Av. GÜLSEREN YOLERİ İle Her Yönüyle İnfaz Yasası - Süheyla Ağkoç*


  • Hekim Sözü Mayıs-Haziran 2020
  • 2537

PDF formatında okumak için tıklayınız.

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şube Başkanı Avukat Gülseren Yoleri ile İnfaz Yasasını konuştuk.
-S.Ağkoç: Dergimizin bu ayki dosya konusu, Covid-19. Bu sayıda infaz yasası düzenlemesini ko-nuşalım istedik. Yasalaşması süreci de dahil olmak üzere düzenlemeden söz edebilir misin, lütfen?

G.Yoleri: Uzun süredir kamuoyunun ve tüm mahpusların bir af beklentisi vardı. Özellikle seçim dönemlerinde daha çok tartışılır; sıklıkla bize de sorulurdu “bu sefer çıkar mı?” diye. Dolayısıyla bu infaz düzenlemesi gündeme geldiğinde bu beklenti ile örtüştü ve sonuçları itibariyle af gibi de yansıdı kamuoyuna. Düzenlemenin görüşülme tarihi Covid salgını gerekçesi ile öne çekildi. Birikmiş af beklentileri ile birleşince bu yasa, birincisi af boyutuyla, ikincisi de Covid’e karşı önlem boyutuyla tartışıldı daha çok.
Ancak yasa görüşmelerinin öne çekilmesinde, özellikle yasanın kapsamını değerlendirdiğimizde, iktidarın faydacı davrandığını, asıl önemli konuların arka planda kalmasını sağladığını görebili-yoruz. Düzenleme 90 bin civarı mahpusun serbest kalmasına yol açtı, ancak yapılan kalıcı değişi-kliklerle, var olan sorunlar mahpuslar aleyhine güçlendirildi. Aslında iktidarın normal koşullarda kabul ettirmekte zorlanacağı bazı düzenlemeleri, Covid baskısı altında topluma daha kolaylıkla kabul ettirmesi gibi bir sonuç ortaya çıktı. Ceza infazında getirdiği önemli değisiklikler arka planda kaldı.

Farklı iki konunun aynı potada tartışılması karmaşaya da neden oldu. Yasaya itiraz edenler covid karşısında mahpusların içerde kalmasını savunuyor gibi tepkiyle karşılaştı.

Nitekim mesele eğer Covid’e karşı mahpusların yaşam ve sağlık hakkının korunması ise; burada ayrımcılık güdemezsiniz, bütün mahpusların bundan yararlanması gerekir. Mahpusun hangi suçtan tutuklu veya hükümlü olduğu ayrımı yapamazsınız, yapmamanız gerekir ve en hızlı şekilde düzen-lemenin çıkması için çalışırsınız. Ancak mesele eğer af ya da kalıcı bazı değişiklikler ise o zaman orada daha farklı tartışmalar yürütmeniz gerekir. Ceza infazına ilişkin ilkeler,hukuk ve insan hakları ilkeleri vs tartışırsınız. Devletin kişilere ve topluma karşı işlenmiş suçları affetme yetkisi var mı yok mu, bunu tartışıyor olurduk mesela.
Ancak devlet ne yaptı; kendisine karşı işlenmiş suçları kapsam dışında bıraktı, topluma ve birey-lere karşı işlenmiş suçların faillerini "af" kapsamına almış oldu. Bir de mesela dedi ki, cinsel suçları dışarıda bırakıyorum. Ancak adi suçlarda ceza infaz oranının düşürülmesi ve denetimli serbestlikten yararlanma koşullarının iyileştirilmesi gibi nedenlerle cinsel suç failleri de bu yasa-dan yararlandırılmış oldular. Dolayısıyla burada da ikiyüzlü bir tutumdan söz etmek mümkün.

Yani, Covid baskısı altında biz ne affı tartışmış olduk, ne eşitlik ilkesi meselesinde itirazlarımızı hakkıyla savunabildik, ne de toplum kalıcı değişiklikler olduğunu anlayabildi. Sanki sadece Covid’e karşı önlem alınıyormuş gibi bir algı yaratıldı. Nihayetinde karşımıza sakıncalarını zaman içinde daha fazla göreceğimiz bir yasa paketi gelmiş oldu.

