Hekim Forumu / Ocak - Nisan 2000 - Cilt:18 / Sayı: 138


  • Haziran 13, 2011
  • 9449

YÖNETİM KURULU�NDAN

ODA BAŞKANI PROF. ARIOĞUL�UN GENEL KURUL AÇIŞ KONUŞMASI

GÜÇLÜ BİR TABİP ODASI...

İstanbul Tabip Odası�nın kuruluşunun 71. yılında, ikibinli yılların bu ilk Genel Kurulu�na katılımlarınızla bizleri onurlandırdınız. Sizlere şükranlarımı sunuyorum.
Kurumlar, aynen bireyler gibi içinde yaşadıkları topluma katabildikleri değerler oranında kabul ve ilgi görürler. Meslek kuruluşlarının üyelerine ve topluma karşı sorumluluğu bulunmaktadır.
Bu sorumluluk:
1)Mesleki uygulamaların niteliğinin korunup geliştirilmesiyle,
2)Meslek etiğinin korunmasıyla,
3)Üyelerin hak ve çıkarlarının gözetilmesiyle,
4)Toplumsal çıkarlar ile üyelerin çıkarlarının dengelenmesiyle yerine getirilebilir.

Hekim meslek örgütleri de, bu sorumlulukları yerine getirecek olgunluğa eriştikleri ve hekimleri etkili biçimde temsil edecek mekanizmalar kurabildikleri oranda toplum tarafından ciddiye alınır. Özellikle de içinde yaşadıkları toplumun çıkarlarıyla üyelerinin çıkarlarını beraberce gözetecek yöntemler üretebilmiş, bunların ülke sağlık politikaları haline dönüşmesinde etkin roller üstlenmiş hekim örgütleri batıda gerçek anlamda güçlü meslek örgütleri olarak karşımıza çıkıyor.
Bu konuma erişmiş hekim örgütleri, ya İngiltere�de olduğu gibi, kendi ilkelerini ülkelerinin sağlık mevzuatı içine yerleştirerek siyasi erk tarafından yürütülen ulusal sağlık sistemini, neredeyse tümüyle, hekim örgütü mevzuatıyla ve hekimler eliyle yürütecek konuma dönüşmüş durumdalar.
Böylesi bir bürokratikleşme kurumsal planda tartışılabilir. Ancak günümüz batı ülkelerinin hekimlik pratiğinde meslek örgütlerinin önemi ve toplumdaki rolü yadsınamaz.Batı toplumlarında hekim örgütlerinin eriştiği konum, hekimliğin gelişmesinin yol açtığı sorunların çözümünde gene hekim iradesine gereksinim olduğu gerçeğini ortaya koyuyor.

Hekimliğin gelişmesinin global ölçekte yarattığı sorunların ana başlıkları şunlardır:
� Hekim sayısının artması, hekimler arası rekabeti de arttırmakta.
� Tıbbi bilgiler ve teknolojide büyük gelişmenin yanında, sağlık ekonomisindeki büyüme tıptaki gelişmelerin önüne geçerek, kendi kurallarını ülkelerin ekonomilerine, hatta global ekonomiye dikte ettirerek, hekimliğin geleneksel etik değerlerini kemiren, dev bir sektör oluşturmuş durumda.
� Tüm dünyada insanların genel yaşam beklentilerinde bir iyileşme olmakla beraber, sağlık düzeyleri arasındaki eşitsizliklerin giderek derinleşmesi, dayatılan sağlık ekonomisi ideolojilerinin eşitsizlikleri arttırıcı etkilerini özellikle bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde yoğunlaştırmakta.
� Sağlığın insanların temel haklarından biri olduğu kavramı aşılarak, parayla elde edilebilecek bir meta olduğu ideolojisi yerleştirilmiş. Batı insanı bunu pek hissetmiyor. Bizde ise bu yalın gerçek olumsuz sonuçlarıyla beraber sokaktaki insan tarafından giderek daha çarpıcı şekilde anlaşılıyor.
� Hekimler, hekimlik yapmaktan öte global sağlık ekonomisinin tüketim çarklarını döndürmeye koşullandırılıyorlar.
Böylesi bir ortamda, hekimlerin kendi geleneksel değerlerini koruma zorunluluğu ortaya çıkıyor. Bu, batı için de böyle, bizim için de. Ve bunun örgütlü olarak yapılabileceği tek yer meslek kuruluşları.

Gelişmiş ülkelerin hekim örgütlerinin işleviyle tabip odalarımızın işlevlerinin benzerliklerini ve farklarını belirginleştirmeliyiz. Hekim örgütümüz kuşkusuz batıdaki kadar güçlü olmalı.
Yukarıda dört ana başlıkta sunduğum sorumluluklarını yerine getirebilecek yapıya ve güce kavuşturulmalı.
1- Mesleki uygulamaların niteliğinin korunup geliştirilmesi:Buna biz �iyi hekimlik� diyoruz. İyi hekimlik yapmak hekimlerin, hekim olmalarından doğan temel hakkı. Doğru düzenlenmiş sağlık ortamı, çağdaş bilgilerle donanmış olma ve denetim, iyi hekimliğin sacayağını oluşturuyor. Bu konuda batıdaki hekim örgütlerinin önemli bir sorunu artık yok. Uygulanan sosyal politikalar, iyi hekimlik ilkelerini yurttaşların talebi haline getirmiş. Bu politikalarda geri dönüşü düşünmek bile olanaksız. Bizim ise, iyi hekimlik öğelerinin her birinin sağlanması için mücadeleyi sürdürmemiz  gerekiyor. Tıp eğitiminin niteliği yükseleceğine düşmekte, hekimlik pratiğini denetleyecek mekanizmalar yoğun çabalarımıza rağmen yeterili etkinlikte değil.
2- Meslek etiğinin korunması için hekimlik değerlerini daha geniş bir hekim kitlesine tanıtmamız gerekiyor. Dayatılan sağlık ideolojilerinin anlamını genç hekimler bilmiyorlar. Bu alanda batıdaki hekim örgütlerinden farklı bir yol izlemek zorundayız.
3- Üyelerin hak ve çıkarlarının korunması, batıda önemli ölçüde sendikal alanın işi. Bizde hekim sendikası yok, ama örneğin KKTC�de var. Hekimlerin gönüllü katılmayı kabul edecekleri, içlerine sindirebilecekleri bir sendikacılığın önünü açmamız gerek.
4- Toplumsal çıkarlar ile üyelerin çıkarlarının dengelenmesi hekim örgütünü başka örgütlerden ayıran temel özellik. Batıda hekim örgütleri ağırlıklı olarak üyelerinin çıkarlarını kovalarken bizim yolumuz farklı. Toplumsal çıkarları kollamak konumunda olanların bundan vazgeçtiği, hatta tam tersi politikaları dayattıkları bir ortamda hekimlik yapmaktayız. Sağlığa bütçeden ayrılan pay ortada. O nedenle bu ülkede, toplumsal çıkarları önde tutarak kamusal sağlık hizmetini savunmak işi sadece hekim örgütüne kalıyor. Ancak tezlerimize toplumda yeni destekçiler bulmak zorundayız.
Özetle, bir hekim örgütü, tüm meslektaşlarını içine alabilmişse, onları doğru meslek ilkeleri etrafında tutabilmişse, onları haklarının korunduğuna inandırabilmişse ve bunları toplumsal çıkarları önceleyerek yapabilmişse güçlüdür.
Hepimizin temel sloganı, �Hedef, güçlü hekim örgütü� olmalıdır. Bunu sağlamak hepimizin sorumluluğudur.
Ülkemiz sağlık ortamının içinde bulunduğu karmaşa güçlü bir hekim örgütünü gerekli kılmaktadır. İkibinli yılların bu ilk Genel Kurulu�nda bu gerçeği bir kez daha ifade ediyoruz.
Yürütülen ilkesiz, politika dahi denmesi olanaksız uygulamaların yanlışlıkları anlaşıldıkça yıllardır ortaya koyduğumuz tezlerimize zorunlu olarak yaklaşılacak ve örgütümüzün deneyim birikimine gereksinim giderek belirginleşilecektir. Odamızın yakın gelecekte yeni roller üstlenmesi gerekeceğini gözden uzak tutmamalıyız.
Her dönemde olduğu gibi bizim yönetimimizde de başarabildiklerimiz ve başaramadıklarımız vardır. Hedefimiz İstanbul Tabip Odası�nın toplumumuzdaki prestijini yükseltmekti.

Başarabildiklerimiz, İstanbul Tabip Odası�nın bizden önce pekçok hekimin ve Oda çalışanının emeğiyle oluşan zengin birikimine eklenmiştir.
Bizden sonra hekimliğe bu kurum çatısı altında emek verecek olanlar, İstanbul Tabip Odası�na kattıklarımızdan yararlanıp, hekimliğin değerini ve örgütsel gücümüzü daha da arttıracaklardır.
Başaramadıklarımız ya da hatalarımız için yapılacak eleştirileri de birikimlerimize eklemeliyiz ve bunları tamamlayacak ya da düzeltecek emeği İstanbul Tabip Odası�nda yoğunlaştırmalıyız. Gelecek yönetimlere düşen iş budur.
Değerli meslektaşlarım, 4 yıldır İstanbul Tabip Odası�nı temsil etmiş olmamı yaşamımın en onurlu işlerinden biri olarak kabul ettiğimi bilmenizi isterim. Şimdi, görev döneminin sonunda, bu onurun, benim sevdiklerime bırakabileceğim tek değerli nesne haline dönüştüğünü görmekteyim. O nedenle böyle bir göreve beni layık gören arkadaşlarıma şükranlarımı sıradan sözlerle ifade edebilmem mümkün değildir.
İstanbul Tabip Odası çatısı altında hizmet edebilmenin onur ve coşkusunu hepinizin hissetmesini diliyorum.
Genel Kurulumuz yolumuzu aydınlatsın... Hepinizi sevgiyle kucaklarım.



SEÇİM 2000

İkibinli yılların ilk Tabip Odası Genel Kurulu 29 Nisan günü yapıldı. Mecidiyeköy Kültür Merkezi�ndeki Genel Kurul�a gelen üyelere 1998-2000 Çalışma Raporu, Basında Tabip Odası başlıklı bir belgesel kitap sunuldu.
Oda Başkanı Prof. Dr. Orhan Arıoğul�un açış konuşmasının ardından Divan Başkanlığına Dr. Şükrü Güner, diğer üyeliklere Dr. Nurettin Karaca, Dr. Mustafa Sütlaş ve Dr. Doğan Şahin seçildiler.
Genel Sekreter Dr. Kürşat yıldız tarafından sunulan Çalışma Raporu  üzerinde çok sayıda üye söz alarak görüş belirtti. Son olarak Dr. Yıldız eleştirilere yanıt verdikten sonra Yönetim Kurulu Çalışma Raporu oy çokluğuyla aklandı. Mali Raporu Dr. Özcan Baripoğlu, Denetleme Kurulu Raporunu Dr. Veysel Yılmaz sundu. Her iki rapor da oyçokluğuyla onaylandı.
Pazar günü yapılan seçimlere iki grup katıldı. Nisan ayı özel sayısında üyelere görüşleri ve adayları tanıtılan Demokratik Katılım Grubu ve Güçbirliği Grubu adayları erken saatlerde Sultanahmet Endüstri Meslek Lisesi�ndeki seçim alanını kendi afiş ve broşürleriyle süsledi.
Yağışlı bir haftanın ardından açan güneşle son derece güzel bir atmosferde geçen seçimler sırasında Dr. Hayri Davas, Dr. Erdinç Köksal, Dr. Altay Martı, Dr. Tarık Minkari, Dr. Haydar Dümen, Dr. Kaan Arslanoğlu kitaplarının bulunduğu standda söyleşiler yaptılar. Oy vermeye gelenler Dr. Hayri Davas�ın organize ettiği resim sergisini gezdiler.
Sosyal etkinliklere rağmen seçim tansiyonu son ana kadar yüksekti. Sandıklar açılıp sayım başlayınca tansiyon daha da arttı. Toplam 2633 oy kullanılmıştı. Geçen seçimlere katılarak 700 oy alan İdealist Hekimler Platformu�nun bu kez seçimleri protesto ettikleri dikkate alındığında oylarda sadece küçük bir artış vardı.
43 sandıkta kullanılan oylar birer birer sayıldı. Kesin sonuçlar ancak ertesi sabaha karşı belli oldu.
Seçimi, iki listenin adaylarından oluşan bir karma liste kazandı. İki grubun da başkan adayları Yönetim Kurulu�na girdi. Güçbirliği Grubu�ndan Dr. Turgut Adatepe, Dr. Aysel Altan, Dr. Süha Göksel, Dr. Rıfat Yücel; Demokatik Katılım Grubu�ndan Dr. Zeynep Aydın, Dr. Hulki Forta, Dr. Taner Gören, yedi kişilik Yönetim Kurulu�nu oluşturdu. Yönetim Kurulu, ilk toplantısında Başkan, Genel Sekreter, Muhasip Üye ve Veznedar Üyeleri seçerek işbölümü yapacak.



YÖNETİM KURULU
ASİL ÜYELER
Dr. Hulki Forta (DKG) 1272
Dr. Zeynep Aydın (DKG) 1259
Dr. Taner Gören (DKG) 1245
Dr. Turgut Adatepe (GB) 1222
Dr. Süha Göksel (GB) 1211
Dr. Rıfat Yücel (GB) 1196
Dr. Aysel Altan (GB) 1188
YEDEK ÜYELER
Dr. Lale Say (GB) 1159
Dr. Cevat Bayrak (GB) 1154
Dr. İbrahim Bozkurt (DKG) 1141
Dr. Yeşim Erbil (GB) 1137
Dr. Erdem Birgül (GB) 1134
Dr. Barbaros Ilıkkan (DKG) 1110
Dr. Erdinç Ünal (GB) 1100

ONUR KURULU
ASİL ÜYELER
Dr. Selçuk Erez (GB) 1286
Dr. Şebnem K. Fincancı (DKG) 1246
Dr. Nükhet Tüzüner (DKG) 1216
Dr. Hakan Gürvit (DKG) 1179
Dr. Özdemir Aktan (GB) 1177
YEDEK ÜYELER
Dr. Huri Özdoğan (DKG) 1149
Dr. Atilla Ongan (GB) 1141
Dr. Gencay Gürsoy (DKG) 1133
Dr. Timuçin Oral (DKG) 1124
Dr. Nazım Korkut (GB) 1115

TTB GENEL KURULU
ASİL ÜYELER
Dr. Orhan Arıoğul (GB) 1424
Dr. Kürşat Yıldız (GB) 1335
Dr. Nihal Dizdar (GB) 1252
Dr. Nazmi Algan (DKG) 1165
Dr. Ali Özyurt (GB) 1164
Dr. Şadi Yenen (GB) 1151
Dr. Nedim Şendağ (GB) 1143
YEDEK ÜYELER
Dr. Berrak Ciğeroğlu (GB) 1139
Dr. Haluk Eraksoy (GB) 1126
Dr. Muzaffer Başak (GB) 1123
Dr. Sema Targıt (GB) 1121
Dr. Metin Ertem (GB) 1084
Dr. Cengiz Konuksal (GB) 1084
Dr. Tülin Sevim (DKG) 1082

DENETLEME KURULU
ASİL ÜYELER
Dr. Muzaffer Fincancı (DKG) 1254
Dr. Rezzan Tuncay (DKG) 1246
Dr. Betül Yalçıner (GB) 1181
YEDEK ÜYELER
Dr. Tamer Aker (DKG) 1163
Dr. Mete Çek (GB) 1153
Dr. İlknur Arslanoğlu (DKG) 1150



DOSYA: SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI

Paradoksal ama sağlık çalışanları  çalışırken kendi sağlıklarından oluyorlar. Bu mesleğin kendisi kadar eski sorunun çözümü için ne yapıyoruz?Sorunun ne kadar farkındayız, farkedilmesi için ne kadar çaba gösteriyoruz?Ortadan kaldırılması için neler planlıyoruz? Bu sayıdaki dosyamızı, biraz da 26-28 Kasım 1999�da yapılan �Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Kongresi�nden esinlenerek kendi sağlığımıza ayırdık. Aslında Hekim Forumu bu konuyu ilk kez ele almıyor, kuruluşundan beri çeşitli vesilelerle döne döne sağlık çalışanlarının sağlıksızlığını incelemiş, yine de fazla bir yol alındığını söylemek mümkün değil. Yukarıda kapak fotoğrafını gördüğünüz Eylül 1991 sayımızda yazılanlardan daha farklı bir durumda değiliz. Ama yine de bir kez daha hatırlatalım istedik;topluma, yöneticilere, ama en çok da kendimize...
 

HEKİMLER NE İSTİYOR?
İstanbul Tabip Odası, geçtiğimiz yıl hekimlerin çalışma koşulları, sağlık durumları ve mesleki doyumları ile ilgili bir anket düzenledi. Ankete gelen yanıtlar, hekimlerin beklentileri ve sorunlarını bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Ankete İstanbul�daki çeşitli sağlık kuruluşlarında görev yapan 786 hekim katıldı. Ankete katılanlara 12 tanesi hekimin kişisel özelliklerini belirleyen toplam 30 soru yöneltildi. Yanıtlar ve sonuçları özetleyerek bilgilerinize sunuyoruz.

ANKETE KATILAN  HEKİMLERİN ÖZELLİKLERİ
� Anketimize yanıt veren 786 hekimir %52�si erkek, %48�i kadındır.
� Yaş gruplarına dağılımı dikkate alındığında %23.5�i 30 yaşın altındadır. %34.5�i, %32�si ise. Ankete katılanların %2�si 60 yaşın üzerindedir.
� Bu hekimlerin %10�u yönetici konumdadır. % 28.5�i pratisyen hekim olup, %41.2�si uzmandır. %30.3�ü ise asistandır. Hekimler 22 ayrı uzmanlık dalında görev yapmaktadır.
� Hekimlerin %71�i kamu hastanelerinde, %15�i sağlık ocaklarında görev yapmaktadır.
� Anketi yanıtlayan hekimlerin %65�i sadece kamuda görev yapmaktadır. %18�i aynı zamanda muayene hekimi olarak görev yapmaktadır.
� Hekimlerin %23�ü on yıldan az bir süredir hekimlik yapmaktadır. %30�u 10 ile 30 yıl arasında mesleki deneyime sahiptir.

HEKİMLER SORUNLARINA NASIL BAKIYOR?
Hekimler görevleriyle ilgili olarak kendilerini en olumsuz etkileyen koşulları sıralarken ilk üç sırada,
� Düşük ücretler(%94)
� Çalışma ortamının kalitesizliği (%69)
� Mesleki doyumsuzluk (%66)gelmektedir.

HEKİMLERDE HASTA OLUR
� Anketi yanıtlayan hekimler ilginç bir gerçeği ortaya koymaktadır:Hekimlerin %49.8�i son bir yılda ayaktan tedavi görmeleri gereken bir hastalığa yakalanmıştır. Bu hastalıklar arasında en sık rastlananı üst ve alt solunum yolu enfeksiyonları, hipertansiyon, belfıtığı, lumbago, mide ve böbrek hastalıklarıdır.
� Hekimlerin %23�ünün süreğen (kronik)bir hastalığı olduğu anlaşılmaktadır. Allerjik hastalıklar, disk hernisi, yüksek tansiyon, kronik farenjit-sinüzit, akciğer hastalıkları, mide ülseri bunların başında gelmektedir.



SAĞLIKÇILAR TEHLİKEDE
Dr. Mustafa SÜTLAŞ

Ülkemizde ilk kez yapılan Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Kongresi 26-28 Kasım 1999 tarihleri arasında Ankara�da yapıldı. Ankara Tabip Odası tarafından ancak Türk Tabipleri Birliği, Türk Dişhekimleri Birliği, Türk Eczacıları Birliği, Türk Veteriner Hekimleri Birliği, Türkiye Fizyoterapistler Derneği, Türk Diyetisyenler Derneği, Veteriner Hekimler Derneği, Veteriner Sağlık Teknisyenleri Derneği Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası, Genel-İş ve Petrol-İş Sendikalarının katkı ve katılımlarıyla yapılan kongreye beşyüze yakın sağlıkçı katıldı.
Üç gün süren kongrenin ilk gününde yapılan açılış sırasında Kongre Düzenleme Kurulu adına Dr. Önder Ergönül; kongrenin amaçları ve hazırlıklarına ilişkin bilgiler sunduğu bir konuşma yaptı. Dr. Ergönül konuşmasında, �Biz bu kongreyi düzenlerken, bu alanda dağınık bulunan akademik bilginin toparlanması ve gelecekteki çaışmalara ışık tutacak şekilde birikimin ortaya konulmasını, hukuksal açıdan sağlık çalışanlarının bu alanda neler yapabileceğinin ortaya çıkmasını ve geleceğe dönük ciddi kazanımlar ortaya çıkabilmesi için sürekli çalışmalar yapabilecek grupların oluşmasını amaçladık� dedi.
Kongre sırasında 6 panel, 6 konferans ve 3 grup çalışması yapıldı ve toplam olarak 50�ye yakın sözlü bildiri ve poster sunumu gerçekleştirildi.

�BİZLER DE İNSANIZ�
TTB adına kongrenin açış konuşmasını TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Füsun Sayek yaptı. Dr. Sayek konuşmasına sağlığın tanımını yaparak başladı. Bu tanımın gerektirdiği sağlık halini gerçekleştirme ve ulaşma doğrultsunda sağlıkçıların olağanüstü işler yaptığını ancak, onların da birer insan olmaları nedeniyle içinde bulundukları koşullar nedeniyle sağlıklarını yitirebildiklerini belirtti.
�Sağlıklı olmaya bizim de hakkımız var. Sağlıklı yaşamamız için sağlıklı barınma, beslenme, ulaşım, dinlenme, eğlenme haklarımız var. Ancak başta ücretlerimiz olmak üzere içinde bulunduğumuz koşullar bunları sağlamaya yetmiyor. Tam tersine sağlığımızı olumsuz etkiliyor. Bizler sağlıklı olursak, daha sağlıklı hizmet verebiliriz. Çalışma ortamlarımızdaki olumsuz koşular yanında maruz kaldığımız bulaşıcı hastalıklar ve özellikle şiddet bizim sağlığımızı etkiliyor.� dedi.
Bu kongreyle; sağlık çalışanlarının üzerine düşen bazı sorumlulukları ortaya koymaya çalışacaklarını belirten TTB Başkanı, bunları şöyle saydı: �Önce sorunların farkına varmayı sağlamamız gerekir. Sonra bu konuya ilişkin verileri toplama ve değerlendirme sorumluluğumuz var. Ardından bu sorunların çözümü için biraraya gelme ve yanyana durma yani örgütlenme sorumluluğumuz var. Son olarak da hem yasal düzenlemeleri oluşturma hem de sağlıklı olmamızı sağlayacak bir mücadele içinde olma sorumluluğumuz var.�
Kongrede yapılan sunu ve konuşmaların yeraldığı kongre kitabı da kongre sırasında katılımcılara sunuldu. Kongre kitabı, kongreyi düzenleyen Ankara Tabip Odası�ndan sağlanabiliyor. Adres: Hanımeli Sk. No:16/2, Sıhhiye, Ankara. Tel:(0 312) 229 55 70.



SAĞLIK ÇALIŞANLARININ ENFEKSİYONLARDAN KORUNMASI
Dr. Şevkat Bahar ÖZVARIŞ

AIDS�in ortaya çıkmasıyla, Hepatit B (HBV) ve son zamanlarda bulunan Hepatit C ve D ile enfeksiyon kontrolünün odak noktası belirgin olarak değiştirmiştir. Artık dikkati, bu hastalıkların yalnızca hastalara değil, sağlık çalışanları ve diğer çalışanlara (temizlik çalışanları gibi) bulaşmaması üzerinde yoğunlaştırmak gerekmektedir. Bu nedenle birinci basamak kuruluşlarından yataklı tedavi kuruluşlarına, yerleşik ya da gezici sağlık hizmetleri veren birimlerde enfeksiyon kontrolünün iki temel amacından söz edilmektedir.
Bunlar: Enfeksiyonların en aza indirilmesi, Tbc, HBV, HCV ve HIV gibi enfeksiyon ajanlarının (hastadan sağlık çalışanına, hastadan hastaya ya da sağlık çalışanından hastaya) bulaşmasının önlenmesi.
Sağlık çalışanları için; hastalar, teknoloji, çalıştığı birim, biyolojik, kimyasal, fiziksel ve psikolojik tehlikeler gibi pekçok tehlike sözkonusudur. Sağlık kuruluşlarında çalışanlar için, Tbc, HBV, HCV, HIV ve Varicella gerçek enfeksiyon riskleridir. Ayrıca teorik olarak HTLV I/III, CMV ve EBV de enfeksiyon riskleri arasındadır. Gazlar, solventler, kemoterapotik ajanlar, çalışanlar için üreme sağlığı tehlikelileridir. Sağlık çalışanları için, günümüzde bilinen/tanımlanmış bu tehlikelere karşı �güvenli� bir işyeri ortamı sağlanmak zorundadır.
Sağlık kuruluşlarında çalışanların sağlığı için eylem planı şunları içermelidir: � İşe giriş incelemeleri � Periyodik incelemeler � Aşılama programları � Maruziyetlerin değerlendirilmesi � Yaralanma ve hastalıkların değerlendirilmesi � Meslek hastalıklarının ve kazaların tazmin edilmesi � Eğitim çalışmaları � Güvenli iş ortamı oluşturma çalışmaları.
Sağlık personeli, HBV ya da HIV ile enfekte kişinin kanı ile karşılaşırsa virüs hastadan sağlık çalışanına geçebilir. Parenteral geçişe örnek iğne yaralanmalarıdır. Ayrıca HIV geçişi sağlık çalışanının göz ya da ağzına kan sıçraması sonucu müköz membran bulaşı ile de oluşabilir. Açık yara ya da dermatit, akne ya da çatlamış deriye kan sıçraması, sağlam olmayan deriye bulaş da bu virüsler için giriş noktası olabilir.
HIV seropozitif kana maruz kalanlarda HIV enfeksiyon insidansı çok düşüktür. Hemen hemen tüm olgularda önlenebilir kazalar söz konusudur. Bunlar iğne yaralanmaları, kırılmış kan tüplerinden kesiler ve sağlam olmayan deriden kan ile bulaşan eldiven gibi bariyerlerle korunmamasından ortaya çıkmaktadır.
HBV korunmasında, risk grubu olmaları nedeniyle tüm sağlık çalışanlarının bağışıklanması gerekmektedir. Ülkemizde bu konuda önemli adımlar atılmıştır. Bununla birlikte, hastadan sağlık çalışanınına HIV, HBV ve diğer kan kaynaklı patojenlerin geçişinden korunmada �evrensel önlemlerin� tüm sağlık çalışanlarınca bilinmesi gerekir.
Evrensel önlemlerin amacı vücut sıvılarından ve kan kaynaklı patojenlerden enfeksiyon geçişini önlemektir. Tüm sağlık çalışanları, hastada HBV, HIV ya da diğer bir enfeksiyon tanısı konulmuş olmasına bakmaksızın, kan ya da vücut sıvılarıyla bulaş riski varsa evrensel önlemleri benimsemelidir.
Evrensel önlemlerin uygulanması demek, tüm hastaların / başvuranların vücut sıvılarının enfeksiyöz olarak değerlendirilmesi demektir. Çünkü sağlık çalışanı kimin enfekte olup kimin olmadığını bilemez.
Enfeksiyon zincirinde, virüsün(ya da virüs içeren sıvıların) aşamayacağı fiziksel, mekanik ya da kimyasal engeller oluşturulması anlamına gelen koruyucu bariyerler, doktordan temizlik çalışanlarına dek tüm sağlık çalışanları tarafından bilinmelidir.
Kan ve vücut sıvılarından korunmada evrensel önlemler şunları içermelidir: � Kan ve vücut sıvılarıyla bulaş riski varsa eldiven giymek � Kan ya da vücut sıvısı sıçrama riski varsa gözlük, maske ve/ya da giysi giymek � Hasta ile temastan önce ve sonra ve eldiven çıkardıktan sonra her zaman el yıkamak.
Enfeksiyonu kontrol için alınan önlemlerin amacının hastayı izole etmek değil, virüs ve vücut sıvılarını izole etme olduğu vurgulanmalıdır.
Koruyucu bariyerler şunlardır:
El yıkama: Sağlık çalışanlarının birçok işlem için, normal (sıvı sabun seçmeli) ya da antimikrobial bir sabun ile parmak araları ve el sırtını ovuşturarak 15-30 saniyelik süre el yıkamaları ve akan su ile durulamaları yeterlidir. Durulama sonrasında akan suyu kapatmak için ayakla kumanda edilen veya otomatik kapanan sistemler olmalıdır.
Eldiven giyme: Kan ve vücut sıvılarına, müköz membranlara, sağlam olmayan bir deriye değerken ya da kan ve/ya da vücut sıvıları ile bulaş riski olduğunda her iki ele eldiven giyilmelidir. Hastadan kan alırken de her iki ele eldiven giyilmelidir.
Maske ve göz koruyucuları (gözlük ya da pilot tipi gözlükler): Kan ya da diğer vücut sıvılarının sıçraması riski olduğunda bunlar kullanılmalıdır. Cerrahi, vajinal girişimler, göğüs fizyoterapisi ya da kaza geçirmiş kişilerin yaralanmaları ile ilgilenme bu durumlara örnek olarak gösterilebilir. Tüberkülozdan korunmak için basil geçirmeyen özel maske kullanılmalıdır.
Ters önlük (ameliyat önlüğü) ve önlükler: Ters önlük ya da plastik önlük, kumaş ya da suya dirençli kağıt, kan ya da diğer sıvıların sıçraması riskinde giyilmelidir.
Kullanılmış araçların, eldivenlerin ve diğer gereçlerin temizlenmesi: Atıkların yok edilmesi ve dekontaminasyon, yıkama ve durulama, sterilizasyon ya da yüksek düzeyde dezenfeksiyon gibi enfeksiyonu önleme işlemleri sırasıyla uygulanmalıdır:
1- Doktor ya da yardımcısı tıbbi ya da cerrahi işlemi tamamladıktan sonra, eldivenleri çıkarmadan önce gazlı bez, pamuk ve diğer atık gereçler gibi kirli cisimleri su sızdırmayan bir torbaya ya da kutuya atmalıdır. Atıkların torbanın ya da kutunun dış tarafına dokunmamasına özen gösterilmelidir.
2- Bundan sonra tüm cerrahi araçlar, yeniden kullanılabilen eldivenler gibi kan ya da vücut sıvıları ile temas etmiş olabilecek tüm gereç, kullanımdan hemen sonra 10 dakika süre ile dezenfektan solüsyona (% 0.5�lik klor solüsyonu) daldırılarak dekontamine edilmelidir. (Bu solüsyon; 9 ölçü suya, 1 ölçü % 5 klor içeren çamaşır suyu eklenerek hazırlanabilir).
Muayene masası gibi, kan ve vücut sıvıları ile bulaşmış olabilecek yüzeyler yeniden kullanımdan önce dezenfektan solüsyonla silinerek dekontamine edilmelidir. Unutmamak gerekir ki, dekontaminasyonun amacı, çalışanın (özellikle de temizlik çalışanının), araç/gereçlerin temizlik işlemlerine başlamadan önce, dokunmasını daha güvenli duruma getirmektir.
3- Sonraki aşama, araç/gereçlerin deterjan ve su ile fırçalanarak iyice yıkanması ve durulanmasıdır. Dekontaminasyon ve yıkama sırasında temizlik çalışanı ev tipi kalın iş eldivenleri giymelidir. Sorumlu temizlik çalışanı, ellerinde ya da kollarının dirsekten aşağı bölümünde kesik ya da yara olursa, bu yaralar iyileşene dek başka işlerde görevlendirilmelidir.
4- Son aşama, kan damarları ya da deri altındaki dokuya değen araçlarla, eldiven gibi yeniden kullanılabilir gereçlerin, endosporlar dahil tüm mikroorganizmaları yok etmek için olanaklıysa sterilize edilmesidir.
Sterilizasyon olanaklı değilse ya da gereç yoksa, kaynatarak ya da çok güçlü dezenfektanlarda bekleterek yüksek düzeyde dezenfeksiyon (YDD), tek kabul edilebilir alternatiftir. YDD endosporları güvenilir biçimde yok edemediğinden, çalışan her zaman YYD�un sınırlılığının bilincinde olmalıdır.
Enfeksiyondan arındırılmış bir ortam yaratılması için, hizmet sunanlardan temizlik ve bakım çalışanlarına dek tüm bireylerin, enfeksiyonu önleme işlemlerinin gerekçelerini ve etkilerinin sınırlılıklarını iyi bilmesi gerekir.
Ülkemizde sağlık kuruluşlarında enfeksiyonun önlenmesine ilişkin görevleri daha çok hekim dışı sağlık çalışanları ve yardımcı çalışanlar üstlenmektedir. Bu çalışanların enfeksiyonu önlemenin amacı ve uygulanacak tüm işlemler konusunda eğitilmesi gerekmektedir. Ayrıca bu işlemlerin, sorumlu kişiler tarafından sürekli olarak denetimi de son derece önemlidir.
Sağlık kuruluşları/örgütleri, tüm sağlık çalışanlarının etkili ve pratik enfeksiyon kontrolü uygulamalarını bilmeleri konusunda politikalar geliştirmelidir. Bu konuda kliniklerin duvarlarına süslü yazılar asmaktan öte, sağlık çalışanı için davranış değiştirmeye yönelik eğitimler yapılmalıdır. Aynı biçimde, örneğin, iğne, bistüri, jilet gibi �kesici aletler� ile yaralanmalardan korunmak için, iğneleri atmadan önce bükmemek, kırmamak, enjektöründen ayırmaya ya da kapağını kapatmaya çalışmamak gerekir, çünkü bu durumlar yaralanmaların en sık nedenidir.
Temizlik çalışanı için en büyük risk, çöp sepetlerindeki iğnelerle yaralanmalardır. Bunun için kesici delici araç/gerecin (özellikle iğnelerin) özel kutularda toplanmasının sağlanması gerekir.
Ayrıca temizlik çalışanlarının çalışması sırasında kalın iş eldivenleri giymeleri, ellerini çöp sepetine sokmamaları, yaralanmalara karşı, atıkları vücuttan yeterli uzaklıkta tutabilecek küçük kaplarda taşımaları gerekir.
Sağlık kuruluşlarında HBV, HIV ve diğer kan/vücut sıvısı kaynaklı patojenlerin geçişini önlemek için başarılı bir enfeksiyon denetim programının üç basamağı olmalıdır. Bunlar; yönetim, personel eğitimi ve değerlendirme ve izlemedir.
Yukarıda sözü edilen evrensel önlemleri yerine getirmek ve kullanımını desteklemek ve HBV, HIV geçişine ilişkin sorunları gözden geçirmek için, sağlık çalışanları arasından anahtar kişileri biraraya getirerek işyerlerinde bir komite oluşturulması gerekir (küçük sağlık kuruluşlarında da benzer yaklaşım uygulanmalıdır). Bu komitede hemşirelik, tıp, laboratuvar ve yönetimden temsilcilerin olması gerekir. Sözü edilen komite hastanelerde bulunan �enfeksiyon kontrol komitesinin� bir alt grubu olarak işlev görebilir. Ya da hastanelerde var olan �enfeksiyon kontrol komiteleri�, sağlık çalışanlarının korunması anlamındaki bu yeni görevi de üstlenebilir. Bu komite hizmetleri yerine getirirken hangi önlemlerin alınacağını kararlaştırmalıdır. Kararlar varolan araçlar, bütçe, çalışanlar ve yönetim desteğine dayandırılmalıdır. Her birim ya da klinik enfeksiyon riski açısından değerlendirilmeli ve derecelendirilmelidir. Koruyucu araç ve giysi varolan kaynaklar temel alınarak ve derecelendirme sistemindeki önceliklere göre sağlanmalıdır.
Her düzeydeki sağlık çalışanı, öğrenciler de birlikte olmak üzere, evrensel önlemler konusunda bir uyum eğitiminden geçirilmelidir. Bu eğitimler temel olarak; HBV ve HIV�in geçiş yolları, geçişi önleme yöntemleri, evrensel önlemler ve potansiyel bulaş gerçekleşirse yapılacaklar gibi konuları içermelidir.
Enfeksiyon kontrol programının etkisini değerlendirme ve izlemede ise; önerilen önlemlerin alınıp alınmadığı, koruyucu giysi ve ekipmanın olup olmadığı, doğru kullanılıp kullanılmadığı değerlendirilmelidir. İzleme bulgularına dayanarak daha sonraki eğitimlerin konuları saptanabilir, koruyucu işlemleri yerine getirmede başarısız olan sağlık çalışanları uyarılabilir.



