Sendika nedir, ne değildir? - Umar Karatepe*


  • Hekim Sözü Mayıs-Haziran 2022
  • 18954

Sendika ‘müşteri memnuniyeti’ benzeri ilkelerle çalışan, aidat karşılığı hizmet sunan bir şirket değildir. Gerçek bir sınıf sendikası tüm üyelerin çeşitli düzeylerde çalışmalara etkin bir biçimde katıldığı demokratik bir örgüttür.

 

Sendika nedir: “İşçilerin ortak çıkarlarını ve haklarını savunarak, çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek için örgütledikleri ekonomik-demokratik örgütlerdir”

“Sendika nedir” sorusuna verilen bu en genel yanıt oldukça açıklayıcı gözükse de tanımın içindeki bazı kavramlardaki ufak değişikliklerle, kavramlara yüklenen farklı anlamlarla, kavramlara dair farklı yorumlarla beraber “sendikal anlayış” da değişebiliyor.

Şimdi yukarıdaki tanım üzerinden sözcük sözcük, adım adım ilerleyelim.

“İşçilerin…”

Evet sendika sadece ama sadece işçilerin örgütlü olduğu bir sınıf örgütüdür. Peki işçi nedir, kime denir.

Sendikaların ilk ortaya çıktığı dönemlere, İngiltere’deki sanayi devrimine ve bu devrim sürecindeki büyük işçileştirme dalgasına karşı tepkilerden türeyen hareketlerin 18’inci yüzyılda “sendikalaşmaya” evrilmesine bakılarak sendikanın sadece ve sadece mavi yakalı sanayi işçisine özgü bir örgütlenme modeli olduğu düşünülür.

Oysa bu ilk büyük işçileştirme dalgasının üzerinden geçen en az bir buçuk asırlık süreçte, işçileştirmenin etkilediği kitlelerin kapsamı, mal ve hizmetler, mal ve hizmetlerin üretim yöntemleri, istihdam biçimleri değişmiş, en önemlisi de ücretiyle geçinenlerin dünya nüfusundaki payı dramatik ölçüde artmış1; kısacası dünya değişirken işçi sınıfının yapısı da değişmiştir.

Sendikaların bu değişimlere ne kadar uyum sağladıkları konusunu şimdilik bir kenara bırakarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: İşçi çalıştırmayan, kendi hesabına çalışmayan, işverenden aldığı ücretle geçimini sağlayan (işveren vekilliği görevini sürdürenler hariç) tüm ücretli çalışanlar işçidir. Türkiye’deki iş hukuku tarafından da büyük ölçüde (kamu çalışanları hariç) bu şekilde kabul edilen tanıma göre tüm ücretli çalışanlar için sendikalı olmak bir haktır.

“…ortak çıkarlarını ve haklarını savunarak…”

Bu ifade, işçilerin, yani ücret geliriyle yaşamını sürdürenlerin çıkarlarının ortak olduğu fikrine dayanır.  Hakları savunmak ve geliştirmek için haklı olmak yetmez, güçlü olmak da gerekmektedir. Güçlü olmanın yolu ortak çıkarlar ve haklar için bir araya gelmekten geçmektedir. Hakkını savunmak ve geliştirmek, işyerinden başlayarak, işkolunda, ulusal ve uluslararası düzeyde birlik olmak şarttır. Sade ve kolayca kabul görecek bu fikir fiiliyata geçtiğinde karmaşıklaşmakta, hayata geçirmesinde bir dizi güçlükle karşılaşılmaktadır.

Öncelikle ücretli çalışanların olduğu gibi işverenlerin de çıkarları ortaktır, ancak gerçek şu ki onlar daha örgütlüdür.  “Sendika” adı verilen dernekleri, siyasi partileri hatta devlet düzeyindeki örgütlenmeleriyle ortak sınıf çıkarlarını etkili bir biçimde savunurlar.

İşverenler sadece kendi birliklerini sağlayarak, örgütlenmelerini güçlendirerek değil, aynı zamanda karşısındaki sınıfın birliklerini zayıflatarak, onları bölerek, parçalayarak da ortak çıkarlarını savunurlar. Bunun bir yolu her türlü ideolojik aygıtı ve yasal zor mekanizmalarını kendi lehlerine kullanarak ücretli çalışanların örgütlü hak arayışının önüne geçmektir.

Ücretli çalışanların demokratik haklarının kullanımının engellenmesi açısından Türkiye dünyada örnek olarak gösterilen bir ülkedir. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) her yıl dünya ülkelerinin işçi hakları açısından değerlendirdiği Küresel Haklar Endeksi raporuna göre Türkiye, Bangladeş, Belarus, Brezilya, Filipinler, Honduras, Mısır, Kolombiya, Myanmar ve Zimbabve ile beraber işçi hakları açısından en kötü 10 ülke arasında yer almaktadır.2 Bu tablo, işverenlerin ve siyasi iktidarın ortak çabaları ile yaratılmıştır.

