SAHTE BİLİM VE ŞARLATANLIK Neden satın alıyoruz? - Taner Damcı*


  • Hekim Sözü Eylül-Ekim 2021
  • 2233

Hastalarımıza ve çevremizdeki insanlara bakınca gittikçe artan sıklıkta sahte bilimin sözüm ona doğal, kimyasal olmayan, masum çözümlerine yöneldiklerini görüyoruz. Beslenme trendleri, ürünler, kavramlar sürekli olarak toplumun gündemine girip çıkıyor.

Bilim, teknoloji ve tıptaki hızlı ilerlemelere rağmen sağlık alanında giderek artan sayıda ve yeni kuşak sorunlarla karşılaşıyoruz. Bunlardan biri de sahte bilim (pseudoscience), alternatif tıp, tamamlayıcı tıp veya başka adlarla anılan ve büyük bir pazar oluşturan ticari sektör. Kendisine bilimsel süsü veren bu sektörün insan sağlığı, ekonomi, sağlık sistemleri ve hatta sağlık personeline şiddetin artışı üzerine olumsuz etkileri bulunuyor. Yaşamakta olduğumuz pandemi sırasında bunlar daha belirgin olarak açığa çıktı. Pandeminin başlangıcında vitaminler, gıda katkıları ve kelle paça gibi yiyeceklerle virusten korunulabileceği iddialarına şimdi de aşı çekincesi ve karşıtlığı eklendi.

Hastalarımıza ve çevremizdeki insanlara bakınca gittikçe artan sıklıkta sahte bilimin sözüm ona doğal, kimyasal olmayan, masum çözümlerine yöneldiklerini görüyoruz. Beslenme trendleri, ürünler, kavramlar sürekli olarak toplumun gündemine girip çıkıyor. Bunlar sağlıklı olma yolunda moda eğilimler ve söylemler. Herhangi bir kanıta dayanmadıkları ve bilgi birikimi sonucu oluşmadıkları için kısa sürede tükenip yenileri ortaya çıkıyor. Bu trendlerin tükeniş ve ortaya çıkış döngüleri iyice hızlanmış durumda. Sahte bilime bazen şarlatanlık, pazarlayıp satarak kendilerine maddi güç sağlayan kişilere de şarlatan denir. Eski zamanlarda batı dünyasında kasaba kasaba dolaşıp işe yaramayan sıvıları mucize söylemiyle satanlarla olan benzerliklerinden dolayı bugünkü şarlatanlar da kimi kaynaklarda “yılan yağı satıcısı” olarak isimlendirilirler. Günümüzde bazı şarlatanlar birer televizyon yıldızı kadar ünlenmiş, müridlik düzeyinde bağlı ve inançlı takipçileri olan, para ve güç sahibi olmuş kişilerdir. 

Sahte bilim, bilimsel yöntemlerle etkinliği kanıtlanmamış veya hiçbir etkisi olmadığı gösterilmiş hatta kimi zaman da açıkça zararlı yöntem, ürün ve söylemlerin pazarlanması ve satılmasıdır. Bazı durumlarda tıbba yardımcı ve onun destekçisi kimliğine bürünür, bazen de tıbbın karşıtı ve ipliğini pazara çıkaran söylemler kullanır. 

Şarlatanların en sevdiği ve aktif olduğu alanlar kanser, şişmanlık, diyabet gibi tıpsal tedavileri uzun süren ve emek isteyen konulardır. Ayrıca genel olarak sağlıklı olma, yaşlanmaya engel olma, iş ve okul başarısı, bağışıklık sisteminin güçlenmesi ve başka pek çok şeyin kendi ürün ve söylemleriyle iyileştirebileceği iddialarını sık sık ortaya atarlar. Sözüm ona tıbbın boşluklarını doldurmakta veya başarızlıklarını kapatmaktadırlar. Bu konularda insanlar sömürülmeye çok daha açıktır, doğru olmasını diledikleri, yüzde yüz sonuç verme iddiasındaki kolay ve mucizevi umutlara hemen sarılırlar. Sahte bilim büyük bir hızla bu insanların kaynaklarını tüketir, sonra hiçbir sorumluluk hissetmeden arkasını dönüp gider. Başka bir kılığa girmiş olarak yeniden ve başka bir köşeden ortaya çıkar.