ANESTEZİ VE REANİMASYONCULARIN SAĞLIĞI... �HERŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK�
Dr. Ebru TAŞTAN

Sağlık çalışanlarının sağlığı ile ilgili bir dosya hazırlanması gündeme gelince toksik gazlarla ve enfekte materyallerle yakın çalışma koşulları olan anestezi ve reanimasyon çalışanları adına da birşeyler söylemek gerekti.
1956�da kurulan Türk Anestezi ve Reanimasyon Derneği�nin 1997 yılında yayınladığı �Standartlar� taslak kitapçığı ile günümüzün çalışma koşulları karşılaştırıldığında, bu dalda çalışanların neden bu derece hastalıklarla haşır neşir olduğu anlaşılıyor.
Atık gaz sistemi, İstanbul�daki kamu hastanelerinin ameliyathanelerinin ancak yarısında işliyor. Özel kesime baktığımızda, periferdeki yeni tesislerin dışında durum biraz daha yüz güldürücü.
İnternette yaptığım şöyle bir tarama gösterdi ki, bu konuda kendimize yönelik araştırma, sayı ve nitelik açısından çok yetersiz. Yurt dışında yapılan çalışmalarda ise, kadın çalışanların erken dönemde düşük, erken doğum, düşük doğum ağırlıklı bebek oranının diğer sağlık çalışanlarına göre yüksek olduğu saptanmış. Erkek çalışanlarda ise, varikosel, üriner enfeksiyon anlamlı fark gösteriyor.
Gelelim solunum yolu hastalıklarındaki tabloya. Kronik üst ve alt solunum yolu enfeksiyonu, meslekte ilk dekadını dolduranlarda, diğer sağlık çalışanlarına göre daha sık. Bunda sigara içme oranının branşımızda (solunum sistemiyle bu kadar içiçe çalışan bir dal olmasına rağmen) yüksek olmasının payını da hesaba katmak gerekir. Yoğun çalışma, nöbet, gerilim, bulaşıcı materyalle acil koşullarda yeterli koruyucu önlemler olmaksızın temas olasılığı, uykusuzluk gibi olumsuz etkenlerin yanısıra, maddi ve manevi doyumsuzluk, asistanlar düzeyinde yeniden TUS�a girme oranını %90�a, istifa etme oranını ise % 50�lere taşımış.
Bütün bunların yanısıra basındaki intihar haberlerinden yaptığım bir taramada (yaşamsal önemi olan ilaçlar ve narkotiklerle çalışan bir branş olmak işi kolaylaştırıyor olsa gerek) meslektaşlarımın diğer tıp mensuplarına �fark attığını� üzülerek gördüm.
Sağlık alanında bu depresif havanın, memleketin genel ahvali içerisinde birleşik kaplar kurallarına bağlı olarak düzeleceğini umut ediyorum. İnsana verilen değer, hekime ve çalışma koşullarına, dolayısıyla da hekimin sağlığına yansıyacaktır.



ACİL SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI
Dr. Veysi ÜLGEN

Hipokrat�ın �önce zarar verme� ilkesi tıbbi hizmeti alan kadar veren için de geçerlidir. Hekim, hastasını muayene ve tedaviye bu ilkesel yaklaşımla başlar. Aynı zamanda kendisini hastalık etkenlerinden koruyarak kendisine de zarar vermemeye çalışır.
Sağlık çalışanlarının tıbbi hizmeti sunarken insanlara faydalı olma amacıyla beraber, kendilerinin de faydalı olabilecek durumda tutmaları gerekiyor. Ancak sağlık çalışanlarının sağlığı en çok ihmal edilen konuların başında gelmektedir. İnsanların hekimleri sağlıklı görme beklentileri mevcuttur. Öyle ki hastalandığımızda çevremizden �Doktor da hasta olur mu?�türünden yaklaşımlar egemendir. Olmamız gereken �normalite�vurgulandığı halde bunun imkanlarının oluşturulması için hiç bir çaba da sarfedilmemektedir.
Özellikle acil sağlık hizmetlerinde bu durum bariz bir biçimde yaşanıyor. Yeni milenyuma girilirken Hizbi-Kontra vahşeti de teşhir edilmeye başlanması, acil sağlık çalışanlarının sağlığı da hatırlanır oldu. Yer altından çıkartılan cesetler ambulanslarla taşınınca yıllardır varolan bir sorun da gündeme geldi. Eski insan cesetlerinin ambulanslarla taşınması hastalık riski oluşturuyor denildi. Ve Sağlık Bakanlığı cesetlerin ambulanslarla taşınmaması gerektiğini açıkladı. Oysa ambulanslar yıllardır ceset taşıyor sonra da başka bir acil hastaya hiç bir korunma tedbiri olmadan hizmet veriyordu.
Ambulanslarla cesetler taşınırken, ambulanslarla taşınan hastalar ve ambulansta görev yapan sağlık çalışanlarının korunması unutulmaktaydı. Bu araçların dezenfekte-sterilize ediliş biçimleri ilginçtir. Riskli hastaların hastanelere nakledildikten sonra ambulanslar, normal araç yıkama istasyonlarında ve şebeke suyu ile herhangi bir vasıta gibi yıkanmaktadırlar.
Örneğin bir keresinde, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi�nden Şişli Etfal Hastanesi�ne gazlı gangrenli bir hasta 112 ambulansı ile nakledilirken, hastalık tanısı
yine ambulanstaki personelden saklanmış, personelin gazlı gangren olmaması için artık dua etmekten başka çare kalmamıştı. Bu sadece bir örnek, ambulans çalışanları çoğu zaman tanısını bile bilmedikleri hastaları her türlü temasta bulunarak taşıyor. Tanılarıda bilinenler de dahil, muhtelif sağlıksız mekanlardan alınan bulaşıcılığı yüksek hastaların (tüberküloz, gangren, hepatit çeşitleri, gis hst. vs.)nakledilmesinde hekim ve diğer sağlık çalışanları mutlak risk altındadırlar. Sadece hekimler değil ambulanslara sonradan alınacak hastalar için de bir risk oluşuyor.
Devletin yüksek tasarruf tedbirleri neticesinde dezenfektan malzemelerde bulunamıyor. Bu malzemeler bulunsa da eğitimsiz ambulans personeli bunları yanlış kullanıyor. Ambulans personeli ambulansta çalışmanın kendisi için bir tehlike oluşturduğunun ancak hastalanınca farkına varıyor!
İstanbul�un yoğun trafiğinde acil hizmeti veren ambulanslar kaza yapma riskleri çok yüksektir.
Başta can güvenliği olmak üzere
fiziki ve ruhi travmaların yanında ekonomik ve sosyal travmalar da acil sağlık çalışanlarının sağlığını tehdit etmeye devam ediyor. Acil sağlık hizmetlerinde çalışan sağlık personelin çalıştıkları mekanlarda sağlık şartlarını oluşturmak zorlaşıyor. Bu mekanlar eldiven, maske basit tıbbi malzemeleri steril saklama ve personelin kendi temizliği (banyo kullanma gibi)için elverişli değildir.
Hastane acil polikliniklerinin çalışanları da risk taşıyorlar. Hasta sayısı fazlalığı, yatak sayısındaki azlık, poliklinik binaların yetersizliği, riskli bulaşıcı hastalıkların tecridindeki sıkıntılar birer risk faktörünü oluşturuyorlar.
Kazalara müdahalede ambulans personeli için bir başka risk, örneğin İkitelli sanayi bölgesinde patlayan radyasyon yüklü depoya ilk giden ekipler 112 ambulansları oluyor. Ve radyasyona maruz kalıyorlar. Yangınlarda nelerin yandığı çoğu zaman bilinmiyor. Bilinen, sağlık çalışanlarının bunları düşünmeden yardım ettikleri ve de temasta bulunduklarıdır.
Acil hizmetlerde çalışanlar kendi sorunlarını anlatamıyorlar. Bürokratik engeller, örgütsüzlük, devlet memuruna konuşma yasağı ve dayatmalar sonucu kendilerini ifade edemiyorlar. Acil poliklinikler ve ambulans protokol defterleri incelendiğinde tablo ortaya çıkmaktadır. İlgili kurumların geçmişte ve bugün yaptıkları açıklama yapmama tutukluluğunu bir tarafa atıp, bir durum tespiti yapmaları gerekiyor.
Hedef acil sağlık hizmeti veren çalışanların mekan, araç, malzemelerin dezenfeksiyon ve sterilizasyonlarını sağlamak, sağlık çalışanlarının eğitimini gerçekleştirmek ve tedavi aşamalarını kolaylaştırmak olmalıdır.
İyi hekimlik, ekonomik, demokratik, özlük ve sendikal hakların mücadelesi içinde sağlığımızı korunma önemini korumaktadır.



LABORATUVAR ÇALIŞANLARINI ENFEKSİYONLARDAN KORUMA
Dr. Reha MASATLI*

Sağlık sektöründe görev yapanların özellikle hastanelerde çalışanların kendi sağlıklarını tehdit eden üç faktör vardır:
1- Mikroorganizmalar
2- Çeşitli kimyasal maddeler
3- Radyasyon
Bunlardan ilk ikisi özellikle laboratuvar personelinin karşı karşıya kaldığı riskleri ifade eder. Çeşitli yollarla bulaşabilen mikroorganizmaların yol açtığı enfeksiyon hastalıkları laboratuvar çalışanlarının yakalanabileceği ve de sıklıkla yakalandığı hastalık grubunu oluştururlar. Kan, vücut sıvıları ve dokuların materyal olarak kullanıldığı laboratuvarlarda (biyokimya, mikrobiyoloji, patoloji, kan bankası ve diğer laboratuvarlar) çalışanların genel iş güvenliği kurallarına ilave olarak mikroorganizmalarla olabilecek bulaşmalara karşı da gerekli önlemleri almak durumundadırlar. Kan ve kan ürünleri ile bulaşabilen ve Tablo 1�de yer alan bakteri, virüs ve parazitler güvenli çalışma ortamının sağlanmadığı laboratuvarlarda görev yapanlar için her zaman bir tehlike oluştururlar.
Bunların arasında ülkemiz için Hepatit B virüsü ayrı bir öneme sahiptir. Çeşitli seroprevalans çalışmaları ülkemiz genelinde toplumun % 4-11�inin (yaklaşık 3 milyondan fazla insan) hepatit B virüsü yüzey antijenini taşıdığını, genel populasyonun en az % 40�ının da hepatit B virüsü ile enfekte olduğunu göstermektedir. Hepatit B ile savaşta gerek toplumun değişik kesimlerinin özverili mücadelesi gerekse kamuoyunun bu konudaki duyarlılığına rağmen sağlık çalışanları arasında HBV nedense AIDS etkenleri olan HIV virüsleri kadar dikkatleri çekmemekte ve ilgi bulmamaktadır. Oysa HBV ve HIV bulaşıcılığı yönünden bir karşılaştırma yapılacak olursa Hepatit B�nin laboratuvar personeli başta olmak üzere bütün sağlık çalışanları için ne kadar büyük bir tehlike taşıdığı ortadadır (Tablo 2).

BİYOEMNİYET
Laboratuvar çalışanlarının biyoemniyeti denildiğinde kan, vücut sıvıları ve dokuların materyel olarak kullanıldığı tüm laboratuvar çalışanlarının bunlar aracılığı ile bulaşabilen enfeksiyon hastalıklarından korunması ve güvenliği anlaşılır. Sözkonusu biyoemniyet önlemleri: a- Eğitim, b- İmmünoprofilaksi, c- Güvenli çalışma ortamı, d- Tıbbi atıkların bertarafı olarak özetlenebilir.
Biyoemniyet önlemleri sadece laboratuvar çalışanlarını değil bütün hastane personelini ve hastane ortamı ile ilgili herkesi içine alacak şekilde genişletilmeli ve şunları kapsamalıdır: � Doktorlar (Özellikle cerrahi branşlar başta olmak üzere) � Hemşireler � Ameliyathane Personeli � Laboratuvar Teknisyenleri � Hemodiyaliz Personeli � Kan Bankası Personeli � Hastabakıcılar � Temizlik Personeli � Genel Hizmetliler � Büro elemanları � Sekreterler � Bakım-Onarım Personeli � Ziyaretçiler � Gönüllüler (Donörler vs).

EĞİTİM
Eğitim biyoemniyet önlemlerinin en önemli basamağıdır. Kan, vücut sıvıları ve dokular ile temas eden ya da etme olasılığı olan herkese verilmelidir. Eğitim, � Yeni personel işe başlamadan önce verilmelidir. � Düzenli aralıklarla (yılda bir kez) tekrar edilmelidir. � Çalışma ortamında risk yaratan herhangibir değişiklik (kaza, yeni donanım ve sistemlerin devreye girmesi, hastane enfeksiyonlarında artış vs) olduğunda tekrar edilmelidir. � Güvenlikle ilgili yeni bir bilgi ortaya çıktığında verilmelidir.
Hastane ve laboratuvar personelinin çalıştıkları ortamdan kendilerine bulaşabilen enfeksiyon hastalıklarının neler olduğu, bunların hangi mikroorganizmalarla ve hangi yollardan bulaştığı, belirtileri ve olası komplikasyon ve sonuçları anlatılmalıdır. Sözkonusu enfeksiyon hastalıklarından korunmada alınacak önlemler, çeşitli uyarı ve işaretlerle, yazılı metinlerle personele verilmelidir. Koruyucu malzemenin neler olduğu, nasıl kullanılacağı, dezenfeksiyon ve dekontaminasyonda hangi maddelerin nasıl kullanılacağı uygulamalı olarak anlatılmalıdır. Eğitimin en önemli bölümlerinden olan herhangi bir olası tıbbi bulaşmadan veya kazadan sonra neler yapılacağı sistematik olarak önceden belirlenmeli, bu konuda personelin her zaman, süratle sağlıklı bilgiye ulaşmasında kendisine yardımcı olacak ilgili uzmanlar o kurumda görevli olmalıdır.
Eğitim, hastane enfeksiyon kontrol komitelerinin temel görevlerindendir. Komiteler eğitimin planlama uygulama ve denetim aşamalarında aktif görev almalıdır. Enfeksiyon kontrol komiteleri tarafından işe yeni başlayan personelin gerekli tıbbi ve laboratuvar kontrolları yapılmalı, hastane personelinin periyodik kontrol ve taramaları planlanmalı, olası kazalarda tutulacak bir izlem formu düzenlenmelidir. Ayrıca hastanelerde kullanılacak dezenfektan, antiseptik ve temizlik maddelerinin neler olması gerektiği, hangi amaçla nerelerde kullanılacağı, tıbbi atıkların ünite içinde toplanma, transport ve geçici depolanmasında izlenecek yöntemler ve görevlendirmenin nasıl yapılacağı konuları da komitenin görevleri arasındadır.
Eller ve enfeksiyonlardan korunma:(Bkz. Dr. Şevkat Bahar Özvarış�ın yazısı.)
Giysiler:Güvenli çalışma ortamının sağlanmasındaki basamaklardan biri koruyucu iş elbiselerinin giyilmesidir. Bunlar, � İş gömleği � Eldiven � Gözlük � Maske � Güvenlik perdesi ve kabini.
İş gömleği su geçirmez kumaştan yapılmış olmalı, uzun kollu olmalı, yakası daima ilikli tutulmalı ve bulaşma olduğunda derhal çıkarılmalıdır. Özellikle laboratuvar çalışanlarının giysileri iki parçadan oluşmalı, üst parça yakasız, kısa kollu ve rahat dikimli olmalıdır. Çalışma alanından ayrılırken gömlek çıkartılmalı ve çalışma alanında bırakılmalıdır. Hastanelerde görmeğe alışık olduğumuz manzaralardan biri çalışanların (doktor, hemşire, hastabakıcı v.s.) kendi çalışma ortamlarında giydikleri iş önlükleri ile her yerde dolaşmaları, her yere rahatlıkla girip çıkmaları hatta yemekhaneye dahi bu kıyafetleri ile gelmeleridir. Doğaldır ki hastane idarelerinin personelin sık giysi değiştirebilecekleri, yıkanabilecekleri önlemleri almaları ve bunlar için yeteri kadar soyunma kabinleri ve bölümleri, duş ye yıkanma odaları sağlamaları gerekir. İş önlükleri ve giysileri ile yemekhane, toplantı salonu, dinlenme odası, depo gibi yerlere gidilmemelidir. Önlükler hastanede yıkanmalı, ütülenmeli, eve götürülmemelidir.
Eldiven kan ile temas olasılığı bulunan her durumda (kan alma, parmak delme, mukoza muayenesi, her türlü cerrahi girişim, kan torbası ve tüplerini açma v.s.) giyilmelidir. Delinme, yırtılma ve kirlenmede hemen değiştirilir. Eldiven takılı iken kesinlikle temiz yüzeylere dokunulmaz. Eldivenler tek kullanımlıktır, yıkamaya veya dezenfekte etmeye kalkışılmaz. İşi bittiğinde tıbbi atık torbasına atılır ve eller yıkanılır.
Maske ve gözlük de çalışma ortamına ve işin özelliğine göre ve tek kullanımlık olarak giyilir.
Mikrobiyolojik güvenlik kabinleri mikrobiyoloji laboratuvarlarında çalışanların ve ortamın güvenliği açısından kullanılması zorunlu donanımlardır.

GÜVENLİ ÇALIŞMA ORTAMI
Tanısal ve tedaviye yönelik tüm tıbbi girişimler, kan ve vücut sıvıları ile ilgili işlemler yalnızca ilgili personelin girebileceği, ziyaretçilere kapalı ve korunaklı özel çalışma alanlarında yapılmalıdır. Bu alanlar: � Yiyecek servislerinden uzak olmalıdır. � Çocukların girmesi yasaklanmalıdır. � Kolay havalandırılabilir olmalıdır. � Yer döşemesi pürtüksüz ve kolay temizlenebilmelidir. � Gerekli güvenlik uyarıları asılmış olamalıdır. � Musluk, akarsu, lavabo ve dezenfektanlar bulunmalıdır. � Tıbbi atık kovaları hazır bulunmalıdır. � Tezgah üstleri dayanıklı, absorbe etmeyen malzemeden yapılmış olmalıdır. � Mesai bitiminde veya her iş bitiminde yerler deterjanlı su ile temizlendikten sonra 1/10 çamaşır suyu ile dezenfekte edilmelidir.
Güvenli çalışma ortamındaki yasaklar: � Çalışma alanlarında yemek, içmek, sigara içmek, makyaj yapmak � Çalışma alanlarına ziyaretçi kabul etmek � Çalışma alanlarındaki dolaplara yiyecek-içecek koymak � Kanlı materyele dokunmak � Ağız, göz, muköz membranlara dokunmak � Kanlı materyeli evsel atık kabına atmak � Ağızla pipetleme yapmak � İş gömleği ile dışarlarda gezmek � Çalışma sırasında yüzük, kolye, bilezik vs. gibi takılar takmak
Kan bulaşmasında dekontaminasyon nasıl yapılır? � Kanla ile kirlenen giysi hemen çıkarılır, koruyucu giysi giyilir. � Kalın iş eldiveni takılır. � Kan bir kağıt havlu yardımı ile absorbe edilir. � Aerosol oluşmuş ise 30 dakika beklenir. � Cam kırığı varsa fırça ile süpürülür. � Deterjan ile temizlenir. � Dezenfektan (10 kez sulandırılmış çamaşır suyu) dökülerek 15-20 dakika beklenir. � Bir yüzey dezenfektanı ile kurulanır. � Bu işlem sırasında kullanılan tüm materyeli tıbbi atık çöpüne atılır.

TIBBİ ATIKLAR
20 Mayıs 1995 yılında yayınlanan Tıbbi Atıkların Kontrolu Yönetmeliği sağlık kuruluşlarından kaynaklanan tıbbi atıkların halk sağlığına ve çevreye zarar vermeden ayrı olarak toplanması, geçici depolanması, taşınması ve nihai bertaraflarının sağlanmasına yönelik idari, teknik ve hukuki hükümler içermektedir. Yönetmelikteki tarife göre tıbbi atıklar: � Hastalık etkenleri bulaşmış veya bulaşması olası insan doku ve organları � Kan veya plasenta bulaşmış her türlü atık � İzolasyon atıkları (sargılar, bandajlar, bantlar, alçı bezleri v.s.) � Tek kullanımlık çamaşırlar (ameliyat önlükleri, eldivenler, çarşaflar v.s.) � Sonda setleri, kesiciler (enjektörler, kanüller, kesici cerrahi aletler, ampuller v.s.) � Dışkı ve bunlarla bulaşmış eşyalar � İdrar kapları � Bakteri ve virüs tutucu hava filtreleri � Bakteri kültürleri � Acil servis, intaniye kliniği atıkları � Deney hayvanları leşleri � Kan ve kan ürünleri � Bakteri ve virüs tutucu hava filtreleri � Dializ ünitesi atıkları�ndan oluşur.
İlgili yönetmeliğe göre sağlık kuruluşlarının yükümlülükleri şöyle sıralanmaktadır: 1- Tıbbi atıklar evsel atıklardan ayrı toplanmalı ve taşınmalı, 2- Geçici olarak depolanmalı, 3- İlgili personelin eğitimi sağlanmalı, 4- Kazalarda alınacak önlemler belirlenmeli, 5- İnsan sağılığına ve çevreye zarar vermeden bertaraf edilmeli.
Yine yönetmeliğe göre atıkların toplanması şöyle yapılır: Tıbbi atıklar-kırmızı torbalarda, evsel atıklar-mavi torbalarda, kesici delici tıbbi atıklar-sarı renkli sert plastik kaplarda.
Tıbbi Atıklar Nasıl Toplanır? 1- Bu iş için ayrılan ve eğitilen personel tarafından evsel atıklardan ayrı olarak toplanır. 2- Tıbbi atıklar hastane içinde bu atıkları üreten ilgili birimlerde (kaynağında) delinmeye ve taşınmaya dayanıklı, 150 mikron kalınlığında, uyarıcı baskılı sağlam kırmızı plastik torbalara konur. 3- Torbaların ağzı sıkıca bağlanır. 4- Torbalar kesinlikle sıkılmaz, sıkıştırılmaz. 5- Her bir torba yine aynı özelliğe sahip kırmızı renkli ve üzerinde görülebilecek büyüklükte ve her iki yüzünde yazılı �DİKKAT TIBBİ ATIK� ibaresini taşıyan başka bir torbaya konur. Gerekli görüldüğünde üçüncü bir torbaya konarak kesin sızdırmazlık sağlanır. 6- Kesici ve Deliciler: Taşınma sırasında torbalarda delinme ve yırtılma riski yaratan enjektör, kanül, cerrahi alet, ampul, cam kırıkları ve diğer kesici ve deliciler sarı renkte kırılmaya, delinmeye dayanıklı, üzerinde enfekte atık ibaresi bulunan dayanıklı plastik kaplara konur ve bağlanır. 7- Kırmızı renkli torbalar ve sarı renkli dayanıklı plastik kaplar hiçbir şekilde geri kazanılmaz ve tekrar kullanılamaz. 8- Mikrobiyoloji laboratuvarı atıkları, kan merkezi atıkları dayanıklı torbalar içinde buharlı otoklavda sterilizasyon işlemine tabi tutulur.
Tıbbi atıkların hastane içinde taşınması: 1- Özel nitelikli turuncu renkli elbise giyen görevli personel tarafından yapılır. 2- Atık torbaları tekerlekli, paslanmaz çelikten yapılmış ve bu iş için ayrılmış araçlar ile taşınırlar. 3- Atık bacaları ve yürüyen şeritler kullanılmaz. 4- Evsel atıklar ile tıbbi atıklar aynı anda bir araca yüklenmez. 5- Atık taşıma araçları haftada en az bir kez dezenfekte edilir.
Tıbbi atıkların geçici depolanması:1- Hastane içinde çeşitli ünitelerden toplanan atıklar Geçici Tıbbi Atık Deposu�nda veya aynı işlevi görecek konteynerlerde depolanır. 2- Depolanan tıbbi atıklar belediye aracı tarafından bertaraf sahasına taşınmadan önce 48 saatten fazla olmamak kaydı ile geçici tıbbi atık deposunda bekletilebilir. 3- Geçici Tıbbi Atık Deposu görevlisi deponun işletilmesinden ve kontrolundan sorumludur.
Tıbbi atık kazalarında alınacak önlemler:1- Tıbbi atıkların toplanması sırasında kırmızı torbalardan biri patlar yada delinirse dökülen enfekte atıklar eldiven takmış görevli personel tarafından başka bir torbaya alınır ve yere dökülen sıvı enfekte atıklar kuru sistem ile dezenfekte edilir. 2- Taşıma araçlarından birinde torba patladığı takdirde taşıma aracı boşaltılır ve kuru dezenfeksiyon yapılır. 3- Kesici ve deliciler özel olarak bertaraf edilir. Hiçbir zaman el ile bükülmez, kırılmaz, başlık yada kılıfı çıkarılmaz. Kesici yaralanmalarında veya iğne batmalarında gereken tıbbi yara bakımı yapılır ve ilgili uzmana danışılarak gerekirse koruyucu aşılar yapılır. 4- Kırık camları almak için faraş ve süpürge kullanılır. 5- Enfekte atıkların toplanması ve taşınması ile görevli personel koruyucu eldiven ve elbise giymek zorundadır. 6- Potansiyel enfekte alanlarda hiçbir zaman yemek yenmez, sigara içilmez, kozmetik kullanılmaz.
Laboratuvar çalışanlarının tıbbi yaralanmaları:� Tıbbi iş kazalarının; % 25�i parmak kesisi, % 10�u bıçakla yaralanma % 9.5�i enjektör iğnesi ile oluşmakta. � ABD�de yılda 800 000 mesleki iğne yaralanması meydana gelmekte ve iğne yaralanmalarının da % 40�ı iğne kapatılırken olmaktadır.
Tıbbi yaralanmalardan korunmada neler yapılmalıdır? 1- Eğitim, 2- İğne ve enjektör pipet yerine kullanılmaz, 3- Kontamine iğne ve kesiciler: � çıplak el ile tutulmaz � tek el ile tutulur � kapalı ise açılmaz � açık ise kapatılmaz � eğilip bükülmez � işi bitince kesici-delici tıbbi atık kabına atılır.
Yaralanmalarda ilkyardım ve izlem:� Yaradan kan akıtılır � Bol su ve sabun ile yara yıkanır � İyot ile dezenfekte edilip su geçirmez band ile kapatılır � HBV ile bulaş riski varsa HBIG ile pasif immünizasyon ( 0.06 ml/kg IM ) yapılır.
Eşzamanda Hepatit B Aşısı ile aktif immünizasyon yapılır ( 0-1-6 veya 0-1-2-12 aşı şeması). Antikor oluşumu izlenir. Karaciğer fonksiyonları izlenir. � HIV ile bulaş riski varsa, AZT ile profilaksi yapılır. � Tetanoz yönüden yaralanmanın ve kişinin immünizasyon durumuna göre hareket edilir.

