Gazetecilik insan için yapılır-Röportaj: Osman Öztürk*


  • Hekim Sözü Eylül-Ekim 2021
  • 1523

Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici ile medyanın halleri, sağlık haberciliği, pandeminin medyada ele alınışı ve “tıbbın şarlatanları” üzerine konuştuk.

Siz uzun yıllar Hürriyet gazetesi Okur Temsilciliği yaptınız. Şimdilerde de kendi sitenizde medya ombudsmanlığı yapıyorsunuz. Nedir medya ombudsmanlığı?

Medya ombudsmanlığı, aslında bir öz denetim kurumu. Bir yandan medya ile, medya kurumlarıyla okurlar ve izleyiciler arasında bir köprü görevi görüyorum. Onların şikayetlerini ve beklentilerini alıp değerlendiriyorum. Bir yandan da medya kuruluşlarının gazetecilik etik ve ilkeleri doğrultusunda yayın yapıp yapmadıklarını denetliyorum. Bu anlamda bakıldığında medya ombudsmanlığı, gazeteciliğin daha yüksek seviyede yapılması için çaba harcayan bir öz denetim kuruluşudur. Bu anlamda kendi web sayfamda 1-1,5 yıldır da faaliyet gösteriyorum. İlk başta beni eleştirenler bile sanıyorum bir ölçüde medya ombudsmanlığının gerekliliğini ve bu konudaki etik eleştirilerin yararlı olduğunu kabul etmeye başladılar.

AKP döneminde medyada yaşanan dönüşüm gazetecilerin mesleki pratiğini nasıl etkiledi? Geçmiş yılları ve bugünü karşılaştırdığınızda aradaki en göze çarpan farklar neler?

Şöyle bir şey anlatayım. Sanırım geçen yıl, Dışişleri Bakanlığında sözcü, basın toplantısına geliyor ve “Arkadaşlar, bugün soruları önceden almayacağız. Bugün istediğinizi sorabilirsiniz” diyor. Genç gazeteci arkadaşlar, “Ne yapacağız biz?” diye apışıp kalıyorlar. Çünkü Türkiye’de bir süredir başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere bütün birimlerde, bakanlıklarda, genel müdürlüklerde soruların WhatsApp grupları aracılığıyla önceden gönderilmesi ve onaylanması halinde ilgili basın toplantısı sırasında sorulması gibi bir uygulama yerleşti.

Biz gazeteciler ve genel olarak medya sektörü 90’lardan bugüne kadar ciddi bir alt üst oluş yaşadık. Geleneksel medya 1990’lardan itibaren bir holdingleşmeyle, kartelleşmeyle karşı karşıya kaldı. Yayın dünyasından gelmeyen birtakım iş insanları, medya kuruluşlarını teslim aldılar. Tam o dönemde medya ağı genişledi. Eskiden bizim basın dediğimiz alan medya haline döndü. Sonra onun üzerine bir de internet geldi ve alan daha da genişledi. Bunun üzerine bir de siyasi iktidarın baskısı ve medyanın büyük bir bölümünü ele geçirmesi, tamamen kontrol altına alması ve tam da böyle bir ortamda dijital devrimin yaşanmakta olması bu alt üst oluşu getirdi. Bütün bu alt üst oluş, gazetecilik pratiğini de her yönden etkiledi. Bir yandan medya kuruluşlarında çalışan arkadaşlar patronların şirketlerinin, ortaklarının ya da çıkarlarının çıkarlarını etkileyecek haber yapmaktan imtina eder ya da yapamaz hale geldiler. Bir yandan dijital devrim, bizim haber yazma biçimimizi çok etkiledi. Örneğin, eskiden günlük haber derdik. Bir haberin ömrü bir gün sürerdi. Kelebek ömürlü derdik. Şimdi artık anlık haberden söz ediyoruz. İnternet çağındayız çünkü. İnternette haberler o kadar hızlı değişiyor. Bir yandan da her haberi yazan muhabir ya da editör arkadaş, o haber nedeniyle siyasi iktidardan bir tepki görüp görmeyeceğinden korkar hale geldi.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca özellikle pandemi sürecinin başında çok pozitif  bir profil çizdi ve o profilde gazetecilerin rahatlıkla soru sorabildiği bir politikacı imajı da vardı.