Ücretli çalışanların işyerlerinde, işkolunda ve ulusal/uluslararası ölçekte ortak hak ve çıkarlarını savunmalarını engellemenin bir yolu da onları statü, meslek, eğitim, gelir düzeyi, milliyet, inanç vs gibi eksenlerde bölüp parçalamaktan geçmektedir. Çıkarlarımızın bizim gibi ücretli çalışanlarla değil aynı milliyetten, dinsel inançtan, siyasi düşünceden vs. patronlar ile ortak olduğunu anlatarak karşısındaki sınıfı bölmeye, mücadele gücünü zayıflatmaya çalışırlar. Türkiye’de örneğini gördüğümüz gibi özellikle sarı sendikaları bu tip ideolojik manipülasyonlar için kullanırlar, onların büyümesi için -devletin tüm kurumlarını da seferber ederek- desteklerini esirgemezler. Benzer biçimde, ücretli çalışanlar arasındaki statü, eğitim ve gelir düzeyi gibi unsurlar üzerinden de bölerek karşılarındaki gücü zayıflatmak isterler. 

Bu nedenle “ortak çıkarları ve hakları savunmak” için, etkili biçimde savunmak için, tüm bu engelleri, manipülasyonları ve böl-parçala-yönet politikalarını aşmaya yönelik bir sendikal anlayışı, sınıf ve kitle sendikacılığı çizgisini güçlendirmek şarttır.

“…çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek için…”

Ücretli çalışanların sendikalarda birleşmesi için öncelikli motivasyon, ücretini patronların insafına bırakmamak, işyeri ölçeğinde birliği sağlayarak patronla toplu pazarlığa oturmak, -gerekirse grev gibi araçları kullanıp- toplu iş sözleşmesi imzalayarak gelirinde iyileşme sağlamak, iş güvencesini güçlendirmek, işçi sağlığını korumak ve çalışma saatleri başta olmak üzere çalışma koşullarını insanileştirmektir.

Ancak özellikle neoliberalizm ile birlikte, sadece işyeri ölçeğinde, yani üretim alanından verilen mücadeleler yaşanan kayıpları telafi etmekten oldukça uzak hale gelmiştir. Emeğin yeniden üretim alanı başta olmak üzere, eğitimden sağlığa, barınmadan ulaşıma her şeyin ama her şeyin sermayenin sınırsız birikim hırsının hizmetine sunulduğu bir ortamda çalışma koşullarında “kaşıkla” kazanılan haklar, piyasalaşma kepçesi ile geri alınmaktadır. Yaşamımızı sürdürmek için piyasadan almak zorunda bırakıldığımız mal ve hizmetlerin artışı karşısında, kazanılması haline dahi ücret artışları yetersiz kalmaktadır.  

Bu nedenle, çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirme hedefi önemlidir ve işyeri sınırlarında kalan bir sendika ufkunun yetersizliğini ortaya koymaktadır. 

Kamusal hizmetlerin meta olmaktan çıkarılması başta olmak üzere sosyal haklar için mücadele yürütmeyen bir sendikal çizginin, ücretlilerin ortak çıkarlarını ve haklarını savunma yeteneği de kadük kalacaktır.   

Bu nedenle “işçilerin ortak çıkarlarını ve haklarını savunarak, çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek için” mücadele ettiğini iddia eden sendikalardan hangisine üye olacağımızı seçerken, işyerinden aldığı güçle, bu ülkede ücretiyle yaşayan çoğunluğun yaşam koşullarını değiştirme iddiasını ortaya koyan, yani neoliberal piyasacı düzene karşı mücadele eden bir sendikada örgütlenmek, gerçek anlamda sendikalı olmanın en önemli şartlarındandır.

“…örgütledikleri…”

Sendikalı olmak sadece ve sadece e-devlet üzerinden birkaç tuşa basarak sendikaya üye olmak değildir.

Evet bir sendika üyelerine iş hukuku desteği sunar, çeşitli sosyal olanaklar sağlar, üyelerinin çıkarlarını savunmak için “lobi” yapar ama sendika bunlarla tanımlanamaz.