TABLO 1: Kan-kan ürünleri yolu ile bulaşabilen mikroorganizmalar
Hepatit B Virüsü (HBV)
Hepatit C Virüsü (HCV)
Hepatit A Virüsü (HAV)
Delta Hepatiti Virüsü (HDV)
HIV-1 ve HIV-2 Virüsleri
HTLV-I ve II Virüsleri
Plasmodium falciparum
Salmonella typhi
Treponema pallidum
Prionlar (Creutzfeldt-Jakob prionu)
 

TABLO 2:HBV ve HIV Bulaşıcılığı

HBV HIV
Dünyada Enfekte olan: 2 milyar Taşıyıcı: 10-12 milyon
Taşıyıcı: 350 milyon
Sıklık 4-11 / 100 500 / 1.000.000
Enfeksiyöz partikül (ml�de) 10^8 0 - 10^4
Bulaş için gerekli kan 0.4 mikrolitre 100 mikrolitre
Kontamine iğne batması ile bulaş riski    % 7-30 % 0.5
Aşı Var Yok

* Enfeksiyon Hast. ve Kl. Mikrobiyoloji Uz.



DOKTORLARDA MI HASTALANIRLAR YA?
Uz. Dr. M. Cenk DELİKÜÇÜK

Bindokuzyüzdoksan yılında mecburi hizmetimi yaparken yakalandığım tüberküloz rahatsızlığından, tam 8 yıl mücadele verdiktn sonra ancak yurtdışında tedavi görerek kurtuldum.
�Doktorlar da mı hastalanırlar ya?�
Mesleğimi söylediğim zaman insanlrın gösterdikleri ilk tepki maalesef buydu. Evet, hastalanırlar ama çektiği sıkıntılar, normal vatandaşlardan daha fazladır. Bunu ben bizzat yaşadım ve tıp eğitimi sırasında okuduğumuz �Deontoloji� dersinin gereksiz bir ders olduğuna karar verdim.
Dirençli tüberküloz nedeniyle artık yurtiçinde yapılabilecek birşey kalmaması üzerine yurtdışına gitme kararının verildiıi 1996 yılında yaşadığım zorluklar, beni bu düşünceye itti. İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sağlık Kurulu�na yurtdışına gitme kararımın onaylanması üzerine gönderildiğimde, o sıralarda hemoptizi geçirmeme ve hiçbir tedavi uygulanmamasına rağmen Dr. Tuncer Karayel başkanlığındaki sağlık kurulu bunu reddetti ve bu karar şifahen söylenmiş bir karardı. Dekanlığa vermiş olduğum dilekçe neticesi sağlık kurulu kararı, bu sefer resmi olarak, müracaat tarihimden tam 2 ay sonra yine olumsuz şekilde çıktı. Bu arada başka bir hastaneden aldığım raporu, Ankara Numune Hastanesi�ne onaylatmak üzere gittiğimde meslektaşlarım özellikle Başhekim Osman Müftüoğlu�nun �Boşuna uğraşma, mümkün değil bu kararın onaylanması� demesi ve beni tam 3 ay uğraştırmaları, bu arada hiçbir tedavi görmediğimden hastalığımın dahla da ilerlemesine neden oldu ve ben ancak Sağlık Bakanı�na (Yıldırım Aktuna)bizzat çıkıp durumumu anlattıktan ve araya tanıdığım bir milletvekili koyduktan sonra yurtdışına gidebildim.
Orada tam 1 yıl kaldım ki bunun 9.5 ayı bir hastanede izole edilerek yattım. Uzun mücadeleler sonucu, ki bunları burada bu yazı içerisine sığdırabilme mümkün değil, sağlığıma yeniden kavuştum ama her an tekrar kaybedebileceğim korkusu beynrimi kemirmekte. Dolayısıyla ne üzücüdür ki biz insanların sağlığı için kendi sağlıklarını kaybeden doktorlar, sağlıklarını tekrar kazanabilmek için verdikleri mücadeleler esnasında, karşılaştıkları bürokratik engeller ve özellikle bir gün bu tür hastalıklar kendi başlarına gelmeyecekmiş gibi düşünen meslektaşlarımızın olumsuz tavırları neticesinde maalesef büyük sıkıntılar çekiyorlar. Deontolojinin anlamını bilmeyen, sadece bir üst sınıfa geçebilmek için fakültede okuduğumuz bir ders olarak gören meslektaşlarımıza, sizler de muhakkak rastlamışsınızdır.
Dirençli tüberküloz tedavisinde kullanılan �clofazamin� adlı ilacın yan etkisine bağlı olarak gelişen �eozinofilik enterit�tanısı konması için İstanbul Tıp Fakültesi�nde laparotomi olmam bile gereksiz bir prosedürdü ve ben bu ilacın yan etkisinin bu olduğunu ve de bu teşhis metodunun yanlış olduğunu defalarca söylememe rağmen, benim bir doktor olmadığım sadece bir hasta olduğum, Gastroenterolog Dr. Kadir Demir tarafından defalarca yüzüme vuruldu ve aylarca gereksiz yere acı çektim.
Devlet kendi doktoruna sahip çıkmıyordu ama meslektaşlarımız da çıkmadı, bu özetlediğim iki olaydan anlaşıldığı üzere. Bir meslek hastalığı olarak düşünülmesi gereken tüberküloz, hepatit, AIDSgibi her türlü bulaşıcı hastalık, benim gibi daha bir çok meslektaşımıza ya da sağlık personeline muhakkak bulaşmıştır ve kim bilir tedavisi imkansız hale geldiğinde yurtdışına gidebilmek için aylarca sürünmüşler, belki de bu şansı maalesef yakalayamamışlardır.
�Doktorlar da mı hastalanırlar?� Evet, hastalanırlar.
Meslektaşlarıma ve de bize sahip çıkması gereken Tabipler Birliği�nin yetkililerine sesleniyorum:Bizlere sahip çıkın ki yarın siz de sahipsiz kalmayın ve benim gibi karşılaştığım olaylar sonrası bana yapılan kötü muameleler ve malpracticeler neticesi �nerden bu meslek grubuna girdim� deyip doktor olduğunuza pişman olmayın. Yaşadığınız malpracticeler varsa ya da deontoloji kurallarına uymayan meslektaşlarımız varsa, bunları Tabip Odası Haysiyet Divanı�na bildirin ve tabii ki en önemlisi Tabip Odası Yönetim Kurulu�nda olan meslektaşlarımız da bu olayları tarafsız bir şekilde değerlendirmelidir.
Sözümü, her zaman söylediğim bir sözle kapatıyorum: Çare aramak ve çözüm bulmak için, derdin önce kendi başınıza gelmemesi dileğiyle...



SÖYLEŞİ

MAHKEME KAPILARI
Dr. Veysi ÜLGEN

Yeni binyıla girerken, mesleki sorumlulukları ve insan hakları ihlalleri karşısında hekim sorumluluğu ile duyarlı tutum sergileyen hekimlere ve adli ve idari baskılarda bir değişim olmadı.
Gözaltında işkence sonucu öldüğü adli tıp raporu ile belgelenen sendikacı Süleyman Yeter�in otopsisinde hazır bulunan hekimlerden İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı öğretim üyesi Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, hem adli hem de idari baskılara maruz kaldı. İstanbul Valiliği, işten atma girişimlerinde bulundu. Yine yıllardır, işkencenin ortaya çıkartılmasında bilimsel çalışmalarla katkıda bulunan ve aynı zamanda işkence ve kötü muameleye karşı aktif tavır alan Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) İzmir Temsilciliği�nde sorumluluk üstlenen hekimler, Dr. Veli Lök, mahkeme kapılarını aşındırmaya devam ediyor. Diğer gönüllü hekimlerden Dr. Zeki Uzun, bir hasta tedavisi iddiası ile gözaltında işkenceye maruz kaldı.
Ve daha aynı gerekçelerle, adları bilinmeyen, mahkeme kapılarını aşındıran, işkence gören, sürgün edilen onlarca, yüzlerce meslektaşımızın acısı. Hekim Forumu olarak bütün meslektaşlarımızın sevinçlerini paylaştığımız gibi acılarını da paylaşıyoruz ve sözü, baskılara maruz kalmış hekimler adına 3 hekim arkadaşımıza bırakıyoruz:

Sayın Fincancı, işkence ve kötü muamelenin ortaya çıkartılmasında hekimlerin katkıları yeterli midir?Temel eksiklikler sizce nelerdir?
Ülkemizdeki tıp fakültelerinin yarısında Adli Tıp anabilim dalları hiç kurulmamıştır. Bu fakültelerde adli tıp eğitimi değişik uzmanlık alanlarından hekimlerce ve doğal olarak yanlış ve eksik kavramlar üzerinden verilmektedir.
Adli tıp konusunda yeterli birikim ve donanımı ol(a)mayan hekimler uygulamanın her basamağında adli olgularla karşılaşmakta ancak bu eksiklik sonucu yapılması gerekenler yeterince bilinmediğinden, çözülemeyen ve sonuç alınamayan 5-10 yıllık davaların sorumluluğunda hekimler de pay sahibi olabilmektedirler.
İnsan hakları ihlalleri ve bu ihlallerin en ağır boyutu olarak yaşanan işkence, insana zarar veren bir dış etken olarak tanı konması gereken ve tanı konduğu koşullarda gereken önlemlerin alınması sağlanabilecek bir travma biçimidir. Travmanın niteliği, yineleme özelliği ve uygulanış biçimi tanımlandığında; sunulan bu verilerin birlikte yorumlanması ile işkence tanısı koymak olanaklı olabilmektedir. Bu verilerin elde edilebilmesi için ise, kapsamlı bir tıbbi öykü ile özenle yapılacak muayene ve gerekli laboratuvar yöntemlerinden yararlanma, dolayısı ile iyi hekimlik zorunluluğu vardır.
Hastaların sevk yazıları altına düşülmüş �darp cebir izine rastlanmamıştır� notları ile, 3-5 hastaya düzenlenen tek bir rapor ile bu tanıya ulaşmanın yolu yoktur. Aynı ilaçları kullanacak hastalara tek bir reçete vermek sözkonusu değilken, ya da anamnez almadan hiç bir hastayı muayeneye başlamazken adli olgular için böyle bir davranış sergilemek, adli tıp uygulamasını hekimliğin dışında görmek anlamını kolaylaştırıyor.
Hekim sorumluluğunun gereği yerine getirilmediğinde ve adli olgular uygulamanın dışında angaryalar olarak görüldüğünde, olması gerektiği gibi düzenlenmiş az sayıda adli raporun yararlı olamamasına yol açıyor. Bu farklılık, olması gerekenin olmaması gibi algılanmasına ve iyi hekimliğin kolayca baskı yapılabilir bir konumda olmasına yol açmaktadır.
Bilgi ve deneyim eksikliği hekimlerin bu alanda gerekli yöntemleri kullanmasının önünde bir engel oluştururken, bilgi ve deneyimini kullanarak nesnel bilimsel ölçütler ile iyi hekimlik yapan meslektaşlarımız da iyi hekimliğin gereğini yerine getirdikleri için taraflı olmakla suçlanmakta ve baskılara maruz kalmaktadır.
İşkence tanısı bir adli tıp uzmanı tarafından konabilir, ancak bu tanı için gerekli ve zaman içinde ortadan kaybolacak veriler birinci basamakta toplanıp belgelenmediğinde hukuki anlamda da �deliller�yok edilmiş olacaktır. Bu nedenle doğru ve yeterli adli rapor düzenlemek hekim sorumluluğu olduğu kadar bir yurttaş sorumluluğudur da.

Sayın Uzun, Türkiye�de hekimlerin mesleğini evrensel etik kurallarına göre devam etmeleri için sizce neler yapmak gerekidir?
Bu koşullarda etiğe uygun hekimlik yapmanın çok güç olduğunu hepimiz biliyoruz. İyi hekimlik yapabilmek için; her şeyden önce hekimlik pratiği ile ilgili yasaların çıkartılması zorunlu, ayrıca bu yasaların özgür ve bağımsız olması gerekiyor. Bir de hasta-hekim haklarını belirleyen açık ve net yasaların çıkartılması gerekmektedir. Tabiki bu yasaların çıkartılmasında etkileyici olabilmek için güçlü olmak zorundayız. Bunu başarmanın yolu da sağlıklı ve kararlı örgütlenmeden geçer. Örgütsel sorumluluk ve duyarlılık TTB�yi başarıya ulaştırır kanısındayım. İyi hekimlik yapabilmenin yolu demokrasiden geçer. Demokrasi kurallarının olmadığı bir ülkede hekimliğin hangi koşullarda yapıldığını hepimiz biliyoruz. Son süreçte bir çok örnek var.
Siz gözaltında işkenceye maruz kaldınız. Hekimlerle paylaşmak istedikleriniz...
Hekimliğimiz bizim onurumuzdur. Onurumuzu çiğnetmemek için kararlı olmak zorundayız. Bu davranış bazı bedellerin ödenmesini de beraberinde getiriyor. Bir halk deyimi vardır,elini taşın altına koyan acı hisseder diye. Bizler de bu acıyı çoğu zaman hissediyoruz. Acılarımızı ve sevinçlerimizi paylaşmak zorundayız. Paylaşmak kadar güzel bir duygu tanımlayamıyorum. İnsanlık onurunun işkenceyi yeneceğine inanıyorum. Bu süreçte sessiz kalmanın faturası pahalı olacaktır. Koşullar ne olursa olsun Hipokrat andına sadık kalarak, ayrımsız hekimlik hizmeti vermeye devam edeceğiz. Mesleğimiz açık ve nettir. Canımız pahasına olsa bile iyi hekimlik yapmaya devam edeceğiz. Süreci paylaşan bütün hekim arkadaşlarımı, dostlarımı insan hakları savunucularını saygıyla selamlıyorum.

Sayın Lök, Türkiye�de sistemik işkencenin ortaya çıkmasında doğru hekim tavrı alan meslektaşlarımıza adli ve idari baskı artmaya başladı. AGİK, ABgibi sıcak gündemlerin ardından ve demokratikleşme tartışmalarının olduğu bir dönemde baskıların artması sizce nasıl açıklanabilir?
Ülkemizde sistemik işkencenin ortaya çıkarılmasına ait hekim tavrı son yıllarda net olarak görülmeye başlandı. Hekimliğin etik kuralları gereği işkenceden zarar gören insanların tedavisi hekimlerin görevi içerisindedir. Ayrıca, hekimlerin aydın kişi kimliği altında işkenceye doğru tavır almaları gerekmekle beraber, normal ve günlük uygulamalarda bunun her zaman gerçekleşmediğini tespit etmekteyiz. İşkence gören için verilen raporlarda, işkence olayının belirtilmesinde sürekli zorluklar yaşanmaktadır. Bunların dışında doğru rapor düzenlenmesinden rahatsız olan emniyet güçlerinin baskısı geliyor. Hekimin üniversiteden mezun olurken, işkencenin tanısında yeterli bilgi donanımına sahip olmayışı ve işkencenin tanısında yeterli bilgi içinde şaşkınlığa düşmesi, sık görülüyor. Bu bakımdan meslektaşlarımızın eksikliğinin giderilmesi önem kazanıyor. Bunun dışında işkencenin tanısında anamneze göre fiziksel muayene, konsültasyonlar gerektiğinde ileri inceleme yöntemlerinin ve günlük pratikte kullanılması gerekiyor. Sadece dıştan görüntülerinin değerlendirilmesi (inspeksiyon)yoluyla yapılan tanıda, her zaman işkence belirtilerinin saptanması mümkün olmayabiliyor. Bu belirtilerin ortaya çıkmaması veya mevcutsa ortadan kaldırılması için işkenceci tarafından bazı önlemler hatta paliyatif tedaviler de yapılıyor. Biz 1989 yılı sonundan beri yapmış olduğunuz �alternatif adli tıp raporları�çalışmalarında bu ileri muayene yöntemlerinin kullanılması ile işkenceyi büyük oranda ortaya çıkarma olanağı bulduk. Falaka ve kabadayak işkencesinden sonra ilk aylarda yüzde 80 kadar olasılıkla kemik sintigrafisi ile travma yerini gösterebildik. Hatta kronik olgularda 35 olguda yaptığımız sintigrafi ortalama onbuçuk yıl içerisinde yüzde 55 olasılıkla pozitif sintigrafi bulgusu elde ettik. Bu kişilere işkencenin varlığını belirten raporlar vermeye başladığımızda İzmir ve çevresinde falaka işkencesinin tamamen ortadan kalktığına tanık olduk. Bunun arkasından testis sıkma yöntemiyle işkenceye ağırlık verildiğini tespit ettik. Kısa sürede 21 olgu ile karşılaşılınca dinamik sintigrafi ile 16 kişide pozitiflik tespit edince olumlu rapor düzenlemeye başladık. Ve işkenceciler mahkeme önüne çıkmaya başlayınca bu tip işkencenin de bırakıldığını tespit ettik.
Bunun arkasından elektrik işkencesinin ağırlık kazandığını tespit ettik. Bu olgularda biyopsi ile elektrik pikörünü histopatolojik olarak belirleyip rapor vermeye başladık. Buna tedbir olarak işkenceciler ıslak zeminde elektrik işkencesini sürdürmeye başladılar. Ancak bütün bu çalışmalar esnasında önemli bir adım atıldığını düşünmekteyiz. Manisa davası işkencenin saptanmasında önemli bir aşamadır. Çoğunluğu çocuk olan işkenceyle karşılaşmış 16 kişiyi cezaevinde muayene başvurumuz olumsuz sonuçlandı. Bu kişilere alternatif tıbbi rapor düzenleme çalışmalarına başladık. Resmi raporları inceledik. Fizik muayenelerin yapılmadığını, anamnezlerin alınmadığını saptadık. Cezaevine adli atlas, diafragma ve soru formları gönderdik. Yanıtları resmi raporlarla karşılaştırdık. Bu arada cezaevinden tahliye olanları muayene imkanımız oldu. Sonuçları toparladık. �Alternatif yorum raporu�hazırladık. Bu rapor, bu kişilerin işkence görmediği tarzında verilen raporların reddi bakımından önemli bir olanak oldu. Ayrıca 6 kişiye alternatif adli tıp raporu verildi. Sonrasında kamuoyunda bilinen Manisalı çocuklara işkence davasında bu raporlar etkili olmuştur.
İzmir Tabip Odası Muayene ve Rapor Komisyonu 80�in üzerinde alternatif rapor düzenledi. Bu raporların bir çoğunda işkencenin kanıtlanması mümkün oldu. İşkence yapılmadığı tarzında verilmiş hatalı negatif raporlara karşın işkencenin varlığını daha güçlü bilimsel kanıtlara dayanarak tespit eden bu raporlar işkence uygulayan emniyet güçlerini tabiki rahatsız etti. Mahkemelerin bilimsel kanıtlara dayanan raporları esas kanıt olarak kabul etmesi, yetersiz raporları göz önüne almaması, işkence yapanlar için önemli bir tehdit oluşturdu. Bunun sonucunda bu tür çalışmaları yapan hekimlerin baskıya maruz kalması, işin doğasına uygun idi. Burada alternatif tıbbi raporlardaki gibi ileri muayene yöntemlerini kullanmadan doğrudan klasik, adli tıp muayene yöntemleri ile doğru cevap veren ve koğuşturmaya, hapisliğe ve atılmalara maruz kalan meslektaşlarımızı ayrıca anmam gerekir. Onların bu etik davranışları mesleğimizin yüz akları olarak düşünülmeli, bu meslektaşlarımızın içinde bulunduğu durum çok daha zor.
Yukarıda açıkladığım nedenlere bağlı olarak meslektaşlarımıza uygulanan adli ve idari baskıların artması, AGİT ve ABile ülkemizin olumlu ilişkileri göz önüne alındığında bir paradoks olarak gözükmektedir. Burada, işkence karşısında doğru rapor verme eğiliminin baskılanmasının amaçlandığını düşünmekteyiz. Avrupa Birliği�ne girmek için adım atmış olan ülkemizin bu amaca ulaşabilmek için işkence olayına karışmış olan emniyet güçlerini, yasanın emrettiği şekilde cezalandırması gerekiyor. Bu doğru raporların artması, cezalandırılacak işkencecinin sayısının artmasına neden olacak. Ve çok sayıda işkencecinin cezalandırılmamasının bir yolu, bu raporların verilmesini sağlayan kişilerin ve kurumların baskı altına alınmalarıdır. Eğer baskı ve göz dağı ile bu raporlar azaltılırsa veya ortadan kaldırılırsa, işkenceye karışmış emniyet mensuplarının zararı önlenmiş olacak veya azaltılmış olacaktır.

İşkenceye karşı mücadelenin siyasi yönü hep zayıf kalıyor. Salt işkencenin ortaya çıkartılması ve rehabilitasyonu amacını birincil hedef yapan TİHV gibi kurumların dışındakiler yetersiz kalıyor. Önümüzdeki süreçte bunu aşmak için neler yapmak gerekiyor?
Yıllardan beri siyasal iktidarlar işkencenin ortadan kaldırılacağı sözünü verirler. Ancak bu sözlere karşın işkence sürüp gidiyor. TİHV�ye 1999�daki başvurular 600�ün üstünde ve geçen yıllardaki kadar. Bu başvuruların yaklaşık üçte bir akut olgu, yani yakın süre içinde yapılmış işkencenin mağdurları. Daha 3-4 ay önce İzmir�de her türlü işkenceye maruz kalmış bir meslektaşımızın uğradığı işkenceyi, ileri inceleme yöntemleri de kullanarak tespit ettik. Bu olgu, işkencenin pervasız bir şekilde devam ettiğinin önemli bir örneği. Eğer TİHV, TTBve tabip odası olmasaydı, bu belgelemeler de mümkün olmayacak, işkencecilere ve onlara göz yuman iktidarlar sıkışmayacaktı. Burada İHD�nin etkin gayretlerini de anmamız gerekiyor. Söylenenler ve yapılanlar yasak savma veya göstermelik. Burada bazı parlamenterlerin örnek tutumlarını da anmalıyız. Ancak sivil toplum örgütlerinin, TTB, TİHV, İHV, İHD, baroların, basının, aydın kamuoyunun, sürekli olarak sorunun izleyiciliğini sürdürmeleri gerekiyor. Bu gruplar içinde hekimlerin, işkenceye uğrayanların tedavisi yanında rapor verme güçlerini de sürekli kılmaları önem taşıyor.



DAHA ÇOK İNSAN HAKLARI
Dr. Füsun SAYEK

İnsan hakları ve hekimlik konulu bir yazı hazırlama aşamasında bir hekim örgütünde bir ayda yaşadıklarımızı aktararak bir başlangıç yapmayı düşündüm. Geçtiğimiz ay, herhangi bir ay TTB�ye sağlık hizmeti alamadığını söyleyen tutuklu başvurusundan; işkence gördüğünü ve soruşturulmasını bekleyen bir yurttaş mektubundan, haksız yere gözaltına alınan bir hekimin başvurusuna kadar pekçok konu yansımıştı. Buradan hekimlerin gündeminde insan hakları çok ön sıralarda yer almakta olduğu görülür.
Hekimler Türkiye�de günde milyonlarca kişiyle; muayene/tetkik yapmak, bir girişimde bulunmak, öneriler vermek için yüzyüze gelmektedirler. Başka hiç bir meslekte böylesine büyük bir grupla yoğun bir iletişim yapma durumu yoktur. Hekimler bir yandan hastalarının/başvuran kişilerin sağlık sorunlarıyla ilgilenirler, bir yandan da sağlığın olmazsa olmaz koşulları olan ve onların sağlıklı yaşama hakkını belirleyen; sosyal güvenlik durumları, eğitimleri, konutları, ne yiyip içtikleri konularında en yakın tanıklığı yaparlar. Bu nedenle hekimler sağlıklı yaşama hakkı gibi bir �insan hakkı�ile uğraşırlar. Hekimlerin hem bireylerin hem toplumun daha sağlıklı olmaları konusunda iddiaları vardır, mesleğimizin doğası da bunu gerektirir.
İnsan onuruna saygı gösterme, hekimlik mesleğinin ve birey/hekim ilişkisinin temel kuralıdır. Gizlilik hakkını koruma, bilgilenme hakkına sahip çıkma, yapılan her girişim için onay alma, bunların hepsi bizlerin günlük mesleki uygulamalarımızda doğallıkla yaşadığımız �insan hakları� konularıdır. Tüm dünyada etnik köken, din, ırk, cinsiyet açısından azınlıkta olanlara, politik görüş farklılıklarında yapılan ayrımcılık milyonlarca kişinin sağlığını, hatta yaşamını tehdit etmektedir. Biz hekimler bu ayrımcılıkları reddetmek durumundayız. Ayrımcılığın uç noktalarının toplumların bedensel ve ruhsal sağlıklarını nasıl etkilediğini tıp tarihinin yakın örneklerinde örneğin Numberg sürecinde görmek mümkün.
Kadınların toplum yaşamına tam katılımını engelleyen, onları temel haklarından yoksun eden uygulamalara karşı çıkmak hekimlerin �insan haklarını kollama�görevlerindendir. Bu nedenle hekim örgütleri ve hekimler, örneğin Afganistan�da kadınları neredeyse �silen, yokeden�Taliban irticasına karşı çıkmak durumundadırlar.
Hekimlerin bağımsız karar verme durumunu engelleyecek yapılanmalar sağlık hizmeti için başvuran kişilere yeterli hizmet verilememesi ile sonuçlanabilmektedir. Bu konuya en iyi örnekler tutuklular, gözaltındaki kişiler ve mahkumlardır. Hekimler herşeye karşın olabilecek her türlü baskıya rağmen bu gruplara �bağımsız�lık duygusu ile yaklaşmak durumundadırlar. Çünkü bir hekimin temel sorumluluğu ayrımcılık yapmadan kendisine başvuran herkese �iyi hekimlik uygulamaktır� ve bu iyi hekimliğin adımları da bellidir:Önce öyküyü alacaksın; tanıya götürecek tetkikleri gerek varsa yapacaksın; tanı koyacaksın; kanaat olarak belgeleyeceksin ve gerekli yere iletip, tedaviye başlayacaksın. Bu süreç aslında grip bulgularıyla başvuran kişi için de, karnı ağrıdığı için başvuran kişi için de, işkence gördüğü gerekçesiyle gelen/getirilen kişi için de tektir, aynıdır. Dünyada yüzden fazla işkence belgelenmişken, Cumhurbaşkanı �Türkiye�de işkence yoktur diyemem�derken, biz hekimler işkence ve kötü muamele konusuna herkesten çok önem vermek durumundayız. Çünkü işkence/kötü muamele, maruz kalan kişilerde, yakınlarında ve toplumda uzun süreli fizik/psikolojik ağır travmaya neden olduğundan önemli bir halk sağlığı sorunudur. �Gözaltı koşullarında işkence yapılması için tıbbi bir sakınca bulunmadığına dair rapor veren, işkence bulgularını yok eden ya da bildirmeyen hekimler, işkence olgusunda işbirliği yapmış olurlar� görüşü tüm dünyada kabul edilen bir görüştür. Bu nedenle hekim örgütleri �insan hakları�nın bu boyutuyla çok ilgilidirler ve üyelerini bu konuda bilgilendirme, duyarlı hale getirme çabasındadırlar. Tıp eğitimi sırasında �insani� diyebileceğimiz bu konuların müfredatlarda yer almamış olması, hekim örgütümüzü bu konuda daha çok çalışmak durumunda bırakmaktadır. Sonuçta bu alanda yürüttüğümüz çalışmalar hem hekim özlük haklarıdır (bilgilenme, eğitim, güçlendirme)hem de halk sağlığı sorunudur.
Yaşama hakkının en önemli insan hakkı olduğunu söylemiştik. Bu; mesleki varlığının nedeni �yaşatmak� olan hekimlerin; idama, kayıplara, gözaltında ölümlere karşı çıkması demektir. Nitekim örgütümüz yöneticileri 1984 yılında �idama karşı� bir çalışma yapmışlar, bu nedenle yargılanmışlar, ama şu açıktır ki o yıllardan bu güne idam kararı alınmasına karşın uygulanamamasında da etkin olmuşlardır.
Şiddetin de giderek önemli bir halk sağlığı sorunu ve insan hakkı ihlali olduğunu söylemek gerekir. Bugün tüm dünyada 35 milyon kişi çatışmalar nedeniyle başka ülkelere sığınmıştır. Ülkemizde de bir şekilde yaşanan böyle bir iç göç; insanların daha çok hastalanmasına, beslenme yetersizliğine ve erken ölümlere yol açmaktadır. Biz hekimler bu gerekçelerle de çatışmalara, savaşlara ve şiddete karşıyızdır. Temel insan hakkı olan yaşama hakkını engelleyecek silahlanma (ülkemizde önlenemeyenbireysel silahlanma gibi)bu nedenle bizim gündemimizdedir.
Özetlersek; toplumumuzdaki insanların üçte birinin yoksulluk sınırı altında yaşamaya çalıştığı, bu �mutlak yoksulların� yanısıra görece yoksulluk koşullarında yaşayan sayısının çokluğu, sağlık hizmetlerine erişimin çok zorlaştığı, insanların sağlıksızlaştığı ülkemizde hekimler; yaşama hakkı, sağlıklı olma hakkı, sağlık hizmetine ulaşma hakkı gibi �insan hakları� yanısıra, bazı özel grupların (işkence/kötü muamele görenler, mahkumlar, sığınmacılar gibi)uğradıkları insan hakları ihlallerine eğilmek, daha da çok eğilmek durumundadırlar. Tüm sağlık çalışanları hep birlikte bu bilinçle çalıştıklarında �insan haklarını tanıyıp destekleyerek, kendi mesleklerinin etiğini de güçlendirmektedirler.� Yaptıklarımızla yetinmeyelim, �insan hakları ile daha çok ilgilenelim.� Mesleğimize, kendimize, hastalarımıza, bize başvuranlara, halkımıza saygı için.
Bu yazıyı insan hakları konularına yoğun emek veren tüm meslektaşlarıma ve son günlerde aslında mesleki sorumlulukları olarak algıladıkları bu özverileri nedeniyle soruşturulan, yargılanan, özgürlüklerinden alıkonulan Dr. Veli Lök, Dr. Alp Ayan, Dr. Zeki Uzun, Dr. Şebnem Korur Fincancı�ya saygı sunarak bitirmek istiyorum. Umarım 2000�li yıllar daha az insan hakları ihlali, daha çok insan hakları duyarlılığı olan yıllar olsun.



