Röportaj: Halk sağlığı, etik ve iyi hekimlik değerlerini savunduğumuz Mücadele dolu dört yıl-Süheyla Ağkoç*


  • Hekim Sözü Mart-Nisan 2022
  • 429

Bu dönem bana çok şey öğretti diyebilirim. Mücadele yürüttüğümüz bu süreçte kendime dair de önemli gelişmelerin olduğunu düşünüyorum. Daha önce çok önemsemediğim detayları gördüm; hekimlik değerlerini korumanın bütün hekim arkadaşlar için ne kadar önemli olduğunu kavradım.

İstanbul Tabip Odası Başkanı olarak çok yoğun iki çalışma dönemini geride bıraktınız. Siz döneminizi nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Dört yıldır yoğun bir şekilde özellikle mesleki sorunlar, halk sağlığı sorunları ve etik sorunlara yöneldiğimiz bir dönemden geçtik. Ağırlıklı olarak iyi hekimlik değerlerini savunduğumuz, bu konuda daha çok mücadele ettiğimiz bir dönem diye tanımlarım kendi adıma.

Bu dönem bana çok şey öğretti diyebilirim. Mücadele yürüttüğümüz bu süreçte kendime dair de önemli gelişmelerin olduğunu düşünüyorum. Daha önce çok önemsemediğim detayları gördüm; hekimlik değerlerini korumanın bütün hekim arkadaşlar için ne kadar önemli olduğunu kavradım. Mesleğimden ve onkoloji alanındaki gelişmelerden geride kalmış olsam da bu alanda mücadele vermenin bir hekim olarak bana katkısı olduğunu düşünüyorum.

Hocam siz farklı bir dönemde; pandemide çalışmalar yürüttünüz. Bu süreci, insanların sağlığa erişimi, meslektaşlarımızın çalışma koşulları ve iktidarın –Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) yönetememe hali olarak tanımladığı- tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ülkemizi ve bütün dünyayı içine alan bu denli bir pandemiyi meslek hayatımızın içinde de meslek örgütü olarak da yaşamamıştık. Belki daha küçük çapta salgın hastalıklar yaşanıyordu ama bu denli büyük bir salgın hastalık yaşanmamıştı. Burada birinci basamak sağlık hizmetlerinin çok önemli olduğu ortaya çıktı. Toplum sağlığı hizmetlerinin ayrıştırılmış olmasının, halk sağlığı problemi doğduğunda insanlara ulaşmak açısından ne kadar zorlayıcı olduğunu; aşılamanın daha hızlı yapılabilmesinin önünde engel olduğunu gördük. Açıkçası bütün dünyada sağlık sisteminin tekrar gözden geçirilmesi gereken bir dönemdeyiz. Dünya Bankası’nın “Sağlıkta Dönüşüm Programı” ile sağlığı kronik hastalıklara doğru evrilttiği ve ticarileştirdiği bir dönemdeyiz ve biz de buna doğru koşar adımlarla gidiyoruz. Yaşadığımız süreç koruyucu hekimliğin ne kadar önemli olduğunu ve buna yönelik tedbirlerin alınması gerektiğini bize gösterdi.

Sağlık sistemimiz bu durumlara hazırlıklı değildi. İktidar daha çok algıyı yönetmeye odaklandığı için gerçek veriler, bilimsel yayın yapabilme olanakları ve halk sağlığı tedbirlerinin uygulanabilme şartlarının sağlanması… Bunların hepsi göz ardı edildi. Daha çok ticari anlamda kaygıların olduğu, çalışanların hayatını kaybettiği bir dönemi yaşadık. Sınıfsal sürecin karakterini bizzat gözlemleme imkânı bulduk. Çok ciddi panik yaşanması, güvenli koşulların oluşmaması sebebiyle birçok meslektaşımızı kaybettik. Bütün bunlara rağmen yine de mesleki etik değerlerimizin hala korunduğu bir ortamda olduğumuzu hissettik. Sağlık çalışanları, özellikle hekimler ellerinden geleni fazlasıyla yapmaya çalıştılar. Bu bakımdan mesleğin değerlerinin yaşıyor olması, ayakta durması güzel bir şey ama bir yandan da hastanelerin işletmeye dönüştürülmesi, koşullarının sağlıklı olmaması da ciddi sorunlardı. Biz bu süreçte meslektaşlarımızın yanında olmaya; hayatını kaybeden sağlık çalışanlarının mesai arkadaşlarıyla acılarını paylaşmaya gayret ettik. Zorlu bir dönemden geçtik ama yine de elimizden geldiğince bu süreci atlatmaya çalıştık.

Konuşmanızda güvenli çalışma ortamından bahsettiniz. “Sağlıkta güvenli çalışma koşulları” başlıklı faaliyetleri yürüttüğünüzü biliyoruz. Bu konuyu biraz açar mısınız?