-S.Ağkoç: Şimdi ben de tam oraya gelmek istiyorum. Açıkçası toplumun da gözünden kaçtı bu söylediğin kalıcı değişiklikler. Bunu biraz açabilir misin?

G.Yoleri: Tabii, birkaç örnek vermek gerekirse; disiplin cezalarının kapsamı genişletildi. Zaten hapishanelerde disiplin cezalarının kapsamı çok geniş, keyfi nedenlerle disiplin cezaları verild-iğine dair şikayetler alıyoruz. Daha çok, hücre, görüş, iletişim cezaları olarak karşımıza çıkan disiplin cezaları nedeniyle çok büyük mağduriyetler yaşanıyor. Mesela kişi hastaneye gitmek istiyor, talep etti bir kere iki kere söyledi ama hastaneye göndermediler, bunun üzerine bu şikayet dilekçesi yazdı, dilekçe yazdığı için disiplin cezası alıyor. Ya da sesini duyurmak ya da tepkisini göstermek için slogan attı ya da kapıya vurdu, ya da ne bileyim kapalı görüşlerde yan kabindeki arkadaşının ailesine geçerken selam verdi (Selamı alana da görüş yasağı veriliyor ) bun-lar hep disiplin cezası nedeni.

Bir diğeri ki bu çok önemli bir kalıcı düzenleme; İnfaz hakimliklerinin görev ve yetki alanı genişletildi. İnsan hakları savunucuları ve hukukçular olarak hapishanelerde infaz uygulamaların-dan dolayı oluşan şikayetleri karara bağlayan hukuki bir mekanizma olmalı diyerek yıllarca infaz hakimlikleri kurulsun ve bu meseleler infaz hakimlikleri tarafından çözüme bağlansın demiştik. İnfaz hakimlikleri kuruldu ama , maalesef ihtiyaca cevap olmadı.

Bu son yapılan düzenleme ile bu işe yaramayan mekanizmanın yetki ve görev alanı genişletildi. Mahkemelerin yetki alanındaki bir takım kararlar, değerlendirmeler infaz hakimliklerine devredildi. Mesela bir hükmün niteliği konusunda bir tartışma olduğunda konu bu kararı veren mahkemeye giderdi. Mahkeme dosya üzerinden gerekli değerlendirmeyi yapar kararını verirdi. Şimdi bu kararı dosyayı hiç bilmeyen infaz hakimliği veriyor.

Yine infaz uygulamaları ile ilgili şikayetler söz konusu olduğunda, savcılıkların verdiği karara karşı ağır ceza mahkemesine itiraz yapılıyordu, şimdi artık infaz hakimliklerine yapılıyor. Denetimli serbestlik, şartlı tahliye, açık cezaevlerine geçişler gibi konulardaki mahkemelerin yetkileri infaz hakimliklerine devredildi. Dolayısıyla şu anda tek hakimle çalışan infaz hakimlikleri infaz aşamasındaki bütün kararların değerlendirmesi de dahil, onay birimi haline geldi.

Yine hasta mahpuslar meselesi ile ilgili ceza infaz kanununun 16. Maddesindeki düzenleme; Hasta mahpus cezaevinde kalabilir veya kalamaz noktasındaki en son değerlendirmeyi Adli Tıp Kurumu' (ATK) nun yapması noktasındaydı. ATK’nın bağımsız bir kurum olmaması nedeniyle bu oldukça sakıncalı bir durumdu ve ciddi itirazlar vardı ATK’ya. Nitekim tam felçli mahpuslara, son evrede kanser hastası mahpuslara bile hapishanede kalabilir raporu verebilen ATK yerine tam teşekküllü devlet hastanelerinin, üniversite hastanelerinin verdiği raporların esas alınması öneriliyor-du. Dolayısıyla bir değişiklik ihtiyacı, olayı Adli Tıp Kurumunun tekelinden kurtarma ihtiyacı vardı. Nitekim talep bunun düzeltilmesiydi ancak düzeltilmedi maalesef. Bu yasayla, diğer hastaneler de karar verebilir ama Adli Tıp Kurumu bir nevi diğer hastanelerin verdiği raporların onay maka-mı haline getirilmiş oldu.