FORUM

DERGİ OKURLARI İÇİN ÖZELEŞTİRİ
Dr. Şahin Erol ERGÜÇ*

İtiraf etmek gerekir ki Hekim Forumu dergisi işlevini yerine getirememektedir. Üyelerinin kendilerini ifade edebilecekleri bir forum olarak düşünebileceğimiz bu işlevinin yerine gelmediğini, dergiye yıllardır üye katılımının olmadığını belirtmek gerekir. Her üyenin katılımına, yazısına, bilgilendirmesine açık olmasına rağmen, üyelerden dergiye katılım olmuyor. Gelen ne bir takdir, ne bir tekdir yazısı var... Üyelerin okur olup olmadığını bile bilmiyoruz. Oysa bu dergi aynı üyelerin verdikleri paralarla yayınlanıyor. Öyleyse bu derginin içine kapanıklığı nereden kaynaklanıyor?Yıllardır Yayın Kurulu üyeliği yapanların ve Yönetim Kurulu�nun daha yıllar öncesinden bunun özeleştirisini yapmaları gerekirdi. Çünkü hekimlerin derdine derman olamamak gibi ağır bir sorumluluğun altındadırlar.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki dergide yazısı olanlar yıllardır hep aynı insanlar ya da bunların yazı sipariş ettiği kimseler. Bunların çoğu da derginin Yayın Kurulu üyelerinden oluşuyor. Tümcenin gelişinden derginin Yayın Kurulu üyelerinin öyle aman aman çok olduğu kanaati gelişmesin. Yayın Kurulu toplantıları üç-beş kişiyle yapılmakta, kararlar üç-beş kişiyle alınmaktadır. Derginin ilk sayfasındaki Yayın Kurulu listesinin kalabalıklığına bakarak karar vermemek gerekir. Onların içinde bir yıldır İsviçre�de olanlar bile var. Zamanında bir Yayın Kurulu üyemiz Yayın Kurulu elemanlarını sınıflandırırken, dergi literatürüne �nöbetçi Yayın Kurulu üyesi� terimini kazandırmıştı. Şimdi biz de elbirliği ile �fahri Yayın Kurulu üyeliği� kavramını dergi literatürüne sokmuş bulunuyoruz. Yani anlayacağınız iş birçok fahri Yayın Kurulu üyesi ve birkaç demirbaş Yayın Kurulu üyesi ile yürüyor. Yıllardır bu böyle, değişen hiçbir şey yok. Oysa, karşı taraftan tepki yok, ses yok, çıt yok... Buna rağmen Yayın Kurulu�ndan da yıllardır yeni bir açılım yok. Bir süre önce Yayın Kurulu toplantılarına katılım, derginin tarihinde ilk kez on-on beş kişi düzeyine ulaşmış, fakat bu 1/1000 ölçekli katılım bile aynı zamanda Yönetim Kurulu üyesi de olan bir Yayın Kurulu üyesi tarafından fazla bulunarak serzeniş konusu olmuştur. Yine aynı zamanda Yönetim Kurulu üyesi de olan başka bir Yayın Kurulu üyesi, hem de Yayın Kurulu toplantılarının çoğuna katılmadığı, baştan sona bir toplantıyı bile tamamlamadığı halde -yani fahri- nereden edindiği belli olmayan, kendi ifadesi ile �Yönetim Kurulu�nu bağlamayan şahsi ifadeleri�nden tertip bir faksı Tabip Odası�nın faks cihazından ve bir TabipOdası çalışanı aracılığıyla Yayın Kurulu üyelerine yollayarak onları ağır ifadelerle taciz etmiş, suçlamış, yıldırmaya kalkmıştır. Aynı kişi iki gün sonra ilk faksındaki ağır ifadelerle kıyaslanmayacak tarzdaki �light�ifadelerle arz ettiği özür faksını da Tabip Odası�nın faksından ve yine aynı Tabip Odası çalışanı aracılığı ile fakslatmıştır. Seviyesinden olmalı bu faks başarılı olmuş, bu fakstan sonra Yayın Kurulu toplantılarına katılım hızla azalmış, dergi yeniden içe kapanmıştır. Profesyonel dergi yöneticiliği deneyimlerini geliştirme çabasındaki dergi editörünün bu bağlamda sunduğu ve Yayın Kurulu�nca da kabul edilen format değişikliği de işe yaramamış yeni format, derginin içe kapanıklığını daha da arttırmış, gelen birkaç yazı da gelmez olmuş, Yayın Kurulu yazı kaynakları kurumuştur. Kendileri dahi yeni formata yazı yazmakta ve yetiştirmekte zorlanan Yayın Kurulu üyeleri alıntı yazılar, sayfalarca şiirler, sipariş yazılar, biteviye uzatılmış röportajlar, sayfalarca duyuru niteliğindeki haberler, magazin dergileri sayfalarında bile rahatlıkla yer bulabilecek Yönetim Kurulu aktiviteleri ile sayfaları doldurarak dergiyi yayınlamaya çalışmışlardır. Sonuçta Yayın Kurulu etkisizleşmiş, derginin yayınlanmasına kaynak sağlayan Yönetim Kurulu�nun -Yayın Kurulu�ndaki iki üyesinin de katkısıyla- dergi üzerindeki etkinliği artmıştır. Dergi, Yönetim Kurulu�nun yayın organı olma yolundadır. Tabip Odası�na üye hekimlerin ve toplumun bir çok ağır sorunu varken, en azından demokratik kaygılarla Yayın Kurulu�nun böyle bir dönüşüme izin vermemek gibi bir görevi ve üyelerin dergide kendilerini ifade edebilmelerinin sağlanması gibi bir sorumlulukları vardır. Yayın Kurulu bu görevini, iç çatışmalarını bırakıp erkini kullanarak, üyelerin katılımını sağlayarak, üyelere ulaşabilmek için gerekli açılımı sağlayacak değişiklikleri kendi bünyesinde gerçekleştirerek yapabilir. Farklı görüş ve yapıdaki hekimlerin dergiye katılımları sağlanmalıdır. Bunun tersi de doğrudur; farklı görüşteki hekimler dergide kendisini ve sorunlarını bulabilmelidir. Ancak bu şekilde hekimlerden üye, üyelerden okur, okurlardan katılımcılar edinebiliriz.
Hekim Forumu dergisinin içine kapanık ve işlevsiz olmasında Tabip Odası Yönetim Kurulu�nun da sorumluluğu vardır. Eskiden dergi ayda bir yayınlanırken, Yönetim Kurulu�nun derginin basım ve dağıtım masraflarını fazla bulması ndeniyle artık iki ayda bir yayınlanmaktadır. Yayın periyodu uzadığı için okurlarının frekansını yakalayamayan dergi, üyelere daha az ulaşmaktadır, güncelliğini, işlevselliğini ve etkinliğini yitirmiştir. Derginin üyelere ulaşması zaten güçleşmişken, Yönetim Kurulu yıllık aidatlarını ödemeyen üyelerine artık dergiyi göndermemek kararını almış ve bu yaptırımı uygulamaya başlamıştır. Herhangi bir tepki gelmemesinden, Yönetim Kurulu�nun dergiyi üyelerine göndermemesi nedeniyle üyelerin fazlaca bir kaygıya kapılmadıkları anlaşılmaktadır. Eninde sonunda alacağı bir aidatı gerekçe göstererek eninde sonunda göndereceği bir derginin okunmasını engellemek çabası, fakslarla ve iç çatışmalarla Yayın Kurulu�nun etkisizleştirilmesi çabalarıyla birlikte, derginin Yönetim Kurulu�nun yayın organına dönüşmesine katkıda bulunmaktan, böyle bir sürece çanak tutmaktan başka bir yarar sağlamayacaktır. Hekim Forumu dergisinin, Tabip Odası üyelerinin kendilerini ifade edebildikleri gerçek bir foruma dönüştürülebilmesi için, Tabip Odası Yönetim Kurulu�nun dergi Yayın Kurulu�ndan bir an önce elini ayağını çekmesi, derginin finansmanı ile ilgili aldığı kararları gözden geçirmesi, dergi ile okuru arasından çekilmesi gerekmektedir.
* Hekim Forumu Yayın Kurulu üyesi



YAYIN KURULU TARTIŞIYOR...

NURİYE ORTAYLI:Hekim Forumu�nun yola çıkma nedeni ve isminin seçilmesi gerçekten hekimler için bir forum olmayı hedeflemesiydi. 1990�daki seçimlerle yönetime gelen �Demokrat Hekimler�in yola çıkma nedenleri, en muzdarip oldukları nokta, programlarıyla gidermeyi hedefledikleri ana sıkıntı; �Yönetim Kurulu�nda bulunanlar ve  onların tarz-ı siyasetleriyle uyum içinde olanlar dışındaki hekimlerin kendilerini yeterince ifade edememesiydi. Bu yüzden devirdikleri yönetimi bürokratiklikle, merkeziyetçilikle suçluyorlardı. Dolayısıyla yalnızca bir yönetim değişikliğini hedeflemediler, bir anlayışın değişmesini hedeflediler. Örneğin Temsilciler Kurulu gibi bir yapı önerdiler: TTBYasası�nda bulunmayan bu yapıyı, karar gücünü yaygınlaştırmayı hedefleyerek düşündüler ve hayata geçirdiler. Yine son yönetim tarafından kaldırılmış olan Yönetim Kurulu dahil seçilmiş bütün kurulların yedek üyeleriyle birlikte çalışması kararı da iktidarı yaymayı hedefliyordu. Seçimle gelen kurulların adaylarının önseçimle belirlenmesi bir başka yataylaşma çabasının ifadesiydi. Benzer şekilde yayın organının da �yöneticilerin��yönetilen üyelere�politikalarını ve faaliyetlerini �bildirdiği�bir bülten değil, her kesimden ve fikirden hekimin Oda�nın yönetici kurullarıyla direkt yakınlığı olmayan hekimlerin de kendi sözünü söylediği bir forum olmasını düşlediler. HekimForumu�nun ismi de kendisi de böyle doğdu.
Bu yüzden de ilke olarak �Biz bu dergiye, fikri içeriği o sırada yönetimde bulunanların fikirleriyle uyuşsun uyuşmasın bir hekimin sağlığa ilişkin yazdığı her yazıyı kabul ederiz�dendi. Herkes kendisini burada ifade edebilsin istendi. Ve sanıyorum geçen 10 yıla yakın süre içinde zaman zaman zaaflar olmuş olsa da bu temel ilkeye bağlı kalındı. Ve hatta epey bir süre bir fikir yazıldığında mutlaka bunun karşıtı bir fikri savunan bir yazı da olsun diye uğraştık. �Burada A fikri olsun, yan sayfada Bfikri olsun.� Ne yazık ki yeterince yazı gelmeyince, bir süre sonra bundan vazgeçtik. Başarılı olamamızın nedenlerinden biri Hekim Forumu�na öyle umduğumuz gibi yüksek bir yazı akışı olmayışıydı.
Umduğumuz bir başka şey, basılan yazıların bir polemik yaratmasıydı, bu da olmadı. İslam ve Tıp tartışması dışında okuyuculardan öyle bir yazı bombardımanı gelmedi. Bunda herhalde bizim geleneklerimizin de rolü var. Hekimler, daha doğrusu Türkiye�deki insanlar, aydın bile olsalar yazmaya fazla yatkın değiller. Eleştirmeye ve düzeltmeye çok gayret etmiyorlar. Bu konuda en çok gayret gösterenler Yayın Kurulu�na dahil oldular ve bir süre sonra kaçınılmaz olarak,  hedef tam tersi olduğu haldeYayın Kurulu yazarlar kuruluna dönüştü. Yayın Kurulu yazı yetiştirmek, derginin sayfalarını tamamlamak gibi bir görevin altında kaldı. Bunu aşamadık. Nasıl aşılabileceğini de bilemiyorum. Bir kitle hareketi olursa hekimler arasında tabandan bir zorlama olursa yeniden Hekim Forumu da canlanır.
Bütün bu başarısızlıklara rağmen yine de Hekim Forumu�nun yola çıkarken koyduğu ilkelerin doğru olduğuna inanıyorum. Tamamen amatör ve hekimlik yapan ve sürekli değişen bir ekibin bu 10 yılı iniş ve çıkışlarına rağmen tamamlamış olması ve zaman zaman gerçekten güzel sayılar çıkarabilmiş olmasını bu ilkeler ve onları besleyen, çeşitlilik arzu ve isteği sayesinde yapabildiğini düşünüyorum. Yayın Kurulu�nun Oda�nın Yönetici Kurullarından bağımsız olmasının da çok önemli olduğunu düşünüyorum.

ÜMİT ŞAHİN: Ben Hekim Forumu ile ilgili eleştirilerde biraz varsayımlar üzerinden gidildiğini düşünüyorum. Olasılıklar üzerinden eleştiriler yapılıyor. �Dergi mi çıkarıyoruz?� sorusuyla başlamak lazım. �İnsanlar dergi okuyor mu?�, �Dergiler kaç basıyor, kaç satıyor?�, �Ciddi anlamda yazılar yayınlayan dergilerin ne gibi ve ne kadarlık bir okur kitlesi var?� Hekim Forumu�nun 15 bin okuru olduğu varsayılıyor. Türkiye�de herhangi bir dergi 15 bin kişiye ulaşıyor mu ki bu dergi ulaşsın? Mesela Veysi, dergiye Oda�nın durduğu yerden baktı. Ben bu dergiye derginin durduğu yerden bakacağım. Hekim Forumu diye adı konurken forum olsun, hekimler tartışsınlar diye düşünüldü dendi. Çok doğru bir düşünce, idealde. Hekimler gerçekten tartışıyorlar. İzliyor musunuze-mail�le yürütülen hekimler listesini? Ve kalitesini? Hekimler yazıyorlar ama genel düzeye bakın. Hekimlerin geneline maledilemez ama, bir örnek.
Dergi okumak ve dergiye yazmak ayrı bir kültürdür. Bu, Yayın Kurulu üyeleri için de geçerli. Ama bülten çıkarıyorsan buna gerek yok. O farklı bir şey. Bülteni zaten Yönetim Kurulu çıkarmalıdır. Hekim Forumu�nun idealize ettiği şey forum oluşturma, hekimlerin yazacağı bir yer olmaksa Hekim Forumu dergi gibi çıkmalıdır.
Dergi nasıl çıkar?Bence iki türlü yayınlanır. 1)Bir kollektif dergisidir. 2)Editör dergisidir. Bunun ortasını ya da üçüncü başka bir yolunu ben bilmiyorum. Hekim Forumu bir kollektif dergisi olmalı bence. Ama kollektif dergisi olmanın koşulları var.
Bir kollektif dergiyi çıkartabilmeye, o kollektifi oluşturan kişilerin yalnızca 15 günde bir, bir masa etrafında bir araya gelmeleri yetmez. Yaşamın başka noktalarını da paylaşmaları gerekir. Aksi takdirde Hekim Forumu�nda da olduğu gibi Yazı Kurulu�na dönüşürler. Bu belki Tabip Odası�nın da içinde olabilir-di, ama olmuyor. Olmayınca da öyleymiş gibi yapmamak lazım. Bu yüzden Hekim Forumu devam edecekse editör dergisi olarak devam etmesi lazım. Bu dergi son 3-4 yılda editör dergisi de değildi. Ben bu dergide çalıştığım 3-4 yılın son 2 senesinde 13 sayı boyunca editörlük yaptım. Ne ben talep ettim ne de Yayın Kurulu önerdi ve benim adım künyeye editör olarak geçmedi, bu da derginin editör dergisi olmadığını gösteriyor. Bunun Yayın Kurulu�nda da böyle algılanması lazım, ama insanların algılamalarının böyle olmadığını görüyoruz.
Bence bu dergi Hekim Forumu olarak devam edecekse, bülten olmayacaksa, editörü olan, belki bir yazar havuzu olan ciddi bir fikir dergisine dönüşmeli. Aksi takdirde fazla yazı yazmayan, dergiyi bu anlamda okumayan amorf bir hekim kitlesinden bu dergiyi takip edip yazı yazmalarını beklemek hayaldir bu koşullarda. Hem Veysi�nin söylediği depolitizasyon nedeniyle, hem de Oda�nın hekimlerle kurduğu ilişki nedeniyle. Ben bu derginin okunmadığına inanmıyorum. Okunuyor ama �birilerinin çıkarttığı bir dergi� olarak okunuyor. O anlamda da çok ciddi bir geri bildirim almıyoruz. İnsanlar Hekim Forumu�nu da diğer dergileri okur gibi okuyor, yani pasif okuyuculuk yapıyorlar.
Benim önerim, bu derginin bu formatıyla, ciddi bir editöryal sistem içinde yazar havuzuyla, yine bugünkü pasif okuyuculuk ilişkisine dayanarak 3 ayda bir yayınlanması. Derginin çıkartılmasındaki anafikir de, satın alınabilecek kalitede bir dergi çıkarmak olmalı. Bir kalite standardı hedeflemeden dergi çıkartılması için hem Oda�nın parasını, hem de kendi zamanımızı harcamaya hakkımız yok diye düşünüyorum. Hekimler yazsın da ne yazarsa yazsın denmemesi lazım. Böyle bir derginin yanısıra aylık olarak da bülten çıkmalı. Bu olmadığı sürece Tabip Odası�nın gündeme müdahale etmesi, hekimlerin gündemini oluşturması mümkün değil. İki ayda bir çıkan, hatta bir buçuk ayda bir çıkan bir derginin bile gündemi yakalaması sözkonusu değil. Bence ikili bir sistem kurulmalı. Hekim Forumu parasız-abonelik sistemiyle gönderilmeli, yalnızca isteyene gitmeli. Böylece 15 bin kişiye 5 bin kişinin okuyacağı bir dergi göndermemiş oluruz.
Diğer eleştirilere gelince:Bence de Yönetim Kurulu�ndan tamamen bağımsız olmalı ama zaten Yönetim Kurulu�nun sadece Yayın Kurulu�na değil, İstanbul Tabip Odası�nda olup biten şeylerin çoğuna müdahale etme hakkı olmamalı.

HALİS DOKGÖZ: Yeni Yönetim�in profesyonel anlayışta bir dergi mi eski Hekim Forumu gibi bir dergi mi, editöryal bir dergi mi istediğine karar vermesi gerekiyor. Biz de ona göre bu dergide çalışıp çalışmamaya karar veririz. Mesela editöryal bir dergide benim işim yok. Ama kollektif bir dergide çalışmaktan keyif alırım.
Bir derginin kollektif olmasını belirleyecek olan, kişiler değil ilkelerdir. Yönetim Kurulu�nun da, buradaki çalışmaya katılan insanların da çok net ilkeleri olması lazım.
Eğer Yönetim Kurulu, yılların geleneğini bir kenara koyup yayınlarının ve Yayın Kurulu�nun kendi denetiminde olmasını diliyorsa bu bambaşka bir dergi, bambaşka bir çalışma düzeni demektir.

VEYSİ ÜLGEN:Hekim Forumu�nun eksiklikleri olduğuna inanıyorum. Başlangıçtaki ilkelerin bir kısmı korunamamıştır. Bunun nedeninin Yayın Kurulu�ndaki arkadaşların eksiklikleri olduğunu düşünüyorum. Son dönemde hekimlerin içinde olduğu durum ve Tabip Odalarının durumuyla ilgilidir. Hekim Forumu, Yönetim Kurulu�ndan bağımsız olsa da sonuçta Oda�nın bir parçasıdır. Eksiklikler genelden kaynaklanmaktadır.
Ben Tabip Odalarının son yıllarda demokratik kitle örgütü olmaktan uzaklaştığını, kendi içinde demokrasiyi yaşatamadığını, bireysel çabaların ve çıkarların egemen olduğunu düşünüyorum. Bu Hekim Forumu�na da yansıyor. Hekim Forumu�ndaki de genel duyarsızlığın bir parçasıdır. Örneğin İstanbul Tabip Odası�nda hem hekimlik sorunlarına, hem insan hakları vb. durumlara karşı duyarsızlık olduğunu düşünüyorum. Bu Hekim Forumu�na da yansımıştır. Bir başka sıkıntının da insanların siyasi kimliklerini buraya yansıtmaları olduğunu düşünüyorum. Maalesef bunu Yönetim Kurulu�ndaki bazı arkadaşlar da yapmıştır. Kaldı ki ben yine de Hekim Forumu�nu çok olumsuz bulmuyorum. Bence esas olarak iyi bir durumdadır. Tartışmalar her zaman olur.



TABİP ODALARI SEÇİMLERİ YAPILIRKEN
Dr. Şükrü GÜNER

Nisan ve Mayıs aylarında 54 Tabip Odamız genel kurullarını yaparak, Yönetim, Denetim, Onur Kurullarını ve Büyük Kongre Delegelerini seçiyorlar. İki yılda bir yapılan seçimli genel kurul sonuçlarının, hekim çoğunluğunun görüşlerini yansıtması için, üyelerin geniş katılımı şart. İstanbullu hekimler olarak geçmiş yıllara oranla son on yılda daha fazla oy atıyoruz. Yine de beklenen noktada değiliz.
Alanımızdaki tek kuruluş olan tabip odalarımıza daha fazla sahip çıkmalıyız ve yöneticilerimizi daha fazla katılımlı kongrelerle belirlemeliyiz. Unutmayalım ki sorunlarımız giderek ağırlaşıyor. Çözüm yolu da meslek kuruluşumuzun güçlendirilmesinden geçiyor.

6023 SAYILI KURULUŞ YASAMIZ
Türk Tabipleri Birliği ve Tabip Odaları 1953 yılında çıkarılmış olan Yasa ile şekillenmiştir. Bu yazımda yaklaşan seçimler ilgisi ile bu Yasaya değineceğim.
6023 sayılı yasa, özünde, tabip odalarında hiyerarşik bir yapı kurmayı hedeflemiştir. Örneğin 5 yıllık hekim olmadan Yönetim�e, 10 yıllık hekim olmadan Onur Kurulu�na seçilemezsin. Ama aynı hüküm Merkez Konseyi�ne seçilmek için yoktur.
Yasada, tabip odalarına bazı görevler yüklenmiş fakat yetkiler ve yaptırımlar verilmemiştir. Yasa neredeyse yarım asırlık oluyor. İhtiyaca cevap vermekten çok uzak. Zaman zaman TTB değiştirme çabaları yaptı. Benim bildiğim 6 kez. Hepsi sonuçsuz kaldı. Parlamentomuzdan bu gibi yasaları çıkarmanın zorlukları bilinen bir gerçek. Ama istesek de istemesek de 6023, AB�ye uyum yasaları çerçevesi içinde ele alınacak. Böyle olması da üzücü yanı...
6023 sayılı yasanın bir kaç maddesi, 1957 ve 1963�de olmak üzere iki kez yeniden düzenlenmiştir. Ama asıl değişiklik, 12Eylül�den sonra 1983�de konulan �ek madde�ler ve 1985�de iki kez yapılan önemli düzenlemelerdir. Bu değişikliklerle TTB�nin ve tabip odalarının çalışmaları ve yetki alanları daha da kısıtlandı.

TTB BÜYÜK KONGRESİ
Ülkemizde 54 tabip odası vardır. 500�ün üzerinde üyesi olan tabip odaları 7, altında olan tabip odaları 5 delege seçerler. Delegeler TTBBüyük Kongresi�ni oluştururlar. Büyük Kongre, Kuruluşumuzun en yüksek karar organıdır. Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi�ni, Yüksek Onur Kurulu�nu ve Denetleme Kurulu�nu seçer. 54 tabip odamızın 300 delegesi vardır. Delege seçilmek için hekim olmanın dışında hiçbir ön koşul yoktur. Yönetim Kurulu�na seçilmek için 5 yıllık hekim olma şartı aranmaz.

BÜYÜK KONGRE DEMOKRATİK BİR OLUŞUM MUDUR?
Büyük Kongre hekimleri oransal olarak temsil etmekte midir?Hayır. İstanbul Tabip Odası�nın 14 bin, Ankara Tabip Odası�nın 9 bin, İzmir Tabip Odası�nın 6 bin üyesi vardır. Bu odalarımızın çıkarttığı delege sayısı 7�dir. Hekimlerimizin yarısı bu 3 ilimizdedir ve büyük kongrede 21 delege ile temsil edilmektedir. Geri kalan yarısı ise 51 tabip odamızın bulunduğu bölgelerde çalışmaktadır. Büyük Kongre�de 279 delege ile temsil edilmektedir. Türk Tabipleri BirliğiBüyük Kongresi bu eşitsizlikler üzerine kurulmuştur.

NASIL DÜZELİR?
Yıllarca bu durum dile getirilmiş ve hazırlanan yasa tasarılarında düzeltme yoluna gidilmesi düşünülmüştü. Hazırlanan tasarılar sonuçsuz kalınca, sorun ertelendi.
Türk Eczacıları Birliği ve Türk Diş Hekimleri Birliği Yasalarında da bizimkine benzer durum vardı. İlk kez İstanbul Eczacılar Odası 1989 yılında, TBMM�ne yasa tasarısını gündeme getirip, yasalaştırma olanaksızlığı karşısında Anayasa Mahkemesi kararı yoluyla Yasanın bu maddesini değiştirme yoluna başvurdu. İdare Mahkemesine dava açtı. İdare Mahkemesi haklı buldu. Mahkeme, Anayasa�nın 135inci maddesine aykırı olduğu görüşüyle Anayasa Mahkemesi�ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi delege dağılımının demokratik kurallarla bağdaşmadığına karar verdi. Ve Anayasa�nın 2, 5, 135. Maddelerine aykırı bularak, ilgili maddeyi iptal etti. Bu çalışmayı ısrarla sürdüren ve başarı ile sonuçlandıran Av. Alp Selek�ti. Meslek Odaları tarihinde önemli bir ilk�e imza attı... İstanbul Diş Hekimleri Odası da benzer bir başvuru yaptı. Reddedildi. Her iki mahkemenin de gelişmelerini öğrendik. Ne yazık ki, ne TTB ne de etkilenen Odalarımız bu alanda hiçbir girişimde bulunmadılar.
İstanbul Tabip Odası�nın 1998�deki Genel Kurulu�nda bu konuda karar alındı. Bu karar çerçevesinde hazırlıklar tamamlanıp İdare Mahkemesi�ne başvuru yapıldı.
Umarım bu demokrasi ayıbımızı düzeltiriz...