Şunun hakkını teslim etmek gerek. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, sadece her soruya açık olmakla kalmadı. Aynı zamanda Cumhurbaşkanlığında akredite olmayan gazete, televizyon ve ajansların temsilcilerini de kabul etti basın toplantısında. O anlamda daha serbestiyet yanlısıydı. Daha özgürlükçü ve demokratik davrandı. Krizler arttıkça, birtakım veriler gizlendikçe, o verilerin gizlendiği yönündeki tartışmalar ortaya çıkınca giderek basın toplantılarını azalttı ve sadece açıklamalara döndü. Bildiğim kadarıyla en son da video görüntülerle ya da ajans üzerinden açıklamalara başladı. Artık gazetecileri karşısına alıp sorulara cevap vermiyor.

 

Genel olarak sağlık haberleri medyada nasıl ve ne kadar önemli bir yer tutuyor, nasıl işleniyor?

 

Aslında bunlara ağırlık verilmesi gerekli; çünkü sağlık konusunda yazı yazmak, insanları bilgilendirmek medyanın kamu yararı faaliyetinin bir parçası olması gerekir. Fakat burada gerçekten kamu yararı, toplum sağlığı mı gözetiliyor yoksa tamamen ticari kaygılarla reyting ve tiraj kaygılarıyla mı yapılıyor derseniz ben reyting ve tirajın ağır bastığını söylerim. Neden? Çünkü yıllar önce bu konularda yazan sağlık muhabirlerinin ya da hekim yazarların yazılarının çok ilgi gördüğü, tiraj getirdiği fark edildi.

 

Bunları aslında ikiye ayırmak gerekiyor. Birincisi tıpla ilgili tamamen kozmetik bilgiler verenler. Bir de gerçekten sağlık ve hastalıklar konusunda bilgi veren, insanları uyaran ciddi birtakım programlar var. Türkiye’deki medyanın büyük bölümü maalesef birinci kısımdaki kozmetik alandaki yayıncılıkla uğraşıyorlar. Televizyonlardaki sağlık programlarına baktığınızda önemli bir bölümü, hekimleri, özellikle de plastik cerrahları parayla yayına çıkarıyor. Dolayısıyla o programlarda zaten toplum sağlığı gözetilmiyor. Gazeteler de yine aynı şekilde.

İşin bir tarafı bu.

Ama bir tarafı da sağlık konusundaki haberlerde ciddi iki temel problem var. Birincisi, haber yazma pratiği internetin gelişimiyle birlikte eskiden sadece belirli ajanslara, dergilere ve sınırlı alanlara ulaşabilen gazeteciler, dünyanın uzak köşelerine bile ulaşabilir hale geldi. Dolayısıyla Endonezya’da gayrı ciddi bir sitedeki bir sağlık haberi bile ya da İngiltere’de bir bulvar gazetesinde yayımlanan bir sağlık haberi bile doğruluğu kontrol edilmeden, sadece çevrilerek Türkiye’de yayımlanabiliyor. İkincisi de, sağlık konusunda hekimler de bir piyasa baskısı altında. Onlarda da ticari kâr kaygısı önde. Hepsinde değil tabii ki ama kimilerinde öyle. Bu hekimler, kendilerini öne çıkarmak için bazı gazetecilerle ilişkilerde kullandıkları “Şu operasyonu ilk kez ben yaptım.” ya da “Ben bunu daha iyi yapıyorum.” gibi bir takım ifadelerle medyada haber olmayı başarıyorlar.

Bizim “tıbbın şarlatanları” olarak tanımladığımız bazı hekimlerin bilim dışı, çarpıcı, sansasyonel açıklamalarına medyanın bu kadar yoğun ilgi göstermesini nasıl açıklayabiliriz? Buradaki bütün mesele reyting mi gerçekten?

Sadece sansasyonel olması, reyting ve tiraj getirmesi değil tabii ki. Biz gazetecilerin karşımızdaki kişi kim olursa olsun, hemen her alanda, sağlıktan spora, spordan eğitime hatta siyasete kadar önümüze gelen bilgiyle ilgili yapmamız gereken şeyler belli zaten. Kontrol etmek, araştırmak ve toplum sağlığına uygun olup olmadığına bakmak gibi bir editöryal kontrol mekanizmamız var bizim. Bunların uygulanmasında birtakım eksiklikler ve editöryal sorunlar var. Bunlar yapılmayınca, muhabir yeterli olmayınca, gazetenin kendisi bu tarz ticari baskı altında olunca, buradan bir reklam geliri ve hastanelerle bağlantılar gibi şeyler de devreye girince kontrolsüz biçimde yayımlanabiliyor. Gazetelerdeki bazı sağlık köşeleri bile parayla çıkıyor zaten. Medya kuruluşları onlara para vermiyor. Hekimler onlara para veriyor.