Sahte bilimin bireyler, toplum ve sistemler üzerinde pek çok zararlı etkileri bulunuyor. İlk akla gelen olumsuzluk, insanların açıkça aldatılıyor ve sömürülüyor olmasıdır. Yalan yanlış söylemlerle ve bilimsel çalışma diye yutturulmaya çalışılan uyduruk veriler ve kişisel gözlemlere dayanan mucize vaatlerinin satılmasıdır.

Ancak daha önemli zarar insanların sağlığına olan etkileridir. Sahte bilim ürünlerinin içeriklerinin masum olmadığı ve vaskülit, ilaç etkileşimleri ve böbrek ve karaciğer gibi organlar üzerinde toksik etkilerinin olabileceği pek çok çalışmada gösterilmiştir. Bunun dışında başka bir sağlık riski de ürünlerin ve söylemlerin yarattığı yanlış güven duygusunun gerçek tedavilerin reddi veya yarıda bırakılmasıyla oluşabilecek vahim sonuçlardır. Kanser, diyabet, hipertansiyon, dislipidemi, şişmanlık gibi sorunlarda ilaç veya standart tıbbi tedavilerin kullanılmaması yaşamı tehdit eden sonuçlara yol açabilmektedir. Her durumun ilaçsız bir tedavi alternatifi olduğuna inandırılmış kitlelerde hem hastalıklar daha tehlikeli olmakta hem de aşı karşıtlığı gibi büyük toplumsal riskleri körükleyebilmekyedir.

Sahte bilim ve şatlatanlar sıklıkla bilim ve tıp karşıtı söylemleri dile getirdikleri ve medyayı etkin olarak kullandıkları için toplumda popülist politikalar sonucu zaten artmış olan bu eğilimleri körüklerler. Hastaneler ve sağlık personelinin kötü niyetli bir sistemin bilinçli veya bilinçsiz aracı oldukları algısı hekim hasta ilişkilerini olumsuz etkileyen, güven kaybı ve hatta çatışmalara zemin hazırlayan bir fay hattıdır.

“Neden sahte bilim ve şarlatanlar gittikçe yaygınlaşıp normallik algısı kazanıyor?” sorusuna yanıt aramadan önce sahte bilimin vaat ettiği gibi faydaları sağlamayan ürünleri pazarlayan bir satış alanı olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir.  Bu durumda onu besleyip büyütenler satın alan müşterilerdir. Gerçekten de her satın alınan sahte bilim ürünü bu pazarı büyütür, canavarı güçlendiririr, insanların tekrar tekrar aldatılmasını kolaylaştırır. Bunun için sahte bilim tüm enerjsini tanınmaya, insanları satın alma davranışı için ikna etmeye, reklama ve pazarda önüne çıkan engelleri yok etmeye ayırır. Bu konuda başarılı ve yaratıcı olduklarını itiraf etmek gerekir.

Aslında sahte bilimin yeni keşfedilmiş ve ortaya çıkmış bir kavram olduğunu söyleyemeyiz. Bilimin bugünkü anlamıyla insanların yaşamını belirlemeye başladığı aydınlanma çağından beri sahte bilim ve onun temsilcisi olan yılan yağı satıcıları hep sahnede oldular. Ancak günümüzde insan prototipinin değişmesiyle ve toplumsal iletişim kanallarını etkin kullanarak yaygınlaşıp, normallik algısı kazanmış ve güçlenmiştir.

Kurtuluşu bilimde ve ilerlemede arayan modern insanın, postmodern insan prototipine dönüşmeye başlaması sahte bilim ve şarlatanların üreyip canlanması için oldukça uygun bir iklim yarattı. Post modern özellikler taşıyan insanın pek çok niteliği onu sahte bilim ürünlerini satın almaya eğilimli hale getirir.