YANGINLAR DİYARI VE TULUMBACILAR*
Dr. Tuğrul ERBAYDAR**

Vakanüvislerin yazdıklarına göre, hem uzak hem yakın memleketin birinde, hem evvel hem de ahir bir zamanmış. Memleket bir baştan bir başa yangınlar içinde harap, her gün bir sürü bina kül olur, pek çok zevat telef olur ve pek çoğu da evsiz barksız sefil olurmuş. Cemaat artık bunu öyle kanıksamış ki yangınları seyirlik, macera dolu birer vaka olarak seyreyler, sonra da kafaları iki yana sallayıp, �tulumbacılar yine gelmedi� diye dert yanarlarmış.
Tulumbacılar teşkilatı pek zayıfmış hakikaten. Akçesi az, malzemesi kırık dökük ve tulumbacı sayısı da kifayetsizmiş. Yangınları söndürmek için hep geç kalırlar, yetiştikleri vakit de hatalı usullerle ateşi söndürüp bina dahilindekilerin dumandan boğulmasına sebep olurlarmış. Arada bir birisini kurtarınca da buna pek sevinip, kendi aralarındaki sohbetlerde ve eşe dosta hep onu anlatırlarmış.
Bu tulumbacıların talim ve terbiyesinde vazife alan çok kalabalık bir muallimler taifesi varmış. Bu muallimler cins cinsmiş ve birbirinden farklı hususlarda ilim irfan sahibi imiş. Mesela, bazıları alevler arasından bir garibanı kurtarmak için nasıl hamle yapmak icab ettiğini, bazıları alevlerin bilimum şimik malzemeler vasıtası ile nasıl söndürülebileceğini, bazıları da kanca, kepçe, kürek, tırmık ve sair alet edevat ile binalara müdahale ederek yangının etrafa sirayetinin nasıl engelleneceğini bilirmiş. Bunlar arasında pek çok garip bir cins varmış ki bunlar yangınlara çıkmadan mani olunabileceği fikri münasebeti ile alim olup, bunun usulleri hakkında marifet sahibi imişler. Bunlara muayyen vaziyeti muhafaza eden manasında �hıfz-ı muayyenci�denirmiş.
Hıfz-ı muayyenciler sadece yangınlara çıkmadan mani olunabileceği nazariyesi ile değil, keza talim ve terbiyenin hangi usullerle ifa edilmesinin daha münasip ve faideli olduğu, tulumbacılar idari teşkilatının nasıl şekillendirilmesinin icap ettiği, memleketin bil-umum yangınlar neticesi ne kadar hasara uğradığı, hangi vilayetlerde ve hangi cemiyetlerde maruziyetin ve hasarın fazla olduğunun tespitinde hangi usullerin kullanılacağı ve diğer tekamül etmiş krallık ve imparatorluklarda vaziyetin nasıl olduğu hususlarında da pek derin malumat sahibi imişler.
Efendim, her birinin farklı marifetleri bulunan bu müderrisler bildikleri şeyleri mütemadiyen tekamül ettirmeye mecbur imişler. Yeni faaliyetler tanzim etmek, yeni nazariyeleri tetkik ve kıraat etmek, yangınları fenni usullerle rasat ederek mani olmaya ve söndürmeye dair yeni münazaralar yapmak ve hülasayı teşhir etmek icab edermiş.
Teşhir, bu mesleğin mensublerinin çok eski vakitlerden beri takibettikleri bir anane imiş. Bu ananenin icablarına hakim olanlar meslekte erbab olur ve başmüderris, enbaşmüderris gibi mertebelere hasıl olurlarmış. Teşhir sanatı esasen varılan hülasanın kıssasını ve kıssanın da hissesini umuma açık mekanların duvarlarına hak ile nakşetmekmiş. Bu nakşın pek mutena olması ve keza mutenasip fikirler beyan etmesi şart imiş. Aksi halde bina sahibleri katiyen destur vermez imiş. Bunun için de bu müderrisler habire hat sanatı ile uğraşır, yazdıklarını beğendirmek için gece gündüz demeden çalışırlarmış. En iyi hat yazısını yazmak uğruna gözlerini kaybeden, yüksek binalardan düşüp sakat kalan nice müderris varmış.
En iyi eserlerin hangileri olduğu hususunda ise bunları kimin kıraat ettiğine değil de hangi duvara nakşolunduğuna bakılarak mütalaa edilirmiş. En makbul addedilen duvarlar ecnebi memleketlerin büyük ve meşhur duvarları imiş. Bu uğurda yıllarını veren, Çin imparatorloğuna seyyah olup meşhur Çin seddinin üzerine hat nakşedenlere dahi rastlanırmış. Ayrıca, bizzat yangınlar diyarı olan memleketin büyük camii, kilise, han ve hamamlarının duvarları da makbul addedilirmiş. Buralara hat nakşetmeye destur alamayan müderrisler de ya taşra illerinin ehemmiyetsiz binalarına nakkaş olur ve yahut da gider tulumbacıların kendi binalarına hat nakşederlermiş.
Rivayete göre, daha da eski zamanlarda padişah katında pek saygın bir hıfz-ı muayyenci varmış. Onun yüzü suyu hürmetine memleketteki yangınlara müdahaleye dair yepyeni bir teşkilatlanmaya gidilmiş. Tulumbacılık ihya edilmiş. Müderrislere de bu teşkilatlanmaya münasip bir tedrisatla memleketin her bir köşesinde yangınlarla cenk edecek yiğit ve cesur tulumbacılar yetiştirmek üzere vazife düşmüş. İlaveten padişah, hıfz-ı muayyencilerin ilmi marifetlerini herkese gösterebilmeleri için onlara �haydi bakalım, yapın da cümle alem feyz alsın, irfanınız aleme kök salsın� diye ferman çıkararak her medresenin hıfz-ı muayyencilerine bir kazanın mes�uliyetini vermiş. �Bu kazalarda yangınlara mani olmak sizin vazifeniz, yallah!� buyurmuş.
Aradan seneler geçmiş, fakat arzu edilen neticeye maalesef varılamamış. Müderrislerin ekseriyeti hat sanatının icapları ile ve enbaşmüderrislik mevzuunda rekabet ile meşgul oladursun, saraydakiler memleketin ihtiyaçlarından bihaber, tulumbacıların teşkilatlanması yarım yamalak, tulumbacılar darmadağınık ve memleketin hali gün günden şer imiş. Kimi müderrisler ve bir kısım tulumbacı bu gidişatın vahametini etrafa anlatmak ve müdahale etmek için çok uğraşıp didinmişler ama ne çare. Memleketin idaresine hakim olanlar gaflet dalalet ve hatta hıyanet içinde imiş, bundan şikayetçi olanlarsa biçare.
Nihayetinde devran iyice dönmüş. Öyle fena dönmüş ki tulumbacılık da memleket de yangınlarla bitab-ü perişan olmuş ve cemaat yangınlardan �illallah� der hale gelmiş. İşte hikayemizin girizgahında arz edilen ahval böyle husule gelmiş.
Bu ahval ve şerait içinde dahi, tulumbacılar arasında hala eline geçen birkaç akçe ile zar zor erzakını temin edip, buna rağmen canla başla gayreti sürdüren yiğit ve cengaverler varmış. Varmış ama bunlar da manen pek tahriş olmuş vaziyette imiş. Çünkü her daim teftiş korkusu ile hop oturup hop kalkan bir kısım kifayetsiz idarecinin elinden çok çekmekte imişler. Terfi merakıyla işi gücü bir yana bırakan bu idareciler müfettiş gelir korkusuyla, bu birkaç yiğit ve cengaverin de aralarında bulunduğu tulumbacıları ve hıfz-ı muayyencileri habire azarlar, kamçılatır ve falakaya yatırır olmuş. Hasılı, Bizans usulü idare hüküm sürmeye başlamış; tekemmül etmiş nazariyelerin nasihat ettiği beşeri münasebetler ise hak getire.
Tulumbacılar da neticede insanmış. Bunların da birer ailesi ve pek sevdikleri güzel yavruları varmış elbet. Yangınları söndürmeye çalışırken saçları sürekli alazlanan, yüzü gözü tütsülenen, göğsünde haniyse hiç kıl kalmayan, üstü başı paralanan bu zevat, yangın illetinden de bizzat muzdarip ve keza mağdur ve perişan, acınacak bir halde imiş. O devirlerde takdir edilen mesleklerin erbabı her daim koca bıyıklı, temiz yüzlü ve kıyafeti ışıl ışıl pullarla süslü vakur gezermiş. Tulumbacılar ise bıyıkları yarısına dek ateşten kıvırcık olmuş, yüzü gözü is içinde, kıyafetleri harabelerde yanmış tahtalarla cenk etmekten yırtık pırtık, yorgunluktan topallayarak gezermiş. Zahiri, sokaklarda yaşayan kimsesiz berduşlar, dilenciler ve balkan illerinden muhacir gelen çigan taifesinden sonra sokaklarda tesadüf edilebilen en sefil kısım tulumbacılarmış.
Daha eskiden yeniyetmelere istikbalde hangi zanaat ile iştigal edecekleri sual olunduğunda hep bir ağızdan �tulumbacı!!� diye bağırırlarken, artık çocuklar bile onlarla yolda gezerken alay eder olmuş. Tulumbacılığın ve bütün vehametiyle ortalığı kasıp kavuran yangınların bu halinden tulumbacılar, müderrisler, hıfz-ı muayyenciler ve memleketin idarecileri hepsi birbirini suçlar ve hiçbiri kendi haline bakmak olmuş.
Vaziyetten istifadeyi pek iyi bilen kurnaz saray hokkabazları �işte� demişler, �sihirli bir simya var elimizde; bu simya ile tüm teşkilat-ı tulumba�yı dirlik sahiplerine devredelim, bakın onlar ne ala becerecekler bu işi�. Dediklerinde ciddilermiş. İşin esası ise başka imiş. Bu hokkabazlar seyislikten gelme imiş ve lafı edilen dirlik sahipleri ile evvelden münasebetleri varmış. Esas niyet, tulumbacıların faaliyetlerinden topladıkları teberruya el koymakmış. Eh, giderek sarayda seyislerin fazlalaşması ile bunlar seyasat diye bir ilim uydurup padişahın gözüne girmeye muvaffak olmuşlar. En nihayet dediklerini de yaptırıp bütün teşkilat-ı tulumba-i umumiyeyi dirlik sahiplerine devretmişler. Müderris hıfz-ı muayyencilere kazaların idaresinin verilmesine dair akidler feshedilmiş. Bütün tulumbacı teşkilatı mensupları bundan böyle, birkaç tane zengin beyin kasrını, köşkünü bekler olmuş. Memleket yanmış kimin umurunda?Köşk sahibi beyler bu durumdan pek memnun, tulumbacılar da iyi bahşiş alır olmuş. Bir kısım tulumbacı, bahşiş usulünün mesleğin raconu ile ters düştüğünü söylemişse de zencir-i saadetin tesisine mani olamamış.
Olan bitenin bundan sonrasında tulumbacıların hal-ü tavrı muhtelifmiş. Kimisi daha iyi bahşiş için sipariş usulü hat yazar iken; kimisi müderrisliği bırakıp tüccar olmuş. Kimisi ellerini göğe açıp �aah yine bir hıfz-ı muayyenci padişaha vezir olsa da yeni bir tazminat ile ol eski günlere dönsek!�diye ah-ü-vah ederken; kimisi �benim işim tulumbacılık, memleket meselelerinin zanaat ortamına getirilmesi münasebetsizliktir� diye kendini işine vermiş. Kimi tulumbacılar ve müderrisler ise �memleket meseleleri ziyadesiyle bizim zanaatımızın da mevzusudur; kendimize bir çeki düzen verip mesleğin raconunu kurtarmak icap eder� diyerek vaziyetten vazife çıkarmışlar.
Hadiselerin bundan sonra ne şekilde cereyan ittiğine dair vakanüvislerin bahsettikleri pek muğlak. Fakat hepsinin müşterek olduğu mütalaa, tulumbacılar ve müderrisler arasında vücuda gelen çeşitli temayüllerin bugün dahi devam ettiği cihetindedir. Bilhassa, daha sonraki vakitlerde tesis olunan tulumbacı loncalarında her kesimin kendi muhtar heyetini öne çıkarmak üzere büyük gayret sarf ettiği ve bu hususlarda çetin münazaralar yaşandığı bilinmektedir.

* Yazarın notu:Bu hikayede Osmanlıcanın doğru kullanılmasına çalışılmamıştır, hoş görülmesi dileğiyle...
** Halk Sağlığı Doktoru, Ümraniye



ŞU SANDIK MESELESİ
Dr. Erdinç ÜNAL

Doğru mu yapıyoruz, bilinmez ama yine �tasarı� üzerine bir şeyler karalamak vazife oldu. Tasarı halinde olan ancak ciddiyetini en çok kaybeden, herhalde bizim sağlık �reform� tasarıları olmuştur. Rivayet odur ki, iyi ya da kötü, hükümetlerin sağlıkta birşeyleri değiştirmeye ya ömrü yetmez ya yüreği ya da öncelikler sıralamasındaki puanı. Sonuçta sağlık politikalarımız �de facto� olarak yürür. Politikasızlığın ruhunda günübirlik ideolojik söylemin tahtı kurulur.
Birgün hastalar müşteri olur, birgün herkes sigortalı olur, başka birgün isteyen istediği doktora ve hastaneye gider, doktorlarsa yüksek maaşlarla taltif edilir. Bazen sağlık ocaklarına önem verilir, bazen de hastaneler özelleştirilecek ve otel tadında hizmet verilecektir.
Bütün bunlar arasında yine de görüş birliğine varılan birkaç nokta vardır:1- Sağlık ve emeklilik sigorta sistemleri birbirinden ayrılıyor, 2- Hizmetin sunanı ile satın alanı birbirinden ayrılıyor, 3- Hizmet sunma üzerindeki zaten budanmış olan devlet tekeli kaldırılıyor, devlet denetleme pozisyonuna çekiliyor. Sayılanlar 90�lı yılların başından beri ortaya atılan sağlık tasarılarının ortak kimliği. Farklı ifadeler altında aynı temalar tekrarlanıyor.
Bunlar ortak ve vazgeçilmez doğrular, çünkü eloğlu böyle salık vermiş bize. Türkiye�nin sağlık sorunlarına yabancı danışmanlık şirketleriyle beraber arana arana bulunan cevap bu. Sizi bilmem ama bu savlar bana, bir işadamının kendine yeni iş alanları açma çabasını çağrıştırıyor.
Güzel yanları da var: �Hasta-hekim ve hasta-sağlık kuruluşu arasındaki para ilişkisini ortadan kaldırıyor.� Bir elektrik faturası ödemesi için bankaya verilen düzenli ödeme emri o hizmet ile tüketici arasındaki parasal ilişkiyi ne kadar ortadan kaldırıyorsa o kadar!
�Hizmet sunucuları arasında hizmet yarışı başlatıyor.� Bu yarışların nasıl tekelleşmeye vardığı bizzat ABDsağlık sektörünün deneyimlerinden bellidir.
�Kişiler istediği hekim veya hastaneye gidebiliyor.� Kamu hastaneleri dolup taştığına göre gidilecek yerler belli. Aslolan hasta hakları ve insanın özgürlüğüdür, yoksa furya halinde ortaya çıkan ve yüksek oranda boş kapasiteyle çalışmak zorunda kalan hastanelere müşteri potansiyeli sağlamak gibi algılanmamalı.
Bir sanayi kuruluşu için kapasite kullanım oranıyla aynı anlama gelen yatak işgal oranı özel hastaneler için, son beş yıldır, %20 ile 25 arasında değişmektedir. Bu oran Sağlık Bakanlığı�na bağlı hastanelerde %55, SSK�ya bağlı hastanelerde ise %70�dir. Öyle görülüyor ki tasarının en önemli kamusal niteliği burada! Yanlış politik yönlendirmelerle, daha yatırımı biter bitmez atıl hale geçen toplumsal kaynakların bir kısmı sözleşmeler yoluyla devreye sokulacaktır.
Tabii ki son tasarının en ilgi çekici yanı tüm toplumu sağlık açısından sosyal güvenlik kapsamına almasına karşılık, daha önceden sunulan tasarıların aksine, ek kamusal kaynak gerektirmemesiydi. Böyle olmadığı gibi kamusal tasarruf 512 milyon doları buluyordu. Yani devlet bugün harcadığının yarım milyar dolar daha altında bir maliyetle; üstelik tüm toplumu kapsayacak bir sigorta sistemi içerisinde sağlık hizmeti sunmamakla büyük kötülük işliyordu. Bu olanaklı mıydı?
Biraz geriye gidelim. 1998 yılında yasalaşması için 55. Hükümet pogramına alınan ve kamuoyuna �Sağlıkta Reform� diye sunulan tasarıya göre; Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve SSKgibi sosyal güvenlik kuruluşlarının sağlık harcamalarının aynı kaldığı varsayılarak, sağlık güvencesi dışında kalan yaklaşık 21 milyon yurttaşımızdan 539 milyon dolar toplanacaktı. Kişi başına sağlık harcaması en düşük olan SSKsağlık harcaması -50 dolar- baz alınarak yapılan hesaplamaya göre kalan 531 milyon dolarlık açık devlet sübvansiyonuyla kapatılacaktı. Buradaki önemli varsayımlar; 42 milyon insanı kapsayan sosyal güvenlik kuruluşlarının kişibaşı sağlık harcamalarının verili olarak ele alınması, geriye kalan 21 milyon yurttaş içinse yıllık kişibaşı harcamanın 50 dolar kabul edilmesiydi. Yeni sunulan �Sağlık Sandığı Kurumu� kanun tasarısında ise, bütün yurttaşlar sağlık harcaması açısından homojen kabul ediliyor, kişi başı sağlık harcaması ise 75 dolar üzerinden hesaplanıyor. Yani daha önce kişibaşı yıllık harcaması 188 dolar olan Emekli Sandığı mensubunun veya 216 dolar olan Türk Silahlı Kuvvetleri mensubunun sağlık harcaması da 75 dolara indirgeniyor. Oysa ki fiilen 110 dolar olan ortalama kişibaşı sağlık harcaması bu rakamın yaklaşık %50 daha fazlasıdır.
1996 yılında toplam sağlık harcamaları 6.7 milyar dolar idi. Sağlık hizmetleri talebinin aynı kaldığını varsaydığımızda bile -ki sosyal sağlık sigorta sistemine geçen tüm ülkelerde sağlık hizmetleri talebi yükselmiştir- harcama miktarı, tasarıda hesaplanan toplam sağlık giderlerinin tam 2 milyar dolar üzerindedir. Sizce bu hesap pazara uyar mı?



GEÇMİŞ OLSUN HOCAM!
Dr. Muhammet CAN

Tıp Bayramı�nı kutluyoruz:14 Mart 2000. On yıllardır, sağlık emekçileri olarak, sağlıksız ortamlarda, düşük ücretlerle, eksik kadrolarla sağlık hizmeti üretiyoruz.
İstanbul Tabip Odası�nın geleneksel etkinlik programı, Taksim Anıtı�na çelenk koyarak başlayacaktı. Niye oradan başlatılıyor diye sorsam ters mi kaçar?Bir sağlık ocağından veya bir hastaneden değil de niye anıta çelenk koyarak başlatılıyor bilmiyorum. Belki de resmiyete uygunluğu gerekiyordur.
Anıta çelenk koyuldu:İstanbul Tabip Odası ve İl Sağlık Müdürlüğü içerikli iki adet çelenk. Oda ve Müdürlük birlikte anıta gelmeyi uygun görmüşler.
Oda başkanı sayın hocamız bir basın bildirisi okuyacak. Ülkemizdeki sağlık ortamını, sağlık emekçilerinin ekonomik-özlük ve sosyal sıkıntılarını, halkın sağlıksız koşullarda yaşamaya terk edilmesinin trajedisini, özelleştirme denen aygıtın artık bir soygun, talan ve paran kadar sağlık olduğunun aktarımını sunacak. Aktarım engelleniyor. Engelleyenler, �bu yaptığınız yasak�diyorlar. Hocam, İl Sağlık Müdürlüğü temsilcileri ve sağlıkçılar şaşkın. Neden şaşkınlar diye sorabilirsiniz. Ben de bilmiyorum. Yine de sormakta fayda var.
Bir ikna etme süreci, daha doğrusu dakikaları yaşanmaya başlıyor. Engelleyenlerle, meramını aktarmaya gelenler arasında karşılıklı diyaloglar hızlanıyor. Bu arada hemen belirteyim ki, ilk kez anıtın oraya gidemediğim için (öncelikli planlamadığımiçin)üzülüyorum. Tüm bu olanları, 10-20 saniye süren haberlerde izliyorum. Herneyse, herkes şaşkın. Ve herkes bir kolluk görevlisini muhatap alarak ikna etmeye çabalıyor.
Hocam, �157 yıllık bir geleneği yerine getiriyoruz�diyerek günün anlam ve önemini özetliyor. Fakat engelleyenler hiç oralı değil. �Biz emir aldık, yasak�diyorlar da başka bir şey demiyorlar.
Bir başkası, hocamızın Tabip Odası Başkanı olduğunu, tıp fakültesinde profesör olduğunun önemini anlatmaya çalışıyor. Parantez içinde ekliyorum:Muammer Aksoy, Bahriye Üçok ve daha birçokları da profesördü.
Başka bir sağlıkçı, �Niye engelliyorsunuz, biz kötü bir şey mi yapıyoruz ki?� diye serzenişte bulunuyor. Kolluk görevlisi �emir böyle�diyor. Yine zorunlu bir parantez daha açıyorum:Gazi Mahallesi�nde kendi çocuklarını öldürenleri protesto edenler kötü bir şey mi yapıyorlardı?Ulucanlar katliamını kınayanlar kötü bir şey mi yapıyorlardı? Ve Maraş, ve Çorum, ve Sivas, ve 1 Mayıs 1977... Bu katliamları gerçekleştirenler değil de, katliamlar unutulmasın diyenler mi kötü bir şey yapıyorlardı?Ya da, Dr. Şebnem Korur Fincancı işkenceyi gizlemeyerek, kötü bir şey mi yaptı da görevinden uzaklaştırılması için talimatlar verildi. Bu çarpık düzeni eleştirmek bile suç haline gelmişken bu soru biraz ters kaçmıyor mu?Kötüler aleni kötülükleriyle gurur duyarken, iyiler yaptıkları �iyi hekimlik� için neredeyse özür dileyecek pozisyona itiliyorlar. İnanılır gibi değil demeyin. Bugün bu böyle... en azından şimdilik böyle...
Kötülerin kötülüğüne taviz vermemek için devam edelim:Daha bir yıl önce, İtalya Tabipler Birliği�ne ülkemizde işkence söylentileri olduğunu yazan sayın hocam tartışmalara noktayı koyuyor:�Yarım saattir tartışacağımıza, beş dakikada okuyup gidebilirdik� diyor. Evet bu kadar basitti bizim niyetimiz diyorsun sayın hocam. Engelleyenlerin niyetleri belki bu kadar basit değildir, kimbilir?
Tüm sağlık emekçilerinin kendi yaşam kaderlerini ve halkının sağlığı için gerçekleştirecekleri yeni tıp bayramları dilerken, �Çelenk ve Anıt�ın� beni 1940�lara götürdüğü, bildik bir hikayenin son cümlesi ile bitiriyorum:En son sıra bize gelmişti. O ana kadar herkese bir bahane bulup sahip çıkmamıştık (Komünistti, Sosyalistti, Çingeneydi, devrimciydi, Yahudiydi, vb). İşte sıra bize gelmişti, çünkü bizden başka geride kimse kalmamıştı.
Sözün bittiği bir döneme; taşların bağlandığı, köpeklerin salındığı yeni bir döneme; çok iyi bildiğimiz, acılarla dolu bir faşizan döneme giriyoruz hocam, büyük geçmiş olsun...



GÜNCEL

İstanbul Tabip Odası, 14 Mart�ta Taksim Atatürk Anıtı�na çelenk koyma geleneğini dördüncü yılda da sürdürdü. Sağlık Haftası nedeniyle 14 Mart günü Taksim Atatürk Anıtı�na çelenk konuldu. Hekimlerin Bildirgesi Taksim alanından basına ve kamuoyuna duyuruldu.
Sağlık Haftası nedeniyle ikinci tören 20 Mart günü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Oditoryumu�nda yapıldı. Meslekte 50, 40 ve 25 yılını dolduran meslektaşlarımıza plaketleri verildi. Aynı günün akşamı Tabip Odası�nın geleneksel 14 Mart Sağlık Haftası Ödül Töreni vardı. Ödül töreninin ilginç konukları arasında Marmara depreminden zarar görerek, bir çevre felaketine kaynaklık eden ve sağlık taramaları İstanbul Tabip Odası gönüllüleri tarafından yapılanYalova Aksa Fabrikası mağdurları da vardı. Ödül töreninde Tıp Hizmet Ödülü�nü alan Dr. Dinçer Fırat, kanserle mücadelede son gelişmeler konusunda bir konuşma yaptı. Dt. Sevinç Özgüner İnsan Hakları, Barış ve Demokrasi Ödülü�nü almak üzere İzmir�den gelen Dr. Veli Lök, Dr. Alp Ayan, Dr. Zeki Uzun da konuşmalarıyla ilgiyle izlenen konuklar oldu. Basın ödüllerini alan yazar ve muhabirler, program yapımcıları da kısa birer konuşma yaptılar.
21 Mart Salı günü geleneksel �Sanatçı Hekimler Sergisi�açıldı. Sergide aynı zamanda bir kısmı hekim çizerler tarafından gerçekleştirilen deprem karikatürleri de yeraldı.
22 Mart günü İstanbul Tıp Fakültesi Tıp Öğrencileri Kolu�nun düzenlediği �2000�li yıllarda herkese sağlık�konulu panele Odamızı temsilen Dr. İrfan Gökçay katıldı. 22-24 Mart tarihleri arasında hekim yazarlar Nişantaşı D&R Mağazaları�nda açılan standlarda okurlarla buluştular. 24 Mart günü SSKOkmeydanı Hastanesi�nde �SSK�da neler oluyor?� konulu panele de, bu alandaki gelişmeler ele alındı. Paneli, Hastane Tabip Odası Temsilcisi Dr. Tamer Aydın yönetti. İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Kürşat Yıldız, hastanelerin eğitici kadrolarındaki boşluklar ve sınavsız şef atamaları, �gönüllü çalışma uygulaması�, SSK-Emekli Sandığı ve Bağ-Kur arasındaki ortak tedavi protokolü, SSK�daki kadro açıkları, basamaklı sağlık sistemi ve SSKdispanserleri konularındaki gelişmeler üzerinde Tabip Odası�nın değerlendirmelerini dile getirdi. SSK Okmeydanı Hastanesi Temsilcisi Dr. Osman Öztürk, sür-time ve gönüllü çalışma uygulamaları sırasında baskı yapıldığını belirtti. 26 Mart günü Sazlıdere Barajı çevresinde ağaçlandırma şenliği yapıldı. Aynı gün doğaseverlerin Dr. Halit Togay önderliğinde çevre yürüyüşü gerçekleşti.
14 Mart etkinlikleri, tiyatrosever meslektaşlarımızın, Dario Fo�nun �Klakson, borazanlar ve bırtlar� adlı oyununu seyretmesiyle sona erdi.

ÖDÜLLER: TıpHizmet Ödülü � Prof. Dr. Dinçer Fırat (Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi) TıpBilim Ödülü � Prof. Dr. Şule Oktay (Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi) Prof. Dr. NusretH. FişekHalkSağlığı HizmetÖdülü � Avcılar, Küçükçekmece, Bağcılar ve Gaziosmanpaşa Sağlık Grup Başkanlıkları ile İstanbul Tabip Odası Yalova Temsilcisi Dr. Tayfun Kavasoğlu Dr. NejatYazıcıoğlu İşçiSağlığıve MeslekHastalıklarıYarışması Ödülü � Hizmet Ödülü: Dr. Yıldız Bilgin (SSKKartal Meslek Hastalıkları Hastanesi) � İşçi Sağlığı Ödülü: Dr. Şevket Aksoy (Alcatel Telekom T.A.Ş. İşyeri Hekimi) Dt. SevinçÖzgüner İnsanHakları Barışve Demokrasi Ödülü � Dr. Alp Ayan (İzmir Tabip Odası, Muayene ve Rapor Komisyonu Üyesi) � Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı (İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi) � Prof. Dr. Veli Lök (İzmir Tabip Odası, Muayene ve Rapor Komisyonu Üyesi) � Dr. Zeki Uzun (İzmir Tabip Odası, Muayene ve Rapor Komisyonu Üyesi) Basın Sağlık Ödülleri � Yazılı Basında Haber Ödülü: Önay Yılmaz (Milliyet Gazetesi) � Basında Köşe Yazısı Ödülü: Yalçın Bayer (Hürriyet Gazetesi), Işık Kansu (Cumhuriyet Gazetesi) � Basında Sağlık Sayfası Ödülü: Oya Özdilek (Posta Gazetesi) � TVProgram Ödülü: �Bakış� Programı (brt) � TVHaber Ödülü: Serap Belet (Kanal D), Ayşegül Kartal (tv8) � Yerel Basında Sağlık Ödülü: Yeni Adana Gazetesi � Karikatür Ödülü: Dr. Halis Dokgöz � Radyo Program Ödülü: Dr. Ayşe Nur Doksat ve Dr. Çağrı Kalaça (Açık Sağlık).
 

YAYINLARIMIZ
� Depremlerde Uzmanlık Hizmetleri 17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerinde yardıma koşan meslektaşların deneyimlerini aktarıyoruz.
� Birinci Basamakta Uzmanlık Eğitimi Panel notları.
� Tıbbi Makale ve Tez Yazım Kuralları Doç. Dr. Faik Çelik, genç meslektaşlarımıza mesleki-bilimsel çalışmalarında yararlanabilecekleri bir kitap hazırladı.
� Basında Tabip Odası 1998-2000 döneminde İstanbul Tabip Odası�nın basındaki yansımaları. 



ZAMAN TANIKTIR

14 MART�IN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Prof. Dr. Nevzat Eren*

BİR ANIMSATMA
1889�da İstanbul�da, Tıbbiye�de bir ilkbahar günü. Okulun bahçesinde Diyarbakırlı İshak Sükuti ile Erzurumlu İbrahim Temo, vatanı kurtarmak için ne yapmak gerektiğini tartışıyorlarmış. Yanlarına Bakülü Hüseyinzade Ali gelmiş. Bir zaman dinlemiş, dernek kurmaktan başka yol olmadığını söylemiş. İbrahim Temo sormuş:�Nasıl kurulur böyle bir dernek?� ... Hüseyinzade Ali çevresine bakmış... Abdullah Cevdet, bir sıraya oturup kitap okumaktaymış... �Şu Arapkirliyle sen konuş�demiş. Sonra tek başına dalgın dolayan Kafkasyalı Reşit�i göstermiş. �Ben de Çerkezoğlu�nu razı ederim, dernek kurulmuş olur.� Hem de kurulmuş dernek, dediği gibi. (Kemal Tahir, Yorgun Savaşçı)
Bu İttihat ve Terakki Cemiyeti�dir. Osmanlı İmparatorluğu�nun son yılları ile Türkiye Cumhuriyeti�nin ilk yıllarına damgasını vuran bu derneği 5 tıp öğrencisi kurmuştur.

BAŞKA BİR ANIMSATMA
19 Mayıs 1919�da bir vapur Samsun limanına yanaştı. İçindeki 15 kişi, vatanı kurtarmak için bilinmeyen bir geleceğe doğru yola çıkmıştı. Başkanları Mustafa Kemal Paşa idi. Paşa�nın yanında 3 de doktor vardı. Adları Refik Saydam, Abdulhak Adnan (Adıvar)ve Dr. Reşit�ti.
Onlar, Paşa�nın çevresindeki bir avuç yurtseverlerdendiler.
1980�li yılların başlarında halkın son derece bozuk olan sağlık hizmetlerini düzeltmek için, bu sorunları zorunlu hizmetle halka koşan hekimler göğüslemişlerdir. Halkın her alanda hizmete gereksinmesi varken, yardımına yalnız hekimler koşmuşlardır. Özetle hekimler her zaman bu ülkenin alınyazısında belirleyici görevler üstlenmişlerdir.
Bu sözleri bir yıldönümünün coşkusu içinde söylenmiş sözler olarak değerlendirmemelidir.

2000�Lİ YILLARIN BAŞLARINDA
Yeni milenyuma halk sayılamayacak kadar çok sorunlarla girmiştir. Sağlık alanındaki sorunlar ise, dizboyu ile ölçülemez büyüklüktedir. Sorunlar, sayılamayacak kadar çok, uzmanları ise daha da çoktur. Hiç kimse sağlık yönetimi ve sağlık planlaması diye bilim dalları olduğunu aklına getirmemektedir. Önüne gelen sağlık alanında �reform�ya da �devrim�yapma peşindedir. Bu kişilerin dillerinden �özel sektör� sözü hiç düşmemektedir. Akıllarınca �özel sektör-güzel sektör�dür. Oysa özel sektörün sağlık sorunlarını daha da karmaşıklaştıracağı bilimsel kurullarca saptanmış ve açıklanmıştır (Çalışma Grupları Raporları, T.C. Sağlık Bakanlığı yayını 1992, Ankara). Bir aile hekimliği sözü ortalıkta dolaşmaktadır. Ellerinde aile hekimliğinin görev tanımlaması ve görev analizleri (ne yapacakları)konusunda bir çalışmaları, bir hazırlıkları da yoktur. Bu çabalara �gayr-ı ciddi�sıfatı kolayca yakıştırılabilir. Akıllarına �sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi� modelini işletmek gelmemektedir. İki alandaki büyük yanılgıları onları koşullandırmaktadır:
Bunlardan birincisi, anılan örgütlenme modelinin kentlerde başarılı olamadığı yolundadır. Bu savın aslı-astarı yoktur. Bu örgütlenme modeli iyi uygulanan her yerde, bu arada kentlerde de çok başarılı olmuştur. Bunlar arasında Muğla, Edirne, Etimesgut,Çubuk sayılabilir.
Bu kişiler sağlık hizmetlerini devletleştiren devletlerin yeniden özel sektöre dönmekte olduklarını ileri sürmektedirler. Vazgeçemedikleri örnekleri de, İngiltere�dir. Bu sav doğru değildir. Şimdiki hükümeti kurmuş bulunan İngiliz siyasal partisi, devletleştirmeye (sosyalizasyona)dönmek vaadinde bulunmuştur ve bunu gerçekleştirme çabasındadır.
Aile hekimliği ve sosyalleştirme konularında 200�ü aşkın uzmanın görüşü ve kararı, yukarıda anılan Sağlık Bakanlığı yayınının 188�inci sayfasında şöyle açıklanmaktadır:
Sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinin başarısız oluşu kuramsal yapısının eksikliği ya da yanlışlığından değil, uygulamadaki hatalardan kaynaklanmaktadır.
Birinci basamak sağlık hizmetleri koruyucu, tedavi ve rehabilite edici hizmetleri de kapsar ve bir ekip hizmetidir. Hizmeti tedavi edici ve koruyucu olarak ayıran ve bireysel çalışmayı getiren özel hekim statüsündeki aile hekimliği sistemi bir geriye gidiştir ve çağdaş sağlık anlayışına aykırıdır.

