belirlenmesinde 3 ana unsur var: 1- İşin hacmi, 2- Vazifenin tabipler arasında adilane dağılımı, 3- Hizmetin iyi yapılması.

6023 sayılı TTBYasası�nın 5. maddesinde tanımlanan bu unsurlar anayasa kabul edilerek İstanbul Tabip Odası bölgesinde güncel ihtiyaçlar doğrultusunda atama kriterleri yeniden belirlenmiş ve Yönetim Kurulu kararıyla yürürlüğe girmiştir.

15 Ekim 2000 tarihi itibariyle İstanbul Tabip Odası İşyeri Hekimliği Atama Kriterleri hakkındaki düzenleme şöyledir:
1- Hiçbir hekim İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu�nun yetki ve onayı olmadan işyeri hekimliği üstlenemez.
2- İşyeri Hekimliği atamalarında İstanbul Tabip Odası tarafından hazırlanan aday listeleri esas alınır. Bu listelerin güncelleşmesi için, bundan önceki listeler geçersiz kabul edilerek, yeni durum odanın iletişim kanallarıyla hekimlere duyurularak yeni liste oluşturulur.
3- Atamalarda hekimin, işyeri hekimliği için ayıracağı zamanla, mesleki gelir getirici etkinlikleri değerlendirilir. Bu çerçevede;
a) Hiçbir mesleki gelir getirici etkinliği olmayan, kamu kuruluşlarına başvurduğu halde ataması yapılmayan ve mezuniyet tarihinden itibaren en az bir yıldır çalışmayan hekimler 0 (sıfır) puan kabul edilirler.
b) Kamu kurumlarında çalışanlar, özel hekimlik uygulaması içinde bulunanlar(muayenehane, özel hastane, poliklinik vb), sözleşmeli hekimlik yapanlar (turizm, spor, okul, banka vb), sağlık şirketi ortaklığı olanlar (hastane, poliklinik laboratuvar), emekli hekimler 1 (bir) puan kabul edilirler.
Bu özelliği bulunan hekimlere en fazla 1 (bir) işyeri ve en fazla 240 işçiye kadar yetki verilir.
c) İki mesleki gelir getirici etkinliği bulunan (kamu hekimliği+muayenehane hekimliği, özel hastane+muayenehane, vb) hekimlere işyeri hekimliği yetki ve onayı verilmez.
d) Sadece işyeri hekimliği yapanlar için, en fazla 780 işçiye kadar yetki verilir, kapsam dışı kalan işçi sayısına karşılık gelen işyeri hekimi ataması için, işverene ikinci bir işyeri hekimi önerilir.
4- Atama önceliklerini belirlemek için ilgili yönergede bahsi geçen �matriks�de tanımlanan kriterler dikkate alınır.
5- Bu kararlar içinde tanımlanmayan her türlü durum �yönerge� esas alınarak, İşyeri Hekimliği Komisyonu tarafından değerlendirilir ve Yönetim Kurulu tarafından karara bağlanır.
6- İstanbul Tabip Odası�ndan işyeri hekimliği yetkisi aldıktan sonra mesleki etkinlik durumunda değişiklik olan hekimler yeniden değerlendirmeye tabi olurlar.
7- İstanbul Tabip Odası bölgesinde işyeri hekimliği yapan hekimler, her yıl Şubat ayı sonuna kadar, güncel ücret bordrosunun bir örneği ve son 4 aylık SSK çizelgesini İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu Başkanlığı�na beyan etmek mecburiyetindedirler. Bu mecburiyeti belirtilen tarihe kadar yerine getirmeyen hekimlerin yetki belgesi iptal edilir.
8- Bu yönergeyi İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu yürütür.
9- Bu yönergenin yürürlüğe girmesiyle, bundan önce yürürlükte olan ve işyeri hekimi atanmasına esas teşkil eden düzenlemeler yürürlükten kaldırılmıştır.

 



B tipi sertifika kursu yapıldı

11-12 Kasım 2000 tarihinde Armada Oteli�nde yapılan İşyeri Hekimliği B Tipi Kursa 115 işyeri hekimi katıldı. Grup çalışmalarıyla zenginleşen program sonunda katılımcıların memnuniyetle ayrılmaları, bu kurslara olan ilginin artması ve beklentilerin karşılanabilir olması açısından önemli bir deneyimdi.