Modernizmin yapılarını sökerek düştüğü boşlukta post modern insan için kurtuluş derme çatma, yarım yamalak fikir veya bilgi sahibi, değeri kendinden menkul yöntemler ve kişilerdedir. Post modern insan kurumsal olmayan, net çizilmemiş, özgün aidiyetleri çekici bulur. Kadim zamanlardan beri sürekli zihnimizde olan ölüm, uzun yaşam ve sağlık sorunlarını çok somut olarak çözmek ister. Bu çözümlerin özgün ve bireysel olabileceğine inanır. Şüphecidir, her şeyin arkasında tuzak arar. Komplo teorilerine özel olarak eğilimlidir. Yalnız ve plansızdır.

Post modern insan yerleşik sistem ve düşünce kalıplarını küçümser. Otoriteyi reddetmeyi sever. Özellikle de kurumsal olanları. Sağlık sağlayıcı olarak modern tıbbı sorgular hatta ona saldırır. Bireysel, herhangi bir sistematiği olmayan, aşırı iddialarla ortaya çıkan küçük ölçekli sağlık kurtarıcıları onun gözünde daha değerlidir. Sık sık umutlu başlangıçlar yapar, bunun sonucu sık sık hayal kırıklığına uğrar. Moda olan mevsimsel sağlık trendlerini, bunları ortaya atan “uzmanlar”ın sık sık fikir değiştirip bir gün ak dediklerine diğer gün kara demelerini sorgulamaz.

Günümüz insanı doğa ve doğal sözcüklerine farklı anlamlar yükler. Kendini evrenin merkezi olarak konumlandırıp doğadaki her şeyin insanı iyileştirmek, hastalanmasını önlemek, performansını ve mutluluğunu artırmak için yaratılmış olduğunu sanır. Bu düşünceye göre doğa bizim bahçemiz, manavımız ve eczanemizdir. Doğada her sorunumuzun, her hastalığımızın ilacı vardır. Hastalık veya yaşlanma gibi olumsuzluklar insan doğadaki çözümleri bilmediği veya uygulamadığı için başına gelir. Doğa dünyanın en önemli varlığı olan insanın ona sürekli mucizeler ve sürprizle sunan hizmetkarıdır. Onun görevi budur. Bilim ise doğanın karşıtı, soğuk, yapay ve kimyasaldır.

Oysa gerçekte doğa ve bilim birbirinin karşıtı kavramlar değildir. Bilim doğayı, onun içindeki düzeni anlamanın ve onun insan üzerindeki etkilerini iyiye yönlendirmenin en etkin yoludur.

Hakim ekonomik sistem olan kapitalizm de sahte bilimin yelkenini rüzgarla doldurur. Buna göre her şey gibi sağlık da alınıp satılabilir bir meta olarak görülmeye başlanır. Bunun bir yansıması olarak günümüz insanı sağlık ve mutlulukla varlık arasında direkt bir ilişki kurar. Ona göre ne kadar para harcarsa sağlığı o kadar yükselir ve iyileşir. Oysa bu durum sadece çok yoksul topluluklar için geçerlidir. Hijyen ve beslenme gibi temel ihtiyaçların karşılandığı ekonomik düzeyden sonra fazla para harcamak sağlığı ve yaşam beklentisini artırmaz. Bu noktadan sonra ne kadar para harcarsanız harcayın ister en pahalı vitaminleri alın, dünyanın en lüks detoks kamplarına gidin, her yemeğinizi tek tek hesaplayıp başınızda dikilen bir beslenme uzmanı tutun, ister dışkınızı laboratuvarlarda analiz ettirip ona göre gıda katkıları tüketin, sağlık ölçütlerinizde bir milim bile ilerleme olmaz.

Yine kapitalist sistemlerde sağlık ve gençliğin bir değer yargısı haline dönüşmesi ve bunların satın alınabilir nitelikte kavramlar olduğu algısı sahte bilimin ekmeğine yağ sürdü. Yaşlanmamaya çalışmak veya en azından genç görünmeye çalışmak bir varsıllık göstergesi olarak ortaya çıktı. Dünyada anti-aging pazarının büyüklüğü 2018 yılında 50 milyar doları aştı. 2021 sonunda 60 milyar doları geçmesi bekleniyor.