DEVLETİN KATKISI
Halkı yanıltan iki durum daha belirtilebilir. Bunlardan birincisi devletin sağlık harcamalarına katkısı konusudur. İkide bir sağlık alanında devletin 10-13 milyon insanın sigorta primlerini karşılayacağı ileri sürülmektedir. Globalleşmeyi ve Avrupa standartlarını her konuda ileri süren bu �reformcular�, Avrupa ülkelerinde sağlık harcamalarına hükümetin katkısının en az %35 olduğundan, bu oranın Kuzey Avrupa ülkelerinde %80�i aştığından hiç sözetmemektedirler. Halkı yanıltan diğer bir konu ise �devletin görevlerine� ilişkindir. Milli eğitimi hayırsever yurttaşlara, sağlık hizmetlerini ise halktan toplanacak primlere havale eden devlet, halkı doğrudan ilgilendiren başka hangi görevleri yapacaktır?
Özelleşen sağlık hizmetleri kâr getirici değilse, özel sektör neden yatırım yapacaktır?Bu ülkenin en tanınmış özel hastanelerinden biri (Ankara�da)milletvekillerinin gelişleri bir nedenden kesilince iflas durumuna düşmüştür. Bu hastanenin iflası, milletvekilleri ve yakınlarının gelişleri sağlanarak önlenebilmiştir. Bunun anlamı, devlet desteğinin yeniden sağlanmasıdır.

BAYRAM MI, YASMI?
Ülkemizde 14 Mart �Tıp Bayramı�olarak algılanmaktadır. Günümüzden 23 yıl önce, bu satırların yazarı, Ankara Tabip Odası Başkanı olarak, 14 Mart töreninde yaptığı konuşmada, bu günün bayram olamayacağını, tersine yas tutulacak bir gün olması gerektiğini ileri sürmüştür.
Durum günümüzde de farklı değildir. Sağlık örgütünde çalışan emekçiler mutsuz, halk perişandır. Bu satırların yazarı son bir yıl içinde, biri İstanbul�da olmak koşuluyla, bir buçuk ayı aşkın süre hastanelerde yatmıştır. Her yattığı yerde de bir çok öğrencisi ile karşılaşmıştır. Bu öğrencileri O�na bir tür �özel davranışta da bulunmuşlardır.� Buna karşın bu bir buçuk ayı yazar dayanılmaz bir süre olarak anımsamaktadır. Türkiye�de hükümetlerin önem ve öncelik verdikleri yataklı tedavi kurumlarının, üniversite hastaneleri de içinde olmak koşulu ile, çok büyük bir çoğunluğunda durum içler acısıdır. Koruyucu hizmetler ise tam olarak durmuştur. Sağlık ocaklarında ya hekim yoktur, ya da �oturacak bir iskemle bulamayacak sayıda�çok hekim vardır. Bazı ocaklarda görevli hekimlerin kalabalık oluşları nedeniyle, haftada bir ya da iki gün işe geldiklerine insanın inanası gelmemektedir. Aksaklıklar saymakla bitmeyecek çokluktadır. Ancak, bu durumların sorumlusu olarak hekimleri almak doğru değildir. Bu durumu açıklamak başka bir yazının konusu olabilir.

SONUÇ
Türkiye�de 14 Mart 2000 tarihinde sağlık hizmetleri görünüşünün aşağıdaki gibi bir özeti yapılabilir:
� Devlet halkın sağlığını korumak ve bozulan sağlık durumunu düzeltmek görevlerini üzerinden atmak çabası içindedir.
� Sağlık örgütünde yeterli sayıda ve deneyimli sağlık yöneticisi yok denecek kadar azdır.
� Mezuniyet öncesi tıp ve sağlık bilimleri eğitimleri başarısızdırlar.
Duruma çözüm olarak, sağlık sigortası ve aile hekimliği uygulaması önerilmektedir. Açıkça bellidir ki devlet üzerinden aacağı hizmetleri kendisinin dışında bir örgüte yüklemek istemektedir. Özel sektör bu iş için uygun görülmüştür. Özel sektörün kâr amacı gütmeksizin bu görevi yapması beklenemez. Sağlık sigortası bu üzerinden atma girişiminin finansmanını sağlayacaktır. Bu prim bir tür vergidir. Ödeyecek yurttaşlara karşılığında bir şeyler verilmesi düşünülmüştür. Aile hekimliği uygulaması masalı da böylece gündeme gelmiştir. Halk da hekimler ve sağlık personeli de büyük bir çoğunlukla durum hakkında yeterli bilgilenme düzeyinde değildir. Bunlara yeterli eğitim verilmemektedir. Onlar da özellikle aile hekimliğini sağlık sorunlarını çözmek için büyülü bir anahtar olarak algılamaktadır.
Eğer halk sağlığı bir bilimse, Türkiye�de bir çok halk sağlığı uzmanı da yazıda belirtilen konularda çalışmalar yapıyorlarsa, açıkça belirtmeliyiz ki genel sağlık sigortası ile aile hekimliğinin uygulaması olanaklı değildir. Başarısızlığa uğrayacakları kesindir. Ancak başarısızlık kısa sürede görülmeyebilir. Bu sorunların çözümü, her durumda sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi modelinden geçmektedir.
35 yıllık bir halk sağlığı uzmanı olarak bu görüşleri yazdık, imzamızla onayladık. Zaman tanığımız olacaktır.
* Dr. Nevzat Eren�in ölümünden hemen önce kaleme aldığı son yazısı.



TOPLUM HEKİMLİĞİ BİR ÖNCÜSÜNÜ YİTİRDİ
Dr. Kürşat YILDIZ

Hacettepe Tıp Fakültesi Halk Sağlığı öğretim üyesi Prof. Dr. Nevzat Eren, 13 Mart günü aramızdan ayrıldı. Ankara Tabip Odası�nın 1976-1984 yılları arasında Başkanlığını yapan, Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi ve Yüksek Onur Kurulu üyesi olarak görev yapmış olan Dr. Eren, sesi çıktığı, eli kalem tuttuğu sürece aydınlatmaya devam etti. Hekimleri eğitti, topluma verdiği mesajlarda sağlık bilincini geliştirmeye çalıştı.
Prof. Dr. Nevzat Eren, adı Prof. Dr. Nusret Fişek ile birlikte anılan ülkemizde �Toplum Hekimliği� ekolünün öncüleri arasında yer alan birkaç hekimden biri oldu. Bu konudaki düşüncelerini sadece yirmiden çok kitapta yazmakla kalmadı, aynı zamanda sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi için pratik uygulama içinde oldu. Hem Doğu Anadolu�da hem de HacettepeTıp Fakültesi�nin uygulama alanları olan Çubuk ve Etimesgut bölgelerinde halkın daha nitelikli ve yaygın sağlık hizmeti alması için çaba gösterdi.
15 Mart günü Ankara�daki cenaze törenine ailesi, dostları, dava arkadaşları katıldı. 22 Mart günü de Hacettepe Tıp Fakültesi�nde bir tören düzenlendi. Törende yapılan konuşmalar Prof. Dr. Nevzat Eren�in farklı yönlerini yansıtıyordu. Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Münevver Bertan, kayıplarının büyük olduğunu dile getirdi. Ankara Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Zuhal Ergönül, Tabip Odası�na katkılarını anlattı. Her yıl 14 Mart Sağlık Haftası�nda Dr. Nevzat Eren anısına bir halk sağlığı sempozyumu düzenleme kararı aldıklarını duyurdu. TTBGenel Sekreteri Dr. Eriş Bilaloğlu ise iyi bir hekim ve iyi bir akademisyenin aynı zamanda meslek örgütlenmesi ve ülkenin sağlık sorunlarına duyarlı olması gereğini yerine getiren bir aydın olduğunu hatırlattı.
Dr. Turhan Temuçin ise �kardeşim�diye tanımladığı Dr. Nevzat Eren�in 12 Eylül darbesi sonrasında meslek örgütüne sahip çıktığını ve 8 yıl süreyle Başkanlık görevini yaptığını belirtti. Hacettepe Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İskender Sayek, �Ağabeyi Dr. Nevzat Eren�in bir öğretim üyesinin taşıması beklenen tüm özelliklere sahip olduğunu dile getirdi. �Araştırmacı, uygulamacı, inatçı, ısrarlı, aydın ve örgütlenmeci�Dr. Nevzat Eren�in kaybının Hacettepe Tıp Fakültesi için büyük bir boşluk yarattığını söyledi.
Katılanları en çok etkileyen konuşmayı ise eşi Gönül Eren yaptı. 47 yıl önce lise arkadaşlığı ile başlayan öykülerini anlattı. �Lisede çok sessiz, felsefe kitapları okuyan, esprili ancak çok konuşmayan bir öğrenciydi. Yazdığı bir kompozisyonu öğretmen başka sınıfta örnek göstermişti. Öğretmenler sıkıştıkları konularda O�na sorarlardı.� dedi. Hacettepe Tıp Fakültesi�nin son derece üretken ve çalışkan bir öğretim üyesine profesörlük kadrosu vermemesinin çok yıpratıcı olduğunu, hastalığında ve yaşamında etkili olduğunu vurguladı.
Tören sırasında aynı zamanda Prof. Dr. Nevzat Eren�in fotoğrafları, sazları, odasını dolduran çiçekleri sergilendi. Yaptığı yakma resim ve figürler, onun sanatçı kişiliğini yansıtıyordu.
�Toplum için hekimlik� davası, babalarından birini daha kaybetti. Ama bir kısmı törende sergilenen kitapları, yüzlerce makalesi ile fikirleri yaşıyor. Yetiştirdiği öğrencileri bu felsefeyi sürdürüyor. �Sağlık ocağı yönetimi�başlıklı kitabı, birinci basamakta görev yapan hekimler için en önemli rehber.
Ülkemizin bir çok köşesinde sağlık ocaklarında Dr. Nevzat Eren�in izi var. İyi bir hatip, inatçı bir Cumhuriyetçi, halkın sağlığının iyileştirilmesini toplumsal bir dava olarak benimsemiş bir akademisyeni unutmak mümkün değil. Dr. Turhan Temuçin�in söylediği gibi O şimdi Nusret Hoca ile kafa kafaya vermiş, yeni bir plan üzerinde çalışıyor olmalı.



HABERLER

BEYKOZ KASRI�NDA AĞAÇ KATLİAMI
Dr. Muhammet CAN

Hekim Forumu�nun Şubat 1998 sayısında �Boğaz�a doymuyorlar, hedef Beykoz Çocuk ve Göğüs Hastanesi� başlığı ile bir dosya oluşturulup hekimlerin dikkatine sunulmuştu.
2000 yılında Beykoz Kasrı ve   Çocuk Hastanesi�nin durumu nedir?
Mayıs 1999 itibariyla, Sağlık Bakanlığı, protokol gereği, eski hastane binası olan Beykoz Kasrı�nı ve 70 dönümklük bahçesini Milli Saraylar Daire Başkanlığı�na devretmişti. Amaç tadilat! Hastane ile Kasrın giriş kapısında, Milli Saraylar�a bağlı polis grup amirliği kurulmuş, otomotik silahlarla, giriş çıkışlarda kimlik alınıyor. Kısaca mesai saatlerinde hastaneye gelen hasta ve yakınları tedirgin!
Hastanenin ve sarayların bazı bölümlerinde büyük değişiklikler olmaya başlamış. Prefabrik evler, çadırlardan oluşan dev bir şantiye binasıyla karşılaştık. Şantiyenin kuruluş yerinin yanlışlığı hastane yetkilileri tarafından anlatılmış, fakat dinleyen olmamış. Buradaki, yeşil alanlar betonlaştırılmış, çocuk oyun bahçeleri sökülmüş, bir kenarda duruyor. Hasta çocukların dışarıda nefes alacakları yerler inşaat haline getirilmiş durumda. Üç yıldır yapılagelen �Geleneksel Çocuk Şenliği�alanı ağaçlarıyla birlikte inşaat alanı haline dönüştürülmüş.
Yeşil çimenlik yanında yüzyıllık çam ve çınar ağaçları boylu boyunca kesilip kereste haline getirilmiş durumda. Bu kesilen asırlık çam ve sedir ağaçlarına yetkililer suskun. Neden?
Beykoz Kasrı bir yılda harebeye dönmüş. Salonların motifli tavan süslemeleri, balkon dökülmüş, duvarları çatlamış. Soğuk ve rutubet kokusu, havalandırılmadığı ve ısıtılmadığını gösteriyor.
70 dönümlük devasa bahçeyi dolaştık, içimiz karardı. Ağaç kesimleri yanında, dozerlerle sarmaşıkların ve fidanlıkların yok edildiğini gördük. Beykoz Kasrı bahçesi ağaç mezarlığına çevrilmiş durumda. Daha üç yıl önce hastane başhekimi, Orman Fakültesi ile işbirliği yaparak, bahçedeki otsu bitkileri inceleyip, ağaçların tür, cins ve sayılarının bir kısmını belirlemişlerdi. Burası fakülte öğrencilerinin tez hazırladığı bir yerdi. Üç yıldır, hastaneyi kiralayanlar, çalışanları �gaspçı, işgalci�diye niteleyen rantçı çevreler gelsinler şimdiki eserlerini yerinde görsünler!

BEYKOZ ÇOCUK GÖĞÜS HASTANESİ NE YAPIYOR?
Aynı bahçedeki yeni hastane binası iki katlıdır. Alt katta poliklinikler, laboratuvar ve röntgen bölümleri var. 15 yataklı spesifik verem servisi de bu kattadır. Üst katta 35 yataklı non-spesifik servis yer alıyor. Hastanede astımlı çocuklar için nebulizatör cihazları ile birlikte, allerjik deri testleri, akciğer fonksiyon testleri ve diğer laboratuvar tetkik ve tedavileri yapılabiliyor. Hastanede üç yıl önceki gibi, bir çocuk, bir de göğüs hastalıkları uzmanı var. Sağlık çalışanı eksikliği giderilmemiş.
Hastane çalışanlarının ve başhekim Dr. Tevfik Koral Hoca�nın gayretleri, Beykoz�daki demokratik güçlerin ortak mücadelesi sonucu, 31 Aralık 97�de kapatılması engellenen hastane şimdi 50 yataklı ve tek çocuk göğüs hastanesi olarak hizmetini sürdürüyor. 70 dönümlük bahçeyi ve sarayı devreden Sağlık Bakanlığı, buradaki hastaneyi kalıcılaştırmalı, Beykoz Kasrı�nı da tıbbın hizmetine sunmalıdır. Yoksa rant ve çıkar çevrelerinin hevesi �tadilat� adı altında ağaç katliamlarından sonra daha kolay gerçekleşecektir.



Dr. Nimet KARDOĞAN

Türk Tabipleri Birliği
Yönetim Kurulu Başkanlığı�na / İstanbul

05.04.2000 tarih, gece saat 00.30 sıralarında hastalarımdan biri, bir hastalarının olduğunu ve hastalarına bakıp bakamayacağımı sordu. Hastalarının nesi var diye sorduğumda; piknik tüpünün alev aldığını, tüpü söndürmeye çalışırken ellerini yakmış olduklarını söylediler. Hastaya bakabileceğimi söyleyerek hasta sahibiyle adresini bilmediğim hasta evine gittim.
Eve girdiğimde antreye göre aşağıdaki odada 25-30 yaşlarında el ve ayaklarının 2. derecede yer yer 3. derecede cinsini bilmediğim kimyevi bir madde ile yandığı ve zehirlenerek hayatını kaybetmiş bir insanla karşılaştım. �Hastanız bu mu?� diye sorduğumda -yandaki odada bir hasta daha var- dediler. Odaya yöneldim. Yine aynı tablo. Ancak hasta yaralı ve henüz yaşıyor. Saniyeler bile önemli. İlkyardımdan sonra, hastayı yoğun bakım ünitesi olan bir hastaneye kaldırmanın şart olduğunu hasta sahiplerine belirttim. Başlangıçta karşı çıktılar, sonra güçlükle ikna ettim.
Hemen Özel Candan Hastanesi�ne giderek ambulans getirttim. Hastayı (yaralıyı)yoğun bakıma; hayatını kaybetmiş olan diğerini de morga teslim ettim. Böylelikle yaralıyı mutlak bir ölümden kurtarmış oldum.
Gece 02.00-02.30 sıralarında sabah hastaneye gelip hem yetkililere bilgi vermek, hem de hastanın sorunlarıyla ilgilenmek üzere ayrıldım. Sabah kendim gelerek polislere bilgi verdim. Polisler bana hastaya gittiğimde yani evde hastaya müdahale ederken kendilerine niçin bilgi vermediğimi sordular. Gecenin o karanlığında can vermek üzere olan bir hasta vardı, polis hiç bir şekilde o anda aklıma gelmedi.
İkincisi, kendi can güvenliğim de söz konusu iken, akşama kadar hastanede kaldım. Daha sonra kendilerine şahit etmem amacıyla polisler tarafından Vatan Caddesi�ndeki Emniyet Müdürlüğü�ne götürüldüm. Emniyet Müdürlüğü�nde 7 gün 7 gece tutuldum. Bu arada gruplar halinde insanlar getirilerek bana bunları tanıyıp tanımadığımı sordular. 7. günün sonunda DGM Savcılığı�na çıkarıldım. Mahkemeye çıkarılmadan Savcılıkça serbest bırakıldım. Bütün olay bundan ibaret iken ve gözaltında hiç bir şeyden habersiz iken, bir kısım basının çirkin iftira ve yakıştırmalarına hedef olmuşum.
1- Ben esrarengiz bir doktor değilim.
2- Örtbas etmeye çalıştığım herhangi bir şey yoktur.
3- Adı geçen evle hiç bir şekilde alakam olmadığı gibi benim veya herhangi bir yakınıma da ait değildir.
4- Yakalanan her ne ise, ve gözaltına alınan insanlarla alakam yoktur.
5- Ben insan olarak zengin, ancak para olarak paralı bir hekim değilim.
6- Bana şahsıma, mesleğime yapılan iftiralar ve çirkin yakıştırmalar tamamiyle hayal mahsülünden ibarettir.
Kamuoyuna, Türk Tabipleri Birliği�ne, tüm arkadaşlarıma ve sevenlerime,
Saygılarımla arz ederim.



İSTANBUL PROTOKOLÜ�NÜN ÖYKÜSÜ

Uluslararası insan hakları ve insancıl hukuku işkence ve kötü muameleyi yasaklamasına rağmen dünya ülkelerinin yarısından fazlasında işkence ve kötü muamele uygulamasına sıklıkla rastlanmaktadır. Çok sayıdaki ülkede süregelen işkence uygulamalarından ötürü büyük insan toplulukları ve işkence mağdurlarının aileleri büyük acılar çekmektedir. Bu yazıda işkence ve fena muameleye karşı etkin mücadele amacıyla oluşturulan ve bu yıl sonunda Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen �Manual on the Effective Investigation and Documentation of Torture and Other Cruel, Inhuman or Degrading Treatment or Punishment (The Istanbul Protocol)� (İşkence ve Diğer Zalimane, Gayri İnsani Aşağılayıcı Ceza ve Davranışların Etkin Araştırması ve Dokümantasyonu İçin El Kitabı, İstanbul Protokolü)nun öyküsünü anlatacağız.
Mart 1996�da Adana�da TTB�nin düzenlediği Hekimlik ve Tıp Mesleği isimli bir toplantı sonrasında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı salonlarında iki konuda çalışma grubu düzenlendi.
Bunlardan biri Yasadışı Yargısız İnfazlarla ilgili BM Otopsi Protokolü �Minnesota Otopsi Protokolü�, diğeri katılımcı örgütlerden Center For Victims of Torture-Minnesota�nın önerisi olan ABD�de uygulanabilecek ve göçmenlerde işkence izlerini saptama doğrultusunda iş görebilecek bir muayene protokolü idi. Çalışma grubu sırasında canlılarda işkence izlerinin saptanması için Birleşmiş Milletler tarafından kullanılabilecek bir işkence muayene protokolünün hazırlanması fikri ortaya atıldı. Bu fikrin benimsenmesi üzerine protokol çalışmasının nihai toplantısının İstanbul�da yapılması ve bir anlamda ölülerde işkence muayene protokolünün �Minnesota protokolü� olarak anılması gibi, canlılarda işkence muayene protokolünün adının da �İstanbul Protokolü (İP)� olması kararlaştırıldı.
1996 Mayıs�ından başlayarak çok sayıda kişi ve kuruluşun sürekli ve yoğun katkılarıyla hazırlanan taslak, 15 ülkeden toplam 50 uzman tarafından 3 gün süreyle İstanbul�da tartışıldı. Açılışını 5 Mart 1999�da İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi�nde TTB Başkanı Füsun Sayek, İstanbul Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Faruk Erzengin, TİHV Temsilcisi Dr. Metin Bakkalcı, BM İşkence Özel Raportörü Nigel Rodley�in yaptığı ve İ.Ü. Adli Tıp Anabilim Dalı�nın tüm hekim ve çalışanlarının olağanüstü özveri ve teknik yardımla destekleyip ev sahipliği yaptıkları 3 gün süren çalışmalar sonunda editörler seçilerek protokolün anahatları tespit edildi.
Editörlerin İstanbul toplantısındaki öneriler doğrultusunda düzenledikleri taslak, 9 Ağustos 1999�da, Cenevre�de; 10 örgüt temsilcisi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Uzmanları, aralarında Türkiye�nin de bulunduğu 7 ülke temsilcisi ile İstanbul Protokolü editörlerinin (Türkiye�den 3 kişi) bulunduğu toplam 50 kişilik bir grubun yaptığı bir toplantıda metnin genel içeriği ve BM�in kabul stratejileri yönlerinden tartışıldıktan sonra, küçük bir törenle BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Mary Robinson�a teslim edildi.
İstanbul Protokolü�nün tam metnini www.hrft.org.tr; www.tihv.org.tr;
http://www.phrusa.org/new/istanbul.html adreslerinden okuyabilirsiniz. Bu metni ve metinde yer alan işkence ile mücadele prensiplerini imzaları ile desteklemek ve muhtemelen bir yıl sonra BM�de yapılacak İşkence ile Mücadele Prensipleri ile ilgili kararı sivil insiyatifleri ile desteklemek isteyenler web sayfasındaki �destek mektubu / endorsment letter� örneğini doldurarak �Önder Özkalıpçı, ihvist@turk.net� adresine ya da (212)251 71 29 nolu faksa gönderebilirler.



TBMM İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU ODA�YI ZİYARET ETTİ
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi bazı milletvekilleri Şubat ayında İstanbul�daki incelemeleri sırasında Odamızı da ziyaret etti. Bu ziyarette, gözaltına alınanlara verilen hekim raporlarının gerçeğe uygunluğu, ceza ve tutukevlerindeki sağlık koşulları, açlık grevlerinde hekim tavrı konularında görüş alışverişinde bulunuldu. Halen tutuklu veya gözaltında bulunanların ifadeleriyle bu kişilere verilen adli raporlar arasındaki çelişkinin, milletvekillerinin de dikkatini çekmişti. Odamızın öteden beri önem verdiği bu konudaki öneriler (adli tabiplerin baskı altında kalmaksızın rapor verebilecekleri idari düzenlemenin yapılması, çalışma koşullarının yaratılması, adli tabiplerin sürekli eğitimi, adli raporların bu konuda eğitim görmüş hekimler tarafından verilmesi ve raporun bir örneğinin yerel Tabip Odası�na iletilmesinin zorunlu hale getirilmesi) Komisyon üyelerine iletildi. Kendilerine Tabip Odaları ve TTB�nin konuya ilişkin duyarlılığı hatırlatılarak çalışmalardan örnekler verildi. İzmir�de Dr. Zeki Uzun�un işkence görmesi ve açılan davalar anlatıldı.

TÜRK TABİPLERİ  BİRLİĞİ UZMANLIK DERNEKLERİ KOORDİNASYON KURULU (TTB-UDKK) GENEL KURULU

Türk Tabipleri Birliği-Uzmanlık Dernekleri Koordinasyon Kurulu (TTB-UDKK) Genel Kurulu, 25 Mart�ta İstanbul�da toplandı. Genel Kurul�da Yürütme Kurulu�nun hazırladığı 2000-2001 dönemi çalışma programı tartışılarak kabul edildi. Uzmanlık eğitiminin önemli başlıklarını ifade eden programın özetini sunuyoruz.

KURUMSALLAŞMA
İnternet sayfasının geliştirilmesi, uzmanlık dernekleri ve eğitim kurumlarına yönelik bir bülten çıkarılması.
Bütün derneklerin tüzükleri, yayınları, etkinlikleri bir arşivde toplanacaktır. Uzmanlık derneklerini tanıtan bir broşür yayınlanacaktır.
1999�da yayınlanmış olan tanıtım broşürünün geliştirilerek yeniden basılması kararlaştırılmıştır. Broşürün özeti yabancı dile çevrilerek UEMS ve üye ülkelere gönderilecektir.

TÜZÜK DEĞİŞİKLİĞİ
Bu çalışma döneminde amacımız Tüzük değişikliğini sürekli gündemde tutmak, öte yandan Tüzük çıkmadan da uygulamaya konulabilecek kısımları planlamak, istenen mevzuat değişikliği olduğunda uygulamayı hızlandırmak için hazırlık yapmak olacaktır.

İNSAN GÜCÜ POLİTİKALARI
TTB-UDKK bu iki yıl içinde ülkemizdeki uzman sayısı, dallara, kurumlara ve yörelere dağılımı konusunda bir envanter çıkarmayı hedeflemektedir. Her uzmanlık dalının kendi alanına ilişkin bu konuda çalışmalar yapması teşvik edilecek, pilot çalışmalar tanıtılacaktır. Aynı zamanda başka ülkelerin bu alandaki insangücü politikaları ve bilgileri öğrenilerek yayınlanacaktır. Bu konudaki TTB-UDKK görüşü TUS kadroları belirlenirken kamuoyuna bildirilecektir.

MÜFREDAT - ASİSTAN KARNESİ
Çalışma dönemimizde bu konudaki örnekleri yaymayı ve uzmanılk derneklerini standartlar geliştirmek konusunda teşvik etmeyi planlıyoruz. Asistan karnesi uygulayan kurum ve klinikleri tanıtacağız. Üç büyük ilimizde asistan karnesi konusunda EPKK üyeleri, tıp fakültesi temsilcilerinini katılacağı birer �work-shop� düzenlenmesi planlanmıştır.

YETERLİLİK KURULLARI
Yeterlilik kurulları konusundaki çalışmalar belli bir olgunluğa gelmiştir. Bu dönemdeki hedefimiz Yeterlilik Kurulu taslağını tanıtmaya devam ederek başta sınavlar olmak üzere uygulamaları tanıtmak olacaktır.

TIP KONGRELERİ
Amacımız Tıp Kongrelerinin uzmanlık eğitimini ve uzmanlık uygulamasını olumlu yönde etkileyen, hekimler arasında fırsat eşitliğine olanak tanıyan bilimsel etkinlikler olarak gerçekleşmesidir. Bilimsel kongrelerin bu amaçtan uzaklaşarak ticari etkinlikler haline dönüşmesi ne bir kongre enflasyonu yaşanması kaygı vericidir. Bu çalışma döneminde uzmanlık dernekleri ve TTB Kredilendirme Kurulu�nun işbirliğiyle bu olumsuzlukların düzeltilmesi için çaba göstereceğiz.
�Kongreler ve etik� konusunda derneklerin katkılarıyla bir ortak metin hazırlanacaktır. Kongrelerin tarihlerinin bilinmesi ve bir dökümünü yapılması için derneklerden bilgi alınarak internet sayfasında yayınlanacaktır.
Firmaların desteğine rağmen kongre katılım ücretlerinin giderek yükselmesi katılımı sınırlamaktadır. Kamu binalarının kullanılması ve maliyetlerin azaltılması öneriler arasında yer almaktadır. Bu konuda derneklerin yönlendirilmesi planlanmıştır.
Kongreleri düzenleyen derneklerin katılımcılara uyguladıkları anketlerle bilimsel etkinliklerin niteliğini denetlemeleri teşvik edilecektir. Etkinliklerin kredilendirilmesinde bu anketlerin dikkate alınması önerilecektir.
2000 yılı sonbaharındaki 6. Uzmanlık Eğitimi Kurultayı�nda �Tıp Kongreleri� ele alınacaktır.
Kongrelerin açılış günlerinde eğitimle ilgili bir oturum düzenlenmesi ve TTB-UDKK Temsilcilerinin davet edilmesinin yaygınlaştırılması planlanmıştır.

EĞİTİM KURUMLARINI ZİYARET
Bu çalışma dönemi içinde eğitim kurumlarının değerlendirilmesi için ölçüt ve yöntemlerin belirlenmesini amaçlıyoruz. Bu konuda ulusal ve yabancı örnekler değerlendirilerek bir yönerge hazırlanacaktır. Uzmanlık derneklerinin katkısıyla Tıpta Uzmanlık Tüzüğü yürürlüğe girmişçesine gönüllü katılımlarla bir komite oluşturulmasına çalışılacaktır. Bu komitede tıp fakülteleri, eğitim hastaneleri ve uzmanlık derneği temsilcilerinin eşit temsili sağlanacaktır. Hazırlanan yönerge ziyaretler için istekli-gönüllü birimlerdeki pilot uygulamalarla denenecektir.

MALPRAKTİS
a)Her uzmanlık dalı için malpraktis sınırlarının belirlenmesini teşvik edeceğiz. Komplikasyon ve malpraktis tanımlarının detaylandırılması için çalışmaları yüreklendireceğiz.
b)Hekimlik uygulamasında her uzmanlık dalına özel etik kurallar ve hasta hakları konusunda özen gösterilmesi gerekli ilkelerin (bilgilendirilmiş onam, tedavi protokolleri) geliştirilmesi ve yayınlanması planlanmıştır.

