Salıncak


  • Hekim Sözü Temmuz-Eylül 2024
  • 79

Haydar Can Dokuyan / Dr., Hekim Sözü Yayın Kurulu Üyesi

Mehmet amcayla 8. Nöbetimde tanıştım. Ağustos ayının 8 ‘i idi. Sayılara inanmam ama mesleğe yeni başladığım o günlerde halen işe gittiğim günleri sayıyordum. Diğer günlerden bir farkı da yoktu. 48A’ ya her zamanki saatinde bindim. Bu otobüsün dolaşa dolaşa gitmesini seviyorum. Müzik dinleye dinleye önce Nilüfer’in içinde dolaştık sonra Bursa’nın tarihi sokaklarını dolaşa dolaşa Çekirge içinden yeşilliklerin ve kadim yapıların arasından Tophane sırtlarındaki Memleket Hastanesi’ne ulaştım.  Görkemli turkuaz bina ilk gördüğüm günden beri etkilemiştir beni. Bazı binalar vardır. Yaptığı işin ruhunu taşır. Turkuaz rengi, birbirine yakın dikdörtgen pencelereleri ile bu 7 katlı bina da hastane ruhunu taşıyordu bana kalırsa. Bana öyle geliyor ki üzerinde hastane yazmasa bile hastalar kendiliğinden yürürlerdi buradan içeri.

Acil servisin içinden sabah henüz yoğunlaşmamış polikliniklere bir göz atıp nöbet odasına uğradım. Nöbetten çıkacak ekibin artık alıştığım yoğunluk şikayetlerini çay simit eşliğinde dinledim.  Acil nöbet çizelgesini kontrol ettikten sonra yine tüm nöbet sarı alana yazılmama gocunur gibi oldum. Bir yandan da yeşil alanda 2 dakikada bir hasta bakıp poliklinik sırası eritme stresi yaşamayacak olmam rahatlattı doğrusu. Bu eski hekimlerle anlaşamayacağız belli ki. Performans yapmak için yine kendileri yeşilde; yenileri sarı- kırmızı alana yazmışlar. Anlayacağınız daha ciddi ve ağır hastalar yine bize kalmış. Şimdilik ses etmemek en doğrusu. Sarı alanda hastalar doğrudan sırayla perdelerin arasında yan yana dizilmiş sedyelere oturuyor. Hiç değilse muayene edecek zaman oluyor. Hastayı muayene ettikten sonra hastaların eline verilen pembe kartlara muayene bulgularını ve tedaviyi yazıp hemşire hanımlara veriyoruz. Hemşire hanımlar tedaviyi hazırlayıp uyguluyor. Yan yana dizilmiş sedyeler arasında gezeceğim 24 saatlik nöbet böylece her zamanki gibi başlıyor.

Hastaları uzun süre müşahade altında tutmak ya da uzun sürecek tedavi vermek çalışma koşullarını zorlaştırıyor. Çünkü sedye sayısı kısıtlı ama hasta sınırsız…Sedyelerdeki hastaların tedavi ya da tetkikleri uzun sürerse sıradaki hastalar homurdanmaya başlıyor. Durumu kritik olan hastaları atlamamak, sıranın çok uzamasına mani olmak, tedavileri doğru yazmak bu yetmezmiş gibi hastalara durumu anlatıp ikna etmek lazım. İlk nöbetler biraz sarsıldım ama bir şekilde içinden çıkabildiğimi görünce mutlu olmadım da değil. Evrimin şu yasası unutulmamalı; Ne en güçlü olan tür hayatta kalır ne de en zeki olan. Değişime en çok adapte olabilendir hayatta kalan.

Perdelerin arasındaki sedyeleri gezip negatoskopda akciğer filmlerine, elime tutuşturulan sonuçlara bakıp koştururken Mehmet amcayla tanışacağımı bilemezdim tabi. Akşam saat 8 sularıydı. Bir gözüm sürekli sarı alanın kapısındaki hasta sırasında muayeneleri yapıyordum. Bir ara beni boşta yakalayan hemşire hanım; ‘Hocam sedye 8’e de hasta aldık. Gördünüz değil mi?’ diye sordu. Kaşlarımı kaldırıp kafa sallayarak perdeyi açtım. İşte Mehmet amca oracıkta oturuyordu. Beyaz saçları, mavi gözleri, ekose kahverengi gömleği ile ellerini bacaklarının üzerine koymuş bekliyordu. Halinden oldukça sıkıntı içinde olduğu belliydi. Yüzünden ter damlaları aşağıya doğru süzülüyordu. Geç gördüğüme canım sıkılarak yaklaştım.

-Geçmiş olsun amca, ne şikâyetiniz vardı?

-Sanırım salıncaktan inme zamanı geldi evladım.

