Tabip odası neden siyasetle ilgileniyor?


  • Hekim Sözü Temmuz-Eylül 2024
  • 726

Ali Çerkezoğlu / Dr., Hekim Sözü Yayın Kurulu Üyesi

“Yönetimi ellerinde tutanlar asla işlerine gelenin dışına çıkmazlar. Onlara göre doğru yol, güçlülerin, kanunlarına, emirlerine boyun eğmektir. Bu yöneticiler, yanıldıklarına asla inanmazlar. Oysa her bilgi erbabı kendi altında olanı gözetmelidir. Mesela, doktor hastalarını -kendinden güçsüz olanları- gözetir. Kaptan, yolcularını korumaya çalışır. Onlar, tüccar değillerdir. Yönetici de onlara benzemelidir. İşinde çalıştığı kimselerin işini gözetmelidir. Her yaptığını yönetilenin işine gelmesi için yapmalıdır.”

“Devlet- Poleteia”(Platon)

Dünya tarihinin ilk ütopyalarından sayılan “Devlet” adlı eserinde Platon (Eflatun), ideal toplum düzeninin, adaletli bir devletin nasıl olması gerektiğini tartışır.  

Kuşkusuz binlerce yıl öncesinin filozofları ile gerekçelendirmeye gerek yok. Ama yine de hekimler için “onlar tüccar değillerdir” ve “yönetici de onlara benzemelidir” argümanlarını, üzerlerinden binlerce yıl geçmiş olsa da önemsememek olmaz. Hekimliğin geçimin sağlandığı bir meslek olması gerçekliğini kabullenerek ama tüccarlık kalıbına da sığmaması gerektiğinin altını çizerek devam edeyim. Yöneticilerin de onlara -hekimlere- benzemesi için hekimlerin de yapması gerekenler olduğu çok açık; bu kısa alıntıda çağımızın tabip odasına ve “yöneticilerine” de öncelikle “güçsüz olanların gözetilmesi talebini” iletiyor Eflatun, tarihin ve felsefenin derinliklerinden...

2.500 yıl öncesinden gelen ve hekim kavramının geçtiği yukarıdaki alıntının tartışmaya çalışacağım soruya önyargısız ve mesleğin sorgulayıcı - sağaltıcı yönü öne çıkarılarak bakılmasına yardımcı olacağını umuyorum.

Odamızın tartışma kanallarında istisnasız üç beş ayda bir bu soru ve devamında kısır bir tartışma mutlaka gündeme gelir! Tabip odası neden siyasetle ilgileniyor?

Bir kısmı kötü niyetli bir kısmı samimi bir hekim grubunun TTB ve İstanbul Tabip Odası için ısrarla sorduğu klasikleşmiş bir sorudur. Devamında, “Sadece biz hekimlerin haklarını savunsa, hekim lobisi yaratıp diğer kesimlerin aleyhine de olsa ‘ayrıcalık’  talep etse, hekim emeğinin değerli oluşundan yararlanarak tüm sorunlarımızı çözse ne güzel olur” beklentisi vardır.

İlk bakışta; ülkemiz için haklı bir eleştiri olarak gelebilir, tabip odası “Neden bir hekim olarak sadece benim haklarımı korumuyor da insan haklarına yoğunlaşıyor ya da küresel ısınmaya karşı mücadelede ediyor?” sorusu.

Tabii ki hayatın, sağlık ortamının, ülke sosyolojisinin, etik ve deontolojik değerlerin ve siyasetin temel paradigmasının gerçekliği bu beklenti ile örtüşmüyor.

Çünkü “sorunu bitmeyen bir ülke icat etmişler ve bizi de içine yerleştirmişler” tezini doğrularcasına, sabah başlayan gündemin akşamı çıkarmasının mümkün olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Ülkenin genel sorunlarına ek olarak sabah mesaisinden 24 saatlik nöbetlere kadar sağlık hizmet sunumunun her anında ve ister özel ister kamu her mekânında karşımıza çıkan bin bir sorun da cabası. Şiddetten, yönetici mobbingine, ciro baskısından, korku filmi gibi her an kapıyı tıklatarak ya da tekmeleyerek odaya girmesi muhtemel 80. hasta yakınına kadar anksiyeteye yol açması muhtemel onlarca başlık sayılabilir.

