Vakıf üniversitesinde akademisyen olmak - Süda Tekin*


  • Hekim Sözü Temmuz-Haziran 2022
  • 238

Akademisyenlik de bilim üretimi yapan, tartışan ve tartıştıran, öğrencilerine yeni ufuklar açarak insanlığı ileri bir döneme taşımayı hedefleyen bakış açısından, daha çok çalışmak zorunda kalan, bilim üretimi yerine hizmet üretimini önceleyen ve akademinin temeline aykırı üretimini paylaşmayan bir hale evrilmek zorunda kalmıştır.


Okula giden her çocuğa sorulan bilindik soru bana da soruldu. “Büyüyünce ne olacaksın?” Daha sonraki yıllarda, bilinçlendikçe “insan” olacağım yanıtını vermeyi istesem de her defasında yanıtım doktor olmak istediğim şeklindeydi. Tıp doktorluğunu tercih etmemde, insanlara yardım ve şifa dağıtma isteğim kadar çevremdeki hekimlere olan saygı ve minnetin yüksek olmasından kaynaklanmaktaydı.
Uzun eğitimler sonrasında uzman hekim olunca aslında öğretmeyi, bilgi üretmek kadar bilgiyi aktarmayı da sevdiğimi anladım. Dolayısıyla akademi, değişen dünya düzeninde bakış açımın yenilenmesini ve yaşamda tekrara düşmemi engelleyecek bir alanı temsil etmekteydi.
Akademi adının, Atina yakınlarındaki Akademeia adlı bir zeytinlikten geldiği, bu zeytinlikte Yunan düşünür Eflatun (Platon)’un MÖ 4. yüzyılda matematik, doğa bilimleri ve yönetim biçimi gibi çeşitli konularda öğrencilerine ders verdiği bilinmektedir. Tarihteki ilk akademi olarak kabul edilir. Fransızca académie, bilimsel kuruluş, yüksek okul anlamına gelmektedir. Akademi zamanla, tarihte ilk felsefe okulunun kurulduğu düşünme, sorgulama, merak etme kültürünün oturtulduğu verimli zeytin bahçelerinden, modern üretim binalarına, laboratuvarlara, geniş dersliklere hatta pandemiyle birlikte küçük ekranlara sığar hale getirildi. Akademisyenlik de bilim üretimi yapan, tartışan ve tartıştıran, öğrencilerine yeni ufuklar açarak insanlığı ileri bir döneme taşımayı hedefleyen bakış açısından, daha çok çalışmak zorunda kalan, bilim üretimi yerine hizmet üretimini önceleyen ve akademinin temeline aykırı üretimini paylaşmayan bir hale evrilmek zorunda kalmıştır. Özünde dünyada küreselleşmenin etkileriyle akademi ve akademisyenlik kavramında da derinlemesine dönüşümler yaşanmıştır.
Ülkemizde kamu (devlet) üniversitelerinin, gerek genç nüfusun artmasına paralel olarak yükseköğretime olan talebin artması, gerekse üniversitede çeşitliliğin artırılması düşüncesiyle 1980’li yılların başlarında vakıf üniversiteleri kurulmaya başlamıştır. Kamu üniversitelerinin değişim gösteren piyasa baskıları ve küresel taleplere uyum sağlayacak akademik politikalar oluşturamamaları ve merkezi bir yönetim çatısı altında olmaları nedeniyle finansman konusunda sıkıntılar yaşamaları, ülkemizde vakıf üniversitelerinin sayısında da yükselmeye sebep olmuştur.
Günümüzde değişim gösteren piyasa baskıları ve küresel taleplere uyum hedeflerine yanıt verilme zorunlulukları sonucunda yükseköğretimde de radikal değişimler olmaktadır. Araştırma, bilimsel üretimde bulunma ve yeni nesillerin eğitiminde başat rol oynama görevleri olan akademisyenlerin mesleki yeterlilikleri, görev tanımları, sorumlulukları ve katıldıkları akademik etkinlikler hızla değişime uğramaktadır. Bu çerçevede bakıldığında gerek kamu gerekse de vakıf üniversitesinde akademisyen olmak, özerk olarak mesleki alanında bilimsel üretimde bulunmak kolay bir durum olmaktan çıkmaktadır.
Vakıf üniversitesinde akademisyen olarak çalışırken elbette avantajlı ve dezavantajlı yanların irdelenmesi gerekmektedir. Mesleğinde genç bir uzman hekim olarak “değişen dünya düzeninde bakış açımın yenilenmesini ve yaşamda tekrara düşmemi engelleyeceğini” düşündüğüm akademi yaşamının elbette olumlu yanları olduğu kadar beni zorlayan taraflarının da olduğunu yaşayarak öğrenmekteyim. Kamu üniversitesini de deneyimlemiş bir akademisyen olarak vakıf üniversitesindeki dezavantajlı yanlar kısaca şu şekilde özetlenebilir.
Vakıf üniversitesinde öğrenci memnuniyeti odaklı performans değerlendirmesi öğrencileri memnun ve mutlu etme çabaları zaman zaman öğreten-öğrenen ilişkilerinde farklı yöne evrilmeye yol açabilmektedir. Dolayısıyla bilimin aktarılmasındaki hedef, yöntemde objektivitenin kaybedilmesine bağlı olarak amacına hizmet edememekle sonuçlanabilmektedir. Ekonomik kaygılarla öğretim üyesi sayısı azlığı ve fazla sayıda öğrencinin alınmasıyla iş yükü daha fazla olmaktadır. Artan ders yükü, öğrencilerle pratik uygulamalarda birebir ilgilenmekte zorlanmalar ve danışmanlık hizmetlerinin daha rahat yapılmasında kesintilere yol açabilmektedir. Akademisyenliğin temel taşlarından biri olan araştırma görevinin geri planda kalarak öğretimin ön plana çıktığını ve dolayısıyla ciddi bir değer dönüşümünün yaşandığını göstermektedir.