Bir şey daha var, onu da söylemeden geçemeyeceğim; mahpusların basılı eserlere, süreli süresiz yayınlara ve kitaplara erişimi ile ilgili. Normal koşullarda zaten yayınlar bir denetimden geçirili-yor. Bir talep olduğunda toplatma kararı var mı yok mu vb. bakılarak alınıyor veya alınmıyor. Şimdi yapılan düzenlemede çok vahim bir şey var. Bazı yayınlar, mesela yabancı dilde basılmış yayınların hapishaneye alınması Adalet Bakanlığı’nın onayına bağlandı. Bir diğeri, basın ilan ku-rumu tarafından ilan verilmeyen gazetelerin mahpuslara verilmemesi ile ilgili. Basın ilan kurumu bir gazeteye ilan verilip verilmeyeceğine dair bir değerlendirme yapıyor, ilan verilebilir bir gazete olarak değerlendirilir ise o zaman o gazete cezaevine girebiliyor. Basın ilan kurumu, adı üstünde, hapishane ile ne ilgisi olabilir. Ve ilan alamayan gazetelerin cezaevine girişi yasaklandı. Dolayısıyla suç içeren bir yayın yapıp yapmadığı, güvenlik açısından bir zarar oluşturup oluşturmayacağı ya da benzer değerlendirmenin dışında bir değerlendirme de hayatımıza girmiş oldu. Zengin basın yayın araçlarının hapishanelere girmesine imkan verileceği, diğerlerine izin verilmeyeceği, yine kimi dergilerin cezaevine hiç giremeyeceği anlamına gelmiş oldu. Bu, düşünce ve ifade özgürlüğü, bilgilenme, bilgi/ haber alma, haber verme hakkı çerçevesinde, basın özgürlüğü ve daha pek çok açıdan tartışılabilir. Cezaevine giremeyen gazete veya dergi açısından ve ona erişemeyen mahpus açısından…

-S.Ağkoç: Peki olumlu diyebileceğimiz bir takım değişiklikler de oldu mu?

G. Yoleri: Evet birtakım olumlu düzenlemeler de oldu. Mesela hamile kadınların tutuklanmaması ile ilgili tedbiren başka cezalandırma yöntemlerini öngörmesi, doğum yapan kadınların 6 aya kadar tutuklanmayıp ceza infaz ertelemesi ya da başka alternatif yaptırımlarla cezalandırılması gibi bazı düzenlemeler var.

Bunlar ihtiyaç mıydı? Covid’e karşı önlem amacıyla mahpusların serbest bırakılması için bir yasa ihtiyacı var mıydı? gibi sorularla ilerleyelim. Yoktu bir yasa ihtiyacı. Hasta mahpuslar, hamile veya çocuklu kadınlarla ilgili de bir yasa ihtiyacı yoktu. Çünkü var olan yasalar zaten bu değer-lendirmeye izin verecek durumda. Mesela davası devam edenler için kişinin tutukluluk duru-munu mahkemenin değerlendirme yetkisi var. Zorunlu olarak ayda bir tutukluluk incelemesi yapar mahkemeler. Hükümlüler bakımından da infaz savcılıkları bu kararları verebilecek durumda. Yani infaz kanunu içerideki kişinin bu koşullarda tutuklu olup olmamasına, tahliyesine ya da infaz ertelemesine karar verilebilmesi için uygundu. Dolayısıyla covid salgını, hastalık, yaşlılık, hamile veya çocuklu kadınlarla ilgili tahliye veya infaz ertelemesini gerçekleştirebilirlerdi. Bunun için bir yasa yapmaya gerek yoktu. Hamile ve bebekli kadınların tutuklanmamasının yasaya bağlanması iyi bir şey ama bu yasa olmadan da bunu yapabilirlerdi. Ama bir yasa yaptılar ve bunu çok olumlu bir gelişme olarak sundular. Oysa aslına bakarsanız özünde hiçbir şey değiştirmemiş oldular.

-S.Ağkoç: Bu düzenlemeler mahpuslar açısından da farklı sonuçlar doğurdu ve bu özellikle mu-halifler açısından çok tartışıldı. Bundan da söz edebilir misin?