Sağlıkta güvenli çalışma koşulları deyince hem hastalıklar açısından gerekli koşulların sağlanması, hem de çalıştığınız ortamda sözlü ya da fiziki şiddete uğramamanız gerekir. Bu koşulların, gerekli altyapının hastaneyi yönetenler tarafından sağlanmış olması lazım. Ülkede buna dair yasal düzenleme, 6331 sayılı yasa var. Düzenlemenin iş yerlerinde uygulanması, sağlıkta şiddeti doğuracak nedenlerin mutlaka risk analizi yapılarak ortadan kaldırılması, bunun için gerekli çalışma birimlerin oluşması şart. Biz hastaneleri dolaşarak bunu anlatmaya çalıştık. Sadece caydırıcı yasaların çıkması yetmez, bekleme süreleri, hasta muayene koşulları, çalışma şartları da ona göre düzenlenmeli.

Destek sağlık personelinin, sosyal hizmet uzmanlarının, hekimlerin, hemşirelerin, kısaca ekibin bütün elemanlarının birlikte çalışması, görev tanımlarının net olması ve tabii beş dakikada bir hasta bakılmaması gerekiyor.

Hastaya bakılırken belli bir zaman ayrılması ve gerçekten ticari bir meta gibi; döner sermayeden pay alınacak bir işlem gibi değil de, nitelikli sunulan bir sağlık hizmetinin koşullarının sağlanması lazım. Bu koşullar sağlandığında sağlıkta şiddet azalacaktır. Sağlıkta şiddet çok yönlü bir sorun. Tabii ki caydırıcı yasalar önemli ama bunun yanında güvenli koşulların oluşturulması da önemli. Her birimin bunu kendi aralarında konuşup talep etmesi gerekiyor. Bu konuda hekimlerin ve sağlık çalışanlarının çeşitli hakları var. Biz genellikle hastanelere gidip hem haklarını aktarıyor, hem de bir olay olduğunda nasıl davranmaları gerektiğini, hukuk büromuzla birlikte anlatıyoruz. Aynı zamanda şiddete uğrayan tüm meslektaşlarımıza üyemiz olsun olmasın, bize ulaşan herkese elimizden geldiğince hukuki takip başta olmak üzere destek olmaya çalışıyoruz. Bugüne kadar bizim takip ettiğimiz davalar genellikle ceza ile sonuçlandı.

Salgın dönemi şiddeti arttırdı, hekimler artık tükendi. Bütün sağlık çalışanları; ertelenmiş hasta sorunları, COVID, iktidarın yönetmedeki aczi nedeniyle tükenmiş durumdalar. Tüm bu yaşanılan sorunlar sağlık ortamında çalışanlara şiddet olarak dönüyor. TTB’nin beklediği yasa tasarısının mutlaka Meclis’ten geçmesi lazım.

Meslektaşlarımızın yaşadığı sorunlardan bahsedince, özellikle genç meslektaşlarımızın, asistan arkadaşlarımızın çalışma koşulları çok gündemde. Bu konuya dair neler söylemek istersiniz?

Son olarak Erdoğan’ın konuşmalarından konu farklı bir boyuta geldi. Açıkçası sağlıkta dönüşümün son basamağı da hayata geçmiş oldu. İktidar açısından deneyimli hekimlerin hastanelerden gitmelerinde hiçbir sorun yok. İnsanların hastanede bir hekim görmeleri yeterli. Özellikle eğitim araştırma hastanelerinde sistem ağırlıklı olarak asistanlar üzerinden yürüyor. Aşırı nöbet saatleri, nöbet ertesi izin yapanların nöbet ücreti almaması, polikliniklerdeki yoğun hasta bakımının asistanlar tarafından sağlanması, yeterli eğitim ve araştırma saatlerinin olmaması asistanlarda ciddi bir tepkiye yol açtı. Hekim hareketliliğinin yükselmesinde genç meslektaşlarımızın tükenmişliği ve yaşadıkları sıkıntılar rol oynuyor. Liyakatin olmadığı, kurumların parçalanıp yok edildiği bir ortamda genç hekimlerin yurtdışına gitme eğilimi var. Neredeyse %50’si gitmek istiyor. Kayıtlarımıza göre yurtdışına gitmek için belge alanların sayısı 2011’de 32 iken 2021’de 500’ün üstüne çıktı. Bu da geleceğimiz açısından çok tehlikeli, iktidarın da bunu hiç önemsememesi ayrı bir tehlike arz ediyor.

Bunun için önlem almak yerine giderlerse gitsinler zihniyetinin ön plana çıktığı bu yaklaşım, memleketin sağlık sistemini ciddi anlamda çökertecek bir problem olarak karşımızda duruyor.

Hocam bir de artan kadro sayıları oldu…

Altı bin olan uzmanlık sayısı on yedi bine çıkarıldı. Bu ciddi bir artış. Demek ki niteliğin çok önemli olmadığı, niceliğin öncelendiği bir anlayış ortaya çıkıyor. Şu an çok fazla hastane açılıyor ama taşıma kadrolarla döndürülüyor. Yapılan eğitimler son derece yetersiz hatta hiç eğitimin verilmediği bile oluyor. Bütün bunlar iktidarın insan sağlığına hiç önem vermediğini gösteriyor.

Hekim hareketinin yükseldiği bir dönem dediniz. Geçtiğimiz aylarda birden fazla “G(ö)rev” etkinliği oldu. 15 Aralık’ta başlayıp 14-15 Mart’a gelen süreci aktarabilir misiniz?