İnsan prototipi dışında tıp pratiğinin yapısal özellikleri ve sorunları da sahte bilime ve şarlatanlara alan açmaktadır. Modern tıbbın uygulayıcısı olan hekimlerin etik ve temkinli söylemleri ve bu disiplininin  yarar odaklı (utilitarian) yapısı bunlar arasında sayılabilir. Etkilerin ve yan etkilerin açıkça ve rakamlarla ifade edilmesi modern tıp araç ve uygulamalarını, sahte bilimin mucize, bitkisel, doğal etiketleriyle süslediği ürünleri karşısında zayıf ve daha az çekici göstermektedir.

Bunun dışında doktorlarla hastalar arasındaki iletişim sorunları da sahte bilime geniş bir alan açmış durumdadır. Popülist politikaların yaygınlaşması sağlık hizmetini bunun önemli bir aracı haline getirdi. Yönetimlerin gözünde sağlık alanında kalite değil, çok ve hızlı iş yapma değer kazandı. Çoğu kurumda aşırı yüklenmeden dolayı doktor-hasta ilişkisinin derinliği, kalitesi ve süresi kaçınılmaz olarak azaldı. Bir yandan da tıp bilgisi ve pratiğinin inanılmaz ölçüde genişlemesi doktorlara küçük alanlarda uzmanlaşma zorunluluğu getirdi. Bunun sonucunda insanlar daha kapsayıcı, yumuşak ve kucaklayıcı görünen sahte bilime yönelme eğilimi göstermeye başladılar. Aşırı uzmanlaşmış hekimler zaman sorunları sebebiyle  kendi alanları dışına ilgisizleşip sahte bilim karşısında duyarsız kalmaya başladılar.

Bu sorunun çözümü veya en azından daha fazla büyümemesi için neler yapılabilir? Kökleri geniş bir alana yayıldığı için çözümün de farklı katmanlarda ele alınması önemlidir. Yönetimlerin ilaçlar ve sağlık kurumları üzerinde uyguladıkları denetim ve sınırlamaları bu alana da yansıtmaları gerekiyor. Şarlatanların söylemlerini topluma istedikleri gibi aktardıkları ve reyting uğruna bir yıldız haline dönüştürüldükleri medyanın da etik kodlarını gözden geçirmesi şart.

Biz hekimlerin de bıkmadan ve usanmadan hastalarımıza ve çevremize sahte bilimin risklerini anlatmamız uzun vadede sonuç verebilir. İtiraf etmesi zor da olsa pek çok şarlatanın bir zamanlar meslektaşımız olduğunu aklımızda bulundurmalıyız. Ne kadar yıpratıcı ve hak etmediğimiz koşullarda da çalışsak, sahte bilimin kazançlı, eğlenceli ve ışıltı gibi görünen ama adı gibi sahte, boş ve kirli dünyasından uzak durmamız gerekiyor.

 

KAYNAKLAR:

  1. Sağlık Ararken Aldatılmak. Neden Sahte Bilimi Satın Alyoruz. Prof: Dr. Taner Damcı. Doğan Novus Yayınları. 2020.
  2. Anti-Aging Quackery: Human Growth Hormone and Tricks of the Trade—More Dangerous Than Ever. Journal of Gerontology: Biological Sciences. Vol. 59A, No. 7, 682–691, 2004
  3. Is That a Fact?: Frauds, Quacks, and the Real Science of Everyday Life. Joe Schwarcz. ECW Press, 2014
  4. Science And Pseudoscience In Postmodern Societies. Željko Pavić. Informatol. 46, 2, 145-153, 2013
  5. The appeal of medical quackery: a rhetorical analysis.Widder RM. Res Social Adm Pharm. 11(2), 2015
  6. The postmodern assault on science. If all truths are equal, who cares what science has to say? Marcel Kuntz. EMBO Rep. 13, 10, 2012

*Prof. Dr., İ. Ü.-Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları/Endokrinoloji ve Metabolizma Anabilim Dalı


Bu İÇERİĞİ Paylaş!