 “Alternatif tıp” denilen şey de medyada modern tıp kadar, hatta daha fazla ilgi çekiyor. Hacamat, sülük, vs.

 

Evet, alıcısı var onun. Onu fark etti medya kuruluşları. Onu fark edince de yayımlamaya başladılar. Maranki diye biri vardı. Bir dönem Milliyet’te bir dizi yaptılar. Hürriyet’te de bir dizi yaptılar. Birkaç bin tiraj aldıklarını görünce sürekli tekrarladılar. Eğitimi bile tıpla ilgili değil. Üstelik gazetede de doktor olarak sunuyorlardı. Gazete yöneticilerine sebebini sorduğunda “Tiraj alıyor” diyor. Tiraj alıyor olabilirsin ama insanların sağlığını düşünmen gerek. Gazetecilik insan için yapılır. İnsan için yapmayacaksan, para kazanayım da ne olursa olsun dersen bu gazetecilik olmaz zaten.

 

Buradan COVID-19 salgınına geçersek, pandemi sürecinde basının bu konuları ele alışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Hem bitkisel takviye hem pandemi konusunda şöyle bir örnek yaşadım. Bir gazeteci arkadaş, pandemi sürecinin ortalarıydı, kekik yağından üretilen bitkisel bir takviyeden ve onun içindeki bir maddeden söz ediyor. Kutusunun fotoğrafını da koyarak sosyal medya hesabından yayımladı ve “Bu pandemiye iyi geliyor. Bunu doktorlar da tavsiye ediyor. Bir doktor da kullanmış hatta.” yazmış. Ben de kendisini aradım ve “Arkadaşım, bunu yapman doğru değil” dedim. İnsanlar bunu alacaklar ve koronaya karşı tedbir olduğunu düşünecekler. Bu korumaz. Bu olsa olsa bağışıklığı güçlendirebilir. Bunun zararları konusunda okumuştum zaten. Belirli miktarın üzerinde alındığında zarar vereceği konusunda yazılar da var. “Bunu yapmasan iyi olur. Bu yanlış bir şey.” dedim. Uzun tartışmalar sonucu ikna olmadı. Ama “Sen şimdi oturup bunu yazacaksın, beni eleştireceksin. Tartışma konusu olacak. Ben bu nedenle kaldırayım.” dedi. O kaldırınca ben de yazmadım. Aradan aylar geçti. Bu arkadaşımız ciddi bir kalp rahatsızlığı geçirdi. Damarlarında sorunlar yaşamış. Geçmiş olsun diye aradığımda bana da teşekkür etti. “Sen haklıydın orada. Belki de ben çok fazla kullandım ve onun etkisi oldu.” dedi.

 

Pandemi sürecinde en başta “Türk ırkını çok etkilemeyecek”, “Kelle paça iyi gelir” gibi “çarpıcı” ifadeler öne çıktı. Ama pandemi tsunami gibi vurunca toplum da medya da onlara önce bir “Dur” dedi. Sonra bu durum giderek daha gevşedi. Bütün sürece baktığınız zaman nasıl değerlendirirsiniz?

Başta sağlık kurumları olmak üzere Türkiye’nin birçok kurumunda olduğu gibi Türkiye’nin medyası da pandemi sürecine çok hazırlıksız yakalandı. İktidar yanlısı medyanın önemli bir bölümü her şeyi alkışlamaya başladı. Maç bitmeden teknik direktör alkışlamak gibi. Maçın daha başındaydık ama buna rağmen “Aman bizim iktidarımız, aman bakanımız her şeyi ne kadar iyi yapıyor. Her şey çok iyi gidiyor. İtalya’da, İspanya’da insanlar hastanelerde yer bulamıyor, koridorlarda yatıyorlar. Biz onlara maske gönderiyoruz.” gibi övgülerde bulundular. Fakat işin ciddiyetini yeterince kavrayamadığı için medyanın yaygın bölümü, işin daha çok artistlik tarafında olan hekimleri ve ağzı parlak laf yapan, sansasyonel tipleri ortaya çıkardı. Uzmanlığa da önem vermediler. Gazeteler tirajı, televizyonlar da reytingi önemsedi. Böyle abur cubur şeyler yapıldı.

Fakat bu işin ne kadar ciddi olduğu anlaşılıp insanlar patır patır ölmeye başlayınca o zaman o sansasyonel isimler çekildiler ve onlara yer verilmedi. Bu konuda uzman isimler yer verilmeye başlandı. Ama yine de TTB’den isimlere çok daha az yer verildi.