Ne büyük bir heyecanla hekimliğe yeni başlarken, ne asistanlığa ya da uzmanlığa ilk adımı attığımızda, ne liyakatsizliğe ve kötü koşullara isyan ederek “özel”e kaçmaya niyetlendiğimiz olgunluk dönemimizde, ne de “kamudan emekli olayım” telaşıyla kamuya tekrar dönme çabasına düştüğümüz son periyotta huzura kavuşmamız mümkün olmuyor. Yani icat edilen “sorunlar ülkesinde” sadece yaşamımıza sınırlar konmakla kalınmıyor. Hekimliğimizin özerkliği, niteliği, geliri, koşulları da piyasa ekonomisini benimsemiş “siyaset” üzerinden şekilleniyor.  

Öylesine açık bir durum var ki, değil tabip odası, “Aşağı Kepirce Köyü” yardımlaşma derneği olsanız bu siyasetin belirlediği gündemlerin dışında kalamıyorsunuz!

İsterseniz konuya doğrudan girelim. TTB ve tabip odasının sadece devlet mekanizmasını değil sosyal yaşamı da dinsel saiklerle belirleme girişimlerine karşı muhalif tutum takınması biraz olağan karşılanabiliyor. Ülkedeki ekonomik program uygulayıcıları hangi politik eksenden olurlarsa olsunlar, hekimler- sağlık çalışanları ve tüm emekçilerin ekonomik talepleri, anti emperyalist tutum ve söylemleri, ülkenin kaynaklarının korunması, küresel ısınma, doğaya ve parklara sahip çıkmak, kadın haklarında takınılan tutum, kısaca 1 Mayıs’lara aktif katılımdan, GEZİ’nin sekretaryasında yer almaya kadarki geniş bir eksende politikaya müdahale daha az itirazla karşılaşıyor.

“Tabip odası neden siyasetle ilgileniyor” sorusu ile aslında; özel olarak ve net bir biçimde, insan hakları evrensel beyannamesinden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına, hekimliğin en temel ilkeleri olan ve Hipokrat yemininde simgeleşen değerlerine ve hatta mevcut Anayasamızın insan haklarını korumayı hedefleyen maddelerine kadar tüm müktesebatı yok sayarak, TTB ve İstanbul Tabip Odası’nın bu düzlemdeki hiçbir konuya ses çıkarmaması isteniyor.

Bu değerleri inkâr edercesine her durumda sadece “devlet” hatta çoğu zaman “derin devlet” söylemine destek verilmesi, verilmiyorsa bile en azından sessiz kalınması, görmezden gelinmesi gerektiğine dair yaygın bir kanı bu. İşte tam da bu aşamada “Tabip odası siyaset yapmasın” cümlesini anlaşılır bir dile çevirdiğimizde; “Tabip Odası bu kapsama giren konularda sesini çıkarmasın”, hatta bazı politikacılara bırakırsak “sesini kessin!” sonucu çıkıyor karşımıza.

Biliyorum, ülkemizdeki on milyonlarca insanın her şeyi kolayca açıkladığı egemen paradigmanın etkisi bu. Bırakalım dışına çıkmayı, sorgulanması bile çok zor. Bu konularda sorulacak her soru, söylenecek her aykırı söz “muhaliflik -solculuk” kalıbı ile başlar “vatan hainliği” damgalaması ile sonlanır.

Ama kendi adıma ve içinde on yıllardır emek verdiğim, mücadele yürüttüğüm kurumlar adına rahatlıkla söyleyebilirim ki, “siyaset yapmak” olarak kodlanan bu “insan haklarını koruyan hekimlik” anlayışının terk edilmesi mümkün değil. Tercih değil bir zorunluluk ya da ön şarttır. Zaten bu tutumun tersi hekimliği reddetmek anlamına gelir. Üzgünüm ama tabip odası “siyasetle” de ilgilenecek ve buradan aldığı güçle ve geniş bir hekim grubuyla oluşturacağı sinerjiyle hem hekimlerin hem de ülkenin haklarını koruyacak. İnanın ne kişi olarak bizlerin ne şu anda farklı düşünüyor olsalar da eleştirel bakan hekimlerin ne de ülkemizin çıkarı bu riyakarlığa sığınmakta değil.

Tabii ki konu bu rahatlıkla açıklanamaz. Çünkü doğrudan anlatmaya kalksam, bugünümüzün, geleceğimizin, hekimliğimizin ve “küçük bir sahil kasabasına kaçmayı başarmış olsak bile” bütün ömrümüzün siyasetin aldığı kararlarla şekillendirildiğini söylemekle de yetinebilirdim.