G. Yoleri: Evet, eşitlik ilkesine aykırılık meselesi, en çok tartıştığımız konulardan birisi. Özellikle şartlı tahliye koşulları, denetimli serbestlik koşulları meselesi çok tartışıldı ki çok yerinde bir tartışmaydı. Özellikle eşitlik ilkesine aykırılık boyutuyla zaten Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapıldı. Bu noktada da kısaca şunu söylemek gerekir. Mahpuslar bakımından infazda eşitlik sağlanması gerekiyor. Ancak mevzuatta zaten var olan eşitsizlik bu yasanın infaz oranlarına, de-netimli serbestlik koşullarına ilişkin düzenlemeleri ile daha da derinleştirilmiş oldu. Özellikle muhaliflere, siyasi mahpuslara yönelik düşman hukuku uygulandığı eleştirisi vardı biliyorsunuz. Bu yaklaşım infaz paketinde bir kez daha bariz bir şekilde önümüze çıktı. Covid bile bu durumu değiştiremedi.

Öte yandan yasadan yararlandırılan, özellikle bireye ve topluma karşı şiddet içeren davranışlarda bulunmuş ve halen tehdit oluşturan faillerin, tehdit altındakileri koruyucu hiçbir tedbir alınmadan ortalığa salınmış olmasının sonuçlarını maalesef ağır şekilde gördük. Çıktıktan sonra eşini, çocuğunu öldüren insanlar oldu. Covid nedeniyle mahpusun yaşam hakkını korumaya çalıştım diyen devletin, aslında dışarıda başkalarının yaşam hakkını nasıl ihlal ettiğini hepimize gösterdi. Bunlar yaşam hakkını savunma noktasındaki yaklaşımın aslında ne kadar ikiyüzlü olduğunu, ne kadar tedbirsiz davrandıklarını gösterdi.
-S.Ağkoç: Bu konu da çok farklı biçimlerde dile getirildi.

G.Yoleri: Burada problem şu, mesela diyelim ki çıktı çocuğunu öldürdü. İnsanlar arasında eğilim şöyle gelişiyor “bu suçu işleyenleri asacaksın!”. Çözüm bu değil. Tehdit altındakini koruyacaksın. Önemli olan neye çözüm aradığımız.

-S.Ağkoç: Hasta ve 65 yaş üstü olan mahpuslar için bir beklenti var mıydı?

Yoleri: Tabii, bir ayrım gözetmeden yapsalardı, sadece covid’e karşı önlem olarak objektif kriter-lerle hareket edilseydi ağır risk altındaki bu mahpusların serbest bırakılmaları gerekirdi. Ama böyle yapmadılar. Yasayı gündeme getirirken covid’i bahane ettiler ama alakasız bir tablo ortaya çıktı. Eşitsizliği daha da derinleştiren, hasta mahpusların mağduriyetini daha da arttıran bir tablo ortaya çıktı.

-S.Ağkoç: Aslında iyi bir düzenleme yapılabilirdi, hapishaneler ve çıkan mahpuslar açısından. Ama hastanelerde de uzun bir süre düzenleme yapılamadı. Buna rağmen iktidar hastanel-erden ve hapishanelerden bir başarı öyküsü çıkarma peşine düştü. Bu konuda sen ne düşünürsün?

Burada “bir başarı öyküsü” var: toplumun geniş kesimleri tarafından uzun süredir var olan af beklentisi muhalifleri dışarıda bırakarak hayata geçirildi. Endişe verici olan şey şu bence. Toplum genellikle tartışırken şöyle tartışıyor; Bir süreç geldi karşımıza, pandemi var, bu süreçte acil önlemler alınması lazım, bu yüzden insanlar tahliye olsun diye bu yasa yapıldı. Hükümet yasayı öne çekerek tam da bu algıyı yarattı. Oysa hükümetin asıl niyetinin covid olmadığını, asıl hedefin kalıcı değişiklikler olduğunu görüyoruz. Onları yasaya yerleştirme fırsatı doğdu. Dolayısıy-la infaz kanunundan CMK’ya kadar bir çok yasada yasaklayıcı, kısıtlayıcı kalıcı değişiklikler oldu. Dolayısıyla hükümetin yasayı gündeme getirmedeki asıl amacıyla toplumun tartıştığı amaç arasında çok ciddi farklılıklar var. Bu durum herkesi çok zorladı. Hukukçular, insan hakları savunucuları dahil birçok kesimin tartışırken kafası karıştı.

-S.Ağkoç: Peki pandemi döneminde hapishanede kalanlar açısından neler oldu?