Aşı meselesine gelince de ben bu konuda Hürriyet gazetesi yöneticisi Ahmet Hakan’la da tartıştım. Aşı karşıtlarının İstanbul’daki mitinginden sonra Hürriyet gazetesini ve onun gibi yayıncılık yapanları eleştirdim. Eleştirimin temel nedeni şuydu: Aşı karşıtlığı ve aşı tereddütü yaratan bilgiler, bu konudaki komplo teorileri, bilim ve mantık dışı ifadeler, görüşler ve yaklaşımlar medyada mümkün olduğu kadar görünmez kılınmalı. Çok ciddi bir bilim insanı söylemiştir, tartışmak zorundasındır. Ya da bir olay olmuştur, bunu tabii ki haberleştirirsin. “Ahlâki tarafsızlık” diyoruz. Ahlaki tarafsızlık dediğimiz şey, eğer ortada bir yanlış varsa onun yanlış olduğunu belirterek tarafsızlığınızı korursunuz. “A şahsı korona konusunda, aşılar konusunda şunu söyledi, mitinglerde bunu söyledi. Ama aslında bu bilim dışıdır. Çünkü uzmanlara göre şöyle şöyle.” gibi aktarılabilir. Onların görüşlerini aktarmak zorunda kalsanız bile onun yanlış olduğunu vurgulayarak söylemek durumundasınız. Hürriyet gazetesi o haberi, “Miting alanında ilginç görüntüler ve görüşler sergilendi” diye vermişti. Nesi ilginç? Son derece bilim dışı, akıl dışı şeyler. İntihar haberlerinin verilmesinde olduğu gibi, şiddetin pornografisinde olduğu gibi karşınızdaki bütün okurları sağlıklı ve sizin verdiğiniz her şeyi nitelikli bir biçimde değerlendirecek insanlar olarak kabul edemezsiniz. Bu da öyle.

 

Bugünlerde Türkiye’de her gün iki yüzün üzerinde insan pandemi nedeniyle ölüyor.  Ama gazetelerin hepsini toplasanız üç beş kişinin hikayesini ancak görebiliyoruz.

 

Bunları çok travmatize etmeden insan hikayelerini vermek gerekiyor. İnsanlar ancak bunları okudukça etkileniyorlar. Bunları okudukça ne olduğunu daha iyi anlıyorlar. Sadece medyayı değil, Sağlık Bakanlığı’nı da suçluyorum. Onlar da bunu yapabilirler. Hayatın kaybeden insanların hayat hikayelerini açıklamak, onları yazmak, aktarmak bu kadar zor değil. Onlar da yapmıyorlar.

Maalesef söylediğiniz gibi medyada şu anda pandemi ilgi odağı olmaktan çıktı biraz. Siyasi gelişmeler, ekonomik gelişmeler ve Türkiye’nin şu anda dış politikadaki sıkışmışlığı gibi çok ciddi başka problemler maalesef pandeminin önüne geçti. Tıpkı sokaktaki insanın pandemi konusuna alışma sürecine girmesi gibi medya da alıştı bu haberlere. Ama unuttukları bir şey var. Biz ne kadar ilgi göstermesek de korona bütün şiddetiyle ortalıkta kol geziyor.

Bir yandan medyanın haline, oradaki eksikliklere baktığımda üzülüyorum. Ama şunu da söylemem gerekiyor. Tabii ki bizim eksikliklerimizi gidermek konusunda hekim örgütlerine, sağlık örgütlerine de ciddi görevler düşüyor. Onların da medyayla ilişkilerinde her şeye rağmen, bütün eksiklik ve sorunlara rağmen daha aktif olmaları gerektiğini düşünüyorum. Yani her yanlışta uyarmak, her yanlışta onlarla iletişime geçerek düzeltmeye çalışmak gibi görevleri olduğunu düşünüyorum.

Bir de şunu eklemek isterim. Bütün bu eksiklikleri söyledim ama yine de umutsuz değilim. Çünkü bütün bu yaygın medyadaki eksikliklere rağmen bunları ortaya çıkaran, bunlarla uğraşan bağımsız ve eleştirel medyada çalışan çok yetkin arkadaşlarımız da var. O nedenle de umudumu yitirmiş değilim doğrusu.

Bir şey daha ekleyeyim. Sizler de varsınız. Hekim örgütleri de var. Sizler de mücadele ediyorsunuz, bizler de mücadele ediyoruz. Zaten mücadele etmeden de kazanmak ve doğruya ulaşmak mümkün değil.

 

Çok teşekkür ediyoruz.

 

 


Bu İÇERİĞİ Paylaş!