Öyleyse “Tabip odası siyasetle ilgileniyor” eleştirisinin en çıplak haliyle nereden kök aldığını yazarak ve en açık hali ile tartışarak devam edeyim.

“Savaş bir halk sağlığı sorunudur”, “idam” bir cezalandırma yöntemi olamaz ve hekimler idam edilecek olanlara “uygundur” raporu veremez!  Saddam’ın yönettiği Irak’ın Halepçe kenti için de, Hiroşima ve Nagazaki’ye Amerika tarafından atılan “nükleer - atom bombaları” için de, ülkemizde kameraların naklen verdiği “ağaçların kesilmesine, kamusal parka AVM dikelmesine karşı çıkan” Gezi’deki milyonları biber gazına boğanlar için de kameraların göremediği bölge ve şehirlerde yaşanan gaz ve bomba kullanımı için de, asayişi sağlamada, terörü önlemede ya da devletin herhangi bir sorunu çözme girişimlerinde ve sadece devletin değil her kim kullanırsa kullansın; nükleer silahlara, bombalara, kimyasal ve biyolojik silahlara, mayınlara karşı çıkmak insanlığın temel misyonudur ve varlık sebebi yaşatmak olan bir mesleğin mensupları ve meslek örgütleri olarak ötelenemez görevimizdir. 

Bir insanlık suçu olarak “işkenceyi” reddetmenin, en etkili tespit yöntemi ve daha da önemlisi caydırıcı faktör olan “İstanbul Protokolü”ne uygun adli muayene yapılmasını talep etmenin, evet, siyasetle ilgisi vardır. Ve son olarak bam teline basmadan yazıyı bitirmeyelim. Ülkemizdeki eşitsizlik ve ayrımcılığın bitirilemediği her dönemde ister “ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı” ilkesi isterse meseleyi “terör ve bölücülükle mücadele” ekseninde değerlendirin, hayatımızı, mecburi hizmet başta olmak üzere mesleki yaşamımızı, askerliğimizi, ülke kaynaklarını ve doğal olarak bu kaynaklara ihtiyacı olan sağlık bütçesinin azlığını ya da çokluğunu belirleyen askeri harcamaları, “anlaşılmayan bir dilde” konuşan hastadan anemnez alınamayacağı gerçeğini sağlıktan ve hekimlik değerlerinden yalıtmak mümkün olmayacağından; “Kürt sorununun” çözümünde herkesin olduğu gibi TTB ve tabip odasının da  sözü, diğer bütün demokratik kurumlar, sendikalar ve demokratik kitle örgütleri ile birlikte bir tutumu olmalıdır.

Unutmamalıyız ki tüm bunlar demokratik bir ülke olma yolunda atılacak adımlara TTB ve tabip odalarının bir katkısı olarak görülmelidir.

Hekimliğin binlerce yıldır onurlu bir meslek olarak varlığını devam ettirebiliyor olmasının kerametini, tarihsel olarak kendisini haklı çıkaracak olan değerlere sarılmış olmasında bulabilirsiniz.

Kuşkusuz savunduğumuz değerler ışığında TTB ve tabip odasının insan yaşamını savunma ve insan haklarını korumada İnsan Hakları Derneği’nin, çevreyi koruma konusunda Ekoloji inisiyatiflerinin, işçilerin hakları açısından işçi ve kamu sendikalarının rolüne bürünmemesi gerektiğini söylemeye bile gerek yok. Kürt sorununun çözümü, Alevi yurttaşların uğradığı ayrımcılık,  kadın cinayetleri ya da LGBTİ+ meselelerinde sağlık ve hekimlik düzleminden söz söyleme, ilgilenme ve müdahale etme ile siyasi parti gibi davranma arasındaki farkın ayırdına vararak, hekimlik değerlerinden, sunduğumuz sağlık hizmetinin niteliğinden ve meslektaşlarımızdan aldığımız güçle başta sağlık siyaseti olmak üzere bizleri etkileyen ve etkileyecek bütün meselelere seyirci kalınmayacağına dair kararlılık, sorunun en kısa cevabını oluşturur. 

Bu nedenle, Eflatun’un iki bin beş yüz yıl öncesinden yankılanan sesini duymaya, uyarılarını dikkate almaya ve sadece TTB ve tabip odasını değil, tüm hekimleri ve 85 milyon yurttaşımızı kendi gündemleri ve kendi değerleri üzerinden siyaset yapmaya davet ediyorum…


Bu İÇERİĞİ Paylaş!