Tıp fakültesinde olmam nedeniyle akademide, eğitim ve araştırmanın yanısıra sağlık hizmeti sunulması, uygulama hastanesinde öğrenci pratiklerinin yaptırılması uyum içinde yürütülmesi gereken “sac ayağı”nı oluşturmalıdır. Ancak finansal gerçeklik bilimsel üretimden ziyade “hizmet üretimi”nin yani klinik hizmetlerinin öncelenmesini zorlamaktadır. Son dönemde bu sorun elbette sadece vakıf değil kamu üniversitelerinde de ciddi hale gelmiştir. Vakıf tıp fakültelerinin kamuya göre bir dezavantajı da uygulama alanının özel hastane olmasıdır. Günlük pratikte “özel” hastalar, hastalıkları nedeniyle özellikli değil konum ve ekonomik durumları nedeniyle özellikli olabilmekteler ve öğrenci uygulamalarına izin vermeyebilmekteler. Bu elbette eğitimin sekteye uğramasına da neden olan bir durumdur.
Özellikle ilk kurulduğu yıllarda öğretim üyesi kadrosunun sayısı ve çeşitliliğinin az olması nedeniyle eğitimde ve araştırmalarda aksamalar çıkabilmektedir. Gerek maddi gerekse akademiden beklentinin karşılanmaması gibi diğer nedenlerle öğretim üyesi sirkülasyonu hızlı olabilmekte bunun sonucu olarak da vakıf üniversitelerinde çalışan akademisyenlerin deneyimlerinin aktarılması ve kurumsal bir yapının oluşması zaman almaktadır.
Kamu üniversitelerinin, oldukça merkezi bir yönetim çatısı altında yer almaları akademisyenlerin özgür hareket etmelerini sınırlamaktadır. Vakıf üniversiteleri, mütevelli heyet ve bu heyet tarafından seçilen bir rektör ile kendi yönetim yapısını oluşturma konusunda özerk bir yapılanmadır. Ancak mütevelli heyet başkanının genelde vakfın kurucusu olması ve alınan kararların (akademisyenlerin) genelde finansal kaygılar taşıması nedeniyle akademik özerklik sınırlı kalabilmektedir. Bu anlamda akademik performans bilimsel çıktıların yüksek olmasının yanında aynı zamanda araştırma için üniversiteye kazandırılan fonlarla da değerlendirilmektedir.
Çalıştığım kurum öznelinde avantajlı kısımlarını irdeleyecek olursam, kamu üniversitelerinde yaşanan bürokrasi nedeniyle olumsuz fiziksel koşulların daha az ve araç-gereç teminlerinin daha hızlı yapılmakta olduğunu belirtmek isterim. Yükseköğretimde rekabet ve girişimcilik ortamına katkı sağlayan nitelikli bir vakıf üniversitesinde olmam nedeniyle üniversite giriş sınavında yüksek puanlar alan, başarılı ve çalışkan öğrencilerin alınmış olmaları eğitimin kalitesini, dolayısıyla akademisyenlerin kendilerini güncel tutmalarını sağlamaktadır. Benzer motivasyon araştırma ve bilimsel yazı üretiminde de görülmektedir. Öğrenci ders yoğunluğu fazla olsa da uluslararası geçerliliği olan diploma verebilmek veya yurt dışında bir üniversiteyle afiliye olabilmek için güncel öğretim yöntemlerinin geliştirilmesi avantajlı yönleri olarak vurgulanabilir. Ancak çok sayıda vakıf üniversitesinde ekonomik kaygılar nedeniyle kabul edilen öğrencilerin genellikle merkezi seçme sınavında düşük puan alan kesimden olması, araştırma odağı yerine öğretim odağına sahip olmaları ve bu sebeple dünya çapındaki araştırma üniversitelerinin çok gerisinde kalmalarına neden olmaktadır. Yine toplam öğretim üyesi ve üniversite idari kadro sayısının öğrenci sayısına oranla düşük olması işlerin daha yavaş ilerlemesine neden olabilmektedir. Tüm bu gerekçelerle vakıf üniversitesinde akademisyen olmak sürekli üretmek, kendini güncel tutmak ve eğitim- araştırma-klinik sac ayaklarını dengede tutarak ilerlemekle mümkün olmaktadır.
Özünde üniversitenin en temel amaçlarından biri öğrenci yetiştirmek olduğu kadar bilim de üretmektir. Bu bilincin yerleştirilmesi adına araştırma yapmanın daha fazla teşvik edildiği ve yönetim kadrosunda yer alan akademisyenlerin üniversite ortamında rahat ve iş güvencesi stresinden uzak, üretimin artırılmasını teşvik edecek sağlıklı ve paylaşımcı bir akademik atmosferin yaratılması oldukça önemlidir.

*Prof. Dr., Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı


Bu İÇERİĞİ Paylaş!