Türkiye’de vakıf- özel tıp fakülteleri ne durumda? - Cegerğun Polat*, Emel Karaman**


  • Hekim Sözü Temmuz-Haziran 2022
  • 449

Halihazırda Türkiye’deki 33 özel-vakıf tıp fakültesinin 21’i İstanbul’da bulunmaktadır. Özel sağlık sermayesinin koşar adım büyüdüğü son 15 yıl içinde büyük sermaye gruplarına ait hastanelerin “Tıp Fakültesi” kimliği taşımaları önemli tercih haline gelmektedir.

Son 20 yılda kamu yüksek öğretim kurumlarının sayısında önemli artışlar yaşandı. Küçük ölçekli şehirlerin büyümesi, gelişmesi için gerekli şartlarda üst sıralara tırmanan ve “Üniversitesiz şehir bırakmayacağız” mottosuyla düşülen bu yol, aynı zamanda ölçüsüz ünvan dağıtmanın da aracı haline getirildi. Uzun süre dinci-cemaatçi grupların dahilinde ve kontrolünde büyüyen akademi, kriterlerini giderek düşürdü. Kamu yüksek öğretim kurumları ile sınırlı kalmayan bu coşkun durum, özellikle son 10 yılda özel sektörün dahil olmasıyla beraber vakıf-özel üniversite gerçeğiyle daha çok yaşamamıza girdi. Devletin ekonomik açıdan önemli teşvikleri, kolaylaştırıcılığı büyük sermaye gruplarının dikkatini çekti ve üniversite sahibi olmak prestijli bir iş olarak görülmeye başlandı. Son yılların en gözde mesleği durumunda olan hekimlik ise bu işten fazlasıyla nasibini aldı.
Klasik kamu tıp fakülteleri dışında farklı bir modelle bu dönemde tanışmış olduk. Preklinik bilimlerin eğitimlerinin yapıldığı kampüs binalar ve kendisine ait hastanelerle eğitim odaklı tıp fakültelerinden hibrit hastanelerle desteklenen, esnek eğitim alanlarına doğru dönüşümler yaşadık. Birçok şehirde tabela düzeyinde açılan kamu tıp fakülteleri, aynı şehirde bulunan ve “Eğitim Araştırma Hastanesi” statüsüne getirilen hastaneler de bu hibrit modelle eğitimini sürdürmektedir. Sağlık Bilimleri Üniversitesi bünyesinde akademik ünvanı bulunan öğretim üyeleri ile tıp fakültesi öğretim üyesi ünvanlı akademisyenlerle yapılan klinik eğitim, “kervan yolda düzülür” misali ilerlemektedir. Hizmet odaklı planlanan bu hastanelerin asistan eğitimi için yoğun ancak nefes aldırmayan pratik imkanları bulunmakla beraber, teorik uzmanlık eğitimi ve tıp fakültesi eğitimi için uygun koşullarının olmadığı görülmektedir. Preklinik eğitimler için uygun bina, ortam, laboratuvar imkanlarının yeterliliği ise ayrı bir tartışma konusudur.
TIP EĞİTİMİNDEKİ BU DEVASA DÖNÜŞÜMÜN PERDELEDİĞİ ÖZEL-VAKIF TIP FAKÜLTELERİNDE DURUM NASIL SEYRETMEKTEDİR?
Özel-Vakıf Tıp Fakültelerinin öğrencilerin tercihinde sunduğu arz-talep meselesindeki çoklu seçenekler, önemli eşitsizlikleri gizleyen ve fırsatlar yaratan bir görüntü oluşturmaktadır. Esnek çalışma modeli ile “gezici öğretim üyesi” kimliği iyice oturan akademik kadroların bel kemiğini oluşturduğu özel tıp fakülteleri, nitelikli eğitim açısından büyük şüphelerle yol almaya devam etmektedir. Halihazırda Türkiye’deki 33 özel-vakıf tıp fakültesinin 21’i İstanbul’da bulunmaktadır. Özel sağlık sermayesinin koşar adım büyüdüğü son 15 yıl içinde büyük sermaye gruplarına ait hastanelerin “Tıp Fakültesi” kimliği taşımaları önemli tercih haline gelmektedir.