BASINLA İLİŞKİLER
Yürütme Kurulu toplantıları sonrasında kamuoyunu ilgilendiren konularda basın açıklaması yapılması veya basın bülteni yayınlanmasına gayret gösterilecektir. Bu konuda Başkan ve Sekreter yetkilendirilmiştir.

PRATİSYENLERİN EĞİTİMİ
Uzmanlık derneklerinin pratisyen hekimlerin sürekli eğitimine katkıda bulunmaları teşvik edilecektir. Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi�ne yazı yoluyla katkıda bulunmaları önerilecektir.

DİĞER FAALİYETLER
Asgari ücretlerin belirlenmesi çalışmalarına uzmanlık derneklerinin katılması için TTB ile dernekler arasında eşgüdüm sağlanmasına katkıda bulunulacaktır.
Hekimlerin tanıtım konusu başta olmak üzere etik kurallara uymaları için uzmanlık derneklerinin kendi alanlarında çalışmalar yapmaları özendirilecektir.

UEMS İLEİLİŞKİLER
UEMS ile ilgili haberler mektup, bülten veya internet yoluyla üyelere duyurulacaktır. Türkiye�de uzmanlık eğitiminde durum, uzmanlık dernekleri, TTB-UDKK konusunda UEMS bilgilendirilecektir.


500. GENEL CERRAHİ TOPLANTISI

Haydarpaşa Numune Hastanesi, 3 Mart�ta tarihi bir gün yaşadı. O cuma günü Genel Cerrahi Klinikleri, 500. kez biraraya geldiler, haftalık ameliyatları masaya yatırıp tartıştılar. 1987�de başlayan haftalık toplantılar, 3 Mart 2000�de 500 sayısına ulaşmıştı. Bu nedenle düzenlenen kutlama programını ve özel oturumu 4. Cerrahi Şef Yardımcısı Dr. Alkar Taşan yönetti. Dr. Taşan, bir dönem İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu üyeliği, bir dönem de Genel Sekreterlik yapmıştı. İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Orhan Arıoğul da düzenlenen kutlamaya katılarak bir konuşma yaptı.
Birçok eğitim kurumunun periyodik toplantılar, konsey toplantıları yaptığı biliniyor. Haydarpaşa Numune Genel Cerrahi Toplantıları�nın önemli bir yanı, haftanın bütün olgularının yazılı olarak sunumu ve ilk günden beri aynı düzenin korunmuş olması. İlk oturumda her klinik normal ve acil ameliyatlarını sunuyor. Şeflerden çömez asistana kadar herkes istediği soruyu yöneltebiliyor, görüşünü açıklıyor. Böylece 4 ayrı klinik arasında duvarlar kalkmış, olgulara ilişkin ameliyatlar özgürce tartışılmış oluyor.
Yaklaşım farklılıkları kaçınılmaz. Nitekim �Cuma Toplantıları�nın 4 kurucusundan biri olan Dr. Tanju Akmanlar bunu mizahi bir öyküyle anlattı:�Herkes farklı şekilde düdük yapar. Ama önemli olan düdüğü öttürmek, hastanın gereksinimi olan ameliyatı gerçekleştirmektir. Cerrahın görevi budur.�
Toplantıların kurucusu 4 klinik şefinden biri hayatta değildi. Geçen yıl aramızdan ayrılan Dr. Enver Sabuncuoğlu sevgiyle anıldı. Prof. Dr. Hüsnü Önder emekli olmuştu. Doç. Dr. Selçuk Ünalmışer halen klinik şefliğine devam eden tek kurucu olarak toplantıda bulundu. Dönem dönem yapılan asistan sınavları ile ilgili bilgi verdi.
Cuma Toplantıları�nın ikinci oturumunda Cerrahi Konsey�de özellikli olgular tartışılıyor. Üçüncü oturumda bir konferans veya bir panel yer alıyor. Dr. Rüştü Kurt, yıllar öncesinden bir panelin notlarını sundu. O zamanki dört klinik şefine 20 ayrı konuda görüşleri sorulmuş, yanıtları kaydedilmişti. Mide ülserinde cerrahi yaklaşımdan postoperatif bakıma kadar birçok konuda herkes kendi görüşünü ortaya koymuştu. Dr. Kurt�un aldığı notlar bugün de iyi bir eğitim materyali olarak göründü.
Toplantının gözden kaçabilen bir başka yanı da önemli bir geleneğe imza atmış dört klinik şefinin statüleri idi. Kimi profesör, kimi doçent ünvanı taşıyordu. Kimi sadece �şef� idi. Ama önemli olan kurdukları sistemdi. Eğiticilik görevini doğru algılamış ve gereğini yapmış olmalarıydı.
Oda Başkanımızın dediği gibi �Nice 500. toplantılara� diyoruz.



TUS HÂLÂ EN GEÇERLİ YÖNTEM�

TTB-UDKK Yürütme Kurulu�nun bu çalışma dönemindeki beşinci toplantısı 15 Ocak 2000 Cumartesi günü TTB Merkez Konseyi�nin Şehit Danış Tunagil sokak No:2/4�teki yeni taşındığı merkezinde yapıldı. Toplantı sırasında 15-16 Nisan günlerinde yapılmakta olan TUS konusundaki değerlendirmeler TTB-UDKK ve TTB adına bir basın açıklamasında dile getirildi:
� 13 yıldır yapılmakta olan TUS, eksikliklerine rağmen, adaylar arasında eşitlik sağlamak açısından bugün de en geçerli yöntemdir. Bu koşullarda TUS�tan vazgeçilemez.
 � Tıp fakültelerindeki eğitimin nitelikli olarak geliştirilmesi, pratisyen hekimlerin ücretleri ve çalışma koşullarında yapılacak iyileştirmelerle pratisyen hekimliğin özendirilmesi, hekimleri uzmanlaşmaya zorlayan koşulların düzeltilmesi ile TUSaşamasındaki birikim önlenebilir.
� Son yıllarda denetimsiz olarak açılan TUSdersaneleri ve TUS�a hazırlık amacıyla basılan standart bilimsel kaliteden yoksun yayınlar; Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK, Türk Tabipleri Birliği ve uzmanlık derneklerinin ortak çabasıyla engellenmelidir.
� Sağlık Bakanlığı�nın uzmanlık eğitiminin paralı olabilmesi yönündeki girişimlerini tıpta uzmanlık eğitiminde eşitlik ve nitelik açısından tehlikeli görüyor, bu konuda herhangi bir istisnanın kabul edilemez olduğunu belirtmek istiyoruz.
� Binlerce hekimin TUS�a girmek için değişik illerden Ankara�ya gelmek zorunda kalmaları, önemli bir ekonomik kaynak ve işgücü kaybına yol açmaktadır. Bu nedenle en azından sınavın üç büyük ilimizde yapılabilmesini öneriyoruz.
� TUSsorularının üniversite giriş sınavlarında olduğu gibi sınavın ertesinde hemen yanıtlarıyla birlikte açıklanması önemli bir gereksinimdir.
� TUS, bütün uzmanlık dallarında yabancı dil ve mesleki bilgi sınavından oluşan iki aşamalı standart bir sınav olarak uygulanmalı, adayların mesleki bilgi ve becerisini ölçebilecek modern yöntemlerle geliştirilmelidir.
� Ülkemizin gereksinimlerine uygun sayı ve nicelikte uzman yetiştirilmesi için temel politikaları belirlemek üzere; DPT, Sağlık Bakanlığı, YÖK, TTBve uzmanlık derneklerinin dengeli olarak temsil edildiği özerk bir kurul oluşturulmalıdır. 



SAĞLIK 2000 REHBER KİTABI
Bu yıl yayınlanacak �Sağlık 2000 Rehber Kitabı�nda hekimlerle ilgili doğru veriler yer alacak, gönderdiğimiz yayın ve bilgiler doğru adrese ulaşabilecek. Rehber kitapta, İstanbul�daki sağlık kuruluşları ve sağlıkla ilgili el altında bulunması gerekli bilgiler ile İstanbullu tüm hekimlerin çalışma yerleri ve adreslerine yer verilecek. Üyelik bilgileri ve adres değişikliklerini güncelleştirmemiş üyelere önemle hatırlatırız.

8. BEŞ YILLIK PLAN�DA İSTANBUL TABİP ODASI

Devlet Planlama Teşkilatı�nın 2001-2005 yılları arasında uygulanacak 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı�nın oluşturulmasına katkıda bulunmak amacıyla kurduğu Özel İhtisas Komisyonu çalışmalarına İstanbul Tabip Odası temsilcileri de katıldı.
Dr. Murat Fırat �Su havzaları, kullanımı, yönetimi�, Prof. Dr. Feyza Erkan �Kamu yönetiminin iyileştirilmesi ve yeniden yapılandırılması�, Dr. Şükrü Güner �Sağlık hizmetlerinde etkinlik�, Prof. Dr. Haluk Eraksoy�İlaç sanayii ve rekabet edebilirlik�, Prof. Dr. Orhan Arıoğul �Yüksek öğretim�, Dr. Namık Kemal Tartanoğlu ve Doç. Dr. Yıldırım Çınar �Nitelikli insan gücü, meslek standartları düzeni ve sosyal sermaye birikimi�, Dr. Ümit Şahin �Çevre� konulu özel ihtisas komisyonları çalışmalarına katıldılar.
Toplam 5000 kişinin yer alması planlanan 98 komisyondan biri de �Kamu İşletmelerinde Etkinleştirme, Yöneltme, Özerkleştirme, Özelleştirme� idi. Bu Komisyon�da Odamızı temsil eden Doç. Dr. Kürşat Yıldız�ın yaptığı sunuş metnini yayınlıyoruz:

17 Ağustos ve 12 Kasım günlerinde yaşadığımız deprem felaketleri; üretken, etkili, şefkatli ve sürekli bir kamu hizmeti örgütlenmesinin yaşamsal önemini bir kez daha ortaya koymuştur.
Türkiye Cumhuriyeti�nin kuruluşunun 76. Yılında kamu hizmetleri Mustafa Kemal Atatürk�ün belirlediği �muasır medeniyet� düzeyini aşmak hedefine uygun olarak ele alınmalıdır.
Dengesizliği ortadan kaldırmanın en önemli yolu, kamu hizmetlerinin yaygın ve etkin bir şekilde geliştirilmesidir.
Kamu işletmelerimizin insana değer veren, insancıl, emeğe ve liyakata değer veren, adaletli bir durumda olduğunu söylemek mümkün değildir. Oysa 1999/7 sayılı Başbakanlık Genelgesi�nde çok yerinde olarak belirtildiği gibi �Plan, bir toplum projesi, bir uygarlık projesidir�. Bir uygarlık projesi, beslenme, barınma, sağlık, eğitim, çalışma, sosyal güvenlik gibi temel insan haklarını güvence altına almayı hedeflemek zorundadır. 2000�li yıllara girerken Cumhuriyet yurttaşlarının bu haklardan çağdaş ölçüde ve eşit olarak yararlanabilmeleri için kamu hizmetlerinde köklü yapısal düzenlemeler yapılmasından başka yol yoktur.
Son yıllarda Genel Bütçe�den kamu hizmetleri yatırımlarına ayrılan pay sürekli olarak azalmaktadır. Ayrılan kaynağın da akılcı ve etkin kullanılmadığı, dolayısıyla işletmelerin verimliliği ve etkinliğini artıracak şekilde değerlendirilemediği görülmektedir.
Kamu işletmelerinde insangücü planlaması yanlış değildir. Nitelikli insangücü eğitiminde hedefler ve eğitim standartları belirsizdir. Performans değerlendirmesi ve sürekli eğitim geleneği yoktur. Görevlendirmelerde adaletsizlik, yönetici atamalarında liyakatı dikkate almayan partizan tercihler yanında düşük ücret politikası kamu hizmetlerinde çalışan personel için yıldırıcı etkenlerdir.
Çalışma ortamlarının iyileştirilmesi, sosyal haklar gibi koşullar genellikle dikkate alınmamaktadır. Bu ortamda kamu hizmetinin yüreklendirilmesi oldukça zordur.
Kamu kuruluşlarının yönetimlerinde süreklilik ve istikrar sağlanamamaktadır. Siyasi istikrarsızlığın yanında atamalarda yasalarla belirlenmiş nesnel ölçütlerin olmayışı, kuruluşları sürekli bir yönetim krizi içine sokmaktadır.
Kamu işletmelerinin denetiminde uygulanan teftiş ve cezalandırmalar hizmetin kalitesini değerlendirmekten uzaktır.
Sonuç olarak çalışanı ve nitelikli hizmet üreteni yüreklendirmeyen, tersine engelleyen, kaynak kullanımı ve hizmetin niteliği bakımından denetlenmeyen bir kamu hizmeti ile karşı karşıyayız.
Hizmeti alanlar memnuniyetsizdir. Ne çalışanların ne de hizmetten yararlananların yönetime ve denetime katılımı söz konusu değildir.
Ancak bir kez daha, yalnızca doğal afetlerin yarattığı yıkımı ortadan kaldırmak ve olası felaketlere toplum olarak hazırlanmak için bile kamu hizmetlerinin geliştirilmesi gerektiğini vurgulamak zorundayız.
2000�li yıllarda çağdaş bir toplum projesi yapıyorsak;
1- Kamu hizmetleri için yeterli kaynak ayırmak zorundayız.
2- Ayırdığımız kaynakları akılcı ve etkin bir şekilde kullanmalıyız.
3- Kamu hizmetlerinde çalışanların nitelikli hizmet vermeleri için nitelikli insangücü planlaması yapmak, eğitmek, sürekli eğitimi düzenlemek, nitelikli hizmet verecekleri koşulları sağlamak, teşvik etmek zorundayız.
Kamu işletmelerimizin geliştirilmesi, önümüzdeki 5 yıl ve Cumhuriyetimizin 100. Yılına kadar geçecek dönem için özel bir önem taşımaktadır.
1- Nüfusumuz giderek yaşlanacak, çalışma çağındaki nüfus ve yaşlı nüfus oranları artacaktır. Kentli nüfus oranı ve iş beklentisi artacaktır.
2- Dünya�da ve ülkemizde iletişim teknolojisi başta olmak üzere gelişmeler hızlanacaktır.
3- Beklenen yaşam süresi ve yaşam kalitesi artacaktır.
4- Hizmet ve mal üreten işletmelerin daha etkin kaynak kullanımı, insangücü verimliliğinin artması ve çalışma sürelerinin kısalması gündeme gelecektir.
5- Önümüzdeki 23 yıl içinde başta İstanbul olmak üzere Marmara Bölgesi�nde mevcut konut ve işyerlerinde büyük hasara yol açan, yetişmiş insangücü kaybına neden olan bir deprem felaketi yaşanacaktır.
Cumhuriyetimizin kuruluşundaki heyecanı 100. Yılında da sürdürmesi, ulusal bütünlüğün devamı, bütün bölgelerin ve yurttaşların hızla gelişen mal ve hizmet üretiminden olabildiğince eşit olarak yararlanabilmeleri ve üretime katılmalarıyla mümkündür. Karşılaşılması kaçınılmaz görünen deprem felaketinin insangücü ve ulusal sermayeye vereceği tahribatın önlenmesi ve giderilmesi, ülkenin geleceği açısından yaşamsal önemdedir.
Toplum sağlığının geliştirilmesi, insangücümüzün sağlıklı bireylerden oluşması ve tıbbın gelişen olanaklarından tüm yurttaşlarımızın eşit yararlanabilmeleri için önümüzdeki 5 yıl içinde kamu sağlık işletmelerinde köklü değişiklikler yapılması planlanmalıdır.



FENESTRA
Dr. Ali Serdar FAK

YÜKSEK KARDİYOVASKÜLER RİSK TAŞIYAN HASTALARDA E VİTAMİNİ TEDAVİSİ

Gözlemsel ve deneysel bazı çalışmalar E vitamininden zengin besinlerle beslenenlerde ya da E vitamini takviyesi alanlarda koroner kalp hastalığı ve ateroskleroz riskinin daha az olduğuna işaret etmekte. Bu bilgilerden yola çıkarak E vitamininin söz konusu riskler üzerindeki etkisini araştıran prospektif bir çalışma yakında yayınlandı.
Çalışmaya kardiyovasküler hastalığı olan ya da yüksek kardiyovasküler risk taşıdığı kabul edilen 2445 erkek ve 6996 kadın alınmış. Hastalar günlük 400IU miktarında E vitamini ya da plasebo alacak şekilde randomize edilmiş ve 4.5 yıl süreyle izlenmişler. Bu zaman zarfında miyokard enfarktüsü veya felç geçirme ya da kardiyovasküler bir nedene bağlı ölüm olguları izlenmiş (birincil hedef). Ayrıca kararsız angina, kalp yetmezliği, revaskularizasyon, ekstremite amputasyonu, diyabete bağlı diğer komplikasyonlar, herhangi bir nedene bağlı ölüm ve kanser olguları da kaydedilmiş (ikincil hedef). Sonuçta, vitamin E alan 4761 hastanın %16.2�sinde (n:772), plasebo alan 4780 hastanın ise %15.5�inde (n:739)birincil hedef olguları gözlenmiş. Kardiyovasküler ölüm olayları arasında da anlamlı bir fark bulunmamış. Benzer şekilde ikincil hedef olguları ya da herhangi bir nedenle ölüm açısından da iki grup arasında anlamlı bir fark saptanmamış.
Araştırmacılar, kardiyovasküler hastalığı olan ya da bu yönden yüksek risk taşıyan kişilerde ortalama 4.5 yıllık E vitamini tedavisinin kardiyovasküler prognoz üzerine herhangi bir etkisinin olmadığını belirtiyorlar.
* The Heart Outcomes Prevention Evaluation Study Group. Vitamin E supplementation and cardiovascular events in high-risk patients. New Engl J Med 2000; 342:154-60



SATRANÇ
KLASİK FİKİRLER

Hazırlayan: Dr. Kıvanç ÇEFLE

Sevgili satrançseverler,
Bu ayki problemimiz beyaz taşların birbiri ile girişimi konusunu ele alıyor. Clausen�in problemi iyi bilinen bu fikrin zekice bir demonstrasyonu.
S. Clausen
Die Shwalbe, 1939, 1. Ödül
3 hamlede mat.
Etüdümüz ise yüzyıldan da eski; ama içerdiği fikirler hâlâ taze:Hangimiz rakibimizin veziri ile aynı doğrultuda olan şahına �kiş� diyerek onu terke zorlamadık?(Ya da aynı sebeple kendimiz yenilgiyi kabul etmedik?)
L. van Vliet, 1888
Beyaz kazanır.

ÇÖZÜMLER
Problem (Clausen):
1. Ka2!
A) 1... Ka8
 2.Vxa8 şf1
 3.Vh1+mat
B) 1... Kb8, c8, veya d8
 2.Vxb8, c8 veya d8
 3.Vb1, c1 veya d1+mat
C) 1... Kxf8+
 2.g7xf8=V Şh1
 3.Vf1+mat
Bu problemde beyaz kalenin oynayacağı karenin özenle seçilmesi gerekiyor. Örneğin 1. Kb2? Kb8! 2. Vxb8 Şf1 (veya h1)3. Vb1+??Beyaz kale kendi vezirini engelliyor!Aynı şekilde, 1. Kc2, d2? 2. Kc8, Kd8!
Etüt (van Vliet):
 1. Vb4!
Bu hamleden sonra siyah şah hareket edemez, vezir ise h1-a8 çaprazı üzerinde kalmalı. Savunmaları bir bir gözden geçirelim:
A) 1... Vd5 (veya f3)
 2.Va4+ Şb6
 2.Vb3+!! Vxb3
 3.b8=V+ ve bir sonraki hamlede siyah veziri alır.
B) 1... Vg2
 2.Va3+ Şb6
 3.Vb2+!! ve kazanır.
C) 1... Vh1
 2.Va3+ Şb6
 3.Vb2+ Şc7
 4.Vh2+!! Vxh2
 5.b8=V+ ve siyah veziri alır. A ve B varyantlarındaki fikir üçüncü kez ama bu defa diyagonal planda tekrarlanıyor. C�de eğer    3... Şa6 4. Va2+ Şb6 ve yine vezir fedası:   5. Vb1+!!. 3... Şc5 4. Şa7 Vh7 5. Vb6+      Şd5 6. Şa6 ve kazanır.
 1.... Vg2�ye karşı beyazın ne yapacağını da siz bulun.


TIPİK

VAHŞET, BİR SOKAK ÖTEDE!..
Dr. Hayati ŞENER

Frankfurt, 10 Şubat 2000. �Battonstrasse�Caddesi üzerindeki Yahudi Mezarlığı�nın dış duvarı. Duvarlar boy hizasını geçiyor. İçeri zorla bakıyorum. Bizim köyün mezarlığına benziyor. Bakımsız, rutubetli, kasvetli. Büyük bir kısmı da boş.
Duvarda, Hitler�in öncülük ve piyonluk yaptığı barbarlık esnasında kamplarda, yollarda öldürülen Yahudi Frankfurtluların isimlerini taşıyan çelik plaketler var. Plaketler sanki sonsuza kadar uzanıyor. 11 binden fazla insan. Her yaştan. Frankfurt şehir yönetimi, vefa örneği gösterip yaptırmış. Kiminin ölüm tarihi veya yeri belli değil, çoğununsa aynı tarihlerde, 1942 veya 1943. Katz soyisimli 128 kişi saydım yanyana.
Mezarlığın bitişiğinde Yahudi Müzesi. �Getto�varmış tam buralarda. Müze, 6-7 yıl önce yapılmış. Mezarlıktan ayrılıp alışveriş caddesine geliyorum. �Konstabler Wache�. Gençler toplanmış, hararetli hararetli bağırıyorlar �Rüşvetçi Kohl (Helmut)senin yerin hapishane�diye. Düzenle ilgili tek söz yok.
50 yıl önceki vahşet bir sokak ötede halbuki.
Bettina KATZ DOĞUM: 17.7.1926 ÖLÜM: Bilinmiyor
Max KATZ  1870  1942
Augusta KATZ  9.1.1886, Riga  Belli değil
Sally KATZ  4.3.1873  11.6.1943
......  ......  ......



BERLİN DUVARI�NIN ARDINDAN
Çeviri*:Dr. Ali Serdar FAK

Berlin Duvarı�nın yıkılışının 10. yıldönümünde UNICEF eski komünist blok ülkelerinde serbest piyasa ekonomisine geçişin toplumsal etkileri hakkında bir rapor yayınladı. �Çöküşten Sonra; 10 Yıllık Geçiş Döneminin İnsani Boyutu�başlığındaki rapor, özellikle kadınların ve çocukların bu dönemde büyük sıkıntılar yaşadığını gözler önüne seriyor. Raporda ekonomik ve sosyal sorunlara da yer verilmekle birlikte, sağlık koşulları özellikle �yoksulluk hastalıkları�denebilecek sorunlar üzerinde yoğunlaşmış.
Rakamlar oldukça çarpıcı. Örneğin Rusya ve Ukrayna�da 1990 yılında 1900 olarak bildirilen difteri olgu sayısının, 1998 yılında 43.000�e ulaştığı belirtiliyor. Eski Sovyetler Birliği�nde elimine edildiği bilinen poliomyelit ise Orta Asya Cumhuriyetlerinde ve Ukrayna�da yeniden ortaya çıkmış durumda. 1998 yılında 100.000 kişide 221 olgu saptanmış; bu oran Avrupa Birliği ülkeleri ortalamasının 100 katından fazla olan HIVenfeksiyonu sayısı 270.000�e ulaşmış bulunuyor. Bazı bölgelerin HIV ve AIDSepidemisi ile karşı karşıya olduklarına dikkat çekiliyor.
Reporda bu tehlikeli gidişin çeşitli nedenleri olduğu dile getiriliyor. Bölgedeki bazı ülkelerin durumu diğerlerine göre biraz daha iyi olsa da son 10 yıl içinde sağlık için harcanan paranın tüm eski Sovyetler Birliği ülkelerinde belirgin olarak azaldığı biliniyor. Ekonomik çöküntü diğer yandan alkolizmi, ilaç bağımlılığını ve intihar oranlarını da artırmış. Örneğin 1994 yılı itibariyle Çek Cumhuriyeti�nde 15-19 yaş arası gençlerde intihar oranı 1990 yılına göre iki kat artış göstermiş.
Raporun yazarı ve UNICEF Araştırma Merkezi sözcüsü Patrick McCormick; �... bu ülkelerde şimdi belki bir özgürlük var, ama çocuklar bedelini çok pahalı ödüyorlar ve üstelik bu haktan yararlanmaktan çok uzaktalar� diyerek durumu özetliyor...
*Health situation in former comunist bloc is dire, says UNICEF. BMJ 1999; 319: 1324. 



DÜNYA FORUMU

ÜREME SAĞLIĞININ ULAŞILABİLİRLİĞİ: BİR DAĞITIMSAL ADALET  SORUNU
Marge BERER*
Çeviri:Dr. Nuriye ORTAYLI

Herkes için cinsel ve üreme sağlığı dahil sağlık, bir bireyin sağlık durumuyla içinde yaşadığı toplumsal, ekonomik, siyasi ve kamu sağlığı koşullarının ve ulaşabildikleri sağlık ve sosyal güvenlik hizmetlerinin durumunun kesişim yerinde yer almaktadır. Küresel olarak baktığınızda sağlığa ulaşabilirlik öncelikle ve en çok siyasi coğrafya ve Güney ve Kuzey arasındaki refah ve kaynakların farklılığından etkilenmektedir. Bu konularda hiç bir ülke kendisini diğerlerinden yalıtılmış olarak düşünemez. Sağlığa ulaşabilirlik aynı zamanda her ülkenin içinde -hükümetler bu konuda ne kadar çok ya da az çaba gösteriyor olursa olsun- yoksullar ve zenginler için farklıdır.
Son yirmi yıl içinde yeryüzünde yaşayan herkesin daha sağlıklı olmasına yönelik çabalar �2000 yılında herkes için sağlık� sloganı altında toplandı (Alma Ata, 1978). Sağlık yalnızca hastalığın yokluğu değil, hem fiziksel hem ruhsal tam bir iyilik hali olarak tanımlandı. Her ne kadar herkese sağlık amacına ulaşılamadıysa da yerküre üzerindeki birçok insanın daha sağlıklı olması 20. Yüzyılın en önemli başarılarından biridir. Önümüzdeki yüzyılda hedef yoksul ülkelerin ve her ülkenin içindeki en yoksulların durumunu düzeltmek olmalıdır. Dünyanın geri kalan kısımlarında ise daha iyisi yapılamasa bile hiç olmazsa mevcut koşulların sürdürülebilmesi sağlanmalıdır.
Ne yazık ki 1990�larda bütün dünyada sağlık harcamalarında, sağlık sistemlerinde ve hizmetlerin kalitesinde görülen ciddi bozulmalar rahatsız edicidir. Bunlar gözden geçirilmeli ve düzeltilmedir. Bu bozulma öncelikle ve en çok siyasi bir konudur. Sağlık para gerektirir ve sürekli olarak eğitim, sosyal güvenlik ve kamu sağlığı altyapısı, nitelikli hizmet verilebilmesi için gerekli insan ve temel kaynakların temini için sürekli olarak kaynak ayrılmasını gerektirir. Sağlık alanında hedeflere ulaşılamamasının nedeni tıp ve kamu sağlığı camialarının başarısızlığı değil, refah ve gelişimin, dolayısıyla da sağlığın eşit olarak dağıtılmıyor olmasıdır.

YENİ PERSPEKTİFLER
Sağlık alanında yeni perspektifler geliştiriliyor; halk sağlığı sorunları için yeni analiz şekilleri ortaya çıkıyor. Örneğin �hastalık yükü� analizi, sağlıkta ve sağlık hizmetlerinde cinsiyet rolleri analizi ve sağlığa ulaşılabilirlikte haklara dayalı yaklaşımlar. Bunların hepsi �herkes için sağlık� perspektifiyle birlikte son derece ilerici adımlar.
Bu yeni iklimde, üreme ve cinsel sağlığın bütün yönleri Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı�nda hükümetlerin kabul ettiği gibi öncelik taşımaya devam edecek mi?Göreceğiz. Neden? Birincisi, cinsel ve üreme sağlığına �hastalık yükü�analizlerinde pek öncelik verilmedi. Yalnızca hastalıkları temel alan bir yaklaşımın sınırları vardır; hastalıkların çoğu ortadan kaldırılsa bile sağlıklı olunmayabilir. Gerçekten de cinsel ve üreme sağlığının birçok yönü hastalık sınıflamasına girmemektedir. Örneğin, kadınlara yönelik şiddetin ortadan kaldırılması, gereksinimi olan herkes için doğurganlığın kontrol edilebilmesi ve güvenli cinsellik. Dahası kötü cinsel ve üreme sağlığı yalnızca ölümlülükle değil hastalıkla da bağlantılıdır ve çocukları ve aileleri etkilemektedir, ancak bunların ölçülmesi güçtür. İhmal edilen konuların genellikle erkeklerin değil, kadınların cinsel ve üreme sağlığını etkiliyor olması da düşündürücüdür. Gerçekten de �hastalık yükü�analizinin sınıf, ırk ve siyasi coğrafyanın yanısıra ayrıntılı bir cinsiyet analizine tabi tutulması çok yararlı olacaktır. Ayrıca farklı uzmanlık biçimlerinin katkıda bulunması da fayda getirecektir.