A tipi sertifika kursu yapıldı
İstanbul Tabip Odası tarafından düzenlenen ve işyeri hekimliği temel eğitim kursu olan A tipi sertifika kursu 25 Kasım - 3 Aralık tarihleri arasında yapıldı. Kursa, İstanbul Tabip Odası bölgesinde sıralamada bulunarak davet edilen 350 hekimden 200�ü katıldı. Kurs 9 gün sürdü. 62 saatlik bir program sonunda meslektaşlarımız sertifikalarına kavuştular. 2001 yılı için yapılacak kurs takvimi yıl sonunda belli olacak ve dergimiz sayfalarından duyurulacak.

Oda�ya işyeri hekimliği için başvururken...
DİKKAT- ÖNEMLİ:

2001 yılı ile birlikte, İstanbul Tabip Odası�ndan işyeri hekimliği taleplerini güncelleştirme kararı alınmıştır. Bu çerçevede İstanbul Tabip Odası�ndan işyeri hekimliği talebi olan meslektaşlarımızın dergide yeralan formu eksiksiz doldurarak iletmeleri gerekiyor. Sıralama önceliği, bu formdaki bilgilere göre yapılacaktır. Saygılarımızla.
İstanbul Tabip Odası - İşyeri Hekimliği Komisyonu

 


Nisan-Haziran 2000 arasında yetkileri onaylanan hekim ve işyerlerinin listesini sunuyoruz...