Aşağıdaki tabloda, İstanbul’da bulunan özel-vakıf tıp fakültelerinin belirli kriterlere göre değerlendirmeleri bulunmaktadır. Bu verilere göre kabul edilen öğrencinin üniversite sınavı sonucu aldığı puana göre aynı tıp fakültesine yerleşme sıralamasında 20.000-25.000 kişilik farklar olabilmektedir. Çoklu alım kriterlerinin (%100 burslu, %50 burslu, %25 burslu, ücretli gibi) birkaç üniversite dışında genelinde uygulandığı görülmektedir. Özel tıp fakültelerinin çoğunluğunda kendisine ait bir uygulama hastanesi bulunmamaktadır. Bu amaçla sözleşme yapılan hastanelerin çoğunluğunun, öncesinde özel hastane olarak kurulmuş ve halihazırda bu amaca hizmet eden kuruluşlar olduğu görülmektedir. Bu haliyle kamudaki hibrit hastane modeli burada da geçerli hale gelmiştir. Yapılan sözleşmelerle afiliye hale getirilen bağımsız özel hastaneler eğitim hastaneleri haline çevrilmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) dan yapılan ödemelerde 3. basamak için katsayıyı kullanabilen ve yapılan işlemlerin geri ödemesinde kapsamı genişleyen özel hastaneler için nispeten karlı bir durum da oluşmaktadır. Hastane içi eğitim olanaklarının sınırlarının özel hastanede “hasta memnuniyet” kriterlerine ne kadar uyduğu ise tartışmalı bir konu olarak durmaktadır.
Tabloda, öğretim üyeleri sayıları ile ilgili farklılıklar ayrıca dikkat çekmektedir. Kamu tıp fakültelerinde öğrenci-öğretim üyesi rakamsal oranlamasına göre özel tıp fakülteleri görece daha avantajlı durumdadır. Bu ortalamaya rağmen her özel tıp fakültesinin yarattığı imkan aynı görünmemektedir. Kamuda istihdam koşulları, ücretlendirme ve siyasi saiklerin öncelikler içermesi özel sektöre doğru önemli oranda akademisyen akışına neden olmuştur. İngilizce ağırlıklı programları öne çıkan özel tıp fakültelerinden birkaçının yurtdışı afiliye programları ile Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) dışındaki hedefleri öncelik haline getirdiği görülmektedir. Tablodan anlaşılacağı üzere üniversite sınavında üst sıralarda olan küçük bir grubun odağında yurtdışı programlarla devam etme daha öncelikli durumdadır.
Son zamanların barınma-yurt sorunu ise özel-vakıf üniversitelerinde daha çarpıcı boyutlarda seyretmektedir. Büyük sermaye gruplarının desteklediği üniversitelerde dahi kriz haline gelmiş durumdadır. Tablodan görüleceği üzere önemli sayıda tıp fakültesinin kendisine ait yurdu bulunmamaktadır. Düşük kapasiteli olan yurtlar dışardan anlaşmalı özel yurtlarla desteklenmektedir. Önemli maliyet kalemi olan barınma olanakları belirli gelir düzeyinin üstesinden gelebileceği bir imkan olarak sunulmaktadır.
Bazı temel kriterlerle yaptığımız bu değerlendirmede özel tıp fakültelerinin, yüksek puan alan az sayıda öğrenci dışında eşitsizlikleri “ücret ödeme gücü” ile beslediği, barınma ve hastane olanaklarının yetersiz olduğu, eğitim olanaklarıyla ilgili standartlarının olmadığı görülmüştür.

*Dr., İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi
**İstanbul Tabip Odası Özel Hekimlik Bürosu


Bu İÇERİĞİ Paylaş!