G.Yoleri: Hapishanelerin aşırı doluluğu, tutuklamanın zorunlu hallerde uygulanan bir tedbir olduğuna dair ilkeyi ihlal eden yargı tutumu nedeniyle, uzun yıllardır büyük bir sorun. Şimdi hapishanelerin aşırı doluluğuna çözüm bulundu, yaklaşık 80-90 bin civarında insan çıktı, koğuşlar boşaldı, denildi. Ama bugün hala gelen şikayetlerden, 7 kişilik koğuşta 39 kişinin, 43 kişinin kaldığını biliyoruz. Dolayısıyla bazı koğuşlar boşalmamış. Kaldı ki hapishaneler halen kapasitesinin üzerinde dolu.

Covid sürecinde hapishanelerde alınmayan önlemler çok endişe vericiydi. İlk günden bu yana risk grubundakiler serbest bırakılsın, sağlığa erişimin önündeki engeller kaldırılsın demiştik. Sağlığa erişimde zaten ciddi engeller vardı, şimdi daha da kötüsü oldu. Covid nedeniyle mah-puslar revire, hastaneye götürülemez, tedavi alamaz haldeler.

Hapishanelerde temizlik malzemesi, maske, eldiven verilmemesi, yeterli beslenme olanaklarının sağlanmaması, aile ve avukat görüşü yasaklandığından dışarıyla iletişim noktalarında da çok ciddi sorunlar yaşanıyor. Şeffaf bir salgın yönetimi sağlanmadı.
Bu süreçte mahpus yakınları bize bildiriyorlar; koğuşta hastalık belirtisi gösterenler oluyor ama hiç revire ya da hastaneye götürülmüyor. Biz başvurular yapıyoruz, avukatlar idare ile görüşüyor derken aradan 10-15 gün geçiyor ve bütün koğuşun covid olarak tespit edildiği bir tablo ortaya çıkıyor. Önlem alınmadığı takdirde bütün koğuşun hasta olması beklenen bir sonuç. Bu gibi nedenlerle daha fazla vaka gelecektir. Toplumda ölüm oranları azalıyor diye açıklamalar var ama hapishanelerde tam tersi bir tablo ile karşılaşacağız diye endişe içerisindeyiz.

S. Ağkoç: Pandemi döneminde İnsan Hakları Derneği olarak çalışmalarınızı nasıl yürüttünüz, ne tür başvurular aldınız?

Dernek ofisimizi açık tuttuk bu dönemde, başvuruların alınması ve takip edilmesi noktasında, bulaştırıcılık konusuna da dikkat ederek var olan düzenimizi sürdürdük. Bu dönemde toplumun her kesiminden başvurular aldık. Mültecilerden, hapishanelerden ve yoksul kesimden yoğun başvuru geldi. İşten çıkarılma, gelirden yoksun kalma, destek ve dayanışmadan yoksun kalma dolayısıyla açlık hali, yardım başvurularına cevap alamama, hastanelere kabul edilmeme yahut hastanelerde test yapılmaması, bilgilendirme eksikliği, tedavi önerilmeden eve gönderilme gibi şikayetler oldu. Hapishanelerden, hem mahpuslardan hem mahpus yakınlarından çok fazla başvuru geldi. Neredeyse tamamı bu süreçte tahliye edilerek dışarı koşullarında yaşamak istedi-klerini belirtiyorlardı. Mahpus yakınları süreci yakından takip edememelerinden çok endişeli.

Bu dönem “gelirimiz tamamen kesildi, kimse yardım etmiyor, kimse kapımızı çalmıyor, açız” diyerek başvuranların bir kısmına da cevap olmaya çalıştık. Bu aslında derneğimizin bir faaliyeti değil, ama aktivistler olarak bazı organizasyonlar yaptık, duruma kayıtsız kalamadık. Da-yanışma gereğinin çok öne çıktığı bir dönem. Ama çok az dayanışma organizasyonu oldu; yapılan organizasyonlar birbirinden bağımsız, kopuk ve çok yetersizdi. Yardım paketleri hazırladı belediyeler, bazı kişiler, kurumlar…Bize başvuru yapanları yardım kuruluşlarına bild-irdik. Gelmedi mi diyoruz, yok geldi; 2 kg un, 1 kg bulgur, ... ama yağ yok, tuz yok, soğan yok, tüp yok. Tabii ki devletin bu ihtiyaçları karşılaması gerekiyordu. İşten çıkarma yasaklandı ama yasaklandığında herkes işten çıkarılmıştı. Dolayısıyla bir esprisi yoktu artık. Göstermelik, işveren-lere yardımı hedefleyen, işsiz kalanlara çözüm üretmeyen uygulamalar yapıldı. Açıklamalara göre bu süreçte 4,5 milyon resmi başvuru olmus kısa dönem ödeneği için, dolayısıyla bu kadar işsiz üretti covid süreci. Bu sayıya kayıtdışı çalıştıranların işsizliğini de ekleyin tabii ki. Bir de salgına rağmen çalışmak zorunda kalanlar oldu. Mecburlar, ya çalışacak ya aç kalacak.

