Hayvana Şiddet Yasası


  • Hekim Sözü Temmuz-Eylül 2024
  • 444

Cansu Özge Özmen / Doç. Dr., Yaşam İçin Yasa İnsiyatifi

Özgürlük hangi canlı için vazgeçilebilir? Hangi canlı daracık kafeslerde yumurtaları için ömrünü heba etmek ister? Hangisi en harika barınaklarda bir ömür ister? Hangisi midelerimize girmek üzere hayatından vazgeçer? Nasıl bir yasa katliamdan geçer?

17, 22 ve 23 Temmuz tarihlerinde toplamda kırk iki saati aşan komisyon görüşmelerinin sonunda teklif, bazı değişiklikler yapılarak AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla kabul edildi. Komisyon görüşmelerini ülkenin birçok yerinde nöbet tutarak, meclisin içinde ve dışında bekleyerek takip eden birçok hayvan hakları savunucusu ve uzman vardı. Uzmanların birçoğu görüşmeler sırasında fikirlerini paylaşabilmek için meclis koridorlarında beklediler. Salon değiştikten sonra koridorlara alınmadılar, ilk gün görüşmeleri izledikleri ekran ikinci gün sökülmüştü. Birçok muhalefet milletvekilinin de defaatle belirttiği gibi kanun teklifi hazırlanırken barolara, belediyelere, veteriner hekimlere, tıp doktorlarına, sivil toplum örgütlerine, derneklere danışılmadı; danışıldığı durumlarda ise sundukları uzman görüşleri teklifin içeriğine yansıtılmadı. Kanun teklifi, 30 Temmuz 2024 tarihinde TBMM Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sonucunda yasalaştı.

Kanun teklifinin ülke çapında neden olduğu tepkinin temel nedeni, 5199 nolu Hayvanları Koruma Kanunu’nun birinci maddesine eklenen “insan, hayvan ve çevre sağlığı” ibaresiyle başlayarak kanunun amacının hayvanları korumaktan çıkarılması ve hayvanları korumaya yönelik maddeleri kaldırması ya da değiştirmesiydi. Bununla birlikte, teklifin beşinci maddesinde yer alan “ötenazi” kelimesi, hayvanların keyfî bir şekilde öldürülmesinin önünü açıyordu. Komisyon görüşmeleri sırasında bu maddede değişikliğe gidilmiş olsa da madde kanunlaştığı haliyle 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanununun dokuzuncu maddesine atıf yaparak, ötenaziyi ya da hayvanları öldürmeyi yasal hale getirmiş oldu. On yıllardır hayvan hakları savunucularının kırmızı çizgisi olarak bilinen ve nüfus kontrolü için “kısırlaştır, aşıla, aldığın yere bırak” yöntemini öngören altıncı madde ise değiştirilerek hayvanların sahiplendirilemedikleri takdirde ömürlerinin sonuna kadar barınaklarda tutulmasını zorunlu hale getirildi: “…mevcutta uygulanan yakala-kısırlaştır-sal metodu yerine Kanun ile yeni bir yaklaşım getirilmektedir. Maddenin dördüncü fıkrasında bu doğrultuda yapılan değişiklikle, hayvan bakımevlerine alınan hayvanlardan rehabilite edilenlerin sahiplendirilinceye kadar bu yerlerde barındırılması hüküm altına alınmaktadır” (Kanun Teklifi, s. 13). Ayrıca, hayvan koruma gönüllüsü ibaresi de kanundan çıkarıldı. Çünkü artık sokakta hayvan olmayacaktı ve onların korunmasına da gerek yoktu. Böylece sivil toplumun zaten tamamen yadsındığı bu süreç sonucunda halkla sokaktaki hayvanların ilişkisi de resmî olarak tanınmaz hale geldi. Teklifte de belirtildiği gibi, Türkiye’de 105 bin hayvan kapasiteli 322 adet hayvan bakımevi olmasına rağmen, teklifin iddiasına göre nüfusu dört milyon olan köpeklerin bu bakımevlerine nasıl sığdırılacağı konusunda bir çözüm sunulmadı. Meclis görüşmeleri sırasında bu soru komisyon başkanı Vahit Kirişçi’ye yöneltildiğinde, Kirişçi de bu soruya net bir yanıt veremedi. Özetle, kanun teklifi sokak köpeklerinin (teklifteki muğlaklıktan dolayı önce teklifin kedileri ve diğer hayvanları da içerdiği düşünüldü, fakat sözlü ve daha sonra bir maddede yazılı olarak sadece köpeklerin hedef alındığı bir nebze de olsa netleştirildi) artık sadece toplanmalarını, sahiplendirilemedikleri takdirde ömürlerini barınakta geçirmelerini, gerekli görüldüğü durumlarda ise öldürülebilmelerini garantilemiş oldu. 