Öksürük, nefes darlığı, karın ağrısı gibi bir şikâyet beklerken amcanın söylediğini yanlış anladığımı düşündüm.

-Anlamadım. Bir yerden mi düştünüz?

-Daha düşmedim ama kendim usturupluca ineyim diyorum.

Oldukça yorgun olduğum ve sırada bekleyen hastaları düşünmem gerektiği için bir an evvel ne demek istediğini anlamam gerekiyordu. Acaba deliryumda mı? Bilinç bulanıklığı olabilir mi bu?

-Burası neresi amcacım? Siz neredesiniz şu anda?

Terini koluyla silip gözlerini ilk defa gözlerime dikerek yanıtladı:

-Hastane tabii.

-Peki ben nasıl yardımcı olabilirim size?

-Beni şöyle bir daha uyanmacasına uyutabilir misin?

-Uykusuzluk için mi acil servise geldiniz yani?

Bir yandan beni oyalamasına sinirleniyor bir yandan da sıkıntı içinde olmasına rağmen gösterdiği rahat tavır ilgimi cezbediyordu.

-Hayır. 8 gündür evde yatıyorum. Yorganın altından çıkmadım. Artık bugün ölürüm dedim ama ölecek gibi de değilim. Bugün ölemezsem büyük sıkıntı olur. Şunun şurasında 3-4 saat kaldı. İşi tehlikeye atmayayım dedim.

Artık nadir bir ‘vaka’ ile karşılaştığımın farkındayım. Dakika da 18- 20 soluyor. Soğuk soğuk terliyordu. Şikayetini öğrenemediğime göre fizik muayene ile devam edeyim.

-Peki amca. Ben bir muayene edeyim. Ondan sonra yardımcı olayım size. Sırtınızı açabilir misiniz?

-Yardım edeceksin yani değil mi?

-Tabii, hiç etmez miyim.

İsteksizce gömleğini sıvadı. Stetoskopu önce sırtına sonra göğsüne koyup dinledim. Sol tarafta solunum sesleri fecaat. Amcanın sol tarafı kar kürüyor sağ tarafı da zurna çalıyordu. Anlaşıldı. Pnömonidir bu.

-Zatürre olmuşsunuz anlaşılan.

Gözleri parıldadı birden.

- İyi! Ne diyorsun? Olur mu bu iş bu gece?

-Hangi iş?

-Yahu dedim ya. 4-5 saat kaldı. Bu gece olmazsa çok fena. Salıncaktan inmem lazım artık.

Derin bir nefes aldım. Zatürreyle birlikte menenjit mi oldu bu adam? Söyledikleri de kendi içinde tutarlı. Nasıl menenjit bu. Neyse. En iyisi huyuna gideyim. Anlarım herhalde bir yerde derdi neymiş.

-Tamam amca. Dediğiniz gibi. Bu 4-5 saat çok kritik. Salıncaktan inmek için bu 4-5 saati iyi değerlendirmemiz lazım. Şimdi ben ne dersem harfiyen yapacaksın. Sonra inşallah seni bu salıncaktan indireceğiz.

-Sahi mi diyorsun?

-Sahi ya! Sen hiç doktorun yalan söylediğini gördün mü?

Mehmet amca ilk defa gülümsedi. Neredeyse bana sarılacak.

-Tamam evladım. Hadi bi zahmet beni yetiştiriver.

-Tamam, önce bir aşağıda röntgeninizi çekecekler. Sonra bizim hemşire hanımlar sizi müşahede odasında en köşe yatağa alacaklar. Orada onlar ne söylerse yapın. Ben de gelip kontrol edeceğim. Oldu mu?

-Oldu evladım. Köşe yatak daha iyi olur tabi. Mutlaka kontrol et ama. İşimi şansa bırakma.

-Tabi tabi mutlaka geleceğim.

Mehmet amcanın kanlarını, röntgenini isteyip tedavisini yazıyorum. Damar yoluyla ilk doz antibiyotiğini, buhar yoluyla verilecek ilaçlarını ve tabi bir alerji ilacını da yazıyorum.  Alerji ilacının uyku yan etkisinden faydalanmak iyi olacak sanki! Hemşire hanıma tetkik tedavi kartını veriyorum. Bakalım kafa karışıklığı geçecek mi amcanın. Nöbete devam ediyorum.

Gece 10’a kadar hasta yoğunluğu azalarak devam ediyor. Bundan sonrası travma, sarhoşlar, evsizler için amme hizmeti ve gerçek aciller. Bir ara boşlukta müşahade odasına uğruyorum. Mehmet amca nebülizatör maske altında bir yandan solunum yoluyla alacağı tedavileri alıyor bir yandan başı düştükçe gözünü açıyor. 3-4 saniye geçmiyor ki tekrar gözlerini kapatıp aynı döngüye giriyor. O ara röntgenden grafisini isteyip inceliyorum. Lober pnömoni hakikaten. Peki Mehmet amca 88 yaşında 8 gündür bu hasta hali ile neden bekledi acaba?  Birkaç gün hastanede yatsa iyi olacak. Uyanınca ne diyecek bakalım.