Sağlıkta dönüşüm dünyada daha erken başladı; bizde de asıl 2011’den sonra başladığını söyleyebiliriz. Biz durumun en başından beri bu noktaya geleceğini öngörüyorduk; ancak sonuçları bugünlerde belirgin şekilde ön plana çıktı. Son üç-dört yıldır yaşananlar, kurumların parçalanması, şehir hastanesine insanların yönlendirilmesi, sağlıkta niceliğin daha çok önemsendiği, bütün hastanelerin döner sermaye-performans sistemine dönüştürüldüğü, özel sektörün, zincir hastanelerin oluştuğu, sağlığın özel alana doğru kaydığı bir süreç yaşıyoruz. Giderek hekim emeği ucuzluyor. İnsanlar bu mesleğe büyük beklentilerle başlıyor. Kimisi meslek aşkı için, kimisi maddi anlamda da onları rahatlatacak bir çalışma imkânını oluşturması için, kimisi bilimsel çalışmalar yapabilmek için… Çeşitli sebeplerle bu mesleği seçiyor. Ama kendilerini bu beklentilerin hiç gerçekleşmeyeceği ve çalışma koşullarının kölelik düzeyine geldiği bir ortamın içinde buluyorlar.

Belli bir yaşın üstündekiler bu mesleğin daha güzel taraflarını deneyimlemişlerdir. Ama gerçekten hekimlik mesleğinin bu kadar ayaklar altına alındığı, çalışma koşullarının bu kadar kötü olduğu ve maddi anlamda düşük gelirlerin elde edildiği bir durum daha önce olmamıştı. Bunda hayat pahalılığının artması, sağlığın özelleştirilmesi gibi sebepler var. Hekimler çocuklarının en çok eğitimlerine önem verirler. Eğitimde de özelleştirmenin artması, kamudaki eğitimin nitelik kaybı gibi nedenlerle mecburen çocuklarını özel okula göndermek zorunda kalıyorlar. Yaşam koşullarıydı, kiraydı, okuldu derken tüm bunları sağlayacak geliri elde edemiyorlar. Bu da ciddi bir öfke birikimine yol açtı. Bu nedenle de son “G(ö)rev” etkinliklerine ve yürüyüşlere hekim çevresinden ciddi bir katılım oldu. Sağlık sistemi dönüşürken hekimler bu durumu öngörebilmişti. Şimdi yaşayarak görüyorlar. Bu durum halk sağlığı açısından da tehlikeli bir yere doğru gidiyor. Hekimler kendi gelecekleri açısından da umutsuzluğun olduğu böylesi bir ortamda ciddi bir öfke patlaması yaşıyor. Hükümetin bu tehlikeyi görüp koşulları düzeltmesi şart. Halkın sağlığını korumak ve hekim değerleri kaybını önlemek için acil bir çözüm getirilmesi gerekiyor. Ama ne yazık ki bu adımları henüz göremiyoruz.

Hocam yeni gelecek Yönetim Kuruluna bu görevi devredeceksiniz; önerileriniz olur mu?

Taban örgütlenmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bütün hastanelerde ve sağlık kuruluşlarında çok geniş halkalara ulaşabilmenin yolu, iyi hekimlik değerlerinin anlatılması ve mümkün olduğunca en geniş hekim camiasına ulaşmak. Bu yöndeki çalışmalara ağırlık vermemiz gerekiyor.

Tabii ki hukuksal mücadeleler yanı sıra diğer mücadeleler de yürütülmeli. Bunların başarılı olabilmesi, iktidar üzerinde yaptırım uygulatabilmek için halkın desteğini de arkamıza aldığımız, geniş hekim kitlesine ulaşabildiğimiz yöntemleri arayıp bulmamız gerekiyor. Bu konuda daha çok çalışmamız gerektiğine inanıyorum.

Hocam çok teşekkür ederiz. Meslektaşlarımıza yönelik son olarak neler söylemek istersiniz?

Ben gerçekten güzel bir mesleğimiz olduğunu düşünüyorum. Şiddet görüyoruz, ekonomik sıkıntılar yaşıyoruz ama bu sıkıntılar aslında her meslekte var. İyi koşullarda bu mesleği yapmamız durumunda bizi maddi ve manevi anlamda rahat ettirecek, bize mutluluk sağlayacak bir mesleğimiz var aslında. Genellikle iyi insanların hekimlik mesleğini seçtiğini düşünüyorum. İnsana yardım etme, onu iyileştirme gibi güzel hisleri içimizde taşıyoruz. Bu nedenle meslektaşlarımız mesleklerinden soğumasınlar. Bu sistemin değişeceğine inanıyorum, çok daha iyi bir sağlık sistemi kurmak mümkün. Sağlıkta nitelikli ve güvenli koşulların sağlanması çok zor değil. Bunu hep birlikte mücadele ederek yapacağız. O yüzden umutlarını kesmesinler.

*Hekim Sözü Yayın Kurulu Üyesi


Bu İÇERİĞİ Paylaş!