Tarih İşyerinin Adı Hekimin Adı  İşçi Sayısı *

26.04.2000 Hamle Tekstil Metin Aral  57 Öİİ
26.04.2000 Yurtiçi Kargo Cesur Çimen  191 İO
26.04.2000 Detay Örme Mahmut Öz  101 Kİİ
26.04.2000 Global İnşaat H.Y. Yurtsever  25 Kİ
26.04.2000 Lily İlaç A.Ş. M. Keklikoğlu  53 Öİ
26.04.2000 Ünik Elektronik  Müzeyyen Bilgin   251 Eİ
26.04.2000 Kapital Sigorta F. S. Yılmaz  98 İİ
26.04.2000 Mais A.Ş. Rahmi Özçevik  384 İİ
26.04.2000 Ekol Taşımacılık Ayşe Kıpçak  184 Kİİ
26.04.2000 Lamp Aydınlatma Aysel Sarıkaya   107 Öİ
26.04.2000 Tuzla Belediyesi İsmail Topal  133 Öİİ
26.04.2000 İnco İnşaat Gülten Çiçek  100 Kİ
26.04.2000 Floret Tekstil Nurali Binay   82 İİ
26.04.2000 Aksan Kalıp  Nurettin Kaya  55 KÖİ
26.04.2000 Seta Ev Tekstil H.A. Güner  78 Kİİ
26.04.2000 Bileşim International Ayfer Yıldırım  136 Kİ
26.04.2000 Gülsan Profil Nurettin Canca  170 Kİ
02.05.2000 İgdaş Genel Müd.  Kemal Karataş  430 İ
02.05.2000 Evçay Gıda Nuri Kahraman  34 Kİİ
02.05.2000 Proser Servis Saffet Duralı  67 Kİİ
02.05.2000 Macro Ayakkabı Şükrü Aras  74 Öİ
02.05.2000 Aydın Örme Bülent Pakiş  47 Kİİ
02.05.2000 Ender Giyim Doğan Uysal  128 Kİİ
02.05.2000 Yıldız Treyler Şahin Yılmaz   63 Kİİ
02.05.2000 Cam Pazarlama Nurettin Kalaycıoğlu 40 Kİ
02.05.2000 Ulutrans Taşımacılık Müberra Çelikoğlu 62 Kİ
02.05.2000 Nilteks Tekstil Hasan Kule  99 Kİ
10.05.2000 Kılıçoğlu Makine Celal Şahin  25 Kİİ
10.05.2000 Erel Otomotiv Aslı Akaltun  55 Kİ
10.05.2000 BMSBateri Musluk Uğur Erkan   66 Kİ
10.05.2000 Sumo Tanıtım  Tayfun Çolakoğlu  38 Kİ
10.05.2000 Fibrobeton Yapı El... Gökhan Arda  106 Kİ
10.05.2000 Milsan Basım Sait Sayın   85 KÖİ
10.05.2000 Cine 5 Filmcilik Ercan Duman   596 İİ
10.05.2000 Elit İnşaat T. Hakkı Taylan   174 Kİ
10.05.2000 Pınar Turizm  A. Necati Çakmak  50 Kİİ
10.05.2000 Orifarme Kozmetik  Mehmet Aydemir  64 Kİİ
10.05.2000 Data Form Sami Demir   50 Kİ
10.05.2000 Tropikal Bahçe Canan Özel   52 Kİİ
10.05.2000 Buga Otis Asansör Feyzullah Ersöz  125 Kİ
10.05.2000 Tarım İl Müdürlüğü Nilgün Güzel   83 Kİ
10.05.2000 Üçler Gıda Cem Erdoğan   50 Kİİ
10.05.2000 Akmerkez Lokantacılık A. Mesrur Halefoğlu 73 Kİİ
17.05.2000 Resim Matbaacılık Avadis Demir   67 Kİ
17.05.2000 Toprakbank A.Ş. Göksel Göksever   815 İ
17.05.2000 Dizayn Etiket  Celalettin Nayman  53 İ
17.05.2000 Sitrak Nakliyat Hüseyin Arıkan   160 Kİİ
17.05.2000 Anadolu Mero Yavuz Tür   281 Eİİ
17.05.2000 Aktif Metal  Nihat Estekin   46 Kİİ
17.05.2000 Kağıthane Belediyesi Nurten Baş  57 Kİ
17.05.2000 Kağıthane Belediyesi Zeynep Duman   57 Kİ
17.05.2000 General Oto Servis S. Ufuk Demiralp  113 Kİİ
29.05.2000 Cihangir Dericilik Metin Arslan   136 Kİ
29.05.2000 Ahsen Plastik D. Özcan Turan   239 İ
29.05.2000 Ünlüer Gıda Aygün Salman   65 Kİİ
29.05.2000 Ali Raif İlaç Tevfik Çakmakçı  113 Kİİ
29.05.2000 İgdaş Genel Müd.  Gazanfer Gündüz  350 İ
29.05.2000 Mega TV Zehra Baksak   46 Kİİ
29.05.2000 Tepe Savunma Güvenlik Şenay Sayman   402 İ
29.05.2000 Canel Madencilik  Metincan Türkmen  67 Kİ
29.05.2000 SSYVİktisadi İşletmesi Muhsin Abbasioğlu 102 Kİ
29.05.2000 Jüpiter Tekstil  Erdem Çankaya  86 Öİİ
29.05.2000 Esan Eczacıbaşı Üsküdar Şeref Sarıca  38 Kİİ
29.05.2000 Esan Eczacıbaşı Kartal  Şeref Sarıca  111 Kİİ
29.05.2000 Şan Motorlu Araçlar Sadık Bayraktar  63 Kİİ
07.06.2000 Trikoteks Tekstil  Ahmet Kurt   100 KÖİ
07.06.2000 Necafet İnşaat  Aydın Özer   62 Kİ
07.06.2000 Fresch Gıda Mehmet Köse  365 İİ
07.06.2000 Muratcan Gıda A. Hamdi Yavuz   110 Kİ
07.06.2000 Beymen Suadiye Ertan Cevizci  93 Kİİ
07.06.2000 Vakko Beyoğlu OSB Gülay Öcal   174 Kİİ
07.06.2000 Yiğit Gıda Bekir Sonat   54 Kİ
07.06.2000 Prometeks Tekstil  Filiz Can  52 Kİ
07.06.2000 Burak Alüminyum Ali Aydın   90 Kİ
07.06.2000 Mez Motorlu Araçlar Kadri Dönmez   100 KÖİ
07.06.2000 İstanbul Ağaç Hızır Aslıyürek   62 Kİ
07.06.2000 Çınarcık Belediyesi Selma Satılmışoğlu 128 Kİ
07.06.2000 Şafak Temizlik Hizm.  Ahmet Yaşar   140 Kİİ
07.06.2000 Şafak Temizlik Hizm.  Ahmet Yaşar   87 Kİİ
07.06.2000 ASRTekstil Halit Erol   60 Kİ
07.06.2000 Yimpaş A.Ş. Selahattin Vural   60 KÖİ
07.06.2000 Bağ Kuyumculuk  Birgül Karadayı  70 İİ
07.06.2000 Eren Raf M. Nuri Targaf  74 Kİ
07.06.2000 Erenteks Örme Gülten Özcan   66 Kİ
07.06.2000 Gintem İnşaat Emre Güner   146 Kİİ
07.06.2000 Kaynak Holding K. Yalçın Gürsoy   188 Kİ
07.06.2000 Anadolu Yaşam Metin Kuş  179 Öİ
07.06.2000 Adolin Boya M. Selim Alhan   49 Kİİ
14.06.2000 Birand Giyim Erdoğan Mazmanoğlu 172 Kİİ
14.06.2000 Ünifil Elektronik  Şeyda Şener   123 Kİİ

* K:Kamu, Ö:Özel, İ:İşyeri, E:Emekli, O:Oda tarafından bulunan


Bu HABERİ Paylaş!