Sabah nöbet çıkışına doğru müşahede odasında kalan tek hastam Mehmet amcanın yanına gidiyorum. Halen uyuyor ama rahatladığı belli. Solunum sayısı azalmış. Yanına dikilmemle gözlerini açması bir oluyor.  Şaşkın bakarken sordum:

-Nasıl oldunuz? Daha iyi misiniz?

Bir iç çekip cevaplıyor:

-Ayın 9’u oldu mu?

-Evet bugün 9 Ağustos.

-Desene inemedik yine salıncaktan.

-Bu salıncak neyin nesidir anlamadım. Dün yoğunlukta kafanız karışık zannettim.

Muzip bir gülüşle cevap verdi:

-Yok doktor bey. Babam hayat bir salıncağa benzer derdi. Hep bir mutluluğa doğru sallanmak istersin. Tam zirveye ulaşınca anlarsın ki düşüş başlar. Sonra gittiğin kadar geri sallanırsın. Arada hızlanırsın kalbin çıkacak sanırsın. Sonra geri düşersin. Sonra yaşlanırsın salıncak yavaşlar. Etrafındakiler netleşmeye başlar. Görürsün ki aslında her şey aynı. Sadece sen bir ileri bir geri gitmişsin. Boş heveslerin peşinden sallanıp durmuşsun. Sonra da salıncak durur. İner gideriz.

-Peki sen neden inmek istiyorsun bu salıncaktan?

-Cennetin kaç kapısı vardır bilir misin?

-Yok bilmiyorum.

-8 kapısı vardır doktor bey. Babam okumuş bir adam değildi ama demin anlattım ya nice okumuştan daha bilgeydi. Eğer bir tanış ayın 8’inde vefat ederse ne mübarek adammış. Cennetin 8 kapısından girdi derdi. Eğer bir yola çıkılacaksa ayın 8’inde çıkardı. Biz 8 kardeşiz. O gün bugündür 8 uğurumdur. Ben 88 yaşındayım. Artık salıncak çok yavaş sallanıyor. Her yer aynı. 8. Aydayız. Ayın 8 ‘i hastalığın sekizinci günü de gelince tamam gitmek zamanıdır dedim. Yanılmışım. Sen de çok yardım etmedin sanki. Herhalde cennetin bir arka kapısı da vardır.

Mehmet amca sözlerinin sonunda bir yandan da dişlerini göstererek gülümsemeye başladı. Amcanın derviş tavrı hoşuma gitti. Birkaç gün hastanede yatması gerektiğini anlattım. Kabul etti. Gözlerinde bir hayal kırıklığından ziyade bir badire atlatmanın verdiği rahatlığı ve yaşama sevincini gördüm sanki.

Mehmet amcayı o geceden sonra bir daha görmedim. Ama nöbetim ne zaman ayın 8’ine denk gelse aklıma Mehmet amca gelir. Bugünlerde alman filozof Arthur Schopenhauer okurken Mehmet amcaya yine şapka çıkardım. ‘Hayat bir sarkaç gibidir. Sağdan sola, soldan sağa salınır. Istıraptan can sıkıntısına ve can sıkıntısından ıstıraba doğru salınır.’ demiş alman filozof. Ne garip değil mi? Hayatında belki Arthur Schopenhauer’i hiç okumamış olsalar da anadolu insanı da benzer şeyleri farklı sözcükler ile ifade ediyor. Aklıma Emirali YAĞAN’ın bir şiiri düşüyor. İnşallah cennetin arka kapısından içeri girmiştir Mehmet amca.

İki zaman arasında salınan

Bir sarkaç gibi duruverse kalbim

Söylenecek ne kalır ki geriye

Zangoç yoruldu, çan sustu, seda bitti

Yüzünün Kabesizliği ve cenaze namazın

Final sahnesi ömrünün en garip çelişkisi

Geçtiğin yollara bir daha dönmeyeceksin

Adının son kez anıldığı yerde unutulmak korkusu

Üzülme, ölünce her şey geçer

Şimdi bir yıldız kaysa, o gidişindir senin

Bir yerde birilerinin seni beklediğini

Ve hep bekleyeceğini sen bilmeyeceksin

Yaşamdan sonra ölümden önce

Sonsuzda bir yere varacaksın, orada kal

Ölümün miladı, miadı yok, ölüm sensin

Gidenler birlikte götürürler gölgelerini

Gidenler gitsinler, ölümü bekletmemeli

Celladını içinde taşıyan hayat


Bu İÇERİĞİ Paylaş!