Sendika “müşteri memnuniyeti” benzeri ilkelerle çalışan, aidat karşılığı hizmet sunan bir şirket değildir. Sendikanın kendinden menkul bir gücü, sorun çözme yeteneği yoktur, tüm gücü örgütlü üyelerinden ve o üyelerin örgütlü faaliyetlerinden (eğitimler, eylemler, grevler vs) gelir. Bu nedenle her sendika üyesini bir sendika örgütçüsü olarak gören, üyelerinin söz ve karar hakkı üzerinden kendini tanımlayan, “sendikal demokrasi”yi ilke edinen yapıları var etmek ve güçlendirmek, haklarımızı kazanmanın ve geliştirmenin olmazsa olmaz bir şartıdır. “Gerçek bir sınıf sendikası tüm üyelerin çeşitli düzeylerde çalışmalara etkin bir biçimde katıldığı demokratik bir örgüttür”3

Sendikaya üyelerine “cennet” vaat etmez, vaat ediyorsa sendika değildir. Sendika, gerçekçilik ilkesine de sadık olarak, örgütlü mücadele ile hep beraber kazanmanın çatısıdır.

“…ekonomik demokratik

örgütlerdir…”

İşçi sınıfının örgütlenmesinin çeşitli düzeyleri vardır. İşçi sınıfı tarihte ekonomik-demokratik örgütlerde olduğu kadar politik örgütlerle de önemli kazanımlar elde etmiş, hatta işçi sınıfını devlet olarak örgütleme iddiasındaki deneyimler yaşanmıştır.

Sendikalar işçi sınıfının ekonomik-demokratik örgütleridir. Sınıfın ekonomik-demokratik örgütleri olarak sermayeden, devletten, siyasi iktidardan ve siyasi partilerden bağımsızlığı, hakların etkin biçimde savunulması için hayatidir. Ancak siyasi partilerden –mutlaka ve mutlaka örgütsel olarak- bağımsız olmak, siyasete ilgisizlik anlamına gelmemelidir. Türkiye örneğinde de yaşadığımız gibi, işçi sınıfının, ücretiyle geçinen çoğunluğun siyasetten uzaklaştırılması demokrasinin altının oyulmasına neden olmuştur.

Ücretli çalışanların çalışma ve yaşam koşullarını belirleyen sadece tek tek işyerleri değildir. Ücretlerden sosyal güvenliğe, işçi sağlığından sendikal haklara, hatta demokratik hak ve özgürlüklerin kullanımına kadar işçi sınıfını ilgilendiren siyasi kararlarla ilgili tutum belirlemek, bu kararları etkilemek ve hatta belirlemek sendikaların doğal görevidir. “Biz ekonomik-demokratik örgütüz” gerekçesiyle bu görevlerden kaçınan her sendika, “işçilerin ortak çıkarlarını ve haklarını savunarak, çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek için” mücadele etmekten kaçınmaktadır.

Demokrasi seçimden seçime oy vermek değildir ve bugün nüfusunun dörtte üçü ücret gelirleriyle yaşamını sürdüren bir ülkede, Türkiye’de işçileri siyasetten uzak tutmak başlı başına antidemokratiktir.

Ancak sendikalar siyasi parti değildir, ideolojik birliği değil, çıkarları ve hakları savunmak için birliği zorunlu görür. Farklı siyasi partilerden üyelerini -elbette siyasete de yön vermesi kaçınılmaz olan- bir mücadelede buluşturacak bir çizgiyi güçlendirmek önemlidir. 

Örneğin bazı sendikal merkezler güçlendiğinde ülkeyi yönetenler kendilerini daha rahat hissetmekte, aldıkları sermaye lehine kararlarda, önlerinde bir engel görmemektedir. Ancak işçi sınıfının sermayeden, devletten ve siyasi iktidardan bağımsız sendikal örgütlenmeleri güçlendiğinde ve meydana çıktığında, ülkeyi yönetenler haklarımızı gasp etmeyi planlarken “iki kere” düşünmek zorunda kalmaktadır. 

Bu nedenle e-devletten yaptığınız bir üyelik, bir başlangıç noktası olarak, sadece sizin değil, tüm çalışma arkadaşlarınızın, işkolunuzdaki tüm çalışanların, tüm ücretli çalışanların ve aslında tüm ülkenin kaderini değiştirmeye adaydır.

 

DİPNOTLAR

1) Örneğin Türkiye’de istihdamda ücretlilerin oranı 1988’de yüzde 40 iken 2020’de yüzde 70’e yükseldi (TÜİK Hanehalkı İşgücü Anketi)

2) ITUC Global Right Index, https://www.globalrightsindex.org/en/2021

3) “Demokratik Sınıf ve Kitle Sendikacılığının Temel İlkeleri”, DİSK Yayınları: 28, 1979, İstanbul, s.16 http://arastirma.disk.org.tr/wp-content/uploads/2021/05/DISK-28-DEMOKRATIK-SINIF-VE-KITLE-SENDIKACILIGININ-TEMEL-ILKELERI-1979.pdf

*Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi


Bu İÇERİĞİ Paylaş!