Kanun teklifinin genel ve özel olmak üzere gerekçeleri, birçok sivil toplum örgütü, tıp doktoru, psikolog, veteriner hekim ve uzmanlardan meydana gelen oluşumlar tarafından çürütülse de komisyon ve meclis görüşmelerinde gerekçelerin çarpıttığı veriler, toplumun yanlış bilgilendirilmesi, yasayı destekleyen bot hesapların oluşturduğu sunî kamuoyu göz ardı edildi ve demokratik ya da şeffaf bir tartışma ortamına izin verilmedi. Çarpıtılan verilerden bazıları Türkiye’deki kuduz vakalarıyla ilgiliydi. Kuduz temas şüphesiyle sağlık kuruluşlarına başvuran kişi sayısındaki artış, köpek-insan-kuduz ilişkisinde bir artış olduğu izlenimi yaratmak amacıyla gerekçelerde yer alıyordu. Halbuki, Türkiye’deki kuduz vakalarında artış yoktu. Aynı zamanda sahipsiz hayvan saldırılarında ve sahipsiz hayvan yüzünden gerçekleşen trafik kazalarında artış olduğu öne sürülüyordu. Ancak, trafik kazalarının kaçının sokak köpeği, kaçının yaban hayvanı kaynaklı olduğuna dair bir veri mevcut değildi. Aynı şekilde, saldırılarla ilgili koşullar, saldırının sahipli/sahipsiz köpekler tarafından gerçekleştiğine dair net bilgi de gerekçelerde yoktu. “Sahipsiz hayvanların sayılarının kontrol altına alınması bir yana bazı çevrelerce adeta sahipsiz hayvanların kontrolsüz artışı desteklenmektedir” gibi mesnetsiz ve muğlak ifadeler de on yıllardır sokak hayvanı nüfus kontrolü konusunda gerek belediyelerle işbirliği içinde gerekse bireysel çabalarla mücadele veren hayvan koruma gönüllülerini ve derneklerini hedef haline getiriyordu.

Gerekçeler içinde bekleneceği üzere sokaktaki kedi veya köpekleri besledikleri için katledilen Gülseren Yıldırım, Yahya Köşek, Meryem Köşek, Funda Güçlü, Alper Engeler ve insanlar tarafından işkence gören ve katledilen sayısız kedi ve köpek yer almıyordu. Aynı zamanda nüfus kontrolünü sağlamak amacıyla kaleme alındığı iddia edilen bu tasarıda sorunun önemli kaynaklarından biri olan evcil hayvan üretim ve satışına hiçbir kısıtlama getirilmedi. İnsanları barınaklardan veya sokaklardan hayvan sahiplenmeye teşvik edecek herhangi bir uygulama da söz konusu değildi.

“Bilimsel verilere göre, sahipsiz hayvanların popülasyonunun kontrol altına alınabilmesi maksadıyla tüm popülasyonun %70’inin kısırlaştırılması gerekmektedir” ifadesinden sonra tasarı metni Türkiye’de 2004 yılından beri yine dört milyon olduğu iddia edilen (hangi yılda kaç olduğu konusunda bir veri yok) nüfusun sadece %8,5 gibi bir oranının kısırlaştırıldığını belirtiyordu. Bu da 2004 yılından beri belediyelerin görevini yerine getirmediğinin kesin bir göstergesi olarak tasarıda yer aldı. Bu başarısızlığın nedenleri ve olası çözümleri hakkında son yirmi yıl içinde hiçbir önlem alınmadığı da bu şekilde belgelenmiş oldu. Daha sonra gerekçeler, Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü’nün Kara Hayvanları Sağlık Kodu’na atıfta bulunduğunu iddia ederek, kodda yer almayan bazı sonuçlar sıralıyor ve atıf vermediği bilimsel çalışmalardan söz ediyordu:

Kısırlaştırmanın uzun dönemde popülasyon üzerinde etki etmediği görülmektedir. Bununla birlikte; sürü halinde yaşayan sahipsiz hayvanların kısırlaştırılmasının saldırgan davranışları azaltmadığı, bu davranışlara ilişkin bir etkiye sahip olmadığı hatta bazı durumlarda saldırganlığın da arttığını gösteren bilimsel çalışmalar mevcuttur. Ülkemizin sahipsiz hayvan popülasyonunun yönetimine ilişkin uyguladığı yakala-kısırlaştır-sal metodunun dünyada uygulandığı ülke sayısı oldukça azdır. Metoda göre, sahipsiz hayvan yakalanır, kısırlaştırılır ve daha sonra toplandığı yere bırakılır. Ancak bu metot, sahipsiz hayvan sayısı az olan ülkeler için bile yeterli olmayan bir uygulamadır (s. 11).