DAĞITIMSAL ADALET VE KADINLARIN SAĞLIK GEREKSİNİMLERİ
�Dağıtımsal adalet�sağlıkla ilgili olanaklara ulaşımdaki eşitliği konu edinir. Bu kavramın halk sağlığı ve özellikle de kadınların sağlığının analizinde daha çok gözönünde bulundurulması gereklidir. Son yıllarda bu kavram en çok gelişmekte olan ülkelerdeki AIDS�li insanların antiretroviral ilaçlara ulaşamaması konusunda kullanıldı. Dağıtımsal adalet, Güney Afrika�nın, antiretroviral ilaçları HIVenfeksiyonunun antenatal kliniklerdeki kadınların %20-40�ını etkilediği yoksul ülkelere daha düşük fiyatlarla satmayı reddettikleri için, ilaç tekellerine bugünkü meydan okumasının altında yatan kavramdır. Dağıtımsal adalet bundan birkaç yıl önce Çin�in, mifepristonu (düşük yaptırıcı hap)erken düşüklerde kullanmak istediği halde, o sırada patenti elinde bulunduran firmanın ilacı satmayı reddetmesi üzerine, mifepristonu kendisinin üretmeye başlamasına yol açmıştır.
Dağıtımsal adaletin gerekliliği anne ölümlerinin %99�undan fazlasının belirli yoksul ülkelerde olması ve dünyadaki HIVenfeksiyonlarının çoğunun Sahara�nın güneyindeki Afrika topraklarında görülmesi ile ortaya çıkmaktadır.
Uluslararası düzeyde, dağıtımsal adalet, yoksul ülkelerde ilaçlarla yapılan klinik çalışmalar bittikten sonra da katılımcıların başka türlü ulaşmasının olanaksız olduğu bu ilaçlara ulaşabilmesinin gerekliliğinin altını çizmektedir. Aynı şekilde bu klinik çalışmalarda verilen bakımdaki kalite standardının ne olacağı konusunda da tartışma sürmektedir. Kendi ülkelerinde yüksek bakım standardı bulunan yardım kuruluşları gelişmekte olan ülkelerde ne tür bir hizmeti desteklemelidirler?
Ulusal düzeyde, dağıtımsal adalet konuları, özellikle iyi işlemeyen sağlık sistemlerinde felaketlere yol açabilecek olan hizmetlerin sorumluluğunun desantralizasyonu ve yeterince kaynak ayrılmamış hizmetlerin yürütülebilmesi için kullanıcıların hizmeti satın alması gibi sağlık sektörü reformlarını içermektedir. Kullanıcıların hizmetler için ödeme yapmasının birçok alanda örneğin cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlara ilişkin hizmetlerde, doğurganlığın düzenlenmesinde ve doğumlarda bu hizmetleri kullanabilen insanların sayısını son derece azalttığına ilişkin birçok kanıt vardır. Gerçekten de sağlık hizmetini ticari bir mal gibi görmenin olumsuz sonuçları hakkında gerekenden daha çok fazlasını bilmekteyiz.
Dağıtımsal adalet sağlıkta sınıf, ırk, cinsiyet ve diğer toplumsal dışlama ve marjinalizasyon biçimlerinden kaynaklanan farklılıkları azaltmak demektir. Bu konuda da gidişat yanlış yöndedir. Örneğin İngiltere�de 16-24 yaşlarındaki bekar anneler bundan yirmi yıl öncesine göre daha yoksul ve sağlıksızdırlar ve bir eşle birlikte yaşayan annelerle aralarındaki uçurum büyümektedir.
Dağıtımsal adalet herkesin bilimsel araştırmanın ürünlerine ve kanıta dayalı araştırmaların sağladığı faydalara ulaşmada eşit olmasını önerir ve sağlık hizmeti sunucularının en yoksullar ve en güç durumda olanlar dahil kendilerine başvuran herkese eşit davranıp davranmadığını sorgular. Bir ülkenin bütün bölgelerinde tanı ve tedavi hizmetlerinin kalitesinin aynı olup olmadığıyla ilgilenir.
Benzer şekilde halk sağlığı önlemlerinin ve sağlık hizmetlerinin eşit bir şekilde finanse edilip yürütülmesini konu edinir. Sağlık hizmetlerinin finansmanında devletin bu hizmetleri 1)en çok gereksinimi olanlara mı? 2)ödeyemeyenlere mi? 3)herkese mi bedava olacağı, ya da 4)bazı işlemler için herkese bedava, diğer bazı işlemler için herkese para karşılığında mı sunulacağı bütün dünyada karar vericilerin sağlık hizmetlerine ilişkin karşılaştığı önemli sorunlardan birkaçıdır. Ancak hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde kaynakların dağılımını kontrol edenler �sürdürülebilir�sağlık hizmetini, tam olarak desteklenen bir sağlık hizmeti yerine mali olarak kendini sürdürebilir hizmet olarak algıladıkları sürece herkes için sağlık dünyadaki insanların büyük çoğunluğu için bir hayal olarak kalacaktır.

CİNSEL VE ÜREME SAĞLIĞINA ULAŞMAK
Üreme sağlığına ulaşabilmek sağlığa ilişkin kişisel davranış tarafından da etkilenir. Cinsel sağlık sözkonusu olduğunda gebelikten korunma ve kondom kullanımı dahil kişinin cinsel eşiyle güvenli cinsellik için pazarlık edebilme yeteneği de işin içindedir. Cinsel yolla bulaşan hastalıkların önlenmesinde insanların kendilerini ve yakınlarını riske atmamaları da önemlidir.
Üreme ve cinsel sağlığın ulaşılır olabilmesi için hizmetlerin ve eğitimin niteliğinin yanısıra yasalar ve hizmet sunumu konusundaki politikalar da önemlidir. En yoksul ülkelerde bu konudaki en önemli sorunlar hala temiz su, cerrahi eldivenlerin bulunabilmesi, doğum sırasında emniyetli kan bulunabilmesi, acil bir sezeryan gerektiğinde elektriğin olması, gebelik sonlandırma gerektiğinde eğitimli personelin bulunmasıdır.
Eşitlik tartışılırken kaynakların dağılımı, tıbbi uygulamadaki farklılıklardan çok daha önemlidir. Bugün dünyada tıp pratiğinde en çok eşitsizliğe yol açan, hem ülkeler arasında hem de aynı ülkede vedilen hizmetlerin kalitesi arasındaki büyük farklılıklardır.
Gelişmiş dünyada da sağlık hizmetlerine ayrılan kaynakların giderek kısalması sonucunda eşitlik ve hizmete ulaşılabilirlik yakıcı sorunlar haline gelmektedir. Bu, sosyalizmin haritaya yerleştirdiği bir politik ilke olan tamamen devlet tarafından finanse edilen sağlık ve sosyal güvenlik hizmletlerine giderek daha az inanılması yüzünden olmaktadır. Hükümetlerin çoğu en eşitlikçi çözüm olan vergi gelirleriyle finanse edilen sağlık hizmetlerinden uzaklaşmaktadır. Tersine sağlık çalışanlarını pazar davranışını benimsemeye zorlamakta ve bu değişikliğin özelleştirme ile birlikte kamu sektörünü kurtaracak çözüm olduğuna inanmaktadırlar. Tam da bu uygulama sağlık hizmetlerine ulaşmada eşitsizliğe yol açmaktadır. Bu süreç içinde sağlık hakkı ve sağlığa ulaşma hakkı düşüncesinin tamamı tehdit altındadır.
Bu konular, Berlin Duvarı�nın yıkılmasından bu yana büyük politik ve ekonomik değişimlerden geçen eski komünist ülkelerde de çok önemlidir. 1994-97 arasında eski Sovyet cumhuriyetlerinde görülen sifilis enfeksiyonu epidemisi ve HIV/AIDSenfeksiyonlarında dünyadaki en hızlı yükselmenin (intravenöz uyuşturucu kullanımına bağlı olarak)Rusya Federasyonu�nda gözlenmesi bu travmatik ekonomik ve politik değişikliğin sağlık üzerine etkilerinin örneklerindedir.
Çin de pazar ekonomisine doğru gidiyor ve ampirik kanıtlar ve başka veriler,1985�den bu yana gelir durumları ve sağlık hizmetlerinin kullanımı konusunda kırsal ve kentsel alanlarda yaşayanlar arasında giderek artan farklılığın sağlık durumları arasındaki farklılıkları da giderek arttırdığını gösteriyor. Bu eğilimler sağlık hizmetlerinin finansmanı ve örgütlenmesindeki değişikliklerle ve kırsal kesimde yaşayanların yararlandıkları ücretsiz sağlık hizmetlerindeki azalma ve halk sağlığına daha az dikkat gösterilmesi ile ilişkilendirilmiştir. Diğer sözlerle, sağlığın düzelmesi otomatik olarak ekonomik gelişmeyi izlemektedir.

* Bu yazı Reproductive Health Matters dergisindeki (1999; 7 (14):8-13)�Access to reproductivite health:a question of distributive justice� yazısından kısaltılarak çevrilmiştir. 



İŞYERİ HEKİMLİĞİ

Haziran-Aralık 1999 arasında işyeri hekimliği yetkileri onaylanan hekim ve işyerlerinin listesini sunuyoruz...

Tarih İşyerinin Adı Hekimin Adı  İşçi Sayısı  *

03.06.99 İstanbul Vakıflar Bölge Himmet Karazeybek  98 KMİ
03.06.99 Murat Gıda ve Kimya San. İsmail Alpan Üstek  145 İİ
03.06.99 Nursace Ayakkabı San.  Nafia S. Kalyoncu  64 Kİİ
03.06.99 Ziya Turizm San. A. Adil Çamlı  114 Mİ
03.06.99 İstanbul Büyükşehir Bld. (109 hekim)
04.06.99 Sedef Gemi Endüstrisi A.Ş.  Sabri Karagülle  268 Kİ
04.06.99 Nizam Konfeksiyon San.   Ali Özçelik  109 Kİİ
04.06.99 Esmer Mobilya Coşkun Kadakal   69 Kİİ
07.06.99 Bischoff Roja Tekstil San.  Erdinç Ünal   142 Kİİ
09.06.99 Alemdar Kimya Endüstri İsmail Topal   64 İİ
09.06.99 Danişment Makina San.  Salih Çalık  200 Kİİ
10.06.99 Akabe Tekstil San.   Ahmet Şen  61 Kİİ
10.06.99 Angora Halıcılık San.  Yemliha Gençoğlu  66 Kİ
10.06.99 Temel Transport  Mehmet Köse  59 Kİİ
11.06.99 Dinçerler Tekstil San. Selim Alhan  63 Kİ
11.06.99 Halk Yaşam Sigorta  Dilek İzbudak  338 İ
14.06.99 Eczacıbaşı Avon Kozmetik Sebla Arınç  195 Mİ
14.06.99 Hür İthalat İhracat Tanıt. P. Süleyman Çam  427 İİ
15.06.99 Nil Örme Sanayi Kerem Kınık  73 Kİİ
15.06.99 İsmaco Amsterdam B.W. Murat Baydar  72 Kİİ
17.06.99 Rammar Dış Ticaret İsmail Uysal  49 Kİİ
17.06.99 Prefabrik Yapı İnşaat Kezban Yörükoğlu  145 Kİ
17.06.99 Cuma Gıda İşletmeleri Cumhur Özcan  50 Kİİ
17.06.99 Campenon Bern. SGE, Tekfen Ahmet Yörükoğlu  58 Kİİ
17.06.99 Ünse Ambalaj Sanayi Nurali Binay  499 İ
18.06.99 Merter Helva Sanayi Mahmut Öz  114 Kİİ
22.06.99 Sardoğan A.Ş., Meypar A.Ş. İlhan Özdemirci  22 Kİİ
22.06.99 Tetaş Tekstil İmalat Şeref Kara  107 Kİİ
22.06.99 Yalçınlar Fotoğrafçılık Tolga Köseoğlu  72 İİ
22.06.99 Farmagal Ecza Deposu Zuhal Apaydın  72 Mİ
22.06.99 Ataşehir Hizmet ve İşlt. A.Ş. İlhan Özdemirci  43 Kİİ
23.06.99 Ataklar Uluslararası Nakl.  Doğan Orhan  90 KMİ
24.06.99 Ülker Şirketler Grubu İsmail Çetin  1000 İ
24.06.99 Sezginler Hadımköy Depo Faruk Yıldız  63 Kİİ
24.06.99 Sezginler Merkez  Faruk Yıldız  174  Kİİ
24.06.99 Deteks Tekstil Sanayi İnci Köseoğlu  113 Kİİ
24.06.99 Sarı-Kılıç Hukuk Bürosu Gökhan Güvener  55 Kİ
25.06.99 KörfezbankBirleşik Türk K. Handan Tuncer  300 Kİ
25.06.99 Koz İlaç Sanayi  Renan Soyyılmaz  92 Kİ
25.06.99 Kardiyoloji Vakfı Gül Alço  520 İİ
25.06.99 Sakoğlu Boya ve Kimyevi M.  Ayşe Giray  59 KMİ
25.06.99 Aktaş Akıncı Tekstil Celal Güzel  74 Kİ
25.06.99 Hadımköy Belediyesi İbrahim Ergün  31 Kİİ
25.06.99 Fulya Sağlık Tesisleri Gül Alço  374 İİ
28.06.99 Bilkont Dış Ticaret Abdullah Öztürk  88 Kİ
28.06.99 Ulaş Toplu Yemek Hizmetleri Recen Kenan Uzun  121 Kİİ
07.07.99 Teletem Temizlik Meriç Uçar  153 Kİ
07.07.99 Generali Sigorta Kadri Kahraman  80 KÖİ
07.07.99 Marmara Uyumkent Tuncer Erbay  79 Kİ
07.07.99 Huni Deri-Yeşiloğlu F. Hakkı Öztütüncü  16 İİ
07.07.99 Aktif Dağıtım OSB Metin Canpolat  175 Kİİ
07.07.99 Faisal Finans OSB Mertol Bulur  158 Kİ
07.07.99 Ayka Tekstil Ümit Beğenç  320 Kİ
07.07.99 Devran Motor Aydın Korkmaz  74 Kİ
07.07.99 Gals Tekstil İbrahim Hazini  68 Kİ
07.07.99 Euronix Paslanmaz Abdurrahim Akkuş  33 Öİ
07.07.99 Altaş Yapı San Turhan Şavla  160 Kİ
07.07.99 Çarşı Büyük Mağaza K. Yavuz Tür  170 Kİİ
07.07.99 İstoç A.Ş. R.Y. Bayraktarlı  170 Kİİ
07.07.99 Gintem Yaşar Alimoğlu  121 Kİ
07.07.99 Xerox Büro Araçlar Timur Atılganoğlu  204 Kİ
14.07.99 Uğur Ambalaj A. Baki Dökme  94 Öİİ
14.07.99 Akplast Polyester Atıf Bostancı  70 Kİİ
14.07.99 Anko Dış Ticaret T. Taner Kirazoğlu  66 Kİİ
21.07.99 Arser İş Makinaları Naci Köksal  78 Kİ
21.07.99 Ataköy Sağlık Hiz. Hamiyet Camuşlu  86 Öİ
21.07.99 Türker Transport Serpil Alan  91 Kİ
21.07.99 Türker Transport Mansur Türkmen  275 Öİ
21.07.99 Service Master  Ertuğrul Manzak  320 Kİ
21.07.99 Service Master  Çağrıbey Kıryama  125 Kİİ
21.07.99 Altınyıldız Ltd Emine Canbelli  65 Kİ
21.07.99 Çarşı Mağazacılık Berna Belgeli  210 Kİ
21.07.99 Albayrak Turizm Ö.F. Gümrükçüoğlu  102 Kİ
21.07.99 Albayrak Turizm İsmail Uysal  102 Kİ
21.07.99 Erpaş Otomotiv Sibel Çakan   66 Kİ
21.07.99 Dökümay A.Ş. Önder Aydıner  78 Öİİ
21.07.99 Özün Konfeksiyon İhsan Kayılı  97 KÖİ
21.07.99 Halk Yaşam Sigorta Şehbal Özafşar  200 Kİ
21.07.99 Halk Yaşam Sigorta Elvan Sönmez  200 Öİ
26.07.99 Tamek Holding Ş. Keleşoğlu  231 İ
26.07.99 Güllüoğlu Gıda A. Yener Kavak  35 Kİ
26.07.99 Tamteks Tekstil Cesur Çimen  483 İ
26.07.99 Milsan Basım Yakup Özkan  85 İİ
26.07.99 Jetpa Holding A. Kerim Zeydan  200 Kİ
04.08.99 İshakol Boya Tahir Ceylan  91 KÖİ
04.08.99 Petsa Petrol Halis Narin  52 Kİ
04.08.99 İntes İnşaat Metin Ördal  52 Kİ
04.08.99 Kefeli Giyim Tevfik Saydam  50 Kİİ
04.08.99 Baytur İnşaat Mustafa Tamur  160 Kİİ
04.08.99 Bozkurt Tekstil Suat Bilir  85 Öİ
04.08.99 Basket Tekstil Levent Aydemir  74 Kİ
04.08.99 Sinpaş Yapı Filiz Şahin   299 İİ
04.08.99 Meges Boya A. Buluttekin  120 Kİİ
04.08.99 Kent Dayanıklı Sacit İçten  88 Kİ
04.08.99 Organon İlaç Beyza Çelenligil  50 Kİ
04.08.99 SCAPacking Metin Oral  110 Kİ
04.08.99 Epi Ticaret Rıza Yurdakul  50 Kİİ
04.08.99 Güray Tekstil Hamiyet Camuşlu  115 Öİİ
04.08.99 Solmaz Mercan Birgül Karadayı  53 İ
04.08.99 Gelişim Dayanıklı Hakkı Çiftçi  193 İİ
04.08.99 Üçgen Tekstil Nazan Başaran   112 Kİ
04.08.99 Vega Gıda Kamil Aksu  31 Kİ
04.08.99 Hidromekanik A.Ş. Şenel Akgöz  100 Kİ
04.08.99 Etim Özel Eğitim Tuna Canbora  53 Kİ
04.08.99 Mehmetçik Vakfı Oğuz Öner  68 Öİ
04.08.99 Marka Mağazacılık  Oya İmamoğlu  133 Kİ
04.08.99 İhlas Antrepo Hüseyin Geren   109 Kİ
04.08.99 Turkuaz Eşarp Mehmet Sargın  73 Kİ
04.08.99 Logo Yazılım C. Cambazoğlu  73 Kİİ
04.08.99 Logo Yazılım C. Cambazoğlu  63 Kİİ
04.08.99 Diksan İç Giyim Şükran Balcı  90 Kİ
04.08.99 Yeni Hasdayı İ.  Sonnur Yılmaz  36 İO
11.08.99 Şanal Plastik Dicle Güneş  59 Kİİ
11.08.99 İpek Ticaret  Fuat Hızlı  72 KÖİ
11.08.99 Şahinler Mensucat Güven Akar   192 Kİ
11.08.99 Beykoz Belediyesi Meral Ocak  210 Kİ
18.08.99 Devlet Kitapları Temel Şentürk  80 Kİ
18.08.99 Vatan Plastik Osman Tiryaki  80 Kİ
18.08.99 Balinler Nakliyat Şehla Tuncer  70 İO
18.08.99 Kopuz Gıda Şehla Tuncer  117 İİ
18.08.99 Esit Elektrik Cengiz Birinci  74 Kİ
18.08.99 Kart Satış Pazarlama Ahmet Tellioğlu  105 Kİ
18.08.99 Aksen Plastik Sedat Sivaslı  74 Kİ
26.08.99 Poyraz Dar Teks Zehra Temel   88 Kİİ
26.08.99 Gülsan İnşaat  İsmail Ertürk  140 Kİİ
26.08.99 Jan Tekstil Korkmaz Yılmaz  222 Kİ
26.08.99 Sinem Moda Sinan Yolsal  45 Kİİ
26.08.99 Kanal 6 Sezgin Tan  212 Kİ
26.08.99 Tefal A.Ş. Ganimet Göktepe  95 Kİ
26.08.99 Jan Giyim Şebnem Kocamış  63 Kİ
01.09.99 İlsan İltaş Gürcan Ünlüsoy  100 Kİİ
01.09.99 Empe Elektronik Vahit Tunalı  100 KÖİ
01.09.99 Boytes Boyama Remzi Gündoğdu  88 Kİİ
01.09.99 Beko Teknik Gönül Malat  703 İ
01.09.99 Samanyolu TV Mustafa Güzel  170 Kİİ
01.09.99 Sema Haber Ajansı Sinan Taşbaş  170 Kİİ
01.09.99 Pelsan Aydınlatma Mehmet Köse  105 Kİİ
01.09.99 Mudurnu Tavuk Şemsi Gündoğdu  80 Kİİ
08.09.99 Çizmeci Giyim İsmail Uysal  49 Kİİ
08.09.99 Çınar Otelcilik Semra Özgün  200 Öİ
08.09.99 Koç Holding Erkan Üçer  174 Öİ
08.09.99 Ekar Dış Tic.  Sultan Karataş  47 Kİİ
08.09.99 Özkanlar Turizm Aydın Kendirci  201 Kİİ
08.09.99 Akabe Sağlık Handan Toprak  105 Kİİ
08.09.99 Ambarlı Depo Mehmet Müezzinoğlu 18 Öİ
08.09.99 Obitaş İnşaat Ersin Tokbaylar  50 Kİ
08.09.99 Biobak Laborat. Zennure Geçer   84 Kİİ
08.09.99 Çakıroğlu Teks Satia Advan  87 Öİ
08.09.99 HMBNakliyat Mustafa Sülkü  74 İİ
15.09.99 Janine Giyim Yusuf Demirci  68 Kİİ
15.09.99 Kodak Giyim Sedat Altınışık  70 Kİ
15.09.99 Arda Cam Metin Çetinkaya  120 Kİİ
15.09.99 Balkan Motor Ahmet Güner  99 Kİ
15.09.99 Tekstilya Tekst Nilgün A. Başaran  24 Kİİ
15.09.99 Elif Bebe Arif Kayahan  185 Kİ
15.09.99 Sena Tekstil Engin Çağlar  62 Kİ
15.09.99 A. Rıza Başkan Efraim Seçkin  126 Öİ
15.09.99 Özkul Giyim Ziya Gökalp  50 Kİİ
22.09.99 Park Yapı Fevzi Dikici  54 Kİ
22.09.99 Bika Servis Oktay Tarlığ  74 Kİ
22.09.99 Akyüz Tekstil Oktay Tarlığ  51 Kİ
22.09.99 Park Ticaret Füsun Yarış  96 Kİ
22.09.99 Link Holding Bülent Özcoşkun  148 Kİ
22.09.99 Özel Okmeydanı Hastanesi Ercan Kesal  40 Öİİ
22.09.99 Beyoğlu Öğretmen Evi Nurdoğan Beyazıt  64 İ
29.09.99 Gökbora Nakliyat Hüseyin Tunalı  80 Kİ
29.09.99 Trakya Cam Tülay Yanardağ  75 İİ
29.09.99 Özkorteks Teks Nuran Doğramacı  78 Kİ
29.09.99 Adım Otomotiv Orhan Timur  85 Öİİ
29.09.99 Ümraniye Belediyesi Bayram Özyılmaz  210 Kİ
29.09.99 Yakacık Valf Çetin Aydoğmuş  75 Öİ
29.09.99 Yurt İçi Kargo Atilla Yeşil  98 İ
06.10.99 Ener İnşaat R. Kenan Uzun  31 Kİİ
06.10.99 Deça Yönetim Muhsin Ayhan  50 Kİİ
06.10.99 İnternas. Hosp. Semra Özgür  548 İ
06.10.99 Konyalı Lokanta Pakize Senk  68 Kİ
06.10.99 Grafika Lintaş Hülya Yanbay  320 Kİ
06.10.99 Terfa A.Ş. Veysi Ülgen  96 Kİİ
06.10.99 Motorola Telefon Füsun Canik  76 Öİİ
06.10.99 Acarlar Otomotiv Erkan Bakır  108 İ
06.10.99 Şişli Etfal  Tunç Çelebi  134 Kİİ
06.10.99 Rimaks Tekstil Bilal Çalış  80 Kİİ
06.10.99 Li Fung Mümes.  Eda Tanrısever  85 Kİ
13.10.99 Seda Giyim Aydın Geçer  140 Kİİ
13.10.99 Şişli Etfal Vakfı Sezai Yıldırancan  280 Kİ
13.10.99 Uçal Kağıt Ayhan Öztürk  69 Kİ
13.10.99 Prim Tekstil Yusuf Karasulu  93 Öİ
13.10.99 Fetih Tekstil Okan Köylüoğlu  170 Kİİ
13.10.99 Bilge Örme Okan Köylüoğlu  70 Kİİ
13.10.99 Çarşı Mağazacılık  Nuray Demir  150 İ
20.10.99 Modam Giyim Seval Özelgin  60 Kİ
20.10.99 Egebank A.Ş. Feride Daruğa  92 Kİ
20.10.99 Egebank A.Ş. Saliha Güneri  320 Kİ
20.10.99 Tansaş A.Ş. Feral Çakar  170 Kİ
20.10.99 Cihangir Deri Osman Öztürk  205 Kİ
20.10.99 Han Tekstil  Kerem Demir  62 Kİİ
20.10.99 Sagra Gıda Aysel Okyay  151 Öİ
20.10.99 Cihassip Yatçılık İskender Sincer  82 Kİ
27.10.99 Bina Servis Sermet Türkekul  62 İİ
27.10.99 Alsim Alarko Sinan Günay  172 Kİ
27.10.99 Melodi Çocukevi Yasemin Savaş  8 Kİ
27.10.99 Gepa Fiberglas Ferit Kutlu  56 Kİİ
27.10.99 Ant Tekstil Nusret Tuncer  156 Kİİ
27.10.99 Çuhadaroğlu Al. Serdar Karlıova  320 Kİ
27.10.99 Eko Tekstil Murat Gözen   67 KÖİ
27.10.99 Öreneller Örme Kamil Çerçi  73 Kİ
27.10.99 Marmara Grubu A. Akkuş  65 Öİ
27.10.99 Giz İnşaat  Ethem Nuhoğlu  55 Kİ
27.10.99 Seyran Pastane Kaptan Zengince  72 Öİ
27.10.99 İleri Elektrik Asuman Azimli  58 İO
27.10.99 Güven Sigorta Eda Tanrısever  70 Kİİ
03.11.99 Nida İnşaat Loman Eldem   50 Kİİ
03.11.99 Asya Finans Namık Turan  73 Kİİ
03.11.99 Ersoy Turistik Namık Turan  73 Kİİ
03.11.99 Hayat Kimya Selmin Yazgan  79 Kİ
03.11.99 Münir Şahin  Abdullah Altınok  53 Kİ
03.11.99 Yöm Vakum Ayhan Çitici  60 Kİİ
03.11.99 Esenler Belediyesi Leyla Sapkaya  314 Kİ
03.11.99 Emre Madencilik  Eda Acar  54 İ
03.11.99 Kombassan Kağıt Oya Öktem Kılıç  20 Kİ
03.11.99 Doğuş İnşaat Fahri Sadıklar   148 Öİİ
03.11.99 İnteks Tekstil Yıldırım Temir  128 Kİ
10.11.99 Gorbon Seramik  Ferit Hatipoğlu  91 İ
10.11.99 Orka Tekstil Enis Keskin  117 Kİ
10.11.99 Doğuş Sosyal  Galip Demir  79 Kİ
10.11.99 Metiş İnşaat Tuncay Gıcık  116 Kİİ
10.11.99 Tuna Çelik  Recai İsenkul  125 Kİ
10.11.99 Net Otomotiv Nilgün A. Başaran  69 Kİ
10.11.99 Anadolu Metro Yavuz Tür  145 İİ
17.11.99 Porcan Modern Canan Özel  78 Kİİ
17.11.99 Gür Metal Yalçın Antuner  75 Kİ
17.11.99 Gals Tekstil Oktay Öztürk  145 İİ
17.11.99 Tavyapsan Tülay Muratoğlu  116 Kİ
17.11.99 Eka İnşaat Kenan Tekbaş  134 Kİİ
17.11.99 Talu Tekstil Cem Köylüoğlu  260 İİ
24.11.99 Ha-Teks Entegre Okan Falay  49 İİ
24.11.99 Haskon Giyim Okan Falay  80 İİ
01.12.99 Era Servis Kıvanç Güneri  190 Kİİ
01.12.99 Sarıbaşlar Seramik Hüsamettin Atik  78 Öİ
01.12.99 Özel Meltem Eğitim Sabri Erdöl  27 KÖİ
01.12.99 Atatürk Tarım İşlt.  Cemal Yalçın   62 KÖİ
01.12.99 Beykoz Konakları Ali Sirman  29 Öİ
01.12.99 İkibin Üçyüzler A.Ş. Enis Keskin  104 Kİİ
01.12.99 As Gündüzler Ltd.  Harun Kaya  55 Öİ
01.12.99 Tekser İnşaat Levent Özbay  39 İİ
01.12.99 Doyuran Gıda Sebahattin Meriç  102 Öİ
01.12.99 As Kalıp Makina Esat Çilcan  105 Kİİ
01.12.99 Kasev Vakfı Osman Tiryaki  52 Kİİ
08.12.99 Biraderler Tekstil Cihangir Dilmaç  89 Kİİ
08.12.99 Samko Mühendislik  Zafer Argın   113 Kİ
08.12.99 Ziya Giyim Feridun Acar  85 KÖİ
08.12.99 Yağmur Tarım Engin Çağlar   74 Kİİ
08.12.99 MCRGrup Zuhal Kasar  48 Kİİ
08.12.99 Eksan Model  Tülin Kurçenli  174 Kİ
15.12.99 Astaş Endüstri Adnan Topçu  124 İ
15.12.99 Pays Tekstil Mustafa Ağır  22 Öİ
15.12.99 Zeytinburnu Belediyesi Mustafa Kara  320 Kİ
15.12.99 Aktif Servis Birsen Ersöz  175 Kİ
15.12.99 Üçler Yemek Cemile Sağun  30 Kİ
15.12.99 Çuhadaroğlu Pazar  Akif Eran  126 Kİ
15.12.99 Biruni Laboratuvarı Vural Çeliker  92 Kİİ
15.12.99 Demirbağ Elektrik Akif Eran   76 Kİİ
15.12.99 Ottoman Tekstil Tülay Karabulut   197 Kİ
15.12.99 Bal İş İnşaat Ayhan Öztürk  67 Kİİ
15.12.99 Dost İnşaat Orhan Altınkaynak 86 Kİ
15.12.99 Ahmet Çakır Alpay Bayram   202 İİ
15.12.99 Fırat Plastik Taner Bayram  289 İİ
15.12.99 Endem İnşaat Sacit İçten   150 Kİİ
15.12.99 Bant Plast Mecnun Yıldız  87 KÖİ
15.12.99 Uğur-Bravo Tekstil  İbrahim Hazini  186 Kİİ
15.12.99 İhlas Holding Celal Pişirici  320 Kİ
23.12.99 Hey Tekstil Servet Aktüre  220 Eİİ
23.12.99 Dema Röle Nihat Sessiz  45 İO
23.12.99 Marmara Mensucat Hikmet Bayram  140 Kİİ
23.12.99 Marmara Mensucat Mehmet Bilgin  320 Öİ
23.12.99 Beldeyama İsmet Kandemir  315 Eİİ
30.12.99 Ersa İthalat  Erkan Aysan   64 Kİ
30.12.99 Commerical Sigorta Yurdakon Öngel  84 İ
30.12.99 Erdenen Çamaşır Ediz Kiremitçi  56 KÖİ
30.12.99 Kanuni Motor Fatma Kurtay  161 Kİİ
30.12.99 Grupe Sebi Cem Karayiğit  15 Kİ
30.12.99 Kardiomed - M.Ü. Ali Erensel  71 İİ
30.12.99 M.Ü.T.F. Vakfı Ali Erensel  116 Öİİ
30.12.99 Özgün Gümrükleme Oya Sarıkaya  42 Kİ
30.12.99 Natura Tekstil Arzu Tatlı  110 İ
30.12.99 Element Tekstil Arzu Tatlı  200 İİ

* K:Kamu, Ö:Özel, İ:İşyeri, E:Emekli, O:Oda tarafından bulunan


Bu HABERİ Paylaş!