Derneğimize; tüketici haklarından psikolojik olarak yaşadığı sorunlara kadar, o kadar çok sebeple başvuru oluyor ki. Tabi yaşanılan mağduriyetle kıyaslandığında çok çok azının bize yansıdığını bili-yoruz; ama bundan bir fotoğraf çıkıyor. Her şeyi yansıtan fotoğrafın önemli bir parçası burada. Bu da bize devletin hak ve özgürlükler aleyhine nasıl tutum aldığını ve sorumlulukları nasıl göz ardı ettiğini, nasıl çiğnediğini gösteriyor. İnfaz yasasını tartışırken de nasıl manipülasyon uyguladığını gördük. İnfaz yasası, genel gerekçeler bölümünde o kadar mükemmel girişler yapıyorlar ki; çağdaş ceza hukuku, çağdaş hukukun gerektirdikleri…neredeyse tüm yasaklar gidecek özgürlükler gelecek diye düşünürsün.

S.Ağkoç: Son olarak Covid-19 bize nasıl izler bıraktı? Bir hukukçu, bir kadın, bir insan hakları savunucusu olarak önümüzdeki sürece ilişkin ne dersin?

G.Yoleri: Belli ki bu süreç biraz uzun olacak. Şu ana kadarki süreci değer-lendirdiğimizde, iktidardakilerin bu dönemi de “bir lütuf olarak” değerlendirdiklerine tanık ol-uyoruz. Kapitalizmin içinde bulunduğu ağır krize karşı aslında bir bütün olarak bu süreçten yararlandığını ve yararlanacağını; getirilen yasak ve kontrol uygulamalarının süreklileştirilme olasılığı olduğunu düşünüyorum. Üstelik toplum hastalıktan korunma kaygısı ile özgürlüklerinden haklarından vazgeçmeye kolaylıkla razı edilebiliyorken bu daha da mümkün görünüyor. Bu sü-reçte biz canımızla uğraştığımız sanıyoruz ama belediyelere kayyum atanıyor, her gün operasyon-lar oluyor, insanlar gözaltına alınıyor ve bir yandan da yasalar değiştiriliyor. İktidar bir yandan da zor koşullarının bütün araçlarını yaratıyor, güçlendiriyor. Ohal ve sıkıyönetim dönemlerinden daha fazla kısıtlama uygulanıyor ama toplumsal bir tepki yok mesela.

Sosyal bir yaratık olan insan sosyalliğine mesafe koydu ve bencil bir bireye dönüştü hızla. Da-yanışma zayıfladı. İnsan haklarıyla insandır diyoruz ama dünyayı yönetenler bedensel olarak sağlıklı olma halini varlık nedenimiz olarak kabul etmemizi istiyorlar. Bütün insanlığın buna zor-landığı, alıştırıldığı ve kabul ettirildiği bir süreçten geçiyoruz. Yarın deseler ki şurada hastalık var ve karantinaya alıyoruz, ya da takip için koluna şunu takacağız istemesek de kabul edeceğiz; çünkü başka seçeneğimiz olmayacak. Covid tehlikesi bitse bile başka hastalıklar aynı şekilde yaşamımıza girebilecek artık, bunu biliyoruz. Covid günlerinde en çok Orwell'ın 1984 romanını anımsıyorum. Umarım sonumuz öyle olmaz.

Sonuç olarak; “yarın güzel olacak” biçiminde iyimser değilim. Ama bu oyunu bozabileceğimize dair halen umutluyum…

*Dr., Hekim Sözü Yayın Kurulu Üyesi


Bu İÇERİĞİ Paylaş!