Bu kodun yedinci bölümünün yedinci maddesinde nüfus sayım metodolojilerinden söz ediliyor. Ülkemizde hiçbir zaman yapılmayan zaten yapıldığı da iddia edilmeyen köpek nüfusu sayımları. Dolayısıyla, aslında kodda belirtilen “taşıma kapasitesi”nin aşılıp aşılmadığı da meçhul. Metin aynı zamanda kodda yer alan, sivil toplum örgütleriyle işbirliği, yerel halkla iletişim, uzmanlardan alınan görüşler, hayvan satışının düzenlenmesi, köpeklerin geçici süreyle tutulduğu barınaklar için asgari gerekli koşullar gibi kısımlara da değinmiyor. Yani tasarı, alıntıladığını iddia ettiği kodu alıntılamıyor, alıntıladığında ise maddeleri bağlamlarından çıkararak aktarıyordu.

Tasarı, yakala-hapset ya da yakala-öldür gibi metotların uygulandığı Romanya gibi örneklerden ve bu metotların ne kadar başarısız olduğunda da söz etmedi. 1975 yılında başlayan ve Güney Hint Okyanusu’nda yer alan Prens Edward Adaları’ndan biri olan Marion Adası’ndaki 2500 kediyi öldürerek yok etme teşebbüsünün işe yaramadığından da bahsetmedi. Ada gibi izole bir alanda bile kedilerin öldürerek yok edilme teşebbüsünün muhalefet milletvekilleri ve uzmanlar tarafından defalarca gündeme getirilen “vakum etkisi”ne yol açtığı, hayvanların üretilerek satışının devam ettiği ve belediyelerin yirmi yıldır yakalayamadıkları köpekleri yakalamayı başarsalar bile köpek nüfusunun artmaya devam edeceği bilinmesine rağmen tasarı geri çekilmedi. Vakum etkisi, herhangi bir bölgeden uzaklaştırılan köpeklerin ya da kedilerin yerine zaman içinde yenilerinin yerleşmesiyle nüfus artışının önlenmesini engelleyen başarısız yöntemlerin bir sonucu. Köpeklerin tamamen bir bölgeden uzaklaştırılması yani hapsedilmesi de öldürülmeleri de aynı sonucu yaratıyor.

Peki yasa tasarısı kabul edildiğinden beri neler oldu? Uzmanların yaptığı uyarılardan bir tanesi de hayvana karşı şiddetin bu yasayla meşrulaştırılmasından sonra sokak hayvanlarına ve sokak hayvanlarına bakım veren insanlara karşı şiddetin artacağıydı. Maalesef, böyle de oldu. 30 Temmuz 2024 tarihinden önce yasaya karşı gelerek toplanan ve öldürülen hayvanların sayısında büyük bir atış izlendi. Altındağ ve Niğde’de taze ve toplu köpek mezarları bulundu. Birçok barınağın on yıllardır olduğu gibi koşulları görüldüğünde barınacak mekanlar yerine ölüm kampları olduğu ortaya çıktı. Birçok insanın bakım verdiği sokak hayvanları komşuları tarafından çeşitli işkencelere maruz bırakıldı ve öldürüldü. Kedi besledikleri gerekçesiyle insanlar kendi oturdukları sitede şiddet gördü. Eylül ayı başında Kalamış’ta başlayan zehirlemeler sonucunda en az altmış bir kedi, iki köpek, iki martı ve iki kirpi korkunç bir şekilde can verdi.

Cumhuriyet Halk Partisi, Hayvanları Koruma Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun on yedi maddesinden on altısının iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu ve mahkeme 5 Eylül tarihinde davanın esastan görüşülmesine hükmetti. Ülke genelinde kanuna karşı eylemler sürüyor. AYM’nin kararı iptal yönünde olsa bile, iptal kararının uygulanıp uygulanmayacağını bilmiyoruz. Uygulandığı takdirde de toplumun azınlığını oluşturmalarına rağmen, bu şiddet ehliyetini edinen güruhun durdurulmasını sağlayacak mı, onu da hep birlikte göreceğiz. Hayvan hakları savunucuları olarak hayvanlar için ülke tarihimizin en kötü günlerini yaşıyor olmaktan dolayı çok üzgünüz. Ömrümüz yettikçe, aklıselim sahibi uzmanların da desteğiyle bilimsel verilere dayanan, ahlaka ve vicdana uygun bir hayvanları koruma yasası için mücadelemizi sürdürmeye devam edeceğiz.

Dipnot:

Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi: https://cdn.tbmm.gov.tr/KKBSPublicFile/D28/Y2/T2/WebOnergeMetni/df2c98ac-4cb1-4003-9c07-935b00f06b0e.pdf


Bu İÇERİĞİ Paylaş!